"ışık"
(i'm losing friends - tanner swift)
.Taha.
Yazdıklarıma dönüp baktığımda her şey büyük bir hızda ve akıldan yoksun görünüyor. Ona birden aşık olmam, aşık olduğumu kendime itiraf etmem, ilerleyen günlerde ona itiraf edecek olmam, onun ruhunun filizlenmesi, benim ruhumu da filizlendirmesi ve daha bir sürü şey... Anlattığımda kendime inanmıyorum fakat hepsi gerçek, zihnimde, anılarımda ve kalemimin ucunda.
Yalan söylemiyorum, duygularımı çarpıtmıyorum. Sırf inanmakta zorluk çekmeyeyim diye kelimeleri özenle seçiyorum, çünkü bu hikayede başrol ben değilim, Dilan.
...
Dilan yatak odasının kapısını kapatırken çıkan sesi kaldıramadım. Dün gece kapatmaya gerek duymadığı kapının bu gece kapanması içimde bir yerlere dokundu. Neresi bilmiyorum, tarif etmeye çabalamayı denemedim bile, daha fazla canımı sıkıyor. Koridorda bir süre kapalı kapıya baktım. Sanki bir ayna vardı ve kendime bakıyordum. Gözlerimdeki bomboş adama baktım, kahverenginin bu kadar karanlık olabileceğini bilmezdim.
"İnanmıyorum." dediğimde gözlerine düşen kırgınlığa baktım, dümdüz bir çizgiye dönüşen dudaklarına ve saçını kulağının arkasına itişine. Duyduğu heyecanı paylaşmayışım, dahası ona içten içe karşı çıkışım nasıl da söndürmüştü yüzünü kaplayan ışığı. Yanan bir alevken sönen yüreğini hiç çekinmeden gösterdi bana. Bunu uzun süre sessiz kalarak ve balkonda beni yalnız bırakarak yaptı.
Neredeyse söylediğim için pişman olacaktım. Aslında söylediğim için pişman oldum fakat inanmadığım için olmadım. Onun umut dolu yüreğinde bir sebebe tutunması gerektiğini anlıyordum. Benimse o sebeplerden kaçmam çok öncesine denk geliyordu. Şimdi sırf onunla ayrılan bir tarafım var diye yas tutacak değildim. Bunu ona sessiz kalarak söyledim. Daha da kırdım onu fakat önemseyemedim. Sandalyeden kalktığında yüzüme kısaca bakmıştı, ben o bakışı unutamıyorum.
...
Yine emniyetin önünde sigara içen Mehmet'in gülen suratına baktım. Yumruğumu sıktım. Derin bir nefes aldım. Laf atmasına müsaade etmeden yanından yürüyüp geçtim. Daha o söylemeden anlamıştım müdürün çağırdığını. Kapıyı tıklatıp içeri başımı uzattım. Beklemediğim bir şekilde müdürün ifadesi öfkeyle çevrilmemişti, zoraki de olsa gülümsüyordu. Boş bulunup ben de gülümsedim, ta ki içeri girip Pınar denen kadını görene kadar.
Direkt gözlerime bakıp meydan okumasını başlattı. Servet müdüre döndüm, gülümsemesini bozmamaya çalışıyordu fakat zorlanıyordu.
"Hoş geldin Taha, geç otur."
Sesindeki yumuşak tona şaşırsam da belli etmedim. Önündeki sandalyelerden birine oturdum -Pınar'dan uzak olana.
"Pınar Hanım'ı tanıyorsun, öyle değil mi?"
Başımı salladım ikisinin de yüzüne bakmadan. Dilan uyanmış mıydı acaba?
"O zaman Dila'nın nerede olduğunu da biliyorsundur."
Servet Müdür Dilan'ın benim yanımda olduğundan emindi, en ufak bir şüphesi yoktu.
Söyleyebileceğim bir yalan aradım. Gerçeği, ben yalan söyleyemezdim, özellikle Servet Müdür'e. Parmaklarıma baktım. İşaret parmağımdaki yara izinin ne zaman olduğunu hatırlamaya çalıştım. Bir cevap vermem lazımdı. Mehmet soda şişesini fırlattığında mı olmuştu? Servet Müdür'e baktım. Katman katman magma biriktirmiş bir volkan saklı gözleri, gülen yüzüne inattı. Pınar burada olmasaydı sağlam bir fırça yiyeceğim belliydi.
"Bilmiyorum." dedim. Bin yıllık yalan, kimse inanmaz ama bir süre oyalardı.
"O gün sahneye atladıktan sonra kızı alıp götürmüşsün oğlum. Beraber çıkmışsınız, kamera kayıtları var."
Masanın üzerinde yan duran bilgisayara baktım. Konser alanının arkasında el ele tutuşup yürüyen iki kişiyi gösteriyordu kamera. Dilan'la yan yanayken güzel durduğumuzu fark ettim. Biz olurduk fakat başka bir evrende. Pınar'a baktım. Görüntüleri getiren oydu, bundan gurur duyarcasına omuzlarını dik tutuyordu. Platin sarısı saçlarını kıvırcık yapmıştı, doğal olmadığı belliydi. Sabahın bu saatinde bununla mı uğraşmıştı?
"Dila kendi kararlarını alabilecek birisi Müdürüm, sözleşmesini feshettiği için bir yükümlülüğü de yok." Pınar'a bakarak söyledim bunu. Banka hesabındaki parayı çoktan başka bir yere aktarmıştır. Neden peşine düşüyordu ki Dilan'ın.
"Öyle öyle, zaten bir kayıp başvurusu da yok henüz." Ona bakmamı beklercesine durakladı Servet Müdür.
Pınar ise sabırsızca atıldı. "Eğer bir başvuru yapılacaksa kayıp değil adam kaçırma olacak bu."
"Ne?" dedim. Az kalsın sandalyemden kalkıp Pınar'a doğru yürüyecektim. Parmaklarımı diz kapaklarıma sardım. "Öyle bir şey yok."
Servet Müdür boğazını temizledi. "Taha, oğlum, senden bir şüphem yok ama Pınar Hanım Dila'yı senin zorladığını düşünüyor." Servet Müdür'ün öfkesinin bana olmadığını anladım bu cümleden sonra, suçlamasından dolayı Pınar'aydı.
"Sahneye çıkana kadar müziği bırakacağını bilmiyordum. Neyin zorlaması bu?"
Parmaklarını saçlarından geçirecekken durdu Pınar, bozulmasından çekiniyordu. Yüzüne yarım yamalak bir gülümseme oturttu. "Neden inanayım sana? Onu tehdit ettin."
Servet Müdür sabrının sonuna gelmiş olmalıydı. "Hanımefendi sözlerinize dikkat edin, karşınızdaki bu ülkenin polisi; canınızı emanet ettiğiniz, gecesini güdüzüne katıp çalışan birine söylüyorsunuz bunu."
Daha bu sözlere şaşıramadan Pınar bağırır tonda konuşmaya başladı. "Ben ne dediğimin farkındayım. Dila eskiden böyle değildi, kazanın olduğu konser gününde oldu ne olduysa. Belki de öncesi vardır."
"Laflarına dikkat et." dedim.
"Etmiyorum, etmiyorum! Kandırdın onu besbelli. Senden önce niye böyle değildi bu kız da şimdi böyle oldu?"
Servet Müdür olmasa yapacaklarımı düşünmemeye çalıştım. Hayır, Servet Müdür olmasa da bir şey yapacak değildim. Kendimi kontrol edebilirdim. Edebilirdim, evet. Sallanan bacağıma elimi bastırdım.
"Benden önce ha? Benden önce ne olduğunu sen daha iyi biliyorsun."
Öfkeyle bakan gözleri geri çekildi. İkimizin de zihninde aynı görüntü canlanıyordu, farklı duygularla.
"O gün sahnede ne yapacaktı biliyor musun? Herkese gösterecekti."
Açık kalan ağzını kapatmak yeni aklına gelmişti. Kıpkırmızı boyadığı dudaklarını birbirine bastırdı. Parmaklarını saçlarına geçirdi, şimdi bukleleri umrunda değil gibiydi.
"Onun en savunmasız anını insanların önünde kolayca anlatırken gelip burada umursayan insan tavırlarına bürünme. Tek derdin onun şöhretinden beslenmek, bu onu öldürüyor olsa da."
Cevabını beklemeden Servet Müdür'e döndüm. "Müdürüm eğer gerekirse Dilan'ın sizinle iletişime geçmesini sağlayabilirim."
"Gerek yok Taha," dedi. Yüzündeki öfkeyi de şefkati de gördüm. Pınar'a dönenler umrumda değildi. Saplandıkları yerleri kanatabilirlerdi.
"Ben çıkabilir miyim?" Pınar'ın sessizliğine bakılırsa konuşma bitmişti. Servet Müdür'ün onaylamasıyla yerimden kalktım. Bir dakika daha bu kadını çekecek değildim. Çıkarken kapıyı çarpmamak için kendimi zorladım, pek başarılı olamadım.
Kapının yanındaki koltukta oturan Mehmet, beni görünce ayağa fırladı. Bu adamı bir gün fena dövecektim ama o an kendimi tutabileceğime karar verdim. Sadece bir şey demesine müsaade etmeden omzundan itip yürüdüm. İçimdeki öfkeyi ona patlayamazdım.
Bahçeye çıktım. Devirecek bir ağaç, tekmeleyecek bir çöp fıçısı, parçalayacak herhangi bir şey aradım. Yapmayacağımı bile bile karşıdaki çöp fıçılarına doğru yürüdüm. O sırada emniyet binasından çıkan Pınar'ı gördüm. Zafer kazanamamış fakat kendinden taviz vermeyen havası yürüyüşüne sirayet etmişti. Şimdi olmasa da daha sonra bir galibiyet alacağına emindi.
Arabasına binip gidene kadar onu izledim. Aslında insan hırsının sönüp bitmeyen açlığını izledim, bu kadın onun yürüyen örneğiydi. Çöp fıçısına döndüm. Sıkılmış parmaklarımı açtım. Öfkemi yuttum içimde patlayacağını bilsem de. Arabanın uzaklaşıp gittiğine emin olduğumda ise delicesine bağırdım.
Sakinleşeceğimi düşünmüştüm ama sakinleşemedim. Ciğerlerim göğsüme sığmıyordu. Fıçıya bir tekme sallayacaktım az kalsın. Vazgeçtim. Cebimden telefonu çıkardım. Onun numarasını yine almamıştım ama ev telefonunu arayabilirdim.
Çaldı, çaldı, çaldı, çaldı. Açtı.
Derin bir nefes aldım. Verdim.
"Taha?"
Sakinleştim. Ve onun, benim uyuşturucum olduğuna karar verdim. Yasaldı fakat imkansız göründü.
"Evde misin diye aradım."
"Nereye gidebilirim ki, tanırlar dışarıda."
Tanınacağı için değil, kalmak istediği için kalmasını isterdim. İki günlük tanıdığı birinin yanında mı? Üstelik böylesine öfke patlamaları yaşayan birinin yanında mı?
"Akşam erken gelmeye çalışırım." Servet Müdür'ün verdiği cezayı esnetebileceğime inandım o an için. "İstediğin bir şey var mı? Gelirken alırım."
Botumun ucuyla asfaltın arasından çıkan çiçeğe dokundum. Normalde ezer geçerdim fakat yapmadım.
"Taha..."
"Efendim?"
Bu sefer onun nefes sesi duyuldu.
"Neyse..." dedi. "Yok, istediğim bir şey yani."
"Dilan..." dedim. Az kalsın sana aşık oldum, diyecektim; seni tanımıyorum bile Dilan, gökyüzünü sevdiğini biliyorum o kadar, beni de sev Dilan. "Neyse..."
.
Ih, bu bölümü yazmak neden bu kadar zordu ve işkence gibiydi? Ay mı geçti aradan yıl mı, kelimeler damlamadı zihnime. Ders slaytlarından sıyrılıp yollarını bulamadılar sanırım. Bir dahaki bölümü daha hızlı yazabilmek duasıyla.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top