•51• ~Tek Taraflı Yargı~ -3. Kısım-

<><><><><>

İyi okumalar dilerim.

SONSUZSİYAH

<><><><><>

__________

___________

Bir savaşı kazanmanın farklı yolları vardır. Her savaş bir değildir. Zaman, mekan, kişiler ve düşünceler değişir ve bu durum savaşın tüm seyrini değiştirir.

İki prensin arasında sessiz bir savaş vardı yıllardır. Tahtın gelecekteki varisi Lukas, en az babası kadar hırslı ve karanlık bir ruha sahip olduğu gibi düşünceleri de bu seyirde gelişiyordu. Kardeşini kendine düşman olarak görmesi de hırsının beraberinde getirdiği karanlık düşüncelerden biriydi yalnızca.

Yıllardır aralarında sessiz bir savaş vardı.

Bu savaşın daha güçsüz ve bu savaşın tarafı değilmiş gibi görünmesine rağmen var olan olayların içinde olan Elliot'tu. Tahtı mı istiyordu? Güçlü olmak mı istiyordu?

Aslında Elliot bu savaşa mecbur olduğu için dahil olmuştu. Hayatta kalmak için karanlığa karışmıştı. Sonrasında ise babasının gerçek yüzünü görmüştü ve artık tamamen abisine karşı bir tavır almıştı.

Abisinin babasından bir farkı yoktu. Elliot, tahta sahip olmak pahasına abisine karşı durmaya kararlıydı.

Abisi kadar güçlü değildi. Babasıyla arası açıktı ve ne yazık ki annesi de ona yardım edemezdi.

Bu yüzden çoğu zaman gizli saklı hareket ediyordu, özellikle de babasının sakladığı sırrın ne olduğunu çözmeye çalışırken.

Az önce yaşananlar tüm bu düşüncesini gölgede bırakmıştı, gizlendiği duvardan birkaç adım uzaklaşıp Noah'a ve yerde yüz üstü bir şekilde yatan askerin yanına yaklaştı.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun?"Dedi öfkeyle. "Ben her şeyi gizli tutmaya çalışırken, her şeyi berbat ettin."

Yerdeki askere kısa bir süre gözleri kaydığında öfkesi iyice katlanmıştı. Şimdi onu abisinin elinden hiçbir şey kurtaramazdı. Nasıl gizleyecekti, sonuçta ortada bir ceset vardı artık. Safkanlar kolayca neler olduğunu anlayacaktı... Abisinin eline büyük bir koz vermişti.

Elliot'un korkusunu tüm çıplaklığıyla gören Noah sakince," Askerin ölümünün bir sorun olacağını sanmıyorum efendim." Dedi.

Askerin bu rahatlığı ve sözlerinin altında yatan öfke Elliot'u şaşırtmıştı. Noah'ın neden bu askere bu kadar öfkeli olduğuna anlam veremiyordu.

"Ne demek istiyorsun?"diye sordu.

Noah,"Bir şeyler döndüğüne eminim artık, burada olmaması gereken birileri daha var."dedi. Burada bir yerde safkan Damon'un olduğuna adı kadar emindi.

Elliot, konuşacağı sırada kulaklarını tanıdık bir ses doldurdu.

'Bunca zamandır beni mi koruyordunuz. Hainlere olan düşmanlığınız gözler önündeydi oysaki.'

Prensin zihninden 'Cora' diye bir isim geçti hemen. Bu onun sesiydi. Bir öğrencinin burada ne işi olabilirdi ki?

Aynı sesi Noah da duymuştu. İkisi birlikte az önce Luis'in önünde durduğu koridora doğru ilerledi.

Koridorda onlara yakın bir şekilde duran kızıl saçlı safkan ile şaşkınlığa sürüklenirken, diğer iki safkanın konuşmalarını dinlemeye başladılar.

~

Ait olduğum yer onların yanıydı. Yıllardır Nigrum halkının içinde gizlenen ve geçmişteki kralın da şimdiki kralın da Heva kalkanı içindeki en büyük düşmanları onlardı.

Kendimi bir anda birliğin yanında bulmuştum.

Kim olduğumu öğrendikten sonra kimin dost, kimin düşman olduğunu da nihayet kavrayabilmiştim.

Yine de içten içe hala yalnız olduğumu hissediyordum. Birliğin gözünde onları özgürlüğüne kavuşturacak anahtardım, fazlası değil. Elimdeki güç onlar için değerliydi, ben değil.

Onlara hak veriyordum aslında, yüzyıllar sonra ellerinde kalan son şans buydu. Özgürlüğe kavuşma hayali onları olduğu gibi beni de cezbediyordu. Yine de bu bana söylenen yalanları, bunca zamandır etrafımda oynanan büyük oyunu görmezden gelmem için yeterli değildi.

Kandırılmıştım.

Son birkaç aydır tanıdığım tüm Nigrumlar yüzlerindeki maskeleriyle kendi oyunlarını oynuyordu. Yalanlara sığınarak yaşıyorlardı. Bu dünyada hayatta kalmanın kuralı buydu...

En başından beri pişmanlık duyarak attığım her adımın arkasındaydım şimdi. Bu dünyada hiçkimse masum değildi.

Safkan Donna hücreden çıktıktan sonra iki kardeş birbiriyle tek bir kelime dahi konuşmamıştı. Safkan Damon'un her zamanki sert duruşunun bir ayna misali safkan Donna'nın üzerinde de olması onların kardeş olduğunu göz önüne seren en büyük kanıttı bana göre.

"Şimdi ne olacak?"diye sordum safkan Damon'a bakarak. Ancak safkan Donna kardeşinin konuşmasına fırsat vermeden söze girdi.

"Benim kaçışım ortalığı karıştıracak. Ben dışarıda olan karışıklık ile ilgilenirken ve birliğin üyelerini toplarken, Damon da seni koruyacak."

Safkan Damon,"Birliği toplamak mı?"diye sordu. Çoğu zaman tek bir mimiğin dahi oynamadığı yüzündeki ifade ile merakı açığa çıkmıştı.

Safkan Donna," Tek başıma şehirlere gönderilecek askerlere engel olamam ya."diye söylendi. Bu ani çıkışı bana yine safkan Damon'u anımsatmıştı. Şaibeli yanıtının üzerine safkan Damon kaşlarını çattı.

"Halka zarar verecek bir olaya sebep olma yeniden."

Safkan Damon'un uyarısıyla Donna," Bana ne yapacağımı söyleme. Olanlar beni mutlu mu ediyor sanıyorsun? Kimsenin zarar görmemesi için elimden geleni yapıyorum ancak halk kralın umurunda değil. Yakında yapacaklarımızdan sonra daha da kötü hale gelecek." Dedi öfkeyle.

" Ne yapacaksınız?" Dedim araya girerek. Heipso şehrinde yaşanan ayaklanmanın tekrar edilma ihtimali bile beni korkutuyordu. Ki daha kötüsü de olabilirdi.

Safkan Donna," Ben değil, Damon yapacak." Diye yanıtladı beni.

Safkan Damon," Senin elindeki kitabın benzeri kraliçede de var. Asıl cevap o kitapta, Hevanın dışına çıkmak istiyorsak onu almalıyız." Dedi.

Hala odamda duran SURGERE adlı kitap belirdi zihnimde. Kitabın gizemi hala saklıydı, bildiğim tek şey Hevanın yok olmasının tek yolunun içinde gizli olmasıydı.

"Bunun kralla ne ilgisi var?"diye sordum anlattıklarına bir anlam veremeyerek.

Safkan Damon başını yere eğerek," Kitabı aldıktan sonra kraliçeyi öldürmem gerekiyor. Kalkanın yok olmaması için her şeyi yapar çünkü..." Dedi.

Sözlerinin ağırlığı ile sessizlik oluşmuştu. Sonrasında safkan Damon,
"Bir an önce gitmen gerek."dedi kardeşine.

Hücrelerin bulunduğu yer altı katının birden fazla kapısı vardı. Kimisi sarayın çeşitli yerlerine bağlıyken kimisi de bahçeye açılıyordu.

Sarayın arka bahçesindeki güney kapısından çıkan kapıyı kullanarak bahçeye ulaştık. Her yer rahatsız edici bir sessizlikle kaplıyken benim içimi garip bir huzursuzluk sarmıştı. İçten içe takip edildiğimizi hissediyordum.

Bahçede, güney çıkış kapısına ilerlerken içimdeki hissi daha fazla bastıramadım ve arkama döndüm.

Tam o anda üzerime kilitlenmiş mavi gözler ile kesişti gözlerim. Bir an duraksayıp öylece baktım onun yüzüne. Bizi nasıl bulduğuna anlam veremezken yüzündeki ifade ne yaptığımızı bildiğini anlamamı sağladı.

Kraliçenin yardımı ile tek bir askere bile takılmadan safkan Donna'yı saraydan çıkaracağımızı umarken hiç istemediğim birine yakalanmıştık.

Safkan Damon'un ve safkan Donna'nın bir şey anlamaması için hemen önüme döndüm ve yürümeye devam ettim.

Kapıya ulaştığımızda bizi bir asker bekliyordu. Uzun boyuna orantılı kalıplı bir vücudu olan ve rütbeli bir asker olduğu her halinden belli olan kadın biz yanına ulaştığımızda saygıyla eğildi.

Donna gülümseyerek,"Seni yeniden gördüğüme sevindim Mary."dediğinde askerin sert yüzünde bir gülümseme belirdi.

Başını hafifçe eğerek,"Ben de sizi yeniden gördüğüme sevindim efendim."diye yanıt verdi.

Asker kapıyı açtığında Donna vakit kaybetmeden saraydan çıktı. Sarayın biraz ilerisindeki ormanda mavi parıltısı ile kendini belli eden arabayı gördüğümde şaşırmıştım.

Askere dönerek,"Gözcü kuşlar sarayın bu kadar yakınında olan bir arabayı nasıl görmüyor?"diye sordum.  Şimdiye kadar kuşların nöbetçi askerlere haber vermesi gerekirken hiçbir hareketlilik yoktu.

Asker,"Her bölge farklı bir kuşun korumasında, güney kapısını koruyan kuş şu anda kafesinde kilitli. Hiçbir sorun yok."dedi kesin bir dille.

Safkan Donna arabayla gözden kaybolduğunda safkan Damon ile birlikte saraya doğru yürümeye başladık," Ortalık durulana kadar yanımdan ayrılmayacaksın." Dedi safkan Damon sert bir şekilde.

" Ayrılmam."diye mırıldandım.

"Şüphe çekmemiz gerekiyor, dikkatli ol."diye öğütlerini sürdürdü.

Bana güvenmediğini biliyordum. Zaten karşısında küçük bir çocuk varmış gibi arka arkaya sıraladığı uyarıları bunu belli ediyordu fazlasıyla. Onu umursamamaya çalışarak aklıma birden bire gelen düşünceyle,"Brian da onlardan biriydi."diye mırıldandım.

Aniden durduğunda yanlış bir şey söylediğimi fark etmiş ve pişman olmuştum ama herşey için çok geçti.

"Sana onun kendi aptallığı yüzünden sonunu getirdiğini söylemiştim."dedi ve ardından yürümeye devam etti.

Sessizce onun yanından yürürken, safkan Damon'un gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. Çenemi tutup sessiz kalsaydım ne olurdu sanki?

"Onun ölümünün üzerinden bu kadar zaman geçti. Safkan Andrew'in ölümünü bile bu kadar önemsemezken hala Brian'ı düşünüyorsun." Dedi sanki kendi kendine konuşur gibi." Yüzüne baktığımda hafifçe tebessüm ettiğini gördüm.

Onun nasıl olup da bu kadar sinir bozucu olabildiğini düşünüyorum ki gülümsemesinin ardındaki düşünceyi gözler önüne serecek sözleri doldurdu kulaklarımı.

"Yoksa onu seviyor musun?"

Bir an ne diyeceğimi bilemedim. Sonrasında yavaşça önüme döndüm. Sarayın güney kapısından geçerek içeriye girerken," Aslında bunu ben de düşündüm."diye itiraf ettim. "Bu kadar kısa zamanda hiç olmayacak birini bu kadar çok düşümem çok saçma değil mi?"

"Değil." Dedi beni şaşırtan bir samimiyetle.

"Değil." Diye mırıldandım. "Ona değer veriyorum. Aşk demek doğru olur mu bilmem ama..."

Sessizliğe büründüm yeniden, neden bunları ona itiraf ettiğimi sorgulandım. Yanlış bir şey yapmış olmaktan korkarken bir yandan da birine bunları itiraf etmek gittikçe ağırlaşan ruhumu hafifletmişti.

Sarayın girişinde safkan Damon kraliçenin yanına gitmek için yanımdan ayrıldı. Son konuşmamız da benim sözlerim ile son bulmuştu. Bir daha ne bir yorum yapmıştı, ne de başka bir konudan konuşmuştu. Şikayetçi değildim, sanırım biraz utanmıştım.

O yanımdan ayrıldığı an güney kapısına doğru koşmaya başladım. Kapıdan dışarıya çıktığımda hissettiğim soğuk havayı umursamadan ağaçların arasında gözlerimi dolaştırıp onu aradım.

Gözlerim fazla uzakta olmayan bir ağacın gövdesinde yaslanan Noah'ı kısa sürede fark etmişti. Bahçede onu bizi izlerken gördüğüm andan beri endişeyle onun yanına gitmek için bir fırsat beklemiştim.

Fazla vakit kaybetmeden onun yanına gittim. Beni fark edince, yüzümde gezdirdiği pişmanlık dolu bakışlara anlam veremedim. Yaslandığı ağaç gövdesinden ayrılıp yanıma geldi.

"Özür dilerim."dedi zorlukla."Böyle olacağını bilseydim ona yardım etmezdim."

Endişem iyice artarken,"Kime, ne oldu Noah?" Diye sordum.

"Prens Elliot, sizi gördü, her şeyi duydu. Özür dilerim Cora, sana bir zarar geleceğini bilseydim asla ona yardım etmezdim."

<><><><><>

Bölüm sonu...

Hala birini öldürmedim, sizce kim ölecek?

Sorularınız var mı?

Yorumlarınızı bekliyorum...

<><><><><><>

08/08/18

_sonsuzsiyah_

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top