•28• ~Kaybolan Ruh~ -1. Kısım-
<><><><><><><><><><>
Kitap kapağı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kapakla ilgili fikirlerinizi ve önerilerinizi benimle paylaşın lütfen.
İyi okumalar dilerim.
_sonsuzsiyah_
<><><><><><><>
~kaybolan ruh~
-1. Kısım-
~Sabahın erken saatlerinde;
Başarabileceğini sanmıştı. Yeterince güçlü ve yeterince akıllı olduğunu düşünmüştü. Zor da olsa altından kalkabileceğine inanmıştı. O bir safkandı. Dünya üzerindeki en güçlü varlıktı. Savaşa, Heva kalkanına, halkına düşman olan bir krala ve diğer her şeye rağmen güçlüydü. Bu gücün yeterli olduğunu sanmıştı.
Yanıldığını böyle anlamak istemezdi. Böyle kaybetmeyi hak etmemişti. O iyi taraftaydı. Halkının geleceği için yapmıştı herşeyi. İyi olan da buydu, bu olmalıydı. İyi olan için savaşmıştı. Elinden gelen her şeyi yapmıştı. Şimdi daha iyi anlıyordu, iyi olanların kazandığı zamanlar geride kalmıştı. Artık güçlü olan kazanıyordu. İyilik, kötülüğün arasında kaybolmuştu. Aydınlık, karanlığın ardında kalmıştı. Her yer karanlıktı, herkesin ruhu karanlıktı. Bu karanlık o kadar büyüktü ki o da baş edememişti.
Tek bir gerçek vardı. Kazananı ve kaybedeni ortaya çıkaran tek şey, güçtü. Güce inanıyordu, ona sahip olduğunu biliyordu. Sahip olduğu gücü inandığı amaç uğruna harcamıştı. Yeterli gelmemişti bu. Kaybetmişti. Artık bir hiçti, Andrew Lexy artık bir hiç kimseydi. Gücü sanki hiç var olmamış gibi terk etmişti onu. Hiç olmadığı kadar savunmasızdı. Sonu gelmişti.
Dün geceden beri odasından çıkmamıştı. Oturduğu koltukta başını eline yaslamış, gözleri kapalı bir halde yenilgisini sindirmeye çalışıyordu. Gözleri kapalıydı. Hevanın aydınlanmasıyla ışığa kavuşmuş odada bu sayede hala karanlığa bakıyordu. Kendini alıştırıyordu. Bundan sonra göreceği tek şey, karanlıktı ne de olsa.
Hayatı boyunca çok fazla mücadele etmişti. Bir safkan olduğunu öğrendikten sonra güçlü olmak için çok çalışmıştı. Amacı uğruna birçok defa hayatını tehlikeye atmıştı. Bundan pişman değildi. Tüm başarısını, çabasını hayatını bu amaç uğruna harcamaktan hala pişman olmamıştı. Olacağını da zannetmiyordu. Krala ihanet etmek onun için kolay kabullendiği bir durum olmamıştı. Ama doğru olanı yaptığına inanıyordu. Sonunda ölüm olduğunu bilerek yapmıştı herşeyi, çoktan kabullenmişti.
Çok şey feda etmişti. Ailesinden ayrılmıştı, yıllardır onları görmüyordu. Böyle yaptığı için ailesi ona sırtını dönmüştü. Aileden birkaç kişi saraydaydı ama anne ve babası melez oldukları için oğullarının onlarla görüşmek istemediğini zannediyordu. Aslında gerçek başkaydı. Andrew onları koruma için yapmıştı bunu. Onları çok özlemişti. Çok geç olmadan önce onların yanına gitmediği için kendine kızıyordu. Elindeki son fırsatı da kaçırmıştı.
Ailesinden sonra en büyük fedakarlığı başka bir safkana karşıydı. Onun sayesinde girmişti bu oyuna. Onun sayesinde görmüştü gerçeği. Donna. Birlikten tanıdığı ilk haindi. Geçmişte sarayda birlikte eğitim almışlardı. Sarayda yıllarca arkadaşlık etmişlerdi birbirlerine. Daha sonra Andrew sarayda, Donna ise kalkan kristali occolitoriste görevlendirilmişti. Donna bir gün herşeyi anlatmıştı ona.
O zamana kadar yaptıklarını, kralın gerçek amacını herşeyi anlatmıştı. Andrew ona inanmayı seçmişti. Hiç tereddüt etmeden, şüphe duymadan. Başka ne yapabilirdi ki.
Aşık olduğu kadına güvenmişti.
Donna ya olan aşkı sayesinde inanmıştı ona. Daha sonra sarayda her yolu deneyerek araştırmıştı kadının anlattıklarını. Karşılaştığı gerçeklerle bir kere daha inanmıştı Donna'ya. Sonra ise Donna'ya, yani birliğe yardım etmeye başlamıştı. Bilgi vermişti onlara, ve korumuştu. Zamanla tam olarak onlardan biri olmuştu. Nasıl hareket edeceğine iyi bilen tecrübeli bir safkandı artık.
Donna'yı kaybettiğini zannettiği son birkaç yılda da onlara yardım etmeyi bırakmamıştı. Ardından Cora girmişti hayatına. Kızı korumak için yanına almıştı. Onu güçlü bir safkan haline getirmek tek işi olmuştu. Bu konuda elinden gelen her şeyi yapmıştı.
Ona öğretmesi gereken her şeyi öğretmemişti belki ama yeterince güçlü hale getirmişti onu. Bundan emindi. Ona söyleyemediği birçok sır yüzünden Cora'nın ona karşı güvenini yitirdiğini biliyordu. Dün gece yaptığı konuşmada Cora'nın bu güvensizliğinin nefrete dönüşmesinden korkmuştu.
Cora ile konuşmakla iyi mi yapmıştı? Yoksa bu büyük bir hata mıydı? Andrew bir hata daha yapmak istemiyordu. Bunun için vakti kalmamıştı.
Dün, bahçede olanlar geldi aklına. Safkan Thomas onunla konuşmak istemişti. Andew, eski dostunun onu sorguya çekerken, söylediği her sözle birlikte biraz daha sinirlendiğini görmüştü. Thomas 'ın krala ne kadar bağlı olduğunu biliyordu. Çok güçlüydü, Andrew yaptıklarını ondan saklayamamıştı. Thomas her şeyi öğrenmişti. Safkan Andrew yıllardır başarıyla gizlense de safkan Thomas bir şekilde öğrenmişti yaptıklarını. Elinde kanıtı da vardı. Birliktekileri korumak için yaptıklarını ortaya çıkaran kayıtlardı bunlar. Askerlere müdahale ettiğini ve yanlış emirler verdiğini gösteriyordu her biri. Safkan Thomas'ı aksine inandıramazdı. Her şey ortaya çıkmıştı.
Safkan Thomas başta sakindi. Karşısına askerlerle çıkmak yerine, onunla sakin bir yerde konuşmayı seçmişti. Andrew bu konuda şansının yaver gittiğini düşündü. Şu anda saraydaki bir hücrede de olabilirdi. Safkan Thomas dostu olduğuna inandığı için böyle bir yol izlemişti. Kanıtlara rağmen ortadaki gerçeğe inanmak istememişti. Andew, onun yüzünde oluşan ifade sayesinde bunu anlamıştı.
Safkan Andrew ise ondan açıklama bekleyen safkan Thomas'ın karşısında sadece Cora'yı korumayı düşünüyordu. Kendini kurtarmaya çalışabilirdi ama biliyordu ki bunu yaparsa Cora'yı tehlikeye atmış olurdu. Onunla ilgili pek çok şey gizlemişti. Geçmişi başta olmak üzere. O tek umuttu. Böyle olmasa bile Andrew hiçbir şeyden haberi olmayan kızı, sırf kendini kurtarmak için tehlikenin içine atamazdı. Vicdanı buna el vermezdi. Ne olursa olsun onun yüzünden kıza bir zarar gelmesine izin vermeyecekti.
Bu düşüncesinden gelen kararlılıkla kendini feda etmişti. Tıpkı geçmişte yeniden kavuştuğu Donna'nın Fons şehrinde ona söylediği gibi.
'Biz de zamanı geldiğinde safkan Deragas gibi kendimizi feda etmek için şimdi sessiz kalmalı ve göz yummalıyız'
Zaman gelmişti. Sıra safkan Andrew'deydi. Kadının sözleri zihninde yankılandığında her şeye rağmen yüzünde oluşan gülümsemeyle engel olamadı. Ona hala aşıktı. Öğrenci oldukları zamandan bu yana kadını seviyordu. Bir şeye pişman olacaksa buna olabilirdi. Hiçbir zaman ona aşık olduğunu söyleyememişti. Ona her baktığında hissettiği duyguları kendine bile söylememişti bazen. En çok gülümsediği zaman güzel olduğunu düşündüğünü, sesinin ona huzur verdiğini, sadece onun yanındayken yanlız hissetmediğini söyleyememişti.
Artık herşey için çok geç kalmıştı. Tek yapabileceği başka kimsenin zarar görmemesini sağlamaktı. İtiraf ederken bir hain olduğunu, birliktekileri koruduğunu tereddüt etmeden söylemişti. Şüphe bırakmamalıydı. Bu yüzden safkan Thomas'ı ikna etmeliydi. Bu itirafının ardından onu kışkırtmak için birliğin başarılı olacağını ve kralı günün birinde alt edeceklerini de söylemiş, onu iyice sinirlendirmişti.
Safkan Thomas ona saldırdığında karşılık vermemişti. Kendini cezalandırmak istemişti. Safkan Thomas onu orada öldürecek kadar sinirli ama bunu yapmayacak kadar da iradeliydi. Andrew'i kolay bir şekilde öldürerek ödüllendirmeyecekti. Safkan Thomas gittiğinde, Andrew en son görmeyi bile istemediği o suretle karşı karşıya geldi.
Cora'yı karşısında gördüğünde endişeye kapılmıştı yeniden. O gittiğinde bundan en çok o etkilenecekti. Ona her şeyi o anda anlatmayı istemişti. Yapamazdı. Daha vakit gelmemişti. Her şeyi öğrendiğinde Cora'nın yanında olamayacaktı ve ona her şeyi anlatan da o olmayacaktı. Onun gözünde kötü biri olarak kalmak onu gerçekten üzüyordu.
Kızın her şeyi gördüğünü söylemesi üzerine onunla konuşmak zorunda kalmıştı. Ona gereken her şeyi anlatmıştı. Bir hain olduğunu söylemişti ona da. Daha fazlası ise yine onda kalacaktı. Anlattıkları yüzünden Cora'nın ona olan güveninin eriyip gittiğini görmüştü. Eğer gerçekleri söyleseydi böyle bir duruma düşmezdi ama Cora'nın güvenliği her şeyden önce geliyordu.
Kız, bulunduğu sarayda ne kadar az şey bilirse o kadar güvende olurdu. Cora'ya anlattıkları safkan Thomas'a anlattıklarının küçük bir kısmıydı. Ayrıntıları anlatamadan dikkatlice konuşmuştu. Cora'nın gözünde kötü bir hayin olarak kalmak onun ölmesinden bin kat daha iyiydi. Kendisi hakkındaki gerçekleri hiç bir zaman bilmeyecek olan kız onun anlattıklarının ardından çok tehlikeli bir soru sormuştu.
Nasıl?
Safkan Andrew ona ne yaptığını söylemeyecekti. Brian'ın öldürülmesini o sağlamıştı. Bu durumda birliktekileri koruduğunu söyleyemezdi. Asıl görevinin onu korumak olduğunu da söyleyemezdi. Bu yüzden sessizliğe gömülmüştü. Cora da hiç istemese de sinirlenmişti. Ona gitmesini söylediğinde itiraz etmeden çıkmıştı odadan. Andrew o gittikten sonra ışık küresini döndürmüş ve tüm gece karanlıkla baş başa kalarak bir çözüm düşünmüştü.
Zaman sabaha vardığında ise biliyordu bir yol olmadığını. Hiçbir şekilde kurtuluşu yoktu. Sıkıntıyla bir nefes daha verdi. Her nefes ona işkenceydi sanki. Her seferinde daha çok acı çekiyordu.
Yapması gereken işleri vardı ama yerinden kımıldamadı. Safkan Thomas'ın askerlerle odasına gelmesini bekliyordu. Dün geceden beri hala gelmemesine şaşırıyordu aslında.
Tam da bu esnada kapısına iki kere vuruldu. Sabırsız ve hızlı iki vuruş... Safkan Thomas gelmiş olamazdı. Onun kapıya vuracağını hiç sanmıyordu. Sabahın bu erken saatinde buraya kimin geldiğini merak ederek ayağa kalktı. Seslenerek içeriye girmesini söyleyebilirdi ama yapmamıştı. Çaresizliğinin sesine yansımasından korkuyordu. Kapıyı açtığında karşısında gördüğü kişi ile şaşkınlık sardı bedenini.
"Prens Elliot?"
Sorarcasına ismini söylediğinde prens aceleyle konuştu.
"İçeriye girebilir miyim? Sizinle önemli bir konuda konuşmak istiyorum." Dedi bir anda.
Konuşmasının sonunda ne için geldiğini anlatmak istercesine elinde tuttuğu kitapları göstermişti. Andrew başını hafifçe sallayıp geriye çekildi. Prens koridora bakıp içeriye girdi hızla. Birinin olmadığından emin olmak istemişti. Safkan Andrew kapıyı kapatıp içeriye geçti. Karşılıklı şekilde koltuklara oturdular. Prens bir şey söylemeden önce elinde tuttuğu kitapları, koltukların arasındaki masaya koydu ve Andrew'e doğru itti. Andrew kitaplara baktı kısa bir süre. Birbiri üzerine sıralanmış kitaplara dokunmadan açıklama beklercesine prense baktı. Prens endişe dolu bir sesle konuştu.
"Bunu nasıl anlatırım bilmiyorum. Sizin yardımınıza ihtiyacım var. Başka kimse bana yardım edemez." Elliot çaresizdi ve kendini hiç olmadığı kadar tehlikede hissediyordu.
Safkan Andrew onun bu sözüne az daha gülecekti. Kendine bile yardım edemiyordu, ona ne yapabilirdi ki?
Prens ise doğru kişiyle konuştuğuna inanıyordu. Çocukluğundan beri safkan Andrew ile yakındı, onun nasıl biri olduğunu biliyordu. Ona anlattıklarından sonra safkan Andrew'in onu anlayacağını düşünüyordu. Masada duran kitapları işaret etti.
"Bu kitaplar safkan Deragas a ait. Onun ölümünden sonra bir melez getirdi bunları. Gizlice saraya girip beni buldu ve bunları safkan Deragas'ın bana gönderdiğini söyledi. Ardından da onu öldürenin kendisi olduğunu ve bunu babamın emriyle yaptığını söyledi. Safkan Deragas'ın son isteği bu kitapları bana ulaştırması olmuş. Daha fazlasını öğrenemedim, elimden kaçmayı başardı. Sonrasında tek öğrendiğim öldüğüydü."
Onun anlattıklarını safkan Andrew'in sakin bir şekilde dinlemesi kesinlikle Elliot'un beklediği tepki değildi. Ona inanacağını biliyordu ama bu kadar sakin olması prensi endişelendirmişti. Andrew'in kitapların üzerindeki gözleri prese döndü. Prensin endişesinin yanında o yalnızca safkan Deragas'ın prense güvenip önemli olabilecek bu kitapları ona ulaştırmış olmasını düşünüyordu. Anlamadığı tek şey ise prense neden kitap göndermiş olmasıydı? O kitaplarda ne vardı? Andrew aslında ne olduğunu az çok tahmin ediyordu...
Safkan Deragas'ın mutlaka bildiği bir şey olmalıydı ki prense güvenmişti. Andrew çocukluğundan bu yana tanıdığı melez prense güvenmeye karar verdi bu yüzden.
Her şeyi bir kenarıya attı, tüm şüphelerini ve korkularını. Sert bir sesle,"Evet safkan Deragas'ı baban öldürttü."dedi bildiği gerçeği bir soyluya itiraf ederek.
Prens ise başını eğmek ve duyduklarını kabullenmekle yetindi. Safkan Andrew'in bunu nasıl bildiği hakkındaki düşünceleri sildi aklından. O her zaman diğer safkanlardan farklıydı.
"Kitaplarda bu konu hakkında hiçbir şey yok. Melezin söylediği buydu. Bir kanıt bulamasam da zaten bunun babamın yaptırdığını biliyordum."
Andew prensin babasıyla arasının olmadığını biliyordu. Zamanla bu durum prensin gerçekleri görmesini sağlamıştı anlaşılan. Andrew, prensin neden burada olduğunu hala anlamamıştı. Madem biliyordu, yardıma ihtiyaç duyacağı bir mesele de yoktu.
"Benden nasıl bir yardım istiyorsun?"
Prens onun bu kadar merak duymasına bakarak daha da umutlandı. Daha önce ondan yardım istemediği için pişmandı.
"Kitapların arasında safkan Deragas a ait günlükler ve bir de safkan Deragas ın yazdığı bir kitap vardı. Günlüklerde pek bir şey yoktu ama eski dille yazılmış kitapta bazı gizli mesajlar vardı. Dilini tam olarak çözemedim. En öndeki bir mesajı ve birkaç sayfayı çevirmeyi başardım. Kitabın en önündeki bir notta, red adındaki birinin kalkanı geçmesini sağlamamı istediğini yazmış."
Sustu ve safkan Andrew in anlattıklarına nasıl bir tepki vereceğine baktı. Ancak safkan Andrew sessizce onu dinliyordu.
Prens günlerdir kapıldığı düşüncesinde bir yanlışlık olabileceğini düşündü. Cora nın ikinci isminin red olması büyük bir tesadüfen ibaret olmalıydı. O notla safkanı ilişkilendirmesi çok anlamsızdı. Geçmişini araştırmış ve onu özel yapacak tek bir kanıta dahi rastlanmamıştı. Başını iki yana sallayıp konuşmaya devam etti.
"Kitapları çok iyi sakladım. Buna rağmen eski Nigrum diliyle yazılmış olan kitap kayboldu. Kimin yaptığını bulmaya çalışıyordum günlerdir. Buldun da. Ağabeyim almış. Bunu bildiğimi hala bilmiyor."
Prens sarayda pek çok melezin sadakatini kazanmıştı. Bu sayede kitabın abisinden olduğunu kısa zamanda öğrenmişti. Kitabın yerini bulmak kolay olsa da, ağabeyinden alması neredeyse imkansızdı. Prens Lukas sürekli peşindeydi. Kitabın onda olduğunu öğrendikten sonra bunu anlamıştı. Sürekli peşinde birileri dolaşıyordu. Prens zamanının kalmadığını düşünüyordu. Ağabeyi bulduğu ilk fırsatta kitabı babasına gösterecekti. Bunu yaptığında prens Elliot başına gelecekleri düşünmek bir istemiyordu. Babasının ona acıyacağını hiç zannetmiyordu. Sözlerine devam edeceği sırada safkan Andrew sessizliğini bozup konuştu.
"Kitabı geriye almak istiyorsun. Bana bu yüzden geldin."
Prens Elliot başını salladı. Andrew ise duyduklarına inanamıyordu. Şaşkınlığını gizlemeyi başarmıştı, içinde oluşan şaşkınlığın ne kadar büyük olduğunu yanlızca kendisi görüyordu. Safkan Deragas ın Cora yı prense emanet etmesine mi yoksa Cora dan haberi olmasına mı daha çok şaşırmıştı? Bilmiyordu.
Safkan Deragas prense gerçekten de güvenmişti. Birliğin en büyük sırrını ona açık etmişti. Prens ise başarısız olmuştu. Kitap prens Lukas in elinde son derece tehlikeliydi. Andrew, Prens Lukas ın babasına ne kadar sadık olduğunu biliyordu. Ayrıca tahttaki hakkını koruma için de yapamayacağı bir şey yoktu.
Bu artık sadece prens Elliot un sorunu değildi. Ne olursa olsun o kitabı almak zorundaydı. Kendi sorunlarını düşünmeyi çoktan bırakmıştı bile. Safkan Thomas ı unutmuştu. Cora nın hayatı hiç olmadığı kadar tehlikedeydi. Her şey ortaya çıkabilirdi. Bu olursa Cora yı kraldan korumanın hiçbir yolu yoktu. Prensin yüzüne baktı. Söylediklerine bakarak onun Cora dan haberi olmadığına emin olabilirdi. Bir şüphesi olsaydı bunu mutlaka söylerdi diye tahmin ediyordu. Kitabın bir kısmına bakmıştı sadece. Bildikleri onu bir sonuca götürmemişti neyseki. Prensin endişe dolu yüzüne bakarak emin bir şekilde konuştu.
"Bir an önce o kitabı geri almalıyız o hâlde."
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
07/01/18
_sonsuzsiyah_
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top