•27•~Ödenen Bedeller~
<><><><><><><><><><><><>
İyi okumalar dilerim.
_sonsuzsiyah_
<><><><><><><><><><><><>
________
_________
~
Birçok hata yaptım. Pişman olmamak için çabalasam da zihnimin bir köşesinde yer edindi her biri. Tekrarlamamak için mücadele ettim. Her mücadelem beni bir hatadan başka bir hataya götürdü. Attığım her adım yanlıştı. Ben yanlıştım. Doğru yolu bir türlü bulamadım.
Güven duymadığım halde hep başkaları tarafından zarar gördüm. Onları suçlamıyordum. Tek hata bendeydi. Asla yeterince iyi olamadım. Ya da fazla iyiydim. Tüm sorun buradaydı belkide. Yanlış tarafta duruyordum. Köşeye sıkışıyordum sürekli. Kaçıp kurtulamıyordum. Kabullenmiştim artık. Hiçbir zaman huzuru bulamayacaktım. En başta bunu anlamam gerekiyordu ve ben bunu en iyi şekilde kazımıştım zihnime. Asla silmeyecektim.
Sadece kendimi korumak hiçbir işe yaramıyordu. Ki zaten bu bana daha çok zarar veriyordu. Durum ben müdahale etmeden bile gittikçe kötüleşiyordu. Zaman yavaşça tüketiyordu ruhumu. Sanki bundan zevk alıyordu. Bu dünya bana uygun değildi, şu anda değildi.
Değişmek istiyordum. Harekete geçmek istiyordum.
Zaten batmaya başlamıştım bir kere. Güçlüydüm. Artık bunu söyleyebileceğim kadar güvenmiyordum gücüme. Gerçek olmadığına inandığım bir kavram olan güç, başkaları için gerçekti. Daha fazlası diğerleri için güçse, üstünlükse ben de buna sahiptim. Etrafımdaki herkes ya başkalarına ya da kendilerine zarar veriyordu. Oynanan oyunda ortası yoktu. Git veya kal. Öl veya yaşa. Daha üstün olarak yaşa. Başka bir seçenek yokmuş gibi.
Ben bunun neresindeydim? Henüz ne kazanmış ne de kaybetmiştim. Aeris beni uyarmak için gelmişti. Bundan sonra vereceğim kararlar kaybetmeme sebep olabilirdi. Risk almak kaybettirir miydi bu oyunu? Öylece durarak da kazanamazdım gerçi. O urimanın buraya gelip bana hayatımın tehlikede olduğunu söylemesi boşuna olamazdı.
Umursamazsam, pişman olurmuş gibi hissediyordum. Onun sözlerine inanmıştım. Tek bir şüphem dahi yoktu. Bana hiçbir zaman yalan söyleyemezmiş gibi hissediyordum. Aramızdaki bağ yüzünden böyle olmalıydı. Ona güvenmeyi seviyordum. Aeris sadece bana bağlıydı. Ona güvenmemem için hiçbir sebep yoktu. Birilerine güvenme ihtiyacı hissediyordum. Bu biri urimam olabilirdi. Aeris'i düşünmek için yanlış bir zamandı belkide şimdi. Ama az önce gördüklerimden sonra bu pek mümkün değildi. Onun uyarısının hemen ardından yaşananlar, korkutmuştu beni. Kaybedenlere bir yenisi daha eklenmişti.
O da Safkan Andrew'di. Bunu istemiyordum. Her ne kadar ona güvenmesem de ondan ayrılmaya hazır değildim. Henüz değildim. Az sonra anlatacaklarının tek bir kelimesini dahi duymak istemiyordum. Sanki duyarsam büyü bozulacaktı. Kenarında yürümeye bile başlamadığım o uçurumdan düşecektim. Yere çakılacaktım.
Safkan Andrew'in koluna girerek ona destek olmaya çalıştım. Karşı çıkmadı. Anlatacakları olduğunu söyledikten sonra tek bir kelime dahi etmemişti. Ben de gömülmüştüm sessizliğe. Gece bir toprak gibi üzerimi örtmüş, endişe dolu yüzümü gizlemişti. Karanlık kadar gizli olan var mıydı başka? Başka ne bu kadar mükemmel bir şekilde saklardı bizi? Hiçbir şey.
Heva kalkanının bizi hapsettiği karanlıktan nefret eden ben aslında sürekli ona sığınıyordum. Çok bencildim doğrusu. Küçük bir çocuğun annesine karşı yaptığı bencillikti bu. Gece ise bir anne gibi bunu görmezden gelip bana iyi davranıyordu.
Saraya girene kadar sessizliği dinleyerek yürüdük. Geceye veda edip soğuk ve yalancı sarayda yürümeye başladık. Saray tüm muhteşemliği ile büyük bir yalanı sunuyordu. Herşey kusurluyken, sanki her şey kusursuzmuş hissi veriyordu. Saray dışarıdaki havadan daha soğuktu. İnsanın ruhunu üşütüyordu.
Siyah zeminli koridorlarda ayak seslerimiz yankılanıyor ve sessizliği katlediyordu. Tek tek hepsinin beynimdeki düşüncelere, zeminde bıraktıkları seslerle eşlik ettiği adımlarımız safkan Andrew'in odasına gidene kadar bizimle oldu.
Safkan Andrew kolundaki elimi çekerek onu bakmamı sağladı. Ardından yanındaki anahtarkart ile odasının kapısını açtı. Açılan kapıdan karanlığa gömülmüş odaya sert adımlarla yürüdü. Masasının önündeki siyah koltuklarda birine oturdu ve başını geriye yasladı.
İçeriye girdim. Beni saklamasını umduğum karanlık şimdi her yerdeydi. Hem beni hem de safkan Andrew'i saklıyordu. Ne yazık ki bu sefer buna son veren ben olacaktım. Yönümü bulabilmek için girdiğim odanın kapısını açık bıraktım. Koridordan yayılan ışık odayı az da olsa aydınlatıyordu. Kapının yanında duran ışık küresine ilerledim. Gerekli sözleri neredeyse sessiz bir şekilde söyledim. Saniyeler içinde ışık küresi harekete geçti ve yavaşça artan ışığı ile odayı aydınlattı. Odanın kapısını kapattım ve safkan Andrew'in karşısına oturdum. Hâlâ anlatacaklarının dinlemeyi istemiyordum.
Ben oturduğumda başını kaldırdı ve kapalı olan gözlerini açtı. Yüzündeki kanı gördüğümde aklıma safkan Thomas'ın ona vurduğu an gelmişti. Gözü dönmüştü resmen. Onu bu kadar sinirlendiren nedeni öğrenmeyi istemiyordum. Ama ilk defa safkan Andrew anlatacaktı. Sakladığı sırrı benimle paylaşacaktı. İlk defa öğrenmek istemiyordum ve o da ilk defa anlatmak istiyordu.
Soğuk yüzünden titreyen parmaklarımı birbiriyle birleştirip, kolarımı dizime dayadım. Anlatacaklarını bilmeye ihtiyacım vardı. Bilinmezlerden nefret ediyordum ve bu çoğunlukla korkumun önüne geçiyordu. Yine aynı şey olmuştu. Uçurumun kenarında doğru ilerlerken ayağıma bir taş daha takılmıştı. Bu taşlar düşmeme neden olacaktı. Elinde sonunda düşecektim belki o uçurumdan. Niyetim bunu olabildiğince geciktirmekti.
Derin bir nefes aldı sıkıntıyla. Hâlâ kötü görünüyordu. Ya da bana öyle geliyordu. Onunla ilgili hiçbir şeyden emin değildim. Ona güvenmiyordum. Haklı sebeplerim vardı. Ama hala onun yanında olmak zorundaydım.
"Safkanların en önemli görevi Heva kalkanını yok etmektir. Ama bu mümkün değil."diye başladı sözlerine.
Söyledikleriyle birlikte aklıma Brian ile ilk kez konuştuğumuz zaman bana anlattıkları geldi. Şimdi safkan Andrew'in de onunla benzer bir cümle kurması kaşlarımı çatmama neden oldu. Bu hareketimi gördüğünde anlatmayı bıraktı.
Sert bir sesle,"Seninle ilk defa bu kadar açık konuşacağım. Söylediklerimin her kelimesi gerçek."dedi.
Başımı salladım onu onaylayarak. O an tek düşündüğüm Brian'dı. Ben ona hiç inanmamıştım. En başından beri doğruyu mu söylüyordu? Kendi doğruları olduğuna inanmıştım.
'Dile getirilmeyen gerçekler vardır.' demişti Brian. Bunlar yalnızca onun gerçeği değildi. Safkan Andrew'in sözleriyle beni yeniden ele geçiren pişmanlık duygusundan bu kez kaçmadım. Kendimi cezalandırıyordum bir nevi. O haini, yaptığımı kabullenerek unutabilirdim. Doğru olanı yapmıştım. Ruhumu bu fikre elinde sonunda inandıracaktım. Safkan Andrew ben başımı salladıktan sonra devam etti konuşmaya.
"En azından kralın kabul edeceği bir yol mümkün değil."
Bunlar Brian'ın sözleriydi. Şu an karşımda sanki o konuşuyordu. Geçmişte kütüphanede yaptığım konuşmadayı yeniden yapıyordum sanki. Tek fark bu kez anlatılanları kenarıyla atmayacaktım.
"Safkanların hepsi bu durumun farkında. Çoğu krala boyun eğdi ve olmadığını bilerek başka bir yol aradı heva kalkanı için. Ancak bazıları boyun eğmedi. Bu safkanlar ve bu durumdan bir şekilde haberi olan ve doğru olduğunu kabul eden melezler birlik oldu. Tek bir amaç uğruna krala karşı geldiler."
Aklıma gelen düşünce dudaklarımdan döküldü.
"Hainler."dedim fısıltıyla, gözlerim ona odaklanmış bir onay bekliyordu.
Başını salladı.
"Evet." Dedi beklediğim cevabı vererek,"Zamanla bu durum çığırından çıktı. Hainlerin amaçları görünürde kötü olmasa bile yöntemleri doğru değil. Halk için tehlikeliler çünkü karalı yok etmek istiyorlar. İki taraf da iyi ve doğru olan değil. Ne kral ne de birlik."diye devam etti sözlerine.
Ne kral ne de birlik... İkisi de doğru değildi...
Sustu ve düşüncelere daldı yeniden. Anlattıkları ile Brian hakkındaki, kabul etmem gereken düşünce daha inanılır gelmişti gözüme. Yöntemleri doğru değildi. Onun için üzülmem, saçmalıktan başka bir şey değildi. Aklımda beliren bu düşünce ile bencillik ettiğimi düşünsem de çoktan kabullenmiştim.
Kral hakkında söyledikleri ise, içimde gittikçe büyüyen bir nefreti körüklüyordu. Kral hakkında öğrendiklerim ona olan tavrımı kqtlamıştı. Pres Elliot'un onun bir katil olup olmadığı hakkında ne bulduğunu artık o kadar da çok merak etmiyordum. Muhtemelen doğruydu. Kral safkan Deragas'ı gerçekten öldürmüş olabilirdi. Prensin bunu öğrenmesi ise sadece babası ile arasını açardı muhtemelen. Birlikte safkanlar da vardı. Onların varlığına ve sarayda bile hainler olmasına rağmen krala bir zarar veremiyorlardı. Prens Elliot da krala zarar verecek güce sahip değildi. Ki zaten babasına zarar vereceğini hiç sanmıyordum.
Aklımda kalan tek soruyu alacağım cevabı düşünmeden sordum.
"Peki sizinle ne ilgisi var?
İnanmayı reddetmekti bu yaptığım. Alacağım cevap çoktan belirmişti zihnimde. Bunu sormamın tek nedeni, onun konuşmaya devam etmesini sağlamaktı.
Başını yere eğip,"Ben onlara yardım ettim."dedi zorlukla. Pişmandı belkide...
Beklediğim kelimeler onun sesiyle de yankılandı zihnimde. Devamını öğrenmeye duyduğum istekle,"Nasıl?"diye sordum.
Cevap vermedi. Bu kadardı işte. Bir hain olduğunu söyleyip yine bir şeyler gizlemişti. Asla tam olarak dürüst olmayacaktı bana karşı. Buna rağmen ben onun gitmesini istemiyordum.
"Sanırım anlatacaklarınız bitti."dedim durgun bir sesle.
Ellerimi iki yana açıp umutla baktım yüzüne. Neden bana güvenmiyordu?
Hala sinirliydi. Bu siniri,"Evet bitti. Sana bunları beni yargılaman için anlatmadım. Sadece gittiğimde, başını bana ne olduğunu öğrenmeye çalışırken belaya sokmaman için anlattım."derken bile sesine yansımıştı.
Sanırım başkalarına çok fevri hareket eden biri gibi görünüyordum. Böyle biri olduğunu düşünmüyordum. Sadece yapılması gereken bir şeyi yapardım. Aklıma, mantığına yatması yeterliydi.
Yine de durumu öylece kabullenmesini anlayamıyodum. "Öylece bekleyecek misiniz? Ölümü bu kadar çabuk kabullendiniz demek."dedim onun bir açıklama yapmasını umarak. Kesinlikle bir planı vardı... Sadece benden saklıyordu. O, ölemezdi..
Sözlerim üzerine gülümsedi. Bu gülümseme sahte değildi. Gülümsemesi bana ya da sözlerime de değildi. Kendi yaptığına ve başıma gelenlere verdiği acı bir tepkiydi.
Onun planı olduğuna dair inancım,"Elimden bir şey gelmez. Brian'ın başına gelenler benim de başıma gelmek üzere."demesi ile parçalara ayrılıp kayboldu. Her şey bitmişti.
Yaşananlar kendini tekrar ediyordu. Tek bir sorun vardı. Bunlar doğru gelmiyordu. Onların zarar görmeleri doğru gelmiyordu. Safkan Andrew'in sakladığı sırlar yüzünden bir türlü gerçeği tamamen göremiyordum. Uçuruma doğru giderken körleşiyordum. Bu beni aşağıya düşürmez miydi? Düşürürdü elbet.
Kısa konuşmasına,"Hayatta kal Cora. Yanlız olsan da yeterince güçlüsün. Git hadi." Sözleri ile son verdi.
Ona bir sürü soru sormam gerekiyordu değil mi? Tek bir soru dahi sormadan çıktım odadan. Tek bir kelime dahi çıkmadı dudaklarımdan.
Neden bana verdiği cevaplar sorularımı yanıtlamıyordu?
Birliğe nasıl yardım etmişti?
Neden yardım etmişti?
Ne yapmıştı onlar için?
Onlarca sorudan beynimin içinde en yüksek seste duyduğum birkaçı da dahil hiçbirine cevap bulamadım.
~
Noah sinirle,"Doğruyu söyle bilerek yaptın değil mi?"dedi bana doğru gelirken.
Elimdeki oku ve yayı kenarıyla bırakırken geriye doğru birkaç adım attım. Gece uyumamış ve sabaha kadar pencerenin önünde oturmuştum. Eğer Noah beni o odadan çıkarmasaydı kafayı yerdim muhtemelen. Safkan Andrew'in söyledikleri, Brian, yaşananlar ve muhtemelen yaşanacaklar. Bunları düşünmekten yorgun düşmüş uykusuz bedenimi şimdi ayakta zor duruyordu.
İfadesiz bir yüzle başımı iki yana salladım, yorgunluk ve uykusuzluk yüzünden sebep olduğum ufak bir kazaydı sadece. Sabah aynada baktığımda kızardığını ve şiştiğini gördüğüm gözlerim ise onun üzerime yürümeye devam etmesi ile birlikte iyice açıldı.
"Hayır. Kazaydı."diye bağırdım ellerimi kaldırıp ona doğru tutarken.
Hâlâ sinirimi bozmayı başaran gülümsemesi yayıldı yüzüne. Üzerime doğru yavaşça gelmeyi sürdürürken konuştu.
"Tabii öyledir."
Üzerime gelmeyi bırakıp sağ taraftaki masadan bir kısa kılıç aldı eline. Ardından hızla üzerime geldi. Saldıracağını anladığımda çok geç kalmıştım. Eğilerek üzerime gelen kılıç hamlesinde kurtuldum. Ardından yakınımda olan masaya koşup, benzer şekilli gri renkli ve siyah şeritler ile süslenmiş kısa kılıcı hızla kavrayıp üzerime gelen ikinci hamleyi bu kez kılıcımı kullanarak engelledim.
Az önce okla üniformasından duvara yapıştırmıştım onu. İsteyerek olmamıştı. Aklımın dalgın olması yüzünden gerçekleşen kazanın nedenini ona anlatamadan üzerime saldırmıştı. Tabii bunu fırsat olarak görüp, benimle uğraşmak için bahane etmiş de olabilirdi.
Hamlelerini karşılık verip fırsatını bulduğunda saldırıyordum.
Sonunda elimdeki kılıcı düşürmeyi başardı. Hâlâ yeterince iyi değildim. Ona en fazla birkaç dakika dayanabiliyordum. Kibirle yüzüme baktı. Birkaç saniyenin ardından ikimiz de anlaşmış gibi aynı anda durduk. Yanından ayrılıp kılıcı masaya bıraktım. Yorulmuştum. Bu yüzden masanın hem yanındaki duvarın dibine oturdum. Noah'da kısa süre sonra yanıma gelmişti. Sessizce otururken konuştu.
"İyi misin?"
Güldüm ama mutluluktan değildi gülümsemem.
Asıl nedeni gizleyerek,"Yenildiğim için ağlayacak değilim teğmen."diye dalga geçtim. Olanları elbette ona anlatmayacaktım.
Birkaç saniye yüzüme baktı. Sorduğu şey bu değildi. Bunu biliyordum. Bir umut kurtulma ihtimaliyle böyle cevap vermiştim.
"Ondan değil. Gerçekten iyi misin."dedi ısrarla.
Tam olarak dile getirmiyordu. Sabah, hala odamdaki penceremin önünde otururken gelmişti. Odama geldiğinde kapıya vurmuştu. O anda değil kapıyı açmak gözlerimi açık tutmak bile zor geliyordu. Tek istediğim sonsuza kadar o pencereden zümrüt şehrini izlemekti. Kapım birkaç kere çalınmış ardından odam yeniden sessizliğe gömülmüştü. Yaklaşık yarım saat boyunca bu sessizlik devam etti. Ardından kapıya tekrar vuruldu. Gelenin Noah olduğunu konuştuğunda anlamıştım. Bana 'İçeride olduğunu biliyorum. Kapıyı açarsan sevinirim safkan. Üçe kadar sayıyorum. İçeriye girmemi istemezsin herhalde.' demişti. Ardından saydığını belli eden konuşması doldu kulaklarıma. Kapı kilitliydi.
Noah içeriye geleceğini söylediyse bunu kapıyı kırması gerekse bile yapardı. Bunu bilecek kadar tanımıştım onu. Hemen ayağa kalkıp kapıyı açtım. Beni gördüğünde yüzünde oluşan şaşkınlık hala gözümün önündeydi. Daha sonra aynaya baktığımda gördüğüm yüzle bu şaşkınlığına hak vermiştim. Berbat görünüyordum. Ardından tüm ikna çabalarıma rağmen beni zorla buraya getirmişti.
Şu anda beni zorla buraya getirdiği için ona teşekkür etmem gerektiğini dahi düşünecek kadar iyi hissediyordum kendimi. Onunla zaman geçirmek bana iyi gelmişti.
Hâlâ cevabını bekliyordu. Ciddiyetle tam karşıya bakarak konuştum.
"Evet, iyiyim."
Söylediğim yalana inanmasını umut ederek sessizce konuşmasını bekledim.
"Berbat ok atıyorsun."diye söylendi bir süre sonra.
Kafamı ona çevirdim. Ciddiydi. Akademide ok üzerine ders almıştım. Ok atma konusunda iyiydim. Bunu ona söyleyip yeni bir tartışma başlatmak istemedim. Konuyu değiştirmiş olmasından son derece mutlu olarak onunla tüm sorunlarımın dışında bir sohbete başladım.
Sohpetimiz onun gitmesi gerektiğini söylemesiyle sonlandı. Onun yanından ayrılıp dışarıya çıktım. Askerler beni gördüklerinde şaşırmıyordu artık. Onların arasından ilerleyip sarayın bahçesine geçtim, kısa sürede saraya girip uzun zamandır uğramadığım kütüphaneye gittim. Kütüphanenin ağır ahşap kapısını itip içeriye girdim. Sessizlik içinde kaybolmuş kütüphane oldukça cazip göründü gözüme. Saatler boyunca burada zaman öldürecektim.
Rafların arasında ilerledim. Ne aradığımı bilmeden dolaşıyor ve kitaplara bakıyordum. Çoğunu okumuştum, kimisinin yerlerini ezbere biliyordum. Ayaklarım beni koyu lacivert renkli raflara getirdiğinde duraksadım. Prens Lukas'ın oynadığı oyunun etkisini hala üzerimden atamadığımı ancak buraya ikinci defa geldiğimde ark etmiştim.
İstemsizce rafa doğru ilerledim. Sağ ve sol tarafımda boyumu aşan koyu lacivert renkli iki büyük raf da kitaplarla doluydu. Gergince derin bir nefes aldım. Zor anlar geçirmiştim burada. Daha fazla orada durmanın bana iyi gelmeyeceğini düşünerek oradan çıkmak için ilerleyeceğim zaman, gözüme takılan detay olduğum yerde kalmamı sağladı. Sol yanımdaki rafın başına doğru hızlı adımlarla ilerledim. Durup rafın bitimindeki masadaki kitabı kendime doğru çektim.
Buradaydı...
Sandıktaki o kitap buradaydı.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
03/01/18
05/07/18
_DÜZENLENDİ_
_sonsuzsiyah_
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top