22
Melissa aynadaki yansımasına bakıyordu son on dakikadır. Her zamanki gibi, zehrini parlak renkleriyle gizlemiş göz kamaştırıcı bir çiçekten farksızdı. Gücü kalbindeki hasarın yüzüne yansımasını engelliyordu. Pürüzsüz teni, uzun kirpikleri, omuzlarına dökülen gür saçları... onunki gibi parçalanmış bir ruh için ne kadar da güzel bir kılıftı bu. Hislerinin binde birini bile gösteriyor olsa çürüklerle kaplanırdı teni. Oysa gözleri her zamankinden biraz daha şişti yalnızca. Dikkatli bakan biri çok daha koyu olduklarını fark edebilirdi belki. Avının üstüne atlamaya hazır bir kedi gibi tüm irisini yutmuştu sanki göz bebekleri. Bu normaldi muhtemelen. Melissa ava çıkmak üzereydi.
Son bir kez kendine bakıp aynadan uzaklaştı. İnce, boz renkli bir elbise vardı üzerinde sadece. Nasılsa gittiği yerde kıyafetlere ihtiyacı olmayacaktı. Ayakkabılarını giymekle uğraşmadan odasından çıktı ve kapıda bekleyen Tobias'ı başıyla selamladı. İlahi ışığı meleğin kötü görünmesini engellese de Tobias'ın tüm yaralarını tek bakışta görmüştü Melissa. Onun yaşadığı acıyı varlığının en derinlerinde hissediyordu. Diğerleri gibi Sophie'nin veda ayinine katılamamıştı. Açığa çıkan gücün onun için ölümcül olduğunu deneyimledikten sonra Gloria izin verse de buna cesaret edemezdi. Ama küçük kızın cenazesini odasından izlemiş, Tobias'ın yanan minik bedenin başında döktüğü gözyaşlarına kendi penceresi önünde eşlik etmişti.
Sophie yoktu artık. Birkaç gün önce bu odada Melissa'ya söylediği son sözleri hala duvarların arasında yankılanıyordu sanki. Kızın cansız bedenini kucakladığından beri onu duymaya devam ediyordu Melissa. Kısacık ömrünü Sophie'ye zindan eden herkesten nefret etmiş, yaptığı için Aslan'ı öldürmek istemiş, gerçekleri öğrendiğindeyse bu nefret tek bir düşmana kilitlenmişti. Her şeyin, ama her şeyin suçlusu en başından beri tek bir kişiydi. Melissa'nın dönüştüğü canavar, kıydığı canlar, kaybettiği dostlar... En sonunda Aslan'ı da almıştı gölge ondan. Bu kadarı çok fazlaydı. Melissa ne pahasına olursa olsun Şeytan'a bu yaptıklarının hesabını ödetecekti bugün.
"Nerede?" dedi merdivene doğru ilerlerken.
Tobias başka bir şey eklemesine gerek kalmadan cevapladı. "Kütüphane. En uygun oranın olacağına karar verdiler."
Melissa için fark etmezdi. Planlarının işe yaraması yeterliydi. Aslan'ın bir günü daha bir suçlu gibi o pis zindanda geçirdiğini izlemeyecekti. Melekleri anlıyordu elbette, o da sarsılmıştı. Mahvolmuştu hatta. Aslan'ın Sophie'nin boğazını keserken ki görüntüsü hayatı boyunca kabuslarında onu avlamaya devam edecekti. Ama Aslan'ın zihnine girmeden önce onun gözlerine bakmıştı Melissa. Kimsenin acısı Aslan'ınkinden daha büyük olamazdı. En büyük kurban oydu bu oyunda. Melissa ya da diğerleri gibi yiten canların ardından ağlamıyordu sadece, ellerinden asla silemeyeceği kanın yüküyle ölüyordu her an.
"Bunu yapmak istediğine emin misin?" diye sordu Tobias alt kata indiklerinde.
Melissa onu cevaplamak yerine salonun ve koridorun farklı köşelerinde tetikte bekleyen meleklere baktı. Bellerine taktıkları bıçaklar, kollarına dolanmış halatları, bazılarının omuzlarındaki yay ve oklar... Her biri savaşmaya hazır görünüyordu. "Tüm bunlara gerek var mıydı?" diye sordu kütüphaneye doğru aralarından ilerlerken.
Tobias huzursuzlanmıştı. "Gloria her ihtimale karşı hazır olmamızı istedi. İşler ters giderse ve..."
"Ve açtığımız kapıdan canavarlar bu tarafa geçmeye kalkarsa..." diye mırıldandı Melissa kendi kendine.
Tobias sıkıntıyla başını salladı. Bu ihtimali düşünmemeye çalışsa da zaman yaklaştıkça kötü son çok daha olası görünüyordu Melissa'nın gözüne. Maria ve Gloria Şeytan'a ulaşmanın bir yolunu bulmuşlardı bulmasına, ama kimse böylesi çılgın bir girişimin ters tepmeyeceğini garanti edemezdi. Yine de denemek zorundalardı.
Kalkışmak üzere olduğu delilikten On Üçlerin haberi olup olmadığını merak ediyordu Melissa. Okuldaki karşılaşmadan sonra onları bir daha hiç görmemişti. Yalan değildi, en dibe vurduğu anda onlardan yardım istemeyi; Aslan'ı kurtarmak için onlara yalvarmayı düşünmüştü. Maria sıra dışı önerisiyle ona bir çıkış yolu sunmamış olsa gerçekten o yoldan yürüyebilirdi belki. Ama On Üçlerin bu konuda onun yanında durmayacağını içten içe biliyordu. Tüm dünyanın sonu söz konusuyken kaybedilen bir melez umurlarında olmayacaktı. Bu melez Aslan dahi olsa...
Melissa da oyunu kendi kurallarına göre oynamayı seçmişti. Onun ne yapacağını biliyor, bunu durdurmak istiyor da olsalar, sahip oldukları güce ve arkalarındaki ilahi desteğe rağmen On Üçler Gloria'nın büyülerini aşıp malikanenin kalın duvarlarından geçememişlerdi henüz. Ve işini bitirene kadar öyle kalmasını umuyordu Melissa. Bu yoldan geri dönmeyecekti.
Kütüphanenin girişinde Kyle onları bekliyordu. "Aslan geldi mi?" diye sordu Melissa meleğin ters bakışlarını görmezden gelip. Kyle onun yerine Tobias'a baktı ve "Sizi bekliyorlar," diye cevapladı. Ah... Melissa bazen nasıl da serbest bırakmak istiyordu içindeki canavarı. Dişlerini yanağının içine geçirip gücü geri itse de geçerken Kyle'a omuz atmayı ihmal etmemişti. Ardından homurdanan meleğe bakmadı bile. Görmek istediği her şey önündeydi.
"Melissa!" dedi onu fark eden Aslan anında üzerine meyledip. Bileklerine bağlı ipleri tutan melekler onu sertçe çekip durdurmuştu. Sendeleyip acıyla tek dizi üstüne düştü Aslan.
"Kesin şunu!" diye bağırdı Melissa anında kendini onun yanına atıp. "Neden yine bağladınız onu?" Melissa'nın elleri Aslan'ı tutsak eden ipleri çözmeye çalışırken gözleri Gloria, Yosef ve Maria arasında gezdi.
"Yapma!" dedi Gloria sesini yükseltmeden. Sophie'nin şokunu üzerinden atmış olsa gerek, her hareketi kontrollü, o nazik melekti yeniden. Melissa'nın yanına çöküp ellerini tuttu ve Aslan'dan uzaklaştırdı. "Bu hepimizin güvenliği için gerekli, özellikle de Aslan'ın. Ritüel başlayınca neler olacağını hiçbirimiz öngöremiyoruz."
"Ne ritüeli?" dedi Aslan korkuyla bir Gloria'ya bir Melissa'ya bakıp. "Neler oluyor? Neden buradasınız hepiniz? Neden buraya getirdiniz beni?"
Melissa elini onun yanağına koyup "Sakin ol Aslan," dedi. "Sana bu işi çözeceğimizi söylemiştim. Onu durduracağız. Seni Şeytan'ın büyüsünden kurtaracağız!"
Aslan delirmiş gibi baktı ona. Kaşları çatık, alnı kırış kırıştı. "Nasıl?"
Gloria doğrulduğunda Melissa da onunla birlikte ayağa kalkmış, Aslan'a da kalkması için yardım etmişti. Kimsenin konuşmadığı saniyelerin sonunda Maria boğazını temizledi. "Şeytan'ın sana sapladığı bıçak büyülüydü Aslan. Seni kontrol edebilmesi için o bıçağın bir eşi olmalı. Onu bulur ve yok edersek aranızdaki bağı kesebiliriz."
Yeniden Melissa'ya döndü Aslan. Şimdi daha da büyüktü gözlerindeki korku. "Sınır'a gitmeyi mi düşünüyorsunuz?"
Melissa başını iki yana salladı hemen. "Maria'nın daha iyi bir fikri var."
"Şeytan'ın seni kontrol etmek için yaptığı büyüyü kullanacağız," diye açıkladı Maria. "O büyü zihinlerinizi birbirinize bağlayan çift yönlü bir kapı. Bu kez biz açacağız o kapıyı. Biz gireceğiz onun zihnine. Ve o bıçağı yok etmesini sağlayacağız."
Aslan'ın ağzından delice bir kahkaha kaçtı. "Çıldırmışsınız siz. Bu... bu..."
"Tek şansımız," diye tamamladı Gloria. "Bu kütüphane bu dünyadaki en güçlü portlardan biri Aslan, biliyorsun. Ve biz bu gücü kullanarak Maria'nın yapacağı büyüyle Şeytan'a ulaşabiliriz."
"Onun zihnine girebileceğimi, onu kontrol edebileceğimi mi düşünüyorsunuz?"
"Hayır," dedi Melissa hemen. "Bunu ben yapacağım."
Aslan alev almış gibi sıçradı, hemen sonra Melissa'nın kollarındaydı elleri. "Aklını mı kaçırdın sen? Şeytan her yerde seni arıyor, seni avlamaya çalışıyor. Sen kendi ayaklarınla ona mı gideceksin? Onun zihnine girip kontrol edebileceğini mi düşünüyorsun gerçekten?" Melissa'nın ağzını açmasına fırsat kalmadan Gloria'ya ve Maria'ya döndü Aslan. "Ya siz? Nasıl böyle korkunç bir plan yaparsınız? Nasıl Melissa'nın hayatını riske edersiniz?"
"Bu benim kararım!" dedi Melissa sertçe. "İstesen de istemesen de oraya gidiyorum!"
Ama Aslan onu dinlemiyordu. "Hayır," dedi başını tekrar tekrar sağa sola sallayarak. İpler el verdiğince uzaklaşmıştı herkesten. "Kimse büyü falan yapmayacak. İstiyorsanız beni öldürün, umurumda değil. Ama Melissa'yı o iblisin kucağına atamazsınız! İzin vermem!"
"Kimse seni öldürmeyecek!" dedi Melissa sinirle. Yeniden Aslan'ın karşısına geçmişti. Çenesi kaskatıydı. Gözlerinden alevler çıkıyordu. Ne cüretle böyle bir şey söylerdi Aslan. Hem de Melissa tüm dünyaya karşı onun için mücadele verirken. Kapının ötesinde bekleyen tüm o meleklerin, Çember'deki düşmanlarının, Şeytan'ın istediği bu değil miydi zaten? Pes mi edeceklerdi böyle kolayca? Hayır, hayır, hayır!
"Şeytan'la arasında bağ olan bir tek sen değilsin," diye tısladı. "O benim de içimde Aslan. Tüm düşüncelerimde. Ruhumun her köşesinde. Gücümüz ortak. Lanetimiz ortak. Bu kaderi ben seçmedim, ama gerçek bu. Onun hastalıklı zihnine sızabilecek, ona dokunabilecek biri varsa o da benim. Çünkü en az onun kadar hastayım ben de."
"Hayır..."
"Sus!" dedi Melissa dişleri arasından. "Seni buraya tartışmak için getirmedik. Kararımı çoktan verdim ben. Birini daha o iblise kaybetmeyeceğim, anlıyor musun beni? Çember'in sana ihtiyacı var. Bu savaşın sana ihtiyacı var. Benim sana ihtiyacım var!"
"Melissa..." dedi Aslan. Bu kez yalvarır gibi çıkmıştı sesi. "Onunla yalnız yüzleşemezsin! Gücün asla onunkine eş olamaz."
Melissa'nın bunları düşünüp kendine acıyacak vakti yoktu. Arkasını dönüp omzunun üzerinden baktı Aslan'a. "Onunla ilk kez yüzleşmiyorum Aslan. Son da olmayacak. Neyle karşılaşacağımın farkındayım. Ondan korkmuyorum."
Aslan yine itiraz edecekti ki Maria araya girdi. "Şeytan böyle bir saldırı beklemiyor. Onu hazırlıksız yakalayacağız. Melissa'yı fark edene kadar o bıçağı yok etmesini sağlayabilirsek..."
Aslan'ın eli saçına gitti. Burnundan soluyordu. "Bu korkunç bir plan. Korkunç!"
"Ve elimizdeki tek plan," dedi Yosef köşeden. O gün ilk kez konuştuğundan herkes ona dönmüştü. Yaslandığı kolondan uzaklaşıp bastonuna tutunarak kütüphanenin ortasına doğru ilerledi. "İnan benim de hiç hoşuma gitmiyor çocuk. Ama denemek zorundayız. Melissa haklı. Çember'in sana ihtiyacı var. Sen Şeytan'a kaybedemeyeceğim kadar değerlisin."
Sinirle soludu Aslan. Aldığı iltifata sevinse mi üzülse mi bilmiyor gibiydi. Bakışları Melissa'ya döndüğünde çaresizlikten acı çektiği her halinden belli oluyordu. Olmayan çözümler kovalıyor olmalıydı aklı bir yandan.
"Fazla vaktimiz yok," diye uyardı Maria. "Aslan planımızı öğrendi. Şeytan'ın onunla ne sıklıkla bağlantı kurduğunu bilmiyoruz. Muhtemelen kontrolü ele geçirmesi daha kolay olduğu için geceleri, Aslan uykudayken saldırıyor, ama riske edemeyiz. Ne yapmaya çalıştığımızı fark etmeden bu işi bitirmemiz lazım."
Dudaklarını ıslattı Aslan. Gözleri yerde beklediği birkaç saniye sonraysa ıslak bakışları yine Melissa'nınkilere kilitlenmişti. "Benim için hayatını riske etmene göz yummamı mı bekliyorsun benden?" dedi zar zor duyulan bir sesle. "Bunu asla yapmayacağımı biliyorsun Melissa. Nedeni ne olursa olsun. Olmaz."
"Biliyorum." Melissa'nın dudakları hüzünlü bir tebessüme kıvrıldı. "Ama sen de benim senden vazgeçmeyeceğimi biliyorsun. O yüzden de..." Melissa Maria'ya dönüp hafifçe işaret verdi başıyla. İşlerin bu noktaya gelmeyeceğini umsa da bu odadaki herkes gibi içten içe Aslan'ı ikna edemeyeceklerini biliyordu. O yüzden hazırlıklılardı. Aslan ne olduğunu anlayamadan elini kaldırmıştı bile Maria. Az önce kimseye fark ettirmeden kestiği avucundan kan damlıyordu.
"Hay..." diye başladı Aslan bir terslik olduğunu anlayıp. Maria'nın dudaklarından dökülen sözcükler bir an sonra beyaz boşluklara çevirmişti gözlerini. Dehşet dolu bir ifadeyle dizleri üstüne düştüğünde Maria yanına gidip avuç içini alnına bastırdı ve "Özür dilerim," diye mırıldandı. Aslan'ın tenine yapışan kan bir spiral gibi dönerek örümcek şeklini almış ve kaşlarının ortasında kabuk bağlamıştı.
Maria yaptığı işten memnun görünmüyordu, yine de Melissa'yı tedirgin edecek bir profesyonellikle görevini tamamlamış, Aslan'ın saçlarını şefkatle okşayıp ayağa kalkmıştı. "Onu bu şekilde çok fazla tutamam," dedi. "Direnci çok güçlü. Şeytan'ın da uzun süre onu boş bırakacağını sanmıyorum. Acele etmemiz lazım."
Melissa'nın ikinci bir komuta ihtiyacı yoktu. Başka biri yorum yapamadan Aslan'ın karşısında diz çökmüştü bile. Tam olarak ne yapacağını kimse bilmiyordu; kesinlikle denenmemiş, oldukça tehlikeli, belki de geri dönüşü olmayan bir adımdı attıkları. Sadece teoriler üzerine konuşmuşlardı Maria ve Gloria ile. Şimdiyse kâğıt üstündeki o bilgileri pratiğe dökme ve durum ne kadar çirkinleşirse çirkinleşsin hayatta kalma zamanıydı.
Maria bıçakla önüne eğildiğinde düşünmeden avucunu kadına doğru uzattı Melissa ve kanının Maria'nın elindeki kâseye dolmasını izledi. İşi bittiğinde Aslan'ın karşısına dönmüş, aynı işlemi bu kez de onunla gerçekleştirmişti Maria. Kâse ikisinin kanıyla dolduğunda "Herkes geri çekilsin," diye buyurdu.
Aslan'ın bileklerindeki ipleri tutan düşmüşler, Tobias, Kyle, Yosef... herkes kütüphanenin farklı köşelerine doğru geriledi. Bir tek Gloria kalmıştı Maria'yla karşı karşıya. Portu açacak olan oydu. Melissa'yı Aslan'ın zihninde yolculuğa çıkartacak olansa Maria. Melezlerin en güçlülerinden biri, meleklerin lideriyle el ele, Melissa ortalarında, Şeytan'a karşı durmaya hazırlardı. Yumurta kapıya dayanınca ortak düşmana karşı ittifak kurmak o kadar da zor olmuyordu demek.
"Bir kez Aslan'la seni birbirinize bağladığımda orada tamamen yalnız olacaksın Melissa," dedi Maria. "Size dışarıdan müdahale edemeyiz. Çemberi kıramayız."
"Yolunu kendin bulmalısın," diye ekledi Gloria. "Kapıları açık tutabilirim, ama seni içeriye ben sokamam ya da oradan çıkaramam."
Biliyordu Melissa. Başını salladı. Defalarca kez üstünden geçmişlerdi planın. Şeytan, Melissa ve Aslan arasındaki bağı birleştiren bir ilmek atacaktı Maria düğüme. Böylece bir üçgen, üçlü bir bağ kurulacaktı aralarında. Gloria ise Melissa'nın ruhunun bedeninden ayrılıp o bağı kullanarak Şeytan'a ulaşmasını sağlamakla görevliydi. Tıpkı aylar önce Şeytan'dan kaçarken bu kütüphaneye girmek için Melissa'nın yaptığı gibi... Elbette kâinatın en zalim varlığının zihnine sızmak beton duvarları aşmaktan çok daha zordu. Yine de...
"Maria çemberi kapadığında bu otu ağzına al," dedi Gloria ona bir yaprak uzatıp.
İkiletmeden aldı Melissa, otu burnuna götürüp tanıdık kokusunu içine çekti. Uyuşturucu his anında bedenini çarpmıştı. Bir an sesler ve renkler etrafında dalgalandı, bulandı; otu kendinden uzaklaştırdığındaysa geri geldi. Melissa görüşünü kaybettiği birkaç saniye içinde Maria yere eğilmiş iki parmağını elindeki kâseye batırmıştı. Önce kan ile Aslan ve Melissa'yı içine alan bir daire çizdi etraflarına. Sonra da şekiller eklemeye başladı halkanın dışına doğru. Yere eğiliyor kalkıyor, elini kaldırıyor indiriyor, büyü yapmıyor da adeta dans ediyordu. Bir süre sonra elindeki ot gibi kadının hareketlerinin de onu hipnotize ettiğini fark etti Melissa. Uzuvlarındaki karıncalanma giderek belirginleşiyordu. Maria'nın iniltiden farksız mırıltıları bir ninni gibiydi kulaklarında.
Dikkatini karşısında bomboş gözlerle ona bakan Aslan'da tutmaya ve yapması gerekenleri hatırlamaya çalıştı. Tek sorun, aslında ne yapacağını kimsenin ona söylememiş olmasıydı. Maria ve Gloria tahminlerden öteye gidememişti açıklamalarında. O an geldiğinde Melissa'nın anlayacağını, hislerine güvenmesi gerektiğini düşünüyordu ikisi de. Ah keşke bunun yerine yazılı bir kurallar listesi falan verselerdi eline. Hiçbir şey bilmiyordu ki Melissa. Bir kapı mı belirecekti önünde aniden? Yoksa sadece sesini mi duyacaktı Aslan'ın? Şeytan orada, içeride bir yerlerde miydi? Peki ya bıçak?
Derin bir nefes alıp soruları aklından savuşturdu ve o çok mühim hislerine ulaşmayı denedi. Dünya bildiği her şeyle birlikte Maria'nın büyüsü içinde eriyordu sanki. Hafiflemiş, ruhunu saran etten çeper genişlemeye başlamıştı. Uçuyor bile olabilirdi. Fakat sonra başka bir şey fark etti. Hissettiği boşluk değil, Aslan'ın kendisiydi. Maria'nın Aslan'ı felç eden büyüsü Melissa'ya uzanmış, onu da kıskacına almıştı. Aralarında hala bir metreden fazla mesafe olduğu halde oğlanın aldığı her nefesi kendi ciğerlerine çekiyor gibiydi Melissa. Kalpleri ortak bir ritme ulaşmış, düşünceleri bir ipin iki ucu gibi birbirine bağlanmıştı.
"Çemberi kapadım," dediğini işitti Melissa o an Maria'nın. Sesi kendi kulaklarıyla mı, yoksa Aslan'ınkilerle mi duyduğuna emin değildi. Melissa yoktu artık, Aslan'a karışmıştı tüm duyuları. Tek bir vücut, tek bir akıl, tek bir kalp... diye düşündü heyecanla. Uzayda aynı boşluğu kaplıyorlardı sanki. Başarmışlardı. İlk adımı tamamlamıştı Maria. Gülmek geldi Melissa'nın içinden. Hatta kahkaha atmak. Aslan! diye seslendi boşluğa. İki değil, biriz! Sen ve ben...
Ama Melissa'nın aldığı tek cevap derin bir sessizlikti. Elbette... Aslan ona cevap veremezdi. Maria'nın büyüsü onu buzdan bir kürenin içine hapsetmişken değil... Bir an düşünmeden edemedi Melissa; Maria olmasa, büyüsü Aslan'ın bedeni gibi aklını da uyuşturmamış olsa neyle karşılaşırdı? Kanlı bir savaş sahnesi belki... Ya da bir kasırga, bir deprem, bir patlama... Aslan'ın Melissa'yı zihninden kovmak için her türlü mücadeleyi vereceğine şüphe yoktu. Tam da bu yüzden onun uyuması, Melissa'nınsa başladığı işi bitirmesi gerekiyordu. Peki ama, nereden başlayacaktı? Ucu bucağı olmayan boş bir odanın ortasında bir başınaydı şimdi. Gözleri hala kütüphanenin içindeki hareketi seçiyordu seçmesine, ama dünyayla arasına tül bir perde girmişti. İki paralel evrenin arasında, sınırda durmaya benziyordu bu. Bir bacağı Aslan'ın zihninin içinde diğeri yaşadığı hayattaydı.
O an sinsi bir istek yokladı Melissa'nın kalbini. Bir yanı ilerlemek, Aslan'ın düşüncelerinin kıvrımlarına sızmak, en derinlerde gizli bilgileri keşfetmek istiyordu. Lunapark'ta kuklalara sorduğu, geceleri onu uyutmayan soruların cevaplarını doğrudan kendi bulabilirdi burada. Hayır! Hayır! Hayır! Hızla sildi Melissa bu aptalca düşünceyi aklından. Onun yerine Özür dilerim Aslan... diye geçirdi içinden. Başka şansım yoktu. Seni kurtarmak zorundayım. Tepki veremese de Aslan'ın onu duyabildiğini bir şekilde biliyordu Melissa. Bir an etrafındaki tülden duvar titrediğinde Aslan'ın sonunda hakimiyeti ele geçirdiğini, onu zihninden tükürüp atacağını düşündü. Oysa beklediği cevap asla gelmemişti. Öyle görünüyordu ki ne kadar istese de Maria'nın büyüsünü kırıp ona ulaşamıyordu Aslan'ın düşünceleri. Böylesi ikisi için de daha iyiydi. Aslan onu anlamayacak, Melissa ise asla geri adım atmayacaktı.
Ona gitmesi gereken yönü gösterecek bir ipucu arayarak boşluğu taradı. Geçen her saniye çaresizliği biraz daha artıyordu. Derken tanıdık bir ses titredi havada. Gloria'nın çok uzaktan gelen sözleri ona otu hatırlattığında zorla parmaklarını ağzına götürdü. Çiçek aroması dilini kaplarken gözle görünür yoğun bir sis de odanın içine yayılmaya başlamıştı. Bu normal diye telkin etti Melissa kendini. Işıkla buluşmaya hazırdı. İlk ve tek tecrübesi ona az sonra güneşin pırıltılarıyla yıkanacağını söylüyordu. Kütüphaneye girmeye çalışırken ki gibi... diye düşündü. Sakin ol, ışığa odaklan.
Oysa saniyeler geçer, sis kalınlaşırken sadece daha da koyulaşmıştı etrafındaki karanlık. Hızla üzerine çullanıyordu gece. Giderek yükselen paniğin bir tek ona ait olmadığını anladığında daha da hızlandı Melissa'nın kalbi. Aslan müdahale edemiyor olabilirdi, ama enerjideki değişimi Melissa gibi o da hissediyor olmalıydı. Tabii ya... diye düşündü Melissa o an. Neden ışıkla karşılaşacağını düşünmüştü ki? Girmeye çalıştığı Şeytan'ın zihniydi. Var olan en karanlık deliğe dalıyordu. Bu düşüncesini kanıtlarca siyah tüm renklere galip gelmişti az sonra. Görev tamamdı demek. Maria'dan sonra Gloria da kendi üzerine düşeni yapmıştı. Bu da sıra Melissa'da demek oluyordu.
Aslan'ın sessiz çırpınışının yarattığı huzursuzluğu, kendi korkularını, birbirinden olumsuz sonlar kurgulayan hayal gücünü iyice bastırıp etrafındaki biçimsiz dünyaya odaklandı Melissa. Bu hiçliğin içinden hedefine giden bir yol bulması gerekiyordu. Düşün, düşün, düşün! Bedeninden özgürleştiğine göre istediği yere gidebilirdi. Cisimsiz bir kütleden farksız da olsa gücünün hala onunla hareket ettiğini hissedebiliyordu. Neyse ki... Hiçbir şeye değilse de ona ulaşabilirdi. En sadık dostuna...
Göster bana! diye emretti sessizce. Şeytan'ı düşünmesine bile gerek yoktu. Gücü onun bir parçasıydı, onun özüydü, ta kendisiydi. Ne istediğini kelimeler olmadan da biliyordu zaten. Ve anında cevaplamıştı sahibini. Hala gözleri olmadığına emindi Melissa, ama şimdi şekiller seçiyordu dört bir yanında. Bir görünüp bir kaybolan pırıltılardı bunlar. Gecenin içinde aniden belirip yok olan yıldızlar... Suyun üstünde dalgalanan gümüşi yansımalar...
O an etrafında bambaşka bir dünyanın şekillendiğini fark etti. Artık uçsuz bucaksız değildi gece. Boşluğun daraldığını, çevresinde duvarların maddeleştiğini hissedebiliyordu. Bir an sonra aynalardan bir labirentin ortasında bulmuştu kendini. Hayır! dedi iç sesi hemen. Ayna değil, suydu duvarları oluşturan. Gecenin içinde cam gibi parlayan yüzeylerin üzerindeki dalgalanmalardan akıntının yönü belli oluyordu. Sonsuz bir kaynaktan aşağı süzülüyordu tonlarca su sanki.
Sadece dışarısı değil, Melissa da yeni bir anlam kazanıyordu bu sıra dışı boşlukta. Ayaklarını gördü önce. Sonra ellerini, vücudunun geri kalanını... Aynı boz renkli elbise vardı üzerinde. Bu onun gerçek bedeni değildi elbette. Sağında solunda yükselen sudan perde ya da çıplak ayakları altındaki ıslak zemin gibi hayalinde yarattığı görüntülerden biriydi kendisi de. Gloria onu karşılaştığı her şeyin kendi düşüncelerinin bir yansıması olacağı konusunda uyarmıştı. Garip, Melissa'nın bilinçaltının Şeytan'ın kafasının içi için uygun gördüğü manzara buydu demek.
Ne kadar da dingin diye düşündü elinde olmadan. Bu sessizlikten korkması gerektiğine emindi. Kim bilir karanlığın içinde hangi canavarlar saklıydı? Bunun yerine itiraf etmek istemediği bir rahatlık yayılmıştı bedenine. Bu hissin ne olduğunu gayet iyi biliyordu. Şeytan'ın kollarındayken yaşamıştı en son bu hafifliği. Tüm gürültünün sustuğu, acının dindiği, sadece kendi olabildiği o eşsiz saniyelerdeki gibiydi şimdi. Özgür, ağırlıksız, bütün.
Bir an dev aynalar gibi etrafını kuşatmış duvarların arasında öylece durmak, bu duyguyu ilelebet yaşamak istedi. Aslan'la aralarındaki bağ bir kanca gibi onu gerçekliğe doğru çekiştiriyor olmasa her şeyi unutur ve kendini bırakırdı belki. Oysa bacaklarını kullanabildiğini fark ettiği gibi öne bir adım atmıştı. Sağa sola kıvrılarak önünde sonsuzluğa uzanan patikayı yürüyerek alamazdı elbette, ama ayaklarının onu gitmesi gereken yöne sürükleyeceğine neredeyse emindi. Gücü o istemese de Şeytan'a, gerçek sahibine çekiliyordu. O güç, Melissa'nın istediğini yaptıracaktı Şeytan'a. O güç, bıçağın yerini söküp alacaktı onun kafasından, sonra da yok ettirecekti o silahı.
Bu düşüncenin heyecanıyla hızlandı Melissa. Ne kadar da sahiciydi çıplak ayaklarını kucaklayan su ya da kulaklarına gelen akıntının mırıltısı. Elbisenin eteklerinin ıslandığına yemin edebilirdi. Elbette gerçek değildi bunların hiçbiri. Tıpkı Melissa'nın suyun ötesinde gördüğünü sandığı şekiller gibi... Maalesef ki her adımda biraz daha belirginleşiyordu sudan duvarın diğer yüzünde hareketlenen dünya. Bir görünüp bir kaybolan yüzler bir yerden sonra göz ardı edilemeyecek kadar barizdi.
Hepsine gözlerini yumup tamamen iç güdülerine güvenerek labirentin içinde ilerledi Melissa. Sağa sola, tekrar sola, sonra tekrar sağa... Fakat giderek imkansızlaşıyordu görüntüleri inkâr etmek. Şeytan'ın zihninin içi zifiri karanlık olduğu halde sudan perdenin üstünde oynayan filmin tüm detaylarını seçebiliyordu Melissa. Nasıl olduğunu söyleyemezdi. İnsanlar vardı suyun ardında. Bir hayal gibi dalgalanıyordu şekilleri, renkleri; ama oradalardı işte. Melissa'nın bakışları aşağı kaydığında ayakları altında da hareket eden şekilleri fark etti.
İstemsizce duvara doğru yaklaştı. Kendi işine bakması gerektiğini biliyordu. En küçük hatası tüm planlarını mahvedebilir, Şeytan'ın onun varlığını fark etmesini sağlayabilirdi. Yine de yersiz bir arzuyla sakince akan suya uzandı parmakları. Damlaların arasından elinin geçmesini beklediğinden buz gibi ve kaskatı bir duvarla karşılaştığında panikle geri çekilmişti. Duvarların sudan oluştuğuna emindi, ama dokunduğu yerden başlayan çatlaklar aşağı yukarı uzuyordu şimdi. Az sonra binlerce parçaya kırılmış bir ayna gibi paramparçaydı duvar.
İlk kez korktu Melissa. Hata yaptığını biliyordu. Şuursuzca gerilerken sırtı diğer duvara çarptı. Dokunuşuyla o da parçalanmaya başlamıştı. Örümcek ağı gibi hızla yayılıyordu çatlak. Hayır! Bu kesinlikle iyi olamazdı. Öne atıldı yeniden. Olabildiğince hızlı ilerledi labirentin içinde. Aldığı derin nefeslerle sakinleşmeye çalışıyordu bir yandan. Paniğin iç güdülerini gölgelemesine izin veremezdi. Ama suyun ötesindeki hareket hızlanmıştı sanki. Daha çok renk vardı, daha çok yüz, daha çok...
Melissa yeniden durdu. Bu kez istese de devam edemezdi. Şimdi fazlasıyla tanıdık biri vardı karşısında. Aynadan kendine bakmaktan farkı yoktu o an başına gelenin. Tabii yansımasının ondan bağımsız hareket ettiği gerçeği göz ardı edilirse... Suyun ötesindeki Melissa fazlasıyla tanıdık bir çatının ortasında, acı içindeydi. Ellerinden omuzuna uzanan siyah lekeler gibi göz yaşları da çamur rengiydi. "Sus, sus, sus!" diye inliyordu. Dizleri üstüne düştü, ardında koyu bir leke bırakarak çatının ucuna süründü.
O lanet günü tüm ayrıntılarıyla hatırlıyordu Melissa. Sanki o ana geri dönmüş gibi titredi. Ancak şimdi anlıyordu. Sıradan görüntüler değildi suyun içinde gördüklerinin hiçbiri. Şeytan'ın ebedi ömrü boyunca hafızasına işlenmiş anılardı. Ve elbette Melissa'nın ayakları onu kendine ait parçalara doğru sürüklemişti. Zaten bildiği o anlara geri gitmenin hiçbir anlamı yoktu Melissa için. Sudan uzaklaşmalı, hızla hedefine doğru ilerlemeliydi. Ama görüntü değişip bir an sonra Şeytan'ın havada süzüldüğünü gördüğünde nefessiz kaldı.
Gökyüzündeydi şimdi Melissa'nın yansıması. Onun peşinden boşluğa dalmıştı Şeytan. Bir an sonra kucağındaydı Melissa ve sonra yeniden çatıdaydılar. Elbette o gün neler yaşandığını biliyordu Melissa, ama tüm olanları Şeytan'ın gözünden izlemek... işte bu yeniydi. Şeytan'ın onu bir bebek gibi kucaklayışı, sakinleştirişi, dudaklarını alnına bastırıp mırıldandığı sözler... Varlığı Melissa'nın karanlığını yutuyor, onu deliliğin sınırına sürükleyen kötülüğü önemsizleştiriyordu.
Az sora nerede olduğunu fark edip kendini onun ellerinden kurtaracağını biliyordu Melissa. Ama o ana kadar geçen saniyeler sarsılmasına yetmişti. İlk kez bir canavardan ötesini görüyordu Şeytan'a baktığında. İlk kez bu kadar insaniydi tepkileri. Bir anda hiçlikten belirip ölüme bir kala Melissa'yı yakalamış olması da yeterince baş döndürücüydü ya... onu bu şekilde önemsediğini görmek... O an Şeytan'ın sözlerini hatırladı Melissa: Bana gelmeyi seçtiğin gün ben seni her şeyinle kabul edeceğim. Olduğun gibi. Olacağın gibi.
Suyun ötesindeki yansıma Şeytan'dan kaçarken Melissa da görüntüden uzaklaştı panikle. Bu saçma düşüncelerle kendi kafasını bulandırmak da nedendi? Hem de tam Aslan'ın hayatı için zamana karşı yarışırken. Şeytan'dı o. Kâinatın en kötü, en karanlık yaratığı. Nokta! Ve Melissa'nın bir an önce onun oyununu bozması gerekiyordu. Son kez ardına baktı ve Şeytan'ın görüntüsünü çatıda bir başına bırakıp ilerledi.
Bıçak! diye geçiriyordu bir yandan aklından. Bıçakla ilgili anıları bulmalı, onu yok etmesi için Şeytan'ın düşüncelerine zehirli tohumları ekmeliydi. Gücüne odaklanarak labirentte ilerlemeye devam etti. Gözleri aradığı şeyi bulmak için asla şahitlik etmek istemediği görüntülerin arasında, duvarlarda ve yerde geziyordu. Sağa, sola derken geldiği yönü tamamen kaybetmişti bir yerden sonra. Giderek daha derine daldığının farkındaydı. Sanki her adımında Aslan'la olan bağı onu geri çekiyor, ilerlemesini zorlaştırıyordu.
Şansını zorlamamak konusunda ne demişti Maria? Ya da geri dönüşü olmayacak kadar ilerlememek... Düşünmemeye çalıştı Melissa. Buraya kadar gelmişken geri adım atacak değildi. Ama umutsuzluğun giderek koyulaşan bir gölge gibi peşinde olduğunu inkâr edemezdi. Her an şiddetleniyordu onu geri dönmeye zorlayan baskı. Zar zor kalkıyordu artık bacağı. Direnç katlanılmaz olduğunda sinirle burnundan soludu. Gözleri gerçek bile olmayan yaşlarla dolmuştu öfkeden.
Neredesin? diye seslendi dişleri arasından. Neredesin Allah'ın cezası, neredesin?
Bu boyutsuz düzlemde bedeni gibi sesi de yoktu. Yine de en beklenmedik anda çağrısına cevap gelmişti. Son bir köşeyi döndü Melissa ve işte oradaydı, tam karşısındaydı aradığı görüntü.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top