33
Şeytan Davut'u dinlemeyi bir süre önce bırakmıştı. Çember üyelerini yakalamakla ilgili planı onun ağzından tekrar tekrar duymaya ihtiyacı yoktu. Her şeyi bizzat kendi kurgulamıştı zaten. Planın kusursuz olduğunu biliyordu. Karşısındaki hazineyse hala esrarengiz bir bilmeceydi onun için. Doya doya bakmak, keşfetmek, anlamak istiyordu. Melissa elini ucundan lav akan çeşmeye doğru uzattığında ilgiyle kızı izledi. Ateşin mi yoksa kendinin mi daha tehlikeli olduğunu anlamak ister gibiydi Melissa. Alevler parmaklarına sekip avucuna ilerlediğinde onunla dans eder gibi kollarını oynattı. Üzerindeki altın işlemeli elbiseden daha parlaktı teni, içinde yalımların dans ettiği gözleri... Şeytan'ın varlığını fark etmesi uzun sürmemiş, başı ona çevrilirken ateş elinden kurtulup çeşmeye geri dönmüştü.
"Git," dedi Şeytan gözünü Melissa'dan ayırmadan. Davut bir şey demek için ağzını açtığında sonraki komutuyla adamı durdurmuştu. "Melezi büyük salona getirsinler. Sen de askerlerine hazır olmalarını söyle. O çocuk bugün konuşacak. Siz de bugün yola çıkacaksınız!"
Davut heyecanla başını sallayıp yanından çekilirken Şeytan Melissa'ya bakmayı sürdürdü. Sözlerini özellikle onun duymasını istemişti. Olanlardan sonra kızın hala melez oğlana karşı zaafı olabileceğini düşünmesi delilikti aslında. Elleriyle yok etmeye kalkmıştı Melissa Aslan'ı. Şansı olsa başladığı işi hemen bitirirdi muhtemelen. Maalesef ki o Şeytan'dı, yeryüzüne ektiği kuşku tohumlarından en büyük nasibi kendi almıştı. Bir kusur arayan gözlerini durduramıyor, zehirli şüpheler üreten düşüncelerine engel olamıyordu. Ama Melissa'nın yüzü tüm kuşkuları boşa çıkartacak kadar tepkisizdi yine. Ailesini kaybettiği evde onu insan yapan tüm duygularını da bırakmıştı sanki.
Dünyadan döndüklerinden beri dikenlerle çevrili bir gülü okşamaya çalıştığını hissediyordu Şeytan. Tek bir bileklikle çıkmıştı Melissa apartmandan. Sınır'a döndükleri andan beri de bir daha ağzını açmamıştı. O sustukça etrafındaki karanlık daha da koyulaşıyordu. Dağı aşıp Sınır'a yayılan öfkesini hissetmeyen tek bir iblis yoktu muhtemelen. Tüm kainatla savaştaydı Melissa. Her şeyini elinden alan melezlerle melekler yetmezmiş gibi hala hiçbir şey yapmadığı için Şeytan'a da kızıyordu sanki.
Yine aynı suçlayıcı ifadeyi görebiliyordu onun kırıklarla dolu bakışlarında Şeytan. Kızın aklından geçenleri okumayı denediyse de birbirinden kopuk, işlevsiz kelimelerden ötesini yakalayamamıştı. Önceden gardını düşüren ve onu güçsüz bırakan ne varsa kesip atmıştı Melissa. Bu haliyle hem çok tehlikeli, hem de karşı koyulmazdı. Ve Şeytan ölümcül bir oyun oynadığını bildiği halde kızın dönüşümünü izlemekten inanılmaz bir haz duyuyordu. Yeri süpüren kaftanının hışırtıları eşliğinde onun yanına ilerleyip elbisesinin eteklerine çömeldi. Elini tuttuğunda kelimelerinden önce ateşiyle kızın tenine akmıştı düşünceleri.
"Sana verdiğim sözü tutacağımı biliyorsun, değil mi?"
Melissa başını oynatmadan önce bir süre beklemişti. Sonra belli belirsiz kırpıştı kirpikleri. "Nasıl?" diye sordu.
Acele etmedi cevap için Şeytan. Kızın elinin üstüne minik bir buse bırakıp güçlerinin birbirine karışmasına izin verdi. Tüm kapıları açacak anahtarın Aslan olduğunu zaten biliyor olmalıydı Melissa. Asıl sormak istediği melez oğlanın kilidini nasıl kıracaklarıydı. Muhtemelen tamamen Şeytan'ın kontrolünde olan bir melezden bilgi almanın neden bu kadar uzun sürdüğünü anlayamıyordu. Haklıydı elbette. Hala büyüyle Şeytan'a bağlıydı çocuk. Hala onun kölesi, o ne isterse yapacak bir kuklaydı. Ama İsimsizler'in müdahalesi işleri değiştirmişti. Evet, Aslan'la arasındaki bağı ortadan kaldırmayı başaramamıştı İsimsizler, ama Şeytan'ın onun zihnindeki en önemli köşelere ulaşmasını engellemişlerdi. Melez çocuğun aklındaki her şey bir sis bulutunun ardında gizliydi artık ve aradığı bilgilere ulaşmak için Şeytan'ın o sisten kurtulması gerekiyordu.
Tam da bu yüzden dünyadan döndüklerinden beri en güçlü iblisleri Aslan'ın üzerinde çalışıyor, onun zihninin katmanlarını tek tek soyup duvarlarını bir bir yıkıyorlardı. Sadece bir kez oğlanı ziyaret etmişti Şeytan. Onun karşısında hırslanıp iyice direnç göstereceğini düşünüyordu çocuğun. Oysa gözünü tavandan bir an olsun ayırmamıştı Aslan. Nasıl Melissa o evden çıktığından beri kapalı bir kutuysa Aslan da ruhu çekilmiş bir et yığınından farksızdı artık. Savaşmıyor, karşı koymuyor, doğrulmayı bile denemiyordu. Onu yatırdıkları lahidin üstünde bedenine yapılan işkenceleri hissettiğinin tek belirtisi gözünden süzülen yaştı. Şeytan kulağına onu kışkırtacak en zehirli sözleri fısıldamış, yine de tek bir kelime karşılık alamamıştı.
Neyse ki böylesi Şeytan'ın çok daha işine geliyordu. Melissa'nın karanlık tarafa geçtiğine inanan, gelecekten umudunu tamamen kesmiş bir Aslan en olmadık yerlerde ortaya çıkıp dünyayı kurtarmaya çalışan sevimsiz bir Çember üyesinden çok daha faydalıydı. Üstelik, sonunda iblisleri Şeytan'a güzel haberi vermiş, oğlanın hazır olduğunu duyurmuşlardı. Tıpkı Davut'a söylediği gibi "Bugün," dedi Şeytan Melissa'ya da. "O çocuk bugün konuşacak. Güven bana."
"Peki ya sonra?"
Hım... sonra mı? Sonrasında Şeytan İsimsizleri, düşmüşleri, tüm düşmanlarını bir bir yok edecek, Çember üyelerini yakalayıp dağa getirecek, onları korkunç bir ayinle kurban edecek ve açığa çıkan güçle dünyaları bir edecek büyüyü yapacaktı. Elbette şimdilik bu detaylarla kızın kafasını doldurmaya gerek yoktu. Tek bir gerçek vardı önemi olan. "Sonra Melissa..." dedi keyifle. "Sen ve ben yepyeni bir dünya yaratacağız." Melissa anlamamış gibiydi. Ama Şeytan kızın cevap vermesini beklemeden elinden tutup ayağa kaldırdı. "Gel hadi. Bizi bekliyorlar."
Karşı koymadan bir kuş gibi yerinden havalanmıştı Melissa. Şeytan'ın elini bırakmadan, onun yanında süzüldü koridorlarda. İkisi böyle yan yanayken kendinden geçiyordu duvarları süsleyen desenler. Ateş en güzel tablolarıyla sarmalıyordu etraflarını. En son cennet bahçelerinde tattığı, bal tadında bir yağmur çiseliyordu Şeytan'ın tüm karanlık düşüncelerinin üstüne. İçindeki çatışma hafifliyor, keskin köşeleri yumuşuyordu. Melissa'ya dokunduğu sürece Emre bile sakin, uysal bir kediydi zihninde.
Sonunda dağın öteki ucuna uzanan köprüyü geçip basamakları tırmandıklarında büyük salonun görkemli kapısına gelmişlerdi. Ancak o zaman istemediği halde kızın elini bıraktı Şeytan. Karşısındaki manzarayı görmesi ve anlaması için Melissa'ya izin verdi. En ortada, mermer zeminde dizleri üstünde duruyordu Aslan. Üzerindeki cüppeden gördüğü işkencenin gerçek boyutunu anlamak imkânsız olsa da yere düşmüş başı ve kamburlaşmış sırtıyla o gururlu melezden bir hayli uzaktı o an.
Etrafında tetikte bekleyen iblisler efendilerinin hareketiyle kapüşonunu aşağı çekip oğlanın suratını ortaya çıkarttı. Şakaklarından halka halka alnının ortasına uzanan kesikler kabuk bağlamış, ela gözleri kan içinde kalmıştı. İblis cüppeyi tamamen üzerinden çektiğinde üst bedeninin kalanı ortaya çıktı bu kez. Birbirine geçmiş onca sembol, bazısı hala açık yaralar, paramparça edilmiş dövmesinden kalan eciş bücüş şekil...
Melissa ona doğru bir adım attığında Şeytan özellikle geride kalmıştı. Bakışları melezin tükenmiş bedeninde değil kızın suratındaydı. Pişman mıydı Melissa? Oğlanı böyle görmek ona geçmişi hatırlatmış mıydı? İnsafa gelecek, Şeytan'a ihanet edecek miydi? Bir adım daha attı çocuğa doğru Melissa. Ve sonra bir adım daha. Tüm kulları ondan emir beklerken Şeytan başka tek bir ayrıntı görmeden kızı izliyordu. Melissa tam karşısına geçmişti şimdi Aslan'ın. Gözleri bir an çocuğun boğazına bıraktığı yanık izine kaydı. Tam şu an kırılabilir, gerçek hislerini belli edebilirdi. Oysa hala taştan bir heykel gibi ifadesizdi suratı. En ufak bir duyguyu yakalayamıyordu Şeytan onun koyu karanlığında. İşte yine dikenleriyle ulaşılmaz bir kundağın içine kapamıştı Melissa kendini. Her ne düşünüyorsa Şeytan anlayamıyor ve bu durum onu kabul etmekten hoşlanmayacağı kadar huzursuz ediyordu.
Fakat sonra yüzünü ona döndü Melissa ve o yüzde, evinin önünde tüm dünyaya meydan okuyan kızı gördü Şeytan yeniden. Hayır, pişman değildi Melissa. Tam tersini haykırıyordu sıktığı çenesi, çatılmış kaşları. "Nasıl?" diye sordu tıpkı çeşmenin başındaki gibi. Ellerinin yumruk olmuş harekete geçmek için sabırsızlandığı Şeytan'ın gözünden kaçmamıştı. Tüm endişelerini silen bir ferahlıkla yukarı kıvrıldı dudakları. Melissa'yla aralarındaki mesafeyi kapatıp kızın tam arkasına geçti.
"Bilmek istediğimiz her şeyi ona sen soracaksın," dedi keyifle. Melissa gözlerini karşısındaki enkazdan ayırmıyordu. "Hadi," dedi Şeytan kızı hafifçe sırtından iterek. "Onun aklını delik deşik et Melissa. Ailenin nerede olduğunu sor. İsimsizleri sor. Çember'in planlarını sor. Sor ki düşmanlarımızın her adımını bilelim. Sana yaptıkları her şeyin hesabını soralım onlardan."
Elbette bunu kendi de yapabilirdi Şeytan. Ama Melissa'nın Aslan'a böyle bir kötülüğü yapabildiğini görmek melezin aklından bilgileri almak kadar, hatta belki ondan bile önemliydi. Kız tepkisiz kaldıkça sabrı tükeniyordu Şeytan'ın. "Hadi," diye üsteledi.
Melissa cevap vermedi, başıyla onaylamadı, kıpırdamadı bile. Sessizlik uzadıkça şüpheleri giderek büyüyordu Şeytan'ın. Fakat sonra bir anda acıyla inledi Aslan. Midesine darbe almış gibi iki büklüm olduğunda bileklerindeki zincirlerler mermere çarpıp salonda şıngırdamıştı. İşte benim kraliçem diye düşündü Şeytan keyifle. Elini bile hareket ettirmediği halde canına okuyordu oğlanın. Zorlandığının tek belirtisi bir süre sonra burnundan gelen simsiyah kandı. Yine de Aslan'ın zihnini bırakmıyordu Melissa. Dudağına doğru süzülen kan gibi o da oğlanın aklının içinde akıyor, en yasaklı köşelere giriyor, ulaşılmaması gereken ne kadar bilgi varsa topluyordu.
Az sonra gözlerinden de kan gelmeye başlamıştı Melissa'nın. Aslan'ın yakarışları öyle şiddetlenmişti ki kolonları titretiyordu. Yine de durmadı Melissa. Oğlanın damarları giderek şişer, altın pırıltılar saçarken Melissa'nınkiler siyah bir örümcek ağı gibi bembeyaz tenini sarmalıyordu. Gölgeler gözlerini tamamen yutmuştu bir yerden sonra. Simsiyah bir boşluktu Melissa'nın bakışları. Hala olduğu yerde, hala hareketsizdi. Aslan'sa kıvranıyordu düştüğü yerde. Bedeni acıya direndikçe gücü serbest kalıyor, ateş etrafına zarar veriyordu. İblislerden biri tamamen kül olmuş, diğeri melezin gazabından kıl payı kaçmıştı.
Ve artık Melissa da titriyordu. Yanaklarından süzülen yaşlar siyah yollar olmuş, sol kulağından da kan gelmeye başlamıştı. Yumruklarından koluna kadar teninin tamamen siyaha döndüğünü fark etti Şeytan. Aslan'ın duvarlarını delip geçen zehir kızın kendi bedenine de yayılıyor, onu içten içe hasta ediyordu. Melez çocuğun Melissa'ya karşı koyduğunu sanmıyordu Şeytan. Aksi halde ikisinin güçlerinin savaşı bu salonu başlarına yıkardı. Ama Aslan'ın melez kanı onu koruyacak kadar akıllı, pes etmeyecek kadar kuvvetliydi. Bilinçsizce direnirken hem kendine hem de Melissa'ya zarar veriyordu Aslan.
"Melissa..." dedi Şeytan kızın bedenindeki sarsıntılar iyice şiddetlendiğinde. Bir yanı -onu Şeytan yapan bencil yanı- karışmamasını, istediğini elde edene kadar devam etmesini söylüyordu. Oysa o kafasının içinde ilk andan beri bağıran Emre'yi dinlemeyi seçti ve tam yere düşecekken Melissa'yı belinden yakaladı. O an Aslan'la kızın arasındaki bağ kesilmiş, Melissa'nın tüm gücü tükenip bedeni Şeytan'ın üzerine yığılmıştı. O an hiç tanıdık olmayan bir duyguyla sarsıldı Şeytan. Daha önce kendinden başkasını düşündüğü hiç olmamıştı. Oysa şimdi, kollarındaki ruha bir şey olmasından korkuyordu.
Gözleri kapalıydı kızın, ama vücudunun sıcaklığını hala hissedebiliyordu Şeytan. Onu kucaklayıp az ötedeki divana taşıdı. İki iblis anında yardıma koşup yastıkları düzeltmiş, kızı yatırması için yer açmıştı. Melissa'nın yanına çöküp yüzüne düşen saçları geri taradı Şeytan. Arkasında Aslan boğulurcasına öksürüyor, baskıdan serbest kalan bedeni kendini toparlamaya çabalıyordu. Umursamadı Şeytan, elini hayat vermek için Melissa'nın yanağına yerleştirdi. Gücü anında yolunu bulmuş, daha emir vermeden kıza akmaya başlamıştı.
O an kalbinde hissettiği Emre'nin paniği olmalıydı. Çünkü Şeytan asla kontrolü kaybetmezdi. Yine kaybetmeyecekti. "İşte böyle..." diye mırıldandı Melissa'nın damarları teninin altında kaybolurken. Zehir çekiliyor, Melissa yavaş yavaş kendine geliyordu. Kirpikleri kırpıştığında parmaklarını kızın gözlerinde gezdirdi Şeytan. Yanaklarındaki siyah yaşları sildi, dudaklarını okşadı. Melissa parmaklarını oynatana kadar diğer elinin kızınkini sıkıca kavradığının farkında değildi.
"Melissa..." diye mırıldandı yüzündeki her küçük harekete dikkat kesilip.
Kendine geliyordu sonunda Melissa. Önce kaşları çatılmıştı. Sonra başını iki yana salladı kötü bir rüyadan uyanmaya çalışır gibi. Ve ardından gözleri açıldı. Doğrudan Şeytan'ınkileri bulmuşlardı.
"Aldım," dedi Şeytan'ın konuşmasına izin vermeden. "Sorduğun tüm soruların cevabını ondan aldım."
Ve Şeytan o an bir kez daha emin oldu. Sonsuzluğu paylaşmak isteyeceği tek varlığı bulmuştu. İblisleri kızı odasına götürdükten çok sonra bile aynı divanda, yüzünde aynı tebessümle oturmasının nedeni buydu. Benim... diyordu tekrar tekrar. Benim, benim, benim! Önce Melissa, çok yakında tüm kâinat... istediği ne varsa onundu.
Şimdi tek bir şey kalmıştı yapması gereken, düşmanlarını bir bir avlamak. Davut'un çok geçmeden iyi haberlerle döneceğine emindi Şeytan. Ve o an geldiğinde, tüm savaşları bitirip yepyeni bir dünya yaratacak büyüyü yapacaktı. Kraliçesiyle el ele...
*
Sınır'da zaman akıyor, akıyor, akıyor ve Melissa geçen her anla biraz daha eriyordu. Evinden döndüğünden beri kaç gün geçmişti? On Üçleri en son ne zaman görmüştü? Aslan'ın aklına girmek zorunda kaldığı o korkunç anın ardından kaç asır yitip gitmişti? Bilmiyordu Melissa. Hesabı kaybetmişti artık. Bir fare misali aynı çarkın içinde dönüp duruyor, hiçbir yere varmadan baştan baştan aynı günü yaşıyordu. Bir kez daha yatağındaydı şimdi. Dağda attığı göstermelik turu bitirmiş, kendini yeniden odasına kapamıştı. Titriyordu. Yalnız kaldığı o ender anlardan biriydi bu ve gardını indirmesiyle gerçek acı yüzeye çıkmış, onu kıskacına almıştı. Bu kez de ölmeyeceğini biliyordu, ama keşke ölebilseydi. Keşke her şey bitse, ona fazla gelen bu ruhu üzerinden atabilseydi. Yapamazdı. Henüz değil.
Bunun yerine, kollarıyla bacaklarını sarmış, kendini canavarlardan korumak istercesine cenin pozisyonu almıştı. Oysaki en büyük canavar kendisiydi. Gerçek düşüncelerini saklamak için kullandığı güç öyle büyüktü ki hasta ediyordu bedenini. Zihnini devamlı çelik tellerle çevirmek, duygularını buzdan bir tabuta gömmek, her an tetikte, her an kontrolde olmak zorundaydı. Yok oluyordu Melissa. Her gün yudum yudum içtiği zehirle tüketiyordu kendini. Dağın her köşesi onu izleyen gözlerle doluyken nefes almak için bile indiremezdi maskesini. Duramaz, düşünemez, yaptıkları için üzülemez, günahları için gözyaşı dökemezdi.
"Ah..."
İnlemesi derinleştiğinde başını yastığa gömüp dişleriyle kumaşı ısırdı. Profesör canının yanacağını söylemişti, ama kendi gücünün onu yok etmeye çalışacağından hiç bahsetmemişti. Resmen içindeki karanlık ihaneti hissediyor, Melissa'nın bastırdığı deliklerden kurtulup yüzeye çıkmak için onunla savaşıyordu. Şeytan yaratmıştı onu. O bahşetmişti bu gücü ruhuna. Efendisine dönmek, onunla birleşmek istiyordu Melissa'nın her parçası. Ve etrafına ördüğü her duvarla karanlığın öfkesi biraz daha artıyor; Melissa'yı devirip hakikati ortaya koymak için bastırıyordu.
Onca zaman On Üçlerle Kabuk'ta çalışmamış olsa Şeytan şimdiye çoktan zihninin mağaralarına dalıp sırlarını söker alırdı. Ama Melissa onun tahmin edebileceğinden daha güçlü ve daha nefret doluydu. Şu ana kadar ondan beklenen rolden hiç çıkmamıştı. Şeytan'ın ininde, tam onun arzulayacağı suç ortağını oynuyordu. O son an gelene kadar direnecek, bu savaşın bittiğini görmeden de pes etmeyecekti.
Neyse ki garip bir şekilde güveniyordu Şeytan ona. Dünyadan döndüklerinden beri Melissa'nın yasına saygı göstermiş, kızın ailesinin başına gelenlerden ötürü intikam ateşiyle yandığına inanmıştı. Sessiz kalmak Melissa'nın da işine geliyordu. Ne kadar az konuşursa o kadar kolaydı zihnini zapt etmek. O da kederinin arkasına sığınıp tamamen içine kapanmıştı. Üzgündü, kırıktı, öfkeliydi. En azından bu duygular için rol yapmasına gerek yoktu. Buna rağmen kızı giderek artan sıklıklarla yanında istiyordu Şeytan. Değişmez bir rutin haline gelmişti birlikte yedikleri yemekler, yaptıkları tek taraflı sohbetler.
Nedense en çok Melissa'yla paylaşmayı seviyordu kıyamet planlarını Şeytan. Sanki koca Sınır'da bir onun ihanetinden korkmuyordu. Melissa'nın sessizliğiydi belki onu anlatmaya iten. O sustukça daha da inanıyordu Şeytan kızın onun tarafında olduğuna. Davut'tan gelen korkunç haberleri paylaşıyor, yok ettiği her can için karşısındaki kızın da onunla kadeh kaldırmasını bekliyordu. Çok geçmeden onun müthiş kurgusunu tüm detaylarıyla öğrenmişti Melissa. Onca melezi kurban etmek, kanlarıyla eşsiz bir büyü yapmak ve dünyaları bir etmek... Öyle görünüyordu ki bu kıyametin en önemli anahtarı da Melissa olacaktı.
Tam da bu yüzden, o son ana kadar onu sınamaya devam ediyordu Şeytan. Melissa'yı Aslan'ın üstüne salıp aklını delip geçmesini istemesi bundandı. O yüzden bir süs köpeği gibi Melissa'nın görebileceği yerlerde tutuyordu oğlanı. Devamlı üzerlerindeydi bakışları. Ufacık bir çatlak, minicik bir duygu kırıntısı görmenin derdindeydi. Haklıydı da, bu dağda Melissa'yı parçalayabilecek tek şeydi Aslan. Ama kendi kalbini un ufak etme pahasına da olsa gözünü kırpmadan Şeytan'ın istediklerini yapmıştı Melissa. İsimsizlerin saklandıkları yeri söylemiş, Çember'in planlarını, meleklerle yaptıkları hazırlıkları bir bir anlatmıştı. Onun sayesinde askerleriyle ava çıkmıştı Davut. Onun sayesinde şu an tek tek yakalıyor olmalıydı Şeytan'ın tüm düşmanlarını.
Kendinden tiksiniyordu Melissa. Daha büyük bir amaç uğruna tüm bu kötülükleri yaptığına kendini inandırmaya çalışsa da Aslan'ı bir kez görmek günahları altında ezilmesine yetiyordu. Hep bir adım ötesindeydi Aslan. Düşman olduklarına da Melissa'nın karanlık tarafa geçtiğine de emindi. Kızın suratına asla bakmıyor, başını bir an olsun yerden kaldırmıyor, Şeytan'ın ona emrettiği şeyleri dişlerini sıkarak yapıyordu. Melissa gibi onun da ölüp gitmek, bu işkenceden kurtulmak istediğine şüphe yoktu. Umudu kalmamış, savaşmayı bırakmıştı. Ama Aslan'ın tasması Şeytan'ın elinde, Melissa'ysa büyük bir planın içindeydi. İkisi de henüz çekip gidemez, ikisi de huzura eremezdi. İblislerin yuvasında, birer düşman gibi karşı karşıya yaşamak ve kaderlerinin onları götüreceği sonu beklemek zorundalardı.
Melissa'nın bir yolunu bulup onunla konuşmayı düşünmediği tek bir an yoktu. Her şeyi anlatmak istiyordu Aslan'a. Hataları için ayaklarına kapanmak, ona sarılmak, öpmek, kokusunu yeniden duymak... Gerçekte ne hissettiğini ona söyleyebilmek için tüm gücünden vazgeçmeye hazırdı ya, elbette sadece imkânsız bir hayaldi bu. Uyuduğu ender zamanlarda bile zihnini kontrol etmek zorundaydı Melissa. Umutsuz rüyalara bile yer yoktu bu karanlıkta. O da kâbusun içinde ayık kalmayı seçmişti. Aslan'ın zihni Şeytan'ın oyun alanıyken ona gerçek planlarını söylemeyi riske edemezdi. On Üçler gelene kadar tek başınaydı tamamen. Tek başına taşıyacaktı korkuyu, heyecanı, umudu...
Elinden geldiğince doğruldu yatakta. Acıdan gözünden süzülen yaşları sildi. Bir zincir gibi bedenini sıkan güç dağıldıkça sancı da hafifliyordu. Mümkün olduğunca bu aralıkları vermesini öğütlemişti profesör. Melissa da Şeytan ya da iblisleri etrafta yokken tüm düşünce ve duygularını zapt eden pelerini üstünden atıyor, nefes alması için bedenine izin veriyordu. Öyle zordu ki o kalkanı korumak. Her bir çatlağı gücüyle örtmek, boşlukları doldurmak, her an tetikte kalmak... Kalp atışlarını kontrol etmeye çalışan bir insan gibiydi Melissa. Her nefesle imkansızı deniyor, başardığına sevinmek için bile duramıyordu. Az sonra yeniden aynı kılığa bürünecek, Şeytan'ın gölgeleri onun kuytu köşelerine uzarken gücüyle etrafına görünmez bir duvar örecekti.
İstese Şeytan'dan daha uzak kalabilirdi belki. Yasının ardına sığınır, gölgelere saklanır, tüm sesleri sükunetiyle boğardı. Ama başka bir amacı daha vardı Melissa'nın. Aklından çıkaramadığı bir umutla karşısına çıkıyordu Şeytan'ın her seferinde. Çünkü son karşılaşmalarında bir yolu daha var demişti profesör. Kaderin farklı olabilir. Bu tohumu onun kalbine ekmemiş olmasını diliyordu zaman zaman Melissa. Umut etmek tehlikeliydi. Beklemek acı veriyordu. Oysa zihnini serbest bıraktığı an Melissa'nın aklına dolan tek düşünce buydu.
Bu umudun adı Emre'ydi. Onun hala hayatta olduğunu biliyordu Melissa. Bir defa da olsa onun Şeytan'ı yenip bedeninin kontrolünü ele geçirdiğine şahit olmuştu. İşte profesörün düşünmesini istediği imkanız hayal de buydu. Olur da Melissa Emre'yi uyandırmayı başarabilirse Şeytan'ın ruhunu o bedeni terk etmeye zorlayabilirdi Emre. O zaman Melissa değil, Emre bir parçası olurdu Şeytan'ı tutsak edecek ebedi kafesin. Bu, en başından beri oğlanın kaderiydi zaten. Belki de Melissa'nın bu masaldaki tek rolü Emre'ye ulaşmak, gücü ele geçirmesine yardım etmekti. Ve eğer On Üçler planlarında başarılı olur, ışıklarıyla Şeytan'ı hapsetmeyi başarırlarsa o zaman özgür kalabilirdi Melissa. Ailesine kavuşabilir, hayatını baştan kurabilir, hatta belki Aslan'la bile...
Hayallerinin imkânsız kıyılara yolculuk yaptığını fark ettiği an kendini durdurdu Melissa. Bir gelecek kurgulamak o gün yapabilecekleri arasında yoktu maalesef. Sadece şu ana odaklanmalı, On Üçlerin zamanında ona ulaşacaklarına inanıp o son noktaya kadar Şeytan'ın güvenini korumalıydı. Yataktan kalkıp yan odaya doğru ilerledi. Sınır'a ilk geldiğinde ona verilen oda ailesini kaybettiği günden sonra değişmiş, Şeytan muhtemelen Melissa'nın kalıcı bir misafir olduğuna kanaat getirip iblislerine ona kendini rahat hissedeceği başka bir yer ayarlamalarını emretmişti.
Dünyadaki evinden çok daha büyüktü şimdi sahip olduğu içi içe geçmiş odalar bütünü. Bir küveti değil minik bir havuzu vardı artık temizlenmek için. Duvarlardan akan sıcak lavlar her an suyu besleniyor, odayı kaplayan buharın arasında iblislerin düzenli yerleştirdiği rengarenk çiçekler parlıyordu. Sınır'daki diğer her şey gibi onlar da sahteydi elbette. Zamanının çoğunu geçirdiği masadan hiç eksik olmayan tepsi tepsi yemek ve birbirinden leziz içecek gibi... Giyemeyeceği kadar çok elbiseyle doluydu bir oda. Bir başkasında ancak sonsuz ömrü olan birinin okumaya cüret edebileceği kadar çok kitap duruyordu. Çalışma masasına sadece birkaç kez oturmuş, titreyen elleriyle ona hediye edilmiş boyaları kullanmayı denemişti Melissa. Bu şaşa, sunulan imkanlar, etrafında dört dönen hizmetkarlar... kendini daha kötü hissetmesinden başka bir şeye yaramıyordu hiçbiri.
Düşünmemeye, dikkatini önündeki kaçınılmaz görevine vermeye çalıştı. Şeytan'ın huzuruna çağırıldığında hazır olması gerekiyordu. Havuzun olduğu oda buhar altındaydı yine. Dumanların arasından yıldızlı bir gökyüzü gibi parlıyordu duvarlar. Sıcacıktı su, davet ediyordu onu kollarına. Üzerindeki elbiseden kurtulup ağır ağır basamaklardan indi ve havuzun merkezine kadar ilerledi. Diğer odada kapının açıldığını işittiğinde henüz kapamıştı gözlerini. Kendi başına kalabildiği birkaç nefeslik sürenin de sonuna geldiği anlamına geliyordu bu. Az sonra etrafı onun ayaklarına kapanacak iblislerle dolacak ve Melissa yeniden herkesin önünde eğildiği o kraliçe rolüne bürünecekti.
Tüm bunlardan önce son bir kez kaynar suyun içine daldı ve ateşin tüm yaralarını okşamasına izin verdi. Ona böyle bir oda verdiği için Şeytan'a teşekkür etmeliydi aslında. Suyun içindeyken zihnini ve duygularını örten duvarı daha kolay ördüğünü fark etmişti. Sıcak, bir tutkal gibiydi, sırlarının üstüne dizdiği tuğlaları tek tek birbirine yapıştırıyor, Melissa'nın ulaşamadığı boşlukları onun yerine dolduruyordu.
Başını sudan çıkardığında taştan bir heykelden farksızdı artık Melissa. Bir kez daha duyguları kalın perdelerin altında saklı, düşünceleri kilitliydi. Onu hayranlıkla izleyen gözlerin altında, acele etmeden yıkandı bal rengi suyla. Sahte olduğunu bildiği halde bahar kokusunu içine çekti. Çiçeklerin yumuşak yapraklarıyla tenini okşadı, esanslarının saçlarına sinmesine izin verdi. Bir bir savaş hazırlığıydı aslında bu. Ona bakarken Şeytan'ın daha derinlerdeki gizemleri çözmesini engelleyen bir kalkan olacaktı dış güzelliği. Ve belki Emre de etkilenirdi karşısındaki manzaradan, sonunda ona ulaşmayı başarırdı Melissa.
Bu düşünceyle bir an fazla heyecanlanınca kontrolü kaybedeceğini düşünüp panikledi. Ama suyun içine bir kez dalıp çıkmak yeniden kendini toparlamasına yardımcı olmuştu. İşi bittiğinde vücudundan süzülen suyla basamakları tırmandı, kollarını iki yana açıp iblislerin ipek sabahlığı üzerine geçirmesi için bekledi. Onun peşinden yan odaya koşturmuştu iblisler hemen. Melissa sonsuz seçenek arasında kıyafetini ararken dört döndüler etrafında. Sonunda üzerinde altın pırıltılar olan gece mavisi, tafta bir elbisede karar kıldığında bu kez onu giydirmek için çırpındılar. Saçlarını boncuklarla süslediler; kulaklarına, boynuna mücevherler taktılar. Sınır'da kendine bakabileceği bir ayna yoktu Melissa'nın. Ama hazırlığı bittiğinde gerçek bir kraliçeye benzediğine inanmak için yansımasını görmeye de ihtiyacı yoktu.
Her şey tamamlanıp koridora adım atmadan önce kolundaki bilekliği okşadı Melissa. Adının baş harfi sahip çıktığı gücü ona göstermek istercesine parlayıp sönmüştü. Sadece Melissa'nın gözlerinin yakalayabileceği bir ışıktı bu. Çünkü sıradan bir pırlanta değildi artık bilekliği. Bir bohçaydı. Kâinatın en eşsiz müziğini taşıyan bir sandıktı. Flütü bilekliğinin ucuna saklamak elbette On Üçlerin fikriydi. Aksi halde onu Şeytan'dan habersiz Sınır'a nasıl sokardı bilmiyordu Melissa. Ama On Üçlerin yaptığı büyü sayesinde bu savaşın en değerli silahı, eski hayatından kalan tek hazinesinin içinde bir ışık tanesi olmuş, zamanını bekliyordu. Doğru an geldiğinde On Üçlerin dağa girebilmesi için bir köprü görevi görecekti. Hem Melissa'yı olduğundan güçlü hissettiren bir yoldaş, hem de kaybetme korkusuyla her an onu tetikte tutan bir yüktü.
Neyse ki o ana kadar Şeytan'ın gözlerinden korumayı başarmıştı flütü Melissa. İblislerin arasında büyük salona doğru ilerlerken belki bugün diye düşündü. Belki bugün gelir On Üçler. Belki bugün biter bu işkence. Bugün konuşur Emre benimle. Bugün ışık karanlığı yener. Bugün dönmeye başlar dünya yeniden. Bu, umutlarının zihninde şekillenmesine izin verdiği son andı. Hemen dikenler büyüttü o umudun etrafında. Tellerle çevirdi aklının içindeki bahçeyi. Köprüler, merdivenler, koridorlar... Attığı her adımda biraz daha saklanıyordu karanlık gölgelerin altına. Sonunda kapılar önünde açılıp salonu karşısına çıkardığında tek bir kırığını göremezdi kimse. Şeytan bile hissedemezdi kalbindeki savaşı. Bir kabuktu Melissa. Volkanın merkezine yerleştirilmiş bir dinamitti ve kendiyle birlikte tüm dağı havaya uçurmayı bekliyordu.
"Melissa," dedi Şeytan arkasını dönmeden. İsmi onun dudaklarının arasında sıcak şarap gibiydi. Ağır ağır ulaştı Melissa'ya. Önce tatlı çarptı damağına, sonra ekşi. Acı his boğazından aşağı kayarken ona doğru yürüdü Melissa. Daha ilk anda varlığını kucaklamıştı Şeytan'ın gücü. Aradaki mesafeler erirken bir yapboz gibi birbirleriyle tamamlanıyorlardı yine. Onun gibi salonun ortasındaki süs havuzunun önünde durdu Melissa da. Yüzünde bariz bir keyifle çeşmeden akan suyu izliyordu Şeytan. Altın rengiydi havuza dökülen sıvı, sanki içinde ateş erimiş gibi. Işıltıları yüzünde dans ediyordu Şeytan'ın. Güzeldi elbette. Melissa'nın kendini bırakmak isteyeceği kadar dingindi. Onun dokunuşuyla tüm acılarından kurtulabildiğini görmüştü Melissa. Bir yanının aynı huzur için kıvrandığını inkâr edemezdi. Belki de asla kurtulamayacaktı ona ait hissetmekten. Onunla tamamlanmaktan.
Buna rağmen ona yanaşmamıştı. Acıtacağını bildiği halde tek bir yöne dönmek istiyordu gözleri. Zincirlere vurduğu düşünceleri tek bir kişiye kayıyordu. Onlarca iblis dağılmıştı salonun dört bir köşesine. Bazısı karanlıklarda gizli, bazısı onlara hizmet etmek için ortadaydı. Ve Melissa tüm kalabalığın içinde sadece tek bir ruhu hissediyordu tüm hücrelerinde. Aslan oradaydı biliyordu. Bakmaya cesaret edemese de az ötesinde ve aynı anda kilometrelerce uzağındaydı. Her zamanki gibi onu ortalarına atmıştı Şeytan. Her şeyi görmesini istiyordu. Ve her şeyi görmek. Anlamak. Emin olmak. Tekrar. Tekrar. Tekrar.
"Bugün sana bir sürprizim var," dedi sonunda Melissa'ya döndüğünde. Gözleri kızın dudaklarından başlayıp bedeninin kıvrımlarına doğru keşfe çıkmış, gülüşü iyice yüzüne yayılmıştı. Öyle zordu ki bu sıcaklığa kapılmaya çalışan bedenini zapt etmek, yutkundu Melissa. Çatırdayan dalları kuvvetlendirdi, bir kez daha kapattı kendini Şeytan'ın görünmez ellerine. Onun ne yapmaya çalıştığının farkındaydıysa da üzerinde durmamıştı Şeytan. Kızın iki elini tutup iyice sokuldu ona. "Sana verdiğim sözü tutacağımı söylemiştim," dedi karanlık gözlerinde tehlikeli bir pırıltıyla.
Tüm duygularını kontrol etmiyor olsa kalbi korkuyla çarpardı Melissa'nın. Bunun yerine karşı koyduğu his yüzünden acıyla kasılmıştı midesi. Yüzündeki maskeyi bozmadan, meydan okurca o sinsi gözlere dikti bakışlarını. İyice yukarı kıvrıldı Şeytan'ın dudakları. Melissa'nın bu nefret dolu ruh hali en çok ona iyi geliyor gibiydi. Kendiyle birlikte tüm dünyayı yok etmek istediğini düşünüyordu kanatları altına aldığı prensesinin. Nasıl da kördü. Eğilip kızın boynuna tahrik edici bir buse bıraktığında gerçeklerle onun gözlerini deşmemek için her bir kasını sıktı Melissa. Neyse ki uzun sürmemişti Şeytan'ın dokunuşu.
"Gel benimle," dedi onu elinden tutup kapıya doğru çekiştirerek.
Hayır deme şansı yoktu Melissa'nın. Arkasını dönüp bakamazdı da. Ama diğer iblisler gibi Aslan'ın da peşlerinden geldiğini hissedebiliyordu. Öyle buyurmuş olmalıydı efendisi. Sürpriz her ne ise sadece Melissa'nın değil, oğlanın da görmesini istiyordu. Sessizce onu takip ederken bir süre sonra dağın derinliklerine indiklerini anlamıştı Melissa. Isı giderek artıyor, güç çıplak ayaklarının altını gıdıklıyordu. Koridorlar ve basamaklar bir balkona çıkarmıştı sonunda onları. Geniş bir salona tepeden bakıyordu şimdi Melissa. Altıgen şeklindeydi altlarında kalan oda. Balkonu taşıyan kolonlar dışında tek bir eşya yoktu. Onun yerine lahitler doldurmuştu ortadaki boşluğu. Ve üstlerinde yatan bedenler... Yüzlerini örten cüppelerden kim olduklarını seçmek mümkün değildi, ama Şeytan'ın gülen gözlerine bakarak az sonra göreceklerinin onu mutlu etmeyeceğini söyleyebilirdi Melissa.
O an bu düşüncesini doğrulamak istercesine Davut girdi resme. Ağır ağır lahitlerin ortasına yürüyüp başını Şeytan'a doğru kaldırmış ve gururla selamlamıştı. Aynı anda cüppelerin üstünden yere uzanan zincirleri seçti Melissa'nın gözleri. Her bir beden üzerinde yattığı lahite bağlanmıştı. Gözünü bile kırpmıyordu Melissa. Olur da duygularından biri elinden kaçar, kendini belli eder diye nefes dahi alamıyordu. On üç tutsak saymıştı. On üç... Olabilir miydi sahiden? Şeytan bir şekilde On Üçlerin varlıklarını öğrenmiş, onları yakalamış olabilir miydi? Melissa yerinden çıkmaya çalışan kalbini zapt etmek için normalden de fazla çabalıyordu o an. Şeytan eliyle işaret verdiğinde kaçmak istemişti bedeni. İblisler salona dolar, lahitlerin başına geçip cüppeleri aşağı indirirken bir şekilde hareketsiz kalmayı başardı yine de.
Oysa Aslan öne atılmıştı bir anda. "Ada!" diye bağırdı acıyla basamaklara koşarken. İkinci adımında dizlerinin üstüne devrilmiş, görünmez bir kırbaç boğazına dolanmış gibi nefessiz kalmıştı. Tek bir isteği vardı: lahitlerin üzerinde yatan ailesine koşmak. Çırpınıyor, tepiniyor, ama asla onu tutsak eden güce karşı koyamıyordu. Sonunda kurmalı bir bebek gibi yavaşça yerden kalktı ve ağır ağır balkonun korkuluğuna yanaşıp yüzünü alt kata döndü. Yumruklarını sıkmış titriyordu. Gözünden süzülen yaşlar, zangırdayan dişleri, burnundan gelen kan... hepsi o an verdiği korkunç mücadelenin göstergesiydi. Ama ne kadar denese de onu bırakmayacaktı Şeytan. Aralarındaki büyülü bağı Aslan'a en değer verdikleriyle işkence etmek için kullanıyordu. Görmek zorundaydı Aslan. Annesinin kan içindeki bedenini, minicik kalmış yaralı kız kardeşini ve diğer Çember üyelerini...
On Üçleri değil, ama en değerli melezleri yakalamayı başarmıştı Şeytan. Özellikle seçmişti ilk kurbanlarını. Aslan'ın ailesi, Maria, Adelina, Yosef... Melissa'yı üzmüş kim varsa önüne sermişti. Tıpkı söz verdiği gibi... Haykırmak istiyordu Melissa. Aslan'ın acısını yaşayıp sessiz kalmak kendi duygularını zapt etmekten bin kat daha zordu. Özenle inşa ettiği duvar depremlerle titriyordu aklında, farkındaydı. İyice asıldı gücüne. Aslan ağladıkça o daha da şiddetle bastırdı zihnine. Tek bir acı kırıntısının bile yüzüne yansımaması için elleriyle boğdu duygularını. Şeytan haz içinde ona döndüğünde sonunda intikamını almış bir kadının haklı huzurunu görmeliydi gözlerinde. Ve Melissa da o kararlılıkla baktı düşmanına.
"Bu sadece bir başlangıç," dedi Şeytan onun yüzünde yakaladığını sandığı sahte umuda tutunup.
Ve Melissa ona inandı. Bunun sadece bir başlangıç olduğuna, Şeytan'ın geri kalan Çember üyelerini de tek tek avlayacağına ve sonunda amacına ulaşacağına... Emre yoktu. On Üçler gelmemişti. Aslan'sa... onun bir daha asla tam olabileceğini sanmıyordu Melissa. Yalnızdı, çaresizdi, kaybetmişti. Az sonra odasına geri dönecek, aynı anlamsız döngünün içinde kıyameti bekleyecek ve sonunda her şey ve herkes gibi Şeytan'ın zaferi önünde eğilecekti.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top