•46• ~Kızıl Tehlike~
_Bölüm İthafı_
morsauf
<><><><><><><>
Ben geldim.
Sizden bir ricam var. SURGERE'yi başkalarına önerir misiniz?
Hikayenin keşfedilmesine yardım eden herkese şimdiden teşekkürler.
İyi okumalar dilerim.
_sonsuzsiyah_
<><><><><><><>
________________
_________________
Geçmişte, bilinmeyen bir zamanda...
Yağmur tüm şiddeti ile yağıyordu. O kadar şiddetliydi ki damlalar yere çarptıktan sonra tekrar havalanıyordu göğe doğru. Bir gök gürültüsü daha bulutların arasından kayıp, yeryüzünde duyulduğunda generalin yorgun adımları da son buldu. Geniş düzlüğe baktı bir süre. Saatler önce başlayan ve ancak şimdi son bulan vahşetin ardında kalanları yaşlı gözlerle izledi. Gözünden düşen yaşlar bedenine vuran yağmur damlalarına karışıyordu. Sırılsıklam olmuş bedeni ile, yağmur suyu ile yıkandığı için rengi koyulaşmış toprağa çöktü. Hemen önünde duran cesede takıldı gözleri. Yüzü neredeyse tamamen parçalanmıştı. Vicdanı öylesine acıtıyordu ki ruhunu, oracıkta ölebilirdi bu acıdan.
Yanında hissettiği beden ile kaşları çatıldı. Başını kaldırdığında, gördüğü kişi ile bir an affallasa da hemen toparlanıp ayağa kalktı. Efendisinin önünde eğildiği sırada karşısındaki suretin gözleri de hemen önlerindeki binlerce cesedin oluşturduğu kan kırmızı renkli manzarayı izliyordu. Birkaç saniye gözleri uzaklarda gezindi, sonrasında yavaşça mırıldandı generale doğru.
"Artık geri dönüşü yok. Renkler savaşı başladı. Hazırlanmalıyız. Bizler Virideyiz, yeşiliz... Doğanın gücü elimizde ve yakında tüm dünyanın gücünü elimize alacağız."
___________________________
~
Aydınlık hiç var olmamış gibi bürümüştü karanlık her yeri...
Ben hiç var olmayan ışığa inanırken, o bana kanıtlamıştı hiçliğini...
Biliyordum artık!
Kim olduğumu, dostumu, düşmanımı, iyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı ...
Ben Cora Red Damnum'dum. Kendime bile bilinmez biriydim, dünya için ise var olmayan bir gerçek. Herşeyin başlangıcıydım.
Sonun başlangıcı...
//////////\\\\\\\\\\
Üç Saat Önce
\\\\\\\\\\//////////
Az önce olanlar yüzünden hala şaşkınlık yaşıyordum. Ben bir ölüyü diriltmiştim. Evet, bunu yapmıştım.
Bir büyücüden çok daha fazlasıydım. Bana rahatsızlık veren nokta ise bir soylunun bunu zaten bilmesiydi. Kraliçe benim sahip olduğum bu güç hakkında bir şeyler biliyordu. Hiç tereddüt etmeden hareket etmişti, işe yarayacağını zaten biliyordu.
Safkan Damon'un geri geleceğini biliyordu.
Ortamdaki gerginlik had safhadaydı. Etrafımda beni izleyen gözler konuşmamı, soru sormamı bekliyordu. Ben ise sessizdim. Nedense konuşmak istemiyordum. Öğreneceklerim beni mutlu edecek miydi bilmiyordum. Daha fazla yük istemiyordum. Altında ezilmekten korkuyordum.
Ama öğrenmek zorundaydım. Ki öğrenecektim de. Şu zamana kadar etrafımda dönen her tuhaflığın nedeni sahip olduğum güç yüzünden olmalıydı.
Ben farklıydım. Ama niye, neden farklıydım?
Sorunun cevabını verebilecek iki kişi de şu anda yanımdaydı. Safkan Damon ve kraliçe Arlene...
Yanlızca üçümüz kalmıştık koridorda. Kraliçe, adının Luis olduğunu öğrendiğim askeri ve Noah'ı göndermişti.
Hücrenin hemen yanındaki duvara dayanarak oturan safkan Damon siyah gözlerini yere sabitlemişti. Yüzünün bir kısmı ve kıyafetleri kendi kanıyla kaplıydı. Benim ve Noah'ın kanının olduğu elleri ise dizlerine dayanmış haldeydi.
Ona baktığımı fark etmiş olacak ki kafasını kaldırıp yüzüme baktı. Gözleri öfke ile parlıyordu. Mantığım ona hak veriyordu aslında. Sonuçta onu öldürmüştüm. Geri getirmiş olamam yaptığımı bağışlamasına yetmiyordu.
Kraliçe Arlen'de bu bakışını fark etmiş olacak ki,"Yeter artık Damon. Sakinleş. Olan oldu. Yaptığın hatanın bedeli olarak say. Bir daha kendi başına bir işe kalkışmazsın Cora ile ilgili."dedi sert bir sesle.
Kraliçenin ima dolu sözleri ile safkan Damon sıkıntıyla nefesini verdi ve gözlerini yine yere indirdi. Kraliçenin varlığı onu olduğu yerde tutan tek etkendi şu anda. Kraliçe olmasa ne halde olurdum bilmiyordum. Safkan Damon oldukça öfkeliydi.
Kraliçenin konuşmasının ardından koridorun kapısı açıldı. Luis içeriye girdi. Elinde küçük bir tepsi taşıyordu. Tepsinin içinde safkan Damon için bir bardak su vardı. Safkan Damon'un yanına giderken önüne geçtim ve tepsideki suyu elime aldım. Safkan Damon'un yanına gidip tam karşısına diz çöktüm. Bardağı ona doğru uzatırken o sadece yüzüme bakıyordu.
Bu bir özür gibi değil de, bir nevi ateşkes çağrısıydı. Onun iyi biri olmadığını biliyordum. Bir haindi, benden nefret ediyordu. Aramızdaki buzlar erimeyecekti ama en azından bana zarar vermesini engellemek için çabalayabilirdim.
Elini kaldırıp isteksiz bir şekilde bardağı aldı. Suyunu içmeye başlamadan önce bakışları bir an olsun yumuşamamıştı. Gözlerini üzerimden ayırdığı an ayağa kalktım.
Dişlerimi birbirine bastırdım sakin kalabilmek için. Kendime engel olamayıp konuşursam durumu kötüleştirmekten başka bir şey yapmayacaktım. Ona karşı sakin olmalıydım. Kontrolümü kaybedersem hata yapabilirdim.
Sudan birkaç yudum içtikten sonra bardağı yere koydu. Sakin kalmak için kendisiyle savaş veriyordu hala. Oluşan sessizlik yine kraliçe tarafından bozuldu.
"Ben senin pisliğini temizlerken sen de üzerine düşeni yap Damon. Ona bilmesi gerekenleri anlat. Daha fazla saklayamayız."
Sözlerinin ardından arkasını döndü ve hızlı adımlarla koridordan çıktı. Gidişini, koridorun kapısı gürültü ile kapanana kadar izledim. Tekrar önüme döndüğümde öfkeli siyah gözlerin odağında olduğumu gördüm.
Ne yapacağını bilmez halde orada dikilirken safkan Damon gözlerini açtığından beri ilk kez konuştu.
"Yanıma gel ve otur."dedi. Az önce öfkeden ibaret olan ruh haline göre şimdi fazlasıyla sakindi garip bir şekilde.
Birkaç adım ileriye gidip safkan Damon'un yanına, soğuk mermer zemine oturdum. Açıklama yapacak olanın kraliçe değil de safkan Damon olmasına şaşırmıştım bir yandan. Anlaşılan bir hainden fazlasıydı. Bu düşünce ile iyice huzursuz hissettim kendimi.
Sessizce konuşmasını beklerken o,"Benden korkuyor musun?"diye sordu.
Cevap bekleyen ifadesine karşılık olumsuz anlamada iki yana salladım başımı.
Konuşmaya başladı,"Şimdiye kadar sana olan tavrım ve öncesindeki kişiliğim yüzünden beni sevmediğini biliyorum. Her şeyin bir nedeni var. Böyle olmamın bir nedeni var. Saraydaki en güçlü safkanlardan biriyim. Krala hizmet ediyorum ama kraliçeye bağlıyım. Sadakatim krala değil, kraliçeye. Herkesi kendimden uzak tutmalıydım."
Duraksadı. Bir haindi ama kraliçe için ihanet ediyordu kralına. Bir yandan bu durum garip bir şekilde ona olan bakış açımı yerle bir etmişti bile.
Yine de anlayamadığım bir nokta vardı."Benimle ne ilgisi var?" Diye sordum. "Bana olan öfkeniz yalnızca Brian'ın ölümü yüzünden değil ama nedenini bir türlü anlayamıyorum."dedim sitemkar bir şekilde.
"Değil. Brian'ın bunlarla hiçbir ilgisi yok. O sadece benim öğrencimdi. Yaşananlar üzerine bir bahane olmuştu onun ölümü. Basit bir öğrenciydi sadece. Benim ve olanlar ile hiçbir alakası yoktu. Merakı yüzünden kendi sonunu getirdi."dedi safkan Damon.
Nefesimin boğazımı yaktığını hissettim. Brian'dan haberi yok muydu yani? Bunca zaman ikisinin birlikte olduğunu düşünmüştüm oysaki.
"Asıl konuya dönelim... Kraliçeye bağlıyım. Saklanan büyük bir sır var safkan. Senin de bir parçası olduğunu bir sır. Bu sır SURGERE... Yükselişin sırrı. Kralın halkına yaptığı büyük bir ihanet... İyi dinle beni."
Duraksadı. Birkaç nefes alıp yorgun bedenini dinlendirdikten sonra yeniden konuştu.
"Heva kalkanı oluştuktan sonra zamanın kralı kalanı oluşturan safkanları öldürdü. Bunu Hevanın yok edilmemesi için yaptı. Neden kalanın yok edilmesini engellediğini kimse bilmiyor. Safkanların öldürülmesi halktan gizlendi ama safkanların hepsi onları kralın öldürdüğünü biliyor. Bir sır saklanıyor ve şimdiki kral da bu sırdan haberdar. Saraya ilk geldiğinde kraliçe ile görüştün değil mi?"
Başımı salladım. Konuşmadan dinliyordum onu. Sanki konuşsam anlatmayı kesecekmiş gibi hissediyordum. Her şeyi öğrenmek istiyordum. Şimdiye kadar anlattıklarını Brian'ın da bana anlatmış olması, onun da bu sır ile ilgili bilgisi olduğunu düşünmeme sebep oluyordu.
" Kraliçe yıllar boyunca bu sırrı araştırdı."
"Neden?" Diye sorduğumda, sorumu duymamazlıktan geldi ve anlatmaya devam etti.
" Kalkanın yok edilmesi için, ve en sonunda yaptığı araştırmayla kalkanın ancak bir anahtar ile yok edilebilir olduğunu buldu. Elimizdeki tek cevap buydu. SURGERE'nin sırrı hala kayıp olsa da bir umut vardı... Kraliçe senin o anahtar olabileceğine inanıyor."
Bir anahtar... Daha önce de duymuştum bunu. Brian'ın anlattıkları bir bir düşüyordu zihnime.
Bir anahtar gibi... Hevayı yok edebilir... Nigrumlar özgürlüğüne kavuşacak...
Kral hepsini öldürdü...
Birbiri üzerine gelen cümleler şüphe bırakmayacak şekilde oturuyordu zihnimde. Artık bazı sorularımın bir cevabı vardı. En azından önemli olan sorularımın yanıtını bulmuştum. Bir anahtardım. Hevayı ortadan kaldıracak kişi bendim.
"Hevayı ortadan kaldırabilir miyim?"diye sordum merakla.
Sessiz kaldı bir süre. Ardından ilk kez öfke veya başka bir kötü ifade barındırmayan suretini, gerçek olduğuna şaşırdığım bir gülümseme kapladı.
"Bu sorunun cevabı keşke evet olsaydı. Ne yazık ki bu o kadar basit değil. Kalkanın nasıl yok edileceğini kimse bilmiyor. Bunu bilen safkanlar kral tarafından öldürüldü."
Pelerinimin altında duran kitabı hatırladım o anda. Üzerinde koca harflerle SURGERE yazan kitabı... Yanılıyordu, bir kaynak vardı ve şu an ellerimin arasındaydı.
Kitabı korumak her şeyden önemliydi şu anda. Düşüncelerimi toparlayıp,"Kral biliyor mu peki?" Diye sordum.
Tek bir kelime ile,"Bilmiyorum."diye cevap verdi bu soruma.
Sessizlik sardı etrafı. O da ben de tek kelime etmeden duruyorduk öylece. Soracağım birçok soru vardı. Bir süre düşündüm ve cevabını bulamadığım en önemli soruyu dile getirdim.
"Kraliçe neden ısrarla beni koruyor? Nasıl yapılacağı bilinmiyorsa ve kral bunu engellemek istiyorsa kraliçe nasıl başarılı olabilir ki?"
Cevap vermedi bir süre. Sonra yavaşça ayağa kalktı.
"Ben...ben bilmiyorum. Gidelim artık."dedi tereddütle. Yalan söylediğini anlamıştım...
Başımı kaldırıp ona baktığımda bana doğru uzattığı elini gördüm. Tereddüt ile elimi uzatıp elini tuttuğumda beni nazikçe ayağa kaldırdı. Koridordan çıktık ve binanın içinde yürümeye başladık. Bir adım kadar gerisinde yürürken koridorda sorduğum en son soruya kekeleyerek cevap vermesini düşünüyordum. Bana karşı tamamen dürüst olmadığını biliyordum. Dikkatli olmalıydım.
Uzun bir sessizlik ile geçen yürüyüşün ardından safkan Damon'un yanından ayrılıp odama gelmiştim. Odama girip kapıyı kapatım. Hızlıca üzerimi değiştirip yatağıma yattım. Öylesine yorgundum ki içten içe beni kemiren düşünceler bile uyumama engel olamamıştı.
~
Odayı baştan sona kaç kere gidip geldiğini bilmiyordu. Öfkeliydi ve aynı zamanda heyecanlıydı da. Safkan Andrew'in ölümünden sonra ortadan kaybolan kitabı hala bulamamıştı. Hala bunun öfkesini içinde taşıyordu.
Safkan Dorathea saraya geldiğinde beri onu için kitabı arıyordu. Safkan Andrew'in odasındaki tüm kitaplara bakmıştı, kütüphaneye, saraydaki sayısız odaya... Yoktu, kitap sanki buhar olup uçmuştu. Kitaptan elde ettiği tek bilgi de saraydaki genç safkan ile ilgiliydi.
Cora Red Damnum...
Onun anahtar olmasıyla ilgili şüpheleri vardı ilk başta, emin olmak için çabalamıştı. Annesi olmasa hala kızın peşinde olacak ve bir ipucu arayacaktı Lukas. Neyseki annesi onu bu işten kurtarmıştı.
Onun kalkanı yok edecek anahtar olduğunu biliyordu artık. Cora babası için büyük bir tehlikeydi.
Gidip babasına her şeyi söylemeliydi değil mi? Bu düşünce sinsi bir gülümseme ile doldurdu suretini. Babasını ortadan kaldırabilecek tek kişiyi öldürmeyecekti elbette.
Annesi planını ona anlatmıştı. Cora'ya ihtiyacı vardı.
Hakkı olan tahtı alması için Cora'nın büyük bir yardımı olacaktı genç prense...
Gücü eline almak için asırlarca beklemek istemiyordu Lukas. Mümkün olan en kısa zamanda o tahta oturmalıydı.
Annesi bu konudaki en büyük yardımcısıydı. Lukas'ın öfkesinin nedeni de bu yüzdendi. Annesi Cora'nın anahtar olduğunu bilmesine rağmen ona hiçbir şey söylememişti. Şimdi de karşısına geçmiş ondan imkansız bir şey yapmasını istiyordu.
"Anne, sen ne istediğinin farkında mısın?" Dedi Lukas hayretle. En sonunda düşüncelerini toparlayıp bir tepki verebilmişti.
Kraliçe oğlunun odasındaki büyük yatakta oturuyor ve odada ileri geri yürüyen oğlunu gözü ile takip ediyordu. Sakince konuşmaya başladı sonra. Oğlunu nasıl ikna edeceğini iyi biliyordu.
"Annene güvenmen gerektiğini biliyorsun evlat. Ben ne yapıyorsam senin için yapıyorum. Yıllardır o safkanı sadece senin için korudum. Şimdi de sıra sende. Geleceğin icin, hakkın olan tahtı almak için bunu yapmak zorundasın." Dedi oğluna ihtiyacı olan cesareti sözleriyle ona vererek.
Kraliçenin güzel sesi ile söylediği birkaç kelime Lukas'ın zihnindeki tüm öfkeyi çekip almıştı. Lukas durdu ve annesinin güzel yüzüne baktı bir süre. Bunu yapabilirdi. Yapmak zorundaydı.
"Tamam. Gidip babamla konuşacağım. İstediğin gibi söyleyeceğim her şeyi." Dedi Lukas. Annesine kayıtsız şartsız bir güven besliyordu içinde.
Kraliçe bembeyaz dişlerini sergileyen bir gülümseme ile ayağa kalktı. Bir elini oğlunun omuzuna koyarak hafifçe sıktı.
"Konuşacaksın...Tabii benim sana söylediğim şekilde." Dedi Lukas'ın gözlerinin içine bakarak.
Prens Lukas başını salladı yavaşça. Kraliçe oğlunun omzundan elini çekti ve kenara çekildi. Lukas annesine son kez bakıp yürümeye başladı. Adımları onu taht odasına doğru götürüyordu. Söyleyeceklerini aklında toparladı taht odasına varana kadar. Tek bir hatası her şeyi mahfedebilirdi. İki kanatlı büyük siyah kapıya vardığında kapıdaki nöbetçilere babasına görüşmek istediğini söylemelerini istedi. İçeriye giren asker kısa sürede geriye geldi ve kapıyı prens için ardına kadar açtı.
Lukas yavaş adımlarla içeriye girdi.
<><><><><><><><><>
Bölüm nasıldı?
Prens Lukas ve kraliçe Arlene hakkındaki düşünceleriniz?
Cora artık kim olduğunu biliyor, SURGEREnin sırrı çözüldü... Ya da çözülmedi. Sinsi yazarınız sizce her şeyi açıkladı mı?
Safkan Damon desem? Sevenler? Sevmeyenler?
Cevapları bekliyorum...
<><><><><><><><>
~~~~~~~~~~~~
11/03/18
_sonsuzsiyah_
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top