•9•~Buzdan Sırlar~

<><><><><><><><><>

Herkese merhaba...

Üç bin kelimelik bir bölüm ile karşınızdayım...

İyi okumalar dilerim.

SONSUZSİYAH

<><><><><><><><><>

__________


__________


~

Safkan Andrew'in odasının önüne geldiğimde kapıya vurup içeriye girdim. Siyaha dönük kahverengi masasında oturuyordu. Kafasını kaldırıp bana baktı. Birşey söylemeden tekrar önündeki kağıda çevirdi başını. Masada birçok kitap vardı. Masanın önüne yerleştirilmiş siyah koltuğa oturdum. Masanın üzerindeki açık duran kitapları kapattı ve önündeki kağıdı bir kitabın altına koydu.

"Günaydın efendim."dedim tereddütle.

Bana bakmadan"Günaydın Cora.Bu gün safkan Carlanın yanındasın. Diğerleriyle birlikte. Geç kalmadan onun odasına git."dedi sadece. Beni başından mı savıyordu yoksa?

Dünkü sınavdan sonra hiç konuşmamıştık. Fons şehrinden döndüğümüzden beri garip davranıyordu. Sınavdan sonra daha da soğuk bir tavır içindeydi bana karşı. En azından ben öyle hissediyordum.

Başımı sallayıp ayağa kalktım. Arkamı dönüp yürümeye başladım.

"Cora." Diye seslendi arkamdan.

Sert sesini duyduğumda arkamı döndüm.

"Gitmeden önce konuşalım. Otur."

Tekrar koltuğa oturdum. Yüzünde hiçbir ifade yoktu. Oturduğu koltuğu masaya yaklaştırdı ve bir kolunu masaya koydu.

"Dünkü sınavda gerçekten iyi iş çıkardın. Eğitime yeni başlamana ve son günler yüzünden eğitiminin aksamasına rağmen."

Bunları söylerken yüzünde gurur, sevinç hatta şaşkınlık yoktu. Hiçbir duygu kırıntısı yoktu, sesinin soğukluğu rahatsızlık vericiydi. Söylemek istediğinden değil söylemesi gerektiğinden böyle demişti, onu rahatsız eden birşey vardı. Bu düşünceyle keskin bir korku duygusu hakim oldu zihnime.

"Teşekkür ederim efendim."diye mırıldandım.

"Brian nasıl yaralandı Cora?"diye sordu tam da korktuğum gibi.

Şimdi ne diyecektim? Safkan Andrew eğitmenimdi. Onu yenecek kadar başarılı olmadığımı biliyordu. Gücümü henüz yeterince iyi kontrol edemediğimi biliyordu. Brian'a böyle bir zarar verecek kadar güçlü olmadığımı biliyordu.
Başımı yere eydim, bir çıkış yolu arıyordum. Brian'ın sakladığı her neyse ortaya çıktığı zaman başımın belaya girmesinden endişe ediyordum.

"Bunu niye soruyorsunuz?"diye sordum içine düştüğüm durumu daha da köyü hale getirdiğimi bilerek.

"Neden sorduğumu biliyorsun safkan."dedi sertçe.

Ona baktım. Sinirliydi. Artık gizlemiyordu.

"Efendim..."

"Dikkatli ol Cora. Bir dahaki sefere bu kadar şanslı olmayabilirsin."

Söylediğimiz yalanı nereden bilebilirdi ki.

"Siz nereden biliyorsunuz orada olanları?"

"Ne olduğunu bilmeme gerek yok zaten herşey anlaşılıyor."dedi elleri iki yana açarak.

Derin bir nefes aldı ve daha sakin bir şekilde konuşmaya devam etti.

"Damnum ailesinden gelen bir safkansın.Ruhun güçlü. Güçlerini kontrol edememen normal karşılanmaz. Eğer normal bir eğitim almak istiyorsan güçlerini kontrol altına alana kadar dikkatli olmalısın. Brian bu sefer sana yardım etti. Ona büyük bir teşekkür borçlusun."

Bilmiyordu. Yaptığım büyülerden birinin kontrolden çıkması yüzünden ona yanlışlıkla zarar verdiğimi düşünüyordu.

"Endişelenmeyin efendim. Bir daha olmayacak."dedim güven vermek isteyerek. Umarım şüphesini çekmezdim.

Sahte bir utançla konuştum. Aslında öfkeliydim ama belli etmemek için kalın bir utanç maskesi geçirmiştim yüzüme.

"Umarım öyle olur. Bu ortaya çıkarsa kral ve ailesi için tehlike oluşturduğunu düşünülür ve saraydan gönderilirsin. Bu bir safkanın başına gelebilecek en kötü durumdur Cora. Emin ol bir akademide eğitim almak istemezsin. Gidebilirsin."dedi küçük bir tebessümle. Değişken ruh hali üzerime yerleşen tedirginliği körüklemişti.

Ayağa kalkıp odadan çıktım. Katın ana koridoruna çıktığımda derin bir nefes aldım. Bu çok kötü olmuştu, safkan Andrew in gözünde iyice başarısız biri konumuna düşmüştüm.
Bu durumdan bir an önce kurtulmak istiyordum.

Eğitimler aksamıştı. Safkan Andrew artık gücümü kontrol edebildiğimi bilmiyordu. Artık gücüm nerdeyse tamamen kontrolümdeydi. Böylece Brian'ın yalanı ortaya çıkmamıştı. Bu kadar kolay kurtulduğum için şanslıydım. Ama Brian o kadar kolay kurtulamayacaktı. O ormanda ne olduğunu öğrenmeye kararlıydım.

Ana koridorda ilerleyerek en sondaki yan koridora kadar geldim. Koridordaki son oda safkan Carla nın odasıydı. Kapıya vurup içeriye girdim.

Sandra, Jason ve Brian çoktan gelmişti. Brian iyi görünüyordu. Safkanların hızlı iyileşen bir yapısı vardı. Kolundaki yara zaten çok ağır değildi. Bir gecede kolu neredeyse iyileşmiş olmalıydı.

Kapının solundaki duvarın yanına yerleştirilmiş büyük bir masada oturuyorlardı. Safkan Carla masanın başında oturuyordu. Omuzlarından biraz aşağıda olan sarı saçları ve büyük mavi gözleri olan güzel bir kadındı. Beni gördüğünde gülümsedi.

Safkan Carla bir safkandı ve iyi bir askerdi. Safkanlar ülkede sarayda, orduda ya da akademilerde görev alırdı. Akademilerde görev yapan safkanlar melezleri eğitmezdi. Akademinin idaresinden sorumluydular. Melezler onları hiç görmezdi. Sarayda görev yapan safkanlar ise krala hizmet ediyor ve kralı koruyorlardı. Orduda ise askeri akademiden mezun olan melezleri eğitiyorlardı. Yüksek rütbelerde askerlerdi hepsi. Ordunun idaresi de yine safkanlar tarafından yapılırdı. Heva kalkanına rağmen ülkede hala askerler yetiştiriliyor ordu her zaman güçlü tutuluyordu.

Jason ve Brian masanın sol tarafındaki sandalyelerde oturuyordu. Sandra ise sağ tarafta. Sandra nın yanındaki sandalyeyi çekip oturdum. Safkan Carla ve Jason aralarında konuşuyordu. Jason sarayda görev almak yerine orduda olmak istediğinden bahsederken, safkan Carla sarayda olmanın iyi yönlerini anlatıyordu.
Safkan Carla orduda da görev yapsa da, sarayda görev yapan safkanlardan biriydi. Zamanla yükselerek saraya girmişti. Ama hala askerlere verilen eğitimi denetliyor ve krala bu konuda bilgi veriyordu.

Onlar konuşurken odayı inceledim. Siyah mermer zeminde hiç halı yoktu ve sarayın her yerinde görmeye alıştığım tablolar da yoktu. Mavi duvarlarda silahlar asılıydı. Odanın her iki duvarında da pencereler vardı. Tüm duvarı kaplayan uzunlukları ve iki metreye yakın genişlikleri olan pencereler odanın tüm ışık ihtiyacını karşılıyordu. Yanlızca tam önümdeki duvarda kapıya yakın bir ışık küresi konulduğu cam kutuda parlıyordu. Onun haricinde pencerelerin tam önüne safkan Carla nın masası yerleştirilmişti. Masanın önündeki iki koltuk da kitap yığınının altında kalmıştı.

"Herkes geldiğine göre. Artık neden burada olduğunuzu söyleyebilirim." Dedi safkan Carla.

Safkan Carla yı duyduğumda ona baktım.

"Urima kuşlarını hiç duydunuz mu. Tabi bu sorum Brian haricinde üçünüze. O biliyor."

Bakışları üçümüz arasında gezindi ama hiçbirimizden bir cevap gelmedi.
Safkan Carla yeniden konuşmaya başladı.

"Eskiden safkanlar çok fazla seyehat ederdi. Diğer ırklarda nigrumlarda olduğu gibi iki tür bulunmuyor, türün tüm üyelerinin gücü eşit. Nigrum ırkı siyahtır en güçlü ve en bilge ırk olarak bilinir. Bu yüzden diğer ırklara da yardım etmek için safkanlar sık sık kıtalar arasında seyahat ederdi. Urima kuşlarını birbirleriyle haberleşmek için kullanırlardı. Urima kuşları seçtikleri bir safkana bağlanır ve sonsuza kadar o safkana hizmet eder. Urima kuşları sadece litore adasında yaşar ve bu bağ kurma durumu safkanlar için geçerlidir. Zaman içinde her safkan bir urima kuşu eğitmeye başladı. Savaşlar başladığında yeryüzündeki barış ve düzen bozulduğunda safkanlar seyahat etmeyi bıraktı. Ancak urima kuşları genç safkanlar tarafından eğitilmeye devam etti. Sizlerin de bu kuşlardan biriyle bağ kurmamızı zamanı geldi artık."

Sandra sabırsızca konuşmaya başladı. Heyecanı her halinden belli oluyordu.

"Brian nereden biliyor?"dedi ona ters bir bakış atarak.

"O buraya geleli neredeyse bir yıl oldu. Çoktan bir urima kuşunu eğitmeye başladı. Jason ve sen buraya aynı anda geldiniz. Aslında size bu konuyu çoktan açıklamak gerekirdi ama Cora nın gelişiyle birlikte beklemeye karar verdim. Urima kuşlarını eğitmenizde size ben yardım edeceğim. Öğleden sonra tekrar yanıma gelmenizi istiyorum."dedi donuk bir sesle.

Dışarıya çıktık. Jason Brian'a kuşlarla ilgili bir soru sordu ama Brian onu terslediği için merak ettiklerini öğleden sonra öğrenebilecekti.

Sandra yüzündeki kocaman gülümsemeyle yanımda yürürken konuştu.

"Bu eğlenceli olacak. "Dedi heyecanla.

Brian artık konuşmayacağını düşündüğüm anda Sandra ya cevap verdi.

"O kuşlar tam bir baş belası."  Diye homurdandı kızın yüzüne bakmadan.

Sandra sesini alçaltarak söylendi.

" Sen kendin gibi bir kuş bulduysan." Gülümseyerek bana baktığında Brian görmeden birbirimize göz kırptık.

"Bir şey mi dedin Sandra."dedi Brian sinir bozucu bir sesle.

Sandra Brian ın bu imalı cümlesini umursamadı bile. Sakince yürümeye devam etti ve ona ters bir bakış atan Brian'a sahte bir gülümsemeyle karşılık verdi.

"Neden bize hiç bahsetmedin?"diye sordu sessizliğini bozan Jason.

Brian sessizce yürürken ona baktı ve cevap verdi.

"Saraya gelmemin ikinci ayında bir urima kuşum oldu. Benden nefret ediyor. Bahsetmek için pek de güzel anılarım yok. Hem zaten bu gün hepimizin bir uriması olacak."

Adımlarını hızlandırıp merdivenlerden aşağıya inmeye başladı. Üçümüz de birdenbire gitmesine bir şey demedik. Onlar Brian'a zaten alışıktı, ben de alışmaya başlıyordum. Ona ve tuhaf kişiliğine...
Hala kuş hakkında konuşan Sandra ve Jason'a dönerek konuştum.

"Öğleden sonra görüşürüz. "Dedim gülümseyerek. Konuşmalarına fırsat vermeden yürümeye başladım.

"Kütüphaneye gidiyoruz Cora. Kuş hakkında birşeyler buluruz belki. "

Jason arkamdan söylemişti bunları ama ben çoktan onların görüş alanından çıkmıştım. Onların gitmesi  için duvarın kenarında bekledim bir süre Merdivenleri çıkmaya başladılar, en üst kata gidiyorlardı daha iyi bir fırsat olamazdı. Onlar gittikten sonra merdivenleri hızla inmeye başladım.
İkinci kat koridoruna geldiğimde Brian a yetişmiştim.

"Brian."diye seslendim.

Arkasına döndü.

"Konuşmalıyız."

Nefesimi düzenlemeye çalışıyordum. Brian bunu farkedince beni baştan aşağıya süzdükten sonra umursamazca konuştu.

"Hangi konuda."dedi soğukça.

Gözlerimi devirdim.

"Kaç tane konu var Brian. Anlatacağını söyledin. Ormanda ne olduğunu anlatacaksın. Söz verdin." Dedim sinirle.

"Söz falan vermedim."dedi.

Dün ne konuştuğumuzu çok iyi biliyordu. Buna rağmen böyle demesi ne kadar da saçmaydı.

" Ne...ben senin sırrını sakladım. Ne olduğunu bilmeden hem de. Şimdide neye bulaştığımı öğrenmek istiyorum. Bana borçlusun."

Etrafa baktı. Sonra birkaç adım yaklaşıp konuştu.

"Sana borçlu falan değilim. Sen benim sırrımı, ben de senin sırrını sakladım. Ödeştik...benim sırrım güvende olduğu sürece seninki de güvende olacak. Adil...hem de fazlasıyla."eşi fısıltıyla.

Neden bahsettiğini anlamadım.

"Hangi sıradan bahsediyorsun sen. Benim sakladığını bir şey yok. Senin.."

Sözümü kesti.

"Bu kadar emin olma. Görmediğimi mi sanıyorsun. Ormanda ne yaptığını gördüm. Dün zihnim biraz bulanıktı ama şimdi her şeyi hatırlıyorum."

"Ne gördün."diye sordum.

Tekrar etrafa baktı. Kimsenin olmadığından emin olmaya çalışıyordu.

"Seni bulmuştum. Ağacı devirdim ve yolunu kapattım. Panikledin. Ortaya çıkıp kolyeni alacaktım. Ve sen elimden kaçmak için görünmez oldun . Birdenbire. Bir kristal kullanmadan ve büyü yapmadan. Gerçekten görmediğimi mi düşünüyordun. Sonra izini kaybettim ama öncesinde ne yaptığını gördüm."

Sesli bir şekilde güldüm. Dün konuşmayı kabul etmişti. Keşke hemen anlatmasını isteseydim. Bu saçma bahaneleri duymazdım hiç olmazsa.

"Daha inandırıcı yalanlar bulmalısın. Görünmez falan olmadım. Yanlızca koştum. Sırf ne olduğunu anlatmamak için söylediğin saçmalıklar bunlar."

"Öyle mi? Yalan söylüyorum. Koşarak izini kaybettiremeyeceğinin farkındasın değil mi? Unut artık. Eğer birşeyler ortaya çıkarsa zor durumda kalacak tek kişi ben değilim Cora." Resmen beni tehdit etmişti.

Arkasına dönerek merdivenlerden aşağıya inmeye başladı. Yerinden kımıldamadım. Yalan söylüyordu. Bir safkanın yanına gidip herşeyi anlatmayı istedim. Ama yapmadım çünkü Brian bana söylediklerini onlara da anlatırdı. Bir safkan yalan söylemezdi, safkanlar onun bu iddiasını araştırırdı. Peki o gerçekten de yalan mı söylüyordu? Ama böyle bir şeyin imkanı yoktu. O bir safkandı ancak yalan söylüyordu. Ondan nefret ediyordum. Sinirle yukarıya çıkmaya başladım. Ne kadar zamanımı alırsa alsın herşeyi öğrenecektim.

~

Sandra ile beraber aşağıya inip saray bahçesine çıktık. Brian ve Jason u gördüğümüzde yanlarına gittik. Aralarında sohbet etmeye başladılar. Sohbete dahil olmadım. Hala sinirliydim. Kısa süre sonra safkan Carla saray kapısından çıkıp yanımıza geldi. Önceden saray kapısına getirilmiş arabaya bindik. Safkan Carla arabayı kraliyet ormanına doğru sürmeye başladı.
Saraya yakın ormana Zümrüt şehrinin içinden geçerek ulaştık. Ormanın yakınında başlayan dar yola girdik. Yanlızca bir arabanın geçebileceği genişlikte olan yol kalkana kadar devam ediyordu. Safkan Carla kalkana geldiğimizde arabayı durdurdu ve aşağıya indi.

Elini kalkanın yüzeyine koyup gerekli sözleri söyledi. Kalkan bir anda hızla açılmış, büyük bir yarık oluşmuştu.
Kalkan siyaha dönmemişti, oysa ben yaptığımda böyle olurdu. Safkan Carla arabaya döndü ve kalkanın ardında da devam eden dar yolda yeniden ilerlemeye başladık.
Ormanın doğusundaki eski, taş ve ahşap kullanılarak yapılmış binaya kadar devam etmişti yol.

Etrafta kimse görünmüyordu. Arabadan aşağıya indik. Ağaçlarla çevrili binanın taştan yapılma iki kulesi vardı. Beyaza boyanmış ahşap duvarlarla çevrili iki kulenin üst tarafları görünüyordu yanlızca. Alışılmışın dışında bir görüntüsü vardı. Binanın alt kısmındaki ahşap bölümünde birçok pencere vardı ve görünene göre iki kat vardı. Pencereler çok küçüktü. İçerisinin yeterli miktarda aydınlatılamadığına emindim.
Safkan Carla binanın kapısına gitti. İki kanatlı kapının kolunu çevirmesiyle açılması bir olmuştu.

İçeriye girdik. Düşündüğüm gibi içerisi karanlıktı. Mermer zemin yer yer çatlamıştı ve duvardaki krem rengi boya çok fazla yıpranmıştı. Birinci katın tamamı karşımızdaydı ve odada yerdeki birkaç eski halı pencerelerin içeriye aldığı ışığın vurduğu iki koltuk ve küçük sehpa haricinde yukarıya doğru dönerek çıkan taştan merdivenler vardı. Burada yaşayan birinin olduğundan şüpheliydim.

Safkan Carla birkaç adım ilerledi.

"Safkan Padala..."diye seslendi boşluğa doğru.

Sesi yankılanmıştı.

" Safkanlar buraya neredeyse hiç uğramaz. Benim de en son geldiğim zamandan bu yana yıllar geçti. "Dedi hemen sonra bize dönerek.

Safkan Carla'nın sözlerinin ardından taş merdivenlerden biri indi. Safkan bir Nigrum olduğunun kanıtı siyah, işlemesi bulunan pelerin üzerindeydi.

"Merhaba Carla. Görmeyeli uzun zaman oldu."dedi geniş bir gülümseme yerleşmiş yüzünü bize çevirerek.

Sonra etrafa baktı. Yer yer beyazlamış siyah saçları ve griye dönük mavi gözlerini ancak o zaman fark etmiştim. Üzerindeki pelerini başlığını ancak şimdi indirmişti çünkü. Yaşına rağmen iyi görünen bir adamdı hala.

"Pek misafirim olmaz. Ben de genelde kulelerde geçirirdim zamanımı. Etrafın durumu için kusura bakmayın."dedi mahcup bir şekilde.

Safkan Carla etrafa bir bakış attıktan sonra safkan Padala ya cevap verdi.

"Önemi yok. Bu öğrenciler kendi urima kuşları için burada."

Safkan Padala yeniden bize baktı.

"Harika. Hadi vakit kaybetmeyelim. Takip edin beni."dedi. Merdivenlerden yukarıya çıkmaya başladı.

Sagkan Padala'yı takip ederek taş merdivenlerden yukarıya çıktık. Merdivenler bizi bir koridora çıkardı. Koridorun iki yanında da merdivenler vardı. Dışarıda gördüğüm büyük kulelere çıkan merdivenlerdi bunlar. Sağ taraftaki kuleye girdik.

"Safkan Padala urima kuşlarıyla ilgilenmekle görevlidir. Büyüleriyle kuşların burada kalmasını sağlar. Bir safkana bağlı olan urima kuşları da henüz eğitilmemiş urima kuşları da burada tutulur. Safkanlar onları ancak buraya gelip görebilir. Serbest bırakılması Savaş başladığında yasaklanmıştır ve hala yasaktır." Safkan Carla'nın açıklaması merakımı uyandırmıştı.

Safkan Carla nın sözünü kestim.

"Neden serbest değiller? Onlarla bağ kurmanın ve eğitmenin ne anlamı var?"

Safkan Carla bu düşüncemi kafasını sallayarak dinledi. Ardından da bana cevap vermek için konuştu.

"Bu eskiden beri süregelen bir şey Cora. Ayrıca serbest olurlarsa kalkandan dışarıya çıkabilirler."

"Orman kalkanının dışında olmaları neden yasak?" Sandra söze karışmıştı.

Sandra nın sözleri safkan Padala yı gülümsetti. Safkan Carla'dan önce o cevap verdi Sandra ya.

"Orman kalkanından bahsetmiyoruz safkan. Safkanların urima kuşlarını mesaj iletmek için kullanmalarının bir neden var. Urima kuşları zekidir bağ kurdukları safkan ile iletişim kurabilirler hatta ama en önemlisi onlar atlayıcı kuşlardır."

Safkan Carla devam etti.

"Yani ışınlanabilirler. Bu yüzden de serbest kalamazlar. Eğittiğiniz kuş eğer siz isterseniz ışınlanabilir. Her yere hatta Heva kalkanının dışına. İşte bu yüzden burada tutulurlar. "

Safkan Padala kulede bir kapının önüne geldi. Boynunda büyük bir anahtar asılıydı. Anahtarı çıkardı ve kapının kilidine yerleştirdi. Eskiden kullanılan anahtarlardandı. Kapıyı açmadan önce kısa bir açıklama yaptı.

"Urima kuşları nadirdir. Şu anda kıtadaki safkanların urimalarının hepsi burada. Bir safkana bağlı olmayan on kuş var yanlızca."

Kulenin yukarısındaydık, kulenin ahşap kubbesi taş duvarları örtüyordu. Dışarıdan göründüğünden çok daha büyüktü kule. Yuvarlak köşesiz duvarın her yerinde kafesler vardı. Zeminden tavana kadar yüzlerce kafes...

Kanat sesleri geliyordu. Bunun haricinde hiç ses yoktu. Kafeslerin içindeki kuşları dikkatle inceledim. Düşündüğümden çok daha büyüklerdi. İnce uzun bedenlerinı büyük kanatları kaplıyordu. Kuşların hepsi simsiyahtı. Kuyrukları çok uzundu . Bağzılarının kuyrukları kafeslerde aşağıya sarkıyordu ve kuyrukları uçlara doğru mavileşiyordu. Gri gözleri simsiyah tüylerin arasında dikkat çekiyordu.

"Kim ilk olmak ister. Biriniz burada kalsın diğerleri şuradaki kapının ardında bekleyecek."

Safkan pedala kuledeki ikinci kapıyı işaret etti. İçimizde en çok hevesli olan Sandra olduğu için ilk olarak o kaldı. Safkan Carla ile birlikte yan odaya girdik. Kapının ardında bir oda değil bir teras vardı. Kulenin arkasına bakan ahşap bir terastı. Üzeri açıktı. Kulenin dışına doğru olduğu için yakındaki ağaçların dalları terasın içine giriyordu.

Aradan çok uzun zaman geçmeden safkan pedala bizi içeriye çağırdı. Tekrar kuleye girdik. Sandra tam ortada duruyordu ve ayaklarının önünde bir urima kuşu gözlerini Sandra nın üzerine dikmiş halde duruyordu. Safkan Padala kuşun önüne geçerek bir şey söyledi. Urima kuşu büyük kanatlarını açıp hızla havalandı ve kapısı açık olan kafese girdi.
Jason u kulede bırakarak terasa çıktık. Sandra heyecanla konuşmaya başladı.

"Safkan Padala bağı olmayan kuşları serbest bırakıp kenarıyla çekildi. Kuşlar havada daire çizerek uçmaya başladı. Kısa süre sonra bir tanesi tam önüme kondu. O kadar hızlıydı ki. Safkan Padala kuşun beni seçtiğini söyledi. Bu harikaydı."dedi heyecanla.

Brian a dönerek sordu.

"Brian senin uriman nerede."

"Onunla hâlâ bağ kuramadım. Yani bilmiyorum. Bağ kurmuş olsaydım hissedebilirdim. "

Terasın kenarında aşağıyı seyreden safkan Carla, Brian ın sözlerine yanıt verdi.

"Bu yüzden buradasın zaten. Artık bu konuyla ben ilgileniyorum. Başarana kadar düzenli olarak buraya geleceğiz. Bu gün size kuşlar hakkında bilgi vereceğim için Brian ın da gelmesini istedim. Bu ona iyi bir tekrar olur. Şimdiye kadar kuşla bir bağ kurması gerekirdi."dedi. İğneleyici sözleri Brian'ın suratını asmasına neden olsa da Brian sessiz kaldı.

Safkan Carla önüne döndüğünde Brian bıkkınlığını belli eden derin bir nefes aldı ve ormanı izlemeye başladı.

Tekrar kuleye girdiğimizde tüm kuşlar kafeslerindeydi. Jason'u seçen kuşu görmemiştim. Bu kez onlar çıkarken safkan Padala ve ben odada kaldık. Kulenin ortasına yürümemi isteyen safkan Padalanın isteğini yaptım. O da bu sırada geriye kalan sekiz urima kuşunu serbest bırakmıştı. Kuşlar tam üstümde daire çizerek uçmaya başladı. Çok büyüklerdi, kanatlarının boyu tahmin ettiğim kadarıyla iki metreye yakındı.

Bekleyişim sürerken dakikalar geçtikçe sabırsızlığım arttı. Neden biri bile aşağıya inmiyordu ki? Safkan Padala ya baktım. Bu kadar uzun sürmesini o da beklemiyor olacak ki birkaç adım attı ve kuşlara baktı. Hala daire çiziyorlardı.

"Bu normal mi?"diye bağırdım sesimi duyurmak için. Kanat sesleri oldukça asla gürültüye neden oluyordu.

"İnan bilmiyorum. Şu ana kadar en azından birinin aşağıya inmesi gerekiyordu. Bekleyeceğiz."

En azından birinin aşağıya inmesi gerekiyordu... Safkan Padala yeniden geriye çekildi ve içeriye girdiğimiz kapının önüne gitti. Birkaç dakika daha geçti. Kulaklarına artık alıştığımız daha güçlü kanat sesleri geliyordu. Sonunda...diye düşündüm. Sonunda bir tanesi aşağıya iniyor...

Bir urima kuşu büyük bir hızla yere kondu. Büyük kanatlarını yavaşça kapattı ve gri gözlerini yüzüme kenetledi. Nefes aldığından bile şüpheliydim. Muhteşem görünüyordu ve sonsuza kadar bana bağlı olacaktı.

Ona doğru yürümeye başlamıştım beni engelleyen bir urima kuşunun önümden geçip yere konması oldu. O da bana bakıyordu. Ben ona bakarken üç kuş daha kondu yere. Etrafıma dizilmiş beş urima kuşu vardı. Hepsinin gözleri bana kenetlenmişti. Safkan Padala ya baktım. Kuşlara bakıyordu, şaşırdığını görebiliyordum. İleriye çıkıp yukarıda hala uçan üç kuşu tek bir el hareketiyle kafeslerine kapattı.

"Şimdi ne olacak."

"Pek sık rastlanan bir durum değildir. Hatta ilk defa beş kuş aynı safkanı seçti. En fazla üç olurdu kuşların sayısı böyle durumlarda. "

Beş kuş da beni seçmişti. Şimdi ne olacaktı. Heyecanlı bir surat ifadesiyle kuşları izleyen safkan Padala açıklama yapmayı bırakmıştı. Merakla yineledim sorumu.

"Şimdi ne olacak?"

Tekrar konuşunca kuşların üzerindeki ilgisi tekrar bana döndü.

"Beşi de birbirleriyle savaşacak. Dördünü öldürmeyi başarıp hayatta kalan urima seninle ruh bağı kurma hakkını kazanacak. "

O kadar heyecanlıydı ki , sanki kuşların birbirlerini öldürecek olmalarına seviniyordu.

"Nasıl savaşacaklar?"dedim endişe ile.

Ben kuşlara endişeyle bakarken safkan Padala sabırsızlandığını belli eden bir sesle konuştu.

"Şu anda birbirlerine saldırmaya hazırlar safkan. Senin aralarından çekilmeni bekliyorlar."

<><><><><><><><>
Bölüm sonu..

Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Urima kuşları nasıl? :)

Brian ve Cora'nın arasında olanlar?

Sormak istediğiniz sorular var mı?

<><><><><><><><>

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

28/07/17

_sonsuzsiyah_


28/05/18

_DÜZENLENDİ_

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top