1.Bölüm: "Cansız"
S U S K U N S İ N S İ L İ K (+18)
Aklında yüz düşünce vardı, ve zihnini kaplayan bu düşüncelerin doksan dokuzu sadece bir erkeğe aitti. Saplantılı, platonik bir aşık. Dostlukların arasına giren yalanlar ve açılan yaralardan akan uğursuz sıvının süslediği bir yol. Bu yolda önemli olan kimin kiminle yürüdüğü değil, yolun sonunda kimin sağ çıkacağı.
UYARI: Hikaye baştan aşağı cinayet, paranoya, +18, yetişkin içeriklerle dolu olacaktır.
1.Bölüm: "Cansız"
-İyi okumalarr💋
🌗
O an onu öyle gördüğümde attığı yardım çığlıkları, akıttığı gözyaşları, benim sessiz kahkahalarım oldu. Önümde can çekişmesini izledim. Hayata, yaşamaya hevesli olan bünyesi bu dünyada kalmak için çabaladı ve bu biraz uzun sürdü. Ruhunun bedenden ayrılmasını beklerken eğildim ve yere bıraktığım ıslak mendille ellerimi sildim. Kurumuş kan, parmaklarımdan arasına sızdığında önümüzdeki bedende çırpınmayı bırakarak son nefesini verdi. Onu, yanımdaki Atalayı'ın da yardımıyla derin dondurucuya koyduk. Nisan, uzun boylu bir kızdı bu sebeple bu işlem bizi biraz zorladı. Yinede zayıf bedenini iki büklüm bir şekilde dondurucuya kapattık ve bir müddet onu evimde, zemin katta misafir ettim.
Anı log 154
Klavyenin üzerinde gezinen parmaklarıma son verdim ve yazdığım küçük paragrafı "anı log" adlı dosyama ekledim. Yorgun gözlerim bir müddet daha anı dosyasındaki taslaklara baktı. Hayatımın son yılına ait olan çeşitli anılarımı anonim olarak bir dosyada tutuyordum. Bu, günlükten ziyade sadece benimle bütünleşmiş, yapmaktan zevk aldığım ya da korktuğum, hayatımdaki önemli olaylara ev sahipliği yapan bir klasördü. Yazmak, bana iyi geliyor. Zihnimi temiz bir deftere çekiyor, klavyenin üzerinde bastığım her harf benim haklı olduğumu söylüyordu. Bu yüzden olsa gerek, yazmak benim kaçışım. Kabullenişim. Üzerine bastığım her harf, birleştirdiğim her kelimenin altından yatan yaşanmışlık, bazen bütün günümü klavye başında geçirmeme sebep oluyor.
Karanlık salonda, yüzümde patlayan bilgisayar ışığı ve hemen alt katımdaki ceset ile beraber sessizliğin ortasında otururken, telefonum küçük bir titreşimle yastığın altından bana kendini duyurmaya çalıştı. O sırada anı log dosyamın şifresini değiştirmeye ara verip telefonuma art arda gelen mesajları açtım.
Kimden: Defne
"canim biz atalaya gectik"
"coktan burasi dolmus bile bekleniyorsun" 21:34
Mesajı okurken kaşlarım istemsizce çatıldı ve kendimi ona; "salak," diye söylenirken buldum. Yalan yok, arkadaş canlılığı bazen canımı sıkıyor. O, hayatımda bir yere dek iyi karakterdi. Daha sonra kendi bile farketmeden bana ait olan sahnede beni itmeyi çalıştı. Aslında onun bir suçu yok, zaten kimse hiçbir şeyin farkında değil. Çoğu hatalar tamamiyle bana ait. Defne'nin beni sahneden iteceğini anladığımda, o sahneden kendim inip kendi şovunu yapmasına izin verdim. Bunu hâlâ sindiremedim, ama kabullendim.
"tmm askim hazirlanip cikiyorum" 21:35
Mesajı ona gönderdim ve hemen ardından unutmadan anı log şifremi değiştirdim: xbanaait.00
Ardından vakit kaybetmedim. Zaten bütün günümü evde, bilgisayar başında geçirmiş, kaslarım çoktan isyan etmeye başlamıştı bile. Bu sebeple biraz hareket etmek, Pazartesi başlayacak olan yeni dönem için yapılan küçük partide biraz sosyalleşmem, insanlara kendimi hatırlatmam fena olmaz. Bez çantama plaj havlumu, bir kaç saç spreyimi, makyaj çantamı ve yedek kıyafetlerimi koyduktan sonra arabamı o, büyük yazlığa sürdüm. Tıpkı Defne'nin istediği gibi. Onunla liseden beri arkadaş, dosttuk. Aynı üniversitede farklı bölümlerde son sınıf öğrencisiyken, bu yirmi dört yıllık hayatımda kendimi bildim bileli hep birbirimizin gözü önündeydik. Eğer şu an susuyorsam, bunun tek sebebi beraber geçirdiğimiz yılların anısı.
Bu suskunluğum ne zamana dek sürecek bilmiyorum. Ya da artık içimde biriken nefret daha ne kadar korlanıp beni savunmasız bırakacak... Bildiğim tek şey Defne ve Kutay'ı yan yana gördüğüm her an kontrolümü kaybedecek gibi oluyorum. Ben, her gün Kutay'ın en ufak teması için dua ederken, ya da sınıfta sırf kolu arada benim koluma temas etsin diye yan yana otururken, Defne'nin bunun için kılını kıpırdatmaması beni deli ediyor. Çünkü Kutay, bizzat onun ayağına gidiyor ve benim hissetmek için can attığım teması ona bahşediyor. Bu acınası halime küfrettim ve çantamdan çıkardığım kırmızı rujumu dikiz aynası yardımıyla dikkatlice sürdüm. Göz makyajı yapmamayı tercih edip yüzümü biraz daha sade tutsamda üzerimdeki, şu an kıyafetlerimin altında gizlenen bikinin göz alıcı rengi sayesinde bazı bakışları üzerime toplayacağımı biliyordum.
Uzun süredir bana eşlik eden arabamı buradaki diğer, lüks araçların arasına park ettim ve bahçenin içerisine girdim. Sandaletlerimin hasır tabanı ayaklarımın altında pekte hoş olmayan bir sızıya ev sahipliği yapmaya başlamıştı. Oysa bu sandaletin iyi bir seçim olacağını düşünmüştüm. Fakat, yine her zamanki gibi düşüncelerim ters tepti ve sandaletlerimde aynı şekilde bana ihanet etti. Zihnimdeki tüm olumsuz düşüncelerle beraber ofladım ve siyah saçlarımın gür tutamlarını tek omzumda toplayarak evin açık olan kapısından içeri girdim.
Bahçede, evin içerisinde pekte sohbet etmediğim ama birbirimizi tanıdığımız insanlar vardı. Ne zamandır buradalar bilmiyorum, fakat bedenlerdeki havuz klorüne ait koku resmen evi sarmıştı. Akşamın zifiri karanlığına rağmen bahçe o kadar güçlü ışıklarla aydınlatılmıştı ki, sanki güneş hâlâ tepemizde duruyor. Onların yarı yarıya çıplak bedenlerine rağmen üzerimde askılı tişörtüm, ve altımdaki kısa şortumla beraber arkaya bahçeye çıktım. Bu kalabalıkta Defne'nin yüzünü ararken bakışlarım Atalay'ın gözlerini yakaladı ama onu es geçtim. Daha sonra zaten pür dikkat Defne'yi arayan gözlerim onun arkamdan yanıma ulaşmasıyla son buldu.
"Nerede kaldın?"
Kolları arkamdan belimi sardı ve bir müddet ona doğru dönmemi engelledi.
"Bilerek geç kaldım aslında, evde kalıp kitaplarımı okumayı tercih ederdim," dedim ve ellerini bedenimden ayırıp ona doğru döndüm. "Biraz spor olsun diye geldim." Daha sonra duraksadım ve ekledim: "Bir de sen çağırdığın için."
"Bu yaz zaten doğru düzgün tatile falan çıkamadık beraber," diyerek kendince açıklama yapmaya çalıştığında onun oldukça yoğun bir mavi rengine sahip olan gözlerine baktım. "O yüzden dönem başlamadan vakit geçirelim istedim."
Bana gönderdiği sevecen, sıcakkanlı gülücüklere aynı şekilde karşılık verdim. Rolümde iyiydim. Dışarıdan bizi gören herhangi bir yabancı, kardeş olduğumuzu falan sanardı. Onunla beraber çimenlerin üzerine kurulmuş ve oldukça geniş olan masaya yöneldiğimizde gözlerim Kutay'a rastladı ve midem heyecanla kasıldı. Bu aptallığıma küfrettim, onu görünce bedenimin verdiği bu etkiye, nabzımın hızlanmasına lanet okudum.
"Tamamlandık," dedi Defne, dalga geçercesine, "bana artık Berfu, nerede diye sormayın."
"Yapışık ikiz gibisiniz," diyerek söylendi Kutay, ve Defne'nin oturduğu sandalyeyi kolaylıkla kendisine doğru çekerek onu kendine yaklaştırdı. Bu görüntüyü görmek mürekkebimi doldurdu, ve eve gidince kelimelere dökerek rahatlayacağım dizeleri kurmama yardım etti. "Sana sormak varken kimsenin aklına Berfu'yu aramak gelmiyor."
Onlara bakmayı kestim ve hâlâ ayakta dikilmeye devam edip içeceğimi hazırladım. Önce masanın üzerinde geniş, plastik bardaklardan birini poşetinden çıkardım, daha sonra ise içerisine biraz enerji içeceği ve vişne suyu koydum.
"Buz ister misin?"
"Çok iyi olur canım," dedim Ebrar'ın sorusuna karşın ve bardağı uzatıp, ona daha yakın olan küçük buzdolabından plastik bardağa buz eklemesini izledim.
"Tatil nasıldı?"
Bu soru ile beraber bakışlarımı aynı bölümde, aynı sınıfta olduğum Kaan'a çevirdim ve onu üstün körü yanıtladım. "Sıkıcı. Pazartesi gün ki ilk dersi iple çekiyorum."
"Ne eksik ne fazla. Bok gibi bir yazdı."
"Ne kadar negatifsiniz." Diyerek araya girdi Defne, bir eli Kutay'ın dizindeyken, "O kadar tatil planı yaptık grupta, hiçbirine yanıt vermediniz. Şimdi sıkıcı geçti diyorsunuz."
"Benim staj vardı, istesemde gelemezdim."
Ebrar'ın kestirip attığı cümlenin arkasını getirdim: "Bu yaz nedense benim içinde pek iyi değildi, biliyorsun. Hiç modum yoktu."
Sevdiğin çocuğun kız kardeşini boğarak öldürüp, sonrasında bıçakladığın için olabilir mi, aptal? Zihnimin bana vurduğu gerçekliğin beni sarsacağını düşündüm ama yüzümde mimik, kalbimde ısınma olmadı. 'Gerçekten psikolojik bir rahatsızlığım olabilir mi?' diye sordum kendi kendime. Bazı olayları bu kadar çabuk kabullenmem, hâlâ herhangi bir vicdan azabı çekmiyor oluşum bununla bağlantılı olabilir mi? Derin bir nefesi dışarı üfledim ve o sorada göz ucuyla Kutay'a baktım. Onun bakışları ise Defne'nin üzerindeydi.
Çıplak üstü, iyice bronzlaşmış tenini gün yüzüne sermişti. Yapılı kollarında ise sürekli kısa kollu giyip güneş kremi kullanmamaktan oluşan ten rengi farkları vardı. Özellikle geniş omuzları güneşe çok fazla maruz kalmış, derisi pul pul dökülmeye başlamıştı bile. Koyu kahverengi, tıpkı bir kestane rengini anımsatan dağınık saçlarında ise Defne'nin parmakları geziyordu. Bu görüntüyü düzenli olarak belirli aralıklarla gördüğüm için buna alıştığımı sandım. Fakat her defasında bedenim beni başka bir duyguyla karşılıyor, ve içten içe yine üzülüyordum. Onları tanıştırdığım için bazen kendimden nefret ediyorum. Defne'ye apaçık Kutay'dan hoşlandığımı önceden söylemediğim ve bir nevi onların arasında, onlar sevgili olana dek belirsiz köprü görevi gördüğüm için kendimden nefret ettim. Bu histen kurtuluşum yok. Ara ara kendime olan bu nefretim büyüyor, boğazımdaki ip beni sıkıyordu. Neyseki bu ipi gevşetmenin bir yolunu biliyorum; başkalarına zarar vermek.
"Nisan, nasıl?"
Ebrar'ın bu sorusunu herkes normal karşıladı. Fakat benim kulaklarım Nisan ismini duyduğumda yanmaya başlamıştı bile.
"Bilmiyorum," dedi Kutay, derin bir iç çekerek, "yani aradığımda açmıyor, sadece mesajlarıma dönüş yapıyor. Konuşamıyoruz bir türlü."
"Nereden çıktı ki birden bu tatil?" Diye irdeledi Ebrar, her şeyden habersiz, "sezon bitti, okul açılacak. Biraz geç kaldı sanki."
"Ay genç kız, kafasına eseni yapsın." Defne'nin ortaya attığı cümleye şükrettim. Beni, bir şekilde koruduğunu hissettim ama eğer gerçekleri bilseydi kendi mezarımı kazardı. "Onun yaşında neler yapmak istediğinizi hatırlasanıza? Çok darlamayalım bence."
"Öyle ama it kopuk dolu her yer," dedi Kutay, kız kardeşinin başına bir şey gelmesinden endişelenerek, "on sekiz yaşındaki bir genç kız için biraz fazla yalnız kalmak istiyor. Bir kaç hafta daha telefonlarımı açmayı ertelerse, polise taşıyacağım bu durumu."
İçtiğim sıvı midemde birikti, çalkalandı. Daha sonra Nisan'ın kanının elime bulaşmasını, her şeyden habersiz bedeninin önümde kıvranmasını hatırladım ve tüm bunları hatırlamak Kutay'a bakmamı zorlaştırdı. Oysa gözlerimi ona dikmek, onu izlemek istiyordum. Kutay, yabancı insanların kız kardeşine zarar vermesinden endişeleniyor, ama kardeşinin katili ile aynı masada sohbet ediyordu. Bu acımasız gerçeği, bu bahçede sadece ben ve Atalay, biliyor.
"Atalay'ın yanına bir uğrayacağım." Dedim konuşmalarını bölerek. Aslında bunu bir nevi Defne'yi bilgilendirme amaçlı söylemiştim. "Sonra tekrar gelirim."
Defne, beni başıyla üstün körü onayladığında yanlarından ayrılıp havuz kenarını turlayarak karşı tarafa geçtim ve tüm bu süre zarfı boyunca Atalay'ın gözleri üzerimde turladı. O geceden sonra onu ilk kez kanlı canlı karşımda görsemde, sürekli mesajlaşmış, konuşmuştuk. Kafasının içerisindeki soru işaretlerini biliyordum, zaten o akşam gözlerinde gördüğüm tedirginlik başka cinstendi. Yinede bunu sadece bana göstermesine minnettarım. Yoksa işler sarpa saracak, herkes iki hafta önce ansızın çekip giden Nisan'ın yokluğunu garipseyecekti.
"Odana çıkalım," dedim ev sahibi Atalay'ın tam karşısında dikilirken, "kendimi ele vermek istemiyorum." Daha sonra onun yanından tekrar çekip gitmeye yeltendim fakat aklıma gelen fikirle tekrar duraksadım: "şu müziğinde sesini aç biraz, kimse kimseyi duymasın."
Ona söylediklerimi tek tek yerine getiren Atalay'ın yüzündeki memnuniyetsizlik asla silinmedi, aksine dahada büyüdü. Ardından etrafımızdaki insanlar, kendi aralarındaki sohbete dalmışken biz yukarı çıktık. Ben, hemen odasındaki perdeleri çekip yalnızlığımızı ve birazdan burada konuşacaklarımızı olabildiğince aramızda kalması için çabaladım. Herhangi bir falsoya gelip, filmin başlangıcında her şeyi batıran o kız olmak istemiyorum. O, ise yatakta oturdu.
"Hâlâ aynı yerde mi?"
"Evet," diye yanıtladım yatakta yanına oturarak, "dondurucuda. Ama artık gölü boylaması gerekiyor, yardımın lazım."
Atalay'ın boş duvara sabitlenen bakışları sanki ağır çekimdeymiş gibi bana doğru döndü. "Asla. Cansız bedene elimi sürmem."
"İki hafta geçti üzerinden, onu daha fazla dondurucuda tutamam. Telefonuyla birlikte atmamız lazım."
"Bana zaman ver," dedi yalvarırcasına, "zaten aşık olduğum kadının bir psikopat olduğunu yeni öğrendim. Bir de işbirlikçin olmamı mı istiyorsun?"
Sesini kısık bir düzeyde tutmasına rağmen büyük bir nefretle dile getirdiği sitem yüzünden derin bir nefes alıp gözlerimi kısa süreliğine yumdum. Bazen ona laf anlatmak, duvara laf anlatmakla eş değer.
"Senin bu korkak hallerini çekmek emin ol ki benim içinde çok zor," yatakta tamamiyle ona doğru döndüm ve saçlarımdan bir kaç tutamı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım. "Kızın sosyal medya hesabından yurt dışı izlenimini yeterince iyi ilerlettim ama Nisan'ın yurt dışı çıkışı olmadığını öğrendiklerinde onu aramaya başlayacaklar." Derin bir nefes aldım ve evde, bana ait olan çekmecedeki ölü birine ait olan telefonunun görüntüsü gözlerimin önüme düştü. "Sonra ne olacak biliyor musun? Kutay, kız kardeşine ne olduğunu öğrenmek için bırak polisi, Türkiye'nin en iyi dedektiflerini peşimize takacak."
Söylediğim acı gerçekler onu sarsmak için yeterli değildi. Bu sebeple korkuyu biraz daha damarlarına yüklemeyi amaçladım: "İşte o zaman iki güne kalmaz bulurlar bizi. Zaten kızın evime girişi var, çıkışı yok." İki elimde onun yanaklarını kavradı, çünkü ona temas etmem her zaman istediğimi almamı kolaylaştırıyor. "Ölü bedeni de evimin zemin katındaki dondurucunun içinde. Bileğine taş bağlayıp göle atarsak yük üzerimizden kalkacak." Sanki benim bedenimdeki gücü ona geçirme ihtimalim varmış gibi ellerimi sıkılaştırıp avuç içerisinde tenini daha çok hissettim. "Su varsa, kanıt yok."
"Ben Kutay'a bakamıyorum," dedi sesini biraz daha kısarak, "Nisan sürekli rüyalarımda. Böyle yaşayarak bu sırrı nasıl saklayacağım, Berfu? Küçük, on sekiz yaşında genç bir kızı sırf senin duymak istemediğin şeyleri söylüyor diye öldürdün." Ellerimi itti ve sanki olay hâlâ tazeymiş, Nisan'ın cansız bedeni yine parkede boylu boyunca yatıyormuş gibi ayaklanıp bulunduğumuz durumun gerçekliğini sorguladı. Atalay, ellerini ensesinde kenetleyip önümde kısa voltalar atmaya başladığında onun yüzünden sürekli kafamda sahneler tekrar tekrar başa sarıyordu. Unutuyorum, daha sonra Atalay, bana yine o anları hatırlatıyor ve koyu kırmızı sıvı yine ellerimde beliriyor.
"Atalay," ayağa kalktım ve önüne geçip kısa voltalarına bir ara vermesini sağladım. "Olay taze, henüz sadece iki hafta geçti. Aklının bulanık olması gayet normal, kendine biraz zaman tanıman lazım."
Bana bakışlarındaki anlamı çıkaramadım. Kafası karışık, bunu biliyorum. İlk kez böyle bir şeye şahit olduğununda farkındayım fakat yanlışlıkla şahit olduğu bu olayın beni bitirmesine izin veremem. O, yüzündeki ikilemle bana hayretle bakmaya devam ettiğinde yüzümdeki donukluğu sorguladığını biliyordum.
"Kırk beş senedir adam öldüren insanlar gibi konuşuyorsun. Hem sen Kutay'dan hoşlanmıyor muydun?" Bunu dile getirmesiyle kaşlarım çatıldı. "Kız kardeşine zarar verip onun yüzüne nasıl bakıyorsun? Geceleri o evde nasıl uyuyorsun, Berfu?"
Bu sorusu bana vicdanımı, içimde barınan o korkuyu sorgulattı. Bazı duygularım eksikti. Bazen bazı şeyleri zirvede hissediyor, bazense boşlukta kayboluyorum. Nisan'a zarar verirken hissettiğim yoğun duygu ise bana bir nevi yeniden duygularım olduğunu kanıtladı. Sık sık kullandığım uyku ilaçlarından mıdır bilinmez bazen bedenimle beraber zihnimde uyuşuk kalıyordu, fakat geçtiğimiz iki hafta benim için oldukça duygu dolu geçmişti. Bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğunu ise hâlâ çözemiyorum.
"Nisan, etkisiz elemandı." Dedim acı gerçeği yüzüne çarparak, "bunu sende biliyorsun. İki haftadır kızın yokluğunu adam akıllı hisseden bile yok. Farkında mısın?"
Bana, söylediklerim sanki koca bir saçmalıktan ibaretmiş gibi baktı. Mavi gözlerindeki yorgunluk kendini belli ederken gözlerimi ona diktim. Alnını kapatan siyah, tek tek ayrılmış bukleleriyle yüzü tıpkı kalemle çizilmiş gibi düzgün, hatları kusursuzdu. "Başka biri daha var mı?"
"Ne?"
"Nisan'dan önce," az önce yükselen sesi onun adını ağzına aldığında tekrar fişi çekilmiş gibi kısıldığında dişlerinin arasından büyük bir öfkeyle sesini bana ulaştırmaya çalışıyordu. "Başka birine daha zarar verdin mi?"
"Hayır," dedim keskin, net bir dille. Fakat daha sonra hatırladığım bazı kesitler duraksamamı sağladı. "Oyuncak bebeklerim hariç."
Son söylediğim cümle biraz daha kısık, belirsiz bir şekilde yükselsede bunu duyan Atalay, bana hayretle baktı. Ardından tekrar bir şeyler söylemek, benim ne kadar psikopat biri olduğumdan bahsetmek için dudaklarını araladı. Ama bu sefer ondan önce davranmayı başarıp söyleyeceği kelimeleri askıda bıraktım.
"Eğer bu sırrı tutamazsan ne olur, biliyor musun?" Diye sordum açıkça ve ona bir adımda daha atıp aramızdaki mesafeyi kapattım. "Beni bir daha göremezsin."
Onun bana karşı olan duygularıyla Atalay'ı manipüle etmeye çalıştım. Üniversitede aynı bölümde, seçmeli dersler hariç aynı sınıftaydık. Bana birinci sınıfın ikinci döneminde açılmış, duygularından bahsetmişti. Fakat, benim o sıralar ismini dahi bilmediğim Kutay'a karşı duygularım filizlenme aşamasındaydı. Şimdi hepimiz son sınıf öğrencileriyiz. Artık Kutay, ile tanışmayı, arkadaş olmayı başarmış, onun en yakın arkadaşım Defne ile sevgili olmasını elim kolum bağlı bir şekilde izlemiştim bile. İşlerin ters tepmesi, benim Kutay ve Defne'yi tanıştırarak hata yapmış olmam ise geçen seneye aitti. O zamandan beri süregelen ilişkilerini, önümde öpüşüp koklaşmalarını izliyorum. Ben Kutay'ı izlerkende, Atalay, beni izledi. Hiçbir zaman arkamdan koşmadı, arada takıldığı kızlar oldu ama günün sonunda gözleri yine üzerimde kaldı.
"Görüyorumda ne oluyor sanki? Seni izlemek, yanında olmak bu vicdan azabını bastırmama yardım edecek mi sanıyorsun?"
Gözlerimi devirdim, bazı şeyler planladığımdan daha zor ilerliyor. Atalay'ı avucumun içerisine alamazsam iyice kapana sıkışacaktım. Bu sebeple ona biraz daha kendimi, neler yapabileceğimi hatırlatmak istedim.
"Evet," parmaklarım altındaki siyah deniz şortunun iplerine doğru gidip havuz yüzünden hâlâ nemli olan iplerle oynamaya başladığında aynı şekilde başımı eğmiş, sırayla parmağıma doladığım iplere bakıyordum. "Seninle çok güzel şeyler yapabiliriz aslında," dedim ve tekrar başımı kaldırıp bana dikkat kesilmiş gözlerine baktım. "Ama bunu şantaja çevirmenden korkuyorum."
Yüzünde, oldukça uzun bir aradan sonra küçük bir tebessüm belirdiğinde şükrettim ve yaptığım imâya karşı vereceği cevabı bekledim. Fakat o, ilk önce cevap yerine temas etmek istedi ve bir elini ellerimin üzerine koyup hareketini kesti. Onun, üzeri çeşit çeşit, ama ağırlıklı olarak kılıç ve alev simgelerini taşıyan, siyah dövmelerine sahip eline baktım. Vücudunda da aynı şekilde, kollarında ve göğsünde dövmeleri vardı fakat bu dövmeler karmaşık ya da tenini kapatacak cinsten değil. Kavradığı elimi yönlendirdi ve çıplak göğsüne yerleştirdi. Gözlerindeki isteğin ona Nisan'ı, benim katil imajımı unutturduğunu anladım ve bu temasa izin verdim.
"Ne demek oluyor bu? İzin verecek misin?" Boşta kalan diğer eli belimi sardığında sertçe yutkundum. Kendimi, bedenimi adadığım kişi Kutay'dı. Atalay, ile ben en fazla birbirini tatmin eden iki, bağımsız kişi olabilirdik. Başka bir şey değil. Aslında bunu bir nevi o da biliyor, fakat bazen duygularının önüne geçemiyor. "Sana dokunmama."
"Neden olmasın?" Dedim ve sonunda hareketlenip kollarımı boynuna sardım. Tek gecelik ilişkilerime ara vermiş, uzun zamandır kimsenin dokunuşunu bedenimde istememiştim. Bu durum bazen iki bacak aramı sızlatsada yatağına girdiğim, ya da yatağıma aldığım her kişiyi, Kutay olarak hayal etmek yorucuydu, ve bir noktadan sonra bu da beni tatmin etmemeye başlamış gittiğim barlarda ona benzeyen, onun yüzünü anımsatan insanlarla flört etme çabasına girişmiştim. Yani sevgim artık akılalmaz, sağlıksız bir boyutta. "Zaten çok uzun zaman oldu," bedenim tamamiyle onun çıplak göğsüne yaslandığında belimde varlığını koruyan elleri sıkılaştırdı ve alnını usulca alnıma yasaladı. "Birinin bana dokunmasına ihtiyacım var."
Cümleme koyduğum nokta ile sabırsızca dudaklarıma doğru uzandığında geri çekildim. "Şimdi değil, Atalay." Dedim temasımızı bozmadan "Nisan'ın bedeninden kurtulduğumda."
Bu şartımla beraber gözlerini devirdi ve derin bir nefes aldı. Fakat ona sunduğum bu teklif, bir nevi onun iki haftalık şoktan çıkmasını sağlayıp beni sorgulamak yerine bana yardım etmeye karar verdi:
"Bir arkadaşım var," belimdeki bir elini geri çekti ve omzumdaki saçlarımın uçlarına dokundu. Bunu yaparken gözleri bende değil, dokunduğu saç tutamlarındaydı. "Sana o yardım edebilir, ben değil."
"Üçüncü kişiyi bu işe sokmayacağız."
"Adli bilim okuyor," diyerek diretti benim net cevabıma karşın. "Ama parayı bulduğu için şu an dondurdu, bir senedir devam etmiyor. Görüşmüyorum pek, şehir dışında yaşıyor. Acil yardım istersem gelebilir."
Zihnimde tarttığım kelimeleri beni pek tatmin etmediğinde gözlerimi devirdim. "Atalay, ne diyeceksin çocuğa? Gel burada ceset var, onu gecenin bir körü göle atmamız lazım mı?"
"Salaklaşma." Bana yaptığı küçük hakaret ile kaşlarım iyice çatıldığında, kollarının arasından sıyrılmak istedim. O ise, söylediği şeyin farkına vardı ve kollarını sıkılaştırıp ondan ayrılmamı engelledi. "Bu işi yaparak parayı buldu, sonrada okulu bıraktı zaten."
"Ne kadar isteyecek?"
"Bilmiyorum. İşin boyutuna göre fiyat değişiyordur herhalde."
Derin bir nefes aldım ve kalabalık zihnimle beraber ondan ayrıldım. Atalay, bu sefer beni zorlamadı ve kollarının arasından ayrılmama izin verdi. Zaten oraya ait değildim.
"Yarın akşama gelebilir mi? Hangi şehirde?"
"Ankara. Aklıma bu temizliği yapabilmek için sadece o geliyor. Bizden çok daha bilgili, tecrübeli." Derin bir iç çektiğini işittiğimde odanın içerisinde küçük bir volta atmış tekrar başladığım yere geri dönmüştüm bile. "Biz elimize bulaştırabiliriz."
Söylediklerine hak verdim ama işe üçüncü bir kişiyi karıştırmak istemiyordum. Zaten Atalay'da yanlışlıkla bu olaya şahit olduğu için, o da şu an benim için bir fazlalık. Nisan'ın cansız bedeniyle aynı evde uyuduğum her geçen saniye, dakika, omuzlarıma yük bindiriyor. Bu yük, dik durmamı zorlaştırıp beni iyice kambur bir vaziyete getiriyordu. Atalay'ın bahsettiği kişi ile anlaşırsam her şey daha kolay olabilir belki, ama bu yüklü miktardaki parayı anneme, babama nasıl açıklayacağımı bilmiyorum. Son üç ay boyunca uzaktan, içerik yazarlığı yaparak kazandığım para bana çokta bir şey kazandırmıyor. Yani, sadece temel ihtiyaçlarım, faturalar ve ekstra almak istediğim şeylerden bir kaç tanesini alıp, içinde bulunduğum ayı kapatıyorum. Bana asıl para ailemden geliyor. Biricik kızları olmam, iki yalakalık ile banka kartıma yüklenen miktarı çoğaltıyor. Derin bir nefesi ciğerlerime hapsettiğimde bu düşünme aşamasının uzun tuttum, ama yinede sonuca varamadım.
"Güvenemiyorum," diye söylendim açıkça, "üçüncü kişiyi katmak bana mantıklı gelmiyor."
"Başka şansımız yok," dedi Atalay, oldukça sabırsız bir tavırla, "arkamızda iz bırakıp, her şeyi mahvedebiliriz."
"O zaman şöyle yapalım: yarın akşam benim evde toplanalım. Sen, ben ve arkadaşın. Ama asıl müşterinin biz olduğunu ona söyleme," sanki onun bilmediği başka bir dil konuşuyormuşum gibi bana bakan Atalay'ın zihnindeki soru işaretlerini silmek için aklımdaki küçük planı biraz daha açıkladım: "Yani sadece bizi tanıştır. Eğer gözüm tutarsa, ona güvenip, bize yardım edebileceğine inanırsam zaten olayı anlatırım. Ama eğer olmazsa sadece tanışmış oluruz."
Söylediklerim, kurduğum her bir cümle aklındaki teraziye yattı. "Peki, öyle olsun." Daha sonra hemen arkamda kalan yatağının üzerindeki telefonunu eline aldı. "Arıyorum o zaman, yola çıkmak için hazırlansın."
🌗
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top