"uzaklık"
(hideous - mehro)
.Taha.
Geri çekildim. Yüzüne uzun süre bakamayacağımı bildiğimden hızla dönüp mutfağa gittim. Tezgaha avuç içlerimle tutundum. Başımı eğdim. Kaldırmak istemiyordum. Hiçbir şey görmek istemiyordum. Parmaklarıma bile tahammülüm yoktu. Utanıyordum. Kemiklerime kadar utanıyordum.
Yanıma sığınmış birine duyduğum hisler ve istekler kendimden uzaklaştırıyordu beni. Bazen bu kıvılcımı alevlendirenin Dilan olduğu fikrine kapılsam da doğru olmadığının farkındaydım. Ona çekilen, onu seçimler yapmaya zorlayan, aklını ve kalbini çelen bendim. Aksi halde Dilan varlığımı bile hatırlamazdı. O arabada gün doğumununu izledikten sonra birbirlerini tekrar görmeyecek iki insan olabilirdik. Statülerimiz ve şartlar bir daha karşılaşmamıza elvermezdi. Ben yalnız ve Taha olurdum, o Dila ve Dilan.
Tavuklu salata yapacaktım. Yapacak gücüm yoktu fakat. Elim yoktu, parmaklarım yoktu. Az önceki hatayı yapmamış olmak için onları kesebilirdim. Zamanı geri alabilseydim daha çok şeyi yapmazdım. Fakat şimdi tavuklu salata yapmalıydım.
Elime inandım, parmaklarıma ve beynimin o utanca beni saplamayacağına. Boşunaydı. Salata yaptığımı ancak bitirdiğimde anladım. Tüm süreçte yaptığım hataya odaklanmıştım.
Dilan sessizce karşıma oturdu. Yüzünü tabaktan kaldırmadı. Daha sonra salatayı bitirmeden masadan kalktı.
Yatak odasının kapısının kapandığını duydum. Kilit sesini duymayı bekledim ama kilitlemedi. Bu kendimi daha da kötü hissettirdi.
O benim sınırlarımı koruyabileceğime güveniyordu. Bense her fırsatta aşmak için uğraşıyordum.
.
O günden sonra aramızdaki sessizlik büyüdü, konuşmalarımız bir pandomimi andırmaya başladı. İşten geldiğimde bazı günler o kadının, karşı komşunun, yanından geliyordu. Çoğu zaman elinde yemek dolu tabaklar oluyor ve ben onlara dokunmadığım için kendisi yiyordu. Bu yüzden akşam yemeklerinde bile denk gelmemeye başladık.
Onu sürekli kitap okurken görüyordum. Bazı geceler kanepede kıvrılıp uyuyakalıyordu. Kaldırıp yerine yatırmak istiyordum -bunu yapabileceğim bir yakınlığın aramızda olmasını istiyordum doğrusu- fakat elim uzanmıyordu. Üzerini örtmekle yetiniyordum.
O kanepede uyuyakaldığı zamanlar yatak odasında yatıyordum. Yatağın onun yatmadığı tarafına uzanıyordum hep. Bazen yanımda yatıyordu, sonra gözlerimi açıyordum ve yatağın boş tarafını görüyordum.
Artık ruhsal olarak sağlıklı düşünememeye başladım. Eskiden beri kullandığım antidepresanlar yetmez olunca doktora gittim. İnsan doktora gidince sihirli bir şekilde sorunlarının çözüleceğini düşünüyor -doktorlar doktordur, sihirbaz değil. İlaçların dozajını değiştirdi, o kadar. Bir de son zamanlarda hayatımda yıkıcı bir olay yaşayıp yaşamadığımı sordu. Aşık oldum, dedim. Anlamadı, yüzüme baktı bir süre. Siz aşktan n'anlarsınız bayım?*
(*Didem Madak)
İlaçları baştan beri Dilan'a göstermeden içiyordum fakat bir gün mutfakta unutmuşum -unutkanlık, antidepresanların yan etkilerinden biri. Elindeki poşetle yanıma geldi. "Sen psikiyatri ilaçları mı kullanıyorsun?"
Kitaplığın önündeydim. Elimdeki kitabı aldığım yere geri koydum. Bana doğru uzattığı poşeti elinden aldım. "Seni ilgilendirmez." Bu cümleyi söylediğim an o kadar pişman oldum ki kafamı kitaplığa vurmak istedim.
"Peki." dedi dümdüz ifadesiyle.
İstediğini alamayınca hırçınlaşan bir çocuktum onun gözünde. Aşağılıktım üstelik, ona sevgiyle değil şehvetle yaklaşmıştım. Yanından geçip gitmek istediğimde kolumu tuttu. Gevşekçe kavradığı koluma baktım şaşkınlıkla.
Ateşi tutmuş gibi geri çekti. "Sen iyi misin?"
"İyiyim." Değilim.
"Ruh gibi geziyorsun ortalıkta, işten gelir gelmez yatıyorsun, yemek bile yemiyorsun."
"İyiyim." dedim tekrar, kendimi inandırmak için -değilim.
"Taha, bana o gün için kızgınsan özür dilerim. Sana karşı davranışlarım yanlıştı, bencilceydi ve seni yadırgamıyorum. Bunu bil olur mu?"
Yüzüne dümdüz baktım -antidepresanlar buna yardımcı olur, aksi halde Dilan'a dümdüz bakamazdım.
Gözlerini uzun süre gözlerimde tutmuyordu. Kirpikleri titriyordu. Kirpiklerinden aşık oldum ona yeniden -antidepresanlara rağmen.
"Ben kendimi yargılıyorum." Asıyorum hatta Dilan, Darağacında salınıyor ölü bedenim.
"İlk adımı atan bendim. Senin suçun yok-"
"Var!" dedim. Sesimden ben bile korktum. "Seni o tepeye götürmem benim suçum. Peşinde sürüklenmem, peşimde sürüklemem benim suçum. Haline baksana; tüm ülke senin nerede olduğunu merak ediyor, magazinler her gün haberini yapıyor, akşam bültenlerinde öldürülmüş olabileceğine dair haberler çıkıyor. Sense benim 2+1 evimde tıkılıp kalmayı seçiyorsun. Şu kadınla konuşup verdiği kitapları okumaktan başka hiçbir şey yapmıyorsun. Hepsi benim suçum. Seni buraya getirmemeliydim."
Her cümlemde gözlerinin üzerini kaplayan yaşın biraz daha hacimlenmesini izledim. İnatla düşmedi yanaklarına. Sadistçe ağlamasını istedim. Acı çekmesini istedim. Neden bunları istediğimi bilmiyordum.
"O hayata geri dönemem."
Başını sağa sola salladığında yaşlar yanaklarına süzüldü. İyi hissetmedim, acı çekmesinden hoşnut olacağımı düşünürken yanılmıştım.
"Tüm ülkenin tanıdığı bir ünlü olmaktansa tanımadığın bir adamın evinde sığıntı gibi yaşamayı mı istiyorsun?"
Sözlerimin kırıcılığına şaşırdım. Bir dakika öncesinde bunları söyleyeceğimi bilsem delicesine inkar ederdim. Fark etmesem de ona karşı kızgındım, beni reddetti diye veya başka bir sebepten, çok düşünmedim.
"Bunlar gerçek düşüncelerin mi?"
Yüzüne baktım. Onu bir ömür bu evde ağırlayabileceğimi, duyduğum aşkın yerini derin bir sevgiye bırakmaya başladığını ve buna benzer şeyleri düşündüm. Yine de bir tek kelime etmedim bunlara dair.
"Gitmemi ister misin?"
Mavi gözlerinden yeni akan bir yaşın yanağından süzülüp çenesine gelişini izledim, orada durdu. Elimi kaldırdım. Başını geri çekti. "Baksana sana dokunurum diye korkuyorsun." Serçe parmağımla çenesindeki yaşı sildim. "Kapını kilitliyorsun." Yanağında kurumuş bir ırmağı andıran gözyaşı yoluna değdirdim elimin sırtını. "Gözlerime bakmıyorsun o günden beri, görmüyorsun."
Karşı koymadı elime. Geri çektim yine de.
"Aşık olduğumu biliyorsun sana." dedim. O kadar duygusuz tondaydı ki sesim, inanmadım söylediğime. "Öylesine bir yaklaşma olmadığını biliyorsun onun, seninkinin aksine."
Dudakları titredi. İrice açılan gözlerini çok uzun süre bende tutmadı, avcısından kaçan tavşan gibi derinliklerde kayboldu. Masmavi gözleri ne de güzeldi oysa, durup izleseydim biraz...
"Daha önce birkaç kadına daha aşık olmuştum -olduğumu sanıyormuşum. Ben bu duyguyla daha yeni tanıştım. Bu acziyetle de... Karşılığını bulamadığım hiçbir duyguya soyunmamıştım hiçbir zaman. Oysa karşında en yalın halimle dursam da yüzünde sadece üzgünlük var. Ne bir aşk ne de benzeri."
Aşkın benzeri de yokmuş Dilan, hoşlanmak falan gerçek aşka tutulamayanların yalanıymış. Sana bunu diyemedim.
"Taha..." dedi bin asırlık yankıyla. Kanımın zerresine kadar işledi sesi. Sesindeki hüzün, hüznündeki af dileyen tını...
Başka da bir şey demedi. Diyemedi. Parmak uçlarıyla okşadığı halının kenarına dikti gözlerini. Yüzüme bir daha bakmadı. Salondan çıktı, yatak odasına gitti.
Kapının kapanmasını bekledim ama kapanmadı. Bir süre içeriden gelen sesleri dinledim. Dolabı açtı, kapattı. Bir şeyin fermuarını açtı, kapattı. Salonun kapısına geldi ardından. Omzuna taktığı sırt çantasını gördüm. Fazla bir şey söylememe gerek kalmadı.
Gidişi sırt çantasından belliydi. Dış kapının sesi vardı sırt çantasında, içinde bir yerlerde olmalıydı, bu kadar derin hissettiremezdi bunu.
Bir şey söyleyecekmiş gibi dudakları aralandı. Vazgeçti.
Bir şey söylemek istemiyordum bense. Elimi açıp avucuma baktım, çizgilerini saydım. Eğri çizgiler daha da eğrildi. Ya da gözlerim buğulanıyordu.
Çantasındaki kapı sesini çıkarmış olmalıydı. Neredeyse duyulamayacak kadar kısıktı fakat duydum. Gidişi çok sessizdi. Gidişi çığlık çığlık yüreğime saplandı. Fiziksel bir acıya dönüşse kalp krizi derlerdi adına. Bedenimde olsa katlanamayacağım kadar kötüydü.
Dizlerimin üzerine çöktüm. Bitmişti, bitmesinin acısını öyle derin hissettim ki antidepresanlara rağmen hatırlıyorum o günü, yere çöküp ağlayışımı ve ölmek istediğimi.
O günkü hislerin hepsi Dilan'a duyduğum aşktanmış gibi geliyordu fakat öyle değildi. İçimde bastırdığımı sandığım, çok sonraları bastıramadığımı anladığım anılar ve hisler de akın etmişti zihnime. Hepsinin acısı birden belirdi simsiyah gökyüzünde rengarenk patlayan havai fişekler gibi.
Fakat en büyüğü ve en son patlayanı Dilan'a aitti.
.
Sonunda hikayenin yönünü değiştirebildim. Biraz daha aynı döngüde kalsam silecektim sanırım. Taha ve Dilan'ın bu çıkmazından nefret etmiştim çünkü. Ve hayatı aşktan ibaretmiş gibi yazmaktan da. Hayat bundan daha ötesi çünkü. Sağlıcakla kalın. Kendinize bakın.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top