•40• ~Yeni Kan ve Eski Silah~

<><><><><><><><><><>

Merhaba. Bir yeni bölüm ile daha karşınızdayım. Kırkıncı bölüme kadar geldik. Yaklaşık bir yıl oldu SURGERE yazılmaya başlanalı. Bu zamanın ötesinde, biri bana kitap yazacaksın dese saçmaladığını düşünürdüm. Hâlâ da bir yere varmış sayılmam ancak en azından ufak da olsa, emek vererek bir şey çıkarttım ortaya. Neyse, fazla duygusallık... En nefret ettiğim şey

Hepinize iyi okumalar dilerim. Bu bölümde uzun süredir beklediğiniz gibi bazı şeyler belli olacak artık.

_Bölüm ithafı_
pelerinliadam
(Bu zamana kadar kitaplarım hakkındaki uçuk fikirlerimi dinlediğin için teşekkür ederim.)

<><><><><><><><><><>

~

Gözlerimi rahatsız eden ışık yüzünden uyandım huzursuz uykumdan. Gözlerimi açtım ve odanın tavanına baktım öylece. Soğuk olduğu için kalkmak için acele etmiyordum.

Gözlerim yukarıya odaklanmıştı fakat aklım çok farklı bir yerdeydi. Aklımı kurcalayan düşünceler yüzünden gece doğru düzgün uyuyamamıştım. Her ne kadar üzerinde durmak ve düşünmek istemesem de unuttuğum anılarımı düşünüyordum. Hafızam fazla iyi değildi fakat kötü de sayılmazdı. Geriye dönüp baktığımda herhangi bir kopukluk veya eksiklik göremiyordum.

Kendi başıma düşünmeye çalışmanın hiçbir anlamı yoktu gerçi. Kendi başıma unuttuğum bir şeyi hatırlayamazdım. Sandra'nın yardımına ihtiyacım vardı fakat o da bana hemen yardım edemezdi. Derin bir nefes alıp, verdim. Gözlerimi kapatıp bir elimle saçlarımın arasından başımı ovuşturdum.

Üzerimdeki örtüyü kenarıya açıp yataktan kalktım. Üzerimdeki kıyafetler yeterince kalın olmadığı için üşümüştüm kalkınca. Yatağımın yanında bulunan çantamın yanına çöktüm. İçinden eşyalarımı çıkarıp odadaki küçük dolabın içine koymaya başladım. Eşyalarımı çantadan çıkarmak için geç bile kalmıştım. Eşyaları dolabın içine yerleştirirken bu gün giyeceğim siyah pantolonu ve siyah kalın kazağı yatağın üzerine bıraktım.

Kısa sürede birkaç parça olan eşyayı düzenli bir şekilde yerleştirmiştim. Çantanın tamamını boşalttıktan sonra geriye yanlızca kitap kalmıştı. Buraya hem güvende olması hem de incelemek için getirdiğim kitabı bir kez incelemiştim sadece. Kitabı çanta ile birlikte elime aldım. Kitabı çantanın içine düzgünce yarleştirip fermuarı kapatıp kıyafetleri koyduğum beyaz renkli dolabın en arkasına, kıyafetlerin ardına özenle yerleştirdim. Görünmediğine emin olduktan sonra dolabın kapağını kapatıp yatağın üzerine koyduğum kıyafetleri giydim hızla.


Yatağın başında duran siyah pelerinimi de giyip dışarıya çıktım. Saate bakmasan bile etraftaki serinlik sebebiyle vaktin henüz erken olduğunu tahmin ediyordum. Yemek salonuna yaklaştığımda gördüğüm hareketlilik ile henüz kahvaltıyı kaçırmadığımı anladım. İçeriye girdiğimde safkan Damon ile safkan Henry'nin ortadaki büyük masada oturduklarını gördüm. Melezler önümde eğilip benim yolumdan çekildiklerinde masaya doğru ilerledim. İki safkanın da bakışları beni bulduğunda durup eğildim ve onları selamladım.

Masanın başında oturan safkan Henry'nin yanına, safkan Damon'un tam karşısına oturdum. Sessizlik içinde kahvaltımı yapmayı planlıyordum ancak safkan Henry tarafından engellendi bu isteğim.

"Nasılsın Cora?"diye sormuştu.

Başımı kaldırıp yüzyıllardır burada, şadh kristali ile ilgilenen adama baktım. Parlak gözlerinin ardında yatan endişe hemen belli oluyordu. Yüzüme, onların gerçek olduğuna inandıracak sahte bir gülümseme yerleştirdim.

"İyiyim efendim."diye cevap verdim.

Safkan Henry, memnun bir şekilde başını salladı. Safkan Damon mor renkli, çeşitli bitkileri karıştırarak elde edilen çayından bir yudum aldıktan sonra elindeki bardağı masaya bırakırken konuştu.

"Safkan Henry bizi uğurlamak için ayakta. Kahvaltının hemen sonrasında buradan ayrılıyoruz."dedi bana bakarak.

Az önce önüme konan çay dolu bardağı elime alıp bir yudum içtim. Safkan Damon ben cevap vermeyince konuşmaya devam etti.

"Hızlı ye. Safkan Henry yorgun. Bizim yüzünüzden daha fazla ayakta kalmasın."

Her ne kadar sözleri emir verici ve küçümseyici tonda olsa da sakince başımı sallamakla yetindim. Hâlâ elimde tuttuğum çay dolu bardaktan bir yudum daha aldım. Çayın hafif sert olan tadı, içimi ısıtan sıcaklığı ile oldukça güzeldi.

Safkan Damon soğuk bakışlarını üzerimden çekip safkan Henry ile konuşmaya ve yemek yemeğe devam etti. Üzerimdeki gözlerin çekilmesi ile birlikte masanın yarısını kaplayan tabakların içindeki yiyeceklere göz gezdirdim. En sevdiklerimi tabağıma alıp iştahla aç karnımı doyurmaya başladım.

Yemeği yerken eşyalarımı biraz öncesinde yerleştirdiğimi hatırladım. İster istemez şanssızlığıma sinirlendim. Sanki bunu yapmamı bekliyormuş gibi bu gün dönmeye karar vermişti eğitmenim. Yaklaşık yirmi dakika kadar sessizlik içinde kahvaltımı yaptım. Masada oturduğun süre boyunca safkan Henry ve safkan Damon'un konuşmalarını dinlemiştim. Doyduğuma kanaat getirdiğimde çayımın son birkaç yudumunu da içip ayağa kalktım.

"İzninizle."dedim hala kendi aralarında konuşan iki safkana bakarak.

Başımı eğdim ve dışarıya çıkmak için yürümeye başladım. Tam bu sırada safkan Damon'un sert sesi kulaklarımı doldurdu.

"On dakika sonra aşağıda ol. Beklemem."

Sanki beni bırakıp gidebilecekmiş gibi bir de tehtit ediyordu. Yüzüne sertçe bakıp kapıdan çıktım. Ardımda safkan Damon'un bu tavrına şaşırmış olan safkan Henry ve benim hareketine sinirlenen bir safkan Damon bırakmıştım. Umrumda değildi.

Koridorun geçip odama girdim. Üzerimdeki kıyafetler yeterince kalın olduğu için değiştirmeye gerek duymadım. Eşyaları koyduğum dolabı açıp çantayı yatağımın üzerine çıkardım. Dolabın içindeki eşyaların hepsini çantanın içine doldurmaya başladım. Hiç acele etmeden yavaşça hareket ediyordum. İşim bittiğinde çantanın fermuarını kapattım. Yatağın başındaki saate baktığımda yaklaşık on dakikadır odamda olduğumu anladım.

Aklıma gelen sinsi fikir ile yatağa oturdum. Gözlerim odadaki saatin üzerinde beklemeye başladım. Bir, iki, üç derken zaman akmış ve dakikalar hızla tükenmişti. Yaklaşık on dakika kadar oyalanıp odadan çıktım. Arka taraftaki merdivenlerden aşağıya inip ön bahçeye kadar acele etmeden yürüdüm.

Geç kalmıştım. Safkan Damon'un sinirleneceğini çok iyi biliyordum. O da beni sinirlendirmişti. Küçük bir ödeşme istemiştim. Mermer zeminli avluda buraya geldiğimiz arabanın yanına kadar yürüdüm. Bir gurup mor üniformalı asker, safkan Henry ve safkan Damon'un etrafında duruyordu. Onların arasından geçip iki safkanın yanına doğru ilerledim. Safkan Damon'un öfkeli bakışları hemen beni buldu. Yakınımdaki bir askere elimdeki çantayı verdikten sonra hemen yanlarında durdum. Safkan Damon daha fazla susmaktan vazgeçip sert bakışlarını destekleyen sert sesi ile,"On dakika demiştim safkan. Kaç dakikadır burada seni bekliyordum. Bu yaptığın büyük bir saygısızlık."dedi sinirle konuşarak.

Safkan Henry öksürerek araya girdi.

"Konuşurken farketmemişim bile zamanın nasıl geçtiğini. Üzerinde durmaya değecek bir şey değil Damon. Genç safkana az önce haber verdin. Eminim en kısa sürede hazırlanmaya çalışmıştır."dedi bana bakıp gülümseyerek, içten içe ona minnet duyarken gülümseyerek ona teşekkür ettim sessizce.

Safkan Damon ise bunu bilerek yaptığımı biliyordu. Bakışları biraz olsun yumuşamazken safkan Henry'nin varlığı geri adım atmasına neden oldu. Öncekinden daha yumuşak bir sesle,"Arabaya bin, geliyorum."dedi.

Kazanmış olmanın verdiği mutluluk ile arabaya bindim. Kölesi değil öğrencisi olduğumu anlaması gerekiyordu. Bana emir veremezdi. O devam ettiği sürece de ona aynı şekilde karşılık verecektim.

Ön koltukta otururken tam önümde konuşan iki safkanı izlemeye devam ettim. Yaklaşık bir dakika daha konuştuktan sonra safkan Damon arabaya bindi. Hemen yanımdaki sürücü koltuğuna oturup arabayı çalıştırdı. Bizi izleyen safkan Henry'ye tebessüm ettikten sonra arabayı harekete geçirdi.

~

Günler sonunda yine saraydaki odamdaydım. Burayı gerçek anlamda benimsediğimi fark etmiştim içeriye girdiğim an. Sarayı tam olarak evim gibi görmüyor olsam da bu odaya alışmıştım. Kıyafetlerimin olduğu çantayı kenarıya bırakıp pencereye ilerledim. Kalın siyah perdeler içeriye ışık girişini engelleyecek şekilde örtülmüş haldeydi.

İki parçadan oluşan perdeleri sağ ve sol yana açıp kalkanın yapay ışığının içeriye dolmasını sağladım. Odam aydınlanırken penceremin önünden Heva kalkanını izliyordum. Artık Heva kalkanına daha çok hayrandım.

Bizi hapseden kalkan aynı zamanda ona hayranlık duymamı sağlayacak kadar güzeldi de. Mavinin en açık tonuyla gökyüzünde tüm heybeti ile parlayan kalkanı izlemeyi bırakıp kapının yanına koyduğum çantayı aldım. Çantayı yatağın üzerine koyup özensiz bir şekilde koyduğum kıyafetleri büyük giysi dolabına yerleştirdim. Çanta tamamen boşaldığında ortaya çıkan kitap ile derin bir nefes verdim. Güvende olması için yanımda taşıdığım kitabı odamda güvenli bir yere saklamam gerekiyordu. Kitabı alıp odada birkaç adım attım. Gözlerime etrafı tarayıp iyi bir yer bulmaya çalıştım. Önceki seferde giysi dolabımın içine koymuştum kitabı. Şimdi ise orası yeterince güvenli gelmemişti. Haftada iki kez odaya temizlik için gelen melezler kitabı bulursa başım belaya girerdi.

Odaya göz gezdirirken en sonunda duvara dayalı çalışma masasının sağ köşesinde yere kadar inen raflar gözüme çarptı. Kitabı masanın üzerine bırakıp masanın arkasına geçtim. Masayı iki elimle kavrayarak kendime doğru hafifçe çektim. Rafların duvarla birleştiği aralıkta bulunan boşluğu gördüğümde iyi bir saklama yeri bulduğumu düşünüyordum.

Kitabı daha rahat koyabilmek için masayı biraz daha öne çektim. Ancak beklediğim gibi öne doğru gelmemişti. Neye takıldığını ararken biraz daha set bir şekilde asıldım masayı. Takıldığı yerden kurtulup hızla bana doğru geldi.

Üzerindeki tüm eşyalar sarsılırken bazı kitap ve kağıtlar yere saçılmıştı. Masanın öbür yanında duran ve içi erimiş kristal ile dolu olan kavanozun sallandığını gördüğümde müdahale etmek için çok geç kalmıştım.

Küçük kavanoz sallandı ve yan yatarak, masanın üzerine devrildi. Kapağı, vurmanın etkisiyle açılırken beyazımsı şeffaf sıvı masaya saçıldı ve üzerine koyduğum eski kitap da dahil birkaç kitabın alt yüzeyini kapladı. Hızla kitapları alıp yere bıraktım. İçi boşalan kavanoz yere düşmeden önce tutmayı başarmıştım neyseki. En son eski kitabı da elime aldım. En çok o ıslanmıştı. Ön yüzünün tamamı hafif yoğun sıvı tarafından kaplanmış olan kitabı incelediğimde eski sarı sayfaların garip bir şekilde sıvıdan etkilenmediğini gördüm. Kitabın ilk birkaç sayfası ıslanmış fakat üzerindeki yazılara herhangi bir şey olmamıştı.

Masanın yanındaki sandalyenin üzerinde duran ince atkı gözüme çarptı. Atkı takmaktan nefret ederim. Neredeyse haftalardır aynı yerde duran atkı hala buradaydı. Buraya geldiğim zaman bana verilen ve asla giymeyi düşünmediğim eşyalardan yalnızca bir tanesiydi.

Melezler giysilerime ve kitaplarıma dokunamadığı için koyduğum yerde kalmıştı. Hiç tereddüt etmeden atkıyı alıp kitabın hala ıslak olan yıpranmış deri cildini sildim. İçini açıp sayfalarda ki fazla sıvıyı da temizledim. Atkıyı yere atıp sayfaya baktım. Zarar görmemişti neyseki.

Kitabın kapağını kapattım. Masanın arkasına koymak için yürümeye başlamıştım ki gördüğüm şey ile durdum. Kitabın sıvı ile ıslanan yüzünde ortaya çıkan yazı yavaş yavaş belirginleşiyirdu.

Bunca zamandır isminin olmadığını zannnetiğim kitabın ön yüzünde yazılan yazı gizlenmişti aslında. Bir kaza eseri erimiş kristal suyu ile ıslanmasa belkide asla ortaya çıkmayacaktı bu yazı. Birkaç saniye içinde tamamen ortaya çıkan yazı kan kırmızısı rengi ile koyu kahve kapakta oldukça ürkütücü görünüyordu.

Yazı tamamen ortaya çıktığında okuduğum kelime ile kitaba duyduğum merak ve endişe de iki katına çıkmıştı.

Kitabın ön yüzünde kan kırmızısı ile parlayan yazıda büyük harflerle, açık bir şekilde SURGERE yazılmıştı.

~

Damon birkaç adım ötesinde duran efendisinin karşınızda eğildi. Tüm suçunu üstlenerek neler olduğunu anlatmıştı. Efendisinin öfkesi yanlız oldukları büyük odada elle tutulur bir gerginliğe sebep olmuştu.

"Bağışlayın beni."dedi Damon.

Kahverengi ve yeşilin birbirine karıştığı gözler Damon'a baktı hiddetle. Ona olan güveni sarsılmıştı. Öfke ile harmanlanmış sesi ile konuştu.

"Bağışlamak... Seni öldürmem gerekirken konuşmana izin vermem bile yeterince saçma iken, bir de seni bağışlayacağımı mı düşünüyorsun."

Damon başını yere indirdi bu sözlerin ardından. Yaptığı hata yüzünden bu sözleri duymak onun için sürpriz değildi. Efendisi başını iki yana salladı ve konuştu yeniden.

"Mecbur olamasam bir nefes daha almana izin vermezdim Damon. Andrew'in ölümünden sonra Cora'yı sana emanet ettim ve senin yaptığına bak. Bir de geçmiş karşıma konuşuyorsun. Bir daha...bir daha böyle bir hata yaparsan hiçbir şey umrumda olmaz. Beni anlıyorsun değil mi?"

Damon neredeyse fısıltı şeklinde çıkan sesi ile,"Evet efendim." Diye karşılık verdi.


Efendisi oturduğu koltuktan kalkıp Damon'un tam önüme geldi. Damon tereddüt ederek başını kaldırıp karşısındaki kadına baktı.

Efendisi,"Onun ne kadar güçlü olduğunu öğrenmek istiyorum Damon."dedi sert bir sesle.

Efendisinin sözleri Damon'un az önceki harap halinden sıyırıp kendine getirdi. Efendisi hatasını bağışlamasa bile en azından üzerine gelmeyi bırakmıştı. Damon şimdi hatasını telafi etmek için elinden geleni yapacaktı.

"Öğrendiğim her şeyi, gelip size anlatacağım."dedi bir anda.

Efendisi başını salladı.

"Gidebilirsin."

Damon geri çekilip saygıyla eğildi.
Karşında efendisi vardı. Ona büyük bir saygı duyuyordu.

Efendisi olan kadın...Nigrum kraliçesiydi.

Kraliçe Arlene İmperium ise hala öfkesini yenebilmiş değildi. Cora'nın zarar gördüğünü öğrendiği andan beri elleri titriyordu sinirden.

Damon geriye çekilip odadan çıktı. Kraliçe kullanılmayan soğuk saray odasında yanlız kalmıştı. Birkaç dakika büyük pencerelerden birinden saray bahçesini izledi. Yeterince uzun süre oyalandıktan sonra sade siyah renkli elbisesinin eteklerini tek eliyle tutarak hafifçe havaya kaldırdı. Yavaş adımlarla yürüyüp koridora çıktı.

<><><><><><><><><><>
Efendi kraliçe Arlene. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz nedir?

<><><><><><><><><><>
~~~~~~~~~~~~~~~~~

31/01/18

08/07/18

_DÜZENLENDİ_

_sonsuzsiyah_

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top