•10•~Sessiz Çığlığın Gürültüsü~

<><><><><><><><><>
Yeni bölüm günü olmamasına rağmen bölüm paylaşan sinsi yazarınız karşınızda...

İyi okumalar dilerim. Yorum yapmayı unutmayın...

<><><><><><><><><>

URİMA kuşu...

(Evet bu bir karga •-• Hayalimdeki URİMA bu değil ama az çok yakın bir temsil oldu bu da. :D )

Ne düşünüyorsunuz?

~

Safkan Padala'nın sözlerinin ardından kuşların arasından ayrıldım. Biri bile yerinden kımıldamamıştı. Böyle değerli ve nadir hayvanların nasıl olup da birbirlerini öldürmelerine izin veriyorlardı ki. Ama acımak yersizdi. Güzel, değerli, nadir veya başka bir nedenden de olsa merhamet etmek ve acımak yersizdi. Yeryüzünde bunların yeri yoktu artık. Derin bir nefes aldım sıkıntıyla ve safkan Padala'nın yanından kuşları izlemeye başladım.

Kuşlardan biri yanındaki kuşun üzerine atladı ve böylece beş kuşun ölümle olan mücadelesi başladı. Uzun pençeleriyle birbirlerinin kanatlarındaki ve gövdelerindeki tüyleri koparıyorlardı.
Parlak siyah, hafif eğri duran gagalarıyla boyunları hedef alıyorlardı. Kuşlar güçlüydü, tıpkı biz safkanlar gibi. Aldıkları küçük yaralar onları bir nebze olsun etkilemiyordu. Bu durumun sanunun çok kötü biteceğini anlamıştım. Birbirlerini öldürmeleri öyle kolay olmayacaktı. Biri diğerinden daha güçlü yada daha zayıf değildi.

Zemin siyah parlak tüylerle kaplanmıştı. Düzenli siyah tüyleri karışmıştı ve siyah pençeleri kızıl kana bulanmıştı. Kızıl kan taştan zemini boyasa da ölümcül bir yara alan olmamıştı daha. Çabuk bitmesini ümit ederek izliyordum olanları. Üzülmüyordum veya zevk almıyordum ama içten içe hangisinin sağ kalacağını merak ediyordum. Beni tanıyan Nigrumlar soğuk ve mesafeli, hissettiklerini dışarıya göstermeyen ve başkalarını umursamayan biri olduğumu söylerdi. Elinde sonunda yüzüme bunları söylerler ve uzaklaşırlardı benden. Yıllardır bunu yapmayan tek kişi Lena olmuştu. Onu özlüyordum. Hayatımda belkide değer verebildiğim tek kişi oydu. Ama onunda öylece bırakmış ve saraya gelmiştim. Arada ne yaptığını merak ediyordum ama hala onun yanına gidip yüzleşmek istemiyordum. Kötü biri mi yapardı bunu?...belki. Ben hiçbir zaman iyi biri olduğumu iddia etmezdim zaten. Kötü olacak bir şey yapmamıştım belki ama iyi biri olacak kadar temiz ruhlu değildim. Bunun farkında olarak kimseyi kolayca yaklaştırmazdım yanıma. Sonunda herkesin gideceğini bildiğim için.

Urima kuşları kendi türüne bile merhamet etmiyor istediğini alıyordu. Onların bu durumu oldukça gaddar sayılabilirdi.

Urima kuşlarından biri neredeyse tam önüme savruldu. Hızla kanatlarından destek alarak ayağa kalktı ve ona bunu yapan kuşa saldırdı. O kadar hızlı olmuştu ki diğer kuş da dengesini kaybederek düştü. Kuş sivri pençeleriyle yerdeki kuşun boynunu kavradı. Pençelerini boynuna geçirdi ve sıkarak kuşun boynunu parçaladı. Kanatlarını açıp hafifçe yükseldi ve kuşun yanına kondu. Yerdeki kuşun gri gözleri hala açıktı ama artık yaşamıyordu. Taş zeminde küçük bir kan birikintisi oluştu. Urima kuşu vakit kaybetmeden diğer üç kuşa doğru gitti. Birbirine saldıran üç kuştan birine saldırdı. Geriye dört kuş kalmıştı.

Kule terasının ahşap kapısı açıldı. Safkan Carla içeriyi gördüğünde kuleye girdi ve safkan Padala nın yanına gitti. Safkan Padala ona olanları anlatmaya başladı. Onun ardından diğerleri de girmişti.
Sandra'nın sesini duydum.

"Safkan Padala onları neden durdurmuyor? Neden birbirlerine saldırıyorlar ki?diye sordu şaşkınlıkla.

Safkan Padala, safkan Carla ile konuşmasını bitirmiş olacak ki yanımıza geldiler.

Bir birlerine saldıran beş kuşu işaret ederek,"Beş kuş da onu seçti. Ancak yanlızca bir kuşla ruh bağı kurabilirsin. Geriye bir kuş kalana kadar devam edecekler."dedi.

Safkan Padala'nın sözlerinin ardından yukarıdaki kafeslerde büyük bir gürültü gelmişti. Yukarıya baktım. Kafeslerden birinin kapısı açılmıştı ve dışarıda bir urima kuşu vardı. Konduğu kafesin üzerinde dev kanatlarını açtı ve havalandı. Havada daire çizmeye başladı. Bu urima gördüğüm urima kuşlarından farklıydı. Uzun kuyruğundaki tüyler maviye değil kırmızıya dönüyordu. Üstelik bu kırmızılık sadece kuyruğunda değil kanat tüylerinin uçlarında da vardı. Daire çizerken kanatlarını neredeyse hiç çırpmadığı için görebiliyordum. Safkan Padala'nın sesini duydum, büyü yapıyor, kelimeleri fısıldayarak söylüyordu. Yeşil gözleri kuşun üzerindeydi. Kuşu kafesine göndermeye çalışıyor olmalıydı. Ama urima kuşu onun yaptığı büyüden etkilenmemişti.

Havada attığı birkaç turun ardından aşağıya, tam önüme kondu. O kadar hızlıydı ki yerdeki kopmuş urima tüyleri havalanmıştı. Diğer urimalar gibi gözlerini yüzüme kenetledi. Gözlerinin farklılığını şimdi görebilmiştim. Gözleri gri değildi. Tıpkı tüyleri gibi gözleri de kırmızıydı. Diğer dört urima hala birbirlerine saldırıyordu. Kırmızı urima yavaşça onlara döndü. Safkan Padala ya baktım. Pes etmiş bir halde kuşu izliyordu. Kırmızı urima diğer kuşlara doğru ilerlemeye başladığında diğer urimalar onu farketti. Birkaç adım geriye çekildiler.

Kırmızı urima kuşu sağdaki kuşun üzerine saldırdı. Diğer üç urima komut almış gibi aynı anda kırmızı urima kuşuna saldırdı. Kırmızı urima diğer kuşlara kolayca karşı koyuyordu. Büyük kanatlarıyla iki urima kuşunu engelledi ardından saldırdığı kuşun kafasını tek pençesiyle kolayca kopardı. Kafası kopan kuşun gagası sonuna kadar açılmış ve öylece kalmıştı. Kırmızı urimaya en yakın urima kuşu onun üzerine atlamaya çalıştı ama kırmızı urima aniden ona doğru döndü ve gagasını boynuna batırdı. Eğri gagasını geriye çekerken boynun yarısını parçalamıştı.

Kanadıyla engellediği iki kuş birbirlerine saldırmıştı ve birinin ayağı diğeri tarafından kırılmıştı. Kırmızı urima onların yanına gelmeden önce ayağı kırılan urima diğeri tarafından öldürüldü. Geriye sadece iki kuş kalmıştı.

Kırmızı urima geriye kalan son urimaya saldırdı. Kanadından tutarak onu yere savurdu. Kuşun kalkmaya dahi fırsatı olmadı. Kırmızı urima onu, boğazını parçalayarak öldürdü.

Yeniden bana bakmaya başladı. Sanki kazandığını belli etmek istiyormuş gibi büyük kanatlarını iki yana hafifçe açmıştı.

Safkan Padala nın sesiyle urimaya bakmayı bıraktım.

"Senin uriman artık o Cora. "Dedi kuşu kaşlarını çatmış bir şekilde izlerken.

Belli belirsiz başımı salladım.

"Neden farklı ?Gözleri bile...kırmızı?"diye sordum.

Muhteşem görünüşüne hayranlıkla bakıyordum bu sırada.

Safkan Padala,"Urimalar atlayıcı kuşlardır. Eğer bir urima yeterince fazla atlayış yapar, yani ışınlanarak seyehat ederse rengi maviden kırmızıya dönüşür. Yavaşça kızıla döner rengi, hatta sonunda bütün tüyleri tamamen kırmızı olur."diye açıkladı.

Kırmızı olması için atlama yapması gerekiyorsa, atlama yapması için de bir safkana bağlı olmalıydı.

"O zaman bir safkana bağlı olmalı bu urima."diye düşüncemi dile getirdim.

Safkan Padala'nın cevabı düşüncemde yanılmadığımı kanıtladı.

"Evet. Safkan Deragas ın urimasıydı. Günler önce öldüğünü biliyorsundur. Onun ölümünden sonra yerinden kımıldamadığı gibi yemek yemeği de bırakmıştı."dedi huzursuzca. Olanlar beni olduğu kadar onu da rahatsız etmişti. Kızıl urima unu da şaşırtmıştı.

Safkan Carla söze girdi. Hala yerinden kımıldamayan kırmızı urimaya bakıyordu.

"Başka bir safkanla bağ kurabilir mi? Yani yeniden."

Bu duruma o da yabancıydı. Safkan Padala başını salladı. Şaşkınlıkla onları dinliyordum. Önümde safkan Deragas ın uriması duruyordu resmen. Bu gerçek ile birlikte kızıl urimanın kızıl parlak gözlerine kaydı bakışlarım. Kırmızı gözleri beni izliyordu hala.

Safkan Padala,"Safkan Deragas öldü. Artık aralarında bir bağ yok. Bu mümkün. Ama şimdiye kadar safkanı ölen hiçbir urima bunu yapmamıştı."dedi

Sandra nın sorusu ise tam da cevabına ihtiyaç duyduğum konuyla ilgiliydi.

"Cora'nın onu eğitmesi gerekmiyor mu yani?"diye sormuştu.

"Aslında durum kuşları eğitmek gibi basit bir durum değil. Urima kuşları zeki kuşlardır. Kendi sezgileri duyguları vardır. Eğitmekte kast edilen durum urima ile aranızda bir bağ kurmak ve urima ile aranızda bir iletişim kurmaktır. Bir nevi kendinizi eğiteceksiniz. Zamanla urimanız ile konuşabilirsiniz bile. Ama böylesine güçlü bir ruh bağı kurmak da kolay değildir."

Safkan Padala'nın sözlerinin ardından Jason'un alay dolu sesini duyduğumda bir an için Brian'ın konuştuğunu sandım.

"Konuşmak mı? Bir hayvanla konuşmak ırkımıza pek de uygun değil, biz büyücüyüz."diye söylenmişti saygısızca.

İnanamıyordum ama bunları söyleyen Jason'du. Brian ise sadece kırmızı urimayı izliyordu. Bizi dinlediğinden bile emin değildim.
S

afkan Padala Jason'a cevap verdi.

"Evet safkan biz büyücüyüz ama onlar da safkan Nigrumlarla bağ kuran varlıklar. Yapabildikleri karşısında sen de şaşıracaksın."dedi sertçe. Bu Jason'un susması için yeterli bir uyarı olmuştu.

Ardından bahçeye inmek için kuleden ayrıldık. Kuleden çıkmadan önce safkan Padala kırmızı urimayı kafesine göndermek için yeniden büyü yapmıştı. Urima bu kez ona karşı koymadı ve uçarak kafesine girdi. Safkan Carla bahçede bize kuşlar hakkında bilgi verecekti.

Kulenin taş duvarları girişte ahşap duvarlarla birleşti, birinci kata indik girdiğimiz kapıdan çıkmadan önce safkan Padala yanıma geldi.

"Bu arada yukarıda söylemeyi unuttum. Aeris... urimanın ismi. Safkan Deragas ona bu isimle seslenirdi."

~

Kadın dar koridorda sağa sola yürüyordu. Ancak bu yine de sakinleştiremiyordu kadını. Safkan Deragas ın cenazesinde zümrüt şehrinde olmasına rağmen meydana fazla yaklaşamamıştı. Kalabalığın arasına karışıp cenaze boyunca meydanın yakınında olmuştu. Yaptığı delilikti ancak bunu safkan Deragas'a borçluydu. Onu birçok kere ölümden kurtarmıştı en önemlisi de onunla aynı amaç için yıllarca mücadele etmişti. Bu amaç için ölmüştü...

Kralı görmüştü. Yıllar sonra yeniden. Kral ve ailesi melezdi. Ölümsüz olmalarına rağmen yavaşça yaşlanırdı nigrumlar. Kral genç sayılırdı. Yanlızca beş yıldır tahttaydı ama ondaki değişimi görmüştü. Artık tam anlamıyla gerçek bir krala dönüşmüştü. Ondan nefret ediyordu. Babası gibi olduğu için. Hatta babasından bile kötüydü kral Aaron.

Şu anda kralı düşünmek sadece daha fazla sinirlenmesine neden olmuştu. Başını iki yana salladı. Yorulmuştu.

Cenazeden sonra zümrüt şehrinden sonraki en büyük Nigrum şehri Umrab'a gelmişti. Şehir güneydeydi. Şu an için burası onun kalesiydi. Onunla birlikte olan Melez Nigrumlar bu şehirdeydi.
Onunla birlikte olan safkanlar ise kralın görevlendirdiği şehirlerde, görevlerinin başındaydı. Deşifre olan yanlızca oydu. Bazen kendinden nefret ediyordu . Bu duruma düşmesinin tek sorumlusu kendisiydi. Hırsıydı. Öfkesiydi.

Koridorun sonundaki odanın kapısına gitti. Ona en yakın melezlerden biri olan Marcus içerideydi. İçeriye girmedi, yanlızca izledi. Marcus a çok kızgındı. Yaptığı hata çok büyüktü. Marcus yüzünden kral onun yerini bulmuş olabilirdi.

Marcus koltukta oturan kıza bir bardak su uzattı. Kız titriyordu. Korkmuştu, hem de çok fazla. Ölümle burun buruna gelmişti. Sıradan bir melez için son birkaç saatte yaşadıkları çok fazlaydı. Kadın kızın bu kadar korkmuş olmasına bir an hak verdi. Ardından yine sinirlendi. Kızın durumu umrunda değildi. Marcus un onu farketmesi için kapıya yaklaştı ve içeriye girdi.

Marcus onu gördüğünde hemen duruşunu düzeltti. Yüzünde pişmanlık vardı, haklı bir pişmanlık. Yaptığının hiç bir şekilde affı yoktu. Yıllardır yanında olduğu safkan kadın onu öldürse yeriydi. Nigrum halkının geleceği onun gibi safkanların varlığına bağlıydı. Kralın gerçek yüzünü bilen ve halkı korumaya çalışan safkanların sayısı azdı. Diğerleri susuyordu. Korkuyorlardı, kraldan korkuyorlardı. Yaptığı hata bu amaç uğruna mücadele eden safkanların başında gelen kadının sonunu getiriyordu neredeyse. Onun yüzünden kral Hevanın en yaşlı kristalinin yıllar önceki koruyucusu Donna Tiada'nın yerini öğrenecekti.
Donna yıllar önce hain ilan edilmişti. Öldüğü sanılıyordu. Kadın büyük bir titizlikle hareket ediyordu. Marcus bir kez daha lanet etti kendine.

Donna ona bakan Marcus'a sert yüz ifadesini bozmadan başıyla dışarıyı işaret etti. Ardından hızla dışarıya çıktı. Marcus korkmuş kıza baktı. Onun bu halde olmasının sorumlusu da belkide oydu. Birşey demeden odanın kapısına doğru yürüdü. Kıza hiçbir şey söylemedi. Kızın onu dinleyecek hali de yoktu zaten.

Safkan Donna'nın yanına gidiyordu. Dar koridoru geçerek karşısına çıkan ilk odaya girdi. Donna odadaki büyük pencerenin kenarından kararmaya başlayan Heva kalkanını izliyordu. Odada ışık çok azdı. Marcus odada bulunan tek ışık küresinin yanına gidip bulunduğu cam kutuyu açtı ve küreye gerekli büyü sözlerini fısıldadı.

Cam kutuyu kapattı ışık küresi yavaş yavaş uyandı ve odayı aydınlattı.

Umrab şehrinin yüksek binalarından birindeydiler. Şehirdeki binaların neredeyse hepsi böyleydi. Burası Marcus'un eviydi, o şehirde bulunan güney akademisinde görev yapıyordu. Safkanların da içinde bulunduğu idari konseyin üyesiydi.

Bir koltuk ve büyük kitap rafının olduğu oda Hevanın kararmasıyla iyice soğumuştu. Ama bu havaya alışıklardı. Donna ışık küresinin harekete geçiren Marcus'a döndü ve yanına gelmesini bekledi.

"Açıkla."dedi sertçe kadın. Öfkesi hala kendini belli ediyordu. Dizginlemek için çabalasa da hiçbir faydası yoktu bu çabasının.

Marcus derin bir nefes aldı. Affedilmeyi beklemiyordu ama o yanlızca daha fazla bilgi bulmanın bir yolunu bulduğunu düşünmüştü. İçerideki kız akademi eğitmeniydi. Hem de ülkenin en büyük akademisinde görev yapıyordu. Oradaki safkanlar krala yakındı. Marcus o safkanların bildiklerini öğrenmeyi istemişti. Kızın onlarla aynı amaca hizmet edeceğine inanmıştı.

Marcus,"Zümrüt akademisi ülkenin en önemli okulu. Çok sayıda safkan orada. Ama hepsi krala bağlı. Kral görev yapan safkanları özenle seçiyor. Melez kız başarısı sayesinde öğrencilikten sonra eğitmen olmuş. Üç ay önce göreve başlamış. Ayrıca Heva kalkanına ilgili araştırma yapıyordu. Bize yardım edebilirdi."diye özetledi durumu.

Ancak bu Donna icin  yeterli değildi.

"Ona öylece güvendin yani."dedi öfkeyle. Diğer odadaki kızın konuştuklarını duymaması için sesini yükseltmemeye dikkat ediyordu.

Donna, Markus un yaptığı bu hataya hala inanamazken sinirle soludu. Bir an önce sakinleşmezse Marcus'a zarar verebilirdi.

Markus itiraz etti onun sözüne.

"Hayır araştırdım. Onunla zaman geçirdim ve amacını anlamak için ona birkaç kitap verdim ve güvenini kazandım. Haftalardır arkadaşız. Güvenilir biri olduğuna emin olmuştum. Tek amacı Heva kalkanının gizemini çözmekti. Bizim bildiğimiz gerçeğin peşindeydi. Bilmeden de olsa."

Donna dışarıyı izliyordu. Şehir yavaş yavaş ışık küreleriyle aydınlanmaya başlamıştı.

Marcus'a güveniyordu aslında, bilerek onu tehlikeye atmayacağının farkındaydı.
Ama onların hayatlarından çok daha önemli bir şey vardı. Heva kalkanı. Kalkanın yok edilmesi onlara bağlıydı. Hataya yer yoktu. Kralın gücünden korunmanın tek yolu hata yapmamaktı.

Donma sakin bir sesle,"Kızı kurtarmak için kendini tehlikeye attın. Safkan seni yakalasaydı neler olacağını benim kadar iyi biliyorsun. Kral bir tek beni değil, tarafımızda olan tüm nigrumları öğrenirdi."dedi gerçekleri pişmanlıkla mahfolan adama hatırlatarak.

Markus bir melezdi, bir safkandan hiçbir şey saklayamazdı. Bildiği herşeyi öğrenirlerdi. Ama bir yandan da yakalanmamıştı ve yaptığı hatayı kabul ediyordu. Başına sardığı belanın  sonu kötü bitmemişti. En azından onlar için. Marcus'un aklına kız geldi tüm bu düşüncelerin arasında. Birdenbire  kızın hayatının artık asla eskisi gibi olmayacağını düşündü.


Markus Donna'nın öfkesini görmesine rağmen cesaretle konuştu. Kıza onun yüzünden bir zarar gelmesini istemiyordu.

"

Ama öğrenmediler. Safkan kızın öldüğünü sanıyor. Yaptığının ortaya çıkmaması için asla araştırma yapamaz. Kurallar karşısında herkes eşittir. Bir safkan veya melez olması farketmez. Bir melezi öldürdüğü ortaya çıkarsa cezalandırılır. Her ne kadar bunu kralı için yapmış olsa da."


Eğer kız Heva kalkanını araştırmaya kalkmasaydı, bunu öğrenen safkan onu öldürmeye çalışmazdı. Olanlarla hiçbir bağları yoktu, tehlikede değillerdi. Olayı ucuz atlatmışlardı. Donna Marcus'a baktı, artık ne söylese de bir anlamı yoktu. Markus'a hak vermeye başlamıştı bir yandan. Eğer kız hala akademide olsaydı işine yarayabilirdi.

"Tamam. Şimdi kıza güvenli bir yer bulalım. Yanımda olmasının bir anlamı yok. Hiçbir işe yaramaz."dedi sakin bir sesle.

Marcus gülümsedi, safkanın kızı öldüreceğini sanmıştı. Kadının geçmişteki haline nazaran biraz daha ılımlı biri olduğunu görmek onu mutlu etmişti. Tekrar kızın yanına döndüler. Donna kızın karşısındaki koltuğa oturmuştu. Marcus ise duvardaki masanın yanındaki bir sandalyeyi Donna'nın oturduğu koltuğun yanına çekip oturdu.

Donna ilk defa kızın yüzüne tam olarak baktı. Siması birdenbire tanıdık gelmişti. Anlam veremedi. Kısa bir soruyla başladı konuşmaya.

"Biraz daha iyi misin?"

Yaşadıkları kız için fazlaydı. Zaten durumu bunu açıkça ifade ediyordu. Kız başını sallayarak yanıt verdi Donna ya. Donna ise onu nereden tanıdığını anlamaya çalışıyordu. Hisleri asla yalan söylemezdi, kızı tanıyordu.

" İyi. Peki ismin ne?"diye sordu.

Kız geldiğinden beri ilk kez konuştuğunda güçsüz sesi, yaşadıklarından ne kadar korktuğunu ele veriyordu.

"Lena Varlon"

Donna şimdi hatırlıyordu kızı nerden tanıdığını. Bu kızı en son birkaç yıl önce görmüştü. O zamanlar Cora nın en yakın arkadaşıydı. Kuzey akademisinde birlikte okuyorlardı. Arkadaşlıklarının daha eskiye dayandığını biliyordu. Evet, artık onun kim olduğunu biliyordu.

Gülümsedi. Hem heyecan hem de anlayış dolu bir ifade yerleşmişti yüzüne. Marcus'un evine geldiğinden beri kızın yüzüne dahi bakmamış ve konuşmamıştı. Ki zaten kız konuşamayacak kadar kötü bir haldeydi.

Marcus, safkanın gülümsediğini gördüğünde şaşırdı. Birden bire kıza olan bakışları dahi değişmişti.

Donna,"Evinin yandığını biliyorum ve artık ölü biri olarak bilindiğini de. Tüm bu olanlar için üzgünüm. Ama merak etme artık güvendesin."dedi kizin aşık suratına bakarak.

Lena bu sözlerden sonra yine olanları hatırlatmıştı. Sabaha karşıydı. Heva kalkanı daha aydınlatılmamıştı. Kuzey akademisinde görev yapan safkanlardan biri evine gelmişti. Adının Hanry olduğunu biliyordu. Lena şaşırmış ve kapıdaki safkan gelişinin sebebini sormuştu. Ama o hiçbir şey söylemeden Lena nın üzerine bir alev topu fırlatmıştı. Şansı yaver gitmiş ve kaçmıştı. Safkan eve girmişti. Evin içinde dolaştığını ve onu aradığını, gelen seslerden anlamıştı Lena. Korkudan ne yapacağını şaşırmış haldeydi. Odasına kilitlemişti kendisini ama safkanı durduramayacağını biliyordu. Hızla tüm araştırmasının içinde olduğu çantasını almış ve yakmıştı Lena. Safkanın saldırmasının başka bir sebebi olamazdı, Heva kalkanı ile ilgili yaptığı araştırma yüzünden onu öldürmeye gelmişti.  Lena bunu anladığında Cora ya hak verdi. Cora sürekli  ona safkanların işlerine burnunun sokmaması için uyarıda bulunuyordu geçmişte. Ama herşey için çok geçti. Lena içindeki boşluğu hissetti sonra, Cora'nın ortadan kaybolduğu ve askerlere haber vermesine rağmen hiçbir sonuç alamadığını hatırlamıştı. Hala kardeşi yerine koyduğu kızın nerede olduğunu bilmiyordu.

Evdeki safkan onu ararken lena safkanın hala onu bulmamasına şaşırıyordu, bu arada tüm araştırmasını yakmıştı. Bir anda kapının altından gelen dumanlarla yeni bir korku dalgası sardı bedenini, burada ölecekti. Kendi evinde. Birden kapı kırıldı. İçeriye duman dolarken gelen safkan değil Marcus tu...
Haftalar önce tanıştığı melez. Onu evden çıkarmıştı. Safkan hiçbir yerde yoktu onlar evden ayrılırken. Ardından Markus onu Umrab'a, kendi evine getirmişti.

Evi yakan Marcus'tu. Safkan yaptığı ateş küresi büyüsü yüzünden evin yandığını zannetmişti. Evi bir anda saran alevler tüm odaları kaplamıştı. Safkan kızın çoktan öldüğünü düşünmüştü. Bir tek arka odalara bakmamıştı ve kızın oradan kaçması mümkün değildi. Ölmüş olmalıydı. Birbiri ardına yaptığı büyüklerle evin her yerini dağıtmıştı zaten. Zamanı olmadığı için hemen evden çıktı. Kimse onu görmedi. Alevler saatler içinde söndürüldü. Askerler kayıtlara eğitmen Lena Varlon'un öldüğünü yazdı. Safkan Henry sağlamıştı bunu. Bir safkan olarak görevini yapmıştı. Yıllar içinde birçok melez Heva kalkanı yüzden sessizce öldürülmüştü.

Lena, geçmişten sıyrılırken ailesi gelmişti aklına. Safkan Hanry'nin sadece onu öldürmekle yetinmesini umut etti. Ailesine bir şey olmasından korkuyordu.

"Ailem?"diye sordu karşısındaki iki Nigrumla.

Güçsüz sesiyle sorduğu sorunun ardından korku ve endişeyle Markus'a baktı.

"Onlara zarar vermez Lena. Eğer seni bulamasaydı yapabilirdi. Ama seni öldürdüğünü sanıyor. Daha fazla ileriye gitmez. Sana yaptıkları ortaya çıkabilir."dedi Markus kızı rahatlatmak için.

Lena acıyla gülümsedi. Ölümün pençesinden kurtulmamıştı daha.

"Yani ortaya çıkarsam yine beni öldürmeye çalışacak. Yaşadığımı öğrenirse ailemi kullanarak beni bulmaya çalışacak." Dedi içinde alevlenen öfkeyi sesine yansıtarak.

Markus çaresizdi. Bulunduğu durumda kızı rahatlatmasının, güven vermesinin mümkün olmadığını anladı. Ama onu güvende hissettirmek istiyordu.

"Üzgünüm, artık eski hayatına geri dönemezsin. Bu sefer diğer safkanlar da peşine düşer hatta kral bile. Bir melez için heva kalkanı hakkında çok fazla şey öğrendin."dedi Marcus pes ederek.

Donna yanlızca dinliyordu. Marcus'un sözleri bittikten sonra kız bir şey demedi. Başını öne eğdi. Donna kıza bakıyordu şimdi. Kızı küçük bir şehre gönderip, güvende olmasını sağlayacaktı. Yani en azından ilk düşüncesi buydu.

Hayır...kızı yanında istiyordu. Hiçbir yere göndermeyecekti. Herşeyi anlatacaktı. Hayatta kalabilmesi ve güçlenebilmesi için ne gerekiyorsa yapacaktı. Lena'yı yanında istiyordu.

Yanlış düşünmüştü. Kız onun işine yarayacaktı, hem de çok fazla. Bir melez olmasına rağmen bu kız Donna'ya yardım edebilirdi.

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

31/07/17

_sonsuzsiyah_

01/06/18
_DÜZENLENDİ_

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top