3
Melissa'nın gözleri bir anda açıldı. O ana kadar gerçekleşen diğer her şey gibi bu da kendi kontrolü dışında olmuştu. Öyle büyük bir şok içindeydi ki, şimdi yeniden Çember'in ortasında durduğuna emin olduğu halde zihni az önce gördüğü görüntülerle ona oyunlar oynamaya devam ediyordu. Nasıl o kabustan kurtulmuştu, o kıyametten sıyrılıp nasıl gerçekliğe dönmüştü... söyleyemezdi. Tek bildiği dünyanın sonunu gördüğüydü. Ve artık yeryüzüne kıyameti getirenin kendi olduğunu biliyordu.
"Melissa..."
Melissa felçten kurtulup ona seslenen kişiye bakmayı denedi ama gözleri dört bir yana saçılmış melezleri aşıp az ileride yerde yatan Aslan'a ulaşamamıştı. Ne olmuştu da tüm üyeler bir bomba patlamış gibi etrafa savrulmuştu, Melissa bilmiyordu. Öyle görünüyordu ki o bomba bir tek ona etki etmemişti. Dehşetle onu izleyen tüm korku dolu gözlerin ortasında dimdik duruyordu Melissa. Yosef'in kestiği avcunda hissettiği belli belirsiz sızı sayılmazsa gördüğü kıyametten sıyrık dahi almadan çıkmayı başarmıştı.
"Melissa..." dedi Aslan bir kez daha. Yerden kalkıp kızın yanı başında bitmesi sadece birkaç saniye almıştı. "İyi misin?"
İyi mi? diye düşündü Melissa. O, dünyanın kendi elleriyle yok oluşunu izlemişti saniyeler önce. O ana kadar gecelerini zehreden kabusların katlanılmaz olduğunu düşünüyordu ya, o halde bu gördüğü neydi? Bakışlarını zorla Aslan'a çevirdiyse de dudaklarından tek kelime dökülmedi.
"O kız..." dediğini işitti arkasında birinin.
"Dövmem..." diye feryat etmişti başka biri aynı anda. "Dövmeme bakın!"
"Değişmiş, benimki de değişmiş!"
"Bu kız bize bir şey yaptı! Lanetli o! Biliyordum, böyle olacağını biliyordum!"
Melezler panikle yerlerinden fırlayıp kollarına bakarken Melissa öylece hareketsiz durmayı sürdürmüştü. Onların neden bahsettiğini anlamak için kendi kolunu inceledi Aslan. Daha gözleri tenine düştüğü an yüzünün rengi değişmişti. Önceden süslü motifler arasında sakince oturan yılan figürü şimdi dikenler arasından kurtulmaya çalışan vahşi bir ejderi andırıyordu. Dövmenin üzerindeki yeni şekiller sanki az önce kazınmış gibi Aslan'ın teni kızarmış, yer yer kabarmıştı.
"Farklı hissediyorum," diyordu bir melez. "Sanki... sanki gücüm... daha fazla!"
"Bir yanlışlık var."
"Bu kızın kanı değiştirdi bizi! Ayine o katıldığı için oldu tüm bunlar!"
Artık neredeyse tüm üyeler ayağa kalktığından hepsi Melissa'nın etrafında etten bir duvar oluşturmuştu. Korkulu bakışlarına her saniye nefret karışıyor, öfkeli ithamlarıyla birbirlerini gaza getiriyorlardı.
Genç bir melez "Nesin sen ha, nesin?" diyerek Melissa'nın üzerine yürüdüğünde Aslan hemen araya girip adamı göğsünden itti.
"Uzak dur ondan!"
Ama kalabalıktan başka bir sesin yükselmesi gecikmemişti. "Bize ne yaptığını söyle yaratık! Nasıl bir oyun oynadın bize ha?"
"Hayır!" diye araya girmek istedi Gloria. "Oyun yok, Melissa bizimle! Lütfen herkes sakin olsun. Bu durumu birlikte anlamaya çal..."
Ama öfkeli uğultu meleğin uzlaşma çabasını anında yutmuştu. Melezler başlarına gelen bu beklenmedik değişim için bir cevap istiyordu ve nedense bu cevabın Melissa'da olduğuna inandırmışlardı kendilerini. Etrafındaki çemberin her an biraz daha daraldığını hissetse de Melissa bedenini felç eden şoktan kurtulup kendini savunamıyordu. Her şeyi kendi gözleriyle bizzat görmüşken nasıl bu melezlere suçsuz olduğunu söyleyebilirdi ki zaten? Tüm dünyayı elleriyle yok edişini onlarla birlikte izlemişti saniyeler önce. Belki de... gerçekten de yok edilmesi gereken tehlikeli bir yaratıktı.
"Herkes sakin olsun!" dediğini duydu Yosef'in, ama başkanın sert sesi bile çığırdan çıkmak üzere olan Çember'i dizginlemeye yetmemişti. O an her kafadan ayrı bir ses çıkıyor, melezler kaygıyla dövmelerindeki değişimi anlamaya çalışıyor, daha agresif olanlarsa bunun için aralarına yeni katılan temsilcileri, en başta da Melissa'yı suçluyordu.
"Kızı yakalayın!" diye bağırdı gerilerde duran bir melez. "Hepiniz başımıza açacağı kıyameti gördünüz! O lanetlinin bizi yok etmesine müsaade edemeyiz! Tutun onu, zincirleyin!"
Aslan adamın zehirli fikriyle anında harekete geçen iki melezin Melissa'ya yöneldiğini gördüğünde bu kez gücünü kullanmaktan çekinmedi. "Size uzak durun dedim!" diye bağırdı kollarını öne uzatırken. Muhtemelen yapmak istediği sevdiği kadını düşman ellerden korumaktı. Oysa kendini bile şaşırtan gücü bir anda üzerine gelen iki kişiyle birlikte etrafındaki beş melezi de geri savurunca Aslan alevler çıkan ellerine bakakalmıştı. Yüzündeki şoktan kesinlikle bu yaptığının kendi kontrolünde olmadığı anlaşılıyordu, ama Çember daha büyük bir korkuyla bakıyordu şimdi onlara.
Bir yaratık ve onun ucubeye çevirdiği sevgilisi...
"Bu... bu normal değil!" dedi panikle geri adım atan üyelerden biri. Aslan'ın gazabına uğrayan melezler titreyerek yerden kalkıp gerilemişti. Fakat daha öfkeli başka bir adam kendini öne atıp doğrudan Aslan'ın karşısına geçti. "Kızı bize ver yoksa onunla birlikte seni de Çember'den atmasını biliriz Aslan!" diye tısladı dişleri arasından. Etraftaki herkes hayret nidaları eşliğinde adamın ellerine baktığından Melissa da ondaki garipliği anında fark etmişti. Melezin derisinin altından görünen tüm damarlardan kan yerine lav akıyormuş gibi altın rengi parlıyordu şimdi. Patlamak üzere olan bir yanardağdan farksızdı adam ve az sonra tüm öfkesini Aslan'ın üstüne kusacağına şüphe yoktu.
"Aslan gidelim!" dedi Melissa zorla konuşmayı başardığında. Dünyanın en tehlikeli varlığı da olsa ne onun ne de Aslan'ın onca meleze karşı kazanma şansı yoktu. Ama Aslan onun gibi düşünmüyor olsa gerek karşısındaki adama doğru bir adım atıp yumruklarını sıktı. Az önce ellerini saran ateş topları şimdi yeniden avuçlarını kaplamıştı, ama bu kez kendi kontrolündeydi. Parmaklarını hareket ettirdikçe karşısındaki melez gibi kollarındaki altın damarlar belirginleşiyor, bir ağ gibi gömleğinin yakasından çenesinin altına doğru yayılıyordu. Melissa Aslan'ın alevlerle nasıl oynadığını önceden görmüştü elbette, ama bu kez oğlanın avucu içine hapsettiği ateşten bambaşka bir enerji yayıldığını hissedebiliyordu. Sahiden de bir farklılık vardı. Bir yanlışlık... Kötü bir şey...
O adama doğru bir adım daha attığında "Aslan..." dedi Melissa korkuyla. Belki de hayalinde gördüğü kıyamet az sonra gerçekten bu salonda kopacaktı.
Fakat tam o an "Yeter!" diye bağırdı Yosef. "Bu kadar şaklabanlık yeter! Tüm üyeler hemen yerlerine!"
Melissa diğer herkesle birlikte nefesini tutmuş, iki azgın boğa gibi gözlerini birbirinden ayırmayan Aslan ve karşısındaki meleze bakıyordu. İki adam da öfkesini bırakıp geri adım atacakmış gibi durmuyordu ya Yosef bir kez daha "Size yeter dedim!" diye bağırdığında salonun zemini öyle bir titredi ki Melissa bile geri adım atmak zorunda kaldı. "Herkes kendine gelsin!" diye emretti Yosef dişleri arasından. "Buraya uzlaşmaya geldik, birbirimizi yemeye değil. Hepiniz derhal kendinizi toplayın. Daha ne olduğunu bile bilmiyoruz ve siz birbirinizi suçluyorsunuz. Hem de en birlikte hareket etmeniz gereken anda... Yazık!" Başını hayal kırıklığıyla iki yana salladı. "Aklınızı başınıza toplamanız için yarım saat ara veriyoruz. Sonra Çember'e devam edeceğiz. Herkes şimdi salonu boşaltsın. Derhal!"
Bu talimatla neredeyse tüm üyeler başkanı ikiletmeden merdivenlere yönelmişlerdi. Birkaç asi ruh geride kalıp bir şey diyecek olduysa da Yosef'in suratındaki çelik maske hızla fikirlerini değiştirip diğerleri gibi aile localarına dönmelerine ve geçit odalarına girip salonu terk etmelerine neden oldu. Aslan'a kafa tutan öfkeli melezin de sonunda arkasını dönmesiyle problem şimdilik çözülmüş gibi duruyordu. Oysa Aslan hala aynı yerde, bakışlarıysa başkanın üzerindeydi.
"Gel Melissa," dedi Tobias onu sırtından nazikçe iterek. "Biz de biraz hava alalım."
Melissa arkadaşını duyduğu halde ona tepki veremedi. Hala bir heykel misali önünde duran Aslan gibi hareketsiz kalmıştı o da. Gloria Yosef ile birlikte yanlarına geldiğinde bir an kadınla göz göze geldi. Meleğin güzel suratı bile yaşadığı kaygıyı saklayamıyordu.
"Melissa'nın buraya hiç gelmemesi gerekirdi!" dedi Aslan öfkeyle. Teninin altındaki damarlar eski haline dönmüşse de gözleri hala alev alevdi. "En başından beri size söylüyorum. Onu asla Çember'e almamalıydınız. Bu... bu ne kadar tehlikeli şimdi anlıyor musunuz? Kurmaya çalıştığınız ittifak daha ilk günden yerle bir oldu. Melezler sadece Melissa'dan korkmuyor artık, ondan kurtulmak istiyor!"
"Aslan..." diye araya girmek istedi Gloria. Ama çocuk kimseyi dinleyeceğe benzemiyordu.
"Onu buradan götürüyorum!" dedi dişleri arasından. "Ve bir daha asla Çember'e katılmayacak."
Aslan kiminle konuştuğunu unutmuş olabilirdi, ama onun iddialı çıkışının karşısındaki başkanı her saniye biraz daha öfkelendirdiğini görebiliyordu Melissa. Gloria da aynı şeyi fark etmiş olsa gerek kocasının ağzını açmasına izin vermeden tatlı diliyle yeniden araya girdi. "Aslan... korkmanı anlıyorum ama daha ne olduğunu bilmiyoruz bile. Sizi değiştiren Melissa'nın kanı da olabilir, meleklerin Çember'e katılmış olması da. Her koşulda ne olduğunu doğru anlamamız lazım. Açığa çıkan gücü hepimiz hissettik. Eğer bu Melissa'yla ilgiliyse..."
Aslan inatçı bir çocuk gibi başını iki yana sallıyordu. "Neyin neden olduğunun artık bir önemi yok Gloria. Az önce olanları sen de benim kadar net gördün! Melissa burada güvende değil. Daha kendi gücünü bile kontrol edemezken ondan ne bekliyorsunuz ha? Ne yapmasını istiyorsunuz?"
"Bu senin karar verebileceğin bir şey değil!" dedi Yosef sinirle. Sesinin şiddetini zapt etmeye çalıştığından suratı kıpkırmızı kesilmişti. "Çember dünyanın en karanlık varlığına karşı savaşmaya hazırlanıyor. Seçim yapma lüksümüz var mı sence? Elimizdeki tüm güçleri kullansak bile başarılı olacağımıza emin değilken hem de... Beğensen de beğenmesen de Melissa'nın o iblisle bir bağı var, öngöremediğimiz kadar güçlü ve bu savaşta kendi rolünü oynamak zorunda!"
"Dünyayı yok ettiğimi gördüm," dedi Melissa bir anda. Onun konuşmasını kimse beklemediğinden Aslan bile dönüp hayretle bakmıştı. "Sizin de aynı şeyi gördüğünüzü biliyorum. Bu... bir hayal değildi, öyle değil mi? Bu bir kehanet. Olacakların bir ön gösterimi. Belki de benim savaştaki rolüm budur. Belki de her şeyi bitiren benim kontrolsüz gücüm olacak."
"Melissa hayır..." Gloria iki adımda arayı kapatıp bir anne gibi şefkatle kolunu Melissa'nın etrafına sardı. "Asla böyle düşünmemelisin. Bu olanlar ayinin bir parçası. İçine kan karışan büyülerde gidişatı kimse tam olarak kontrol edemez. Sen söyle Aslan, Çember ayininde kanını veren her temsilci halüsinasyonlar görmez mi? Sen de defalarca korkunç görüntüler görmedin mi bu ayinlerde?"
Aslan kaygılı bakışlarını Melissa'dan ayırmadan başını salladı. "Gördün mü?" dedi Gloria yeniden Melissa'ya doğru eğilip. "Bu normal. Evet sen hepimizden farklı, daha büyük bir şey yaşadın, ama bu durum senin gücünle ilgili olmalı. Ve elbette ayine bizim kanımız katıldığı için... Daha önce hiçbir melek Çember'e kanını sunmamıştı. Üyelerdeki değişimin sebebi de bu yeni güç zannedersem."
Melissa kulağına masal gibi gelen bu tatlı sözleri dinlerken ne hissetmesi gerektiğine emin değildi. Aslan'ın, Yosef'in ve Tobias'ın bakışlarından onların da melek kadına inanmakla kendi korkularına yenilmek arasında gidip geldiklerini görebiliyordu. Kimi, nasıl suçlayabilirdi ki Melissa? Bir yanı Gloria'nın sözlerine tutunup hala her şeyin düzelebileceğine inanmak istiyor, diğer yanı ise kaderini kabullenip kendini karanlığa bırakmak için o kaçınılmaz adımı atmayı bekliyordu.
O an her ikisini de yapamayacağını anlayınca "Şimdi gidebilir miyim?" diye sordu? "Bu gece daha fazla burada olmak istemiyorum." Bakışları Yosef'e çevrilmişti. "Sadece bu gece için... Rolümün farkındayım ve sonraki Çember'de burada olacağım. Diğerleri hala beni isterse tabii..."
Aslan başkanın cevap vermesini beklemeden Melissa'nın elini tutmuştu. "Ben de onunla gidiyorum."
Yosef'in çatık kaşlarının altından Melissa'yı süzen bakışları anında Aslan'a çevrildi. Babalarından zılgıt yiyecek iki küçük çocuk gibi Aslan'la el ele dururken başkanın öfkesinin üzerlerine boşalmasını bekliyordu Melissa. Ama Gloria yine araya girip doğrudan kocasına konuşmuştu.
"Bence de şimdi gitmeleri daha doğru Yosef. Çember'in sakinleşmesi ve ne olduğunu anlamamız için zaman lazım. Bu gece daha fazla sorun çıkmasın. Sonraki buluşmaya kadar iyice araştırıp üyelere ne olduğunu ve nasıl bu değişimin yaşandığını bulmaya çalışırız."
Yosef sessizdi. Melissa ve Aslan'ın üzerinde gezinen bakışları nihayet karısına döndüğünde sıkıntıyla nefes verip gözlerini devirdi. "Tamam... Tamam, şimdi gitsinler." İşaret parmağını Aslan'a doğrulttu. "Ama sen çocuk, hiçbir yere kaybolma. Toplantıdan sonra seninle konuşacaklarım var."
Melissa Aslan'ın vereceği tepkiden başkanın neden bahsettiğini anlamaya çalıştı, ama çatılan kaşlarına bakılırsa o da neler döndüğünden bihaberdi. Yine de şansını daha fazla zorlamak istemiyor olsa gerek konuyu uzatmadan başıyla onayladı ve başkanın ya da Gloria'nın başka bir şey demesine izin vermeden Melissa'yı kendi localarına doğru çekiştirdi. Az sonra herkesi geride bırakarak basamakları tırmanmış, aile geçit odasına girmişlerdi.
Melissa kapıdan geçtikleri an derin bir nefes almaya hazırlamıştı kendini. Tabii bu, geçit odasının tüm aile fertleriyle dolu olduğunu öngöremediğindendi. Oysa Aslan'ın ailesinin Çember'de yaşananları tartışmak için kendi özel alanlarını kullanmalarından daha doğal, daha mantıklı bir şey yoktu. İçeri adım atmalarıyla tüm oksijeni yutmuşlar gibi bir anda tüm konuşmalar kesilmiş, meraklı bakışlar anında üzerlerine çevrilmişti.
Melissa daha ilk adımında sandalyelerden birinde oturan Aslan'ın annesiyle göz göze geldi. Onunla bizzat hiç tanışmamış olsalar da Aslan'ın kadınla yaptığı telefon konuşmalarına birkaç defa kulak misafiri olmuştu. Belki sadece kafasında kuruyordu, ama nedense onun oğlunun ilişkisini onaylamadığına dair kuvvetli bir hissi vardı ilk andan beri. Zaten öyle değilse bile bu gece gördüklerinden sonra kadının fikri tamamen değişmiş olmalıydı. Kaygıyla dudakları aralandığında muhtemelen oğluna bir ucubeyle ne yaptığını soracaktı. Oysa Aslan ne onun ne de odadaki diğerlerinin konuşmasına izin vermiş, Melissa'yı hızla diğer kapıya doğru sürüklemişti.
Son anda odanın en karanlık köşesinde duvara yaslanmış olan Davut'la göz göze geldi Melissa. Herkesin aksine öfke, korku, tiksinti gibi duygular değil, merak ve garip bir hayranlık vardı adamın suratında. Odadan çıkana dek Melissa'yı bakışlarıyla takip etmiş, dudakları belli belirsiz bir tebessümle kıpırdanmıştı. Onun zihnini okumak için tüm gücünü kullansa da Davut'un aklından ne geçirdiğini, yine neler planladığını tahmin etmesi imkansızdı Melissa'nın. Düşünmek de istemiyordu zaten. En azından bir gece için.
"Seni malikaneye geri götüreceğim," dedi Aslan koridorda hızla ilerlerken. Melissa'nın elini öyle bir sıkıyordu ki sanki bıraksa kötülük sevdiği kadını kapıp sonsuzluğa kaçıracaktı.
"Hayır," dedi Melissa yavaşlayıp. Onu çektiği için Aslan da durmak zorunda kalmıştı. "Malikaneye dönmek istemiyorum Aslan. Toplantı bitmeden oraya gidersem herkes sorular soracak. Zaten seçilmem hiçbirini mutlu etmedi. Bir yanlışlık olduğunu anlayacaklardır. Bir de..." Dudakları iyice aşağı sarktı. "Ben... ben bu gece yalnız kalmak istemiyorum."
Aslan sinirden dişlerini sıkıyordu. Melissa'yı tutup kendine çektiğinde kızı göğsüne bastırıp kollarıyla sıkıca sardı. "Yalnız değilsin," diye mırıldandı onun saçları üstündeki dudakları. "Ben hep buradayım Melissa. Korkmana gerek yok. Bu işi birlikte çözeceğiz."
"Ama korkuyorum. Sen de korkuyorsun. Hem de çok... Diğer herkes korkuyor. Çember, melekler... Benden haberi olan herkes..."
"Çünkü sen farklısın!" dedi Aslan Melissa'nın yüzünü elleri arasına alıp. "Sen hepimizden özelsin, güçlüsün. O yüzden korkuyorlar. Ama ben... ben senden değil, senin için korkuyorum Melissa. Seni koruyamamaktan korkuyorum."
Melissa Aslan'ın altın ışıltılar saçan gözlerinde sözlerinin aksini kanıtlayacak bir şüphe kırıntısı aradı. Karşısındaki adam ona böyle aşkla bakmıyor olsa belki bulurdu da. Oysa Aslan dünya yarılıp ikisini yutsa dahi bir yere gitmezmiş gibi duruyordu. Gözlerini kapatıp kendini onun kollarına bıraktı Melissa. "Beni buradan götürür müsün? Sadece seninle olabileceğim bir yere... Düşünmek istemiyorum. Hatırlamak istemiyorum."
"Seni istediğin her yere götürürüm," dedi Aslan onu sıkıca sarıp. Ama sözlerindeki kararlılık sesine yansımamıştı. Melissa onun malikaneye dönmek ve sevdiği kadını bildiği en güvenli yere saklamak istediğini biliyordu. Yosef parkta kalmasını söylediği halde hem de... Aslan'ın hayatını zora soktuğunun farkındaydı Melissa. Uslu bir kız gibi eve dönmeli ve onu rahat bırakmalıydı. Ama dışarı yansıttığından çok daha büyük bir panik vardı ruhunda. Tek başına kaldığı ilk an karanlık onu yeniden ele geçirecekti sanki.
Sonunda Aslan "Tamam o zaman..." dediğinde umutla ona baktı. "Madem eve dönmek istemiyorsun... gidebileceğimiz daha iyi bir yer biliyorum ben. Bu gece için önceden düşündüğüm bir yer..."
Melissa bunun malikanedeyken Aslan'ın bahsettiği sürpriz olduğunu tahmin ediyordu. Nasıl da mutlu olmuştu duyduğu an. Keşke kalbini sevinçle yerinden oynatan bu heyecan o gece yaşanan her şeyle birlikte yanıp küle dönmüş olmasaydı. "Aslan..." dedi sıkıntıyla. "Bunun için doğru bir zaman olduğunu sanmı..."
"Hişş..." diye susturdu Aslan onu. "İtiraz etme hemen. Kötü hissediyorsun biliyorum. Tam da o yüzden şimdi benimle gelmen lazım. İkimizin de buna ihtiyacı var."
"Aslan..."
"Melissa..." dedi Aslan onu çenesinden tutup kendine bakmaya zorlayarak. "Sadece benimle olabileceğin bir yer istemiyor muydun? Her şeyi unutacağın bir yer..."
Öfke bir anlığına Melissa'nın dudaklarını ele geçirdi. "Ben artık parkın illüzyonlarına inanan o saf kız değilim Aslan. Ne olduğumu bilmiyorum bile. Bir canavar, bir ucube..."
Onun acımasız sözlerine inat tatlı bir gülümseme büyümüştü Aslan'ın dudaklarında. Başını itiraz ederce iki yana salladı. "Eskisinden daha güçlü olabilirsin Melissa. Daha hızlı, daha çevik, daha zeki, daha bu, daha şu, daha, daha, daha... Ama bu, özünde kim olduğun gerçeğini değiştiremez. Benim tanıdığım o ışık saçan ruhun sahibi olduğunu değiştiremez. Bu sensin. Kimin ne düşündüğü ne yapacağı neler olacağı umurumda değil. Çünkü biliyorum, gittiğimiz yol ne kadar karanlık olursa olsun, kendini ne kadar kaybettiğini düşünürsen düşün sen hep özündeki ışığa döneceksin. Hep aynı kız olacaksın."
Melissa dudakları aralık öylece Aslan'a bakıyordu. O bile kendinden böylesine nefret ederken karşısındaki adamın ona karşı beslediği sevgi... gözlerindeki bu yersiz inanç... Aklındaki hiçbir kalıba sokamıyordu Melissa. Mantığı duyduklarının gerçekliğini şiddetle yalanlasa da kalbini soğutan buzları erittiğini itiraf etmeliydi. O buzlar ki az sonra Melissa uzanıp Aslan'ı öptüğünde tamamen yerini kızgın lavlara bırakmıştı. Hüzün huzura, keder neşeye, kader ana dönüyordu şimdi bir kez daha.
"Seni seviyorum..." diye mırıldandı dudaklarını zorla âşık olduğu adamdan ayırdığında.
"Biliyorum..." dedi Aslan gülümseyerek. "Ama benim seni sevdiğim kadar olamaz. O yüzden... şimdi her şeyi unutabileceğimiz bir yere gidiyoruz. Gel hadi."
Aslan uzanıp elini tuttuğunda bu kez korkularından beslenen yeni bahaneler üretmedi Melissa. Onun yanında Flame'e, oradan da parkın ışıltılı dünyasına adım atmış; bilmediği bir yöne doğru ilerlemeyi sürdürdüklerinde bile durup nereye gittiklerini sormamıştı. Zaten Çember'den uzaklaştığı her adımda yeniden nefes aldığını hissediyordu. Gece parkın ziyaretçilerini çoktan ele geçirdiğinden şimdi sadece büyük bir haz ve eğlence arzusu vardı havada serbest gezen duygularda.
Melissa'nın artık iblisleri ayırt eden gözleri onların ağlarına takılmış insanları görüyor, aklı bu zavallıların başlarına gelebilecek bin bir farklı kötü sonu hayal edebiliyordu. Buna rağmen Cehennem'in bu karanlık enerjisinin midesinde benzersiz bir heyecan yarattığını inkâr edemezdi. Oyuncaklardan yayılan büyülü güç bedenini sarıp sarmalıyor, kayıp ruhunun en derinlerine ulaşıyordu. Başka hiçbir yerde hissetmediği eşsiz bir sıcaklık yayılıyordu ağır ağır tenine. Şeytan'ın bir parçasını ve bir meleğin kanını taşıyordu ne de olsa. Belki de ölümü yenmiş bedeni tıpkı rüyaları gibi ona bir mesaj vermek istiyordu. Bundan böyle ait olduğu tek bir yer vardı Melissa'nın. Cehennem ve ateşten kurulmuş Sınır...
Sanki kendi gibi iblisler de farkındaydı bu gerçeğin. Başını çevirip ona bakmayan tek bir yaratık yoktu parkta. Melissa uydurduğunu düşünmek istese de inkâr edemeyeceği kadar barizdi üzerindeki ilgi. Gözleri pırıl pırıldı tüm iblislerin. Melezlerin korku dolu bakışlarının aksine bir hayranlık vardı hepsinin yukarı kıvrılmış dudaklarında. Bir açlık, bir davet... Bir an onların Çember'de yaşanan olaydan haberdar olup olmadıklarını merak etti Melissa. Gücü üyeleri aşıp parka yayılmış, iblisleri de içine almış olabilir miydi?
"İşte geldik."
Melissa Aslan'ın sesiyle kâbusları aratmayan düşüncelerinden sıyrılıp ana dönmeye çalıştı. Şimdi simsiyah bir çadırın önündeydiler. Kadife kumaşı kaplayan gümüşi işlemeler belli belirsiz bir ışık yayarak çadırı olduğundan daha büyülü bir hale getiriyordu. Kapıda insanları içeri davet eden balerinlerin siyah kostümlerine de aynı desenler işlenmişti ve kızlar hareket ettikçe şekil değiştiriyor, yıldızlar gibi ışık saçıyordu. Balerinlerden biri kollarını yukarı kaldırdığında ellerindeki küre parmaklarından kurtulup gökyüzüne uçtu. Gördüğü her şeyin bir illüzyondan ibaret olduğunu bilse de hayranlıkla ardından bakmadan edememişti Melissa.
Onları görmesiyle kuyrukta bekleyen tüm insanları unutmuş olan iblis kız zarif bir serenat yapıp elindeki cam küreyi Melissa'ya doğru uzattı. Onunkilere kilitlenmiş sarı gözleri heyecanla parlıyordu. "En özel dileğinizi dilemeye hazır mısınız efendim?"
Melissa onunla ne yapacağını bilmese de kızın verdiği küreyi aldı. Aynı anda tertemiz, buz gibi bir kaynak suyu parmaklarından bedenine akmış gibi tüyleri diken diken olmuştu. Hemen yanında Aslan'ın ilgiyle onu izlediğinin farkındaydı. Balerin kızın ona da bir küre vermesiyle "Hazırsan..." demişti Melissa'nın kulağına doğru eğilip.
Ve böylece, hasetle onları süzen insanları ardında bırakıp kızın araladığı kumaşın içine doğru adım attı Melissa. Az önce bedenini saran soğuk şimdi temiz bir rüzgâr olup yüzüne çarpmıştı. Sonsuz yıldızla bezenmiş, uçsuz bucaksız bir gecenin içindeydiler artık. Üzerinde durdukları taş yolu çevreleyen gül bahçesi dolunayın altında ışıldayan kristal güllerle kaplıydı. Dalların arasında ateşböcekleri gibi bir yanıp bir sönen cam küreler beliriyor, Melissa kafasını çevirdiği an binlerce parçaya ayrılıp havaya süzülüyorlardı.
"Beni nereye getirdin?" diye sordu Melissa yanında ilerleyen Aslan'a dönüp.
Aslan sadece gülümsemekle yetinmiş, bir şey dinlemesini ister gibi işaret parmağıyla gökyüzünü işaret etmişti. O an oldukça uzaktan belli belirsiz kulaklarına ulaşan müziği fark etti Melissa. Bu ezgiyi tanıyordu, ama her şey az sonra gül bahçesi bir gölün kıyısında sonlandığında anlam bulmuştu.
"Fındıkkıran..." diye mırıldandı ağzı açık.
Şimdi gayet net duyabiliyordu bilindik ezgiyi. Elbette Tchaikovsky'nin unutulmaz eseri Fındıkkıran'a aitti kulağını okşayan notalar. Ama Cehennem'in kendi büyülü dünyasında yeniden can bulmuş gibiydi her şey. Ay ışığında ışıl ışıl parlayan siyah gölün üzerinde dans eden onlarca balerin müzikle birlikte salınıyor, ellerindeki cam küreleri birbirlerine ve havaya atarak masalsı bir görsel şölen yaratıyorlardı. Suyun üstünde nasıl durduklarını da kıyafetlerinden yayılan ışığı da mantıkla açıklaması mümkün değildi Melissa'nın. Zaten onun merak ettiği daha çok bu gördüklerini gerçek kılan büyüydü.
"Şu üzerindeki kıyafetle bu dünya için yaratılmış bir prenses gibisin," diye mırıldandı Aslan kulağında. Melissa felç olmuş halde önündeki manzarayı izlerken o arkasına geçip beline sarılmıştı.
"Burası tam olarak nedir?"
"Kuğu Gölü," dedi Aslan düşünmeden. Melissa Gerçekten mi? der gibi yandan ters ters bakınca omuz silkmişti. "Biraz büyüyle harmanlanmış hali tabii. Bak..." Aslan elindeki küreyi öne doğru uzatınca camdan top ay ışığında parlamıştı. Ancak şimdi içinde hareket eden milyonlarca minik yıldızı seçiyordu Melissa'nın gözleri. Sanki müzikle birlikte canlanmıştı küre ve notalara ayak uydurarak mordan uçuk maviye, eflatundan beyaza değişiyordu içindeki yıldızların renkleri.
"Burada herkesin bir dilek hakkı olur," diye açıkladı Aslan. "Kalbinden geçeni bu yıldıza fısıldaman ve onu gökyüzüne bırakman gerek, hepsi bu."
Melissa Aslan'ın kollarından kurtuldu ve ona dönüp bezgince yüzüne baktı. "Bunun gerçek bir yıldız olmadığını da tüm bu gördüklerimin büyüyle yaratıldığını da artık biliyorum, farkındasın değil mi?"
Aslan gülümsemeye devam etse de tebessümü kırılmıştı. "Elbette..." dedi hayal kırıklığıyla. Bir an ne yapacağını bilememişti. Sonra, "Eğer başka bir yere gitmek istersen..." dedi çekinerek. Öyle çaresiz görünüyordu ki... Kafasında milyonlarca farklı savaş veriyor olmalıydı. Çember, melezler, melekler, açığa çıkan güçler... Düşüne düşüne aklını oynatacaktı muhtemelen. Yine de Melissa'yı rahatlatmak, ona kendini iyi hissettirmek için debeleniyordu. Oğlana haksızlık eden zehirli dilini koparmak istedi Melissa.
"Sanırım bir seferlik tüm bu bildiklerimi unutabilirim," dedi özür diler gibi. Sözleri Aslan'ın gamzelerinin yeniden belirmesine neden olmuştu.
"O halde..." dedi elini serenat yapar gibi kıza uzatıp. "Sizi gölde kısa bir gezintiye çıkarmama izin verin prenses..."
Melissa kesinlikle bir prenses değildi. Hele de herkesin korktuğu bir ucube olduğu dakikalar önce kanıtlanmışken... Yine de... Elini Aslan'ın avucuna bıraktığı an bu sahte masalın gerçekleri yutmasına engel olamamıştı. Üzerindeki beyaz elbisenin eteklerini toplayıp Aslan'ın yardımıyla göl kıyısında duran beyaz gondola bindi. Az sonra etraflarında süzülen zarif balerinler gibi gölün kadife karanlığında ağır ağır ilerliyorlardı.
Ancak şimdi kızların pabuçlarını değdikleri yerlerde suyun üzerinde beliren gümüşi desenleri seçiyordu Melissa'nın gözleri. Çadırın ve balerinlerin kostümlerini de kaplayan motifler suyun üstünde diğer her şeyden daha büyülüydü şüphesiz. Kızlar ellerindeki küreleri gökyüzüne fırlatıp ortalığı simlere boğdukça ışıltılı bir yağmur yağıyordu üzerlerine ve her damlada güllerin kokusunu duyuyordu Melissa. Sahte olduğunu bildiği halde kendini gördüklerine öyle kaptırmıştı ki, gondol aniden durduğunda panikle Aslan'a baktı.
"Zamanı geldi," dedi Aslan iyice yanına sokulup. "Şimdi dileğini dileyebilirsin." Aynı anda gözlerini kapatıp kendi elindeki küreyi dudaklarına götürmüş ve sessiz bir dua mırıldanmıştı. O, camdan topu havaya kaldırana kadar nasıl bu ağırlıkta bir nesneyi gökyüzüne bırakacağını düşünüyordu Melissa. Oysa az sonra Aslan'ın parmaklarından kurtulan küre bir balon gibi havaya süzülmüştü. Ay ışığında yükseldikçe içindeki pırıltılar artıyor, dışını saran cam sanki çöl kumu gibi rüzgâra karışıyordu. Az sonra tamamı ufalanıp toptan geriye hiçbir şey kalmadığında gökyüzüne yayılan simli parçalar anlamlı şekiller halinde yeniden bir araya gelmişti.
Önce birbirinden güzel güllerin ışıl ışıl tepelerinde parlamasına şahit oldu Melissa. Sonra çiçeklerin arasında ışıktan bir kız belirdi. Tıpkı kendi gibi bembeyaz elbisesi içinde süzülüyordu ay ışığında. Dalgalı saçları yıldızlardan yapılmıştı sanki. Kendini karşısında beliren adamın kollarına bıraktığında havai fişek misali aydınlandı etrafları binlerce sihirli kelebekle. Ve adam kızı öptüğünde tüm o kelebekler çiftin etrafında ışıktan bir hortum oluşturup büyülü rüzgarlarının içine hapsetti onları. Aslan'ın dileği buydu demek. O, Melissa ve sonsuzluk...
"Biz..." dedi Melissa gözlerini yeniden karanlığa bürünen gökten zorla Aslan'a çevirip.
"Biz..." diye tekrarladı Aslan. "Şu an, sonra ve sonsuza dek... Bundan başka bir dileğim yok."
Melissa bu çadırdan çıktıkları an içine düşecekleri gerçek hayatı unutmamıştı. Anlık bir mutlulukla kendini illüzyona kaptırdığını biliyordu. Müzik sahteydi, göl yalandı, balerinler aslında yoktu. Dileği ne olursa olsun karanlık kaderince yutulacağını kabullenmişti çoktan. Ama Aslan... onun sözleri... onun dileği... onun varlığı... işte bir tek bundan şüphe duymuyordu Melissa. Ve bu ona yeterdi. Gözlerini yumdu, tüm kötü düşünceleri sonraya bırakıp dudaklarını birkaç santim önündeki adamınkilere bastırdı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top