•22•~Beyaz Ay Gölgesi~
<><><><><><><><><><><><>
Yorum yapın lütfen.
Hikayenin akışı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Hikayenin konusu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Cevaplarınızı bekliyorum.
<><><><><><><><><><><>
~
Dakikalardır boşluğa bakarak düşünmüş sonunda kendini hazır hissettiğinde başını kaldırıp,"Seninle uzun zamandır konuşmak istiyordum."diye söze başlamıştı Jason.
Pencerenin önündeki koltuğa oturmuştu. Kollarını dizine koymuş geldiğinden beri parmaklarıyla oynuyordu. Yüzü gergin, bakışları düşünceliydi.
"Seni dinliyorum."diye cevap verdim. Ona karşı her ne kadar sakin bir tavır sergilesem de aslında içten içe endişe ve merak duygusu beni fazlasıyla rahatsız ediyordu.
Onu izlemekten ve konuşacağı konu hakkında kendimce fikirler üretmekten sıkılmıştım. Konuşmak için hiç acele etmiyordu. Saraya döndükten sonra her birimiz odalarımızda gitmek için ayrılmıştık. Jason, ben odama girdikten birkaç dakika sonra gelmişti. Geldiğinden beri konuşmaya başlamasını bekliyordum sabırsızca.
"Kraliyet ormanındaki sınavda Brian yaralanmıştı. Onu sen yaralamıştın ve kolyesini almıştın."diye girdi konuya. Aynı zamanda benim için tehlike çanları çalmaya başlamıştı.
Gergince başımı salladım. Paniklemeden önce sakin olmam gerektiğini hatırlattım kendime. Sözlerinin nereye varacağını beklemeliydim. Aklıma gelen onlarca anı yüzünden ellerim terlemişti. Bu konunun açılması hayra alamet değildi.
Burukça gülümseyerek,"Gerçekte öyle olmadığını biliyorum. En başından beri."dedi.
Korku duygusu çoktan ruhumu ele geçirmişti. Nereden bilebilirdi ki? O ormandan çıktıktan sonra olmuştu ne olduysa. Ormandan çıkmıştı... çıkmış olmalıydı.
Onun aksine sahte bir gülümseme yeestirdim yüzüme,"Jason. Sen neden söylüyorsun bunları?"dedim anlamamış gibi...
Saçmalamıştım. Çok güzel! O ise benim içimde kopan fırtınayı görmediği gibi dediğimi umursamayarak güçsüz sesiyle devam etti konuşmaya.
"Biliyorum. Çünkü Brian'ı yaralayan bendim."dedi. Böylesine büyük bir itirafı ve böyle bir olayı beklemediğim için şaşkınlıkla duraksadım.
Sözüyle birlikte aklımdaki düşüncelerden sıyrılmış ve olayın düşündüğüm gibi olmaması sayesinde bencilce rahatlamıştım. Her ne kadar benimle ilgisi görünürde olmasa da bu düşüm hala beni ilgilendiren büyük bir sorundu. Jason'un sözlerinin doğru olduğuna inanmak istemedim. Ne olursa olsun Brian'a zarar vermemeliydi. Ama itiraf etmişti. Aklım almıyordu. Şaşkınlıkla aralanmış dudaklarımdan tek bir kelime döküldü. Sessizliğe bürünmüş oda şimdi her zamankinden daha soğuk hissettiriyordu.
"Ne?"diye mırıldanmıştım gönülsüzce.
Birbirine kenetlenmiş elleri sıkılmaktan beyazlamıştı. Bembeyaz suratını yere indirdi. Yüzüme bakmıyordu.
"İlk kavgamız o gündü. O kuledeki tartışma sizin şahit olduğunuz tek olaydı Cora. Sana neden bunları anlattığıma gelirsek. Merak ediyorum, sen niye yalan söyledin?
Brian mı tehdit etti?"
Yere sabitlediği bakışları sayesinde benim korkuyla büyümüş gözlerimi göremiyordu. Brian'ın yeni bir yalanı daha ortaya çıkarken aynı zamanda Jason'u hafife aldığımı fark etmiştim. Sık nefeslerimin sesini dinlerken hata yapmaya gayret ederek konuştum.
Tereddüt ederek,"Evet. Te...tehdit etti."dedim kelimeleri toparlayamayarak. Jason ise neyseki bu cevabın üzerinde durmadı. Belli ki zaten cevabımın böyle olacağını düşünüyordu, bu durum benim kekelediğimi fark etmemesini sağlamıştı.
Kimseye güvenme...Şimdi çok daha mantıklı gerekçeler sunulmuştu önüme. Sarayda güvenebileceğimi düşündüğüm birkaç Nigrumlar biri de Jason'du. Bunun nedeni sinir bozucu yapısına rağmen daima doğruyu yaptığına inanıyor olmamdı.
Birkaç dakika önce bunun bir hata olduğunu kavramıştım.
Jason ise beni daha da şaşırtarak,"O bir hain cora. Onun ne olduğunu sen de biliyordun değil mi? En başından beri..."diye devam etti sözlerine.
Gözlerimi onun üzerinden çektim. Yeni bir yalan daha söylerken vicdanımın çığlıklarını dinledim. Onun bunu bana itiraf etmesinin nedeni bana güvenmesi miydi? Belkide o yüzden vicdanım bana şu an işkence ediyordu. Yinede içimdeki duyguyu görmezden gelmek zor değildi benim için. Dikkatli olmak ve kendimi korumak birinci önceliğim olmalıydı. Dost bildiklerim karşı da olsa.
Başımı iki yana sallayarak,"Ne olduğu mu? Brian ile ilgili bildiğim şeyler adı ve bir safkan olarak burada öğrenci olduğu Jason."diye cevap verdim. Gözlerimi suretinde gezdirirken Jason'un şüphe ve endişe dolu ifadesi ile karşı karşıya kalmıştım.
Artık yere değil yüzüme, tam gözlerimin içine bakıyordu. Söylediğim, tam olarak bir yalan değildi aslında ama tamamen doğru da değildi. Ayağıma kadar gelen bu büyük fırsatı değerlendirmek için, bana güvenen arkadaşıma sordum. Tüm sorularımı cevaplamaya hazır gibiydi.
"Ne olduğu? Bunu bana sen söyleyebilirsin. Değil mi?
Başarmış mıydım? Evet. Bakışlarındaki tedirginlik beni rahatlatıyordu. Kendisi için endişe ediyordu. Buraya gelip benimle konuşmakla hata yaptığını düşünüyor olmalıydı. Ama bu bir hata değildi. Ona yalan söylemiş olsam da ona biraz hak veriyordum. Brian'a neden zarar verdiğini tahmin etmek zor değildi benim için.
"Başka bir şansım kalmadı artık. Brian bir hain. Heipso şehrindeki nigrumları hatırla, o da onlardan biri. Bir safkan olduğu halde halkına ihanet edip onları öldürmeye çalışan biri."
Zaten bildiğim gerçekleri bir de Jason'dan dinledim. Kendine göre yapılması gerekeni yapmıştı. Yinede bu, şu anda neden burada olduğunu açıklamıyordu.
"Sen bunu nasıl öğrendin?"diye sordum anlattıklarının üzerinde fazla durmadan.
Anlattıklarını hemen kabullenmem ve ona inanmam sayesinde artık daha rahattı."Ben safkan temsilcisinin öğrencisiyim Cora. Saraydaki safkanların dahi bilmediği pek çok şey bilirim."diye cevap verdi.
Kibir dolu sesi yerini huzursuz bir tona bıraktı. Duyduğum rahatsızlık artarken Jason konuşmaya devam etti. Bu bir açıklama değildi. Birşeyler gizlediğini hissettim. Beni yanıltmayan hislerim şu anda da zihnimde doğruları söylüyordu bana.
"Bana inanmayabilirsin tabii. Ama doğru bu. Artık öğrendin. Ona zarar verdiğim anlaşılsaydı saraydan atılırdım. Teşekkür ederim."
Teşekkür ederim... Evet sana yalan söyleyen birine teşekkür et. Dolaylı yoldan sınavdan sonra onun başını dertten kurtarmıştım. Bu teşekkürü ne kadar hakettiğim ise tartışılabilirdi.
"Neden ona zarar verdin? Eğitmenin ya da diğer safkanlarla Brian hakkında konuşup bildiklerini bana anlattığın gibi onlara da anlatabilirdin."
Başını sallayarak beni onayladı. Kafamda yerine oturmaya parçaları birleştirmem ve ona göre hareket etmem gerekiyordu. Brian hala saraydaydı ve bu kim olduğu ortaya çıkana kadar da burada kalacaktı. Bir hataya daha yer yoktu artık.
Jason,"Evet söyleyebilirdim. Ama o kadar kolay değil."dedi.
Kolay değildi evet. Onun bir hain olduğunu uzun zamandır biliyordum. Tek yaptığım susmak ve ona dolaylı yoldan yardım etmek olmuştu.
"Eğitmenin biliyor mu?"diye sorduğumda hemen,"Hayır."diye cevap verdi. Bu acelesi dikkatimi çektiğinde ters bir bakış attığımsa endişeli suratı durumu daha da garipleştirmişti
Benim aksime o eğitmenini ikna edebilirdi. Yani ben öyle olduğunu düşünüyordum. Madem biliyordu neden izin veriyordu burada olmasına. Brian'ın üstesinden zor da olsa gelebilirdi.
"Neden söylemedin? Burada olması tehlikeli. Bir hayinse...hakettiği şekilde cezalandırılmalı."
Kendinden emin ve karalı bir şekilde,"Ya yanlız değilse. Başkaları varsa onlar da ortaya çıkmalı."dedi. Ne demek isteğini anlamamıştım. Brian ın varlığı onları ortaya nasıl çıkartabilirdi?
"Seni engelleyecektir."dedim düşüncemi dile getirerek.
Biraz sınırlı ve fazlasıyla tedirgin hali yerini dalgın ve soğuk haline bırakırken,"Yapamaz. Beni hafife alma."dedi ciddiyetle.
Onun kendine bu kadar güvenmesi beni rahatsız ediyordu. Brian bana bir şey yapmamıştı ama bir şekilde bana engel olmuştu. Tam olarak şahit olmasam da onun yapabilecekleri beni korkutuyordu.
"Başkaları varsa bile Brian onları uyaracaktır Jason."
Ayağa kalktı. O koltuğa ben de yatağıma oturmuştum. Yanıma gelip oturdu.
"Zaten bizim farkımızdalar Cora. Değişen bir şey olmayacaktır. Ama Brian'ın varlığı sayesinde onları ortaya çıkarabiliriz."
Başımı salladım. Haklıydı. Zaten gizlilikle hareket ediyorlardı. Değişen bir şey olmazdı ama hala Jason'un neden böyle hareket ettiğini anlayamamıştım.
Jason oturduğu sandalyeden kalkarak yanıma geldi. Koltuğun diğer tarafına otururken kolumu tutarak,"Brian ile tek başıma mücadele ediyorum. Kimseye söylemedim çünkü onu tek başıma alt etmek istiyorum. Kendini kanıtlamak için. Ama bu o kadar da kolay değil. Artık sen de biliyorsun, birlikte hareket edebiliriz. Birlikte kendimizi kanıtlayabiliriz."dedi heyecanla.
Şimdi anlamıştım derdini... Güç için bu yolu izliyordu. Tam olarak bir safkandı o, tam olarak ondan beklenildiği gibi davranıyordu.
"Neden bu fırsatı benimle paylaşmak istiyorsun."dedim şüpheyle.
Sanki çok garip bir şey söylemişim gibi baktı yüzüme. Ardından,"Brian senin onunla ilgili bildiklerini bilmiyor. Bu bir fırsat. İkimiz çok daha kolay alt ederiz onu."diye cevap verdi.
İşte bu doğru değildi. Brian biliyordu.
En başından beri Jason ile konuşup ondan yardım istemeyi düşünmüştüm. Şimdi Jason o fırsatı önüme sunmuştu.
Her şeye rağmen ben kendi savaşımı veriyorsdum, önüme gelen bu fırsatı geri çeviremezdim."Elbette. Yardım etmeyi ben de çok isterim."dedim gülümseyerek.
Cevabım üzerine ayağa kalktı ve şimdilik gitmesi gerektiğini, daha sonra bu konu hakkında benimle konuşacağını söyleyip odamdan çıktı. Gitmeden önce,"Dikkatli ol."demeyi de ihmal etmedi.
Ben her zaman dikkatliydim.
"Tabii."dedim kısaca.
Koridordan çıkana dek gidişini izledim. Emin olduğum gerçeği karşıma geçip tereddütle bile olsa söylemişti. Bana güvenmişti. Biraz olsun rahatlayan ruhumla odama girdim. Sabah dağınık bıraktığım masanın üzerini düzenlemeye başladım. Kitapları yerleştirirken sürekli Jason'un az önce söylediklerini düşünüyordum. İçimde bir huzursuzluk vardı. Mutlu olmalıydım. Brian'dan kurtulacaktık ve bu beni mutlu etmeliydi. Ama bir türlü içimdeki kötü histen kurtulamıyordum.
Siyah işlemeli pelerinimi koyu kahve yatak başlığımın üzerinden aldım ve üzerime giydim. Kapıdan çıkarken pelerinin en üstteki üç siyah düğmesini de iliklemiştim. Ana koridora çıkıp kat salonuna girdim. Sandra ve Jason salondaki karşılıklı duran iki koltuğun üzerine oturmuş ortadaki cam masada duran oyunu oynuyorlardı.
Sandra elindeki pürüzsüz cam küreyi yuvarladı. Kürenin üzerinde parlayan rengi gördüğünde kendi kendine söylendi. Oyun zeminindeki dört taşı gerekli yere koydu. Oyunda beş kale vardı, beş renk ırkının kalesi. Ve Sandra az önce Alba ırkının beyaz renkli kalesini kaybetmişti oyunda. Jason küreyi alıp masanın üzerine attı. Yuvarlanan kürede parlayan Purpura ırkının mor rengini gördüğünde gülümsedi aynı anda Sandra'da mümkünmüş gibi daha da astı suratını.
Jason oyundaki son boş kaleyi, Purpura kalesini de almıştı. Şansı yaver gidiyordu.
Sandra,"Hile yaptığını düşünmeye başlıyorum."diye söylendi.
Jason her zamanki kendinden emin ifadesi ile,"Hile mi? Oyunu oynamayı bilmeden bana rakip oluyorsun. Sonra da kaybedince hile yapan ben oluyorum."diye cevap verdi ona.
Konuşması ile birlikte, Jason un beni görmesi aynı anda olmuştu daha da genişleyen gülümsemesiyle, arkası bana dönük olan Sandra da geldiğimi fark etti.
Sandra bir bana bir de Jason'a bakarak,"Ben Cora ile oynamak istiyorum."diye bağırdı. Aynı zamanda da Jason'a ters ters bakmayı ihmal etmedi.
Jason sıkıntıyla nefesini verdi, ellerini havaya kaldırdı ve ayağa kalkıp diğer koltuğa geçti. Ben de Sandra'nın işareti ile onların yanına gidip Jason'un kalktığı koltuğa oturdum.
Jason kenardaki koltuktan uzanarak koluma dokundu ve Sandra'ya bakarak,"Seni uyarayım Cora, kaybetmeye başladığında mazeret uydurmaya başlar."
Sandra sahte bir kızgınlıkla konuştu.
"Hiçte bile. Hadi Cora kartları dağıt."
Başımı sallayarak Jason'un kartlarını topladım elime. Sandra'da kendi kartlarını bana vermişti. Ben kartları karıştırırken o da küreyi, üzerine her küre değdiğinde renk değiştiren oyun alanından alıp içine ışık girmeyen kutusuna koydu. Bu şekilde küre ve oyun alanı yeni oyun için hazır olacaktı.
Kartları dağıttım ve oyuna başladık. Eski bir Nigrum oyunu olan gölgeküre oyununu oynamayı ben de seviyordum. Saraya geldiğimde öğrenmiştim. Kuralları çok ve karışıktı fakat oyun eğlenceliydi.
Birkaç saat boyunca oyun oynayıp sohbet ettik. Uzun zaman sonra gerçekten eğlendiğim bir zaman geçirmiştim sonunda. Oyun oynamayı bıraktığımızda akşam yemeği vakti gelmişti. O kadar dalmıştık ki Hevanın kararmasıyla ancak farketmiştik.
Birlikte salona gittik. Herkes çoktan içeride toplanmıştı her zamanki gibi. Biz de içeriye geçip yemeğimizi yemeye başladık.
"Brian'ın nerede olduğunu merak ediyorum. Siz bir şey biliyor musunuz?"
Sandra nın birden sorduğu soruyla başımı kaldırıp Jason a baktım. Benim aksime gayet sakindi. Onun kadar soğukkanlı olmak isterdim doğrusu. Hiçbir duygusu belli olmuyordu. Yemeğinden arta kalan son lokmayı da yedikten sonra Sandra'ya çevirdi başını.
"Yakında öğreniriz. Muhtemelen eğitmeniyle dışarıdadır. Bu gün kraliyet ormanına da gelmedi. Sarayda da hiç karşılaşmadım."dedi bana kısaca bakarak. Ardından masadaki suyu eline aldı ve içmeye başladı.
Gözlerimi onun üzerinden çekerek yemeğimi yemeye devam ettim.
Sandra da başını salladı ve yemeğini yemeye devam etti. Boğazımın kurulduğunu hissettim ve suyumdan bir yudum aldım.
Brian'ın nerede olduğunu sabahtan beri belli değildi. Bu beni anlayamadığım bir şekilde rahatsız ediyordu. Sanki nerede olduğunu bilsem daha güvende hissedecektim. Karşımda dahi olsa ona engel olamıyordum ki. Zayıf hissediyor ve öyle davranıyordum. Güvensizlik...hissettiğim rahatsızlığın nedeni gerçekten güvensizlik miydi? Bu sorunun cevabını bilmiyordum.
Geçen kısa bir zamanın ardından yemeğimi yemiş ve odama gitmek için salondan ayrılmıştım. Koridora çıkıp kendi adımlarımın sesini dinleyerek yürüdüm. Merdivenlerin bitiminde ana koridora girdim. Ana koridordaki ilk yan koridordan gelen konuşma sesleri kulağımı doldurdu birden. Durdum.
Duyduğum boğuk ses safkan Andrew'e aitti. Ses çıkarmamaya dikkat ederek koridorun girişindeki duvara sindim ve başımı uzattım.
Gizlice birilerini dinlemek yanlıştı ama bu bunu yapmamı engellemiyordu. Yanılmamıştım. Safkan Andrew koridorda arkası bana dönük bir şekilde duruyordu. Tam karşısında ise safkan Damon vardı. Beni görme ihtimalinden korksam da duvarın dibinde onları izlemeye koyuldum.
Safkan Damon konuşmaya sağ elini başına koyarak hafif uzun saçlarını geriye attı ve sinirle,"Gönderildi Andew. Her şey mahfoldu. Bir yılı aşkın süredir harcadığım zamana üzülüyorum ben. Nasıl yapar bunu?"dedi. Sonrasında kan çanağına dönmüş gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalıştı.
Sinirden yumruklarını sıkıyordu. Her zamanki soğuk, güçlü duruşu gitmişti. Onun yerine şimdi sinirli ancak çaresiz bir adam vardı karşımda.
Safkan Andrew'in güldüğünü duyduğumda başımı biraz daha uzattım. Gülerek sinirden köpüren safkan Damon'a,"Bu senin hatan Damon. Her zaman umursamazdın. Sonunun böyle olacağı belliydi."dedi alayla.
Çaresizce orada duran bir safkan Damon ve soğukkanlılıkla konuşan bir safkan Andrew. Roller değişmişti sanki. Safkan Andrew safkan Damon'u resmen alaya almış, azarlamıştı.
Safkan Damon'un hiddetle"Tabii! Umursamazlık yapan kim tartışmayalım istersen."dedi sesini yükselterek.
Safkan Andrew'in gülümsemesi silinirken bu gülüşün altında saklı sinir ortaya çıkmıştı."Karşıma geçmiş hâlâ aynı şeyleri söylüyorsun. Yıllar geçti Damon...değiş artık."diye cevap verdi safkan Damon'a.
Safkan Damon'un başını, olduğum koridora çevirmesiyle birlikte duvara daha çok yaklaştım. Geçen birkaç saniyenin ardından boş gözlerle koridoru izlemeyi bırakıp konuştu.
"Dediğin gibi olan oldu. Konuşmanın bir anlamı yok. Brian saraydan gönderildi bile."dedi ceresizce.
Brian saraydan gönderildi bile... Ne demekti bu?
"Bir an önce sakinleş. Olay gizlice çözüldüğü için şanslısın. Brian'ın hayatı kurtuldu."
Safkan Damon, safkan Andrew'in bu sözlerine karşılık başını sallamakla yetindi. Safkan Andrew birkaç adım sonrasındaki odasına girip kapıyı kapattı. Bana olan siniri aklıma geldiğinde onu tekrar görmek garip hissettirmişti. Bu konuda ne yapacağımı hala bilmiyordum.
Duyduklarım ise beynimi ele geçirmişti hemen sonrasına. Safkan Andrew'i sonra düşünebilirdim. Brian gönderilmiş miydi? Safkan Andrew bana inanmıştı ya da kristal odasında görmüştü herşeyi. Aklıma gelen düşünceyle her şey netleşti birden...
Brian'ın hayatta kalması için mi yapmıştı yani? Pekala bunun için yapmış olabilirdi. Mümkün olan ilk senaryo buydu. Ama bu bana sinirlenmesine ve bana bu şekilde davranmasına bahane değildi.
Birileri beni fark etmeden oradan ayrılmalıydım. Yatmadan önce birkaç saat kütüphanede zaman geçirebilirdim. Birkaç adım gerileyip arkamı döndüm ve sessizce yürümeye başladım.
Tabii arkamdan duyduğum sert sesin,"Safkan."diye bağırmasına kadar.
Koridorun başında duran safkan Damon aynı soğuk ifadesini yerleştirdiği yüzünü üzerimden ayırmadan yanıma geldi.
"Başını derde sokmak için elinden geleni yapıyorsun. Seni görmeyeceğimi mi düşünüyordun."
Yaptığımın bir açıklaması yoktu. Ben sessiz kalırken o konuşmaya devam etti.
"Duyduklarını kendine sakla."
Ardından sinir dolu bir gülümseme kapladı suratını. Bu beni korkutsa da karşısında dik bir şekilde durmaya devam ettim. Onu mutlu etmeyecektim.
Üzerime doğru yürüyerek,"Sonunda başardın. Kısa zaferinin keyfini çıkar. Brian'dan kurtuldun sonunda."dedi öfkeyle.
Brian ile ilgili bildiklerimi, biliyor muydu yani? Eğitmenin öğrencisinin yaptığı her şeyden haberi vardı demek ki. Safkan Damon da herşeyin farkındaydı. Yanılmamıştım... Safkan Damon'da Brian'ın tarafındaydı.
Hem itiraz ederek,"Ben mi? Efendim, her ne olduysa benim bir ilgim yok. Sizi dinlediğim için özür dilerim."dedim tedirgince.
Aynı yüz ifadesiyle yüzümü inceledi. Uzun boylu ve yapılı vücudu üzerine giydiği siyah, işlemeli pelerin aldığı sık nefeslerle hafifçe hareket ediyordu. Yüzünde tek bir mimik oynamıyordu ama ben nefes alışından ne kadar sinirli olduğunu görebiliyordum.
"Bana yalan söylemene gerek yok. Ben ne olduğunu gayet iyi biliyorum." Dedi az önceki sözlerine oranla daha yumuşak bir tonla. Ardından,"Dediğim gibi kısa zaferinin keyfini çıkar... Bu yaptığının bedelini çok yakında ödeyeceksin."dedi her kelimesini bastıra bastıra söyleyerek.
Bu bir tehtitti. Açıkça niyetini belli etmişti. Her şeyin farkındaydı. Ne yazık ki...
"Yanılıyorsunuz efendim..."
Konuşmaya başladığım sırada koridorda bir kapı açıldı. Birkaç saniye sonra safkan Andrew yanımıza gelmişti. Safkan Damon eğitmenime bakarak konuştu.
Safkan Damon sanki az önceki konuşmamız hiç olmamış gibi,"Öğrencin seninle görüşmek için gelmiş. Biz de tam da geçen gün ona öğrettiğim kristal hakkında konuşuyorduk. Bir dahaki derse stella kristali üzerinde çalışmalı."dedi eğitmenime.
Safkan Andrew'in sert ve şüpheli bakışlarını üzerinde hissettim. Safkan Damon az önce koridorda onları dinlediğimi fark etmesine rağmen safkan Andrew'e söylememişti. Şimdi de gizlemeye devam ediyordu. Sessiz kaldım.
Safkan Andrew,"Elbette. Tamamen aklımdan çıkmış size neler olduğunu sormayı unuttum."diye cevap verdi ona.
Eski sahte ifadeler ve sözler. Sahte bir saygıyla kurulan cümleler... Az önceki konuşmalarını duymasaydım bu kadar rahatsız etmezdi bu durum beni.
Safkan Damon'un sert bakışları yine üzerime kenetlendiğinde,"Stella kristali konusunda anlayamadığım bir şekilde oldukça yetenekli. Kristali ilk aşamada harekete geçirmeyi başardı."dedi alayla karışık şüpheli bir şekilde.
Safkan Andrew başını sallayarak onayladı onu. Sonrasında bana döndü. Yüzünde sahte olduğunu bildiğim bir tebessüm vardı.
Safkan Andrew'in,"Birçok kristal üzerinde çalıştık. Neredeyse her gün kütüphaneye gidiyor. Bu kadar çalışmanın getirisi... Benimle konuşmak için geldiyse konuşalım bakalım. Görüşmek üzere Damon."diyerek konuyu kapatmış olması beni hem şaşırmış hem de memnun etmişti.
Safkan Andrew yanımızdan ayrıldı ve odasına doğru yürümeye başladı. Mecburen arkasından gittim. Safkan Damon da çok geçmeden hızlı adımlarla uzaklaşmıştı koridordan.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
10/12/17
28/06/18
_DÜZENLENDİ_
_sonsuzsiyah_
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top