"ilk"
(try to be better - rnla & yaeow)
.Taha.
Tavana baktım. Yeşil o kadar da hüzünlü gelmiyordu. Hâlâ ne düşünerek bu rengi seçtiğimi hatırlamıyordum. Dert etmiyordum. Kafamı duvara yasladım. Son zamanlarda hep oturduğum yere, kitaplığın yanına, zemine oturmuştum.
"Neden oraya oturuyorsun?" dedi Sarp.
Karşı koltukta oturmuş yarım saate yakındır bir şey söylememi bekliyordu. Ben de onun bir şey söylemesini bekliyordum. Ve ilk söylediği buydu.
"Bilmiyorum." Biliyordum. Evdeki en kalabalık yer burası olduğu için oturuyordum. Kitaplar, ahşap sehpa, yanında berjer. Fakat neden berjere değil de yere oturduğumu bilmiyordum.
"Üşüteceksin."
"Sağ ol anne beni düşündüğün için."
Şakama ikimiz de gülmedik. Ortada öylece kaldı.
"Hani, bir şeyler anlatmıyorsun." dedim uzun süreli sessizliğine sabrımın bitmesiyle. "Bu işler anlatarak olmaz mı?"
"Merak ederek de olur aynı zamanda." dedi. "Anlamaya çalışıyorum."
"Neyi anlamaya çalışıyorsun?" dedim. Hemen öfkelenen yanım gücünü koruyordu. Yanlış adama öfkelendiğimin farkındaydım -karnımdaki morluk yeni geçmişti.
"Gerçekten isteyip istemediğini."
"Biraz daha ağlamamı mı istiyorsun?"
Başını sağa sola salladı. Sakinliği bin yıldır akan bir nehir kadar kararlıydı. Bense bir iş makinesiyle dalıp yatağından etmek istiyordum.
Daha coşkulu olmasını bekliyordum. Her şeyi anlatmasını, beni ısındırmaya çalışmasını, bir şeyler öğretmesini falan. Gelip öylece oturacağını düşünmemiştim.
"İnanıyor musun?"
Bu soruyu Dilan sorduğunda inanmıyorum, demiştim. Fakat şimdi öylece reddedemiyordum. Neden inanmadığımı söylediğimi de bilmiyordum. Neden şimdi aynı cevabı veremediğimi de.
"Bilmiyorum."
"Bu sorunun öyle bir cevabı yok."
Yüzüne baktım. Kendimi istediği olmayan, üzerine azarlanan bir çocuk gibi hissediyordum. Hatta onun yanındayken kendimi küçük kardeşi gibi hissediyordum. Kaç yaşındaydı acaba?
"Yaşadığım şeylere bir Tanrı'nın izin vermesini aklım almıyor. Küçücük bir çocukken hem de."
"Soru bu değildi." Bir süre sustu. Elini saçlarından geçirdi, parmaklarıyla sakalını taradı. "Yaşadıklarına kızgın olman bir yaratıcı olmadığı anlamına gelmez."
Cevap vermek istedim fakat aklıma bir şey gelmedi. Devam etmesini bekledim.
"Ne yaşadın bilmiyorum, anlatmak istersen dinlerim. Ama bunlar için Allah'ı suçlama. Allah herkese imtihanlar verir. Küçük bir çocuğa bile mi, diyeceksin. Evet, küçük bir çocuğa bile. İmtihanlar gözümüze çok büyük görünebilir, kaldıramayacağımızı düşünürüz. Ama bak, buradayız. Demek ki atlattık, demek ki bununla da yaşanabiliyor. Hem biz imtihan ediliyoruz diye üzülüyoruz, geleceğimizi bilmiyoruz ki. O imtihanın belki bu dünyada belki öbür dünyada bize hangi nimetleri nasip edeceğini bilmiyoruz. Allah insandan sadece kulluğunu ister, bu da sabrı gerektirir. Sabır ruhu güçlü kılar. Bazen sabretsek bile güçsüz düşeriz. Bu çok doğaldır. Bazen sabredemeyiz. Bu da çok doğaldır."
Bu sözlerinden sonra aslında Allah'a hep inandığımı fark ettim. Sadece benden nefret ettiğini düşünüyordum. Bunu Sarp'a söylemeyi düşündüm fakat vazgeçtim. Bir yaratıcının küçücük insandan neden nefret ettiğini açıklayamazdım çünkü. Şimdi düşününce kendime bile açıklayamadığım bir şeye nasıl körü körüne inanmıştım ki?
Hiçbir şey söylemeye gücüm yoktu bu konuda. Fakat onun bana söyleyeceklerini sonuna kadar dinleyebilirdim. Kafamın tam ortasında her şeyi içine çekmeye hazır bir kara delik vardı. Aslında bu pek sağlıklı değildi, bir süzgeci yoktu ve her şeye geçirgendi.
Sanırım Sarp'la karşılaşmam da tesadüf değildi. Benim seçici geçirgen zarım oydu. Yanlışlardan arındırılmış doğru, karbondioksitten arındırılmış oksijen. Yaşamak için her ikisine de ihtiyaç duyuyordum.
.
Kapı çalındı. Sarp'ın ritimleri. Açtım. Yüzüme baktı. Bir şey diyecek gibi oldu, vazgeçti. Davet etmesem de içeri girdi. Daha önce yaptığı bir şey değildi. Şaşırmıştım fakat belli etmedim. Mutfağa peşi sıra girdim. Elindeki iki tabağı masaya bıraktı. Dönüp etrafına baktı, ardından çekmecelerin olduğu kısma yöneldi. En üsttekini açıp çatal, kaşık çıkardı. Onları masaya bıraktıktan sonra buzdolabını açtı. Bir süre bakınıp ayranın olduğu şişeyi çıkardı.
Gözü üst dolaplarda gezindiğinde ondan önce davranıp bardakların olduğu kısmı açtım. İki tane çıkardım.
Neler oluyordu?
Davetsiz misafirdi, birden mutfağıma dalıp kendini yemeğe davet ediyordu. Aslında yemek onundu, teknik olarak yemek ısmarlıyor da olabilirdi.
Sandalyeye oturdu. Ayakta öylece dikildiğimi görünce hadi dercesine başını salladı.
Karşısına oturdum.
İşten yeni gelmiştim. Yorgundum. Yorgun olduğum için sinirliydim. Sinirliliğim açlığımdan da kaynaklanıyor olabilirdi. Bu yüzden elinde yemeklerle emrivaki yaptığında itiraz etmeyi düşünmedim.
Tabakta kuskus pilavı ve misket köfte vardı ve hatta salata.
Ve açtım. Ve sinirli.
Hiçbir şey demeden yemek yemeye başladım. Hepsi lezzetliydi, her zamanki gibi. Fakat bunu söylemedim. Söylemeyi düşündüm sadece.
Bir süre sonra sessizliğimden sıkılmış olacak ki Sarp konuşmaya başladı. "Karşımda yedi yıl önceki halim duruyor sanki." Söylediğini anlamamı bekledi. Arkama yaslanıp onu dinlediğimi belirttiğimdeyse konuşmaya devam etti. "Senin gibi inatçıydım, kendimce sebeplerim vardı. Hatta seninki gibi inanmamakla değil, Allah'ın beni neden böyle kötü bir hayatla cezalandırdığıyla ilgileniyordum. Kendime hep 'Hani nerede rahmet dağıtan tanrıları?' diyordum."
"Estağfirullah," dedi ve hatırladığı bir şeye gülermiş gibi oldu. "Güneşli günde başımda bulutla gezsem de rahmetini göremeyecek kadar ayağıma takılan taşları saymakla meşguldum. Çevremdeki insanlar da benim gibilerden oluşuyordu. Hayatıma son vermeyi bile düşündüm."
Bu sözleriyle Dilan'ın kolundaki kesikleri hatırladım. Onları göstermek için yanıp tutuşuyordu. Bakın ölümü düşünecek kadar kötüyüm, yardım edin bana diyordu hali lisanıyla. Ona yardım etmemiştim. Öylesine aşıktım ki onu gerçekten göremiyordum bile. Uzakta oluşu gerçekleri günyüzüne çıkardı zihnimde.
"Elim kanasa ağlardım oysa, ne cana kıyması. Hepsi boş düşüncelerdi." Duraksadı. Gözleri bardağa takıldı fakat gördüğü başka gibiydi. Neden sonra uykudan uyanır gibi silkinip konuşmaya devam etti. "Şimdi boş geliyor, o zaman hayatımın ortasıydı."
Bir süre sessiz kaldığında söyleyecek söz aradım. Dilim tutulmuştu, zihnim bulanmıştı; bir şey söyleyemedim. Sözlerinde kendimi aradım, bulmam zor olmadı fakat sahiplenecek kadar benimseyemedim.
"Üniversite hayatım bomboş geçmişti, beni dibe sürükleyen yıllarımdı hatta. Ateist oldum. Sapkınlıkların hepsini denedim. Bu yüzden sana şaşırıyorum. Düzenli bir hayatın var, işini yapıyorsun, masanda toz bile yok." Güldü.
Ben de güldüm son söylediğine. Sözlerindeki övgü, gururumu okşadı. Fakat şartlı bir övgüydü, ruhun düzensiz olsa da hayatın düzenli; demek istiyordu. Haksız değildi, o yüzden alınmadım.
"İslâm'la tanışmadan önce bir din arayışında değildim. Dipte olmayı seviyordum, işin doğrusu halimden yakınacak kadar kötü olmadığımı düşünüyordum. Biriyle tanıştım son yılımda."
Bunu söylediğinde aklıma eşi geldi hemen fakat o değilmiş.
"Bizim üniversitedeydi, kampüste broşürler dağıtıp insanlarla konuşuyordu. Arkadaşları da vardı ama benimle en çok ilgilenen oydu, ismi Hakan. Bir seneye yakın uğraştı inadımla, Allah ondan razı olsun. Direnemeyecek kadar gerçekleri öğrendim. İnkâr edemeyecek kadar yüzleştim onlarla. Şehadet getirdiğim günü dün gibi hatırlıyorum. O ilk heyecan, mutluluk başka zaman nasip olmuyor. İnşaallah sen de yaşarsın."
Yüzünde çizgi çizgi yeşeren umuda baktım. Zerresinin bende olmadığını bilse ne düşünürdü acaba? Yine de çabalar mıydı?
"Şu Hakan," dedim. "belli ki çok uğraşmış."
"Bir Hakan etmem ama Sarp'ı kabul edersen her zaman buradayım, kapıyı çalman yeterli. Bildiğim her şeyi anlatmaya, tüm gücümü harcamaya hazırım."
"Benim için neden zaman harcıyorsun ki? Değmem buna."
Tebessüm etti. Sakallarına rağmen yüzünün aldığı sıcak ifadeye şaşırdım. Onu tanımazken gördüğüm sert adam başka biriydi sanki.
"O gün neden ağladığını biliyor musun?" Cevap beklemeyen bir soruydu bu. "Kurtulmak içindi."
.
Sarp, sen şu Taha'ya ne yaparsan yap. Beni fazla uğraştırıyor, direnişi kelimelerimi tüketiyor. Hakkından ancak sen gelirsin -Dilan bile gelemez.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top