27

Şeytan bir heykel gibi hareketsizdi. İnsanların dünyasında, köprünün ortasında, kendi karanlığıyla çevrelenmişti. Dökülen her kan onu oluşturan ateşi besliyor, kaybolan her ruh onunkini güçlendiriyordu. Sahi, şu karşısındaki manzarayı görmek için ne kadar beklemişti? Bir asır, iki, üç, on, yirmi... Hak ettiği yerde, en başından ona ait olması gereken topraklardaydı. Ve bu kez yalnız değildi.

Yine de bakışları ne zafer sarhoşu iblislerinde ne onları bu dünyaya sokan kapıda ne de hayatları bir bir heba olan insanlardaydı. Tek bir pırıltı görüyordu kaosun içinde. Simsiyah ve aynı zamanda ışıl ışıl. Tam da Şeytan'ın tahmin ettiği gibi, kendi gücünden bihaber, rüzgârda savrulup gidecek bir yaprak gibiydi Melissa. Dünyaları paramparça edecek ateşe sahipti ve yine de acı içinde kendi kendini parçalıyordu.

Ondan başkasının böyle büyük bir yarığı açabileceğini hiç düşünmemişti zaten Şeytan. Sınır'la dünyayı ayıran perdedeki çatlağı hissettiği an zihninde beliren tek resimdi Melissa'nın yüzü. Ve işte şimdi tam karşısındaydı kız. İki büklüm bedeninden oluk oluk yayılan karanlığa bakılırsa bir kez daha kendini kaybetmiş olmalıydı. Muhtemelen geçidin oluşmasını sağlayan da açığa çıkardığı bu güçtü.

Ah Melissa...

Gülmeliydi Şeytan, hatta kahkaha atmalıydı. İhtiyaç duyduğu tek şeyin Melissa olduğunun bundan daha güzel bir kanıtı olabilir miydi? Tek başına tüm duvarları yıkıp geçivermişti o. Şeytan'ın da tüm duvarları yıkıp iki dünyayı bir etmesini o sağlayacaktı. Yine de gülmüyordu Şeytan. Melissa altında kaldığı arabadan sürünerek çıkarken tek düşünebildiği ona ulaşmak, tüm gücüyle etrafını kuşatmak ve ona güvenli bir koza oluşturmaktı. Dudaklarından tek bir sözcük dökülmediği halde kalbinin tek arzusunu biliyordu iblisleri. Ondan önce Melissa'ya ulaşmış, kızı hasta eden açlığı kendi ateşleriyle beslemişlerdi.

Buydu işte Melissa'yı her zayıflığında uçurumun dibine sürükleyen. Bir türlü kabullenemediği özü doyurulmak istiyordu. İnkâr ettiği ruhu ateşe açtı. O yüzden ihtiyacı vardı Şeytan'a. O yüzden kâinatın en güçlü volkanın eteklerinde buluyordu kendini durmadan. Düştüğü yerde doğrudan Şeytan'ın gözlerine bakarken Melissa sonunda bu gerçeği anlamıştı belki de. İlk kez ondan kaçmıyor, ilk kez tüm sorularının cevabını bulmak ister gibi ilgiyle Şeytan'ı inceliyordu.

Ateşiyle ona şifa olan iblis kayarak yanından uzaklaşırken ağır ağır ayağa kalktı kız. Şeytan gibi o da aralarında uzanan görünmez ağın farkındaydı belki. Belki de bedeni onun yerine hareket ediyor, attığı her temkinli adımla onu Şeytan'a taşıyordu. Az sonra karşı karşıya kalmışlardı. Köprünün üzerinde iblislerinin canını almadığı tek bir insan kalmadığından çığlıklar yerini rahatsız edici bir sessizliğe bırakmıştı şimdi. Her bir yaratık efendilerinin sonraki hamlesini görmeyi, ne yapacaklarını ondan işitmeyi bekliyordu. Oysa Şeytan önünde kavuşturduğu elleriyle zamanda takılı kalmış gibi hareketsizdi.

Melissa onu izlerken dudaklarını birbirine bastırmış dişlerini sıkıyordu. Aklından geçen tonla düşünceden hangisinin ağzından kaçacağını kestiremiyor olmalıydı. Sonunda gözünden kopan siyah bir damla yanağına süzüldüğünde "Haklı olduğunu söylemeyecek misin?" dedi. Ateş yeniden yükseliyordu boynunda şişen damarlarında. Şeytan tepki vermediğinde sinirle yüzünü kuruladı. "Bunun için çıkmadın mı yine karşıma? Hadi! Sensiz bir hiç olduğumu söylesene. Sana muhtaç olduğumu. Sana ait olduğumu." Hıçkırdı Melissa ve kendi sesine tahammül edemiyormuş gibi başını salladı öfkeyle. "Kimse... hiç kimse anlamıyor. Kimse! Bunu... bunu ben istemedim! Bu gücü, böyle olmayı..."

Elleri birbirine dolanmış saçlarını çekiştirdi yolmak ister gibi. Şeytan ona doğru adım atmaya yeltendiğinde geri sıçramıştı dehşetle. "Bunu ben yaptım değil mi?" diye sordu. "Benim yüzümden buradalar." Her hece bir öncekinden daha çok canını yakıyordu sanki. Savaş meydanını andıran köprüyü göstermek için kollarını iki yana açtı. Titremeye başlamıştı. "Tüm bu insanlar... Hepsi...öldü. Öldüler! Allah kahretsin, öldüler! Hepsi benim suçum!"

Şeytan Melissa'nın giderek şiddetlenen hıçkırıklarına tezat bir sakinlikle izliyordu kızı. Melissa'nın ondan yakıcı sözler beklediği açıktı. Haksız da sayılmazdı, sonuçta Şeytan'dı o. İnsanları kendi dikenleriyle kanatmaktan daha iyi anladığı hiçbir şey yoktu bu hayatta. Ama... o gün, o anda, hiçbir zehirli sözcük yoktu kullanmak istediği. "Evet," dedi sonunda usulca. "Sen bu kadar güçlü olduğun için buradalar.

Şeytan'ın sesinde en ufak bir ima ya da alay yoktu. Muhtemelen o yüzden dehşet içinde ona bakmıştı Melissa. Bir şeyler demek için ağzını açtıysa da Şeytan kızın konuşmasına izin vermeden devam etti.

"Ve hayır. Bu insanların başına gelen şey senin suçun değildi. Sen sadece kendin oldun. Onlar da..." Başıyla etraflarında bekleyen iblisleri işaret etti. "Nasıl yaratıldılarsa o şekilde davrandılar. Çünkü özlerinde ne olduklarını değiştiremezler. Sen de değiştiremezsin Melissa. Hiçbirimiz değiştiremeyiz."

"Bu... bu ben değilim," diye inledi kız. Hala siyah damarlarla kaplı kollarını öne uzattı kendinden tiksinerek. "Ben bu olamam!"

Şeytan gözlerini onunkilerden çekmedi. Melissa'nın gösterdiği şeye baksa da çirkinlik değil, kendine ait, eşsiz bir parça görürdü zaten. Bunun yerine sakince kıza doğru ilerledi ve aralarındaki boşluğu tamamen kapadı. Kullarının etrafında sabırsızlandığını, asırlarca bastırdıkları açıklarının her an büyüdüğünü hissediyordu. Muhtemelen açığa çıkan korkunç enerjiyi çoktan fark etmişti melezler. Çemberin müdahalesi, insan polislerinkinden çok daha hızlı olacaktı şüphesiz. Harekete geçmesi gerektiğini biliyordu Şeytan. Böyle bir şansı yakalamışken, yırtıktan her an daha çok iblis dünyaya dolarken kullanmamak aptallık olurdu. Ve o tüm bunları bile bile öylece durdu.

"Melissa..." dedi kendi kulağına bile tatlı bir şarkı gibi gelen yumuşacık bir sesle. "Neden anlamıyorsun? Neden artık sıradan bir insan olmadığını kabul etmiyorsun? O bildiğin kız öldü. Yanlarında savaştığın melezler öldürdü o kızı. Sen bambaşka birisin artık. Eşsiz bir varlık... Bir mucize... Hala görmüyor musun, kendini reddettiğin için oluyor tüm bunlar." Şeytan başıyla etraflarındaki yıkımı işaret ettiğinde Melissa'nın dudakları titredi. Kızı çenesinden tutup yeniden kendine bakmaya zorlamıştı Şeytan. Ona dokunmasıyla içine akan sıcaklığı yudum yudum içti keyifle. Melissa'nın da aynı şeyi hissettiğini biliyordu, çünkü belki de ilk kez elinden kaçmamıştı kız.

"Evet," diye mırıldandı Şeytan gözlerini onun dudaklarından alamadan. "Evet ben haklıyım. Evet sen Sınır'a aitsin. Bana aitsin. Ama bensiz bir hiç olduğun için değil. Tıpkı benim gibi olduğun için. Benim bir parçam olduğu için. Senin bana olduğu kadar benim de sana ihtiyacım olduğu için. Hayatımda ilk kez seninle tamamlandığım için Melissa. Sen ve ben... biz farklıyız. Peki sırf bu yüzden değişmek zorunda mıyız? Sırf melezler başka türlüsünün doğru olduğunu söylüyor diye... Sırf en başında kurallar farklı kondu diye..." Başını iki yana sallıyordu Şeytan. Melissa'yı türlü çeşit büyüyle sözlerine ikna edebilirdi. Oysa o doğruları söylemeyi seçmişti ve görünen o ki işe de yarıyordu. Kız çatık kaşları altından onu izlerken göz yaşları akmayı bırakmış, titremesi farkında olmadan geçmişti.

Şeytan iyice ona sokulup kulağına doğru eğildi. "Sana bunu sadece bir kez daha söyleyeceğim Melissa. Bana gelmeyi seçtiğin gün seni her şeyinle, olduğun gibi kabul edeceğim ben. Yalnız... umarım o seçimi bir an önce yaparsın. Çünkü seni diğerlerinden başka türlü nasıl koruyabilirim bilmiyorum."

Melissa Şeytan'ın son sözleriyle titredi. Şeytan'ın ne kastettiğini anlamış, onu yalanlayabilecek hiçbir mantıklı açıklamaya tutunamamıştı. İçindeki ateş günden güne büyür, gerçek gücü hızla açığa çıkarken etrafını saran tehdidi her nefeste daha fazla hissediyor olmalıydı. Melezler, melekler ve tüm insanlık için bir düşmandı o. Tanrı'nın Şeytan'dan sakındığı her şeyi söke söke almaya gelmiş bir intikam meleğiydi. Elbette istenmiyordu. Şeytan'ı kimse istemiş miydi ki? Daha en başta onu yaratan babası vazgeçmemiş miydi ondan? Hem de bu şekilde olmasının suçlusu yalnızca ve yalnızca kendisiyken... Neyse ki bir şekilde yolunu hep bulmuştu Şeytan. Melissa da bulacaktı. Ve birlikte dünyayı yeniden inşa ettiklerinde sırf Tanrı'nın suratını görmek için cennet bahçelerine dönebileceğini umuyordu.

Şimdiyse... burnunu okşayan, onu çiçeklerin arasına davet eden kokuya rağmen kendini geri çekti. Melissa'dan ona esen ılık rüzgâr kızdan uzaklaşmasını imkânsız kılıyordu. Yine de geriye bir adım attı. Bir adım... bir adım daha... Aralarına giren boşluk büyürken Melissa'nın sarsıldığını, zar zor ayakta durduğunu görse de ağır ağır gerilemeyi sürdürdü. Aynı yokluk hissiyle sancıyordu onun da bedeni. Ama bu kayıp geçiciydi, biliyordu. Zamanı gelecek, şimdi sahip olamadığı tüm mücevherler önüne dizilecekti. Şeytan'dı o. Bugüne kadar hep beklemiş, amacına ulaşmak için kırdığı kumdan saatler dünyayı çöllerle kaplamıştı. Ve şimdi, tam son dönemeçteyken sabırsızlık gösteremeyecekti.

Melissa'ya son bir kez bakıp arkasını döndüğünde iblislerin şaşkınlık, hayal kırıklığı ve öfke dolu çığlıkları saplandı zihnine. Dehşet giderek büyüyordu kullarının arasında. Kazandıkları bu küçük zaferle sarhoş olacak, gerçek ödülü göremeyecek basit yaratıklardı onlar. Vahşi bir özlemle daha fazlasını arzuluyorlardı. Oysa Şeytan zirveden azıyla yetinmeyecekti bu kez. Küçük lokmalarla karnını doyuramayacağı bir açlıkla kıvranıyordu kapının önüne konduğu günden beri ve ziyafet çekmesinin zamanı çoktan gelmişti. Tek bir ters bakışıyla anında tüm iblisleri susturdu. Az sonra istemeye istemeye de olsa efendilerinin peşinden yırtığa doğru hareketlenmişti her biri.

"Söylediklerimi düşün Melissa," diye seslendi Şeytan arkasını dönmeden. "Zaman aleyhimize işliyor."

Aynı anda kulaklarına ulaşan siren seslerinden daha güzel vurgulayamazdı hiçbir şey mesajını. Başka bir şey söylemesine gerek yoktu Şeytan'ın. Yeterince oyalanmıştı zaten. Polisler bile buradaysa melezlerin köprünün dibinde bitmesi an meselesi olmalıydı. Tanrı biliyordu ya, Melissa'yı bir başına onların eline bırakmak istediği son şeydi. Yine de... İblislerinin yarattığı kaosu ardında bırakıp bacağını iki dünyayı birbirinden ayıran görünmez kapıdan uzattı. Ateş anında onu kucaklamış, sıcaklık dizine ulaşmıştı ki Melissa'nın sesiyle olduğu yerde kaldı.

"Nasıl?" diye bağırmıştı kız ardından. Şeytan omzunun üstünden baktığında hayretle onu izliyordu. "Sen..." dedi doğru sözcükleri ararken. "Sen öylece gidecek misin yani? İblislerin sonunda dünyaya geçmeyi başardı, istediğin oldu ve sen... bunu kullanabilecekken öylece arkanı dönüp gidecek misin?"

Şeytan'ın dudağının kenarı keyifle yukarı kıvrıldı. "Benim bu kokuşmuş dünyaya ihtiyacım yok Melissa," dedi omuz silkip. "İblislerimin de yok. Çünkü çok yakında bildiğin tüm bu gerçeklik silinip gidecek, yepyeni bir dünya doğacak. Seçilmişlerin içeri alınıp diğerlerinin yakıldığı bir kafes değil. Ne olduğumuz için cezalandırıldığımız bir yer de değil. Kendimiz olabileceğimiz bir ev... Özgürce..."

Melissa afallamış görünüyordu. Bir süre dehşetle Şeytan'a baktıktan sonra "O halde neden?" diye üsteledi. "Neden geldin? Neden buradasın?"

Ah Melissa... Bir türlü gerçeği görmek istemiyordu. "Çünkü..." dedi sabırla. "Sen buradaydın. Ve bana ihtiyacın vardı. Bir kez daha..."

Şeytan havada asılı kalan sözlerini gülüşüyle taçlandırıp yarığın içine daldı. Ateşin içinde bir süre daha aynı düşünce dalgalanmıştı. Kendimiz olabileceğimiz bir ev. Özgürce... Sen ve ben Melissa... Sen... ve ben...

Melissa'yı allak bullak ve kafası karışmış halde, yapayalnız bıraktığını biliyordu. Güzel... Belki bu kızın daha hızlı karar almasına yardımcı olurdu. Çünkü söz intikama gelince Şeytan yaratılmış en sabırlı varlık sayılmazdı.


*

Melissa okyanusun ortasında kalmış gibi titriyordu. Giderek şiddetlenen siren sesleri ve bağırışlar üzerine çullanan, onu iyice dibe çeken korkunç dalgalar gibiydi. Yine de nefessiz, hareketsiz, bir heykel gibi kalakalmıştı dikildiği yerde. Şeytan'ın iblisleriyle birlikte yok olduğu boşluğa bakıyordu anlamadan, anlayamadan.

Bana ihtiyacın vardı.

Sahiden böyle mi demişti Şeytan? Bir kez daha onun için mi gelmişti yani? Yardıma ihtiyacı olduğu için... Hayır! diye direndi Melissa'nın mantığı. O Şeytan'dı. Bir çıkarı, Melissa'dan istediği bir şey olduğu için bulmuş olmalıydı onu. Tüm dünya Melissa'dan bir parça koparmak için sıraya girmişken, herkes onun gücünü kendi oyununda kullanmak isterken Şeytan'ın sırf yardım etmek için karşısına çıkması akıl almazdı. Hayır, hayır, hayır!

Seni diğerlerinden başka türlü nasıl koruyabilirim bilmiyorum.

Melissa kulağına yapışan kelimeleri kazıyıp atabilmek istiyordu. Gel gör ki o an gözlerinin yakaladığı tüm görüntüler duyduklarını kanıtlamak için önüne serpiştirilmiş gibiydi. Melissa'nın kontrolsüzce yarattığı geçit hala orada açık dururken tüm canavarlarını da alıp gitmişti Şeytan. Terk edilmiş arabalar, parçalanmış bedenler, bolca kan, kopmuş uzuvlar... Hepsi yola saçılmıştı evet ama... O yoktu işte. Bu kokuşmuş dünyaya ihtiyacım yok! demişti. Çünkü çok yakında yepyeni bir dünya doğacak. Kendimiz olabileceğimiz bir ev... Özgürce...

Melissa birilerinin ona bağırdığını işittiğinde ancak saplandığı hayal aleminden çıkıp gerçek tehlikeyi hatırladı. Üzerine koşan polislerden kurtulmak sorun değildi. Peki ya melezler onu bulduğunda, tüm bu yıkıma onun yol açtığını anladıklarında... Buna izin veremezdi Melissa. Herkesin kıyameti getireceğine emin olduğu bir ucubeydi zaten. Defalarca kez onu yok etmeleri için melezlerin ve meleklerin eline koz vermişken şimdi bir de bu kanıtı gözlerine sokamazdı.

Polislerden ikisi uzakta bir arabanın arkasına saklanıp silahlarını üzerine doğrulttuklarında zorlanmadan onları bayılttı Melissa. Düşünmesi gerekiyordu. Köprünün etrafının sarıldığına, çok geçmeden çemberin daralacağına ve kapana kısılacağına emindi. Tüm insanlardan güçleriyle kurtulup sonra da melezler tarafından fark edilmemeyi umamazdı. Başka... başka bir çözüm bulması gerekiyordu. Bir an hala önünde açık duran yırtığın içine atlamayı düşündü. İnsanların göremedikleri bir şeyi takip edemeyecekleri aşikardı. Ama... Melissa o kapının onu nereye çıkartacağını bilmiyordu. Şeytan'ın kollarına, Sınır'ın ücra bir köşesine, belki Cehennem'in ortasına düşebilirdi.

Hayır, bu riske giremezdi. Diğer taraftan saldırıya geçen üç polisi de etkisiz hale getirip panikle köprüde ileri geri yürümeye başladı. Helikopter pervanelerinin havayı bölen vızıltısı ulaşmıştı bu kez sirenlerin arasından kulaklarına. Denize atlayıp hayatta kalmayı umabilir miydi acaba? Eşsiz bedeni paramparça olduktan sonra bile iyileşmeyi başarırdı belki, kim bilir. Melissa yine de bugün bu ihtimali öğrenmeyi düşünmüyordu.

Ya dikkati başka yöne çekecek yeni bir kaos? İşte bu işe yarayabilirdi belki. Büyük bir patlama, aniden patlak veren bir yangın, ortalığı saran alevler... Sen olduğunu hemen anlarlar! diye cevapladı kafasının içinde dönen çarklar onun yerine. Ardında bırakacağı zehirli karanlık parmak izini kuvvetlendirmekten başka işe yaramazdı. Çember'in Sınır'la dünya arasında açılan bir yarığın sorumlusunu bulmak için her yolu deneyeceğine şüphe yoktu zaten. Melissa'nın kendini ifşa etmek için onlara yardım etmesinin anlamı yoktu.

"O halde ne?" diye bağırdı kime seslendiğini bile bilmeden. Aynı anda kalçasına saplanan acıyla tek dizi üstüne çökmüştü. Bir an gözünden kaçan bir polisin silahından çıkan kurşunun onu yere serdiğini düşündü. Ama sancı tanıdık, bedenine yayılan karıncalanma bildiği bir histi. Anında cebine uzanıp flüte ulaştı Melissa. Tabii ya... Nasıl düşünememişti ki şu ana kadar onu kullanmayı. Ne demişti profesör, ışığın neye dönüşeceği Melissa'nın elindeydi. Bir silah, bir kalem, bir anahtar... Ve şu an Melissa'nın her kapıyı açacak bir maymuncuğa ihtiyacı vardı.

Umut bedenine taze kan pompalarken heyecanla ayağa kalktı ve parmaklarını yakan ışığa inat silahı sımsıkı kavradı. Sadece sakin olması ve ona öğretilenleri hatırlaması gerekiyordu. Sesler giderek şiddetlenir, etrafındaki çember her an biraz daha daralırken bunu nasıl becereceğiyle ilgili hiçbir fikri yoktu; ama denemekten başka ne yapabilirdi? Gözlerini yumdu ve derin bir nefes aldı. Karanlık onun ellerinde bir oyun hamuru olabilirdi, oysa ışığı bükmek Melissa için bir elması parçalamaya benziyordu. Her defasında onu yeniden şaşırtacak kadar büyüktü bedenini parçalayan güç. Bu acıya asla alışamayacaktı muhtemelen.

Yine de gözlerini kapalı tutmayı başardı. Odaklandıkça altın bir külçe gibi ışığın avuçlarında eridiğini hissedebiliyordu. Karanlığın içi eşsiz renklerle dolmuştu az sonra. Bir gökkuşağı misali kırılıp bölünüyordu ışık. Yakıyor, yutuyor, yeniden şekil veriyordu Melissa'nın arzuladığı gerçekliğe. Ve sonunda sıradan gözlerle bakılamayacak kadar parlak bir hançere dönüşmüştü. Tam olarak Melissa'nın hayal ettiği anahtar olduğu söylenemezdi, ama işe yaramak zorundaydı.

Hançeri havaya kaldırıp gökyüzüne bir kesik attı Melissa. Açtığı delikten anında buz gibi bir rüzgâr esmişti üzerine. Neredeyse mutluluktan kahkaha atıyordu ki baldırı korkunç bir ateşle kavruldu. İşte bu flütün işi olamazdı. Devrilmekten son anda kurtulup kan içinde kalmış bacağına baktı Melissa. İkinci ve üçüncü kurşun tam o anda bedenine isabet etmiş, biri beline saplanırken diğeri omzunu delip geçmişi. Vahşi bir hayvan gibi haykırıp öne düştü. Tepinmek, lanetler savurmak, küçük bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu. Oysa ayağa kalkıp başladığı işi bitirmekten başka şansı yoktu o an.

Bir eli işe yaramadığı halde belindeki yarada, diğeri sıkıca kavradığı hançerin etrafındaydı. Dişlerini dudaklarına saplayıp tüm gücüyle yerden kalktı ve gökyüzüne ilk attığı kesiğin üzerine çapraz şekilde yeni bir çizgi çizdi. Tatlı esinti anında bir hortuma dönmüştü bu hareketiyle. Melissa çıkan fırtınaya minnettardı, çünkü onu delik deşik etmek üzere olan diğer kurşunları, üzerine doğru koşan adamları ve tüm köprüyü üzerindekilerle yutuvermişti rüzgâr. Önce sızlayan bedeniyle havada asılı kaldı Melissa. Bir an sonraysa tüm acılarını katlayan bir tuz gölünün ortasına daldı.

Hançerden son anda onu okula götürmesini istemişti. Bu haldeyken gidebileceği hiçbir yer, onu anlayacak hiç kimse yoktu. On Üçler dışında... Eğer onları bulabilirse... Ama ışığın emrine itaat etmediğini gözünü açabildiği ilk anda anlamıştı Melissa. Eski amfinin çürümüş sıraları olamayacak kadar kusursuzdu şimdi etrafını saran dünya. Rar mavi ışıltısıyla tepesinde sonsuz turlarından birini atarken düştüğü yerde içinden küfretti Melissa. Demek anahtar onu Kabuk'a getirmeyi seçmişti. Ama nasıl? Profesör tüm flütler aynı anda çalınmadan kapının açılmayacağını söylemişti. Yani bu durumda On Üçler...

"Flütü kullanman akıllıcaydı."

Melissa arkasından gelen sesle bir anda ayağa fırladı. Bu zamansız, ışıktan boyutta olmasa kurşun deliklerinden yayılan acıdan nefessiz kalırdı muhtemelen. Oysa şu an onu rahatsız eden tek şey ışık, daha fazla ışık ve fazlasıyla tanıdık sesti.

"Profesör," dedi arkasını dönerken. On Üçler her zamanki porselen suratlarıyla Kabuk'un bir köşesinden ona bakıyorlardı. Melissa öğretmenine yakalanmış yaramaz bir çocuk gibi hissetmekten kendini alamadı. Evet onları bulmak kendi planıydı ama... şimdi o kudretli suratlarına bakarken... onlara nasıl bir açıklama yapacağını hiç düşünmediğini fark etti. Gloria ya da Çember'e söylemeyi planladığı yalanı henüz kurgulayacak vakti olmamışken kâinatın kendisinden bile eski on iki varlığı hangi sözlerle kandırabilirdi?

"Beklenmedik bir şey oldu," dedi sesinin titrememesine gayret ederek. Darağacından kurtulmasının hiçbir yolu olmadığını bile bile infazını geciktiren bir kanun kaçağından farksızdı. Yol açtığı kaos ortaya çıktığında profesör önce flütü ondan alacak, sonra da onu Kabuk'tan kovacaktı şüphesiz. Melissa değil büyük plana hazır olmak, daha gücünü tek başına zapt edebilmekten bile acizdi. "Köprüde..." diye başladı sözlerine. "İstemeden..." diye devam etti. Ama profesör yalanlar Melissa'nın dudaklarını terk edemeden araya girmişti.

"Köprüde ne olduğunu biliyoruz."

Kahretsin! demek istedi Melissa. Onun yerine ağzı açık kalakalmıştı. Sahiden On Üçlerin yaptıklarından haberi olmadığını mı düşünmüştü? Şu an Kabuk'ta olmasının tek bir açıklaması olabilirdi. On Üçler onunla birlikte şarkıyı çalmamış olsalar kim bilir hangi sonsuz boşlukta kaybolup giderdi Melissa'nın ruhu. O sayede Kabuk'un yolunu bulmuş, o sayede köprüde onu köşeye kıstıran dehşetten kaçmayı başarmıştı. Ve profesör tüm olanları biliyordu.

Utançtan küçüldüğünü hissetti Melissa. Geç olmadan özür dilemeliydi muhtemelen. Her şeyin o küçük sürtük Adelina'nın suçu olduğunu, tüm kıvılcımı onun başlattığını izah edebilirdi pekâlâ. Ya da Aslan'ın annesinin onu nasıl evden kovduğunu anlatabilirdi. Tüm o ithamları sineye çekmesini bekleyemezdi kimse Melissa'dan sonuçta. Tabii... dünyanın ortasında korkunç bir delik yaratmak ve onlarca insanın ölümüne yol açmak tam olarak doğru tepki sayılmayabilirdi ama...

Tüm o vahşet gözünün önünde belirince acıyla yutkunup bakışlarını öne eğdi Melissa. "Böyle olmasını istemedim," dedi hüzünle. On Üçlerin onu anlamasını beklemiyordu elbette. Boğazına takılan düğümden kurtulmak için bir daha yutkundu. "Hatalı olduğumu biliyorum. Gücümü kontrol edemedim. Hepsi benim suçumdu."

Bir süre bakışlarını yerden ayırmadan onu suçlayan, azarlayan, öfkeli sözler duymayı bekledi, ama profesör de diğer On Üçler de sessizdi. Onu susarak cezalandıracak kadar bilgeydiler demek. Kabuk'un içindeki hava giderek ağırlaşır ve göğsü her an biraz daha sıkışırken konuşmak için sonunda ağzını açtı Melissa. Profesör aynı anda "Biliyoruz," demişti. Melissa hayır demek istedi ona. Hiçbir şey bildiği yoktu kimsenin. İçinde hapis tutmak zorunda kaldığı canavarın gerçek yüzünü bir Melissa görmüştü. Tasmayı elinden kaçırdığı küçücük bir anın nelere mal olabileceğini o yaşamıştı defalarca kez.

Ama profesörün bahsettiği de Melissa değildi zaten. "Biliyoruz," dedi yeniden. "Çünkü her şeyi biz planladık."

Melissa'nın tüm düşünceleri zihninin farklı köşelerinde asılı kaldı. Aklı çalışmayı, kalbi atmayı bırakmış; kelimeler dudaklarına takılmıştı. "Na... nasıl siz..." diye kekeledi.

"Dünyalar arasındaki yarığı açan bizdik," dedi profesör duygusuz sesiyle. "Senin orada olduğunu biliyorduk. O yüzden köprüyü seçtik."

Melissa istemsizce geriledi. Doğru duyuyor olamazdı. Muhtemelen aldığı kurşunlarla komaya girmiş, bir yerlerde garip rüyalarla boğuşuyordu şu an. "İnsanlar..." diyebildi dehşetle profesöre bakarken. "O köprüde insanlar vardı. Hepsi öldüler. İblisler hepsini öldürdü."

Profesörün ışıltılı suratında tek bir duygu belirtisi yoktu. "Planın kaçınılmaz bir sonucuydu. Engellenemezdi."

Melissa'nın ağzı açıldı, kapandı, yeniden açıldı. Öfkesi giderek artarken flütü her an daha çok sıkıyor olmalıydı; çünkü tüm kolu kıymıklarla kaplanmış gibiydi şimdi. Aldırmadı Melissa. "O yarık..." dedi nefes nefese. "Benim yüzümden açılmadı yani. Bilerek, isteyerek onu siz açtınız. İblislerin anında bu dünyaya akın edeceğini bile bile... Şeytan'ın o yarığı takip edeceğini bile bile..."

Sanki her şeyi kendi kulaklarıyla duyarsa anlam verebilecekti Melissa. Ama hayır, anlamıyordu. On Üçler korkunç bir felaketi göz göre göre dünyaya davet etmişlerdi. Hem de Melissa'nın orada olduğunu bildikleri halde.

"Neden?"

Melissa'nın bulabildiği tek soru bu oldu. Nasılıyla ilgilenmiyordu, ya da sonrasında ne olacağıyla...

"Şeytan'ın görmesi gerekiyordu," dedi profesör sakince. "Senin dünyaların arasındaki perdeyi kaldırabileceğini düşünmesini istedik. Büyük planı için sana ihtiyacı olduğunu anlamalıydı."

Sinirle güldü Melissa. "Ve bunun tüm o insanların ölmesinden başka yolu yoktu, öyle mi?"

Profesör kendinden emindi. "Hayır," dedi ikinci kez düşünmeden. "Yoktu. Sana sonraki adıma geçeceğimizi söylemiştik. Plan istediğimiz gibi ilerledi. Şeytan o kapıyı senin gücünün açtığını sanıyor. Sana yanında ihtiyacı var ve sen onun yanında olacaksın."

Melissa öfkeden arkasını döndüğünde siyah duman formundaki bedeni dalgalandı. Olmayan dişleriyle olmayan ağzını parçalıyordu hırsından. Yaşadığı hayal kırıklığı herhangi bir kanserden daha beter bir illetti. Aynı anda zihnine dolan lanet sözleri hiç duymamış olmayı diledi, ama zehir oradaydı işte. Sen onların son şansısın Melissa. demişti Şeytan ona o çatıda. Bana karşı kullandıkları son kozusun! Hepsi bu!

Ömrü boyunca bir kez olsun doğru söylemişti Şeytan. Herkesin kendi savaşında kullanmak istediği bir silahtı sahiden de Melissa. Sözlerine inanıp uğruna kendinden vazgeçtiği On Üçler bile onu amaçlarına ulaşabilmek için oyunlarının bir parçası yapmıştı. Peki ya durmadan hazırlandıkları o kaçınılmaz son geldiğinde... On Üç kılıçlarını çekilip Şeytan'la yüzleşecekleri an... o zaman ne olacaktı Melissa'ya? Profesörün anlattığı hikayelerin koca bir yalandan ibaret olmadığını nasıl bilecekti Melissa? Ya da onun da Davut gibi o son kurşunu Şeytan yerine Melissa'nın kafasına sıkmayacağını...

"Başka yolu yoktu," diye üsteledi profesör sanki onun düşüncelerine karşılık verir gibi. "Yolun sonunda ne olduğunu biliyorsun. Onun inine giremezsen bu savaşı kazanamayız. Şeytan sana güvenmeli. Seni yanında istemeli. Ve onun yanında olacağına inanmalı. Flütü o dağa sokabilecek tek kişi sensin. Sen içeri giremezsen, biz de giremeyiz."

Melissa içinde yanan ormanlara rağmen sessizce etraflarında süzülen Rar'ı izledi bir süre. Onun kendi düşünceleriyle cebelleştiğini düşünen On Üçler sabırla bekliyorlardı dikildikleri köşede. Flütün Melissa'nın parmakları arasında bir formdan ötekine geçtiğini hiçbiri fark etmiş olamazdı. Çünkü sonunda Melissa yavaşça onlara döndüğünde yapmak üzere olduğu şeye bir tanesi bile hazır değildi. Aslına bakılırsa, böylesi bir deliliğe Melissa'nın da hazır olduğu pek söylenemezdi.

Yine de kolunu sıradan bir gözün seçemeyeceği bir hızla havaya kaldırdı. O gün bir kez daha bir hançerdi flüt elinde şimdi. Havaya attığı kesikle Rar'dan korkunç bir çığlık yükselmiş, On Üçler anında harekete geçmişti. Onların müdahalesine izin vermeden bir çizik daha attı Melissa gökyüzüne. Başardığını daha ilk anda yüzüne çarpan sert rüzgârdan anlamıştı.

"Melissa hayır!" dediğini işitti profesörün ardından, ama çok geçti. Melissa açtığı boşluğa adım atmıştı bile. On Üçler müzikleri ve şarkıları olmadan Kabuk'a giremiyor olabilirlerdi. Ama Melissa onlardan biri değildi. Hiç olmamıştı. Bugün o köprüdeki yarığın suçlusu olmasa da gücüyle duvarları yıkabileceğini biliyordu. Kabuk'un kurallarının hiçbiri onun için geçerli olamazdı, olmayacaktı da. 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top