•15•~Uzun Kışın Sonu~


<><><><><><><>

İyi okumalar dilerim.

<><><><><><><>

~

Sırlarımız yaşamımızda bizimle beraberdi. En sıradan sayılan varlığın bile sırları...Sakladığı gerçekleri olabilirdi.

Önceki gün Brian'la konuştuktan sonra rahatlamıştım. Ormanda ne olduğunu öğrenmiştim artık. Sözlerinin gerçek olduğunu varsaydım ve sessiz kaldım açıklamasının ardından.

Sırları vardı. Bundan emindim. Önceden söylediği sözler bunun kanıtıydı.

Ormanda onu yaralı gördüğümden beri aklımdaki düşünce onun bir hain olma ihtimaliydi. Davranışları yüzünden zaten ona güvenmiyordum. Ormanda yaralandıktan sonraki sözleri yüzünden bu düşünceye kapılmıştım. Evet, hala böyle bir ihtimal vardı. Ancak ihtimaldi.

Kurcalamak istemiyordum. Brian eğer onlardan biriyse bu er yada geç anlaşılırdı. Tabi eğer onun hain olduğunu kesinleştikten bir olay yaşarsam bunu gizlemez ve cezalandırılmasını sağlardım.

Şimdilik uzak duracaktım. Eğitimim her şeyden önemliydi benim için.

Ve söylediğim gibi bu bir ihtimaldi. Bana, düşüncem bu olsa bile bir şey yapmam çünkü hiçbir şeyin değişmeyeceğini biliyorum demişti. Ve tüm bunlarla birlikte davranışları ve sözleri onu hain yapmıyordu. En azından şimdilik. Uzak dur ve yoluna devam et. Tek yapacağım buydu.

Elimdeki kitabı kapatıp rafa koydum. Eğildim ve aşağıdaki raflara göz gezdirdim.

Safkan Andrew beni yine kütüphaneye göndermişti. Kristalleri kısa sürede öğrenebilmem için kütüphanedeki kitapları okumamı istiyordu.

Raftaki kitapların geri kalanını aradım ancak yine istediğim kitabı bulamamıştım. Kitapların yerleştirilme düzeni gerçekten sinirlerimi bozuyordu. Kim hangi akılla dizmişti bu kitapları diye söyleniyordum bazen. Kitaplar içerik bakımından birbirlerine karışmış haldeydi. Kristallerle ilgili kitapları bulmak için tüm raflara bakmak zorunda kalıyordum. Kitaplar büyü kitapları, sihirli bitkiler ve hayvanlar gibi isimler ve renkler olarak ayrılmıştı. Kristallerle ilgili kitaplar büyü kitaplarıyla aynı bölümdeydi. Şansıma kütüphanede en fazla kitabın bulunduğu bölüm de buydu.
Safkan Andrew bir kitabı bulup okumamı söylemişti. Adının Kızılsihir olduğunu biliyordum yanlızca. Bir türlü bulamıyordum. Gidip safkan Andrew'e sormalıydım. Belkide kitabı başka biri almıştı.

Kütüphaneden çıkıp safkan Andrew'in odasına doğru yürümeye başladım. Beşinci katın koridoruna geldiğimde prens Elliot ve prenses Cameron'u gördüm. Merdivenin sonunda safkan Thomas ile konuşuyorlardı. Yanlarına yaklaştığımda beni farkettiler. Yanlarına geldiğimde eğildim ve tekrar yürümeye başladım.

Prens Elliot'u fons şehrinde birkaç defa görmüştüm. Özellikle karşısına çıkmamaya dikkat ettiğim için fazla karşılaşmamıştık.

Prenses Cameron'u ilk defa bu kadar yakından görmüştüm. Kraliyet ailesinin tüm üyeleri gibi mavi gözlüydü. Babası kral Aaron gibi açık kumral saçları vardı. Prens Elliot ile birbirlerine çok fazla benziyorlardı. Saç renkleri göz renkleri aynıydı ve simaları da benziyordu.

Ancak prens Elliot, prensesten yaşça küçük olmasına rağmen boyu daha uzundu. Prensesin üzerinde açık mavi sade bir elbise vardı. Elbisenin üzerinde ise beyaz bir pelerin giymişti. Başına küçük bir taç takmış ve açık kumral saçlarını serbest bırakmıştı. Prens Elliot ise fazla kalın olmayan gri bir kazak ve siyah pantolon giymişti. Başında taç yoktu.

Ben yürümeye başladığımda safkan Thomas ile olan konuşmalarına devam ettiler. Ne hakkında konuştuklarını duyamamıştım. Ancak safkan Thomas halinden pek memnun Safkan Andrew'in odasına geldiğimde kapıya vurdum ve içeriye girdim.

Safkan Andrew odasında değildi. Dışarıya çıktım ve kapıyı kapattım. Nerede olduğunu tahmin etmek zordu benim için. Kitabın kütüphanede olmadığına emindim. En iyisi gidip kristallerle ilgili başka kitapları okumaktı. Yapacak başka bir isim yoktu.

Tekrar kütüphaneye doğru yürümeye başlamıştım. Beni durduran merdivenlerden yukarıya çıkan eğitmenimi görmem olmuştu.
Hızlı adımlarla yanına gittim. Yanında bir gözcü vardı. Ben yanına vardığımda gözcüyle olan konuşması yarıda kesilmişti. Başımı hafifçe eğerek selam verdim.

"Kitabı bulamadım efendim."Dedim eğitmenimin yanındaki gözcü askerine göz ucuyla bakarken. Fazlasıyla rahat duruşu dikkatimi çekmişti.

Gözcünün bakışlarını üzerimde hissettim bir an.

Safkan Andre,"Tamam. Ben aratıp bulurum kitabı daha sonra."diye geçiştirdi sözlerimi.

"Kütüphanede olduğunu sanmıyorum."diye yanıtladım. Uzun süre aradığım halde kitabı bulamamıştım.

Başını salladı sadece.

Konuyu değiştirerek,"Akademiden aylar önce mezun olmuştun. Akademide aldığın silah veya dövüş dersi varmıydı?"diye sordu.

Şaşırsam da sorusuna cevap verdim hemen.

"Zorunlu olan dövüş derslerine girdim yanlızca. Bunun dışında iki yıl boyunca okçuluk eğitimi aldım."

Sorusunun nedenini anlamamıştım. Cevabım üzerine yanındaki gözcü askere döndü.

"Teğmen Noah Zagey, kraliyet ordusunda görev yapıyor Cora." Diye tanıttı askeri."Bu günden itibaren ondan silah dersleri almaya başlayacaksın. Beş yıl önce eğitim almaya başlasaydın çoktan bir silah konusunda iyi bir eğitimin olurdu. Seni yorduğumu biliyorum ancak mecburum. Gerisini siz aranızda konuşup halledersiniz, haftada birkaç gün çalışmanız yeterli olacaktır."diye sürdürdü konuşmasını.

Başımı salladım sözlerinin üzerine. Beş yıl geride olduğum için herşeyi hızlı bir şekilde öğrenmeye çalışıyor ve fazlasıyla yoruluyordum. Buna rağmen vazgeçmek ve şikayet etmek gibi bir eylemde bulunmamıştım. Bulunamazdım da. Safkan Andrew yanımızdan ayrıldı ve odasına girdi.

Akademide bu tür eğitim derslerinden derslerden nefret ederdim.

Gözcü ellerini kaldırdı ve maskesini çıkardı. Fazla uzun olmayan saçları koyu kumraldı. Mavi gözleri vardı. Bir asker için zayıf sayılırdı aslında. Buna karşın boyu uzundu.

Eliyle aşağıya inen merdivenleri işaret etti. Yüzüne ters bir şekilde baktım ve yürüdüm. Merdivenleri inmeye başladım, teğmen de hemen yanımda yürüyordu.

"Bir safkansın demek."diye mırıldandı.

Başımı ona doğru çevirdim. Yüzünde küçük bir gülümseme vardı ve mavi gözleri üzerimdeydi. Durduğumda konuşmaya devam etti.

"Bir melezin kristallerle oluşturulmuş bir kalkandan geçmesi imkansızdır. Şaşırmamam gerekirdi aslında."diye devam etti konuşmaya.

"Sen bunu nereden biliyorsun?"diye sordum. Beni yakalayan askerler şehirde görev yapan gözcülerdi. Bu askerin onlardan biri olma ihtimali yoktu.

Beni saraya getiren askerlerden biri mi söylemişti ona yoksa. Safkan Andrew askerlerle konuştuğunu söylemişti. Kimsenin benim o kalkandan geçtiğimi bilmemesi gerekiyordu. Safkan Andrew cezalandırılmamam için yapmıştı bunu.

"Unuttun mu? Benden kaçarken neredeyse izini kaybettiriyordun... Nerdeyse."


Kalkanda yansımasını gördüğüm ve peşime ilk düşen gözcü Noah'tı. Şaşkınlıkla ona bakmaya başladım.

"Endişelenme. Safkan Andrew herşeyin gizli kalması için o gün beni yolladı. Yoksa bu küçük sırrın ortaya çıkardı."

Tekrar gülümsedi. Ben ise üzerimdeki şaşkınlığı atmış ve kaşlarını çatmıştım.

Etrafına göz gezdirerek,"Burada durmaktan şikayetçi değilim. Dışarısı gerçekten serin. Ama gitmemiz gerek...Efendim."dedi imayla.

Önümde hafifçe eğildi ve pek hoşuma gitmeyen gülümsemesiyle aşağıya inmeye başladı. Sözlerinin sonunda alaycı bir tavırla efendim demeyi ihmal etmemişti.

Onun arkasından ilerlemeye başladım. Sinirlerim gerilmişti.

Bahçeye çıktık. Hava serindi ancak alışık olduğum bu serinlik pek fazla etkilemiyordu bedenimi.


Tavırları sinirimi bozmuştu. Bunun yanında bir safakan olmama rağmen benimle çok rahat konuşuyordu.

Yürürken etrafı izliyordum. Noah'a bakmamaya çalışıyordum aslında. Yine yüzündeki alaylı ifadeyi görmemek içindi bu çabam.

Bir süre sonra sessizliği bozarak,"Silahları ve dövüşü sevdiğim söylenemez."diye itiraf ettim.

Bu sözüne karşılık bir genelleme yaptı.

"Bir safkan olarak sen de büyüne güveniyorsun yani. Merak etme iyi bir eğitmenimdir."

Cevap vermedim ve onu egosu ile baş başa bıraktım. Uğraşmaya değmezdi.
Sarayın bahçesinde bulunan ikinci büyük kapıya doğru yürüdük. Bu kapı askeri akademinin ve Nigrum ordusunun bulunduğu iki ayrı yere açılıyordu. Askerler biz oraya vardığımızda kapıyı açtılar. Kapının ardında akademi vardı ve sarayın yüksek duvarlarının hemen yanında bulunan büyük binada askerler eğitiliyordu. Bu binanın ardında ise daha büyük iki bina vardı. Bu binalar Nigrum ordusuna aitti. Askerler bu binalarda kalıyor ve antrenman yapıyordu. Bu büyük binalar geniş bir araziye yayılmıştı.

Akademi binasının çevresinde birçok öğrenci vardı. Noah ile beraber yürümeye devam ettik. Akademi binasının yanından arka taraftaki orduya ait bölüme geçtik.

Binanın içine girdiğimizde çok sayıda asker görmüştüm. Bazılarının bakışları üzerimdeydi. Burada ne aradığımı merak etmiş olmalıydılar. Bir safkan olduğumu bilmiyorlardı.
Üzerimde işlemeli pelerinim yoktu ve buradaki askerler beni sarayda görmemişti. Sarayda üzerimde olan birçok gözden rahatsızdım, buradaki birkaç kişinin bakmasını umursamamıştım.

Noah askerlerin arasından geçtikten sonra beni birinci kattaki bir odaya götürdü.
Büyük bir odaydı ve hedef tahtaları gözüme çarpan ilk şey olmuştu. Pencere yoktu, bunun yerine odanın gri duvarları ışık küreleriyle doluydu. Odada uzun iki masa vardı ve üzerlerinde çeşitli uzunlukta bıçaklar ve farklı kalınlık ve uzunlukta kılıçlar vardı.

Ben odayı izlerken Noah,"Okçuluk eğitimi almışsın ama bu yakın savaş silahı değildir. Bunun yerine sana bıçak veya kılıç dersi vermeyi düşündüm. Senin için daha iyi olur. Hatta belki her ikisini de öğretebilirim."dedi uzun masalardan birinin yanına ilerlerken.

Yeterince uğraştığım, birçok konu vardı zaten. Gereksiz görüyordum ayrıca bu eğitimi, bu yüzden de yanlızca birini öğrenmem yeterli olacağını düşünüyordum.

"Sadece birini öğrenmek istiyorum."dedim soğukça.

Sözlerim üzerine masadan eline küçük bir bıçak aldı ve nişan alıp attı. Tahtanın tam ortasındaki çarpı işaretini vurmuştu.

"Korkuyormusun yoksa. Her ikisini de öğrenebilecek kadar yetenekli değilmisin safkan Cora?"

Yüzüme baktı ve yine sevmediğim gülümsemesi yerleşti suratına. Küçümsemeyle dolu sözlerine daha fazla kayıtsız kalamadım.

"Benimle konuşurken sözlerine dikkat et. Ben bir safkanım."dedim sertçe.

Ağızımdan çıkan sözlere inanamadım. Bu kesinlikle ben değildim. Ama geri adım atmadım, haketmişti...hem de sonuna kadar.

Ellerini havaya kaldırdı.

"Sakin ol."dedi ve gülümsedi. Bu kez alaydan uzak gecek bir gülümseme vardı suretinde. "Bu kadar ciddi olmaya devam edersen anlaşmamız zor safkan."

Hedef tahtasına doğru yürüdü ve tahtaya saplanan bıçağı çıkardı. Safkan Andrew'in sözlerini hatırlatarak konuştum.

"İki gün belirlememiz gerekiyor." Dedim az önceki sözlerini umursamadan. "Haftanın ikinci ve üçüncü günü olsun."

Başını iki yana salladı.

"Olmaz."

İyice sinirlenirken, "Neden?" Diye sordum.

Omuz silkip yanıtladı.

"Bilemem. Dördüncü ve beşinci günü olsun."

Bıçağı masanın üzerine bıraktı.

Derin bir nefes aldım ve hala sabırla ona katlandığım için kendimi taktir ettim içimden. Uğraşmak istemediğim için,"İyi. Sadece bir tanesini öğrenmek istiyorum."diyerek kabul ettim önerisini.

Benim için hangi gün olduğunun bir önemi yoktu.

Başını salladı ve ilk kez ciddi bir tavırla,"İki gün sonra görüşürüz. Kahvaltı zamanından sonra bu salona gelirsin yine, seni burada bekliyor olurum."dedi.

Konuşmanın ardından salondan ayrıldım. Binadan çıkıp kapıdan geçtim ve saraya gittim.

Yavaş adımlarla yürürken,"Safkan." diyelendi biri tam arkamdan.

Sarayın zemin katında yürüyordum, gelen sesle durdum ve arkama döndüm. Prens Elliot karşımdaydı. Bana seslendiğinden emin olamadım bir an. Ancak bizim dışımızda etrafta nöbetçi askerler vardı yanlızca.
Bana doğru yürümeye başladı. Yanıma gelince durdu. Üzerinde sabahki kıyafetler vardı ve koyu mavi bir pelerin giymişti.

"Safkan Andrew in öğrencisiydin değil mi ? Adın..."

Kuzey fons şehrinde safkan Andrew ile oldukça iyiydi araları. Beni tanımasına şaşırmadım. Adımı hatırlayamadığında sustu.

Başımı eğerek,"Cora efendim. Bir şey mi istemiştiniz?" Diye sordum.

Elini ensesine koydu ve soruma cevap verdi. Yani en azından kısmen yanıtladı.

"Aslında evet. Benimle gel."dedi kararsız bir halde.

Hala ne istediğini söylememişti. Siyah merdivenlerden yukarıya çıkmaya başladığında onun ardından yürüdüm.

~

"Beni öldürmek mi istiyorsun?"

Marcus, Lena'yı elinden tutarak yerden kaldırdı. Yüzüne yerleşen gülümsemesiyle bir çocuk gibi söylenen kızı izlemeye başladı. Lena ayağa kalktıktan sonra yere düşen kılıcı almak için ilerledi. Hala Marcus'a söyleniyordu.

Umrab şehrine yakın ormanlık bir alandaydılar. Markus Lena ya kılıç kullanmayı öğretiyordu. Lena nın akademide kılıç eğitimi aldığını öğrenince ilk önce kılıç eğitimi vermeye başlamıştı kıza. Ateşli silahlar konusunda da eğitiyordu onu. Ancak Heva kalkanından sonra ülkede fazla ateşli silah kalmamıştı, daha çok kılıç ve bıçak gibi eski silahlar kullanılıyordu.

Lena ile iyi anlaşmışlardı. Birbirlerine benziyorlardı. Tek fark Lena'nın biraz daha çocuksu olmasıydı.
Donna Lena'nın gelmesinden bir gün sonra şehirden ayrılmıştı. Markus önceki seferler gibi şimdi de onun nerede olduğunu bilmiyordu. Donna gitmeden önce ona Lena' eğitmesini söylemişti. Lena da artık onlardan biri olacaktı. Marcus'un içten içe istediği de buydu zaten. Kendini suçluyordu Lena'nın başına gelenler yüzünden ve ona yardım etmek istiyordu.

İki gündür çalışıyorlardı. Ama Lena şimdiden isyan bayrağını çekmişti. Kılıcı aldıktan sonra yere oturdu. Markus da biraz dinlenmenin ikisi için de iyi olacağını düşündü. Yakındaki ağacın altına bıraktıkları çantayı alıp kızın yanına oturdu. Çantanın içinden cam bir şişeye doldurduğu suyu çıkardı ve çantadaki bardağı aramaya başladı. Bulduğunda suyu bardağa doldurdu ve kıza uzattı. Lena bardağı aldı ve iştahla bitirdi suyu. Bardağı Markusa uzattı. Markus kendisine de su doldurdu. Suyunu içtikten sonra bardağı tekrar çantaya koydu.

Bir süre oturup dinlendikten sonra,"Artık dönelim."dedi Marcus.

Yarın akademiye gitmesi gerekiyordu. Bir gün daha akademiye gitmemesini sağlayacak bir mazereti yoktu. Günlerdir dostları onun işlerini yürütüyordu artık işinin başına dönmeliydi. Lena' yanlız brakmayı istemese de mecburdu.

Lena başını salladı. Ağaçların arasından yola kadar yürüdüler. Markus arabayı yolun kenarında bırakmıştı. Arabaya binip Umrab şehrine doğru yola çıktılar.

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

20/08/17

_sonsuzsiyah_

13/06/18

_DÜZENLENDİ_

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top