•23•~Soğuk Alevler~
<><><><><><><>
Yeniden merhaba.
İyi okumalar dilerim.
Yorum yapmayı unutmayın.
Not:Spoi içeren yorumlar silinecektir!
_Bölüm İthafı_
gizemlimars(❤)
<><><><><><><>
~
Safkan Andrew in ardından onun odasına girdim. İçeride yanlız değildik. Brian safkan Andrew'in masasının yanındaki koltukların birinde oturuyordu.
Safkan Andrew'in ardında beni fark ettiğinde bir süre bana baktıktan sonra ayağa kalkarak,"İzninizle efendim."dedi.
Onun burada ne işi vardı? Saraydan gönderilmişti.
Uzun zamandır istediğim şey sonunda gerçekleşmişti. Başımı çevirdim, daha fazla onun yüzüne bakmak istemiyordum.
Safkan Andrew,"Çıkabilirsin Brian."diyerek ona izin verdi.
Brian safkan Andrew'in onayıyla bana doğru yürüdü. Gözleri üzerimdeydi. Yanımdan geçerken de bakmaya devam etti. Odadan çıkıp sessizce kapıyı kapattığında odada safkan Andrew ile yanlız yalnız kaldık.
Safkan Andrew masasına yaslı sandalyeyi çekerek oturdu."Neden burdasın?"diye sordu hemen sabırsızca.
Safkan Damon'un yalanını devam ettirmek zorundaydım. Brian'ın neden burada olduğunu merak ediyordum. Onları dinlediğim ortaya çıkmasın diye hiçbir şey söyleyemiyordum.
Gözlerimi yere indirerek,"Geçen gün yaşanan olay hakkında konuşmak için."dedim çekinerek.
Brian gitmişti, onu korumak için yalan söylemesine gerek kalmamıştı artık. Neler olduğunu öğrenebilirdim.
O ise beni yine şaşırtarak,"Özür dilemek için geç bile kaldın."dedi.
"Özür dilemek mi? Ama efendim..."
Elini kaldırıp sözümü kesti. Buz gibi soğuk bakışlarını üzerime dikmişti. O cümlesini bitirdiğinde şaşkınlıkla aralanmış ağızımı çoktan kapatmıştım neyseki.
Böyle mi olacaktı? Pekala, bu oyuna ayak uydurabilirdim.
Başımı sallayarak,"Evet... Beni affetmenizi istemek için gelmiştim."dedim duygusuzca.
Zorlukla kurduğum cümleden sonra sert bir ifadeyle cevabını beklemeye devam ettim. Hala Brian'ı koruyordu. Neden yapıyordu bunu?
Bir süre durakladıktan sonra,"Herkes hata yapar. Bunu bir daha tekrarlama sakın. İlgilendiğin tek şey eğitimin olmalı."dedi.
Ses tonu bu cevabıma şaşırdığını işaret ediyordu ama ısrar etmemem onu memnun da etmişti.
"Elbette. Bir daha olmayacak."dedim tek nefeste, hızlıca.
Gülümsedi. Bu gülümseme artık o kadar sahte geliyordu ki gözüme...
Hücrede onu ilk gördüğüm zaman da yüzünde aynı gülümseme vardı. Her zaman bu kadar sahte miydi? Yoksa sonradan mı değişmişti.
İşte bunu bilmiyordum.
"Yarın sabah yanıma gel. Noah ile başka bir zaman çalışabilirsin."dedi konuyu kapatarak. Artık anlamıştım, safkan Andrew bana bir açıklama yapmayacaktı.
Daha fazla uzatmadan çıkmak için izin istedim ve onun yanından ayrıldım.
Koridorda yürümeye başlamıştım ki koluma dolanan bir el beni durdurdu. Arkamı döndüğümde gördüğüm yüzle zaten kötü geçen günümün iyi sonuçlanmayacağını anlamıştım. Kolumu sertçe çekerek, ondan uzaklaştım.
Brian boşlukta kalan elini geriye çekerek,"Ben...sadece seni durdurmak içindi. Afedersin."dedi. Sanki her hareketinde tereddüt eder gibi bir hali her kelimesinde bir korku vardı.
Ona ne olmuştu böyle? Çok farklıydı...
Bakışı duruşu... Onu ilk defa böyle görüyordum. Ama acıyla bakan yüzü benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Etmemeliydi. Ondan nefret etmeliydim.
Henüz kendime bile itiraf edemesem de yapamıyordum. Beni en çok sinirlendiren de buydu. Neden gözümle gördüğüm gerçeklerin doğruluğuna inanmıyordum. Neden onu bir hain olarak göremiyordum.
Düşüncelerden sıyrılarak,"Ne istiyorsun."dedim sertçe.
Koridorda şu anda ikimizden başka kimse yoktu. Birileri gelmeden önce gitmem her ikimiz için de iyi olacaktı.
Brian ondan bekletmeyeceğim bir şekilde,"Özür dilerim."dedi.
Her an ondan yeni bir tehlike görmeyi bekleyen ve bu yüzden tetikte olan ben, bu sözlerle birlikte affallatmıştım.
Az önce iki safkandan duyduğum sözlerde gideceğini öğrendiğim birinin tüm yaptıklarından sonra ancak şimdi özür dilemesi, hem de benden dilemesi fazlasıyla saçmaydı. Bu özrü hak eden çok kişi vardı, bu yüzden alayla,"Ne için?"diye sordum.
Belkide onun yoluna çıkan ve zarar görmeyen tek kişi bendim...
Tek istediğim beni rahat bırakmasıydı. Artık herşey için çok geç kalmıştı.
Derin bir nefes alarak,"Biliyorsun."dedi gönülsüzce. Burada olmak onun için fazlasıyla zordu büyük bir olasılıkla.
Karşımda acı çeken bir Brian vardı. Mutlu olmam gerekirken, bunun yerine içimden onu teselli etmeye isteği uyanıyordu. Biraz daha burada durursam gardımı indirecektim.
Aramızdaki mesafeyi koruyarak karşısına geçtim. Bir haine yardım etmiştim. Brian burada kalmaya devam etseydi ona karşı savaşabilir miydim? Doğru olan buydu ama aklım tamamıyla buna karşı çıkıyordu.
Sert ifadesi bozmadan başımı salladım.
"Belki kendi ağızınla söyleyebilecek kadar cesaretlisindir diye düşündüm. Yanılmışım."
Gülümsedi. Gözlerine bakarken gülümsemesi ile birlikte sanki gözleri patlamıştı. Bir an gözlerinin dolduğunu zannettim. Hayır... O Brian'dı. Bay umursamaz!
Ellerini belinin hizasında kaldırdı."Elimden gelen bu. Sana daha fazlasını söylemeyi isterdim. Gözlerindeki o ifadeyi değiştirebilmek ve...
Başını yere eğip devam etti konuşmaya.
"Her neyse. Bir daha beni görmeyeceksin zaten. Seni zor durumda bıraktığım için konuşmak istedim. Gidiyorum."diye bitirdi sözlerini.
Ben ise,"Gitmelisin."dedim yalnızca. Bu kadar soğuk bir sesle ifade ettiğim sözcüğü sarf ederken, sanki söyleyen ben değilmişim gibi içim ürpermişti.
Sesim istemsizce soğuk ve kararlı çıkmıştı. Umursamamaya çalıştım ama içten içe rahatsızdım.
Yüzüme bakıp kaldı, öylece hiçbir şey söylemeden. Ardından yüzündeki ifadesizliğe rağmen sol elinin yumruk halini aldığını ve var gücüyle parmaklarını avucuna bastırdığını gördüm. Çok geçmeden hızlı adımlarla yanımdan geçti ve hızla yürümeye devam etti.
Gitmişti... Belki de bu, onu gerçekten de son görüşümdü.
~
Neden pes ederiz. Olmayacağını gördüğümüz için mi? Hiçbir şey imkansız değildir diyen de biziz, zorluklar karşısında pes eden de. Yorulduğumuzdandır belki. Kim bilir, herkesin kendine göre haklı bir nedeni vardır. İmkânsızlık yüzünden midir? İmkansızlık, kusursuzluk kelimesinin eşi, en az onun kadar tehlikeli olandır. Kusursuz dediğimiz şey zaten imkansızdır. Ulaşılamaz. Buna rağmen gözümüze kusursuz gelen pek çok şey vardır. Peki kusursuz olan imkansızsa, imkansızlık gerçekten var mıdır? Kanıtlanabilir belki bu sayede. Herkesin kendinde bulunan seviye/statü hissiyatı yüzünden ortaya çıkan imkansızlık, beraberinde pes etmeyi getirir. Bir kimse kendinde olan güçten daha fazlasını kaldırmayı göze alıyorsa bu imkansızlık dediğimiz olguyu meydana getirir.
Kim kendinden daha büyük bir şeyi uzun süre taşıyabilir ki. Pes etmenin kaçınılmaz olduğu andır aslında sonrası. Ya durmayacak ve tükenene kadar imkansızlığın ardında koşacak ya da pes edip olduğu yerde kalacaktır.
Pes etmek kolay yoldur. Kaçıştır. Tükenmekten korkmaktır. İlerlemek ise zor olandır. Ya kazanır ya da kaybedersin. Ortası yoktur. Ya kalır ya da gidersin. Ya güçlenirsin ya hepten tükenirsin.
Brian'ı dünden sonra hiç görmemiştim. Son konuşmasındaki sözleri bana bunları düşündürüyordu. İmkansızlığın var olmadığı bu dünyada, yaşayan ruhlar kaldıramayacağı kadar büyük amaçların peşinden gidiyordu. Kendi imkansızlıklarını yaratıyorlardı. Belkide ben de onlardan biriydim. Bir safkan olmak benim için fazlaydı. Yeterince güçlü değildim belkide. Ama yine de olmam gereken yer burasıydı. Sahip olduğum güç bana hala ağır gelse de durmadan çabalıyordum. Bu yolda ya yok olacak ya da yükselecektim. Brian yok etmişti kendini. Kaybetmişti. Aklımda dönüp duran düşüncelerden kurtulmak için kapalı gözlerinin aramadım.
Dakikalarca uğraşmama rağmen hiçbir şekilde reaksiyon göstermeyen stella kristalinin sinirle bakmaya başladım.
Safkan Andrew kristale dokunduktan sonra,"Yetenekli olduğunu sanıyordum."dedi şüphe ile.
Bıkkınlıkla nefesimi verdim. Kristale dokunduğumu daha fazla saklamanın bir anlamı yoktu. Kaçmayı seçtim. Şüpheli bakışları üzerinde olan safkan Andrew e bir açıklama yapma zamanı gelmişti.
"Kristal ben ona dokunduğumda harekete geçmişti."diye itiraf ettim gerçeği bir çırpıda. Her ne kadar ona güvenmek konusunda emin olmasam da bana yardım edebilecek kimse yoktu ondan başka...
Kaşlarını çattı ve yüzüme baktı bir süre. Ona olan güvenim çoktan tükenmişti. Artık mecbur kalırsam konuşuyor ve birkaç cümleden fazla bir şey söylemiyorum. Bunun farkındaydı ama bir şikayeti de yoktu. Ne yazık ki ona ihtiyacım vardı, her şeye rağmen..
Safkan Andrew oturduğu koltukta geriye çekilerek,"O halde dokun ona."dedi kararlı bir sesle.
Tam karşısında otururken sözüyle birlikte başımı kaldırıp ona baktım.
Bu sakin tepkisi beni şaşırtmıştı. Safkan Damon kristalin başka bir yolla harekete geçmeyeceğini söylemişti çünkü.
Onun kararlı bakışları ile masanın üzerindeki kristale baktım yeniden. Bir haini korumuştu, benim bir kristali normal olmayan bir yolla kontrol etmem de sorun olmazdı onun için. Kurallar zarre kadar umurunda değildi. İlk günlerde beni şaşırtan ve birkaç kere ona sorduğum bu duruma alışmıştım artık.
Kristale dokundum. Birkaç saniye sonra kristalden bir sıcaklık yayılmaya başladı. Bir süre bekledikten sonra elimi çektim. Önceki seferde olduğu gibi kristalin üzerinde elimin şeklinde gri bir iz çıkmıştı.
Safkan Andrew'in odasındaydık. Masasının önündeki siyah koltuklarda karşılıklı şekilde oturmuştuk. Önümüzdeki siyah renkli alçak yükseklikte duran masanın üzerindeki kristal ben elimi çektikten sonra da sıcaklık yaymaya devam etti. Başımı kaldırıp safkan Andrew'e baktım. Düz bir ifadeyle kristale bakıyordu. Ona baktığımı fark etmiş olacak ki başını kaldırdı.
"Ancak böyle harekete geçirebiliyorum."dedim ona bakarken.
"Kalkanı oluşturan nigrumun soyundan geliyorsun. Güçlerinin farklı şekillerde aktarılıyor olmasının nedeni de bu."
Sinirle soludum. Yine önceki seferlerde olduğu gibi aynı mazeret ile konuyu kapatacaktı. Bu sefer bu kadar kolay sıyrılmasına izin vermeyecektim. Bir açıklama yapması gerekiyordu artık.
"Bu kadar basit mi? Gücümle ilgili yaşadığım tüm problemler nedense bu sebebe bağlı."
Sinir söylediğim sizlerin hemen ardından,"Bana inanmıyor musun? Ben senin eğitmeninim ve bir safkanım."dedi.
Başımı iki yana salladım hafifçe. İçimde biriktirdiğim düşünceleri ona söylemek için sabırsızlanıyordum. Bunu yapmamalıydım ama bu sefer kaçmayacaktım.
"Bir şey gizliyorsunuz. Ne olduğunu bilmiyorum ama nedense başından beri böyle düşünüyorum. Tavırlarınız, yaptıklarınız hiçbiri doğru değil."dedim içimde biriken her şeyi kusarak.
Koltuğun koluna koyduğu eli yumruk haline geldi. Bu çıkışın beklediğim gibi onu sinirlendirmişti.
"Küstahsın, haddini bilmiyorsun. Senin iyiliğin için çabalıyorum ben."
Sinir katsayım gittikçe yükseliyordu. Titremeye başlayan ellerimi birbirine bastırdım ve birkaç saniyeliğine gözlerimi kapattım. En az benim kadar sınırlı olan eğitmenimiz ise öfkesini ustalıkla kontrol ediyordu.
"Aylardır buradayım. Benim gibi kalkanı oluşturan altı nigrumdan birinin soyundan gelen tek bir safkan dahi görmedim. Neden?"diye sordum.
Sinirle sıktığım dişlerinin arasından çıkan soğuk sözler ile sessizlik oluştu. Konuyu saptırmıştım biraz, tek amacım hayatımdaki boşlukları doldurmak ve bilinmezleri öğrenmekti.
"Hepsi akademilerde görevli. Sayıları az ve akademilerden çıkmazlar Cora. Konu buraya kadar geldi demek. Sana bu konuda neden ve nasıl yalan söyleyebilirim?"
Neden söyler? Bunu ben de merak ediyordum. İçimdeki bu düşünceden kutulamıyordum bir an bile. Belkide paronayak biri olmuştum. Yaşamım boyunca yanlız olmanın getirdiği bir lanetti bu.
Pes etmiş bir halde içindeki tüm duygular çekildi birden, hissizce,"Bilmiyorum."diye mırıldandım.
Gücümün yetmediği bir hedef uğruna kendimi harcadım, yeniden. Kaybettim...
Safkan Andrew,"Her ne olursa olsun bana güven. Daima senin yanındayım ve her ne yapıyorsam bu senin iyiliğin için. "Dedi sakince.
Başımı salladım. Tek bir söz tek bir mimik barındırmayan bir cevaptı. Yeterliydi. Fazlası için gücüm yoktu. Ona inanmış gibi yaptım.
Önümdeki stella kristali yaydığı ısıyla tekrar dikkatimi çekti. Gitgide artan sıcaklığı yüzüme vurmaya ve beni rahatsız etmeye başlamıştı. Üzerinde durduğu masanın yanması ise altına koyulan metal kısa ayaklı kare levha sayesinde engellenmişti. Bu sayede hiçbir yere zarar vermiyordu sıcak kristal. Elimi kaldırıp kristale dokunmak için uzandım.
Safkan Andrew telaşla,"Dur. Şu anda çok sıcak."dedi
Az önceki konuşmasında sahip olduğu soğuk sesinden sıyrılmış endişeli bir ton barındıran sesiyle beni uyarmak için konuşmuştu. Ben elimin yanmayacağını biliyordum. Onu duymazdan gelerek elimi kristalin pürüzlü yüzeyine koydum.
Biz konuşurken kristalin rengi tamamen griye dönmüştü. Önceki seferde olduğu gibi elimi yakmamıştı kristal. Ne kadar sıcak olduğunu tahmin etmek kolay değildi ancak fazlaca sıcak olan kristal elime hafif bir sıcaklık veriyordu yalnızca.
Elimi havaya kaldırdım ve safkan Andrewin gözlerinin hizasına getirdim.
"Elim yanmıyor."
Yüzündeki endişe yok oldu. Bu yaptığım onu şaşırtmıştı ama bunu belli etmemeye çalışıyordu.
Toparlanarak,"İyi. Stella kristaliyle yeterince çalıştık."dedi ve ayağa kalktı.
Daha sabahın erken saatleriydi. Bu kadar çabuk bitirmesine şaşırdım. Tabii az önceki konuşma yüzünden beni göndermek istiyor da olabilirdi. Ayağa kalktım.
"Gidebileceğini söylemedim."
Masanın üzerine bıraktığı siyah işlemeli pelerini eline aldı. Siyah bir pantalonun üzerine giydiği koyu yeşil gömleğinin üzerine pelerini giydi ve bağını bağladı hızlıca.
"Safkan Damon'un bu durumdan haberi varmı. Yani...
Anlamıştım neyi sorduğunu lafını keserek konuştum.
"Hayır. Gizlemeyi başardım. Ama şüphelendi."
Dikkatini çekmişti ama konunun üzerinde durmamıştı.
"Tamam. O konuda endişen olmasın."
Güven verici bir ses tonuyla söylediği bu cümlesiyle alayla güldüm.
Gülümsemem o görmeden yüzümden silindi."İzninizle."
Bir şey demeden başını salladı. Ayağa kalktım.
Gitmeden önce son kez konuştu. Ciddiyetle,"Bu sarayda güvenmem gereken tek Nigrum benim Cora. Her ne olursa olsun, daha sonra pişman olacağım bir hata yapma. Bunun tek yolu bana güvenmem ve sözlerini dinlemen."dedi.
Cevap vermeden çıktım odasından. Kendi söyledikleriyle çelişen eğitmenime güvenmeyecektim elbette. Kimseye güvenmemem gerektiğini de o söylemişti her nasılsa. Şimdi sırf o söylüyor diye onun istediği gibi davranmayacaktım. Onun kuklası olmayacaktım.
Hızlı adımlarla sarayın siyah mermer zemininde ilerliyordum. Adımlarım hızlı ama sessizdi. Prens Elliot ile konuşacak ve ondan yardım isteyecektim. Benim gibi düzeni sorgulayan ve gerçeğin peşinde olan tek Nigrum oydu. Bana yardım edebilirdi. Tek başıma mücadele ediyordum fakat birinin nereden başlamam gerektiğini söylemesine ihtiyacım vardı.
Tek başıma yürüdüğünü koridorda, pencerelerden aydınlanmış Heva kalkanının ışığı geliyor ve ışık üzerime vuruyordu. Her pencereden eşit miktarda giren ışık gözümü alıyordu. Belki de gözlerim bu ışık yüzünden bir süredir akmaya hazır olan göz yaşımı serbest bıraktı.
Elimin tersiyle yanağından süzülen gözyaşımı sildim. Uzun süredir akıttığım ilk ve son göz yaşıydı bu. Çok sinirlenmiştim. Sinirden ağlayacak kadar hem de. Kendimi sakinleştirmek için derin bir nefes aldım. Asla içli içli ağlamamıştım şimdiye dek. Şimdi de ağlamayacaktım. Tek bir göz yaşından başka içimdeki sıkıntıyı dışa vuracak başka bir yaş daha dökmeyecektim.
Sarayın en üst katına uzanan merdivenlerin sonuna geldiğimde durdum. Beni durduran duyduğum sesti.
"Red!"
<><><><><><><><><><><>
Sizce Cora ya ikinci adıyla hitap eden kişi kim?
Bölüm hakkındaki düşünceleriniz nedir?
Brian sizce nereye gönderildi?
<><><><><><><><><><><>
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
17/12/17
_sonsuzsiyah_
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top