30

Dur!

Şeytan sonsuz ömründe kaç defa vermişti bu komutu? Kaç kişiyi gücüyle kıstırmıştı bir köşeye? Kaç kararı değiştirmiş, kaçını tek sözüyle bitirmişti?

Dur!

Şimdi bir kez daha dudaklarındaydı aynı söz. Fakat bu kez tüm dünyanın önünde bükülmesini, zamanın ilerlemeyi kesmesini, yaşamın durmasını emrediyordu. Öfkesi okyanusları tek lokmada yutacak bir alev, hızı gezegenleri yerinden oynatacak bir depremdi. Herkesten önce gölgesinin altında savaşan iblisleri fark etmişti varlığını. Bir rüzgardı Şeytan'ı güvenli kalesinden düşmanlarının arasına getiren. Bir ürpertiydi ortasına daldığı ruhlarda bıraktığı his. Onu kimse görmemiş, kimse duymamış, kimse tahmin edememişti. Ama Cehennem'deydi Şeytan. Yüzüğüne dokunup kendini Flame'de bulmasının zamanda bir karşılığı yoktu. Aynı an içinde önce evinde, sonraysa Melissa'nın önündeydi.

Dur!

Hayır, Şeytan durmasını değil, yok olmasını istiyordu karşısındaki mahluktan. Gözleri belinden yakalayıp arkasına çektiği kızda değil, önündeki melezdeydi. Aslan tek dizi üstüne düştüğünde oğlanın kalbine asıldı tüm gücüyle. Bir sıkım canıyla Melissa'ya, Şeytan'ın Melissa'sına el kaldırmaya kalkmıştı ya, ölüm bile kurtarmayacaktı bu sefil yaratığı. Tüm damarlarını tek tek söküp onunla boğacaktı Aslan'ı Şeytan. Kendi kemiklerinden bir kafese atıp sonsuza dek orada çürümesini sağlayacaktı.

Yumruğunu sıktığında Aslan'ın eli kendi boğazına yapışıp ciğerlerine giden tüm havayı kesmişti. Neden kendi kendini boğduğunu anlamadan, boğazını tutarak karaya vurmuş bir balık gibi çırpınıyordu. Şeytan'ın yaptığı büyüyü kırabileceğini düşünmenin bedelini diğer tüm günahlarıyla birlikte ödeyecekti şimdi. Hala bir köpek yavrusu gibi bağlıydı ona. Hala tek bir düşüncesiyle Aslan'ı istediği şekle sokabilirdi Şeytan. Bu onu gülümsetmedi, hiddetini geçirecek hiçbir güç yoktu o an. Ya da belki... tek bir şey vardı.

Melissa'nın parmakları kolunu sıktığında içindeki kızgın taşların serin dalgalarla yıkandığını hissetti Şeytan. Kızın siyah elması andıran gözleri onunkilere kilitlenmişti. Bir an Melissa'nın onun Aslan'a zarar vermesini engellemeye çalıştığını düşünüp daha da öfkelendi Şeytan, ama sonra kızın bakışları gece kulübünün içine kaymış, Şeytan'ın da büyük resmi görmesini sağlamıştı. Artık etraflarında tek bir melez yoktu ki dikkati onlar üzerinde olmasın. İçeri devamlı yeni iblis girse de o ana kadarki savaşta pek çoğu katledilmişti. Melissa'nın kanıyla güçleri katbekat artmış Çember karşısında sıradan yaratıkların hiç şansı yoktu elbette.

Dora, iblisleri, Melissa, düşmanları... Hepsi sıradaki hamlesinin ne olacağını anlamak için ona bakıyordu şimdi. Bir kalp çarpıntısı sonra Çember saldırıya geçecek, savaş tam bir kıyıma dönüşecekti. Şeytan düşmanlarının hepsiyle mücadele edebileceğini biliyordu. Melissa yanındayken kim onları yeneceğini düşünmeye cüret edebilirdi ki? Ah, nasıl da istiyordu bunu aptal melezlerin gözlerine sokmak. Onları yakmak, yok etmek, köklerini kurutmak...

Ama hayır, anlık bir haz uğruna büyük planlarını heba edemezdi Şeytan. Çember'e hala ihtiyacı vardı. Maalesef. Zamanı geldiğinde düşmanlarını şimdikinden çok daha acılı bir son beklediğini düşünerek teselli edecekti Şeytan kendini o an için. Şimdiyse... Üzerine atağa geçen düşmanlarıyla aynı anda kaftanını havaya savurdu. Siyah kadife onları kucaklayan kara bir dumana dönerken Melissa'yı kolları arasına almış, etraflarında silinen odayla birlikte bedenini kum zerreciklerinin içine bırakmıştı.

Zaman durdu, renkler değişti, hava ısındı. Bir an sonra bambaşka bir gerçekliğin ortasında, sıkıca tuttuğu Melissa'yla ayakta dikiliyordu Şeytan. Defalarca kez kullanmıştı yüzüğünü, geçiş onun için hiçbir zaman sorun olmamıştı. Oysa Melissa'nın hızla inip kalkan göğsü onunkine çarpıyordu heyecanla. Sanki başını çevirse uçurumdan düşecekmiş gibi Şeytan'ın üzerindeydi bakışları. Elleri kaybolup gitmekten korkar gibi sıkıca kavramıştı kurtarıcısının kollarını. Etrafına bakmaya cesaret ettiğinde gözlerindeki şok daha da büyüdü. Kan gölüne dönmüş gece kulübünün yerinde üzerinde alevlerin dans ettiği mermer bir salon vardı artık. Melissa sonunda evindeydi. Ve güvende...

Kıza nerede olduğunu idrak etmesi ve bu gerçeği sindirmesi için zaman verdi Şeytan. Ellerini onun belinden çekmeden öylece durmuş ve sessizce Melissa'yı izlemişti. Yanağında kapanmak üzere olan kesiği tek dokunuşuyla silmek, bedenindeki yaraları bir bir iyi etmek istiyordu. Ama Melissa sonunda kendini geri çektiğinde onu serbest bıraktı ve odayı dolaşmasına izin verdi. Dağa daha önce de gelmişti Melissa. O zaman basit bir insan, melezlerin oyununda bir piyondu. Ne garip bir espri anlayışı vardı Tanrı'nın. Bir zamanlar tutsak olduğu, işkence gördüğü, ölümü tattığı bu topraklarda şimdi bir onur konuğuydu kız. Ve ne komikti ki hala bunu kabullenebilmiş gibi görünmüyordu.

"Beni Sınır'a getirdin," dedi sonunda ona dönüp. Şeytan kızın sesinde umut ve hayal kırıklığını aynı anda duydu. Arasına sıkıştığı tüm duyguları onun ıslak gözlerinden okuyabiliyordu. Melezlerin meleklerle bir olup onu yok etmeye çalıştığı bir dünyada kurtarıcısı Şeytan olmuştu. Kimdi dost, kimdi düşman? Mantıklı ve mantıksız tüm ihtimaller birbirine girmişken hangisiydi gitmesi gereken yön? Sahiden Şeytan mı almıştı onu yandaş bildiklerinin elinden? Peki ya zamanında yetişemese ne olacaktı?

"Beni kurtardın," diye üsteledi Melissa cevap alamayınca. "Beni kurtarmaya geldin."

Bir tespit değil, bir soruydu bu. Başını sallarken gülümsedi Şeytan. "Yanlış anlama Melissa. Cesaretini takdir ediyorum ama... Tüm Çember'le aynı anda savaşmak senin bile boyunu aşıyor." Tek kaşı havaya kalkmıştı, ama sesinde en ufak bir ima yoktu. Yine de alınmış gibiydi Melissa.

"Onları yenebilirdim," dedi meydan okurca.

"Belki... Belki de Çember'in tutsağı olurdun ve onlar da zevkle senden kurtulurlardı."

Melissa daha da sıktı dişlerini. Hoşuna gitsin ya da gitmesin, Şeytan zamanında yetişmese başına gelecek muhtemel sonu gayet iyi biliyordu. Peki Şeytan hangi akla hizmet kendini Çember'in ortasına atmış, kendi varlığını bile riske ederek kızı kurtarmıştı? İşte Melissa'nın bir türlü anlamadığı ve hala kafasını karıştıran soru buydu.

Bir süre kaçırdığı bir ayrıntı, atladığı bir gerçek varmış gibi kuşkuyla Şeytan'a baktı. Ama aradığı cevabı onun yüzünde bulamamış olsa gerek hareketlenmişti az sonra. Kolonların arasından, heykellerin önünden, mobilyaların etrafından dolanıyor; yeni bir masal kitabı keşfetmiş bir çocuğun merakı ve şüphesiyle inceliyordu her detayı. Duvarların içinden geçen altın damarlara dokunduğu an ona tepki vermişti dağ. Kızın parmaklarının altına toplanan ateş yaz güneşi gibi parladı avucunda. Ve kendini geri çekmesiyle yeniden yollara ayrılıp duvara dağıldı.

Dudaklarının yukarı kıvrılmasına engel olamadı Şeytan onu izlerken. Kendi hissettiğine eş bir özlemle kucaklıyordu Sınır Melissa'yı. Kayıp prensesini bulmuş gibi vızıldıyordu ayakları altındaki zemin. Dağın o ana kadar aksayan kalbi sonunda düzgün atmaya başlamıştı sanki. Ancak şimdi her şey tamdı, tamamdı.

Melissa keşfini tamamlayıp yeniden Şeytan'ın karşısına geldiğinde savaşın tüm cephelerinde yenildiği halde çaresizliği reddeden birinin inadı vardı suratında. Yüzleştiği canavar o ana kadar köşe bucak kaçtığı, dünyanın en karanlık varlığı da olsa geri adım atmayacaktı. Belki de o yüzden böylesi bir çekim duyuyordu Şeytan ona karşı. Sadece bir parçası değil, onun yansımasıydı Melissa. Var olması bile hatayken tüm kökleriyle tutunuyordu hayata; onu söküp atmaya çalışan rüzgarları dallarıyla dövüyor, yine de toprağını bırakmıyordu. Bugün onu o mekâna götüren, tüm Çember'le aynı anda dövüşecek kadar gözünü karartan cesaret sonuna kadar mücadele etmesini sağlayacaktı.

Sonunda çatık kaşlarının altından gözlerini Şeytan'a dikti ve sesli bir nefes verdi. "Burada kalabilir miyim?"

Şeytan'ın dudaklarından kaçan kahkaha salonda yankılanmıştı. Melissa muhtemelen onun sorusuyla alay ettiğini düşünüp daha da kırıştırdı alnını. Oysa Şeytan'a katıla katıla gülme isteği veren duygunun adı zaferdi. Bugün bir kez daha olmayan sabrının karşılığını alıyordu işte. Üstelik bu defa onu arzusuna kavuşturan, bir çuval inciri berbat eden düşmanlarıydı. Çember, işe yaramaz melekler, Aslan... Tanrı her zamanki gibi onların tarafını tutmuş, Şeytan'ın sahip olmadığı zamanı, avantajı onlara bahşetmişti. Ve yine de buradaydı Melissa, onun evinde.

Şeytan'ın sessizliğini yanlış anlayıp "Geri dönemem," dedi Melissa öfkeyle. "En azından ne yapacağıma karar verene kadar."

Şeytan ilgiyle bir çıkış yolu bulmak için debelenen kızı izliyordu. Bir süre daha ağzını kapalı tutup Melissa'nın yanlış düşünceler içinde yüzmesine izin verdi. Sonra acele etmeden ona doğru ilerledi ve tam karşısına geldiğinde yüzüne düşmüş saçı alıp kulağının arkasına taktı. Baş parmağı yanağındaki kesiğe değdiği an irkilmişti Melissa, ama dokunuşundan kaçmadı. Şeytan yanağındaki yarayı iyileştirirken dikkatle yüzüne bakıyordu.

Kızın teni yeniden pürüzsüz olduğunda Şeytan'ın eli kızın boynundaki halka şeklindeki ize kaydı bu kez. Hala iyileşmediğine göre sıradan bir yanık olamazdı bu. Parmakları altında meleklerin lanet ışığının gücünü hissedebiliyordu Şeytan. Bu lekenin ve kızın bileklerindeki kırmızı şeritlerin tek bir anlamı olabilirdi. Melissa'yı tutsak etmeye çalışmışlar, onu incitmişler, onu Şeytan'dan almak istemişlerdi. Lanet olası melekler!

Öfke tenini titretiyordu Şeytan'ın. Sonunda "Elbette geri dönemezsin," diye mırıldandı hiddetini saklayıp. "Çünkü sen buraya aitsin Melissa. Hep buraya aittin."

Kızdan ona akan sıcaklıktan daha iyi bir kanıtı olabilir miydi sözlerinin? Ruhları birbirinden besleniyor, ateş görünmez bağlarla güçlerini birbirine örüyordu. Melissa'nın kurtuluşu onun yanındaydı, ama Şeytan da bu tadı aldıktan sonra bir daha asla onsuz tamamlanabileceğini sanmıyordu. Yolun başında onu değerli bir silah olarak görmüştü sadece. Diğerleri kadar kördü o da. Ancak şimdi, bu ateşten duvarların ortasında, ona bu kadar yakınken gerçeği anlıyordu. Hiçbir zaman sahip olmadığı, asla ona sunulmamış ruh eşiydi Melissa. Tanrı'nın yarattığı her şeye aykırı, tıpkı Şeytan gibiydi.

Daha fazla çekime dayanamadığında uzanıp dudaklarını kızınkilere bastırdı. Nehirler çağlamıştı aynı anda. Dağlar patlamış, gökyüzü yarılmış, üzerlerine sıcak lavlar yağmıştı. Şuurunu kaybetmiş olmalıydı Şeytan. Varlığının hiçbir anı yoktu ki sonrasını düşünmediği bir adım atmış olsun. Oysa şu an, Emre'den çaldığı bedeni gıdıklayan, damarlarındaki iblisi kışkırtan, ruhuna can veren tutkudan başka bir şeyi umursamıyordu. Melissa'nın ondan kaçacağına olan inancı kızın onunkilerde kaybolan dudaklarının arasında erimişti bir süre sonra. Eli kızın boynundan sırtına kaydı ve onu iyice kendine çekti.

Melissa'nınkinin kontrol edemediği bir özlem, bir açlık olduğunun farkındaydı elbette. Onu parçalara bölen Aslan değilmiş gibi kalbi o melez için çarpıyordu hala. Elinde olsa her şeyi unutur, yine ona koşardı. Ama Şeytan biliyordu, Melissa'yla arasındaki bağ, kızın o sefil meleze duyduğunu sandığı dünyevi aşktan çok öteydi. Ve şimdi değilse de eninde sonunda bunu görecekti Melissa. Onu kanatan yaralar iyileşecek, o kesiklerden Şeytan'ın ektiği çiçekler büyüyecekti. Sabır... diye geçirdi içinden. İhtiyacı olan tek şey doğru anı beklemekti. Ve bu düşünceyle, sonsuzluğa uzamasını dilediği anı bilerek ve isteyerek kesti.

Ondan uzaklaştığı an boşlukta kalmış gibi sendelemişti Melissa. Şeytan aynı boşluğu bedeninin her köşesinde hissediyordu. Emre'nin sesi hiç olmadığı kadar yüksekti o an kafasının içinde. Ama belki de ilk kez çocuğun varlığından rahatsız değildi Şeytan. İlk kez aynı şeyi düşünüyor, aynı arzuyla yanıyorlardı ikisi de. Şeytan'ın ondan çaldığı beden gibi Emre'nin asalak ruhu da Melissa'ya karşı müthiş bir özlem içindeydi.

Bekleyeceğiz... dedi Şeytan ondan çok kendine hatırlatmak istercesine. Bekleyecek, sabredecek ve sonunda en tepeden tüm kâinata Melissa'yla birlikte gülümseyeceklerdi.


*

Aslan düştüğü yerden nasıl kalkmış, nasıl savaşmaya devam etmişti, bilmiyordu. Uzuvları artık kendi kontrolündeydi; ama aklı, kalbi, ruhu saniyeler öncesinde takılıydı hala. Melissa gitmişti, Şeytan yok olmuştu, iblisler efendilerinin peşinden geri çekiliyorlardı, oysa Aslan hala aynı boşluğa bakıyordu gördükleri değişecekmiş gibi. Ona saldıran mahluktan düşünmeden, refleksleriyle kurtuldu. Ateşi kaçmaya çalışan iki iblisi küle çevirmiş, yerden bulduğu metal sopa ellerinde ateşten bir mızrağa dönüp başka bir iblisi ortadan ikiye bölmüştü.

Daha fazla düşman istiyordu Aslan. Yaralı bir boğa gibi karşısına ne çıkarsa saldırıyor, gerekmeyen bir güçle tek tek avlıyordu rakiplerini. Yığılmamasının, aklını kaçırmamasının tek yolu buydu. "Hayır!" diye bağırdı gazabından kurtulmaya çalışan iblisi gücüyle olduğu yere mıhlayıp. Bir an sonra üstündeydi yaratığın. Az önce kendi boğazını sıkan eller şimdi iblisin başını bedeninden koparıyordu. Hayır, hayır, hayır! Asıl mücadele aklının içindeydi aslında. Bir yanlışlık vardı. İyileşmişti Aslan. İsimsizler onu Şeytan'ın büyüsünden kurtarmıştı. Şimdi nasıl... neden...

Öfkesi kontrolden çıkınca ateş iblisi tek lokmada yutup geriye acı çığlıklarını bıraktı. Daha da sinirlendi Aslan. Gözü dönmüş bir halde sonraki hedefini bulmak için etrafına bakındı. Bir el koluna yapışıp onu sertçe durdurana dek etrafta tek bir iblis bile kalmadığını fark etmemişti. Flame Çember'indi yeniden. İblislerin çoğu ölmüş, ellerinden kurtulanlar da parka kaçmıştı. Şeytan yoktu. Melissa gitmişti. Aslan'ın avuçlarının içinde alevler yükseldi buna rağmen. Bitemezdi. Bu şekilde bitemezdi işte!

"Aslan dur, tamam!" dedi Morris nefes nefese. Çekiştirip onu kendine bakmaya zorlamıştı. Kalın bir sisin arasından gördü Aslan arkadaşını. Etrafını kuşatmış perdenin ortasında kendi karabasanıyla baş başaydı hala. "Aslan bitti!" diye üsteledi Morris. "Savaşacağımız bir şey kalmadı." Anlamadan ona baktı Aslan. Oğlanın boynundaki yara, vücudunun diğer yerlerindeki kesikler gibi neredeyse kapanmıştı. Ama kan, mukus ve toz toprak içinde kalmış şık takımı üzerlerinden geçen fırtınanın tüm izlerini taşıyordu. "Hadi," dedi başıyla çoktan toparlanmış diğer melezleri işaret edip. "Yosef salonda bekliyor hepimizi."

Aslan başını salladı belli belirsiz. Morris yanında olmasa adım atabilir miydi, atsa gittiği yön doğru olur muydu, emin değildi. Şeytan'ın sesi hala kulaklarında uğuldarken gördüğü her şey koyu bir gölgeyle kaplanıyordu kafasının içinde. Çember'e ulaştıklarında onu aile locasına götüren ezberlenmiş bir öğretiydi. Ada'yla göz göze gelene dek bedeninin kontrolünü geri kazandığına emin değildi bile. Ama kardeşi korkuyla ona sarıldığında anında kolları arasına almıştı kızı. "İyi misin?" diye sordu çenesini kardeşinin başının üstüne yaslayıp.

Başını salladı Ada. Yine de hemen bırakmamıştı abisini. Yaşadığı dehşetle titriyordu hala. O ana kadar ona anlatılan masalların en karanlık sahnelerini bizzat yaşamıştı ilk kez. "Sen?" diye sordu bakışlarını Aslan'a doğru kaldırıp.

Sanki sakladığı korkunç gerçek yüzüne yazılmış gibi panikle başını çevirdi Aslan. "Ben iyiyim," dedi kızdan uzaklaşıp. Dikkatini annesine yöneltmiş, amcasına, kuzenine nasıl olduklarını sormuş, diğer localardaki konuşmalara katılmış, kendi dışında odaklanabildiği ne varsa ona tutunmuştu. Aldığı her soruyla nefesi daralıyor, savaşın ortasında yaşadıklarını gören biri çıkacak diye kalbi ağzına geliyordu. Delilikti elbette yaptığı. Dünyanın en bencil seçimiydi susmak. O hala Şeytan'ın kuklasıydı. Zihni yeniden kontrolünden çıkmış, bedeni onun yerine bir başkasına itaat etmeyi seçmişti. Şimdi kendini ortaya atmalı, saatli bir bomba olduğunu haykırmalıydı Aslan.

Ama...

Yosef sonunda salonun ortasına geçip tüm üyeleri susturduğunda sessizce yerine çökmüş, midesinde koca bir taşla başkanı dinlemişti. Kendini boğmak üzere olduğu an ciğerlerine işleyen çaresizlik bundan böyle hissedebildiği tek duygu olacaktı belli ki. Melezler öfkeyle bağırır, Melissa'yı suçlar, Şeytan'a lanetler savururken ne karşı çıkabilmiş ne de onları destekleyecek tek bir kelime edebilmişti. Çember hiç görmediği bir nefretle sallanıyordu o an. Ah, ne de çok uğraşmıştı Aslan şu şımarık melezlerin içinde bu ateşi yakabilmek için. Şeytan'la savaşmak için yalvardığı o günlerde bu kıvılcımın binde birini bulmuş olsa belki bambaşka olurdu bugün hayatları. Ama ancak kendi kanları döküldüğünde idrak etmişti Çember belanın boyutunu. Ancak şimdi bir şey yapmazlarsa sonlarının geleceğini görüyorlardı.

Durmadan "Sakin olun!" diyordu Yosef ikide bir alevlenen melezleri düzene sokabilmek için. Elbette Şeytan'ı yok edeceklerdi. Elbette onun planlarına engel olmanın bir yolunu bulacaklardı. Meleklerin desteğine her şeyden daha çok ihtiyaçları vardı şimdi. Omuz omuza savaşacaklarını duyurmuştu Gloria da kocasının yanında dimdik durup. Aslan'ın hiç tanıklık etmediği bir öfke vardı güzel yüzünde. Melissa'ya güvenmiş olmanın hayal kırıklığı mıydı onu böyle sinirlendiren, yoksa onu elinden kaçırmış olmanın çaresizliği mi bilemiyordu Aslan.

Her koşulda Şeytan Çember'in tek düşmanı değil, Çember de sırf melezlerin birliği değildi artık. Tehlikenin boyutu ilk kez melezlerin sorgusuzca meleklere kucak açmasına neden olmuştu. Ve o tehlike Şeytan kadar Melissa demekti artık. "O ucubeyi durdurmalıyız!" diyordu melezler. "O yaratığı bulmalıyız! Şeytan'a yardım etmesine müsaade edilemez! Yaptıklarının bedelini ödemeli. Ölmeli! Yok edilmeli!"

Aslan Melissa'nın ismini tek bir melezin dudaklarından duymamıştı. Yaşayan bir ruh, bir kimlik değil, bir hedefti kız bu odadakiler için. Tarihten silinmesi gereken bir hata... Şeytan'ın elinde güçlü bir silah... bir yanlışlık. Çember'e saldırmış, iblislerin yanında onlara karşı savaşmış, Şeytan'ın kollarında sırra kadem basmıştı Melissa. Maria kızının başına gelenlerin hesabını soruyordu avaz avaz, haklıydı. Yaralanmış melezler intikam istiyorlardı öfkeyle. Haklılardı. Aslan da durdurmaya çalışmıştı kızı. Şeytan aklını kurcalamamış olsa Melissa'yı yaralayan kendi olacaktı belki. Geçmişi, yaşadıklarını, kendi kalbini unutup aynı nefretle tutunmalıydı Çember'in planlarına, aynı hınçla istemeliydi onu yok etmek. Onun Melissa'sı değildi baktığı.

Ah... bir de onu gördüğü o son an olmasa... Sırra kadem basmadan hemen önce, siyah bulutların arasından kız ona öyle bakmamış olsa... Tüm mantıklı açıklamalara rağmen kalbini acıtmaya devam eden pişmanlıktan kurtulurdu belki Aslan. Melissa'yı takip edemediği, onu Şeytan'ın pençelerinden çekip çıkaramadığı için içini kemiren vicdanı susturabilirdi. Hala zamanı geri alabileceğine inanan saf, laftan anlamaz bir çocuk vardı kafasının içinde. Kim bilir, belki de Şeytan'ın zapt ettiği düşünceleriydi ona tuzak kuran, hala Melissa'ya inanmaya iten.

Tüm toplantı boyunca Çember elle tutulur tek bir kararda hemfikir olamazken o da kendi kararsızlığıyla bir düşünceden ötekine sürüklenmişti. Şeytan'ı Sınır'da mı kıstırmalıydılar ilk seferki gibi? Onu dünyaya çekecek bir tuzak mı bulmalıydılar? Bu arada Davut ve Golem'leri ne olacaktı peki? Çember ondan gelecek bir tehdide hazır mıydı? Sinsi hainin melezleri örgütlediğine, Çember'e karşı ordusunu kuvvetlendirdiğine şüphe yoktu. Bir de Melissa'nın resimdeki rolü vardı ki Çember'in çenesini de aklını da en çok yoran o olmuştu.

Melissa'yı melezlere saldırmaya iten en başta neydi, duyduğu öfke mi yoksa Şeytan'dan aldığı bir emir mi, kimse bununla ilgilenmiyor gibiydi. Gerçek ve önemli olan tek şey Şeytan'ın bizzat kendinin kızı kurtarmaya gelmiş olmasıydı. Melissa'nın o canavar için önemli olduğuna şüphe yoktu. Hem de kendini en güçlü düşmanlarının ortasına atmaya cesaret edecek ya da tüm iblislerinin bu uğurda heba olmasına müsaade edecek kadar... Yani Melissa'yı ağlarına düşürmeyi başarırlarsa Şeytan'ı da aynı oltayla avlayabilecekleri anlamına gelebilirdi bu. İşte bu ihtimal toplantı bitip üyeler kendi aile odalarına çekildiklerinde herkesin konuşmaya devam ettiği tek şeydi.

Aslan'ın beyni yanıyordu. Amcasıyla hararetli bir tartışma içine girmiş annesinin sözlerini dinlermiş gibi yaparken sandalyeye bıraktı kendini. Kelimeler kafasının içindeki dumanın ortasında kaybolurken evine kavuşmak, kendini odasına kilitlemekten başka isteği kalmamıştı. Oysa annesi ve amcası Yosef'in strateji geliştirmek için oluşturacağı küçük grubun içinde Aslan'ın neden olması gerektiğiyle ilgili gaza getiriyorlardı birbirlerini.

"Tamam," dedi Aslan daha fazla bu işkenceye dayanamadığında. "Yosef'le sabahtan konuşurum ben. Şimdi buradan gidebilir miyiz?"

Aslan'ın ailesi ondaki garipliği fark ettiyse de o an için bunu günün stresine verip başlarını sallamışlardı. Az sonra büyü onları evlerinin güvenli karanlığına sürüklediğinde oyalanmadan odasına çıktı Aslan. Uyumanın ihtimaller arasında olmadığını bildiğinden küveti kaynar suyla doldurmuş ve kıyafetlerini çıkarmakla bile uğraşmadan kendini içine atmıştı. Patlayacaktı bir şey yapmazsa. Bir bedene bu kadar farklı duygu, bir akla bu kadar uç düşünce nasıl aynı anda sığardı? İki kutba çekiştiriyordu hayat onu. Üstelik kimse bir harita koymamıştı önüne, hangi taraf iyi, hangisi kötü artık bilmiyordu Aslan.

O gece, kendi dahil hayatında ihanet etmediği kimse kalmamıştı. O gece, Melissa'nın gitmesine izin veren oydu. Hala Şeytan'ın kuklasıydı ve daha kötüsü, olmasaydı da kıza zarar veremeyeceğinin farkındaydı. Ailesini ve dünyayı korumanın tek yolunun Melissa'yı durdurmak olduğunu bildiği halde ona ulaşmaya çalışan kalbini koparıp atamıyordu. Şu kaynar su onu yaksa, küvetin içine eriyip yok olsa layığını bulurdu ya... Bir türlü bırakıp gidemiyordu Aslan. Yarım kalmış bir hayalle, sırtında taşıyamayacağı bir yükle ve elinden hiçbir şey gelmeyeceğini bilmenin çaresizliğiyle bir başına bırakmıştı Tanrı onu. Yoksa o da mı taraf değiştirmişti de Aslan bilmiyordu?

Ciğerlerine havasızlıktan kramp girdiğinde başını sudan çıkardı. Sonra tekrar en dibe daldı. En dibe, en dibe, tekrar, tekrar, tekrar... Gece sürüyor, zaman akıyor, ama sabah asla gelmiyordu. Sonunda küvetten çıktığında ıslak kıyafetleriyle odasını arşınlamaya koyuldu Aslan bu kez. Ejderi zapt edemeyeceği kadar öfkeli, ateşi kendi canını yakacak kadar kuvvetliydi. Avuçlarından kayıp kollarına yükselen, gömleğini yakan, göğsünü ısıtan, varlığıyla onu sarmalayan alevler bile düşmandı sanki bugün ona.

Kendiyle mücadeleyi bırakmıştı bir süre sonra Aslan. Ateş her yerdeydi. Acı azalmıyordu. Düşündükçe daha da sertleşiyordu şakaklarındaki ağrı. Odadaki sigara paketleri ayaklarının altında eziliyordu her adımında. Onları içmemiş, yemişti. Dolaba istiflediği içkilerden dibini görmediği şişe yoktu. Silmiyordu hiçbir şey günahını. Azaltmıyordu suçluluk duygusunu bulduğu tek bir bahane bile.

Ne yapmalıydı? Hangi adımı atmalıydı? Şeytan'la bağını itiraf edip kendini Çember'e teslim ettiği an mücadele şansının biteceğini biliyordu. Yine kelepçelerle bir zindanda bulacaktı kendini. Savaşa katılamaz, sevdiklerini koruyamaz, Melissa'nın başına gelecekleri değiştiremezdi. Hayır, bunu istemiyordu. Hala alacak bir intikamı, şimdi eskisinden de haklı bir nedeni vardı. Ama susmayı seçerse... Kendini tamamen kaybetmeden ne kadar vakti kalmıştı ki? Ne zaman çağıracaktı Şeytan onu ayağına? Ne zaman elini kana bulamasını isteyecekti yeniden? Bu kez kime zarar verecekti Aslan? Belki canından çok sevdiği kardeşine, belki annesine, belki yine masum bir meleğe...

Bu düşünce ölümüne korkuttu onu. Tüm gece biriktirdiği felaket senaryolarıyla birleşip yüreğine saplandı ve panikle dolabına yönelmesine neden oldu. Dakikalar içinde bulduğu ilk şeyi üzerine geçirmiş, saatin sabahın beşi olduğunu umursamadan kendini koridora atmıştı. Evlerindeki port onu her şeyden hızlı bir şekilde İngiltere'ye götürecekti. Gözünü Londra'da açması saniyeler sürmüştü Aslan'ın. Yine de hastaneye uzanan yolu neredeyse koştu. Karşısına çıkanın kim olduğunu umursamadan, tek bilek hareketiyle hepsinden kurtulup morga yöneldi.

Hedefine yaklaştıkça paçalarına taşlar doluyordu sanki. Kendi esaretine sürükleniyordu ne de olsa. Bir kez o kapıdan geçince tüm kilitlerin üzerine kapanacağının farkındaydı. Yine de hızlandı. Onu engellemeye çalışan tehlikeli duygularına rağmen malikanenin bahçesine uzanan tünele girmişti az sonra. Çember toplantısının ardından Yosef'in Gloria'nın yanında kalacağını biliyordu. O yüzden kapıda nöbet tutan melek ağzını açamadan "Yosef!" dedi. "Onu görmeye geldim."

Melek şaşkındı. Melezlerle yeniden başlamış ittifaklarına rağmen içlerinden birini güvenli sığınaklarında görmek hoşuna gitmemişti belli ki. Hele de o melezin Melissa'yla ne kadar yakın olduğunu bilirken... Kız tereddüt ettiğinde "Gloria'yı da görmeliyim," diye üzerine gitti Aslan. "İkisinin de bilmesi gereken çok önemli bir şey var."

"Aslan!"

Aslan karşısındaki düşmüşten duyacağı cevaba öyle kilitlenmişti ki ismini bağıran sesi hemen tanımadı. Ama Tobias iki adımda yanında bitip kolundan tutarak onu kendine çevirmişti. "Aslan burada ne yapıyorsun?" dedi saklayamadığı bir tedirginlikle. Diğer düşmüşten farklı bir kaygı vardı onun gözlerinde.

"Yosef..." diye başladı Aslan. İkinci kelimesine kalmadan Tobias nöbet tutan düşmüşe başıyla işaret edip Aslan'ı bahçeye doğru çekiştirmişti. Bir süre oğlanın seri adımlarla onu göle sürüklemesine izin verdi Aslan. Sonraysa kolunu melekten kurtarıp ona baktı. "Ne oluyor Tobias? Yosef'i görmem lazım. Hemen! Ve Gloria'yı da!"

Tobias'ın gözleri onunkilerden kaçıyordu. Malikaneye, bahçeye, göle, hatta etraflarında uçan kuşa çekingen bakışlar attıktan sonra sonunda Aslan'a döndü. Birilerinin onları duymasından korkar gibi iyice ona sokulmuştu konuştuğunda. "Sen..." dedi aceleyle. "Sen böyle bir şeyi onaylıyor musun Aslan? Yani... yani..." Yeniden omzunun üstünden etrafı kolaçan etti. "Yani senin için rahat ediyor mu? Ben... ben Melissa'ya bunu yapamam. Biliyorum..." Kıvırcık saçlarını çekiştirdi. Yüzü acı içindeydi. "Kahretsin, elbette biliyorum. O değişti. O tehlikeli. O durdurulmalı. Ama... ama o benim..."

Aslan meleği iki kolundan sıkıca kavrayıp susturdu. Konuştuklarından tek kelime anlamıyordu. "Ne oldu Tobias?" dedi zaten huzursuz olan kalbini tamamen ele geçirmiş bir panikle. "Doğru düzgün anlat şunu! Melissa'ya ne yapamazsın? Neler oluyor?"

Tobias'ın yüzü bembeyaz oldu bu soruyla. Şimdi Aslan'ın varlığını henüz keşfetmiş gibi bakıyordu ona. "Sen..." diye mırıldandı. "Sen Yosef'i görmek için geldim dedin. Seni o çağırdı. O çağırdı, değil mi?"

Aslan kaşlarını öyle bir çatmıştı ki başı ağrıyordu. "Neler oluyor?" dedi dişlerini sıkıp.

Tobias cevabını onun sesindeki elektrikten almış olmalıydı. Korkunç bir hata yapmış bir adamın çaresizliğiyle gerilemek istedi, ama Aslan'ın parmakları bir kafes gibi sarmıştı kollarını. Eskisinden daha beterdi Tobias'ın paniği şimdi. Dudaklarını ıslattı, gömleğinin yakasını çekiştirdi, gözlerini ovaladı. Aslan bir an olsun meleğin yüzünden ayırmamıştı bakışlarını. Sonunda Tobias sesli bir nefes verdiğinde öyle hüzünlüydü ki ifadesi Aslan muhtemelen onun dudaklarından dökülecekleri hiç duymamış olmayı dileyeceğini biliyordu. Çok geçti.

"Yosef ve Gloria..." dedi Tobias. "Dün toplantıdan sonra Çember'den küçük bir grupla buluştu. Hızlı bir önlem almak için. Şeytan'a karşı ve tabii Melissa'ya... " Meleğin sesi cümlenin sonuna doğru yok olmuştu neredeyse.

Aslan öfkesinin diğer tüm kaygıları yutarak yüzeye tırmandığını hissedebiliyordu. "Beni çağırmadılar," dedi hesap soracağı kişi karşısındaki korkmuş melek olmadığı halde.

Tobias bu durumdan onun kadar rahatsızdı belli ki. Başını sallarken özür diliyordu gözleri. "Yosef senin bu konuda hassas davranacağını düşündü. O yüzden sana söylemediler. Ama... ama toplantıdan sonra sana haber vermek konusunda anlaşmışlardı. Maria doğrusunun bu olacağına ikna etti diğerlerini. Ben de seni burada görünce... Sandım ki... yani senin de onlarla..."

Aslan yanağının içini ısırıyordu öfkesini Tobias'tan çıkarmamak için. Başkan topluluğunun güvenliği için en doğru kararı vermişti aklınca. Hala düşmana karşı duygular besleyen bir askeri ordusuna dahil edemezdi elbette. Aslan onun yerinde olsa aynı şeyi yapacağına neredeyse emindi. Oysa o Aslan'dı. Kalbi zayıftı. Ve Yosef zaafları konusunda oldukça haklıydı.

"Ona ne yapacaklar Tobias?" dedi iyice karşısındaki oğlana yaklaşıp. Meleğin onun melez bedeninden yayılan ısıdan rahatsız olduğuna emindi. Yutkundu Tobias. İtiraz etmek için ağzını açtı, kapadı. Olduğu yere yığılıp sıkıştığı bu şeytan üçgeninden kurtulmayı diliyordu şu an belli ki. Ama Aslan dişlerini sıkarak "Tobias!" dediğinde zamanının dolduğunu anlamıştı.

"Melissa'nın ailesi," dedi acıyla. "Onu tuzağa düşürmek için ailesini kullanacaklar. Onları yakalamak için bir ekip ayarlandı. Düşündüler ki..."

Aslan daha fazla dinleyemedi. Ne düşündüklerini biliyordu elbette. Melissa'nın ailesini ona karşı bir koz olarak kullanacak, kızı tuzağa düşürdüklerinde de hem ona hem Şeytan'a ulaşmış olacaklardı. Bu zeki, bu dahiyane ekibin bir parçası olduğu için müteşekkir olmalıydı Aslan. Oysa o an tek hissettiği dünyayı yerle bir edecek bir öfkeydi.

"Bu doğru değil," dedi Tobias hüzünle. "Bu doğru hissettirmiyor Aslan. Böyle olmamalı. Başka bir yol bulabilirdik."

Haklıydı. Böyle olmamalıydı. Hiçbir şey... o ana kadar başlarına gelen hiçbir şey böyle olmamalıydı. Ve Aslan tüm günahları onu yutmadan tek bir şeyi de olsa doğru yapacaktı. Bir anda arkasını döndü ve geldiği kapıya yöneldi.


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top