37
Aslan daha önce de savaşmıştı karanlıkla. Ölümün kıyısına kadar yüzmüştü bu ateşten kurulmuş topraklarda. Şimdi bir kez daha aynı güç vardı karşısında. Çok daha büyük bir hırsla saldırıyordu bu kez. Her şeyini kaybetmiş bir yaratığın son çırpınışlarıydı serbest bıraktığı gölgeler. Aslan'ı kıstırıyor, sıkıştırıyor, içine alıp yutmaya çalışıyordu. Hem dayanılmaz bir sıcak hem de ölümcül bir soğuk sarmıştı etrafı. Şeytan'a her temasında buzlar kesiyordu Aslan'ın etini ve açılan yarıklara ateş doluyordu.
Umursamadı Aslan. Zihni yeniden onundu sonunda. Savaşmak onun seçimiydi. Gücünü serbest bırakan onun aklıydı. Karar veren, uygulayan, sonuçlarına katlanan kendiydi. Şeytan'ın paramparça ettiği dövmesi ateşten bir ejderhaydı yeniden, Aslan'la birlikte kükrüyordu damarlarında. Altın bir yumağa sarmalanmıştı sanki bedeni. Neşeyle yanıyordu her bir hücresi. Muhtemelen çok geçmeden ölecekti bu dağda. Ama Şeytan'ın sonsuza dek kapana kısıldığını bilerek kapayacaktı gözlerini. Ve Melissa'nın hiçbir zaman ona ihanet etmediğini öğrenmiş olmanın hafifliğiyle uçup gidecekti ruhu.
Aldığı sert darbeyle yere kapaklandığında yine de gülümsüyordu bu yüzden. Kazanma şansı olmadığını bilse de pes etmeyecekti. Dayanmasını söylemişti çünkü zihninin içindeki ses. Emre... Onu Şeytan'dan kurtaran çocuk... Hala kanıyla bağlı olmalıydı Aslan'a. İstese bir kukla gibi kullanabilirdi onu. Ama bu kez bir emir değildi verdiği. Bir ricaydı, son bir arzu... Dayanmasını istiyordu ondan, çünkü hala Melissa'yı kurtarabilirdi. Bunu nasıl başaracağını Aslan'ın düşünceleri arasına fısıldamış ve Aslan da ona inanmıştı. Kendi canı için Şeytan'la savaşırken Emre'nin de Melissa'ya ulaşmak için adım adım süründüğünü görebiliyordu. Hayatta kalıp kalmamak umurunda değildi artık. Ama Melissa'nın kaçmayı başardığını görmeden ölemezdi.
O an yeniden bir gölge gibi üzerine çöktü karanlık. Aslan'ın Şeytan'ın dumandan pençelerinden kurtulma şansı yoktu. Bunu bilerek havaya kaldırdı onu düşmanı. Bir bulut gibi kuşattı sağını solunu. Aslan bir arı kovanının ortasında kalmış gibiydi; binlerce iğne etine batıyor, zehir hızla kanına karışıyordu. Acıyı görmezden gelip amacına tutundu ve aynı hırsla karşılık verdi. Ellerinden değil, derisinden yayılmıştı bu kez gücü. Onu yutmaya çalışan dumanın ortasına daldı bir anda. Bir zehir gibi sinsice ilerledi. Melissa'nın kanı vardı o güçte. Şeytan'dan çaldığı karanlık saklıydı.
Belki de o yüzden haykırarak geri sıçramıştı Şeytan. Aslan düştüğü yerden gururla karşısında yeniden şekillenen dumana baktı. Ortada yanan kızıl ateşin etrafında kalınlaşıyordu karanlık. Aslan'ın ona verdiği zararın hiçbir önemi yoktu muhtemelen. Yine de onu daha da kızdırmayı başarmıştı Aslan. Tabii bu mümkünse... Şeytan'ın bir boğa gibi ayaklarını yere sürttüğünü hayal edebiliyordu. Şüphesiz ki çok geçmeden en ölümcül saldırısıyla tepesine binecekti. Ellerini yerden kaldırmadan sırtını dikleştirdi Aslan da. Parmaklarından süzülen ateş taş zeminin içindeki kırıklara doluyordu. Çarpışmaya hazırdı.
Şeytan kasırga gibi üzerine eserken o da öne atıldı. Tam o an yeni bir komut belirmişti zihninde. Emre'ydi konuşan yine, ama rica etmiyordu artık, hükmediyordu bedenine. Sözlerini açıklayacak, Aslan'ı ikna etmeye çalışacak vakti yoktu. Tek bir şansı olduğunu biliyordu, o yüzden doğrudan emretmişti planını. Ve Aslan'ın bedeni kendi kontrolünden çıkıp büyüye kapıldı bir kez daha. Şeytan onun üstüne saldırdığında o karşılık vermek yerine sağına dönmüş ve en yakındaki On Üçlerin arasından dışarı zıplamıştı. Mantığı ışıktan bir duvara toslayacağını haykırıyordu. Oysa az sonra kafesten çıkmış, yaralı omzu üstüne düşmüştü.
Kükredi Şeytan arkasında. Aynı boşluktan, bulduğu deliklerden dışarı sızmak istiyordu o da. Yapamayacaktı. Duvara çarptığında duman kapladı kafesin her yerini bir anda. Çünkü bir kez daha birlikteydi kılıçlar. Üstelik bu kez halkayı tamamlayan Melissa değil Emre'ydi. Verdiği sözü tutmuş, kızın yerini almıştı Emre. Melissa'nın kurtulduğunu bilmek yeterdi Aslan'a, Emre onu kafesin içinde Şeytan'ın merhametine bıraksa da diyecek tek sözü olmazdı. Bunun yerine mükemmel bir plan yapmış, Melissa'yla kılıcın arasındaki teması kestiği o kısacık anda verdiği komutla Aslan'ı da esaretin dışına sürüklemişti Emre.
Çektiği acıya rağmen kahkaha koptu Aslan'ın dudaklarından. Yerden kalkmak için sağlam koluna yüklendiğinde sancımayan tek bir yer yoktu vücudunda. Yine de koşmak istiyordu. Zafer çığlıkları atmak, Şeytan'ın sonunu tüm Sınır'a haykırmak... Aynı anda kafasının üstünde parçalara ayrılan iblis henüz kutlama yapmak için erken olduğunu hatırlatmak için gönderilmiş gibiydi. Tam Aslan'a saldıracakken son anda durdurmuştu biri onu. Biri...
Melissa...
Aslan atmayan kalbiyle baktı karşısındaki kıza. Az önce ölmek üzere olduğunu unuttu. Hala dağda, iblislerin ortasında olduğunu unuttu. Elleri iki yanında, avuçları ateşle pırıl pırıldı Melissa'nın. Üstündeki kıyafetlerden duruşuna her şeyiyle savaşçı bir prensese benziyordu. Gözünü kırpmadan Aslan'ın üstüne koşan diğer iki iblisi de yere serdi. Ateşi sıktığı yumrukları içinde kaybolup bir an sonra yaratıkların etrafını sarmıştı. Dağda kopan kıyamete karıştı onların çığlıkları da. Duymuyordu Aslan. Gözlerini bir an olsun ayıramamıştı karşısındaki kızdan. Şokta olmalıydı. Koşup mucizeyi kucaklaması gerektiğini biliyor, ama hareket edemiyordu.
Bir an aralarındaki mesafenin asla kapanmayacağını düşündü. Adım atsa da asla Melissa'ya ulaşamayacaktı sanki. Geçmiş dikenli bir gül bahçesi gibi kaplıyordu aralarındaki boşluğu. Buzdan dağlar yükselmişti o boşlukta. Tüm köprüler yıkılmıştı. Aslan yıkmıştı çoğunu. Yanlış anlamalar... Yanlış kararlar... Yanlış yollar... O yüzden Melissa ona doğru bir adım attığında bile tepki veremedi. Bedeni hala bir başkasının kontrolündeydi sanki. Ne yapması gerektiğini söyleyecek, ona yol gösterecek bir ışığa ihtiyacı vardı. İlk ne demeliydi? Nereden başlamalıydı konuşmaya? Nasıl anlatmalıydı kendini?
Bilemiyordu Aslan. Sonunda Melissa karşısında durduğunda bir şeyler demek için dudakları aralandı. Bulamadığı kelimelerin hayaletleri süzülmüştü nefesiyle. Fakat sonra Melissa dokundu ona. Kendini Aslan'ın yanında yere bırakmış, eli onun yaralı yanağına ulaşmıştı. Kızın avuçlarından akan ısıyla parçalandı Aslan'ı kaskatı bırakan tüm duygular. Hayat bedenine geri akmıştı sanki. Bir anda Melissa'yı belinden sarıp kendine çekti. Dudakları buluştuğunda gözyaşları da birbirine karışmıştı. Şimdi Aslan'ın içinde taklalar atıyordu ateş. Lunapark gibi ışıl ışıldı kalbi. Eksik kalmış ne varsa tam bu anda tamamlanıyordu.
Omuzundaki acıyı umursamadı, diğer kolu da sardı Melissa'nın etrafını. Daha da çekti onu kendine. Parmakları kızın hasret kaldığı saçlarına dolanırken onun elleri de sırtına kıvılcımlar gönderiyordu. Aslan'ın durmasının, doymasının imkânı yoktu ya ejderha bir anda kafasının içinde çığlık atmış, Aslan tam zamanında gözlerini açıp Melissa'nın arkasından gelen iblisi fark etmişti. Aynı şeyi kucakladığı kızın da hissettiğini kolları aynı anda havaya kalktığında anladı Aslan. Birbirine karışmıştı ateşleri iblise ulaşmadan, anında küle çevirmişti yaratığı.
Kocaman açılmış gözleriyle ona döndü Melissa. "Aslan..." dedi dudaklarında çocuksu bir kahkahayla. Hala kirpikleri çarpıyordu Aslan'ın suratına. Hala bir nefes önündeydi Aslan'ın. Kalbinden geçenleri dile dökmeye çabalarken dudakları aralık kalmıştı. Yeniden öptü Aslan o dudakları. Bu kez minik, tadı damağında kalan bir buseydi bıraktığı. Şansı olsa etraflarına bir kafes örer, ışıkların altında sonsuza dek Melissa'yla kalırdı. Ama hala kurtulmaları gereken bir kıyametin ortasındaydılar. Ve şimdi Aslan'ın mücadele etmek için çok daha fazla nedeni vardı. Ailesi, Çember, Melissa... buraya kadar gelmişken, böylesi bir zaferin eşiğindeyken, masalın sonunun elinden kayıp gitmesine izin vermeyecekti Aslan.
Alnını Melissa'nınkine yaslayıp yanağını okşadı. "Sonra..." dedi. "Sonra her şeyi konuşacağız. Söz veriyorum. Ama şimdi..."
"Biliyorum," dedi Melissa heyecanla. "Burada ölmeyeceğiz!"
Işıl ışıldı gözleri. Dudaklarında her şeye meydan okuyan bir tebessüm dolandı. Aynı anda ayaklanmış, Aslan'a da doğrulması için yardım etmişti. Bir an kızıl göğün altında el ele durup karşılarındaki manzaranın korkunçluğuyla yüzleştiler. Evet Şeytan tutsaktı; ama geride kalan dünya yıkılıyordu. Köşeye sıkışmıştı Çember. Dağın dört bir köşesinden akın akın saldıran iblisler onları terasa kıstırmış, hareket etmelerine bile izin vermiyordu. Yosef'i seçti Aslan'ın gözleri. Hemen yanında iblisleri katleden Morris'i... Annesini ve Ada'yı yakalamıştı bir an sonra. İkisi de tanıdığı kadınlar değillerdi artık. Canları pahasına mücadele ediyor; ateşlerini, ellerine geçirdikleri taşları, sopaları kullanarak iblisleri yok ediyorlardı.
Tüm bu kıyametin ortasına dalmadan son bir nefes için kendine izin verdi Aslan. Perişan haldeydi. Bedeni hala onu zehirleyen ışıkla mücadele ediyor, Şeytan'dan geriye kalan yaraları sarmaya çalışıyordu. Yine de hiç olmadığı kadar hazırdı çarpışmaya. Tabii amaçsızca iblislerin ortasına dalmadan adam akıllı bir plana ihtiyacı vardı. Sonunda tamamen ona kalmış olan aklı bir kaçış planı bulmak için delice çalışıyordu. Gözleri dağın üstünü, altını, çevresini, bulduğu tüm boşlukları, girilebilecek tüm delikleri taradı. Daha imkânsız bir çıkmazda kaldığı hiç olmamıştı muhtemelen.
"Dağ patlamak üzere," dedi Melissa'dan çok kendine. "Hem içeriden hem dışarıdan iblisler geliyor. Yukarı çıkamayız, aşağı inemeyiz. Savaşarak tüm bu iblisleri yenmemiz imkânsız." Melissa'dan ayrılıp birkaç adım attı sağa ve sola. Korkuluklardan aşağı baktığında daha da sıkışmıştı kalbi. Tek bir ihtimal geliyordu aklına. "Tüm melezlerle birlikte hareket edersek belki bir şansımız olur," dedi Melissa'nın yanına döndüğünde. "Belki etrafımızda bir kalkan yaratıp kaleye dalarsak... Bilmiyorum... Sen içeride daha iyi yolunu bulabilirsin Melissa. Bizi dışarı çıkarabilir misin sence? Gerçi dışarıda da..."
Aslan durdu. Melissa onu dinlemiyordu. Bir an kızın gözüne yeni bir iblisi kestirdiğini düşündü. Ama Melissa birkaç adım öteye gidip yere eğilmiş, sonra da parmakları arasında tuttuğu şeyle geri gelmişti.
"Sence bunu kullanabilir miyiz?" dedi başını umutla Aslan'a kaldırıp.
Aslan bir an anlamadan altın halkaya baktı. Sonra aklına hücum eden anılarla onun da gözlerinde yıldızlar parlamıştı. "Bu..." dedi heyecanla.
Melissa başını sallamıştı. "Şeytan'ın yüzüğü... Profesör parmağını kestiğinde fırlamış olmalı. Sence herkesi aynı anda başka bir yere götürebilir mi?"
Aslan bilmiyordu. Ama o an ilk kez tutunabileceği gerçek bir plan vardı elinde. "Gel!" dedi bir anda Melissa'nın bileğine yapışıp. "Belki bu haliyle değil, ama Maria büyüyle gücünü artırırsa..."
Aslan omuzunun üstünden baktığında kızın suratındaki soru işaretini yakaladı. Maria ile yaşadıklarından sonra kadının ismini duymak bile onu sarsmıştı. Yine de yavaşlamadı Melissa. Böyle bir anda yaşanan hiçbir küslük hayatta kalmaktan daha önemli değildi ne de olsa.
Melissa'yla el ele daldı Aslan çarpışan melezlerin arasına. Onu ilk fark eden Ernst olmuştu. "Aslan!" dedi kahkaha atarcasına. Herkesin onun Şeytan'ın elinde öldüğünü düşündüğüne şüphe yoktu. Sonra Yosef döndü hemen arkasını. Onun da yüzü aydınlandı umutla. "Yaşıyorsun çocuk!" dedi nefes nefese. Elindeki metal parçasını hem bir baston hem de ölümcül bir silah gibi kullanıyordu. Hayat arkadaşını ve bu savaştaki en büyük ortağını Şeytan'a kaybetmiş birinin hırsı vardı yaşlı suratında.
"Yaşıyorum," dedi Aslan o hırsla daha da yüreklenip. "Ve bizi buradan çıkartacağım."
Yosef de Ernst de onu anlamamıştı, ama uzun sohbetlerin zamanı değildi şimdi. Nefes bile aldırmıyordu iblisler. Bir, iki değil, gruplar halinde saldırıyorlardı. Üç yaratığın ortasında kalmıştı Yosef bir anda. Ernst başka bir Çember üyesine verdi sırtını, etraflarını sarmış onlarca iblisle dans eder gibi birlikte savaşmaya başladılar. Melissa ve Aslan'ın da durma şansı yoktu bu noktadan sonra. Bir zamanlar kraliçeleri gibi davrandıkları Melissa bu yaratıklar için en büyük düşmandı artık. Sanki ilgileri bir anda Çember'den ona kaymış, kızın üzerine hücuma geçmişlerdi. Neyse ki bu terastaki herkesten daha güçlüydü Melissa. Karanlığını bir kamçı gibi kullanıyor, sadece bakarak bile onlarca iblisi yere seriyordu.
Kızın yanında sıradan bir melezdi Aslan sadece. Yine de Maria'ya ulaşana kadar kaç iblisi eliyle yok etmiş, kaçını ateşiyle yakmıştı, sayamamıştı. Sadece annesiyle göz göze geldiğinde durdu bir an için. Bir kalp çarpıntısından uzun sürmemişti avuçlarını yeniden alevlerin sarması. Burada anne ya da çocuk değildi kimse; bir Çember üyesiydi. Adelina Maria'dan uzakta bir köşede hayatı boyunca ona öğretilen tüm bilgilerle saldırıyordu iblislere. Ada Aslan'ın hiç görmediği bir kararlılıkla yaktı üzerine gelen iki iblisi aynı anda. Herkes yaralı, herkes bitap, ama kimse pes edecek gibi değildi. Sonunda ne için kurulduğunu hatırlıyordu Çember. Uzun zaman sonra ilk kez gerçek bir amaç uğruna çarpışıyorlardı.
"Maria!" diye bağırdı Aslan sonunda ulaşmaya çalıştıkları kadın üç iblisin arkasında belirdiğinde. Maria'nın teninde Şeytan'dan hediye kalmış yaralar çoktan yenileriyle kaplanmıştı. Kolundaki ısırıktan kan ve mukus damlıyordu. Muhtemelen daha Aslan'ın göremediği pek çok ezik, kesik, göçük vardı kadının vücudunda. Ve bunların hiçbiri onun gözlerindeki ateşi söndürmeye yetmemişti.
"Kaçtınız..." dedi kaşları hayretle yukarı kalkarken. Bir tespit değil, bir soruydu bu. Nasıl olabilir? diyordu Maria'nın bakışları. Aslan'ın kafesin içinde kapana kısıldığını da, Melissa'nın o kafesi oluşturan kılıcı taşıdığını da görmüş olmalıydı. Ama detayları ne o soracak ne de Aslan anlatacaktı. En azından o an için... Zaten Maria'nın gözleri hemen Aslan'ın bir adım gerisinde duran Melissa'ya kaymıştı. İkisinin birbirlerine bakışlarından aralarındaki gerilimin savaşa üstün geleceğini düşündü bir an Aslan. İki kadının hiçbir zaman mükemmel bir ilişkisi olduğu söylenemezdi. Maria'nın Melissa'nın ölümünden sorumlu olduğu düşünülürse pek haksız bir kin de sayılmazdı Melissa'nınki. Ama Melissa tüm Çember'in ortasında Adelina'yı esir aldığında ve Maria da Gloria'yla iş birliği yapıp Melissa'yı zindana attırdığında aralarındaki bağ tamamen kopmuştu.
"Maria..." diye başladı Aslan fazla vakitleri olmadığını bilerek. En azından kadının durumun ehemmiyetini kavrayıp olgun davranacağını umuyordu. Ama onu şaşırtarak konuşmaya başlayan Melissa oldu.
"Bizi buradan çıkarman lazım Maria," demişti doğrudan. "Bu yüzük Şeytan'ındı. Onu kullanarak istediği yere gidebiliyordu."
Maria bir Melissa'nın uzattığı yüzüğe bir onun suratına baktı. Bir anlık tereddüdün ardından altın halkayı eline alıp evirip çevirmişti. "Bu..." dedi yüzüğü avucunda tartarak. "Çok güçlü bir büyü. Bir portun tüm enerjisi tek bir halkanın içine sıkışmış."
"Ve onu çok çok daha fazla güçlendirmen lazım," diye araya girdi Aslan. "Hepimizi tek seferde buradan çıkarmalısın Maria. Bunu yapabilir misin? Onu hepimizi dünyaya geçirecek bir porta çevirebilir misin?"
Maria başını iki yana salladı itiraz ederce. Çatık kaşlarıyla yüzüğü izliyor, sanki arşivlediği tonlarca bilgi arasından işine yarayacak bir şey arıyordu. "Ben..." diye başladı. "Bu..." Dilinden dökülmüyordu kötü haber sanki. "Böyle bir şey için inanılmaz bir güç gerekir Aslan."
"Belki tüm melezler birleşirsek..."
Maria yeniden başıyla itiraz etti. "Hem savaşıp hem buna odaklanamaz tüm Çember Aslan. Hem zaten... hepimiz birleşsek de..."
Maria devam edemedi. Tam o an üzerlerine zıplayan iki iblis anında dikkatini çekmiş, saldırı için avucu ateşle dolmuştu. Ama ne o ne de Aslan düşmanlarına karşılık veremeden Melissa işlerini bitirmişti bile. Bir kez daha sadece hedefine bakmış, işi onun yerine gölgeleri halletmişti. İblisler patlayıp parçaları etrafa saçılırken Melissa'yla göz göze geldi Maria. Aslan tam o an kadının gözlerinde yanan ampulleri gördüğüne yemin edebilirdi. Aradığı cevheri Melissa'nın suratında bulmuştu sanki.
"Ben..." dedi sonunda Maria çekinerek. "Tek başıma bir şey yapamam. Melezlerin de işe yarayacağını sanmıyorum ama... belki..." Sıkıntıyla nefes verdi. "Belki Melissa'nın gücüyle... bir şansımız olabilir. En başta yüzüğü yaratan Şeytan'ın gücü olmalı. Melissa'nın onunla bağını düşününce... bilmiyorum. Deneyebiliriz."
Kızın onun istediği hiçbir şeyi kabul etmeyeceğini düşünüyordu Maria. Bir talepte bulunuyor olmaktan duyduğu rahatsızlık sesine, bakışlarına, tüm duruşuna yansımıştı. Oysa Melissa ikinci kez Aslan'ı şaşırtıp hızla başını salladı. "Ne yapmam gerekiyor söyle lütfen!"
Maria'nın yüzü gerçekten aydınlandı o an. Sonunda o da idrak etmişti ellerindeki fırsatı, bunun kendi, kızı ve tüm Çember için ne anlama geldiğini... Başını heyecanla aşağı yukarı salladı. "Gel..." demişti arkasını dönmeden. Anında kadının peşinden hareketlendi Melissa. Oysa aniden gelen bir farkındalıkla, Maria'nın yakaladığı umudun tam tersi bir korkuyla kasıldı Aslan'ın kalbi.
"Durun!" dedi panikle. "Bu kadar melezi Melissa tek başına diğer tarafa geçirebilir mi?"
Maria'nın kaygılı suratından cevabın onda olmadığı görülüyordu. Oysa o sırada Melissa üç iblisten daha kurtarmıştı onları. Gücü orada olduğunu, onların tek umudu olduğunu hatırlatmak ister gibiydi. "Sorun yok," dedi Melissa Aslan'a bakıp. Cesaret verici bir tebessüm dolaştı dudaklarında. "Bunu yapabilirim Aslan. En azından deneyebilirim. Herkes için..."
Yeniden yüzüğe baktı Maria. Bu fikrin ne kadar delice olduğunu onun yaşadığı kararsızlıktan görebiliyordu Aslan. Bir anda kendi planı o kadar da iyi gelmemeye başlamıştı kulağına. Bir kez daha Melissa diğerlerinin yaşaması için kendini feda mı edecekti?
"Başka bir yolu..." diye başladı söze Aslan. Ama Melissa onu öperek susturmuştu bu kez.
"Git ve kendi işini yap!" dedi ondan uzaklaşmadan. "Sana söyledim Aslan, burada ölmeyeceğiz. Buna izin vermeyeceğim!"
Hemen sonra Maria'ya dönmüş, başıyla yaptığı işaretle hazır olduğunu göstermişti. Sıkıntıyla nefes verip onun elini tuttu Maria ve "Gel benimle," dedi. Onlar buldukları en düz zeminde dizleri üstüne çökerken Aslan son bir kez göz göze gelmişti Melissa'yla. Lütfen söylediğin gibi olsun diye geçirdi içinden. Sonra arkasını döndü ve son umutları için tüm Çember üyelerine seslendi.
*
Melissa sadece Aslan'ın sesini duyuyordu. Bir kez daha çok iyi bildiği, hayranlıkla izlediği o liderdi Aslan. Yaralarını unutmuş, korkularını bir kenara bırakmış, herkesin ihtiyaç duyduğu o güç oluvermişti. Tüm üyelere onun ve Maria'nın etrafında bir çember olmasını haykırıyordu avaz avaz. İblisleri teker teker öldürürken omuz omuza savaşıp, geçit vermeyen bir duvar olmasını istiyordu her bir melezden. Haklıydı elbette. Bir kez ne yaptıklarını anladıklarında iblisler onları durdurmak için her şeyi yapacaktı. Zaten efendilerini onlardan alan kıza duydukları öfkeyle sarsılıyordu dağ o an. Şeytan kafesin içinde pes etmeden çırpındıkça daha da kızıyordu lavlar. Kraterlerden fışkıran ateş akarsulara dönmüştü artık. Kayaları parçalıyor, önüne kattığı ne varsa yakıp yıkıp zirveden Sınır'a döküyordu.
Tüm bu depremin merkezinde yine de Maria'ya odaklanmaya çalıştı Melissa. Kadın yüzüğü onun avucunun içine bırakmış, kendi elleriyle de Melissa'nınkini bir sandviç gibi sarmıştı. "Her şeyinle yüzüğe odaklamanı istiyorum," dedi. "Büyüyü ben kontrol edeceğim. Gücünün doğru yere akmasını ben sağlayacağım. Ama buradaki herkesi kurtarmak için senin gücünü son zerresine kadar serbest bırakman lazım."
Başını salladı Melissa. Yeri ve zamanı asla değildi. Yine de kendini tamamen büyünün ortasında kaybetmeden hisleri kalbini aşıp dudaklarından dökülüvermişti. "Senden özür dilerim Maria. Her şey için..."
Maria bunu beklemiyordu. Bir an daha da çatıldı kaşları. Sonra yumuşadı, o tanıdık anne şefkati yayıldı suratına. Dudakları hüzünle aşağı sarkmıştı. "Özür dilemesi gereken benim Melissa. Gerçeği göremedim. Hiçbirimiz göremedik. Sana yaptığımız büyük bir haksızlıktı. Her şeye rağmen sen... Şeytan'ı durduran kızsın. Ve şimdi de bizi kurtaracaksın."
Hafifçe gülümsedi Melissa. Amacı karşısındaki kadının suratına pişmanlıklarını çarpmak ya da hak ettiği övgüleri ondan almak değildi. Sadece kalbindeki ağırlıktan kurtulup adım atmak istemişti bir sonraki ana. O an ki neler getireceğini kimse bilmiyordu. Aslan'a burada ölmeyeceklerinin sözünü vermişti Melissa. Tüm melezleri bu çukurdan çıkarmak zorundaydı. Yapabileceğini biliyordu, çünkü bu uğurda göze almayacağı hiçbir fedakârlık yoktu. Vazgeçmesi gereken kendi hayatı olsa dahi...
O yüzden sonunda gözlerini kapadığında sadece umut vardı kalbinde. Her şeyin sonuydu bu. Son şarkı... son dans... son havai fişekler... Bir çağ kapanıyordu tam şu an. Şeytan tutsaktı. Tüm kötülükleriyle birlikte bir kafese mahkumdu sonsuza dek. Sınır ve dünya arasındaki duvar tamamen çökecek, Lunapark bir daha açılmamak üzere kapanacaktı. Ve son kıvılcımlar gökyüzünü aydınlatmadan bu diyarlardan kurtulacaktı melezler. Bu hayalle odaklandı Melissa avucundaki yüzüğe. Onu dizginleyen tüm sürgüleri aynı anda çekti. Bir akarsu gibi boşaldı Maria'nın yarattığı göle. Onun açtığı kanallardan ilerliyordu gücü, hissediyordu Melissa.
"Çok güzel," dediğini işitti Maria'nın. "Böyle devam et."
Ediyordu Melissa. Avucundan yayılan sıcaklık damarları boyunca vücuduna yayılıyor, sonra daha büyük bir güçle eline dönüyordu. Melissa'nın tüm nefreti vardı o ateşin içinde. Hayal kırıklıkları, pişmanlıkları, öfkesi, çaresizliği... Ama bir de... özlem vardı. Çölün ortasında yeşeren bir fidan gibi karanlığın içine yayılıyordu ılık ılık. Azaltmak yerine daha da besliyordu gücünü. Gözünün önünde beliren o muhteşem dünyaya doğru aktığını düşledi Melissa. Ona kavuşmak için bıraktı benliğini. Yeniden var olabilmek için önce yok olmayı seçti.
Bir süre sonra savaş kalmamıştı artık. Etrafındaki gürültüler rüzgârın uğultusunda eriyordu anbean. Aslan'ın sesine tutunmayı denediyse de bir noktadan sonra onu tamamen kaybetmişti Melissa. Melezler yoktu, Maria yoktu, kendi bile yoktu. Kabuk'un içindeki gibi ağırlıksızdı yeniden. Duman olmuş durmadan genişliyor, dağları, bulutları aşıp atmosfere dokunuyordu. Yıldızlara bölündüğünde evrene saçılacağını düşündü. Sonsuz parçaydı artık. Her biri ayrı ayrı yanıyor, durmadan büyüyordu. Her yerdeydi; yerde, gökte, içte ve dışta.
Sonra tüm bilinmezliğin ortasında bir ses belirdi. Onu kendine çeken, tanıdık bir melodiydi bu. Dizelerin arasına davet ediyordu sanki varlığını. Toparlanmasını, sıkışmasını, yeniden bir şarkı olmasını söylüyordu ona. Ama Melissa sonsuza varmıştı bir kere. Artık nasıl geri döneceğini, nasıl aynı kemiklerin arasına sıkışıp etten bir bedene sığacağını bilemiyordu. Tamamlamıştı yolculuğunu. Bir kaderi vardıysa da tam bu noktada sonlandığına emindi.
Yine de lütfen... dedi ses. Lütfen... diyordu sanki rüzgâr. Lütfen... dön. Dön! Dön! Dön! Bana dön! Bir girdaptı artık kelimeler. Hareket ederken Melissa'yı da aralarına katıp sürüklüyorlardı gittikleri yere. Ve o girdabın ucunda belli belirsiz bir pırıltı vardı Melissa'ya göz kırpan. Başta bulutların arasından süzülen bir huzmeydi sadece. Sonra öyle uçsuz bucaksız oldu ki yeniden küçücük kaldı Melissa. Onu sarmalayan sıcaklıkla varlığını hissetti, kendini hatırladı, yolunu buldu. Kabuğunun içine dolarken son bir kez parlamıştı etrafındaki sonsuzluk. Ve sonra karanlık her şeyi yutuverdi.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top