18

Yarım saat... Hayır daha fazla. Belki bir, belki iki... Bilmiyordu Aslan. Ne zaman bu aynanın önüne gelmişti, ne zamandır aynı şekilde yansımasına bakıyordu söyleyemezdi. Parmakları altında kurumuş kan epeydir bu halde durduğunu gösteren tek ipucuydu. Kırmızıya boyanmış lavaboyu iki yanından kavramıştı elleri. Damarları belli belirsiz parlıyordu hala, sönmüş ateşinden geriye kalan cılız bir ışık gibiydi şu an. Parçalanmış gömleğinin altında göğsünde çoktan kapanmış bir yaranın gümüşi çizgileri görülüyordu. Her ne olduysa bedeni kendini hızla toparlamıştı. Oysa hafızası...

Her ne olduysa... diye düşündü Aslan dehşetle. Bilmem kaçıncı kez kayıp anılarına ulaşmayı denediyse de gece yastığa başını koyduğu andan sonrası koca bir boşluktu hala. Melissa'yla mesajlaştığını biliyordu. Bir süre kitap okumayı denemiş, sonunda pes edip karanlıkta tavanı izlemeye koyulmuştu. Sonrasında kötü bir rüyanın ortasına daldığına emindi. Karanlık. Bolca ateş. Bolca kan. Çığlıklar. Hırıltılar. İniltiler. Önce avladığı, sonra avlandığı hem parçaladığı hem parçalandığı, bitmek bilmeyen bir kâbus görmüştü. Bir karabasandı bedenini bu denli yorgun bırakan. Öyle olmak zorundaydı. Peki... ellerine yapışmış kanı, tenindeki kesikleri ya da yarısı yanıp yarısı parçalanmış kıyafetlerini nasıl açıklayacaktı?

Bilmiyordu işte. Bilmiyordu. Kahretsin! Dakikalar geçmesine rağmen aynanın önünden milim kıpırdayamamış olmasının nedeni hafızasındaki bu kayıptı. Sanki lavabodan uzaklaşsa yansıması da onunla hareket edip tüm berbat sırları ortaya dökecekti. Sağa sola bakmaya cesareti yoktu. Odasında onu ne beklediğini bilmiyordu. Gözleri yere kaydığı an lanet etmişti kendine. Kapıya kadar uzanan kırmızı damlalar onu gerçeğe ulaştıracak bir patika gibi uzanıyordu önünde.

Bir rüya değildi dedi kafasının içinde bir ses. Bu dehşet bir anda geri sıçramasına neden oldu. Aniden kendi suratına bakmak imkansızlaşmıştı. Bir rüya değildi! Bir rüya değildi! Panik bedeninin her saniye giderek ısınmasına neden oluyordu. Bir an sonra damarları yeniden kızarmaya, altın parıltılar saçmaya başlamıştı. Ne yapacağını bilmeden banyonun ortasında etrafına bakındı Aslan. Eli farkında olmadan ensesine uzandığında daha fazla kan bulaşmıştı parmaklarına.

Tanrım... Ne gelmişti başına böyle? Bir savaştan kıl payı kurtulmuş gibiydi. Bir savaştan... diye tekrarladı hemen iç sesi. Aslan'ın asla cevaplayamayacağı sorular sormaya devam ediyordu. Kiminle nerede ne zaman ne için? Evdeydi şu an değil mi? Berbat bir şey yaşamış da olsa bir şekilde buraya gelmeyi başarmıştı. Yoksa zaten...

Aslan o an aklına gelen ihtimalle kapıya atıldı. Annesi, Ada... Ya eve bir saldırı olduysa ya düşmanları hafızasını silen bir büyüyle onu bomboş bırakırken sevdiklerine bir kötülük yaptıysa? Odasına geçtiğinde gözleriyle etrafı taramak için sadece bir an durdu Aslan. Yatağın üstüne fırlatılmış lekeli ceketi ve halıya damlamış kan dışında her şey fazlasıyla normal görünüyordu.

Yine de koridora attı kendini. Ev sabahın o saatinde olması gerektiği gibi sessizdi. Annesinin de Ada'nın da kapıları kapalı görünüyordu. Gözleri anında kendi odasının önünden merdivene uzanan izleri yakalamışsa da önce kardeşine yöneldi Aslan. Kapıyı yavaşça aralarken karşılaşabilecekleri yüzünden elleri titriyordu. Nefesini tuttuğu kısa bir anın ardındansa hem delice rahatlamış hem de şaşırmıştı. Ada her şeyden habersiz mışıl mışıl uyuyordu yatağında. Oyalanmadan annesinin odasına geçti Aslan. Aynı şekilde yatağında ve güvendeydi o da. Tamam. Güzel. Bu en azından eve bir saldırı olduğu ihtimalini ortadan kaldırırdı. Ses çıkarmadan merdivene ilerledi. Antreye ulaşana kadar birkaç basamakta bir kan lekeleri görmeye devam etmişti. Ama onları fark eden ilk kişi değildi.

"Aslan Bey!" dedi hizmetçi kız anında ayağa fırlayıp. Yeri temizlediği bez elinde, su dolu kova yanındaydı. "Günaydın efendim."

Aslan nezaket gösterecek halde değildi. "Buraya ne oldu?" diye sordu duyacağı cevaba neredeyse emin olduğu halde.

Kız çekinerek başını sağa sola salladı. "Uyandığımızda bu şekildeydi Aslan Bey. Sanırım... gece olmuş." Gözleri bir an için Aslan'ın parçalanmış, lekeli kıyafetlerine kaysa da bakışları hemen yere geri çevrildi. "Hemen temizliyoruz, merak etmeyin. Sonrasında odanızla ilgileneceğim hemen."

"Gerek yok," dedi Aslan yeniden basamaklara yönelip. "Annem uyanmadan ortalığı halledin yeter."

Kız peşinden bir şeyler dediyse de duymamıştı Aslan. Ailesi iyiydi, evde herhangi bir hasar yoktu. Kötü bir şeyler yaşandığına dair tek kanıt yerdeki kan izleriydi, onu da belli ki Aslan getirmişti beraberinde. Farkında olmadan dışarı çıkmış olmalıydı gece. Nasıl bir belaya bulaştığını bilmemek delirtecekti sonunda onu. Odasından evin giriş kapısına dek uzanan kırmızı benekler takip etmesi için onu kışkırtsa da gerçekle yüzleşmeden önce kıyafetlerinden kurtulmalı, hatırlamadığı kâbusun izlerini üzerinden silmeliydi.

Hınçla odasına döndü ve gömleğini yırtarak çıkardı. Hemen sonra diğer kıyafetlerinden de kurtulup kendini banyoya atmıştı. Bu kez ona gerçek bir cevap vermesini umarak baktı aynaya. Göğsündeki izler iyiden iyiye yok olmuştu artık. Omuzundaki gümüşi çizgi, kasıklarındaki kesik, vücuduna yayılmış zar zor seçilen morluklar... Yazıları silinmiş eski bir günlüğü okumaya benziyordu bu yaptığı. Herhangi bir ipucu yakalayamayacağı kadar hızlı iyileşiyordu bedeni.

Bir dövmesi kalmıştı geriye onunla konuşabilecek, o da bugün sakince oturuyordu her zamanki yerinde. Gece boyunca bu kadar uslu durmadığıysa etrafında kurumuş kandan belliydi. Aslan'ın gözleri dövmesinden avucunun içine uzanan kırmızı yolu takip etti. Yine kendi kolunu kesmiş olmalıydı, ama ejder yaralarını hızla sardığından geriye sadece yapışkan pıhtı kalmıştı. Neden? Böyle bir şeyi kendine neden yapmıştı? Yine...

Gözlerini yere dikip son bir kez zihnindeki kayıp anılara uzandı Aslan. Yok. Hiçbir şey yoktu! Öfkeden bağırmamak için yumruğunu dişledi. Bunun başına ilk kez gelmediğini bilmek durumu daha da katlanılmaz kılıyordu. Sıcak suyu açıp içine daldı ısının onu ehlileştirmesini umarak. Neler oluyordu ona böyle? Yeni güçlerinin bir yan etkisi olabilir miydi bu hafıza kayıpları? Kendine zarar veriyordu. Hatta belki başkalarına da... Kan içinde uyandığı ikinci sabahtı bu ve o ilk gece malikanede olanlar...

Devam edemedi Aslan. Düşünceyi savuşturabilirmiş gibi gözlerini yummuştu sıkıca. Ölen meleğin başına gelenlerle onun bir ilgisi olamazdı. Olmadığını söyleyip durmuştu kendine. Rastlantıydı tamamen iki olayın da aynı gece yaşanması. Uyandığında üzerinde bulduğu kan sadece kendine aitti. Şuursuzca kolunu kesmiş, aklı yerinde değilken büyü yapmaya kalkmıştı. Emindi Aslan. Neredeyse... Oysa bu sabah... pislik içindeki ceketi, parçalanmış kıyafetleri, bedenindeki yaralar... Tüm kanıtlar bunun istemeden yapılmış bir ritüelden fazlası olduğunu gösteriyordu. Basbayağı biriyle mücadele etmişti Aslan. Ama kiminle? Ve neden?

Suyun sıcaklığını biraz daha artırdı. Bir düşünceden kaçıp diğerine tutularak geçirdiği yarım saatin sonunda biraz olsun sakinleşmediği halde musluğu kapamıştı. Hala içten içe yanıyor, su damlaları yere düşmeden bedeninin ısısıyla buharlaşıyordu. Bu ateşi odasına döndüğünde yerde tomar olmuş kıyafetlerini yakmak için kullandı Aslan. Parmakları arasında alev alan kumaşın küle dönmesini izlemek kaçtığı gerçeklerin izlerini silmeye benziyordu. Ardında bıraktığı pisliği umursamadan üstünü giyindi hızla. Sonra da kendini koridora attı.

Çoktan antreyi temizlemiş hizmetçi kız basamakların sonunu siliyordu şimdi. Aslan yanına çöktüğünde şaşkınlıktan bayılacaktı neredeyse. Umursamadan ona yaklaşıp sesini alçalttı Aslan. "Fikrimi değiştirdim. Odamın toparlanması lazım. Ama senden başka kimse içeri girmesin. Gördüklerini de kendine sakla. Bunu yapabilirsin değil mi?"

"E...elbette." diye kekeledi kız başını hızla sallayarak.

Aslan başka bir şey demeden evden çıktı. Gözleri daha fazla kan görmek için istemsizce yere çevrilmişse de giriş ve garaja uzanan patika temizdi. Muhtemelen hizmetçi kızın eli değmişti bahçeye de çünkü arabasının yanına vardığında kapıdaki izi hemen fark etti Aslan. Direksiyonda ve koltukta da kan olduğunu anlamak için camdan şöyle bir içeri bakması yetmişti. Sessiz bir küfür savurup alt dudağını ısırdı. Bu sahiden de bir yerlere gidip başını belaya soktuğunu kanıtlıyordu.

"Günaydın Aslan Bey."

Garajın köşesinde gölgelerin arasında kalmış şoförü o an fark etti Aslan. Kafasında hızla plan yaparken spor arabalardan birine yönelmişti bile. "Cipin temizlenmesi lazım Cemil," dedi binmeden önce. "Her zamanki yere götür. Tek bir iz kalmasın, tamam mı?"

Adamın ne ima ettiğini arabaya oturur oturmaz anlayacağını biliyordu Aslan, o yüzden cevabı duymayı beklemeden direksiyona geçti. Yıllardır Çember üyeleri için çalışan deneyimli bir melezdi Cemil. Babasının tonla pis işini çözmüş olmalıydı geçmişte. Bugün de Aslan'a yardım edecekti. Önceki geceyi hatırlatacak hiçbir iz kalmasını istemiyordu Aslan geride. Annesinin ya da Ada'nın sorularına hazır değildi. Ya da Melissa'nın... Gaza basmadan son kez cipine ve metalin üzerinde kurumuş kana baktı. Sonraysa tüm korkunç düşünceleri zihninin karanlık köşelerine ittirdi. O gün Melissa'yla buluşacaktı ve kızın en son kafasının içine nasıl kolayca girdiği düşünülürse bu yaşadıklarını ondan saklamak için normalden daha dikkatli olması gerekiyordu. En azından ona neler olduğunu anlayana kadar kimseye bir şey söyleyemezdi. Kimseye!

Arabanın üstünü açıp rüzgârın korkularını alıp götürmesine izin verdi. Hızlandıkça düzenli şekillerden karmaşık renklere dönen dünya giderek eriyor, kaygılar ardında kalıyordu. Bugün için Aslan'ın tek planı kız arkadaşıyla buluşan sıradan bir adam olmaktı ve bunun için birkaç saatliğine de olsa kötü ihtimaller düşünmeyi bırakacaktı. Sadece bir haftadır ayrı olsalar da Melissa'yı çok özlemişti. Gece gözünü açıp onu görmeyi, kollarında o varken gölü izlemeyi, ormanda el ele yaptıkları gezintileri... Belki de gece onu delirten ve kendini kaybetmesine neden olan da bu hasretti. Masalın bir gün sona ereceğini hep biliyorlardı bilmesine. Yine de birlikte geçirdikleri ayları hiç olmadığı kadar çok arzuluyordu Aslan şimdi.

Sonunda kampüse ulaştığında nizamiyede onu durdurmak için yaklaşan güvenliğe gözlüklerinin altından tek bir kez baktı ve serseme dönen adamın bilinçsizce açtığı bariyerden geçti. Melissa'nın attığı mesaja bakılırsa onu beklerken bölümdeki derslerden birine girmeye karar vermişti. Kızın hala normal bir hayata sahip olma arzusunu elbette anlıyordu Aslan. Kampüsün aşina yollarında araba sürerken kendi kalbi de aynı duyguyla sıcacıktı. Normal, sıradan, öylesine bir gün... diye düşündü. Farkında olmasa da bu bir dilekti.

Otoparka arabayı park ederken üzerine çevrilen bakışlar okula gelmek için belki biraz fazla gösterişli bir araba seçimi yaptığını düşündürmüştü ona. Ama ilgiyle onu izleyen gözler bölümün bahçesine girdiğinde hala üzerindeydi. Onu takip eden, arkasından fısıldaşan, yaklaşmaya çalışan tüm bu insanların tipini beğenmekten çok öte bir şeye çekildiğini biliyordu Aslan. Onlarda tarifsiz bir açlık yaratan damarlarında akan ateşti. Şimdi, güçleri eskisinden katbekat fazlayken insanların üzerinde bıraktığı etki de katlanmıştı.

Onunla göz göze gelmek için kendini neredeyse önüne atan kızı görmezden gelip bahçedeki ağaçlardan birine yaslandı ve bir sigara yaktı. Melissa'nın dersinin bitmesine çok kalmamış olmalıydı. Gel gör ki etrafın açlıkla seni gözleyen kurtlarla çevriliyken birkaç dakika bile önemli oluyordu. Yanına gelen ikinci misafiri için kibar bir iki cümle kurmayı başardıysa da üçüncü oğlan ve dördüncü kızda nezaketi tamamen bırakmıştı Aslan. Bir sonraki atakta iyice çirkinleşmeye hazırdı, ama onu durduran tanıdık bir yüz oldu.

"Sana daha önce hiç insanlara onları yakıverecekmişsin gibi baktığını söyleyen olmuş muydu?" dedi Tobias neşeyle.

Aslan homurdandı. "Onlar beni yiyecek gibi bakmaya devam ederlerse birkaçını yakacağım gerçekten de."

Tobias kahkaha attı. "Sen en son ne zaman aynaya baktın dostum? Hayır, sahip olduğun cevherin farkında olduğuna pek emin değilim."

"Hahaha..." dedi Aslan kesinlikle gülmeden. "Bugün keyfin baya yerinde senin, ne şanslısın."

Meleğin yüzü iyice aydınlanmıştı. "Güzel bir gün geçiriyorum diyelim." Gözlüğünü aşağı kaydırıp çerçevesi üstünden Aslan'ı süzdü. "Senin için durum pek öyle değil galiba?"

Aslan cevap vermek yerine sigarasından bir fırt daha çekti. Şimdi Tobias da Aslan gibi ağaca yaslanmıştı. "O içtiğin seni erkenden öldürecek biliyorsun değil mi? Yerinde olsam güçlerime o kadar da güvenmem."

Yandan bilmiş bilmiş onu izleyen meleğe ters bir bakış attı Aslan. Sonra inat olsun diye bir daha götürdü sigarayı dudaklarına. Yüzünün etrafı dumanla kaplanırken Tobias gözlerini devirmişti. Bir süre sessizce bölümün kapısını izlediler. Yanında bir melekle şimdi eskisinden de fazla dikkat çekiyordu Aslan. Sanki ortalık daha da kalabalıktı artık. Neyse ki attığı tehditkâr bakışlar yalnız kalmalarını sağlıyordu. Dakikalar sonra sonunda boşluğu dolduran kendi sözleri oldu.

"Gloria fikrini değiştirmedi değil mi?"

"Sana içeriden bilgi vermeyeceğim melez."

Aslan Tobias'ın sert cevabının altındaki alaycı tonu yakalamıştı. İttifakın bozulmasından en az Aslan kadar huzursuzdu o da. Zaten sıkıntıyla nefes verip kendiliğinden devam etti.

"Yosef'le aralarındaki şu sorunu bir an önce halletmezlerse hiçbir şansımız kalmayacak. Çember'in acilen toparlanıp kendine çeki düzen vermesi lazım."

Aslan son bir nefes çektiği sigarayı yere atıp izmariti ayağıyla ezdi. "Çember hiçbir bok yapamaz bu savaşta. Yosef de Gloria da bunu gayet iyi biliyor."

"E... ne olacak peki?" Tobias o gün ilk kez kaygılı görünüyordu. "Herkes kendi köşesine çekilip savaşı mı bekleyecek?"

"Önceden ne yaptılarsa onu yapacaklar," diye açıkladı Aslan sakince. "Kendi ittifaklarını kurup güvenmedikleri fazlalıkları oyunun dışında bırakacaklar. Yosef ve Gloria daha önce de Çember'den bağımsız, hatta Çember'e karşı hareket etti."

Bu onun teorisiydi elbette, ama Tobias'ın aklına yatmışa benziyordu. "Gloria dün Yosef'le buluşmaya gitti." dedi aklında bir ampul yanmış gibi. "Bizden kimseyi almadı yanına. Sahiden de ikisi bir şeyler planlıyor olabilirler mi?"

Aslan öyle olduğuna neredeyse emindi. Gözleri o an kapıda beliren kıza kaymamış olsa başka iddialarda da bulunabilirdi. Oysa Melissa'yı görmesiyle anında dağılmıştı aklındaki tüm komplo teorileri; yerini eşsiz bir melodi kaplamıştı. Kızın saçları melteme kapılıp etrafında dalgalandığında boktan ruh haline rağmen dudakları yukarı kıvrıldı Aslan'ın. Bir an önce ona kavuşmak için anında ayrılmıştı ağacın dibinden. Birkaç adım sonraysa yeniden durdu.

Değişik bir enerji yayılıyordu Melissa'dan. Korku, panik, öfke... Güçlerini saklamayı başaramayacak kadar şaşkına çevirmişti bir şey kızı. Aslan yanında duran Tobias'ın da aynı şeyi hissettiği için ilerleyemediğinin farkındaydı. Etraflarına toplanan elektrik bir şeylerin ters gittiğini haykırıyordu. Ama... Melissa Aslan'la göz göze geldiği an bıçak gibi kesildi bu his, bu tarifsiz enerji. Artık onlara gülümseyen, çok güzel, çok mutlu, çok normal bir kız vardı karşılarında.

"Şu an bu bölümdeki tüm kızlar benden nefret ediyor sayenizde beyler," dedi yanlarına geldiğinde. "Okulda gördükleri en yakışıklı iki erkeğin yanımda olmasına katlanamadıklarına eminim. O yüzden onları biraz daha sinir etmek sorun olmaz bence."

Sözleri bittiği an uzanıp Aslan'ı öpmüştü. Az önce onu rahatsız eden hissi yeniden yakalamayı denedi Aslan. Yoktu. Melissa'nın bahar gibi etrafını sarmış kokusu tüm diğer duyguları silmişti. Aslan'ın koluna girip Tobias'a gülümsedi kız bu kez.

"Anlat bakalım Toby, nasıl geçti günün Selin'le?"

Tobias yüzündeki kaygıyı silmeye çalıştı. Bir an gözleri Aslan'a kaysa da sonunda şakacı tavrını takınmayı başarmıştı. "Ne diyebilirim ki, insanlar hep en büyük zaafım oldu. Ve Selin..." Parmaklarını birleştirip öptü. "Onu daha iyi tanımak için sabırsızlanıyorum."

"Neyse ki sık sık benimle okula gelmek zorundasın," dedi Melissa kıkırdayarak.

"Ona itirazım yok, ama artık malikaneye dönsek iyi olur. Gloria bizi..."

"Dur dur dur!" dedi Aslan hemen. "Melissa hiçbir yere gitmiyor. Zaten bir haftadır o melek yuvasından çıkmasını bekliyorum."

"Ama..."

"Sevgilimle vakit geçirmek için Gloria'dan izin almayacağım Tobias. İstesem malikanenize on defa girmiştim bu hafta, saygısızlık etmemek için kurallara uyuyorum, siz de şansınızı zorlamayın. Akşam onu ben kendim getiririm. Melissa'yı senin kadar koruyabileceğim konusunda ikimiz de hemfikiriz bence."

Aslan'ın amacı bu olmasa da Melissa sözlerinden etkilenmiş gibiydi. Heyecanla sırıtıp iki eliyle elini yakaladı. "Yakışıklıyı duydun Tobias. Onu kızdırmak istemeyiz değil mi?"

Tobias iç çekti ve "Baş belaları..." diye mırıldandı. Gözleri ne yapacağını bulmak istercesine bir süre etrafta dolandıktan sonra yeniden onlara döndüğünde "Akşam yemeğine kadar!" dedi tehditkâr bir şekilde parmağını sallayarak. "Gloria herkesi masada istiyor biliyorsun! Geç kalayım deme sakın, sonra kabak benim başıma patlar!"

"Tamamdır patron," dedi Melissa afacan bir kız çocuğu gibi. Onun sıra dışı neşesi Aslan gibi Tobias'ın da suratında yarım yamalak bir gülüşe yol açmıştı. Melissa'nın gerçek hislerini gizlediğine neredeyse emindi ikisi de. Ve ikisi de şimdilik bu düşüncelerini kendine saklayıp susmayı seçti. Tobias son bir kez Aslan'a manidar bir bakış attıktan sonra onları baş başa bırakıp kampüsün içinde gözden kaybolmuştu.

"Demek sevgilinle vakit geçirmek istiyorsun?" dedi Melissa anında ona dönüp kollarını boynuna dolayarak. Bakışları dudaklarında dolanıyordu. "Peki sevgilinle yapmak istediğin başka şeyler de var mı?"

Aslan kızın kalın buklelerinden birini kulağının arkasına taktı ve eğilip onu öptü. Ah, onunla yapmak istediği öyle çok şey vardı ki. Yine de... aklının bir yanı hala alttan alttan kızdaki garipliği araştırdığı için kendinden nefret ediyordu. Neyse ki Melissa gizli düşüncelerini fark etmemiş ya da umursamamıştı.

"Beni nereye götüreceksin?" diye sordu Aslan'ın yüzüne baştan çıkartıcı buseler bırakırken. Bölümün önündeki kalabalık ağzı açık onları izliyordu artık.

"Tahminen daha az insan olan bir yere," dedi Aslan ters ters etrafa bakınarak.

Melissa ondan uzaklaşıp elini tutmuştu hemen. "Harika. Ben de bir an önce buradan gitmek istiyorum zaten. Sizin eve ne dersin? Sonrasında portu kullanıp çabucak hastaneye de gidebiliriz. Fazladan vaktimiz kalır. Hem... kimse bizi rahatsız edemez orada."

Melissa muzipçe gülümserken o kadar emin olma diye geçirdi Aslan içinden. Annesinin görüntüsü gözünün önüne geldiğinde midesi kasılmıştı. Yine de tüm düşmanları onları avlamayı beklerken Melissa'yla ortalıkta dolanmaktan çok daha güvenli duruyordu bu alternatif. Sonunda kendini gülümsemeye zorlayıp "Haklısın," dedi. "Gel hadi."

Melissa otoparka kadar olan yolu hasetle onları izleyenlere laf atarak geçirmiş, arabayı gördüğündeyse sevinçle çığlık atıp koltuğa zıplamıştı. Yola çıkar çıkmaz radyoya uzandı elleri ve müziğin sesini sonuna kadar açtı. Tüm dünyaya göstermek istiyordu sanki ne kadar mutlu olduğunu. Her hareketi kaderiyle inatlaşır gibiydi. Tüm dünya peşimde değil, Davut yok, Golem'leri yok, Şeytan yok, melezler benden kurtulmak istemiyor, melekler çıkarları için beni kullanmıyor.

Aslan aniden kalbini sıkıştıran şefkat duygusuyla uzanıp Melissa'nın elini tuttu. Tepkisi kızı güldürmüş, Aslan'sa elinden geldiğince ona karşılık vermişti. Zaman zaman onun gerçekte nasıl bir baskı altında olduğunu unutuyordu. İnatla her şey normalmiş gibi davransa da herkesten çok daha ağır bir yük taşıyordu Melissa. Az önce ders çıkışı ondan aldığı huzursuz enerji belki de Melissa'nın dünyaya göstermediği yeni normaliydi. Dışarı yansıtmadığı bir korku taşıyordu kalbinde her daim. Bir süredir özellikle Aslan'la konuşmayı bırakmıştı böyle konuları. Keşke anlatsaydı. Keşke onun daha çok yanında olmasına izin verseydi.

Maalesef etrafındaki herkesin, en çok da Aslan'ın onu korumak için çırpınmasından yorulmuştu Melissa. Sıradan bir hayat istiyordu, hepsi bu. Bu yüzden evine dönmeye çalışıyor, bunun için ısrarla okula devam ediyordu. Ah Melissa... Aslan önlerindeki karanlık tünelin sonunu değiştiremezdi belki, ama birkaç saatliğine de olsa en azından yolu aydınlatabilirdi. Kendini kızın neşesine ortak olmak için biraz daha zorladı. Sabah kanlar içinde hafızasını kaybetmiş bir şekilde uyanmış olmasa bu çok daha kolay olurdu muhtemelen. Ama Melissa'nın düşüncelerini duymasından korktuğu için anda kalmaya odaklandı ve çalan şarkıya eşlik eden kızın güzelliğine verdi tüm dikkatini.

Rüzgârda uçuşan saçları, uzun kirpikleri ve kızarmış yanaklarıyla sonsuza kadar bakmaya doyamayacağı kadar büyüleyiciydi Melissa. Ölümden dönmek kesinlikle onu değiştirmişti. Yine de parkta karşılaştıkları ilk günkünden farklı görünmüyordu Aslan'ın gözüne. Parmakları arasındaki eli dudaklarına götürüp sıcaklığıyla huzur buldu. Arabadan inene kadar da Melissa'nın elini sıkıca tutmaya devam etmişti.

Sonunda evin önünde durduklarında "Vay..." oldu Melissa'nın bulabildiği tek sözcük.

Şaşkınlığı Aslan'ı gülümsetmişti. "Meleklerin malikanesinden sonra seni tatmin etmez belki ama..."

Melissa histerik bir kahkaha attı. "Şimdi neden ayrı bir eve çıkmak istemediğini anlıyorum. Burada kaç kişi yaşıyorsunuz tam olarak?"

Aslan onun sorusunu gülümseyerek geçiştirdi ve kızı kendine çekip kapıya doğru ilerledi. Zili çalıp bekledikleri birkaç saniyenin sonunda evin aydınlık girişindeydiler. Aslan'ın tek amacı bir an önce odasına ulaşmak ve kimseyle muhatap olmamaktı. Ama evdeki her şeyin Melissa için ne kadar heyecan verici olabileceğini düşünememişti. Duvarları süsleyen altın çerçeveli tablolar, köşelere serpiştirilmiş heykeller... Hepsi orijinal, çoğu asırlık ve tamamı bir servet değerindeydi.

"Bunlar gerçek mi?" dedi Melissa nefesini tutup. Anında Aslan'dan uzaklaşıp antreyi dolanmaya başlamıştı.

"Annem bir koleksiyonerdir." diye açıkladı Aslan gerginliğini sesine yansıtmamaya çalışarak. "Büyük bir kısmı aile mirası zaten."

"Aslan bunlar..." diye başladı Melissa, ama heyecanı sonraki kelimeleri yutmuştu. "Yok artık!" O an ilgisini çeken başka bir tabloya doğru çekildi salona doğru.

Dur! demek istediyse de felaketi önlemek de geç kalmıştı Aslan. Salonun ortasında aniden duran Melissa'yla aynı anda gördü annesini. Şampanya rengi koltuğunda, her zamanki köşesindeydi kadın. Okuduğu kitaptan başını kaldırsa da yaşadığı şok hemen hareket etmesini engellemişti. Gözleri Melissa'dan oğluna ve sonra yeniden Melissa'ya kaydı. Salonu sarmış yumuşak çiçek kokusuyla alakasız, sert bir ifade vardı suratında. Şimdi çık bakalım işin içinden diye düşündü Aslan. Eve gelmek artık o kadar da iyi bir fikir gibi gelmiyordu.

"Aslan?"

"Anne," dedi Aslan Melissa'yla arasındaki boşluğu hızla kapatıp. Sanki az sonra gelecek sözlerden korumak için kızın etrafına bir kalkan oluşturmak istemişti. "Biz... biraz evde vakit geçireceğiz. Sen, rahatsız olma. Odama çıkacağız zaten."

Bunu yapabilirdi Aslan. Bu garip durumdan kurtarabilirdi Melissa'yı da kendini de. Derken annesi hışımla ayağa kalktı. "O kızı gerçekten bu eve mi getirdin Aslan?"

O an anladı Aslan. Bu işten hiçbir kurtuluşu yoktu. Koruma iç güdüsüyle Melissa'yla annesi arasına geçti. "Anne. Sözlerine dikkat et. Melissa bizim misafirimiz."

"Neden beni dinlemiyorsun Aslan? Neden inatla devam ediyorsun bu korkunç hataya? O kız bir... o kızın ne olduğu..."

"Anne sakın!" diye hırladı Aslan. Kadına doğru bir adım atınca Melissa arkasında gerilemişti. Kızın kapıya yöneldiğini anladığında "Hayır!" dedi ona dönüp. "Hiçbir yere gitmiyorsun Melissa! Seni buraya ben davet ettim. Burası benim de evim." Tekrar annesine çevirdi öfkeli bakışlarını. "Bunu bir daha söylemeyeceğim anne. Eğer bir daha Melissa'ya saçma sapan laflar edersen kalbini kırarım. Çok ciddiyim!"

Aslan arkasını dönüp Melissa'nın elini yakalamış, anında kapıya yönelmişti ki annesinin sözleriyle olduğu yerde buz kesti.

"O kız Şeytan'ın bir kuklası Aslan! Hepimizin sonu olacak! Kıyameti sen de gördün. Bize neler yaptığını gördün. Hala nasıl anlamazsın, Davut'un yarattığı başka bir canavar bu kız da. Ve sen onu evimize getiriyorsun. Utanmadan onu Çember'e, aramıza sokuyorsunuz. Sen... Yosef... hepiniz delirmişsiniz!"

"Anne!" diye haykırdı Aslan. Ama sesi camları titretecek kadar güçlü de çıksa annesinin verdiği hasarı geri almanın imkânı yoktu artık. Her şey için çok geç kalmıştı. Kadını susturmak için, Melissa'yı bu iğrenç sözlerden korumak için... Allah kahretsin anne! Allah kahretsin! Melissa yanında şiddetle titriyordu şimdi. Yol boyunca sıkıca sarıldığı mutluluk yalanı bir balon gibi patlamıştı ellerinde. Gerçek hızla yüzeye çıkıyordu.

"Ben..." dedi birbirine çarpan dişleri arasından. Elini sertçe Aslan'ınkinden çekip bir adım geriledi. "Ben... sizi kurtardım. Hepinizi. Şeytan'ı ben durdurdum. Sizin yüzünüzden öldüm ben. Sizin savaşınızın ortasında kaldım ve öldüm. Yine de... yine de onun karşısında ben durdum, onu ben durdurdum, ben! Aslan'ı kurtardım. Ben..."

"Melissa!" dedi Aslan zangır zangır titreyen kıza uzanıp. Anında kendini geri çekmişti Melissa. Bakışları bir an olsun Aslan'ın annesinden ayrılmıyordu. Yanaklarından süzülen yaşlara tezat dipsiz iki kuyu gibi simsiyahtı artık gözleri. Gücü bir gaz gibi etrafında yoğunlaşıyordu her an biraz daha. "Melissa lütfen, sakin ol," dedi Aslan. "Gidelim buradan, hadi!"

Ama kız onu duyuyor gibi durmuyordu. O ana kadar bastırdığı tüm kötü duygular kabuğunu çatlatıp dışarı çıkmak için derisini zorluyordu. Ayaklarını bastığı yerde parke dalga dalga siyahlaşmıştı. Yeniden "Ben istemedim," dediğinde çıkan ses ona ait değildi sanki. Hipnoz olmuş gibi tekrar ediyordu aynı sözleri. "Bunu ben istemedim. Bu kaderi ben seçmedim! Ben istemedim! İstemedim!"

Aslan bir kez daha ona yanaşmayı denediğinde elektrik çarpmış gibi geri sekti. Kızın gücü görünmez bir kalkandı etrafında. Yayılıyor, genişliyor, giderek büyüyordu. Hüznü ateşini besleyen en büyük yakıttı şüphesiz. Aslan onun yaşadığı sancıyı kendi hücrelerinde hissedebiliyordu. Annesi gibi kaç melezden bu muameleyi görmüştü Melissa? Kaç melek onu haksız yere suçlamış, şeytan diye damgalamıştı? Son darbeydi bu aldığı. Melezlerden, meleklerden gördüğü tacizin en çirkin haliydi Aslan'ın annesinin ettiği laflar. Ve bu, Melissa'nın asla kapanmamış tüm yaralarının dikişlerini aynı anda patlatmıştı.

Kızın kollarındaki damarlar giderek koyulaşırken "Bak!" dedi annesi dehşetle gerileyip. "Kendi gözlerinle gör. Bana savunduğun kızı gör!"

Anında annesine döndü Aslan. Hayatında hiç bakmadığı bir öfkeyle baktı ona. "Tek kelime daha edersen, bir daha asla yüzümü göremezsin anne! Yemin ederim göremezsin!"

Kadının kocaman açılan gözlerine değil Melissa'ya baktı Aslan. "Güzelim..." dedi olabilecek en yumuşak sesle. "Bana bak! Bana bak Melissa. Bunu kontrol edebilirsin. Tobias'ı düşün. Onunla çalıştığınız gibi... Gölü düşün. Beni düşün. Sakin ol, lütfen. Yapabilirsin. Sesimi dinle."

Ama Melissa onu görmüyor, onu duymuyor, sadece ağlıyor ve inatla annesine bakıyordu. Bir kez daha çarpılacağını bile bile kıza yanaştı Aslan. Dokunmasa da iyice dibine sokuldu ve kulağına eğildi. "Bizi düşün." diye mırıldandı. "Buradayım bak. Yanındayım. Hadi Melissa. Sana ulaşmama izin ver."

Aslan kızın gözlerindeki karanlığın titrediğini fark edince kalbi heyecanla çarptı. Yapabilirdi Melissa. Daha önce kendini kontrol etmeyi defalarca kez başarmıştı, şimdi de becerebilirdi. Nefesini tutup ona uzandı Aslan. Tüm başına gelebilecekleri göze alıp kızın yanağına dokundu parmakları. Bir saniye, iki saniye, üç saniye... Kötü bir şey olmasını bekledi Aslan. Dört saniye, beş saniye, altı saniye... Hala duruyordu, ama eline bulaşan gözyaşları dışında bir şey gelmemişti başına. Güldü ve ciğerlerine sıkışmış havayı boşalttı.

"İşte böyle güzelim. Aynen böyle."

Melissa'yı yavaşça kolları arasına aldı Aslan. Bir eli beline, diğeri başına uzanmıştı. Hala titrediğini hissedebiliyordu, ama teninden yayılan koyu enerji hafiflemişti.

"Şimdi buradan gidiyoruz," dedi saçlarını okşarken. "Seni hemen buradan götürüyorum."

Cevap Melissa'dan değil, arkasından gelmişti. "Hayır! Onunla gidemezsin Aslan!"

"Yürü hadi!" dedi Aslan kızı kapıya doğru çekiştirerek. Sanki kopacak kıyameti hissetmişti. Sanki bir kasırgadan kaçıyordu. Haklıydı da. Önüne çıkan ne varsa yok edecek güce sahip bir nehir gibi boşalmıştı annesinin son sözleri üzerlerine. Bir yere tutunacak vakti bile olmamıştı Aslan'ın.

"Öleceksin!" Annesinin dediği buydu. "Şeytan'la beraber Sınır'da çürüyeceksin! Senin kaderin bu yaratık! Oğlumdan uzak dur! Bizden uzak dur!"

Sonrası engel olması imkânsız bir nükleer bombaydı. Daha ne olduğunu anlayamadan ayakları yerden kesilmişti Aslan'ın. Uçuyordu. Aynı anda patlamış camların parçaları etrafında ışıl ışıldı. Ve sonra yere çakıldı. Tabii porselenlerle dolu vitrine çarpıp içindeki her şeyi de beraberinde aşağı indirmişti. Etine saplanan onlarca cam parçasıyla bedeni acıdan kavrulsa da tek bir şey vardı aklında. Gözleri Melissa'yı bulmak için korkuyla salonu taradı. Oysa kalbinin teklemesine neden olan resmin zarar görmemiş tek unsuruydu Melissa. Dimdik duruyordu aynı yerde. Yıldızsız bir gece gibi kapkaranlıktı bakışları. Simsiyahtı artık kollarındaki damarlar. Öte yandan annesi savrulduğu köşede acıyla inliyordu. Ve kapının önünde...

"Ada?" dedi Aslan zar zor çıkan bir sesle. Hayır, bu gerçek olamazdı. Kardeşi... Ada... kanlar içindeydi. Karnına saplanmış koca cam parçasına bakıyordu dehşetle. Sanki başına ne geldiğini henüz anlamamıştı. Tüm acısını unutup anında ayağa fırladı Aslan ve kardeşine koştu. Ne ara gelmişti Ada bilmiyordu. Neden gelmişti, neden tam şu an?

"Abi!" dedi korku dolu gözleri onu bulduğunda. Bir eli abisine uzandı destek için, ama dizlerinin bağı çözülünce yere devrilmişti.

Kendini onun yanına attı Aslan. Çok fazla kan kaybediyordu Ada. Şimdiden teni bembeyaz olmuştu bile. "Korkma!" dedi Aslan kendisi korkudan delirmek üzere olduğu halde. "Önemli bir şey değil. Seni iyileştirebilirim. Bana güveniyorsun değil mi?"

Ada gözyaşları arasında şiddetle başını salladı. Söylediğini yapabileceğini biliyordu Aslan. Bedenleri çok daha hızlı iyileşiyordu artık. Çok daha güçlüydü yaptıkları büyüler. Kardeşini kurtarabilirdi. Melissa'nın kanıyla değişmişlerdi ve bu sayede...

Melissa! dedi kalbi aniden atmayı bırakıp. Panikten onu unutmuştu Aslan. Dehşetle arkasına döndü ama... Melissa salonda değildi artık. Geriye bir tek Aslan'ın annesinin çığlıkları ve kıyameti çağıran sözleri kalmıştı.

Şeytan'la beraber Sınır'da çürüyeceksin! Senin kaderin bu yaratık!

Yaratık!

Yaratık!

Yaratık!


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top