•6•~Zaman Tutsakları~


<><><><><><><><><><>
Düşüncelerinizi yorum yaparak benimle paylaşın lütfen. Şimdiden teşekkürler.

Pazar günü SURGERE günü... İyi okumalar dilerim :D

_Bölüm İthafı_
morsauf (❤)

<><><><><><><><><><>

_______________

________________

~

Odama girdiğimde saate baktım, gerçekten de geç olmuştu. Safkan Andrew'e sabahtan beri yardım ediyordum. İki gündür durmadan çalışıyordu. Üç gün olmuştu buraya geleli, dördüncü gün de dakikalar sonra başlayacaktı.

Geldiğimiz günün dışında mağaraya bir daha inmemiştim. İstemiyordum da yaptığımız büyü yüzünden hala yorgun hissediyordum.
Fazla dolaşmamaya da dikkat ediyordum ve safkan Andrew'e yardım etmediğim zaman odamdan çıkmıyordum. Nedeni ise prens Elliot'un buraya gelmesiydi.

Dün şehre gelmişti ve zamanını bu binada geçiriyordu. Abisi veliaht prensin aksine sarayda kalmıyordu. Hala eğitim aldığı için sürekli ülkeyi dolaşıyordu. Bildiğim kadarıyla güneydeki akademide kalıyordu ama kralın isteğiyle buraya gelmişti.
Dönmemize iki gün kalmıştı. Sevindiğimi söyleyemezdim burası sakin ve huzurluydu.

Üzerimi değiştirip bir kitap aldım. Odadaki en sevdiğim yer olan pencere kenarındaki koltuğa oturdum. Kitabın sayfaları arasında kaldığım yeri ararken kapım aniden açıldı. Gelenin Sarah olduğunu görünce gülümsedim. İki yıldır burada çalışan bir askerdi. Bana şu anda okuduğum da dahil birkaç tane kitap getirmiş ve sıkıntıdan ölmemi engellemişti. Bir melez olmasına rağmen benimle rahatça konuşuyor ve bir safkan olduğum için benden korkmuyordu. Bu sayede onunla iyi anlaşmıştık.

"Safkanlar yemek yerken sizi göremedim. İşim az önce bitti. Burada geceleri yiyecek bir şey bulmak imkansızdır. Görevliye rica ettim yemek hazırlaması için." Dedi elleri arasındaki tepsiyi işaret ederek.

Sabahtan beri yemek yemek için fırsatım olmamıştı. Boş zamanımda da arşivde kalmayı tercih etmiştim. Kristal konusunda eğitmenime yardım edemiyordum. O ve diğer safkanlar, hatta prens bile sürekli onların yanındaydı, kristal ile ilgili araştırmalarına devam ediyordu. Benim görevim de arşivdeki kayıtları düzenlemek olmuştu. Başta sıkıcı olduğunu düşünsem de kayıtlarda okuduklarım bir hayli ilginçti. Safkanlar kristale yaptıkları herşeyi kayıt altına almıştı ve tabi sonrasında başarısızlıkları ve yaşanan kazalar da yazıyordu. Sıcak yemeğin kokusunu aldığımda aslında ne kadar aç olduğumu farkettim. Ona bir teşekkür borçluydum. Yemeğin tek bir kırıntısı dahi kurtulamayacaktı elimden.

Gülümseyerek,"Teşekkür ederim otursana."dedim.


Başını iki yana salladı.


"Hayır, teşekkürler. Yorucu bir gündü. Gidip yatmak için can atıyorum, belki başka bir zaman."dedi genişleyen gülümsemesiyle.

Üstelemedim. Bir asker olarak burada görevliydi ve işinin zor olduğunu biliyordum. Herhangi bir tehlike olmasa da askerler sürekli görevlerinin başındaydı.

"Peki."diye mırıldandım gönülsüzce. Sıkılıyordum ve konuşabilecek birini arıyordum ister istemez.

Başını eğip odadan çıktı. Miğdeme itaat edip Sarah ın getirdiği yemeği yemeye başladım.

~

Kadın kuzey Fons şehrinin sokaklarında ilerlerken dikkat çekmemek için büyük çaba harcıyordu. Kıtadaki kristallerin bulunduğu şehirler ülke askerlerinin sayıca fazla olduğu şehirlerdi. Şehrin nüfusunun yarısını askerler oluştururdu. Şehrin sokaklarında gölge misali sessizce ilerleyerek kuzeydeki ormanın içine girdi. Kendi adı gibi bilirdi buraları, hayatının neredeyse tamamı burada geçmişti.

Ormandaki patikayı kullanarak kristalin bulunduğu binanın yüksek duvarlarının etrafında dolaştı. Korkmuyordu, tek tehlike neatrelerdi. Kıtadaki en keskin gözlü hayvanlardan olan Neatre
kuşu eğitilir ve bu binaların gözcülüğünü yapardı. Zeki kuşlardı, gözlerinden hiçbir şey kaçmazdı. Kadın bu yüzden kraliyet askeri gibi giyinmişti. Yüzündeki maskeyle kadar her şeyiyle tamamdı. Gözcü kuşlar ondan şüphelenmeyecekti en azından bir asker gibi davranmadığını çözene kadar.

Andrew ile buluşacağı yere geldiğinde yakınındaki bir ağacın gövdesine yaslandı.

Onunla doğru düzgün haberleşemiyordu. Bu yüzden buradaydı. Andrew i uyarmak zorundaydı. Zor da olsa onunla konuşması gerektiğini bir asker yardımıyla iletmişti.

Maskeyi çevreleyen siyah pelerinin kayan başlığını düzeltip, ona doğru yürüyen dostuna endişeyle baktı.

"Ben sana saklanman gerektiğini söylüyorum sen ise buraya geliyorsun. Güney güvenli, orada kalmalıydın."dedi Andrew sesindeki bariz öfke tınısı ile.

Kadın da biliyordu Güney'in güvenli olduğunu. Kendini tehlikeye atmak gibi bir derdi de yoktu ama mecbur kalmıştı.

"Mecburdum. Prens Elliot bu..." Diye açıklamaya başladığı sırada sözü yarıda kaldı.

Andrew onun lafını kesmişti çünkü öfkeliyken sabırlı olamıyordu, gözü hiçbir şey görmüyordu. Kadının prensin buraya neden geldiğini tahmin ettiğini sanmıştı.

"Kralın onu buraya boşu boşuna göndermediğini biliyorum. Tüm safkanlardan şüphe ediyor. Burada üç safkan var kral en önemli kristali hiçbir zaman gözünden kaçırmıyor. Prens bu yüzden burada."

Kadın sessizce başını iki yana salladı, o da bu kadar basit olmasını isterdi... Ama bundan çok daha fazlası vardı. Kadın ne yazık ki kötü haberle gelmişti.

"Belki bu da amaçları arasındadır ancak prens buraya akademide eğitim aldığı safkan yüzünden gönderildi."dedi gözlerini siyaha yakın toprağa dilerken. Aklına gelenler zihnindeki karanlık düşünceleri alevlendirıyordu. Andrew'in yüzüne bakmak için büyük bir çaba harcıyordu.

Andrew nihayet durumun önemli olduğunu kavradı. Kadına anlatması için izin vermesi gerekiyordu.

"Pekâlâ, tam olarak anlat neler olduğunu."

Kadın onu endişeyle dinleyen Andrew e herşeyi anlatmaya başladı.

"Prens, Jamie Deragas tan eğitim alıyor. Yani ülkede bulunan en yaşlı ve en güçlü safkanlardan biri olan safkan Deragas tan bahsediyorum. Bizimle aynı amaç için mücadele eden sayılı safkanlardan biri. Hatta bunun için bir girişimde bile bulundu."

Kendisinin ve başka birkaç kişinin bildiği bu sıradan Andrew in de haberi yoktu. Kadın Andrew e en baştan anlatıyordu olanları.

"Ne zaman. Başarısız olduysa mutlaka duyulurdu." Dedi Andrew. Mantığına yatmıyordu kadının anlattıkları.

Andrew doğru bir soru sormuştu. Kral, böyle bir durumda çoktan cezasını vermiş olurdu, safkanın bu kadar süre hayatta kalmasına şaşırdı ister istemez

Ama safkan Deragas ı tüm ülke tanırdı. Belkide halkın öğrenmemesi için bu kadar beklemişti. İhtimaller fazlaydı ama hiçbiri kralın bunu neden şimdi yaptığını açıklamıyordu.

" Evet, yaklaşık on yıl önce biri daha vardı kim olduğunu bilmiyorum, öğrenemedim. Onun kalkanla bağ kurabilecek kadar güçlü hale getirmek için eğitmeye başlamış, ama güçlerinin fazlalığı ve büyüdeki yeteneği yüzünden dikkat çekmiş. Safkan Deragas onu korumayı başaramamış. Ancak sessizce bitirilmiş herşey. Safkan Deragas ın hala hayatta olmasının nedeni de bu. Eski kral onu öldürmeyi göze alamamış."

Belli ki yeni kral sonunda bir yolunu bulmuştu. Şimdi yapmasının bir önemi yoktu. Sadece bulacağı ilk fırsatı beklemişti bu kadar zamandır. Ve şimdi aradığı imkanı bulmuştu anlaşılan.

"Bunları nereden öğrendin?"dedi Andrew. Hala bu olanlara inanmakta zorlanıyordu

"Kendisi anlattı. Genç safkan kral tarafından öldürülmüş. Ama o hayatta kalmış. Bir gün öleceğini biliyormuş zaten. Bana anlattı, ama yardım istemek için değil. Bana veda etti Andrew."

Kadın kısa süre durakladıktan sonra cansız soğuk sesiyle konuşmaya başladı.

"Onu öldürecek, babasının yapamadığını yapacak. Kral Aaron beş yıldır tahtta ama babasına kesinlikle benzemiyor. Cinayetlere bir yenisi daha eklenecek Andrew. Onu kurtaramayız bu intihar olur."

Andrew yanlarında olan sayılı safkanlardan birinin daha öleceğini öğrenmişti. Çaresizce izlemekten başka yapacakları hiçbir şey de yoktu üstelik. Ama pes etmeye niyeti değildi. Hala inanıyordu. Cora nın ne kadar güçlü olduğunu gördükçe daha çok inanıyordu. Kalkan kristalinin büyü yaptırmıştı ilk gün. Bunu onu denemek için, ne kadar güçlü olduğunu görmek için yapmıştı. Başaracağını düşünmüyordu ama Cora yapmıştı, sandığından da güçlüydü.

"Gerçek mücadele daha yeni başlıyor." Dedi gelecekte olacakları düşünürken.

Kadın onun kurduğu cümleye ithafen konuştu.

"Mücadele mi. En güçlü yardımcımız bu gece ölecek ama biz bildiğimiz halde hiçbir şey yapamıyoruz. Kaybediyoruz Andrew."

Andrew sustu, birşey söylemedi. Cora nın yaptığını anlatmaktan vazgeçti, tam da konuşacağı sırada. Kadına ve diğerlerine fazladan umut vermek istemiyordu. Yinede kadına güç vermek isteyerek konuştu.

"Umudunu yitirme diyen sendin. Sen de umudunu yitirmemelisin. En azından hala bir şansımız var."dedi gülümseyerek.

Kadın onun sözlerinin ardından bir süre Andrew e baktı. Ne söylediğini biliyordu. Andrew haklıydı, daha hiçbir şey bitmemişti.

"Evet her ne olursa olsun sonuna kadar gitmek için bu şans da bize yeter değil mi. Biz de zamanı geldiğinde safkan Deragas gibi kendimizi feda etmek için şimdi sessiz kalmalı ve göz yummalıyız."dedi. Sesi bu kez daha güçlü çıkmıştı.

İkisi de amaçları uğruna mutlak bir ölüme gittiklerini biliyorlardı. Hayatta kalma ihtimalleri ve başarılı olma ihtimalleri yok denecek kadar azdı. Andrew ona hak vererek konuştu.

"Doğru zaman gelene kadar."

Bir Neatre kuşunun uzaktan gelen sesiyle her ikisi de etrafı kantrol etmişti. Kadın etrafı kantrol ederken konuştu, aynı zamanda mavi gözleri ile ağaçların arasını gözlüyordu.

" Biraz daha burada kalırsak gözcülere yakalanırız."

Andrew de bu tehlikenin farkındaydı.

Andrew veda etmek için,"Dikkatli ol." demekle yetindi.

Kadın pelerinin başlığını yeniden düzeltip ormandaki patikadan ilerlemeye başladı. Korkuyordu, kendisi için değil gelecekte olacaklar için korkuyordu.

~

Uyandığımda kalkanın çoktan aydınlanmış olduğunu gördüm​. Erken kalkıyordum ve geç kalmıştım. Giyinip odadan çıktım ve safkan Andrew in dün de olduğu gibi arşivi düzenlediğini düşünerek arşiv odasına gittim ama odanın kapısı kilitliydi.

Gizli belgeler de vardı burada... Benim bile dokunamadığım bazı belgeler, bu yüzden arşiv her zaman kilitliydi. Anahtar görevlendirilmiş safkana verilirdi, ki bu kişi de şu anda safkan Andrew'di. İçeriye girmek için onu bulmam gerekiyordu. Safkan Andrew ya daha gelmemişti ki bu düşük, çok düşük bir ihtimaldi ya da çoktan buradan ayrılmıştı. Sabahları buraya geliyor ve birkaç saat boyunca benim bakmamın yasak olduğu belgeleri düzenliyordu. Hala bitmemişti düzenleme işi. Bu saatte hala arşivde olması gerekirdi. Koridor boyunca yürüyerek nöbetçi askerleri buldum. Onlara sorduğumda bir tanesi safkan Andrew in sabahtan beri bahçede olduğunu söyledi.

Bahçeye çıkıp etrafta yürümeye başladım. Safkan Andrew bahçedeki ağaçlar arasında yer alan çardakta kitap okuyordu. Yanına gittiğimde beni farketmedi, elindeki kitaba daldığını zannettiğimden birşey söylemedim, belkide önemli bir şey okuyordu. Ama sonra onun tek bir noktaya odaklandığını gördüm, okumuyordu.

Elindeki kitabı sert bir şekilde kapattığında sıçradım. Ruhsuz bir sesle konuşup oturmamı istedi.

"Efendim bu sabah uyuyakalmışım her sabah burada tanıştığım bir asker beni uyandırıyordu. Bu sabah gelemedi herhalde. Uyanamadım."diye hızlıca konuşup açıklamaya çalıştım.

Asık suratını tamamlayan donuk gözleri beni buldu. Gözlerinin altı morarmıştı, uykusuz görünüyordu. Soğuk ve sert bir sesle yanıtladı beni.

"Seni uyandırmasını ben engelledim. Bu gün istediğini yap. Arşiv düzenlemesini bu sabah bitirdim."

Yüzündeki ifadeden yanında durmamam gerektiğini anladım. Ne olduğunu sormaya cesaret edememiştim doğrusu.

Ayağa kalkıp binaya girdim. Öğle yemeği zamanıydı, herkes yemek salonundaydı muhtemelen. Birer saat arayla askerler değişimli olarak nöbet değiştirip yiyordu yemeklerini. Safkan Andrew herhangi bir açıklama yapmadan beni başından gönderdiği için hala tedirgindim. İlk defa onu bu halde görmüştüm.

Açlığımı iyiden iyiye hissetmeye başlarken yemek salonuna girdim. Askerlerin haricinde burada sürekli görevli olan iki safkan da vardı. Onlara selam verdim ve koyu renkli uzun masaya oturdum. Yemek servisi yapmaya başlayan görevliye teşekkür ettikten sonra etrafa göz gezdirdim. Çok geçmeden Sarah ile göz göze gelmiştim. Gülümsediğimde aynı şekilde karşılık verdi ve yanıma geldi. Masaya oturdu.

"Günaydın."dedi selam vermek için.

Sarah ın üzerinde üniforması vardı. Koyu mor renkli bir tulum giyiyordu, tulumun üzerinde rütbeleri belirleyen şeritler vardı. Ülkedeki askerlerin görev yerleri üniformalarının rengini belirliyordu. Kalkan binalarında görev yapanlarınki mor, gözcülerinki siyah, ordu askerlerininki gri renkliydi.

Üzerinde birkaç silah da vardı. Omuzlarına geldiğini tahmin ettiğim siyah saçlarını arkadan sıkıca toplamıştı her zamanki gibi.

"Günaydın Sarah." Diye yanıtladım onu.

Gülümseyerek konuşmuştum. Onun suratına ise heyecan vardı.

"Yemeğe gelmiş olmanıza sevindim akşama kadar ormanda devriye gezeceğim için giderken sizi uğurlama şansım olmayacaktı."

Yanlışı vardı. Bu gün dönmüyorduk ki saraya...

Gülümseyerek,"Ah, hayır yarın akşam gidiyoruz."dedim.

Şaşırdı. Tereddütünü belli eden bir sesle konuşmaya başladı.

"Ama ben bunu bizzat safkan Andrew in ağzından duydum askerlere emir veriyordu hazırlıklar için."

Şimdi şaşırma sırası bendeydi. Suratım asılmıştı.

"Haberim yoktu."dedim kaşlarımı çatarken.

Safkan Andrew sabah yanına gitmeme rağmen bir şey söylememişti.

Safkan Andrew'in sabahki hali ve bu duyduğum... Tedirginliğim artarken Sarah'a birşey belli etmemek için yemeğimi yemeye başladım. Yaklaşık beş dakika sonra dayanamayacağımı anladığımda ayağa kalktım.

"Seninle tanıştığıma sevindim Sarah. Gitmem gerek nöbetin için de kolay gelsin. "Dedim. Oldukça saçma bir veda olmuştu belli ama vakit kaybetmeden safkan Andrew'in yanına gitmek istiyordum.

Sarah yüzüme bakıp kalmıştı doğal olarak. Şaşkınlıkla aralanan dudaklarından kelimelerin dökülmesi uzun sürmedi.

"Nereye gidiyorsun? Daha yemeğini de bitirmedin.Git..."

Art arda kurduğu birkaç cümlenin ardından sözünü kestim.

"Aç diğildim." Diye tersledim onu.

Şüpheyle bakmaya başladığında konuşmasına izin vermedim. Ayağa kalkıp salondan çıktım. Eğitmenimi bahçeye çıkmak için kullanılan kapının önünde gördüm. Yukarıya çıkmak için buraya geldiğimizde kullandığımız asansöre biniyordu. Kapı kapanmadan içeriye girdim.

"Efendim, bugün mü dönüyoruz?"dedim onun sert bakışını umursamadan.

Yüzüme bakmadan bir süre bekledi. Suratındaki ifade beni korkutuyordu. Sormak ve sormamak arasında kalmamak için birdenbire sorduğum sorudan pişmanlık duydum bir an. Sonra yüzüme baktı ve yine yere indirdi başını. Hiçbir şey söylemeden, sadece bakmıştı.

"Evet."diye mırıldandı.

Belli belirsiz duydum sesini. Kötü görünüyordu. Konuşurken sesi keskin ve soğuktu. Kendi içinde savaş veriyordu sanki. Kötü olan, ben ne yapacağımı nasıl davranacağını şaşırıyordum. Üzgün müydü? sanırım... Korkuyor ve endişeleniyor muydu? belki... Sinirli miydi? kesinlikle...

"Sabah hiçbir şey söylemediniz."

Bu kez yüzüme bakmadan konuştu.

"Ne önemi var öğrenmişsin zaten."diye kestirip attı.

Susmalıydım belkide. Ama her ne olduysa bu benimle ilgili değildi, bana olan tavrını hak edecek bir şey yapmamıştım.

"Yarın değilde neden bugün dönüyoruz?"

Sıkıntıyla verdiği nefesin ardından gözlerini sabitlendiği noktadan ayırmadan konuşmaya başladı.

"Prens sabaha karşı saraya döndü. Biz de bu gün saraya dönüyoruz, Olanlar yüzünden."

Sustu.

"Ne oldu ki?..."diye sordum devam etmesi için.

Sorduğum soru üzerine asansör de odalarımızın olduğu kata varmış ve kapı açılmıştı.

Yürümeden önce nihayet sabahtan beri neler olduğu hakkında bir cevap almıştım. Duyduklarım eğitmenimin sabahtan beri neden bu halde olduğunu açıklıyordu.

"Pren Elliott ın güney melez akademisinde eğitmenliğini yapan safkan Jamie Deragas ın cenazesine katılmamız gerekiyor. Dün gece... ölmüş."

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

21/05/17

_sonsuzsiyah_

27/05/18
_DÜZENLENDİ_

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top