19 | ölmek ya da öldürmek
Bölüm Şarkısı: The Boyz - Hypnotized
Günün başladığını söylemek isteyen güneş ışınları camdan odanın içine yansıdığında çoktan uyanmış olmanın verdiği zevkle yatakta gerindim. Uyanmış olsam da yataktan çıkmamış gözlerim kapalı bir şekilde sanki güneş ışınlarını bekliyor gibiydim. Beklediğim bir şey de yoktu aslında, sadece kalkmak istememiştim.
"Uykucu," Juyeon'un sesi kulağıma iliştiğinde ardından burnumda hissettiğim parmakları ile gözlerimi araladım. İşaret ve orta parmağıyla burnumu sıkıştırmıştı. "Sen de mi uyanıktın?" Bir şey demeden başını salladığında tek uyuyamıyor olanın ben olmadığıma sevinmiştim.
Burnumda ki parmaklarına bakarken gözlerim bileğindeki saate iliştiğinde kaşlarımı çattım. Çünkü saatin o kısmı kırmızı olmuştu. Sanırım zamanı gelmişti. Juyeon neye baktığımı anladığında geri çekilip yataktan kalktı.
Gardrobu açıp rastgele üzerine bir şeyler geçirdiğinde şaşkın bakışlarla onu izliyordum. Yatakta doğrulup ona bakmaya devam ettim. Bunu hissetmiş olacak ki sırtını bana döndü. Elime geçen fırsatla gülümsedim.
"Şık giyinmeyi bırakman gereken zamanın geldiğine sevindim," bunu duyduğunda yan ağız sırıttı. "Geçti eline koz, kullan tabi." Başını iki yana salladığında kahkaha attım. Ben de kalkıp üzerime bir şeyler geçirdikten sonra daha fazla oyalanmadan çembere gitmiştik.
***
Saati kırmızı renge dönmüş olan herkes gelmiş olduğunda dev ekrandan yansıyan görüntüyle beraber gürültü yükselmişti. Çember alanına geldiğimizde Sunwoo ve Chanhee yaşıyor olmama olan sevinçlerini göstererek kendimi daha da değerli hissetmemi sağlamıştı. Bu kısa zamanda can ciğer olduğumuzu elbette sanmıyordum ama bu saatten sonra artık kime ne olursa olsun galiba ben de çok üzülür, etkilenirdim.
"Kadro tamamlandığına göre herkese merhaba, ben V. İlk tecrübeniz ile buranın nasıl bir ölüm kalım savaşı olduğunu bir kez daha anlamış olduğunuzu varsayarak ikinci oyunu anlatacağım." Ukala ve kibir dolu ses etrafı ele geçirdiğinde kulaklarımı kapatmamak için kendimi tutuyordum. Diğerlerine baktığımda ise onlarında bir farkı yok gibiydi.
Diğerlerine bakmak derken, üç kişiyi eksik saymıştım. Daha ilk oyundan üç kişiyi kaybetmiş miydik? Derinlemesine yutkundum. Bu yirmi kişi kaldık anlamına geliyordu.
"Işığı yanan iki binadan birisinin kapısının önünde durup hangisini seçtiğinizi belirtmiş olacaksınız. Gireceğiniz binaya göre ayrı duyurular yapacağım. Şimdi lütfen oyunu oynamak istediğiniz binanın kapısının önünde durun." Konuşması bittiğinde söylediği gibi yan yana olan iki binadan gelen ışıkla kendilerini belli etmişlerdi.
"Binalara yaklaşıp öyle hangisine gireceğimize karar verelim," Sunwoo bunu söyledikten sonra ilerlemeye başladığında Chanhee de peşinden gidiyordu. Olduğum yerden kıpırdamayıp yanımda olan Juyeon'a baktım. Başıyla ilerleyenleri gösterip peşlerine takılmıştı. Yanaklarımı şişirip sıkıntılı bir nefes bıraktıktan sonra ben de çok uzakta olmayan binalara doğru ilerlemeye başladım.
***
"Etrafı yosun ya da yeşil bir şeyle kaplı bina mı yoksa alttan üste kadar pis olup pencereleri pislikten görünmeyen bina mı?"
Chanhee'nin iki binayı incelerken sorduğu soruyla kararsız bir şekilde bakıyordum. Bize hep dışına bakarak kararlar vermemizi sağlıyordu. Bu yüzden içinde ne var diye sürekli tahmin etmek ona göre seçim yapmamız gerekiyordu.
"Yosunu pisliğe tercih ederim," yosun ile kaplı binanın önünde durduğumda benimle beraber birkaç kişi daha bu binayı seçtiğini göstererek sıraya girmişti.
"Yosun denince aklıma deniz geliyor. Yani bu sefer aynı ringde kapışmayacağız demek oluyor. Ben diğer binayı seçiyorum," Sunwoo diğer binanın kapısının önünde durduğunda deniz ile yaptığı bağlantı beni düşündürtmüştü. Oyunlar diğerleriyle bağlantılı olabilir miydi? Yine bir su macerası? Bunu düşününce bile ürpermiştim ama yine de diğer binanın önüne geçmeyerek Juyeon'a baktım.
"Ben de buraya geçiyorum," benim olduğum binanın kapısına gelince sevinçten gözlerimin parladığını hissedebiliyordum. Bunu o da fark etmiş olacak ki bana gülümsemişti.
"Beraber olmayalı uzun zaman olmuştu," yakınımdan gelen sesle irkilip döndüğümde bu kişi Younghoon'dan başkası değildi. Ne diyeceğimi bilemeyince yalnızca tebessüm etmekle yetinmiştim.
Chanhee de Sunwoo'nun olduğu kapının önünde durunca gülümsedim. Demek bu sefer ayrı olacaktık... Farklı bir histi. Sanki ayrılıyormuş gibi?
Kapıların kilit sesinin açıldığını gösteren bir ses geldiğinde dışarıdan belli etmesem de içten içe fazlaca gerilmiştim. İçeriye girerken Juyeon, Younghoon'u biraz ittirerek yanımda durduğunda kendimi daha iyi hissetmiştim.
İçeriye girdiğimizde çatık kaşlarım etrafı incelemekte bana eşlik ediyordu.
Kapıdan içeriye girer girmez bir soyunma odası karşımıza çıkıyordu. Girmemiz gerektiğini düşünüp kapıyı açtığımda asılı duran kıyafetler ile şaşkına uğramıştım. Üniformayı andıran bu kıyafetler askılarda asılı duruyor ve yanlarında ise bir tezgah bulunuyordu. İyice yaklaşıp tezgahta ne var diye baktığımda korkarak bir iki adım geri çekilmiştim.
"Yuh, bize cidden silah kullandırtacak ne yaptıracaklar ki?" Jacob'un çığlığa karışık çıkan yüksek sos tonuyla yerimde oynasam da haklıydı. Birini öldürmek için olamazdı, değil mi? Tekrardan yaklaşıp tezgaha baktım. Tezgahlara yapıştırılmış kağıtta ise "size yardımı dokunacağını düşündüğünüz bir silahı seçin" yazıyordu. Bir tabanca, bir bıçak, bir kelebek ve bir de uzun namlulu bir silah vardı. Ben hiçbirini de kullanmayı bilmiyordum. El çabukluğum olmadığı için kelebek ve bıçağı direkt elemiştim. Geriye tabanca ile uzun namlulu bir silah kaldığında içime doğan belirsiz hisle adını bile bilmediğim silahı seçerek askısından sırtıma geçirip diğerleri ne alıyor diye göz attım.
Juyeon'un elinde tezgahtan olmayan bir şey gördüğümde yanına yaklaştım.
"Bunu nereden buldun?" Juyeon elinde ki sopayı omzuna koyup gözlerimin içine baktı. "Kendi oyunlarından kendi verdikleri silahlar ile mi kurtulmamızı bekliyorlar, diye, onları şaşırtmak isteyip şu su borularının yanındaki sopayı aldım." Omzundaki sopayı gösterip güldü. "Çok da fena sayılmaz ama sanki, he?" Beni endişelendirmek mi istemiyordu yoksa kendi endişelerini bu şekilde mi bastırıyordu, bilemiyordum ama bu halleriyle kendini daha çok ele verdiği kesindi.
"Umarım bu silahları birbirimize doğrultacak bir oyun oynattırmazlar, Juyeon." Benim kafamda dönüp duran en büyük korkumu dike getirdiğimde Juyeon bir süre sessiz kalıp bir şey söylemedi. Daha sonra ise sadece kolunu omzuma atıp saçlarımı karıştırdı. Herhalde bu onun rahatlatma anlayışı oluyordu.
"Evet, silahlarınızı seçtiğinize göre verilen üniformaları giyin, lütfen. Ha, tercihe bağlı olarak koruma yeleğiniz de var. Ben sizin yerinizde olsam onu da mutlaka giyerdim," ses tonu alçalıp ortamı gergin bir havaya soktuğunda sakin kalmaya çalışıp üzerime üniformayı giymeye başlamıştım. Ne kadar çabuk olursam o kadar kolay olacakmış gibi geliyordu.
"Ha, şu tasma gibi görünen şeyi ise boynunuza takacaksınız nabzınızdan ölüp ölmediğinizi anlayacak. Hayatta iseniz live, öldüyseniz ise kill yazacaktır ve yeşil-kırmızı şeklinde de belli edecektir. Takmazsanız oyuna giriş yapmamış kabul edilip bizim tarafımızdan öldürülürsünüz." Bunu duyan herkes can havliyle tasmaya benzer aleti boyunlarına göre ayarlayıp taktıklarında sakin olmayı içimden sürekli olarak kendime tekrarlayarak ben de boynuma takmıştım.
"Birazdan etrafınızda sarmaşıklar belirecek ve sizi saracaklar. Ha, bir de yamyam sürüsünü de unutmayalım. Seçtiğiniz silahı değiştiremezsiniz. Odalardan odalara kaçabilir, koridorda durabilir, olduğunuz yerde de kalabilirsiniz ama yakalanırsanız ya ölür ya da öldürürsünüz."
Merhabalar!
Sarmaşık fikri uzun zamandır aklımdaydı ama kan, vahşet olsun diye de yamyam sürüsü ekledim 🤨 boş yapma da üzerime yok o yüzden yorum yaparsanız sevinirim 😗😗
Ve benim diğer üyeleri de katmam gerekiyor farkındayım ama şimdilik böyle idare edelim 🤩🤩
Diğer bölüm çok iyi btw 😉😉
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top