3 | çemberin ortası
Bölüm şarkısı: DAY6 - Love me or Leave me (Anlamı bağımsızdır.)
Kalabalığın yüksek sesi kısılmış, herkes durgunlaşmıştı. Şu sevimli çocuk her ne yaptıysa herkesi toplamayı başarmıştı. Hala daha kaç kişi olduğumuzu bilmesem de omuz silkip yanlarına gidecekken yanımda ki çocuğa baktım.
"Kendini ilk günden soyutlama derim. Yoksa daha çok tek kalırsın," tek kaşımı kaldırıp çenemle ona kalabalığı gösterdiğimde gözlerini kısıp bakmıştı. Bakışları daha sonra beni bulduğunda tekrardan omuz silkip ilerlemeye başladım.
Yaşadığım bu hayatın her anında bildim bileli yalnızdım. Sadece kız kardeşim vardı. Madem bu dünyada istediğimiz kişi olabiliyorduk o halde asla yalnız olmamayı tercih edecektim. Bir anda içime dolan hevesle gözlerimin parlamış olduğunu hissedebiliyordum. Bu düşünce nedense tüm uvuzlarıma heyecan dalgaları göndermeye başlamıştı.
Yepyeni bir hayat, yepyeni bir ben. Bundan iyi ne olabilirdi ki?
Şimdilik düşüncemi kendime saklayıp kalabalığın oluşturduğu çemberde yerimi aldım. Bilerek neşe saçan çocuğun yanına oturmuştum. İlk önce onunla tanışmak istiyordum. Bana mı yardım etti yoksa kendi mi sıkılıp bu fikri ortaya attı, bilmiyordum ama her ne için yaptıysa işime yaradığı kesindi. Diğer çocuğun dediği gibi istediğim olmuştu.
"Selam," yanına oturduğumu fark etmemiş olmalı ki seslenmemle ancak bana dönmüştü. Yanındaki çocukla konuşuyordu. "Oh, selam." Yüzüne hemen yerleşen gülümsemeye bakınca ben de tebessüm etmeden edememiştim.
"Yaptığın çıkış çok mantıklıydı. Yani herkesi toplayabildiğin için teşekkür ederim," çekinerek elimi enseme götürüp kaşıdığımda önemli olmadığını söyleyerek elini sallamıştı. "Başta konuşmanın işe yarayacağını düşünmüştüm açıkçası ama baktım kimse laftan anlamıyor. El atmam gerekir diye düşündüm," açıklarken çaktırmadan insanları gösterdiğinde anlayarak başımı sallamıştım.
"Sen ve ben sadece olayın farkındaymışız gibi görünüyor. Ne yapacağız?" Diğerlerine karşı onaylamayan bakışlar attığımda kaşlarını çatıp çenemden tutup yüzümü kaldırmıştı. "Hey, hemen bayrakları indirmesene. Şu anlık kimse olmayabilir, ikimiz halledeceğiz ama hemen yelkenleri suya indirme," bana kızgın bir bakış attığında her ne kadar ona inanmak istesem de buradakilerden umudum yoktu. Fakat yine de başımı sallayıp onaylamıştım. Ne yapacağını merak ederek ona baktığımda yerden destek alıp ayağa kalkmış oluşturduğumuz çemberin ortasına geçmişti.
Onun kalkmasıyla beraber yanıma oturan bedene baktığımda tahmin ettiğim kişiden başkası değildi. Doğru yola geldiği için memnun bir şekilde bakıp tekrardan çemberin ortasında yer alan çocuğa bakmıştım.
Ah, bir an önce isimlerini öğrenmeliydim herkesin yoksa lakaplar takacaktım.
"Hepinizin bu şekilde güzel oturup sakinleşeceğini beklemiyordum ama bu anlayışlı hareketiniz için size teşekkür ederim."
Giriş yapmasıyla beraber herkesin dikkatli bakışları onu bulduğunda bu etkiyi nasıl yarattığını merak etmeye başlamıştım.
"Ben, Kim Younghoon. Anlayanlar olmuştur belki de ama psikoloji üzerine okuyorum. Benden başlayarak herkesin buraya çıkıp kendini tanıtmasını rica edeceğim. Denildiği gibi, kendinizi istediğiniz gibi tanıtabilirsiniz. Doğru ve ya yanlış, bu size kalmış. İlerleyen zamanlarda zaten birbirimizi tanıyacağımıza eminim. İlk başta hemen isimlerimizi ezberleyeceğimizi düşünmüyorum elbette ama en azından bu adımı atmalıyız. Yirmi üç kişiyiz. Lütfen her şeye rağmen saygımızı koruyalım. Dinlediğiniz için teşekkür ederim," saygıyla eğilip yerine geçtiğinde bazıları fısıldaşmaya bazıları ise sessizliğini korumaya devam ediyordu. Anlaşılan, kimsenin ilk adımı atmaya cesareti yok gibiydi. Bakışlarımız Younghoon ile kesişince fazla düşünmeden yerimden kalkıp çemberin ortasına geçtim.
"Herkese merhabalar, ben Lee Hyunjae. Daha demin ki çıkışım sert olduysa herkesten özür dilerim. Umarım, iyi anlaşırız." Evet, kendimi istediğim şekilde tanıtabilirdim. Gerçek ismimin Jaehyun olmasına rağmen Hyunjae demem gibi... Herkese tek tek gülümsediğimde onunla göz göze geldiğimde gözlerini kırpmadan beni izlediğini görmüştüm. Onu umursamayıp yerime geçtiğimde benden sonra kim çıkacak diye beklemeye başlamıştım. Beklemediğim bir kişi - yanımda oturan çocuk - ayağa kalktığında yutkundum. O, çemberin ortasına geçene kadar gözlerimi ayırmadan onu izlediğimde ortada durunca direkt gözleri beni bulmuştu.
"Ne olacağını bilmiyorum ama bu iki arkadaş mantıklı ilerleyecek gibi görünüyor," bakışları benim ve yanımda oturan Younghoon'u bulduğunda ikimiz başımızı birbirimize çevirmiştik. "Verecekleri görevler ne, hiçbir fikrim yok ama bildiğim bir şey varsa o da bu kadar kişinin boşuna toplanmadığıdır. Tanışma faslı bir an önce bitince herkesin ortak noktasını bulmaya çalışırsak asıl olaya ilk adımı atacağımızı düşünüyorum," bakışları bu sefer Younghoon da durduğunda bu açık bir meydan okumaydı. Bu çocuğun derdi neydi? Biz toparlamaya çalıştıkça neden milleti ateşe sürüklemeye teklif ediyordu?
Pekala, her sınavın bir zorluğu olduğu için bu sınavın zorluğunu da bu çocuk ilan ediyordum. Herkesten önce onu dizginlemeliydik.
"Ve ben Lee Juyeon."
***
Tanışma faslı bittiğinde aklımda kalan bazı kişiler olsa da tabi ki hepsini aklımda tutmam mümkün değildi. Seçilmiş yirmi üç kişinin on biri genç nüfustu. Diğer on iki kişi kırklı yaşlarında olmalıydılar. Sanırım en yaşlımız ilk ölenimiz olmuştu. Aklıma yeniden yaşlı adamın gelmesiyle gerilmeme engel olamamıştım. Nereye kaybolduğunu merak ediyordum. Ve sanırım çözmemiz gereken şeyler arasında şu an bu başı çekiyordu. Çünkü ona ne olduysa muhtemelen aynı şey bize de olacaktı.
"Ortak noktamız ne olabilir, bilemiyorum ama mantık yürütmek gerekirse bazılarımız kırklı yaşlarında bazılarımız da yirmilerinde, değil mi?" Daha önce hiç konuşmamış olan bir çocuk konuştuğunda artık kuralımız haline gelmiş olan şeyi yapmak üzere çemberin ortasına geçmişti.
"Aynı yaş gruptakilerin ortak noktaları olarak ayırmış olabilirler mi? Belki buna göre görev verirler?" Yürüttüğü mantık oldukça anlamlıydı. Çünkü bu yaş meselesine de bir açıklık getirmek gerekliydi.
"Görevler ne olabilir ki?" Büyük yaş grubundan olan bir kadın düşünerek sorduğunda herkes bunun hakkında fikirlerini sunmak için konuşma sıralarını bekliyorlardı. Younghoon'un başta saygı ve anlayış temelini atması üzerine herkes buna uyuyordu ve karışıklık oluşmuyordu.
"Her katta farklı yetenekler ile görevi tamamlayacaksak..." Bakışlar bana döndüğünde başımı Juyeon'a çevirip devam ettim. "Ortak yönlerimizi değil farklılıklarımızı bulmalıyız," Juyeon söylediğim karşısında şaşırmışa benziyordu. Fakat bir şey söylemedi. Yerimden kalkıp çemberin ortasına geçtim.
"Kıyafetlerimize bile bakarsak farklı yerlerden geldiğimiz, farklı yeteneklere sahip olduğumuz gözle görülüyor. Sanırım bize kurulan ilk tuzaklardan birisi bu olmalı. Bizi aynı noktaya çekmek. Eğer kendimizi yanlış tanıtırsak asla birbirimiz hakkında bilgi sahibi olamayacağız ve o verecekleri görevleri de bu yüzden yapamayacağız!"
Aklıma gelen fikiri dile getirdiğimde herkes şaşırıp kalsa da bunun doğru bir düşünce olduğunu söylemeye başlamışlardı.
"O zaman önce gerçekten birbirimizi tanımamız gerekiyor."
Kalabalıktan birinin yükselen sesiyle bazı kişilerin yüzü düşmeye başlamıştı bile. Bunu görünce devam ettim.
"Bizi bu hayata bağlamak istiyorlar. Benliğimizi tamamen geride bırakmamızı, kendimizi unutmamızı ve asla bu görevleri geçmemizi. Bu yüzden bu ilk tuzağı çözdüğümüzü varsayalım," açıklama yaptığımda yine pek içlerini rahatlatmış görünmediğimi fark edince topu Younghoon'a atmıştım.
"Hadi ama! Burada hiç kimse birbirini tanımıyor. Ne birinin bu durumda sizi yargılamaya hakkı var ne de sizin birini yargılamaya. Önceliğimiz dürüstlük olsun, kendimizle barışık olalım. Ne kaybederiz ki?" Çok güzel bir konuşma yaptığında ben dahil herkesin rahatlamış olduğunu görmek huzur vericiydi. Ödüm kopuyordu bir anda herkesin saatlerini koparıp her şeyden vazgeçmesinden.
Birkaç kişi çıkıp kendilerini tanıtmayı düzeltiğinde herkes anlayış göstermeye özeniyordu. Fakat ben çıkıp gerçek ismimi söylememiştim. Evet, fikri veren bendim ama şahsen söylememek daha mantıklı gelmişti. Gerçek ismimi bilmeseler ileride ismim kullanılmayacak, işime gelecekti.
Aşçı, polis, avukat, sporcu... Ve kimsenin de kimseye benzer bir şeyinin olmadığını görmek teorimi kanıtlar neticedeydi. Kemanist olduğumu öğrendiklerinde hepsi benden birer parça duymak istediklerinde çok mutlu olmuştum. Fakat bir yandan da bu özelliğimin ne faydası olacak anlam verememiştim. Belki de konu meslek değil, apayrı bir şeydi.
"Bu üç gün içerisinde nerede yatıp nerede kalacağız? Ne yiyeceğiz?" İsminin Chanhee olduğunu öğrendiğim güzel çocuk sorduğunda buna verecek bir yanıtım yoktu. Ben de bilmiyordum.
Bu sırada saatlerimizden ses yükseldiğinde herkes sus kesilmişti.
"Nihayet beklenilen sorular geldi," alay ettiği belli olan bir gülüş ile cümlesini sonlandırdığında kaşlarımı kaldırmıştım. Younghoon ile gözlerimiz kesişince dudağımı oynatarak bizi dinliyor dediğimde anladığını görünce sevinmiştim. Başını salladığında tekrar gelen sesi dinledim.
"Yerinizi kapmaya bakın. Çünkü seçtiğiniz yerler burada geçireceğiniz süre boyunca yeriniz olacak. İki dakika içinde açılan tüm kapılar, kepenkler kapatılacak. İlk hayatta kalma mücadelenizde başarılar," son söylediği şeyle herkes yerinden kalkmaya başladığında bir anda gelişen olayla yerimden kalkmıştım. Hiç kimse konuşmadan koşturmaya başladığında yutkundum.
Kaosu hissedebiliyordum. Amacını anlamıştım. Ama dışarıda kalan olursa ne olacak bilemiyordum.
Younghoon bana bir yeri işaret ettiğinde gösterdiği yere baktım. Tahmini 200-250 metre uzaklıkta görünüyordu. Ben olayı kavrayana kadar çoktan koşmaya başladığı için o yöne doğru ilerleyecekken kolumdan tutulmamla başımı kolumu tutan kişiye çevirdim.
Juyeon'du.
"Koşsan bile yetişemezsin, benimle gel."
Merhabalar 🌟
Bu bölüm anlaşıldığı üzere daha çok bir şeyleri oturtmak üzere olan bir bölümdü. Kendiniz çözdüğünüzü düşündüğünüz teorileriniz varsa yoruma bırakabilirsiniz. Kaçtım 🖐🏻
Gelecek bölüm için bekleme de kalın!
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top