38
Aslan ayakta durmakta her an daha çok zorlanıyordu. Bir sarsıntı değildi artık hissettikleri, dağ adeta onları üzerinden silkmek için sağa sola savruluyordu. Sıcaklık onun için bile can acıtıcıydı bu noktadan sonra. Şeytan'ı zapt eden ışık bir hastalık gibi Sınır'a da yayılıyor, üzerinde ne varsa zehirliyordu. Ömürleri boyunca melezleri besleyen karanlık enerji bozulmuştu ve kendiyle birlikte onları da öldürmeye çalışıyordu şimdi.
Her saldırı bir öncekinden daha zordu bu yüzden. Aslan ateşine her uzandığında onunla bir kavgaya tutuşuyordu ejder. Hala onun bir parçası olsa da gücünü kullanmak Aslan'ın canını giderek daha çok yakıyordu. Diğer melezlerin de ondan iyi durumda olmadığının farkındaydı. Yağdırdığı emirlerle onları ayakta tutmaya çalışsa da bazıları çoktan hayatını kaybetmişti. Kalanlarsa ciddi derecede yaralı, dur duraksız savaşmaktan yorgun ve umutsuzdu. Yosef bir lider gibi ipe getiriyordu pes edecek kim varsa. Yaşından beklenmeyecek bir dirayetle en önde, tüm düşmanlarının karşısındaydı. Ama onun bile dağ yıkıldığında yapacak fazla bir şeyi olmayacaktı.
Hadi Melissa... diye geçirdi Aslan içinden korkuyla. Dikkatini sadece bir an için ayrılabildi onu delik deşik etmek isteyen düşmanlarından. Bulutlu bir gecenin ortasında bir yıldız görmeyi umar gibi baktı kıza. Daha da sıkışmıştı kalbi o an. Melissa titriyordu. Gözleri kapanmış, büyük ihtimalle bilincini kaybetmişti. Belli belirsiz bir ışık süzülüyordu teninden. İçinde yanan bir ateş vardı sanki, kurtulup dışarı çıkmak için ona baskı yapıyordu. Maria'nın durmadan mırıldandığı sözlerle bir bağlantısı olmalıydı bunun, çünkü kadın konuştukça giderek şiddetleniyordu Melissa'nın pırıltısı. Aynı anda bedeni böyle sarsılmıyor olsa cehennemin ortasına düşmüş bir melek gibi görünürdü. Oysa Aslan sınırlarını fazlasıyla zorlayan bir kız görüyordu sadece.
O sırada boynuna geçmeye çalışan dişten son anda kurtuldu ve iblisin başını bulduğu ilk kaya parçasıyla ezdi. Hemen bir diğeri gelmişti üzerine. Sağlam koluyla indirdi Aslan yumruğunu. Ateşi hem vurduğu yaratığı hem de kendini yakmıştı. Acıdan gözüne dolan yaşları geri bastırıp sonraki hedefine geçti. Ve sonra diğerine, diğerine, diğerine... Mücadele etmesi gereken düşmanlarının sayısı asla azalmıyor, melezlerse giderek güçlerini kaybediyorlardı.
"Hadi!" dedi Aslan dişleri arasından. Melissa'ya değildi bu kez çağrısı. Şeytan'ı tutsak etmek için On Üçleri yaratan o ulu Tanrı elbette onları terk etmeyecekti buraya kadar gelmişken. "Hadi!" diye haykırdı alevler kolunu kaplarken. Bağırmaktan boğazı acıyor, hem kendi hem de diğerleri için yine de susmuyordu. Yer bir anda iki ayağının ortasında kırıldığında eline geçirdiği iblisin başını henüz koparmıştı. Dengesini sağlayamayınca tuttuğu kelleyle birlikte yere kapaklandı. Ana kırık hızla dallara ayrılıyordu. Her krater onları yutmak için kaynayan lavlarla doluydu.
Uzakta bir melezin acı dolu haykırışını işitti Aslan. Ona hemen bir başkası katıldı. Tüm Çember cambaz olmuş oradan oraya sıçrıyordu şimdi. Dağ parçalanırken sırf melezler değil, iblisler de alevlerin kurbanı oluyordu. Ama pek çoğu akılsız varlıklardı. Boşluklara düşüp cayır cayır yananları gördükleri halde yine de aynı şiddetle saldırmaya devam ediyorlardı. İç güdüleriyle, tutsak efendilerine ulaşma arzusuyla yaptıklarının mantıklı bir yanı yoktu. Oysa melezler zekalarını çalıştırıp onları kurtaracak bir çözüm bulmazlarsa bu dağın altında yok olup gideceklerdi.
Düştüğü yerden kalkıp henüz açılmış yeni bir yarıktan zıplayarak kurtuldu Aslan. "Çemberi daraltın!" diye bağırıyordu Yosef. Diğer melezler gibi Aslan da bu komuta uydu dağ izin verdiğince. Melissa ve Maria çatlamamış son kaya parçasının üzerinde oturuyordu; ama bunun fazla uzun sürmeyeceğinin farkındaydı Aslan. Lavlar onları da yutmadan ne kadar zamanları kalmıştı?
Hadi, hadi, hadi!
Aslan omzu Morris'e çarptığında gidecek başka yerleri kalmadığını anladı. Oğlanın ona çevrilen bakışlarında aynı çaresizliği yakalamıştı. Bitiyordu. Burada, bu şekilde, Şeytan'la birlikte onlar da tarihe gömülüyorlardı. Melissa bile kurtaramamıştı bu kez onları. Acıyla dönüp kıza baktı Aslan, ama onu görmek imkansızdı artık. Bir alev topuydu Melissa. Maria'nın onunkini tutan elleri kavrulmuştu tamamen. Şarıl şarıl ağladığı halde yine de bırakmıyordu Melissa'yı. Hala nasıl pes etmediğini bilmiyordu Aslan. Tüm umutlarını yitirdiği o son andaydı kendisi.
Melissa'nın sözleri hala yankılanıyordu kafasının içinde. Burada ölmeyeceğiz... Burada ölmeyeceğiz... Burada ölmeyeceğiz... Aslan onu uyandırmak, nasıl diye sormak istiyordu. Sonra demişti kıza. Sonra her şeyi konuşacaklardı. Sonra ondan özür dileyecekti Aslan. Yaptıkları, düşündükleri, tüm hataları için affettirecekti kendini ona. Sonra, sonra, sonra... Oysa sonranın olmadığını görebiliyordu artık. Ve o an korkularını kanıtlarca yer kaydı ayağı altından. Son kaya parçası da parçalara bölünürken tüm melezlerle birlikte havada asılı kalmıştı Aslan da. Yanmayı bekledi. Lavların ciğerlerine dolup önce içindeki iblisi sonra da insan bedenini haşlamasını. Ama aynı anda beklemediği bir sürü şey olmuştu.
Korkunç bir ışık patlaması yaşandı önce. Öyle ki Aslan'ı tamamen kör etmiş, sağ sol duygusunu kaybettirmişti. Muhtemelen havadaydı. Bedenini hissetmiyor, hiçbir duyusunu kullanamıyordu. Fakat sonra kopkoyu bir karanlık çarptı üzerine. Tüm ışığı silip süpürürken yakıcı ateşi de alıp götürmüştü. Ve Aslan her şeyden önce gözlerini hissetti. Kıymıklar arasından belirdi ilk renkler. Acıya rağmen görmeye, anlamaya çalıştı. İlk şok tepesindeki kızıl gökyüzünü fark etmesiydi. Ardından sıcak toprağa değmişti eli. Damarlarındaki ateş anında tepki verdi bu enerjiye.
Bir anda dehşetle doğrulmuştu Aslan. Alt üst olmuş midesi, karman çorman aklıyla etrafına baktı. Hala Sınır'da olduklarına şüphe yoktu, ama şimdi karşıdan bakıyorlardı dağa. Bir şekilde oradan çıkmayı başarmışlardı demek. Bu büyünün çalıştığı anlamına geliyordu ama... Öyleyse neden dünyada değillerdi? Neden hala ölmek üzere olan bu topraklardaydılar? Etrafında kendi gibi neler olduğunu anlamaya çalışan melezlere baktı Aslan. Bir uzay gemisinden aynı yere bırakılmış gibiydiler. Kimi yerde, kimi dizinin üstünde, her biri şaşkınlık ve panik içinde... Ne kadar fazla kayıp verdiklerini şimdi daha iyi görebiliyordu. Bir avuç kalmışlardı sadece.
Üzülmek için bile izin vermedi kendine Aslan. Gözleri annesini yakaladığı an ona koşmuştu.
"Aslan!" oldu kadının ilk tepkisi. Kolları oğlunun boynuna sarılmıştı hemen. Ağlıyordu, yaralıydı. "Aslan Ada!" dedi sadece. Gözleri hemen melezlerin arasına dönmüştü. "Ada'yı göremiyorum Aslan."
Aslan kalbinin ortasına saplanan bir hançerle etrafı taradı. Nefessiz geçen saniyeler sonunda dağın kardeşini ondan aldığına emin olmak üzereydi ki kızın küller içindeki yüzü onu buldu. Yerdeydi. Zar zor nefes alan kuzeninin başında ağlıyordu. Aslan'la aynı anda kızını fark eden annesi vakit kaybetmeden onun yanına koşmuştu. Oysa Aslan kıpırdayamadı. Onun gözleri bir başka kızı yakalamıştı. Ada gibi ayakta ve sağlam olmayan bir kızı...
Melissa diye inledi vücudundaki her hücre ona koşarken. Kendini kızın yanına atmasıyla başını tutup dizinin üstüne yerleştirmesi bir olmuştu. Yüzüne düşen saçları çekip gözlerini okşadı. "Melissa?"
"Merak etme," dedi başka bir ses. "Hala yaşıyor. Ama kendinde değil."
Aslan Maria'yı o an fark etmişti. Ellerini ve kollarını kaplayan yanıklara rağmen sağlam görünüyordu kadın. Yaralı avucunu Melissa'nın alnına bastırdı ve gözlerini kapayıp bir şeyler mırıldandı. Bir an sonra kızın gözleri pat diye açılmış, öksürerek öne devrilmişti.
"Tamam," dedi Aslan onu belinden yakalayıp. "Tamam sakin ol Melissa. İyisin. Benimlesin. Sakin ol."
Ama onun sözlerini yalanlarca öksürürken siyah kan kusuyordu Melissa. Titreyen elleriyle ağzını sildiğinde derisindeki çatlakları fark etti Aslan. Damarları teninden dışarı fırlamış, bedenini siyah dallarla çevrelemişti. Bembeyazdı yüzü. Dudaklarının rengi çekilmiş, gözleri ışıltısını kaybetmişti. Berbat hissettiğine şüphe yoktu, yine de Aslan'a bakıp "Neden?" diye sorduğunda bahsettiği kendi değildi. "Neden buradayız hala? Niye geçemedik dünyaya?"
Aslan'ın bir cevabı yoktu. Yosef ve diğer birkaç melez de onların başındaydı şimdi. Herkes aynı açıklamayı bekleyerek Maria'ya bakıyordu, ama kadının kırış kırış olmuş suratında çaresizlikten başka şey göremiyordu Aslan. Ona çevrilmiş tüm bakışlara rağmen önce yanına çöken kızını kolu altına aldı Maria. Sanki şu andan sonra çabalamanın bir anlamı yokmuş gibi Adelina'nın saçlarını öptü, kokladı.
Sonunda melezlere baktığında "Büyü çalıştı," dedi "Melissa sayesinde büyü çalıştı. Ama..." Gözleri su toplamış ellerinde gezindi. "Şeytan o kafese sıkıştığında Sınır ve dünya arasındaki geçiş de kapanmış olmalı. Yüzük bizi dağdan çıkardı, ama Sınır'ın kapısından geçemedik."
"Buraya sıkıştık mı yani?" dedi melezlerden biri. Sesindeki korku onu takip eden uğultuyu beslemiş, panik hızla ekibi yutmuştu. Maria umut verecek küçücük bir şey söylese, Yosef liderliğini yapıp bir yol bulacaklarını bağırsa, belki dinlerdi melezler. Oysa ne onların ne de Aslan'ın inanabileceği bir yalan kalmıştı. Aslan kollarında küçücük kalmış kızla öylece duruyor, aklına tek bir çözüm gelmiyordu.
"Ne yapacağız?" diye sordu Ada çekinerek. Gözleri diğer melezlerde değil, patlamadan önce son saniyelerini yaşayan dağdaydı. Herkes gibi o da fırtına öncesi son sessiz anlarda olduklarını biliyordu. Dağ çöktüğünde Sınır depremlerle sarsılacak, altlarındaki toprak parçalanacak, alev alev yanan nehirler etraflarını saracaktı. İblisler çoktan varlıklarını hissetmiş olmalıydı. Onların ufukta belirmesinin ve yeniden üzerlerine saldırmasının an meselesi olduğuna emindi Aslan. Sınır'dan çıkamıyorlardı. Savaşacak güçleri kalmamıştı. Onlara yardım edecek İsimsizler ya da düşmüşler de yoktu artık. Pes etmenin tam zamanıydı şu an muhtemelen. Buna rağmen Melissa'nın kıpırdandığını fark etti Aslan. Az sonra onun kollarından kurtulmuştu kız.
"Size zaman kazandırabilirim," dedi. "Onları bir süre de olsa durduracak kadar güçlüyüm. Bu arada Lunapark'a ulaşırsanız... Bilmiyorum belki treni yeniden çalıştırarak... "
Ama sözlerini tamamlayamadı. Ayağa kalkmaya çalıştığında yeniden Aslan'ın üzerine yığılmıştı. Değil iblislerle dolu bir orduyu durdurmak kendini bile savunacak halde değildi artık. Yine de hızla toparlandı. Bu kez daha büyük bir çabayla uzaklaştı Aslan'dan. Kendi başına dimdik ayakta durduğunda tek tek baktı melezlere. Böyle bir şeye asla izin vermezdi Aslan, ama itiraz eden Yosef oldu.
"Bizim için zaten elinden geleni yaptın Melissa," dedi yorgun sesiyle. "Bizi dağdan kurtardın. Ama... sen onları durdurmayı başarsan da parka ulaşmamız çok zor. Silahımız yok. Hepimiz yaralıyız. O yolu tamamlama şansımız neredeyse sıfır." Omuzları çökmüştü Yosef'in. Aslan'ın onu hiç görmediği kadar yaşlı ve tükenmişti o an. Gloria'nın yokluğu çok daha belirgindi artık gözlerinde. Az öncesine kadar melezlerini korumak için mücadele ediyorduysa da artık bu amacının da anlamı kalmamış gibiydi.
Derin bir sessizlik çöktü üstlerine. Bir süre yan yana, konuşmadan, birbirlerinin yüzüne bakamadan dağı izlediler. Bir havai fişek gösterisiydi sanki karşılarındaki. Kıvılcımların arasında pırıl pırıl parlıyordu ışıktan kafes. Oldukları yerden bile gücünü hissetmek mümkündü. Tüm dünya yıkılırken bile bir o dimdik kalacak, Şeytan'ı çöken dünyasının ortasında sonsuza dek hapis tutacaktı.
Nitekim öyle de oldu. Korkunç bir gürültüyle patlamıştı volkan sonunda. Melezlerin saklanacak yerleri yoktu. Yarattıkları kalkanla üzerlerine yağan alev toplarından ve kayalardan kendilerini korumayı başarsalar da tahmin edilen olmuş, altlarındaki zemin de parçalanmaya başlamıştı. Tıpkı dağın tepesindeki gibi parça parça kırılıyordu şimdi bastıkları toprak. Şelale olmuş dağdan dökülen lavlar üzerlerine doğru akan bir nehirdi. Ve bu kıyametle birlikte iblisler girdi tabloya. Artık dağ değildi hedefleri. Yine, yeniden tek düşmanlarını kestirmişlerdi gözlerine. Bir karınca sürüsü gibi üzerlerine doğru gelirken yan yana durup çarpışmayı bekledi melezler.
"Sizi bilmiyorum..." demişti Morris. "Ama ben savaşmadan hiçbir yere gitmiyorum."
Önce tepki alamamıştı sözlerine. Sonra bir başka melez katıldı ona. "Olabildiğince fazla iblisi de beraberimizde götürelim," dedi.
Yaşamak kimsenin umudu değildi artık. Farklı bir heyecanla yanıyordu bakışları. Ölmek üzere olmanın deliliğiydi belki onları kışkırtan. Yine de her biri avuçlarında parlayan ateş ve kalan son güçleriyle saldırmaya hazırdı. Melissa tıpkı söylediği gibi herkesin bir adım önüne geçtiğinde Aslan da tereddüt etmeden kızın yanında durdu. Onu durdurmaya çalışmanın anlamı yoktu artık. Nasılsa tek bir son vardı önlerinde.
Yapma! diyordu Melissa'nın ona çevrilen gözleri. Aslan'a burada ölmeyeceğini söylemişti. İmkânsız olsa da hala bu sözü tutabileceğini düşünüyordu. Umursamadı Aslan. Uzanıp kızın elini tuttu ve dile dökemediği ne varsa kırık dökük tebessümüne sakladı. Pişmanlık yoktu kalbinde. Ya da itiraz. Evet, Tanrı'ya kızabilir, onları ölüme terk ettiği için isyan edebilirdi. Ama en başta tek bir amaç için yaratılmamış mıydı zaten? Ve o amaç ışıktan bir kafeste tutsaktı artık. Görev tamamlanmış, Çember'in sorumluluğu bitmişti. Şimdi yanında Melissa'yla ölecek olmak bir zaferdi Aslan için. Birlikte yenmişlerdi Şeytan'ı. Birlikte gidiyorlardı bu dünyadan. El ele.
O an Yosef'in sesi yükseldi tüm kıyametin ortasında. "Ateş... Yüksel ve içimize ak. Yolumuzu aydınlat, kalbimizi ısıt, gücümüze güç kat."
Çember'in kutsal yemini bir şarkı gibiydi şimdi adamın dudaklarında. Hemen ona katıldı Morris. Yaşlı adamla birlikte bağırdı. "Ebedi hizmetkarların olarak bedenimiz senindir."
Gülümsedi Aslan. Belki de ilk kez şu an, bu topraklarda gerçek anlamını buluyordu içtikleri ant. Melezler hep bir ağızdan yemine ortak olduğunda o da bağırdı. "Biz Sınır'ı aşmış günahkâr çocukların... İnsanlığımız fani, damarlarımızdaki ateş ebedidir. Bugün lav olup akacak, yarın kül olup sönecek ve elbet Sınır'a döneceğiz. Ateş, sana sunduğumuz kanı ve bu ölümlü bedenleri kabul et. Kanımız senindir."
Ve böylece her şey sonlanıyordu. Fani insanlıkları Sınır'ın sonsuz ateşine teslim olmak üzereydi. Tıpkı olması gerektiği gibi... Son bir kez omzu üstünden annesi ve kardeşine baktı Aslan. Gözlerinden akan sınırsız sevgiyle veda etti onlara. Önüne döndüğünde "Teşekkürler," diye mırıldanmıştı kendi kendine. Sonra yavaşça Melissa'nın elini bıraktı ve saldırıyı bekledi.
*
Melisa ayakta durmakta her an daha çok zorlanıyordu. O an dışarı yansıtmaya çalıştığı güçlü kadın o değildi kesinlikle. Bacakları titriyor, derisi soyuluyor, isimsiz bir hastalık iç organlarını kemiriyordu. Büyünün kollarında kendini kaybettiğinde geri dönüş yolunu bulabileceğini hiç düşünmemişti. Ya da gözlerini bir kez daha açabileceğini. Hala tek parça olduğuna şükretmeli ve bununla yetinmeliydi aslında. Ama kendine gelip aynı kızıl gökyüzüne baktığını fark ettiği ilk an yeniden ışık olmayı dilemişti. Sonsuzlukta erise bu kâbus da onunla birlikte yok olurdu belki. Oysa çöken dağ da üzerlerine saldıran iblisler de gerçekti. Aslan'a verdiği söz tam şu an yaratıkların çığlıklarında ve lavların fokurtusunda eriyip gidiyordu.
Yine de ona ihanet eden gücüne tutundu Melissa. Verdiği acıya aldırmadan asıldı içindeki karanlığa. Yaralı ve yaşlı bir kadınınkini andırıyordu damarların ele geçirdiği kolları. Ateş jilet gibi keserek ilerledi o damarların arasından. Aslan'ın hemen yanında kendi gücüne uzandığını, ejderin serbest kalmak için kükrediğini hissedebiliyordu. Ama hayır, Melissa yıkılmadan tek bir iblis dokunamayacaktı ona. Gücü tükenip geriye bir kül tanesi bırakana kadar en önde duracak ve bir kalkan olacaktı Melissa. Zaten ona ait olmayan bir güçtü içindeki. Sınır gibi o da beslendiği kaynağı yitirmiş, ölmeye mahkûm olmuştu. Kaybedecek hiçbir şeyi yoktu, ama hala sevdiği adamı koruyabilirdi. En azından bir süre...
Ve böylece son bir kez açtı kapıları, serbest bıraktı gücünü. Anında geri sekmişti Aslan. Bunu beklemediği ortadaydı, ama durup ona kararını anlatacak vakti yoktu Melissa'nın. Dalga dalga Sınır'a yayılırken etraflarında siyah dumandan bir duvar yükseliyordu. Melissa ellerini kaldırdıkça daha da uzadı, büyüdü; bir süre sonra üzerlerine boşalan düşman seli onun yarattığı koyu sisin ardında kalmıştı.
"Melissa!" diye bağırıyordu Aslan kulağında. Durması için yalvarıyordu ona. Melissa'nın parçalandığını görüyor olmalıydı. Tam midesinde hissediyordu Melissa o bombayı. İçinde patlamaya hazır bir çekirdek vardı sanki, çok geçmeden onu ve her şeyi yutacaktı. Sınır'ı sarsan depremler onun da bedenindeydi. Dişlerini kıracak kadar sıkıydı çenesi. Buna rağmen bastırıyor, yükleniyor, gölgelerle birlikte genişlemeye devam ediyordu.
"Melissa!" diye haykırdı Aslan bir kez daha. Ona dokunmayı denediğinde yanan eliyle geri sıçramıştı. Gözleri kapalı olsa da onu hala hissedebiliyordu Melissa. Yakarışlarını duyuyor, o sayede tutunmaya devam ediyordu. Ve o an ilk iblis çarptı Melissa'nın duvarına. Sonra bir başkası geldi. Sayıları ikiyken beş oldu, on, on beş, yirmi, otuz... Aç, kudurmuş köpekler gibi saldırıyorlardı bir boşluk bulmak için. Melissa öfkesiyle değil, aşkıyla doldurmuştu bu kez tüm delikleri. Kalbi engel oluyordu düşmanlarının adım atmasına.
Ama bir sınırı vardı gücünün. Çoktan sonuna geldiği bir sınır... Etraflarına ördüğü siyah kubbe çökerken pili bitmiş bir bebek gibi son kez titredi Melissa ve sonra yere yığıldı. İblislerin cesedini çiğneyip melezlere ulaşması ve onları yok etmesi bir nefes bile sürmeyecekti artık. O an geceyi öyle kuvvetli bir ışık basmıştı ki sonunda öldüğünü ve tüm dünyalardan özgürleştiğini düşündü. En azından büyük katliamı görmeyeceği için mutluydu. Aslan'ın da onun gibi hızla huzura ermesini diledi. Kim bilir, belki aynı ışığın içinde buluşurlardı onunla.
Fakat saniyeler geçer, ışık dağılırken Melissa hayalindeki cennette olmadığını yavaş yavaş idrak etmeye başlamıştı. Hayır, beklediği mutlak son değildi bu. Hala Sınır'da, sırtı alev alev yanan topraktaydı. Aslan'ı parlak bir huzmenin arasından görüyor, ama söylediklerini zar zor işitiyordu. Çok kuvvetliydi ışık. Çok kudretliydi. Sadece onu değil, Sınır'ı da kucaklamıştı her şeyiyle. Melissa'nın algıları gidip gelirken bir yüz belirdi doğan güneşin içinden, daha da karıştı kafası.
"Gloria?"
Soruyu soran o değildi, ama aynı isim yankılanıyordu kendi zihninde de. Çok iyi bildiği bir tebessümdü karşısındaki. Ama daha önce hiç görmediği bir kimlik kazanmıştı şimdi. Gözleri önce onun ışıltılar saçan yüzünü, sonra da bedeninin geri kalanını kavradı. Nefes almak anlamsızlaşmıştı o an. İki dev kanat uzanıyordu kızıl gökyüzüne. Pırıl pırıl, eşsiz, her şeyden kudretli...
"Gloria..." dedi bu kez kendisi. Ancak doğrulmasına yetecek kadar geri gelmişti gücü. Sonra sırtından ona destek olanın Aslan olduğunu fark etti. İblislerle savaşmak yerine kollarına almıştı onu Aslan. Ama zaten diğer hiçbir melez de savaşmıyordu artık. Şeytan'ı kuşatana benzer, ama bambaşka bir çemberin ortasındaydılar şimdi. Işıl ışıldı etrafları. Onlarca çınar büyümüştü bir anda ve bu çınarların her biri gerçek birer...
Melek mi?
Kahkaha atıyordu neredeyse Melissa. Evet, melekti etrafındakiler. Kanatları asırlık dallar gibi kızıl geceyi bölüyordu. Dimdik, dupduru, Melissa'nın daha önce gördüğü her şeyden daha güzellerdi. Kıyamet kopuyordu onların ötesindeki dünyada. Ve yine de tüm sükunetleriyle, sessiz birer bekçi gibi melezleri gözlüyordu melekler. Varlıkları görünmez bir bariyer olmuştu iblislere. Ne bir kıvılcım ne bir damla ateş ne de bir yaratık sızabiliyordu onların arasından. Mutlak sessizlik vardı bu anda. Mutlak son olmalıydı geldikleri.
"Gloria!" dedi Yosef titreyen sesiyle. Tüm melezlerin arasından meleğe yaklaşmaya cesaret eden bir olmuştu. "Sen..." diyebildi.
Kadının gülüşüyle kelebekler uçtu Melissa'nın midesinde. Soğuk sular çağladı yaralarının üstüne. O Gloria değildi artık. Yosef de dahil buradaki herkes farkındaydı bu gerçeğin. Yine de gözlerinde yaşlarla bakıyordu Yosef karısına. Anlamak istiyordu. Neredeydi Gloria onca zaman? Nasıl kurtulmuştu Şeytan'dan? Nasıl yeniden bir melek olmuştu? Ve... şimdi ne olacaktı?
"Eve döndük," dedi Gloria tüm bu soruların tek bir cevabı varmış gibi. "Hepimiz."
Sesi aynı anda tüm notaları taşıyordu sanki. Yüzlerce şarkının en kusursuz harmonisi gibiydi. Melissa'nın gözleri etraflarını saran meleklerin üzerinde dolandı. Baktıkça daha tanıdık geliyordu ışığın içindeki yüzleri. Malikanede geçirdiği onca zaman salonda, koridorlarda, bahçede gördüğü düşmüşlerdi bunlar. Ve Tobias... Elbette o da aralarındaydı. Bambaşkaydı şimdi oğlan. Aynı zamanda tam da Melissa'nın hatırladığı gibiydi. İyi kalpli bir dostun çok ötesindeydi artık, gerçek bir melekti. Yenilmez bir huzur vardı gözlerinde. Dilinden eksik olmayan, hasret kaldığı o ilahi melodi kulaklarındaydı artık belli ki. Sonunda cennet bahçelerine kabul edilmişti demek düşmüşler. Verdikleri savaşla affetmişti Tanrı onları. Ve tam şu an burada olmalarının tek bir anlamı olabilirdi. Melezler de kurtulmayı hak etmişti tüm yaptıklarıyla. Onları burada ölüme terk etmeyecekti Tanrı.
"Sizin de eve dönme vaktiniz geldi," dedi Gloria bunu doğrularca. "Sizi götürmek için buradayız."
Kahkahalar duydu Melissa. Gücü olsa kendi dudaklarından da aynı neşe saçılırdı. Oysa sadece Aslan'a bakıp gülümseyebilmişti. Yorgun ama Melissa'nın kalbini ısıtan bir huzur vardı oğlanın gözlerinde. Alnını onunkine yaslayıp fısıldadı. "Haklıydın. Burada ölmeyeceğiz."
Hayır, burada ölmeyeceklerdi. En azından melezler... Melissa ise... zamanının sonuna geldiğini biliyordu. Meleklerin mucizesi bile tükettiği bedenini ona geri vermezdi. Ömründen çaldığını bilerek saçmıştı gücünü. Asla pişman değildi. Aslan iyiydi, iyi olacaktı. Daha fazlasını da beklememişti zaten. Yine de tek kelime etmedi oğlana. Uzanıp onu öptüğünde bunun son şansı olduğunu bilerek karşılık verdi. Yerden kalkarken Aslan onu kucağına almış, diğer melezlerle birlikte yan yana dizilmişti.
"Yaşayacaksınız," dedi Gloria karşısındaki kalabalığa. "Ama aynı şekilde değil. Sınır ve dünya arasındaki bağ koptuğundan güçleriniz yavaş yavaş yok olacak. Göreviniz tamamlandı. Birer melez değil, sıradan insanlar olacak ve onların arasında, onlar gibi yaşayacaksınız bundan böyle."
Melezlerin yaşadığı şoku yükselen seslerinden duyabiliyordu Melissa. Güçlerini kaybetmek tam mucizeyi bulmuşken bekledikleri bir sürpriz değildi elbette ki. Ama etrafları onlarca melekle çevriliyken, onların ışığıyla iblislerin gazabından bir adım uzakta dururken hiçbirinin itiraz etme şansı yoktu. Böylece Gloria'nın işaretiyle hareketlendi melekler. Müthiş bir senkronla adım atıyor, yarattıkları çember kusursuz bir oranla giderek daralıyordu. Sonunda melezlerin önünde durduklarında sağ ellerini öne uzatmışlardı. Melezler bir an ne yapacaklarını bilmeden Gloria'ya baktılar.
"Size eşlik edeceğiz," diye hatırlattı Gloria. "Elimizi tutmanız yeterli."
Çekingen kollar teker teker öne uzandı. Bir süre sonra her bir melez iki farklı meleğin elini tutuyordu. Aslan Melissa ile ne yapacağına emin olamamış gibiydi. "Ayakta durabilir misin?" dedi yüzünde bariz bir hüzünle. Kızın düştüğü durum onun canını daha çok yakıyordu sanki. Ama tüm gerçeği örten bir gülücükle başını salladı Melissa. Aslan onu yere bıraktığında tökezlese de düşmemeyi başarmıştı. Eli boşta kalmış son iki meleğe doğru yönlendirdi Aslan onu. Fakat ellerini anında geri çekmişti melekler. Tokat yemiş gibiydi Aslan. Dehşetle Gloria'ya baktı.
Onun taşıdığı panikten eser yoktu meleğin suratında. "Kız sizinle gelemez," dedi duru, dingin bir sesle.
"Ne?" dedi Aslan dehşet içinde. "Elbette o da bizimle gelecek!" Sonsuza dek itiraz etmeye hazırdı, ama çabalamanın anlamı olmadığını Gloria'nın gözlerinde görebiliyordu Melissa. Bu yolculuk planın bir parçası hiçbir zaman olmamıştı o. Garip bir şekilde bundan mutsuz da değildi.
"Aslan," dedi nazikçe ona dokunup.
Dinlemeyecekti Aslan. Tepkisiz onu izleyen meleğe bakıyordu öfkeyle. "Onsuz hiçbir yere gitmiyorum!" dedi sıktığı dişleri arasından.
Gloria ne kızgın ne de şaşkın görünüyordu. "Bu kimsenin değiştirebileceği bir seçim değil," dedi.
Sakinliği daha da delirtiyordu Aslan'ı. "Bizi Melissa kurtardı!" diye bağırdı. "Kendi hayatını ortaya koydu! Şimdi onu burada mı bırakacaksınız? Hepimiz kurtulurken o Sınır'da mı kalacak yani? Bu mu Tanrı'nın adaleti?"
Yapma demek istiyordu Melissa. Bu doğru değildi. Ama tepki veremeden bir adım daha yaklaşmıştı Gloria ona. Gördüğü muameleye hiç uymayan bir tebessüm vardı suratında. Her şeyi önden görmüş birinin bilgeliğiyle parlıyordu gözleri. Kanatları bir kez açılıp kapandığında bir meltem esti üzerlerine. Ardından yaşananlar Melissa'nın yakalayamadığı kadar hızlı gerçekleşmişti. Diğer iki meleğin Aslan'ı bileklerinden kavradıklarını ve kendilerine doğru çektiklerini gördü. Aslan delice çırpınıyor, oysa onlar sadece duruyorlardı. Çabalamalarına gerek yoktu.
Tüm kanatlar açılıp kapanırken ışık bir hortum gibi döndü etraflarında. Yükseldikçe gücü artıyor, göğün kızılını beyaza boyuyordu. Öyle kör ediciydi ki, melezler başlarını yere eğmişlerdi bir süre sonra. Melissa'ysa doğrudan Aslan'a bakıyordu. Gittiği yere götüremeyecek olsa da son bir anı kalmasını istemişti aklında. Onun yaşlarla parlayan altın gözleri, bir yakarış gibi dudaklarından dökülen ismi, giderek ışığa karışan varlığı...
"Burada ölmeyeceksin," dedi Melissa gülerek. Kahkahaydı neredeyse ağzından kaçan. Ağlıyordu. Neşeyle, coşkuyla... Şu ana kadar taşıdığı tüm yüklerden kurtulurcasına, şıkır şıkır dökülüyordu yaşlar. Temizliyordu tüm zehri, karanlığı, laneti... Onu arkasından saran kollar hissetti o an. Dönüp bakmasına gerek yoktu. Gloria'ydı bu. Işığı yorgun bedenini anında sarmalamış, acının üstünü yumuşacık bir yorgan gibi örtüvermişti. Onu da bu diyarlarda bırakmayacaktı melek, biliyordu Melissa. Sadece gideceği yol Aslan'dan başkaydı.
"Tanrı'nın planlarına inan Aslan," dedi Gloria'nın sesi kulağında.
Sözleri ona değil, meleklerin arasında son bir kez görünüp kaybolan oğlanaydı. Ama o sesle kapadı Melissa gözlerini. O sözlere tutundu. Ve onu saran meleğe inandı. Tanrı'nın hep bir planı vardı. Şimdi, onun için gitme vaktiydi.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top