"milat"
(galbek ween - bahjat)
(çeviri - lostsongofdia)
.Taha.
"Parçaladık ve ezdik roketleri
Deldik ve deştik bedenleri
Alt üst zihinleri
Bizi bizden başka kim kurtacak ki
Kaçmadım
Kaçamadım
Affederdi bir prenses olsaydım
Bense bir kibritçi kızım
Aşkla değil acımayla bakan gözler
İnkâr etsen de seninler..."
Dilan'ın yazdığı sözlerdi bunlar. Sözü kendine ait olan çok az şarkısı vardı ve bu diğerlerinden farklıydı. Onun yazmadığı şarkılar, anlamsız fakat dile dolanan tekerlemeler gibiydi. Bir keresinde müziğe başlarken Pınar'a tek bir şart sunduğunu söylemişti: Yalnızca kendi sözlerini okuyacaktı. Fakat öyle olmamıştı. Ona ait olmayan, onunla çelişen bir dolu şarkısı vardı YouTube'da. Pınar, başlarda bu şartını kabul ediyormuş gibi görünse de sonraları anlamsız şarkıları da okumasını sağlamıştı.
Bazen şarkı kliplerini YouTube'dan açıyordum. Garipti. Müziği bıraktığını söylemişti, ortadan kaybolmuştu ama hâlâ müzikleri Youtube'daydı. Sanki hiç gitmemiş gibi.
Yine bir gün YouTube'da onun adını yazıp çıkan videoları izliyordum. Yukarıda bir mesaj bildirimi göründü.
"Dokuz gündür çevrimiçi değil misin? Yaşadığını söyle Taha."
Eda Nur Yılmaz.
Hatırlamaya çalıştım kim olduğunu, bunu gerçekten uzun bir süre düşündüm. Hatırladığımdaysa hatırlamamış olmayı istedim.
Birkaç ay önce -Dilan'la tanışmadan hemen önce- ortak arkadaşlarımız sayesinde tanışmıştık. Sosyal medyadan ve birkaç kez de yüz yüze görüşmüştük. Son zamanlarda ikimizin de mesajlara geç döndüğünü ve bir süre sonra mesajlaşmayı kestiğimizi anımsıyordum.
Durduk yere neden yazmıştı ki?
"Ölmedim. :)"
Emojiyi sırf daha insansı görünsün diye atmıştım fakat pişman oldum. Geri silmeyi düşündüğümdeyse çoktan görmüştü.
"Eskiden telefon elinden düşmezdi. :D"
Benimle ilgili bir şeyler hatırladığını kanıtlıyordu bu mesajla.
Cevap vermek istemiyordum. Dilan'ın müzik kliplerinden birini izlemeye başladığımda tekrar bildirim geldi. "Akşam mesain var mı?"
Bu kızın her zaman emrivaki yaptığını hatırlıyordum. Müsait misin ya da işin var mı diye sormuyordu. Mesaim yoksa ilgilenebileceğim tek şey oymuş gibi davranıyordu.
"Gece vardiyam var, akşam uyumam gerek."
"O zaman şimdi evdesin. Senin oralardayım ben de."
Kendini davet ettirmeye çalışıyordu. Hatırladığım kadarıyla bu kızdan nefret etmiyordum fakat artık etmeye başlamıştım.
Telefona bakmayı bırakıp karşıma baktım. Ne cevap verecektim? Verdiğim cevap onunla ilgili olmayacaktı aslında. Dilan'la ilgili olacaktı. Çizeceğim yolla ilgili olacaktı.
Karşımda Dilan otursaydı ve gözlerimin içine baksaydı bir saniye olsun düşünmez, reddederdim. Ama neden o yokken her şey daha karmaşıktı? Duygularım daha yoğundu. Bu yüzden gittiği için ona duyduğum kızgınlık da yoğundu.
"Çok müsait değilim." yazdım. Bu Dilan'a ihanet etmeyişimdi. Onunla hiçbir bağım olmasa da bana karşı bir şey hissetmediğini bilsem de Eda'yla sadece mesajlaşıyor olsam da kendimi ihanet eden bir adam gibi hissediyordum.
"Beş dakikacık. :')"
"Peki." yazdım.
Bugün sorsanız ruhsal olarak çöküşümü ve bir erkek olmanın arkasına sığındığım sebepleri sayabilirdim. Hiçbiri ikna edici olmazdı fakat. O zamansa kafam karışıktı. Beş dakikalığına gelecekse sorun olmazdı, ihanet denemezdi buna.
Ve Dilan'la adımı yan yana yazmak yerine biz diyemediğim için ona duyduğum kızgınlık içimde yanan ateşini koruyordu.
Bu kadar sebepten sonra haklı çıkmadığımın farkındaydım fakat bir pislik olup Dilan'a karşı hiçbir şey hissetmemiş gibi davranabileceğime karar verdim.
Üzerimdeki eşofmana baktım. Giyilmekten dizleri çıkmıştı. Ve tişörtüm beyazdan griye dönmeye başlamıştı. Evde bile olsam bu kadar özensiz bir adam değildim. Giydiklerime her zaman dikkat ederdim. Ruhsal çöküşün ve antidepresanların bir yan etkisi de buydu: Hiçbir şeyi önemsememe.
Üzerimi değiştirmek için yatak odasına geçtim.
...
Kapı çaldı. Bir an Eda Nur geldi diye düşündüm. Sonra ritmin karşı dairedeki adama ait olduğunu fark ettim. Açtığımda yüzümde olan bakışları üzerime kaydı.
"Bir yere mi gidiyordun?"
"Hayır." dedim. Üzerimdeki kıyafetlere baktım. Açık mavi kot, beyaz tişört, gümüş zincir. Gümüş zincir fazla mı olmuştu? Taktığım için pişman oldum. Ya da işaret parmağıma taktığım yüzük mü fazlaydı?
"Karnıyarık sever misin?"
Uzattığı tabağa baktım. "Şey, severim." Elinden aldım.
Genelde bundan sonra aramızda bir konuşma geçmezdi ve yemeği verip evine dönerdi. Bir süre sessiz kalıp yüzüme baktı. "Sarp ben. Daha önce ismimi söylememiştim."
İsmini bilmediğimi o an fark ettim. Dilan gittiğinden beri -karnıma attığı yumruğu saymazsak- şöyle böyle konuşmalar geçiyordu aramızda ve ben adını sormayı hiç düşünmemiştim.
"Sen benimkini biliyorsun." dedim. "Sahi, nereden biliyorsun?"
Parmağıyla alnını kaşıdı. Söyleyeceği şey için gergin görünüyordu. "Bazı günler evden çalışıyorum. Dilan geldiğinde eşim onu rahatsız etmemek için evde olduğumu söylemeyip beni de misafir odasına gönderiyordu. Konuşmalarının birazını duymuş olabilirim."
Dilan'la yaşadığımız her şeyi bir başkasına anlatmış olabileceği fikrinden nefret ettim. Bunu yapmadığını umut ettim.
"Hım, peki." dedim.
"Misafirin mi vardı Taha?"
Sarp'ın iri cüssesinden göremesem de Eda Nur'u sesinden tanımıştım. İstemsizce Sarp'ın yüzüne baktım. Daha dün acında boğuluyordun der gibi bakmasını bekledim, hani Dilan'a duyduğun özlem?
Yüzünde ifade yoktu. Başını sallayıp evine girdi.
Eda Nur onun bu soğuk tavrını garipsemiş olmalı ki yüzüme bakıp sorarcasına başını salladı.
"Yemek getirmiş, karşı komşu."
"Bu adetler kaldı mı ya hâlâ?" Gülerek bunu söylediğinde onu eve almamayı düşündüm. İş işten geçmişti, ayakkabılarını çoktan çıkarıyordu.
Geri çekilip geçmesi için kapıyı açtım. İçeri girerken uzanıp yanaklarımdan öptü. Elimde karnıyarık, kalbimde Dilan, zihnimde her şeyi yıkmak isteyen bir dozer. Öylece kaldım.
Geri çekilip yüzüme baktı. Yaptığı şeyi önemsememiş gibi davranmak istedim. "Hoş geldin."
"Hoş buldum." Etrafı inceleyerek salona girdi. "Evin hâlâ aynı."
"Değiştirmek zor."
"Gerek de yok, böyle güzel. Klasik ve modern arası, seviyorum tarzını." Bunu söylerken üzerimdeki kıyafetleri inceledi.
Fark etmemiş gibi yaptım. Onun gözlerini üzerimde tuttuğu kadar uzun karşılık veremiyordum. Eskiden böyle çekingen yaklaşmazdım kimseye -Dilan'la tanışmadan önce. Benim neyim vardı? Ona bağlılık yemini falan etmiş değildim.
"Bir şey içer misin?" Bunu yanlış anlayabileceğini düşündüm. "Su, kahve, çay, limonta da olacaktı dolapta."
Bir an önce kaçıp mutfağa gitmek istiyordum. Bir şey istemesini beklerken asırlar geçti. Uzun süre düşündü inadıma yapıyormuş gibi. Hadi ama, hiçbir şeyden haberi yoktu ki? Neden art niyet arıyorsam...
"Limonata." dedi.
"Tamam." dedim hızla yerimden kalkarken.
Dolapta limonatayı görmeme rağmen olmadığını düşünerek aynı rafları birkaç kez gözden geçirdim. Hemen önümde duruyordu oysa. Buzluktan buz çıkarmak istediğimde de aynısını yaşadım. Lafam düşüncelerle doluydu çünkü, başka bir şey yapmama izin vermiyordu.
Yaptığım şey yanlıştı. Eda Nur'la konuşmam yanlıştı. Çünkü biz daha öncesinde Eda Nur'la bir ilişkiye başlamak adına konuşuyorduk. Şimdi tekrar konuşmamız kaldığımız yerden devam etmek demekti.
Ben bunu yapamazdım. Dilan'a karşı bir şeyler hissederken, zihnim eskisi kadar sağlıklı değilken Eda Nur'la bir şeylere adım atamazdım.
O zaman neden eve gelmesine müsaade ettin?
Kendimi duymamaya çalıştım. Limonataya buzları eklerken bu konuda savaşıyordum. Bir buz parçası yere düştü ve zihnimin karmaşası yarıda kesildi.
"Limonları toplamaya gittin sandım."
Bir peçeteyle buzu yerden aldım ve akan suyu sildim. Eda Nur'un esprisini duymazdan gelecektim fakat fazla soğuk davranmaktan çekindim.
"Limonatayı bulamadım hemen."
"Hım..." dedi. Tezgahta yanıma gelip doldurduğum bardaklara baktı. "Alıyorum birini."
"Tabi ki."
Bardağı eline alsa da yanımda durmaya devam etti. Tezgahtaki bardağı alıp ondan uzaktaki masanın yanına geçtim. Dudaklarının alaycı bir şekilde kıvrıldığını gördüm fakat bunu önemsemedim. Birden hayatıma girip onunla eskisi gibi flört etmemi beklememeliydi. Çünkü ben eski Taha değildim.
"Sana bir şeyler olmuş."
"Ne gibi?" dedim.
"Daha neşeliydin. Karşıdakini konuştururdun, sohbetin iyiydi yani."
"Ve sen o halimle takılmayı severdin." Bunu söylememeliydim. Fakat geri adım atamadım. Elimdeki limonatayı masaya bıraktım. Pencereden batan güneşin son ışıklarına baktım. Dilan olsa gün doğumunu kaçırmaz, balkonda otururdu bu saatlerde.
"Ben senden hoşlanmıştım." dedi. Yüzüne baktım söylediğinin doğru olup olmadığını anlamak için. Anlayamadım -ben insanların duygularını yüzünden anlama işinde iyi değildim sanırım. "Birden konuşmayı kestin."
"Ben mi kestim?" dedim. Öyle olmamıştı, ikimiz de birbirimize yazmamaya başlamıştık.
"Soğuk yapmaya başladın. Mesajlarıma geç döndün. Ne yapsaydım yani, kapında bekleyemezdim senden hoşlanıyorum diye."
Tam bu noktada alttan almam gerekiyordu. Sert çıkmıştım ve ona kötü hissettirmiş olmalıydı. Yine de yapamadım. Daha kendime yokken başkasına ne faydam olurdu ki?
"Bir şey demeyecek misin?"
"Bir aydan fazla oldu. Yeni mi aklına geldim?" Battıkça batıyorsun oğlum Taha. Biraz daha batsan ne olur ki? "Bir yere gidecekken evimin oralardan geçmiyor muydun? Aklına gelince mi duyguların kabardı?"
"Yalan söyledim." dedi. Limonatasına baktı, içmeyeceğini anlamış olacak ki tezgaha bıraktı. "Seni görmek için geldim."
Şaşırdım kaldım. Saçmalamaya devam etmemek için sustum. Sessizliğin onu teselli etmesini bekledim fakat işe yaramadı.
Birkaç adım atıp önümde durdu. Bu kadar yakından yüzüne baktığımı hatırlamıyordum. Güzel yüzü, uzun kirpikleri vardı. Birçok erkek onu ilk görüşte beğenirdi. Ben de beğenmiştim o zamanlar. Bu kadar yakınıma geldiğindeyse fazla fazla yaptığı makyajı, ağır parfümü o kadar da çekici görünmedi.
Tam bir pisliktim.
Gözümün içine bakıyordu. Benden anlamlı sözler ya da ona benzer bir şeyler duymak istediği belliydi. Ya da hepsini geçen bir öpüşme -bu kadar yakınıma gelmesinin sebebinin o olduğunu düşünmüştüm.
Garipti. Dilan hiç hayatıma girmemiş olsaydı Eda Nur'un bu itirafına hoşnut olurdum. Hatta ikimize bir fırsat tanırdım. Fakat Dilan'ın varlığı -şimdilerde yokluğu- diğer kadınlara duyduğum ilgiyi sıfırlamıştı. Böyle olacağına inanmazdım, arkadaşlarımla bu konuda tartıştığımızı ve benim yaşadığımın aksini savunduğumu hatırlıyordum. Ve işte buradayız. Karşımda çok güzel bir kız olsa da ben, Dilan'ın güneşin son ışıklarını izlerkenki yüzünü hatırlıyorum. Gözlerini kısarak ufuk çizgisine inatla bakışını; turuncu huzmelerin beyaz tenini, kumral saçlarını okşayışını -aslında bunu benim yapmak istediğimi.
"Eda Nur, ben başkasına aşığım."
Gözleri açıldı. Bir adım geri gitti. Sonra yüzü dümdüz bir ifade aldı. Üzülmekten ziyade şaşırmıştı söylediğime.
"Benimle konuşurken de mi?"
"Hayır, hayır... Seninle konuşmayı çoktan kesmiştik onunla tanıştığımda."
"Hemen başka birini buldun yani. Hepiniz aynısınız."
Hızlı adımlarla salona gitti. Ben daha peşinden gidemeden koridora çıkmıştı. Kapıyı açtı. Gidecekken geri döndü.
"Ben de gelip salak gibi senden hoşlandım diyorum. Adam bir koşu başkasına aşık olmuş." Parmağını havada sallayarak konuşmaya devam etti. "Bundan sonra bir kızdan gerçekten hoşlanmadan onunla konuşma, hoşlanıyormuş gibi yapma. Çünkü benimle konuşurken aşkımdan öldüğünü sanıyordum. Aç bak yazdıklarına, sen bile bana aşık olduğunu sanırsın. Amacın beğendiğin bir kızla yatmaksa bu kadar duygusal yaklaşma."
Yeniden gidiyor gibi oldu fakat ben daha söylediklerini sindiremeden tekrar konuşmaya başladı. "Başka biri olsaydı daha ağır konuşurdu ama ben öyle yapmayacağım. Sen de sözlerimi iyi düşün."
Ve gitti.
Söylediklerinin ağırlığını omuzlarıma bırakıp gitti.
Kelimelerinde biraz abartı yahut yalan olsaydı bu kadar kötü hissettirmezdi fakat hepsi gerçekti. Tam bir pisliktim.
Geçmişi Eda Nur'un anlattıklarından dinlediğimde benim hatırladığım gibi olmadığını, kendimi aklamak için farklı bir versiyonuyla hafızama kaydettiğimi anladım.
Kendimi yumruklamak, canımı acıtmak istedim. Denesem de başarılı olamazdım.
Eda Nur'un beş dakika önce açık bırakarak çıktığı kapıdan çıktım. Hemen karşıdaki kapıya vurdum. Akşamın ilk saatleri şiddetle bir evin kapısını yumruklamak kimsenin yapmaması gereken bir harekettir. Hele bir polisseniz topluma örnek teşkil edeceğinizden sapkın hareketlerden diğer insanlardan daha fazla geri durmalısınız.
Birkaç dakika kapıya vurduktan sonra açıldı.
Sarp yüzüme kızgınlıkla bakıyordu, bunu sakallı suratıyla hemen belli ediyordu.
"Geçenki gibi bir yumruk at bana."
"Ne?"
"Hadi, geçir bir tane."
"Saçmalama akşam akşam, git evine Taha." Bir abi gibi söylemişti bu cümleyi, ne fazla hiddetli ne de fazla yumuşak.
"Hak ediyorum, at işte"
"Ya sabır, kafan mı güzel oğlum senin?"
"Yaptıklarımın bir bedeli olmalı. Acı çekmem lazım benim. Fiziksel olarak o kadar acı çekmeliyim ki hiçbir şey düşünemeyeyim."
"Taha, dua et o kadar kapı çalmana bizim oğlan uyanmadı. Uyansaydı gerçekten bir tane geçirirdim çünkü dün akşamdan beri doğru düzgün uyumuyor."
Ayakta duracak gücü bulamadım. Birden dizlerimin üzerine düştüm. Ben sanırım yaşamayı hak etmiyordum. Güzel olan her şey ellerimden kayıp gidiyordu, geriye pisliğin teki kalıyordu. Ve benim tanımım: Tam bir pislik, oluyordu.
"Tamam, tamam. Ayağa kalk Taha. Özür dilerim, sana patladım. Dünden beri sinirliydim."
Sarp kollarımdan tutup kaldırmayı denediğinde ona yardımcı olacak hiçbir şey yapmadım. Bir pislik gibi yerde kalmayı seçtim.
"Ağlıyor musun gerçekten?" Bana mı diyordu onu? Ağlıyor muydum?
Benim gibi dizlerinin üzerine çöktü. Eğilip yüzüme baktı. "Taha, ne oldu?"
"Dilan nerede? Söyle, ne olur söyle."
Sesimdeki yalvaran tınıya kadar dipteydim. Dibin tanımı yapılacaksa benim adım yazılabilirdi.
Sarp omuzlarımdan tutup başımı göğsüne yasladığında ağladığımı anladım. Tişörtünü ıslatıyordu gözyaşım. Elini sırtıma koyup beni sakinleştirmeye çalıştı.
"Bilmeni isteseydi söylerdi zaten. Yapamam Taha."
Beni yaralayan da buydu ya zaten, bilmemi istememesi. Beni o kadar da önemsememesi. Onun için bir şey ifade etmiyor olmam. Annemin ayaklarından kayan tabure, onu özlüyor olsam da aramamam. Bir pislik olmam. Tam bir pislik olmam.
"Dilan gitti diye böyle değilsin." dedi sırtımı sıvazlamaya devam ederken. "Boşluktasın Taha, savruluyorsun. Tutunacağın hiçbir şey yok. Ruhunu çürütüyorsun. Şimdiye kadar iyi dayanmışsın bu hiçliğe. İlk domino taşını deviren Dilan'ın gidişi olduğu için bu kadar büyütüyorsun özlemini. Bir insan diğerini bu kadar çok sevemez, senin duyguların birbirine karışmış. Kafandaki bütün savaşı Dilan'a duyduğun aşk sanıyorsun."
Ağlamam azaldı. Sırtımı sıvazlamaya devam ediyordu. Koca adam, kaç yıllık polis, yere çöküp başka bir adamın önünde ağladığım için utanıyordum. Başımı kaldıramadım bu yüzden. Neyse ki konuşmaya devam etti ve sessizliği tenime batan iğneler olmaktan kurtardı.
"Hiçbir zaman geç değil. Allah insana fırsatlar verir. Tövbe etmek için, yanlıştan dönmek için. Allah'ın ipine sarılmak için güç verir."
Başımı kaldırdım. Sözleri; her şeyi halledebilirmişim gibi, tüm karmaşadan kurtulabilirmişim gibi cesaret veriyordu. Yüzündeki dingin ifade gerçeklerin bu sözlerde saklı olduğunu söylüyordu.
O an inandım. Bu bataklıktan kurtulabileceğime. Balçığa bulanmış ruhumun temizlenebileceğine. Bir gücün tüm bunları yapabileceğine.
O soğuk zeminde, ayak yalın, dizlerimin üzerinde çökmüş, yaşlı gözlerleydim. Bana Allah'ın ipini uzatan adama baktım. O ipi tutmak için yanıp tutuşan bir tarafım vardı. Öyle bir noktaya gelmiştim ki o ipten başka tutunacak yer olmadığını anladım.
...
Ve Taha'nın miladı başladı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top