35

Déjà vu.

Aslan'ın yaşadığı buydu. Bir yanında Melissa, ötekinde Şeytan... Ortalarında, hiçbir şey yapamadan öylece duran kendisi. Tıpkı hayatının mahvolduğu o gün gibiydi her şey. Sınır'daydı. Dağın üzerinde, ateşin kalbinde... O gün gibi saatli bir bomba vardı ayaklarına bağlı. Adım atacak zamanı, yıkımı engelleyecek gücü yoktu. Gözleri önünde ölmek üzereydi Melissa. Bir kez daha...

Davut değildi bu defa silahı ateşleyen. Aslan'ın hiç bilmediği bir zamana ve mekâna aitti Melissa'yı yok etmek isteyen ışık. Kimdi bu adamlar? Neydi amaçları? Melez ya da melek değillerdi. Hiçbir insanın böyle bir gücü olamazdı. Davut'un Golem'leri gibi akılsız askerler olmadıklarını da kanıtlamışlardı zaten. İnanılmaz bir kurgu vardı planlarının arkasında. Dağa sızmış, son ana kadar Çember üyeleri gibi gizlenmiş, tam her şey bitecekken Şeytan'ın zaferini durdurmuşlardı. Nasıl başarmışlardı tüm bunları? Neydi o çaldıkları müzik? Neydi şimdi ellerinde tuttukları bu ışıktan silahlar? Düşünemiyordu Aslan. Aklının kontrolü tamamen onda olsa cevapları bulurdu belki, oysa o an hissettiği öfke kendisinin miydi yoksa Şeytan'ın mı, ona bile emin değildi. Sadece izliyordu. Gördüğü en korku dolu filmin, en kanlı sahnesini baştan baştan izler gibi...

Fakat sonra, film en olmadık yerde değişti. Havada uçan ışıktan oklar hiçbir zaman ulaşmamıştı Melissa'ya. Onu yere sermemiş, bir kez daha Aslan'dan koparıp almamıştı. Görünmez bir duvara çarpıp havada yok olduklarında dehşetle kıza baktı Aslan. Melissa'nın suratındaki ifadeden ne hissettiğini anlamak imkansızdı. Şok, merak, öfke... Ama saldırıyı durduranın kızın gücü olmadığı ortadaydı. Neler olduğunu çözmek için zaman harcayamadı Aslan. Şeytan aklının içindeydi bir kez daha. Yanında savaşmasını istiyordu ondan.

Efendisinin emriyle anında iki yana açmıştı Aslan ellerini. Avuçlarına dolan alevlerle hazır ola geçti saldırı için. Şeytan'la omuz omuzaydılar şimdi. Işıktan yaylarını üzerlerine doğrultmuş on iki varlığın karşısında alev alev yanıyorlardı. Yanındaki varlığın bedeninden yayılan gücün boyutlarını çok iyi biliyordu Aslan. Ölümüne savaştığı olmuştu o karanlıkla. Az önce düşmanlarıyla arasına duvar örüp Melissa'yı kurtaran da yine bu güçtü. Ne pahasına olursa olsun kızı koruyacaktı Şeytan. Aslan biliyordu; çünkü bu uğurda gerekirse ölmesi buyurulmuştu ona. Ne garipti ki yaşanan onca şeye rağmen böyle bir fedakârlık için Şeytan'ın komutlarına ihtiyacı yoktu Aslan'ın. Kendi kalbi başka bir şey söylemiyordu ki ona itaat etmesin. Karşılarındaki garip grubun amacı her ne olursa olsun Melissa'yı onlara vermezdi Aslan. Veremeyeceğini biliyordu.

Ama neden?

Bir yanı -hala ona ait olan yanı- avaz avaz bu soruyu bağırıyordu kafasının içinde. Onun düşmanı değildi bu varlıklar. Şeytan'ı yok etmek, dünyayı ele geçirmesini önlemek için gelmişlerdi. Bir mucizeydi aslında varlıkları. Aslan'ın kendini, ailesini, hatta tüm insanlığı kurtarmasının tek yolu olabilirlerdi. Tam şu an, hazır Şeytan kendi kıçının derdine düşmüşken aralarındaki lanet bağdan kurtulabilir, savaşı dostlarının yanında bitirebilirdi Aslan. Peki o halde neden? Neden Şeytan'a karşı direnmiyordu? Neden onu köle yapan büyüyü kırmak için çabalamak yerine Melissa'nın önünde durmuş, kızı korumak için canını ortaya koymuştu? Hem de Melissa çoktan ondan vazgeçmiş, kalbinin Aslan'a ait tüm odalarını karanlıkla doldurmayı seçmişken...Tek bir cevap bile yoktu Aslan'ın verebileceği. Kendi düşüncelerini ona dikte edilen emirlerden ayıklaması imkansızdı zaten. Zihni de kulakları da efendisinin sesiyle doluydu o an.

"Nesiniz siz?" diye tıslamıştı Şeytan dişleri arasından. "Nesiniz siz, ha? Konuşun!"

Aynı anda ellerinden kopup düşmanlarına uzayan gölgeler terasın zeminini yerinden oynatmış, ama karşı tarafa ulaşamadan onların koruma kalkanına takılıp kalmıştı. Üstelik bunun için on iki varlığın ellerini bile oynatmaları gerekmemişti. Işıktan duvar ipek bir örtü gibi bir süre daha önlerinde asılı kaldı ve sonra geceye karıştı. Aynı anda yeniden çekilmişti yaylar. Bu kez Şeytan'la birlikte serbest bıraktı Aslan gücünü. Onun inşa ettiği duvar önlerinde yükselip okları durdururken Aslan'ın ateşi rakiplerinin üstüne püskürmüştü.

Faydası yoktu. Aslan'ın büyülerinin ya da Şeytan'ı karanlığının tatmadığı bir güçtü karşılarındaki ışık. Sınır'a ait değildi. Onlarla savaşmıyor, onları tamamen yutmak için saldırıyordu. Kendi aklı, gitmek istediği bir yol vardı sanki. Anbean şiddetleniyordu Şeytan'ın hiddeti, öfkesi, çaresizliği. Onun yaşadığı kafa karışıklığını zihninin içindeki seslerden hissediyordu Aslan. Bu başına gelenin kimin oyunu olduğunu sorguluyor, hiçbir sonuca varamıyordu. Bir an önce kazandığına emindi halbuki. Vahşice katletmişti tüm düşmanlarını. Yok etmişti düşmüşleri. Kurtulmuştu İsimsizlerden. Ve Çember... Aslan'ın zavallı kurtarma girişimine rağmen hala zincirlendikleri yerde, akın akın üzerlerine gelen iblislerin merhametindeydiler. Müzik yaratıkları bir süreliğine durdurmuş da olsa şimdi yeniden dağa ataktaydılar. Aslan gibi onların da aklına emirler yağdırıyor olmalıydı Şeytan.

Sınır'daki hiçbir iblisin efendilerini bu eşsiz varlıkların ışığından koruyabilmeleri olası görünmüyordu. Ama Şeytan kolay pes edecek biri değildi. Kaybetme korkusuyla daha büyük bir hırs doldu gücüne, tüm kayaları yerinden oynatacak bir kararlılıkla saldırdı düşmanlarına. Aslan'ın da bu yıkıma katılmaktan başka şansı yoktu. Aldığı emirle ateşi Şeytan'ın açtığı kraterlere doldu, bir nehir gibi hedefine aktı. Bir kez, bir kez daha ve bir kez daha... Yılmıyordu Şeytan. Yılmasına izin vermiyordu Aslan'ın. Ama kara bir delikti karşılarındaki. Bir hortum gibi içine çekiyordu üstüne gelen ne varsa.

Yeni bir ok yağmurundan kıl payı kurtulduklarında omzunun üstünden Melissa'ya baktı Aslan. Sanki canına kastedilen o değilmiş gibi tepkisiz olanları izliyordu kız. Bakışları en ortadaki adamın üstündeydi doğrudan. O ana kadar Şeytan ne isterse yapmış, dünyayı yok etmenin eşiğine kadar gelmişti. Oysa şimdi öylece duruyor, gözlerini kırpmadan o adama bakıyordu. Onun neden kendini savunmadığını, neden hala o ölümcül dikenlerini çıkarmadığını bilmiyordu Aslan. Şok değildi artık Melissa'nın gözlerindeki, hayır. Bekliyordu Melissa. Şeytan'la savaşırsa kendini de Sınır'ı da kurtarabileceğini bildiği halde öylece bekliyordu.

Neden?

Melissa'yla göz göze gelebilse nedenini anlardı belki Aslan. Ama Şeytan da aynı şeyi fark etmiş, anında kızı elinden yakalayıp yanına çekmişti. Birlikteyken yenilmez olduklarını düşünüyordu. Gördüklerinden sonra kimse de aksini iddia edemezdi zaten. Ele ele tutuşmalarıyla anında parlamıştı hala bedenlerinde olan rünler. Sıcak bir rüzgâr esti Aslan'ın üstüne, ayaklarının altı ısındı. Güneş ikisinin ortasına doğuyordu bir kez daha. Buram buram yayılıyor, dalga dalga büyüyordu ateş. Hiçbir şey değilse de bu ortak güç karşılarındaki varlıkları durdurmalıydı.

Ama... bir farklılık vardı bu sefer. Asla eskisi gibi kuvvetli değildi ortaya çıkan güç. Bir adım gerideydi artık Aslan, belki de o yüzden Şeytan'ın göremediğini görmüş, Melissa'nın diğer elini yumruk yaptığını fark etmişti. Kızın bileğinde sallanan bileklik bir yıldız gibi parlıyor, ışık ağır ağır avucuna akıyordu. Teninde ışıldayan altın renkli şekillere tezat berrak bir beyazdı bileklikten yayılan. Bir su birikintisi gibi dallara ayrılarak koluna yayılıyor, geçtiği yerlerde rünler teker teker sönüyordu. Ateşi tükenen bir mum gibiydi Melissa. Az sonra kolu tamamen karanlıkta kalmıştı. Bilerek gücünü geri çekiyordu sanki. Ama neden? Şeytan'la savaşıp kendi hayatını kurtarabilecekken onları yenilmez kılan büyüden vazgeçmesinin ne anlamı olabilirdi ki?

Neden lanet olsun, neden?

Bu soruyla patlayacaktı Aslan'ın beyni. Fakat o an düşüncelerini delip geçti korku. Kalbine ulaşıp diğer tüm hisleri yuttu. Sonunda serbest bırakmıştı Şeytan biriken enerjiyi. Onun ve Melissa'nın bedenlerinden fırlayan ateşten dikenler bir bulut gibi kapladılar gökyüzünü, doğrudan düşmanlarının üstüne indiler. Aynı anda karşı taraftan serbest kalan ışıktan oklarla buluşmuşlardı yolun yarısında. Nefesini tuttu Aslan, savaşın gidişatının tam o an belirleneceğinin farkındaydı. Aklı olan kimse on iki okun Şeytan'ın yarattığı ateşten ağın içinden geçebileceğini düşünmezdi. Şüphesiz ki karanlık ışığı yiyecek, dikenler on iki varlığı delip geçecekti. Ama havada çarpıştıkları gibi ikiye, üçe, hatta dörde ayrıldı her bir ok. Artık on iki ok değil, onlarca ışıktan bıçak vardı üzerlerine gelen. Ve hiçbiri Melissa dışında bir yöne gitmiyordu. Sadece ama sadece onu yok etmeye programlanmışlardı.

Aslan'ı harekete geçiren Şeytan'ın komutu değildi. Hatta kendini Melissa'nın önüne atıp kız için etten bir duvar olduğunda daha yeni işitmişti onun sesini kafasının içinde. Yine de oradaydı. Bilerek, düşünerek, tamamen kendi isteğiyle... Kolları Melissa'nın etrafına dolanıp göğsüne bastırmıştı onu. Tam o an sol omzunu yutan acı olmasa kızı asla bırakmaz, üzerlerine çöken ne kötülük olursa olsun onu korurdu. Oysa aldığı darbeyle dünya sarsılmış, gözü kararırken bedeni kontrolsüzce yere çarpmıştı. Bıçaklardan birinin kendine isabet ettiğini düşünebildi sadece. Sonra Melissa'nın çığlığı çınladı kulaklarında.

"Aslan!"

Yüzüne dokunan elleri öyle iyi tanıyordu ki Aslan, dönüp bakamadığı halde Melissa olduğunu anlamıştı. Tekrar tekrar ismini söylüyor, bir yandan şefkatle yanağını okşuyordu kız. İyiydi demek. Aslan onu korumayı başarmıştı. Sevinemedi bile. Aklının içinde kükrüyordu Şeytan. Kalkmasını, mücadeleye devam emesini emrediyordu. Bedeninin itirazlarından daha güçlüydü Aslan'ı köle eden büyü. Omzundan koluna yayılan sıcak kana, bedeninin sol tarafını ele geçirmiş acıya rağmen tek dizi üstünde doğrulmayı başardı.

"Aslan, dur!" demişti Melissa onunla birlikte düştüğü yerden. Eli uzansa da oğlanı durdurmayı başaramadı. Şeytan'ın sesi yeniden Aslan'ın aklındaki diğer her şeyden üstündü. Şimdi bir kez daha onun yanında saldırmak için bekliyordu Aslan. Ama bu defa Şeytan'ın kullandığı Melissa'yla arasındaki bağ değildi. İki yana açtığı elleriyle yeni bir kalkan yaratmıştı etraflarında. Öyle öfkeliydi ki, nefreti gücünü besliyordu.

"Hayır!" diye bağırdı bir kez daha Melissa. "Durun!"

O daha ayağa kalkamadan yeniden yağdı oklar. Yeniden saldırdılar Melissa'ya. Şeytan'dı bu kez onu kurtaran. Siyah bir duman sarmıştı etraflarını. Bir koza gibi içine aldı onları. Işıktan okları bir şekilde durdurmayı başarmıştı, ama kalıcı bir koruma değildi bu. Sis hızla dağılırken yeniden çırılçıplak karşısındaydılar düşmanlarının. Bacakları titriyordu Aslan'ın. Kolunu vuran ışık içindeki iblisle cebelleşiyor, her an onu biraz daha hasta ediyordu. Sendelediğinde onu diğer kolundan yakalayıp düşmesine engel olan Melissa'nın elleriydi. Etrafında dönen dünyaya rağmen hayretle kıza baktı Aslan. Neden ona yardım ettiğini, niye şefkat gösterdiğini sormak istiyordu. Ama Melissa'nın gözleri dosdoğru karşısındaydı.

"Durun!" diye bağırdı Aslan'ı bırakmadan. "Durun artık yeter! İşe yaramıyor, yaramayacak!"

Şeytan da Aslan kadar şaşkındı. Öfkeyle kıza döndü, çatık kaşları altından Melissa'ya baktı ne yaptığını anlamak için. Kızın onları kurtaracak bir yol bulduğunu düşünmek istiyordu. Fakat Melissa onunla göz göze gelmek yerine başını son bir kez Aslan'a çevirmiş, dudakları bir şey söylemek isterce aralanmıştı. Bastırılmış, muhtemelen asla akmayacak yaşlar vardı göz pınarlarında.

"Melissa!" dedi Şeytan dişleri arasından. Bir cevap bekliyordu. Kızın yanına gelmesini, yeniden onunla mücadele etmesini... Ona ulaşamadığında Aslan'a yüklendi bu kez. Kalkmasını emretti. Onun için savaşmasını. Onun için ölmesini...

Ama Aslan henüz keşfettiği cevaplarla zaten ölmüştü. Nefes almıyordu artık. Şeytan gibi Melissa da zihninin içindeydi o an. Sesi Şeytan'ın çığlıklarından bile kuvvetliydi. Bir şiir gibi akıyordu sözleri Aslan'ın kalbine. İtiraz edemeyeceği kadar hızlı, inkâr edemeyeceği kadar gerçekti. Tam her şeyin bittiği o son anda olmasalar duyduklarını yalanlayabilirdi Aslan. Şu zamana kadar kendi inançlarıyla inşa ettiği duvarların ardına sığınabilirdi. Oysa kaybedecek hiçbir şeyleri kalmamıştı. Melissa'nın son sözleriydi duydukları. Bir vedaydı bu.

"Hayır..." diyebildi sadece dehşet içinde. Pişmanlık, çaresizlik, korku... Kalbine saldıran tüm duygularla Melissa'ya uzanmak istedi. Çok geçti.

"Özür dilerim," demişti Melissa daha ona dokunamadan. Sonra kopkoyu bir hiçlik oturdu kızın gözlerine ve on iki varlığa dönüp bağırdı.

"Ben hazırım."

*

Melissa sadece bir an için durdurabilmişti zamanı. Anlatmak istediği bir destandı, oysa birkaç cümle için bile yeterli değildi vakit. O da içinden gelen tek şeyi söyledi.

Seni seviyorum Aslan. Hep seni sevdim. Sadece seni.

Bundan başka hiçbir şeyin anlamı kalmamıştı zaten. Edeceği itiraflar geri getirmeyecekti kaybettikleri anları. Düzeltmeyecekti geçmişi. Yerine koyamazdı hiçbir söz o ana kadar yakıp yıktıkları dünyayı. Bunu bilerek, kalbinde koca bir özürle bıraktı son sözlerini Aslan'ın düşüncelerine.

Başka bir yol olmasını istedim. Ama yok. Bu savaşı ben bitirmek zorundayım Aslan. En başından beri tek yol buydu. Biz Şeytan'ı yakaladığımızda aranızdaki bağ kopacak. Aileni kurtar ve buradan kaç.

"Hayır!" dedi Aslan dehşetle. Melissa ona bir an uzun baksa kendi sözlerini unutup tek arzusuna sarılabilirdi. Aslan'ın ona uzattığı eli tutar, dünyanın yok olmasına dahi izin verirdi. Ama o dünya yıkıldığında ilk altında kalacak kişiydi Aslan. Sevdiği herkes için çıkmıştı Melissa bu yola ve sonunda uçurum olduğunu bilse de yolculuğu tamamlamaktan başka seçeneği yoktu artık.

Şu ana kadar çabaladıkları, ona son bir şans vermeye çalıştıkları için On Üçlere minnettardı. Doğrudan Şeytan'a saldırabilirlerdi. Oysa Emre'ye ulaşmak, Şeytan'ı onun bedeninden çıkartacak bir yol bulmak için son saniyeye kadar zoru denemişlerdi. Ancak bu sayede sonsuza dek Şeytan'ı hapsedecek kafese mahkûm olmaktan kurtulabilirdi Melissa. Ancak Emre onun yerine geçerse bir hayatı olabilirdi.

Melissa bu gerçeği her şeyden iyi biliyordu. O yüzden dağda geçirdiği sürenin her saniyesinde Emre'ye ulaşmayı denemiş, sonunda kendini Şeytan'ın kollarına bile atmıştı. Ama On Üçlerin planlarını onun için değiştireceklerini asla hayal edemezdi. Başta anlamamıştı zaten, hatta oklar üzerine çevrildiğinde paniğe kapılmış, yeniden ihanete uğradığına inanmıştı. Ama profesörün her zamanki gibi daha büyük bir planı vardı. Kızın saldırı altında olduğunu gördüğünde Emre'nin kayıtsız kalamayacağını düşünüyordu. Melissa daha o gün aynı şeyi denememiş olsa, Emre neredeyse Şeytan'ı kabuğundan söküp atıyor olmasa belki başarırlardı da. Ama ikinci kez oğlanın onu alt etmesine izin vermeyecekti Şeytan. Melissa'yı tüm gücüyle savunmuş, yine de Emre'nin yüzeye çıkmasına izin vermemişti.

On Üçlerin inatla hala denemeye devam ettiklerini görüyordu Melisa. Ama o daha fazla sürdüremezdi bu oyunu. Aslan'ın aldığı yara son nokta olmuştu karar vermesi için. Kızı korumak için düşmanlarının önüne onu atmaya devam edecekti Şeytan ve Aslan'ın o oklardan ikinci bir kez kurtulmasının şansı yoktu.

Melissa Aslan'a, kalbine, umut ettiği hayata tamamen arkasını dönmeden önce "Özür dilerim." dedi. Ve hayatında hiç sahip olmadığı bir kararlılıkla On Üçlere bağırdı. "Ben hazırım."

Aslan ona uzandığında o bir adım öne atıp bileğine dokunmuştu. Kurtulmayı bekleyen ışık anında karşılık verdi parmaklarına. İçine saklandığı bileklikten fışkırıp Melissa'nın etrafını aydınlattı. Işıktan bir kılıçtı artık onun ellerinde. Aynı anda yaylar şekil değiştirmiş, on iki eşsiz kılıca dönmüştü. Ortalarındaysa iblislerin efendisi duruyordu. Daha tepki veremeden On Üçler bir çember olmuştu onun etrafında. Kuş, kafesteydi.

"Sen..." dedi Şeytan gözlerini Melissa'dan ayırmadan. Kapkaraydı gözleri, gölgeler tüm beyazlarını yutmuştu az sonra. Dişleri zangırdıyordu ağzının içinde. Varlığının değişmez bir parçasıydı ihanet, yine de ona atılan kazığı anlamışa benzemiyordu. Melissa... Onun Melissa'sı... Onca zaman kalbinde taşıdığı bir zehirdi meğer. Şeytan bir gelecek hayal etmişti onunla. Ayrılmaz bir parçası gibi görmüştü kızı. Herkes arkasını döndüğünde o durmuştu Melissa'nın yanında. Kanatları altına almış, korumuş, bir ev vermişti. Kim bilir, kendi bencil dünyasında sevmişti bile belki Melissa'yı.

Kalbinde ufacık bir yerin onun için üzülüyor olması gerektiğini biliyordu Melissa. Oysa hissettiği tek şey koca bir boşluktu. Kıyamet öncesi gibi sessizdi sonunda kalbi, zihni. Hiç olmadığı kadar emindi attığı adımdan. Her şeyden üstün olduğunu zanneden küstah bir varlıktı Şeytan. Yok etmeye çalıştığı dünyayla tamamlandığını, o sayede var oluşunun anlam kazandığını, her şey gibi kendinin de tüm kâinatın bir parçası olduğunu görmemiş, görmek istememişti. Ve bugün, asırlardır beklenen ilahi adalet yerini bulacak, onu kaybettiği idrakiyle buluşturacaktı.

Şeytan bir kez daha "Sen..." dediğinde bir hırıltıydı artık sesi.

Korkmak yerine kılıcını havaya kaldırdı Melissa diğer On Üçlerle birlikte. Şeytan tam üzerine atıldığı anda önüne saplamıştı her biri kendi kılıcını. Öyle hızlı yayıldı ki ışık, bir çember olduğunu ve bu ağın içine sıkıştığını ancak ona çarptığında idrak edebilmişti Şeytan. Geri savrulduğunda acıyla haykırarak yere düştü. Bir kubbenin tam ortasındaydı artık. Dantel gibi etrafını saran ve üzerini örten ışık canını öyle yakıyor olmalıydı ki Melissa'nın hiç şahit olmadığı bir öfke vardı yüzünde. Yerden kalktı hızla, yeniden denedi saldırmayı. Her başarısızlığında biraz daha çatırdıyordu kendine olan güveni.

Yine de histerik bir kahkaha attı. "Beni böyle durdurabileceğinizi mi sanıyorsunuz, ha?"

Hala yenilmez olduğunu sanıyordu. Hala dilediği an bu çıkmazdan kaçıp kurtulabileceğini, doğru zamanda yeniden saldırabileceğini düşünüyordu. Büyülü yüzüğü onu dünyanın herhangi bir yerine anında ışınlayabilirdi ne de olsa. Ama ışığın tüm büyülerden üstün olduğunun farkında değildi maalesef. Şeytan'ın eli yüzüğüne ulaştığında onun suratındaki çok bilmiş sevince odaklandı Melissa. Yüzük işlevsizce parmağında durur, Şeytan hiçbir yere gidemezken o sevincin çürüyüşünü seyretti keyifle.

Son umudunun da ellerinde parçalandığını gördüğünde "Hayır!" demişti Şeytan dişleri arasından. "Hayır! Hayır!"

Korku vardı artık öfkesinin merkezinde. Bir kez daha Melissa'ya döndü gölgeler avuçlarında büyürken. Gücünü serbest bıraktığında depremle sallanmıştı dağ. Kayalar kopuyor, lavlar köpürüyor, ama ne On Üçler ne de Melissa yerinden kıpırdıyordu. Sadece bir defa Aslan'a bakmak için başını oynatmıştı Melissa. Işık nasıl Şeytan'ı içeride tutuyorsa dışarıdan herhangi bir müdahaleyi de imkânsız kılıyordu. Kıza ulaşmayı denemişti Aslan. Kendindeydi sonunda, ışıktan kafes sayesinde Şeytan'la bağı tamamen kesilmiş olmalıydı.

Ama Melissa için yapabileceği hiçbir şey yoktu artık. Şimdi ikisinin de kendi savaşlarını kazanması gerekiyordu. Aslan'ın iblislere karşı, Melissa'nın ise Şeytan'a... Ailesinin hayatı söz konusu olmasa bu gerçeği kabullenemezdi Aslan. Onu asla bırakmazdı, biliyordu Melissa. Ama sonunda pes etmiş, çaresizce melezlerin yanına koşmuştu. İblisler terastaydı yeniden. İlk hedefleri ışıktan kubbeyi yıkmak olsa da Çember üyelerini es geçmiyorlardı. Aslan'ın bir bir melezleri bağlayan ateşten zincirleri kırdığını gördü Melissa. Serbest kalan her melez anında savaşa katılıyor, ateşiyle iblisleri yakıp yıkıyor, diğer melezleri kurtarıyordu.

O cephede savaş ancak On Üçler başarılı olursa kazanılabilirdi. O yüzden yeniden önüne döndü Melissa. Daha sıkı sarıldı silahına. İnatla saldırıyordu Şeytan. Kılıçların saplandığı yerlerden ona doğru uzayan ışıktan damarları fark etmişti. Çok yakında tüm yol kapanacak, ayaklarından başlayıp Şeytan'ın tüm bedenini yutacaktı. Bu korkunç sonu durdurmak için bir kez daha gücünü serbest bıraktı Şeytan. Işıktan ağa yapıştı karanlığı. Onu bir çorap gibi sökmek için asıldı tüm varlığıyla. Kılıçlar birlikte olduğu sürece bu kusursuz bağı asla kıramayacağını bilmiyor gibiydi.

Acıyla haykırdı. Öyle zorluyor olmalıydı ki gücünün sınırlarını siyah damarlar beliriyordu derisinin her köşesinde. Bu şekilde devam ederse Emre'nin bedenini kendi elleriyle parçalayacaktı. Biliyordu Melissa, çünkü gücünün vücuduna sığmayacak kadar kontrolü kaybettiği zamanlar olmuştu. Hem de birden fazla kez. Şimdi dışarıdan izlediği bu yıkım ona sadece kendini iyi hissettiriyordu.

"Hayır," diyordu Şeytan kafese tıkılmış vahşi bir hayvan gibi sağa sola koştururken. Saldırmak için kullandığı ateş kafesten sekip yine ona dönüyor, kendi kendini yakıyordu. Çember'in artık tamamen serbest kaldığının ve iblislerini birer birer öldürdüğünün farkında mıydı bilmiyordu Melissa. Tüm hiddeti, tüm nefreti onu esir almış varlıklaraydı o an.

"Beni böyle yok edemezsiniz!" diye kükredi. Hırsı yutmuştu dudaklarından dökülen her heceyi. Bir karşılık almayı beklemediği ortadaydı. O yüzden profesör konuştuğunda panikle ona döndü.

"Seni yok etmeyeceğiz," demişti profesör. Sakin, kendinden emin, taşıdığı kılıç gibi kırılmazdı. Işığın gücünden daha çok sarsmıştı Şeytan'ı sözleriyle. "Yok olmak için yaratılmadın," diye devam etti. "Varlığın düzenin değişmez bir parçası. Hep de öyle olacak. Biz, On Üçler, Tanrı'nın emriyle sana bekçilik etmek için gönderildik. Işığımız zindanın olacak. Varlığın bu kafeste sonsuza dek sürecek."

Şeytan anlamışa benzemiyordu. Melissa içinse tüm cevaplar hiç olmadığı kadar açıktı sonunda. Defalarca kez dinlemişti profesörden amaçlarını. Kabuk'ta aldığı eğitimin tek amacı bu gerçeği görmesiydi aslında. Ama ancak şimdi, her şey gözleri önünde vuku bulurken bu farkındalığa eriyordu Melissa. Yaşamı var eden olgunun adıydı ikilik. Yalnızca iyi diye bir şey yoktu. Ancak kötü varsa var olabiliyordu iyi de. Mutlak bir ışığın içinde hiçbir şey göremezdin. Gölge gerekiyordu renkleri seçebilmek için. Ve Şeytan bu düzendeki gölgeydi, terazinin karanlık tarafıydı. Hep var olacak, ona ihtiyaç olduğunda yeniden ortaya çıkacak, insanlığa kaybettiği renkleri hatırlatacaktı. O zamana kadarsa, onu kafeste tutacak bir eldi Melissa. Diğer On Üçler gibi bir elçiydi.

Şeytan "Hayır!" diye itiraz ettiğinde bunun yersiz bir çaba olduğunu söylemek istedi ona. Daha fazla mücadele etmesinin ne anlamı vardı? Kafes tamamlandıkça bağı tüm ruhunda hissediyordu Melissa da. Tuttuğu kılıçla bir bütündü artık. On Üçlerden biri, ışığın parçasıydı. Bu sınırsız düzlemde karanlığı kucaklayacak, onunla birlikte var olacaklardı sonsuza dek.

Ama öyle düşünmüyordu Şeytan. Pes etmeyecekti son ana kadar. Hala bir planı vardı, çünkü öyle yaratmıştı Tanrı onu. Kimsenin bakmadığı karanlık köşelerde bulurdu her zaman cevabını, yine öyle yapacaktı. Yeni bir saldırıyla ışıktan kafesi yıkmaya çalışmak yerine bambaşka bir hedef seçti kendine bu kez. Yumruklarını sıktığında titredi yer. Kayalar sallandı ve yerlerinden oynadı. Bir an sonra üstlerine yıkılmaya başlamıştı dağ. Melezler taş yağmurundan kendilerini korumak için kaçışırken ışığın onları koruyacağının eminliğiyle bekledi On Üçler. Halbuki Şeytan'ın saldırdığı onlar değildi zaten. Düşmanları arasındaki en zayıf halkanın kim olduğunu ve onun en büyük zaafını biliyordu. Tarifsiz bir hazla baktı Melissa'ya. Minik bir bilek hareketi koca bir kayanın kopup tam hedefinin üstüne uçması için yetmişti.

Aslan! Hayır!

Kalbi durdu Melissa'nın. Elbette bunun bir oyun olduğunu biliyordu. Zafere bir nefes kala tüm planı mahvedecek, aptalca bir şey yapamazdı. Ama o aptal kız Aslan'ın göz göre göre ölmesine izin vermeyecekti. Bile bile düştü tuzağa. Son anda ellerinden biri kılıcın kabzasını bırakıp havaya kalkmış, çarpışmaya saniyeler kala kayayı parçalara ayırmıştı. Bum! İyiydi Aslan. Bedenine isabet eden taşlar omuzundaki yaradan daha büyük bir iz bırakmamıştı geride. Hemen kılıca döndü Melissa. Nefes bile almamıştı iki hareketi arasında. Bir saniye değil, bir salise değil, bir an geçmişti aradan sadece. Ama o bir an yeterliydi Şeytan için.

Yüzüğüne uzandı vakit kaybetmeden. Kılıçların arasındaki bağ kırıldığından artık özgür olduğunu biliyordu. Profesör tam o an ışıktan kırbacını kullanıp yüzüğü taşıyan parmağı elinden ayırmasa dilediğini de yapar, sırra kadem basardı. Oysa fışkıran kanla birlikte kopup gitmişti parmak. Anında bir kılıçtan diğerine sekti ışık, göz açıp kapayana dek birbirine ördü on üçünü de. Şimdi Şeytan bir kez daha kafesin içinde tutsaktı. Yüzüğü yoktu. Şansı tükenmişti. Onun kapana kısılmış bir hayvan gibi yakarmasını bekledi Melissa. Ama Şeytan gülümsüyordu. Çünkü o Şeytan'dı. Bir b-planı yoksa a-planı da olamazdı onun. Elbette yüzük tutunduğu tek dal değildi.

Buz kesti Melissa. Aklı gördüklerini yalanlamak için türlü açıklama üretiyor, ama bir tanesi bile gerçeği değiştirmiyordu. Aslan... tam önündeydi artık. Kafes kırıldığında yeniden çalışmaya başlamıştı büyü. Yeniden Şeytan'a bağlamıştı Aslan'ı. On Üçler yüzüğe odaklandığında Şeytan da kulunun zihnine ulaşmış, yanına gelmesini emretmişti. Ve artık tek bir tutsak yoktu kafesin içinde. Dehşetle Şeytan'a baktı Melissa. Kazanmanın haklı gururuyla gülümsüyordu iblislerin efendisi. Zorla Aslan'a kaydı Melissa'nın gözleri. Tanıdığı adama ait değildi karşısındaki yüz. Bir kez daha Şeytan'ın kölesiydi oğlan. Ve başına geleceklerden habersiz, anahtarı Melissa'nın elinde olan bir zindanda hapisti. 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top