•1•~Sonun Başlangıcıydı~


<><><><><><><><><>

İyi okumalar dilerim.

Okumaya başladığınız tarihi ve saati yazın lütfen.

_Bölüm İthafı_
tiriplendiniz (♥)

<><><><><><><><><><>

_______________________

_______________________

_______________________


~

Gece vakti, gökte parlayan bir ay ve etrafında dizili sayısız yıldızın bulunduğu açık bir gökyüzü... Hafifçe esen bir rüzgar ile kıpırdanan ağaç dallarının karanlığın içinde uyumla dans ettiği bir gece. Ormanın içinde otururken havanın kararması ile ortaya çıkan gece hayvanlarının seslerini dinleyerek huzurla baktığım muhteşem bir şehir manzarası...

Belkide asla ulaşamayacağım güzel bir hayalin daha içine düşmüştüm yine. Kuru ve fazlasıyla soğuk olan havayı ciğerlerime çekerken hayalden gerçekliğe dönerek açtım gözlerimi. Hayalim aslında normalde olması gereken her şeyi içinde barındırıyordu. Şu anda içinde bulunduğum ormanda izlediğim muhteşem manzaranın içerisinde hayaller kurarak gerçeklerden bir kez daha kaçıyordum. Zümrüt şehrinin manzarasını izlemeye geldiğim bu kısıtlı zamanda hep hayallere dalardım zaten.

Karşımda yükselen şehir binalarının yaydığı ışığın oraya çıkardığı muhteşem manzaraya bakmayı bırakıp gerçekle yüzleşmek için yukarıya kaldırdım başımı. Hayallerle umudu artan benliğimi gerçekle yüzleştirmeliydim.

Gökyüzündeki sonsuz siyahlığı izlemeye başladım. Ne bir ay vardı parlaklığı ile geceyi aydınlatan ne de yıldızlar vardı parlayan aya eşlik eden. Sahte gökyüzünde bir tek biz nigrumların rengi olan siyah hükmederdi geceleri. Heva denen bir lanet bizi gerçek gökyüzünden ve yeryüzünün geri kalanından sonsuza kadar ayırmıştı.

Biz nigrumlar... Lanetlenmiş renk halkı. Renklerin içinde en güçlü, aynı zamanda da da en zayıf olanıydık şüphesiz.

Renklerin savaşı ile, tam beş yüz yıl öncesinde başlayan bir hikayenin son kısmında olduğunuza inanırdım. Yeryüzünde bulunan beş renk ırkı güç uğruna birbirlerini yok etmek için hırsla saldırmıştı birbirine. Bilgeliği ile bilinen bizler bile güç uğruna yok etmeye çalışmıştık diğerlerini. Yıllarca sürmüştü tüm dünyayı cehenneme çeviren savaş, yaşanan yıkım kimsenin umurunda olmamış, sayısız kayıptan ders alınmamıştı.

Nigrum kralı kazanmak için yeşil halkın, Viride halkının kralı ile bir anlaşma yapmıştı. Başta her şey yolundaydı Nigrumlar daha fazla kayıp vermeden savaştan galip çıkacaktı. Bu durum Viride kralının tek kazanan olmak için Nigrum kralına ihanet etmesi ile bir hayal olarak kaldı. En başından beri Viride kralının tek amacı savaştaki en güçlü taraf olan nigrumları saf dışı bırakmaktı.

Bir anda tüm renkler Nigrum ırkına karşı birleşti. Viride kralının tuzağı yüzünden yeterince iyi savunma yapamadığı için neredeyse ordunun tamamını kaybeden Nigrumlar çaresizce kendi topraklarına çekildi.

Üzerlerine gelen güçlü ordulara karşı hiçbir şey yapamayacaklarını bilen Nigrumlar kendi topraklarında ölümü beklemeye başlamıştı çaresizce.

Her şey sona ermiş, Nigrumlar kaybetmişti. Herşey bitti derken kralın sağ kolu olan safkan Nigrum krala bir çözüm önerdi.
Bir kalkan oluşturmak. Kral çaresizdi, geriye kalan askerleri ve tüm halkıyla saldırılara karşılık veriyordu ama herşeyin bittiğini düşünüyordu uzun zamandır, umudunu kaybetmişti. Safkan Nigrum'un önerisini kabul etti.

Safkan Nigrum kendisiyle beraber ülkenin en güçlü toplam altı safkanını görevlendirdi. Kalkan oluşturmak için en yaşlı kristaller bulundu ve kıtanın dört bir yanına yerleştirildi. En yaşlı kristalin etrafına dizilen altı safkan büyüyle kalkanı oluşturdu. Litore kıtasının etrafını saran kalkana Heva ismi verildi. Tüm nigrumlar merakla olacakları beklemeye başladı. Umut dolu bekleyiş uzadı gitti, diğer renk ırklarını bir daha asla görmediler. Kalkana saldırıp saldırmadıklarını bile anlayamamışlardı. Nigrumlar kalkan sayesinde mutlak bir ölümden kurtulmuştu.

Her ne kadar ölümden kurtulmuş olsak dahi esaretin pençesine düşmüştük bu kez de. Heva kalkanı yıllar sonra defalarca kez denenmesine rağmen yok edilememiş, Nigrumlar kendi topraklarında hapsolmuştu. Aradan beş yüz yılı aşkın süre geçmişti ve Nigrumlar hala Litore kıtasında Heva kalkanının ardında hapsolmuş haldeydi.

Heva kalkanına karşı derin bir nefret besliyordum. Nigrum halkının tamamı gibi hapsolduğumuz için değil, ailemi benden aldığı içindi bu nefretim. Hem Hevadan hem de kraldan nefret ediyordum. Ben bir Damnum'dum. Heva kalkanını oluşturan safkanlardan birinin soyundan geliyordum. Yaklaşık altı yıl önce gurur duyduğum soyum Heva kalkanı yüzünden parçalanmış, ve hayatım mahvolmuştu.

Ailem kendimi bildim bileli gizlenerek yaşardı zaten. Anneme hep nedenini sorardım ama bana hiç açıklama yapmazdı.'Kendi iyiliğimiz için' derdi hep sadece. Nigrum kralı Aaron İmperium'un tahta yeni çıktığı zamanlardı, bir gün okuldan döndüğümde karşılaştığım manzara hayatımın bir daha asla eskisi gibi olmayacağının kanıtı olmuştu bana. Kraliyet askerlerinin annemi ve babamı öldürüşünü izlemiştim. Ardından askerlerin büyükanneme yaptığı saçma açıklamayı da duymuştum tabii. Kralın emriyle kalkanı oluşturan safkanların soyundan gelen safkan Nigrumlar, halk için tehlike oluşturduğu için yok edilmişti. Babam bir Damnum olduğu için annem ise babamı kurtarmaya çalışıp kralın emrine karşı geldiği için öldürülmüştü.

Birkaç yıl önce okulu bitirir bitirmez ailemin geriye kalan üyelerinin yanından ayrılmış ve gerçekten yanımda olan tek kişinin, kız kardeşim gibi gördüğüm dostumun yanında yaşamaya başlamıştım. Akrabalarımın yanında kalmak için tek bir nedenin bile yoktu, ki onlar da sorunlu bir kız olarak gördükleri beni yanlarında istemiyordu.

Yaşadıklarımdan sonra okulda da başarısız olmuştum. Biz nigrumlar büyü gücüne sahip varlıklardık. Eğer başarılı bir büyücü olsaydım bir görev alır ve krala hizmet etmek için çalışıyor olurdum ama ben okulu bile zar zor bitirmiştim.

Heva kalkanı benden hayatımı almıştı. Her yıl bugün bu ormana gelmemin tek nedeni de buydu. Öfkemi ve acımı rahatlıkla yaşayabilmek ve ailemi düşünerek geçirdiğim birkaç saat için buraya geliyordum. Her doğum günümde kendimi burada buluyordum ister istemez. Yirminci yaşıma girdiğim bu doğum günümde de tüm geceyi ormanın en güzel yerinde zümrüt şehrini izleyerek geçirmiştim. Burası kraliyet ormanıydı. Heva kadar olmasa da yeterince güçlü daha küçük bir kalkan ile çevrili, uzun ve ince yapraklı kara çam ağaçları ile kaplı toprağında ağaçtan başka hiçbir bitkinin yetişmediği ama buna rağmen mükemmel görünen büyük bir yerdi burası.

Yasak olduğu halde buraya girmem ise ayrı bir mevzuydu tabii. Kraldan saklanırken onun yasaklarından birini her yıl aynı gün çiğniyordum. Kurallar bana göre değildi.

Kraldan saklanıyordum... Çünkü ben bir safkandım. Nigrum ırkı safkan ve melez olarak ayrılır, safkanlar krala hizmet ederdi. Ailemi öldüren kişiye hizmet etmeye niyetim yoktu. Bu yüzden yıllardır bir melez gibi yaşıyordum.

Yeniden zümrüt şehrinin manzarasına dalmışken gökyüzünü kaplayan Heva kalkanındaki hareketlenme beni kendime getirdi. Kalkan aydınlanacaktı. Yüzyıllar boyu kalkanda yapılabilen tek değişiklik kalkanın rengini değiştirmekten öteye gitmemişti. Akşam belli bir saatte büyü ile karartılır sabahları yine aydınlatılırdı Heva kalkanı.

Hareketlenme başladığına göre kısa bir süre sonra kalkan aydınlanacak ve mavi renkle parlayıp topraklarımızı aydınlatacaktı. Koyu renkli ve kuru olan topraktan kalkıp üzerimdeki koyu yeşil pelerindeki tozları sikkeledim. Ormanda ülkenin güvenliğini sağlayan ve sürekli etrafta dolaşan gözcü askerleri olamayacağı için rahattım ama kalkanın ardında güvenlik için daima askerler olurdu. Bu yüzden Heva kalkanı aydınlanmadan önce zümrüt şehrine ulaşmam gerekiyordu.

Kuruyan yaprakların ve dalların yürüdükçe ayağımın altında kırılırken çıkardığı sesleri dinleyerek kaybolmamak adına kendime belirlediğim yoldan yürüdüm. Yaklaşık on beş dakikanın ardından ince gövdeli ağaçların arasından geçerek dalgalar halinde titreyerek kendini belli eden şeffaf renkli kalkana ulaşmıştım.

Bu kalkanlar ancak safkanlar tarafından kristaller kullanılarak yapılır ve kontrol edilirdi. Bizi melez nigrumlardan ayıran en büyük özelliğimiz de buydu zaten. Melezler de büyü yapardı ancak safkanlar kristalleri kontrol eder ve daha güçlü büyüler oluştururlardı.

Sağ elimi kaldırdım ve ilk önce soğuktan uyuşmuş parmaklarımı sonra da elimin tamamını kalkanın üzerine koydum. Elimin altındaki sert kalkan yüzeyi dokunduğum anda hafifçe titremeye başlamıştı. Saniyeler içerisinde ilk önce elimin altı daha sonra da elimin etrafı siyahlaşmaya başladı yavaşça. Siyahlık elimin çevresinden dalgalar halinde yayılıyor, büyüyordu. Siyahlık büyüdükçe kalkan yüzeyi elimin olduğu yerden başlayarak parçalanmaya başladı. Elimi geriye çekerken kalkanın eriyormuşcasına yok olmasını izlemeye başladım. Benim içinden geçebileceğim kadar geniş bir boşluk oluştuktan sonra kalkandaki yırtılma durmuştu. Şeffaf kalkanın ardında, ilerideki boşluğa ve ardında yükselen şehir binalarının arasına göz gezdirip bulunduğum yere çevrili bir göz olmadığına emin oldum. Etraf oldukça sakin görünüyordu.

Pelerinimin başlığını başıma geçirip yüzümü gizledim ve kalkanın diğer tarafına geçtim. Kalkana baktığımda az önce açılan boşluk zayıf bir ışık yayarak yavaşça kapanıyor kendini onarıyordu. Ormanın içerisinde şu anda bulunduğum yer rahatlıkla görünse de, buradan kalkanın ardında kalan kraliyet ormanı görünmüyor, şeffaf yüzey bir ayna gibi etraftaki herşeyi yansıtıyordu. Kalkan kendini tamamen onardığında zayıf bedenimin kalkan üzerindeki yansıması ile karşı karşıya kaldım. Zifiri karanlıkta koyu yeşil pelerinin arasında kendini belli eden kızıl saçlarım omuzlarımdan belime kadar iniyor, soğuktan bembeyaz olmuş yüzümü pelerinin başlığı ile çevreliyordu.

Kollarımı belime sardım ve etraftaki soğuk yüzünden iyice üşüyen bedenimi ısıtmaya çalıştım. Heva kalkanı yüzünden hava daima soğuktu. Kalın pelerinler ile soğuktan korunmaya çalışır mecbur kalmadıkça evlerimizden dışarıya çıkmazdık. Daima tenha olan şehir sokakları ile Nigrum kıtasındaki sekiz şehirde de durum aynıydı... Nigrumlar zamanının çoğunu evlerinde geçirir, şehir sokaklarında çoğunlukla yalnızca askerler olurdu.

Üzerimdeki pelerin artık ısınmam için yeterli değildi. Bir an önce eve dönmeliydim. Hem aynı evde yaşadığım dostum da bu küçük alışkanlığımdan habersizdi ve benim o uyanmadan önce geriye dönmem gerekiyordu. Lena'nın bu yaptığımı iyi karşılayacağını hiç sanmıyordum, muhtemelen üzerimde en sevdiği saldırı büyülerini kullanır ve bana işkence ederdi. Ne dost ama... Daima kuralcı ve kontrol manyağı biri olsa da onu seviyordum gerçi. Gerçekten yanımda olan ve zor zamanlarımı atlatmamı sağlayan kişiydi ne de olsa.

Çok fazla oyalanmıştım. Heva kalkanı aydınlanmak üzereydi. Kalkan yüzeyindeki görüntümden gözlerimi çekip gitmeyi düşünüyorken olduğum yere çivilenmiş gibi donup kalmıştım birden bire. Kalkan yüzeyinde olmaması gereken bir yansıma takılmıştı gözüme. Bir silüetin yansıması, hem de bir gözcü askerin. Kalkan ile şehir arasında bulunan birkaç ağacın arasında kıpırdamadan benim olduğum tarafa bakıyordu. Yüzünün tamamını kaplayan siyah maskesini rağmen beni gördüğünü biliyordum. Çok fazla oyalanmıştım ve belki de beni hayatımdan edecek bir hata yapmıştım.

Kaybedecek bir şeyim yoktu, hayatımdan başka değerli hiçbir şeyi olmayan birinin yapacağı gibi onun harekete geçmesini beklemeden şehrin içine doğru koşmaya başladım. Tek umudum pelerinin başlığı sayesinde yüzümü görmemiş olmasıydı.

Günün erken saatlerinde olduğumuz için tamamen boş olan sokaklarda durmadan koştum. Arkamda duyduğum adım sesleri durmadan koşmak için yeterli bir sebepti benim için.

"Dur!"diye bağırdığını duydum arkamdaki askerin. Durmak bir yana daha da hızlandım. Kaçabildiğim yere kadar kaçacak ve başarabilirsem ondan kurtulacaktım. Yakalanırsam sonum gelecekti çünkü...

İzimi kaybettirmek için ara sokaklardan birine girdim. Ne yazık ki girdiğim anda yaptığımdan pişman olmuştum. Sokağın başında iki gözcü askeri daha vardı, arkamdaki asker diğer gözcülere haber vermiş olmalıydı.

Adımlarımı yavaşlatarak durdum, arkama baktığımda az önce peşimden koşan askerlerin de sokağın başında durduğunu gördüm. Köşeye sıkıştırmışlardı beni.

Ama daha hiçbir şey bitmemişti...

Pes etmiş gibi öylece bekledim ve bana yaklaşmalarına izin verdim. Gözcü askerleri boyunlarında özel bir kristal taşırlardı. Bu kristal yakınlarında bulunan ve kristal taşımayan her büyücüyü güçsüz kılardı. Savaş zamanında her Nigrumun taşıdığı bu kristali şimdilerde yalnızca askerler taşıyordu. Bana doğru yaklaşan askerler de bu kristalin varlığı sayesinde beni yakaladıklarını düşünüyorlardı. Tamamen savunmasızdım, tabii onlara göre.

Bir safkan bu kristallerden etkilenmezdi. Onların hafızasından son birkaç dakikayı silebilir, güvenle evime dönebilirdim. Yeterince yaklaşmalarını bekledim ve beni bu durumdan kurtaracak büyüyü yapmaya başladım.

'Meae memoriam in mante hebetur.
Non pertinent ad me...
Et nunc Im'captus factum cunctis retro'

Askerler bilinçlerini kaybederek teker teker yere düştü. Yorgun ciğerlerime derin bir nefes çektim ve kurtulmanın verdiği mutlulukla gülümsedim.

"Bir melez için fazla güçlü olduğunu söyleyen oldu mu hiç?"

Kanımın çekilmesine neden olan soğuk bir ses geldi tam arkamdan. Hızla arkamı döndüm, birkaç metre uzağımda korkudan uzak bir merakla beni inceleyen genç bir erkek duruyordu. Az önce yaptıklarımı gördüğü halde benden korkmamış olmasına şaşırmıştım, karşıma çıkacak kadar aptal olması ise kafamı karıştırmıştı.

Uzun boyu ve düzgün fiziği, beyaz teni ve sarı saçları ile oldukça iyi görünüyordu. Merakla parlayan mavi gözleri arkamdaki askerlerin üzerindeydi ben ona bakarken.

Yumruklarımı sıkarak karşımdaki yabancının niyetini anlamak için konuştum.

"Oldu."gülümsedim." Ama yanlış bir nokta var. Ben melez değilim. "

Sözlerimle birlikte yüzü asıldı.

"Demek öyle. Küçük değilsin..." bir süre durakladı." Ve bir melez değilsen seni mutlaka sarayda görmem gerekirdi safkan."

Bir safkan olduğumu söylemiş olmama rağmen hala rahatça konuşuyor olması zaten gerilmiş durumda olan sinirlerimi iyice geriyordu. Karşımdaki muhtemelen saray askerlerinden biri olan Nigrumdan kurtulma zamanım gelmişti, askerlere yaptığım gibi onun da hafızasında benimle ilgili olan anıları silebilirdim.

'Meae memoriam in mante hebetur.
Non pertinent...

"Hafıza silme büyüleri safkanlar üzerinde işe yaramaz."dedi gülümseyerek.

Sözleri ile birkaç adım geriledim. O da bir safkandı, hem de sarayda olduğunu söylemişti. Benden çok daha güçlü olduğundan emindim ona karşı koyacak kadar güçlü olmam mümkün değildi. İşte şimdi işim bitmişti.

"Neden burdasın?"diye sordum çünkü saraydaki safkanların kolay kolay dışarıya çıkmadığını biliyordum.

"Cora Red Damnum, adın bu değil mi? Saatler önce bir gözcü asker bir kızın kraliyet ormanına girdiğini haber verdi."

Birkaç adım yaklaştı ve konuşmaya devam etti.

"Kayıtlarda melez olarak görülen bir kızın kristallerle oluşturulmuş bir kalkandan geçmesi oldukça tuhaf bir durum değil mi?"

Birden gözlerim kararmaya başladı. Nefesimin daraldığını hissediyordum. En başından beri benden haberleri vardı ve dışarıya çıkmamı beklemişlerdi. Başımı iki yana salladım ve kendime gelmeye çalıştım, gözlerimin normale döndüğü kısacık anda yabancının tam önümde bana bir nefes kadar yakın durduğunu görmüştüm. Geri çekilecek güce sahip değildim. Saniyeler sonra ayaklarım bedenimi taşıyamayacak kadar hissizleşmişti. Bu hale gelmeme neden olan safkanın kollarının arasına yığılırken bilincimi tamamen yitirmiştim.

^

Herşeyin bir sonu vardır. Seçimlerimiz bizi ya iyi ya da kötü bir sona götürür. Benim hikayem iyi başlamıştı fakat işlerin tersine dönmesi ve hayatımın mahvolması ile her seçimim her hareketim kötü sonuçlanmıştı. Bazen gittikçe dibe doğru battığımı düşünürdüm. Bir safkan olduğumu gizlemeye çalışırken çevremdeki herkesten, hatta ailemden bile uzaklaşmış ve başarısız yalnız biri haline gelmiştim. Yanlış kararlar almaktan ders çıkarmadığım ve mantıklı hareket etmediğim her seferinde kendimi kötü sona biraz daha yaklaştırmıştım.

Artık hikayenin sonuna geldiğimi ve kötü sonuma kavuşmama az kaldığını biliyordum. Kaçmayı başaramamıştım bu kez. Hayatım boyunca daima kaçmıştım olduğum şeyden, ailemden, sorumluluklarımdan ama ölümden ancak bir yere kadar kaçabilmiştim.

Bilincim yavaşça yerine gelmişti ancak gözlerimi açmamıştım henüz. Bedenimi ele geçiren soğuk, yattığım sert ve pürüzlü zemin ve etraftaki uğultular ile nerede olduğumu tahmin etmek zor değildi. En sonunda hücreyi boylamıştım. Kulaklarımı esir alan uğultulara anlamlı konuşmalar eklenince yanıma birilerinin geldiğini anlayarak gözlerimi araladım. Hevanın aydınlanması ile birlikte hücrenin karşısındaki küçük pencereden yoğun bir ışık giriyordu içeriye. Benim olduğum hücreye vuran ışık dağılarak kısa koridoru ve diğer iki hücreyi de aydınlatıyordu.

Kalkıp üzerinde uzun süre yattığını için uyuşan kolumu ovuşturdum. Koridorda üç hücre vardı yalnızca. Demir parmaklıklar ile çevrili hücrelerin önündeki dar koridorun sonunda siyah büyük bir kapı yerden nerdeyse tavana kadar yükseliyordu. Sırtımı arkamdaki parmaklığın olmadığı duvara dayadım. Kraliyet ormanına girdiğim için belki affedilebilirdim ama bir safkan olduğumu sakladığım için başıma ne gelirdi kestiremiyordum. Bu yüzden idam edilebilir ya da geriye kalan hayatım boyunca bu hücrede çürüyebilirdim.

Koridorun sonundaki kapının kilidinden yükselen sesle başımı kapıya çevirdim. Beni yakalayan safkan donuk bir ifade ile içeriye girdi ve gözünü üzerimden ayırmadan kapıyı ardına kadar açarak kenara çekildi. Hemen ardından içeriye bir Nigrum daha girdi. Üzerindeki siyah pelerine işlenmiş s ve n harflerinin iç içe geçmiş halinin oluşturduğu safkan sembolü hemen dikkatimi çekmişti. Nigrum kıtasında kraliyet ailesinden sonra en güçlü kişilerden biriydi karşımdaki orta yaşlarında olan Nigrum. Krala hizmet eden bir safkanın karşısında başka bir Nigrum olsa korkudan titrerdi. Ben ise hiç istifimi bozmadan rahatça oturmaya devam ediyordum.

"Kalkman ve selam vermen gerekiyor...safkan."dedi beni buraya getiren genç safkan.

Ona baktığımda kaşlarını çatmış bir şekilde beni izlediğini gördüm. Umurunda değildi, cevap vermeye gerek duymadan diğer safkana çevirdim başımı. Umursadığım tek şey bundan sonra bana ne olacağıydı. Nigrum kıtasında yaşayan her Nigrum safkanlara saygı duymalı ve biraz olsun aklı varsa saygılı davranmalıydı. Yeryüzündeki en güçlü varlık olan safkan Nigrumlar saniyeler içinde öldürebilecek ve dayanılmaz acılar çektirebilecek güce pekala sahipti.

"Tamam Jason. Sen dışarıda bekle."

Beni buraya getiren safkanın adını nihayet öğrenmiştim. Jason, diğer safkana başını eydikten sonra dışarıya çıkıp kapıyı kapattı. Onun gidişi ile içimde anlayamadığım bir korku oluşmuştu.

"Kraliyet ormanında ne işin vardı. Yasaktan haberin olduğu halde, senin gibi birinin neden ortaya girdiğini hala anlayabilmiş değilim."dedi sakin bir sesle. Bu safkanlar sohbet etmeyi çok seviyordu.

"Nedeninin bir önemi var mı? Manzara için oradaydım." diye dalga geçtiğimi belli eden bir sesle konuştum. Yüzümdeki gülümseme, onun yüzünde oluşan gülümseme ve söylediklerinden sonra yüzümde donmuştu.

"Zümrüt şehrinin manzarasının en iyi izleyebileceğin yer odasıdır. Ama bir safkan Damnum için fazla tehlikeli bir bölge." dedi. Ses tonunda rahatsız edici bir sakinlik vardı. Kalıplı bir vücudu, açık kumral saçları, koyu mavi gözleri ve yumuşak yüz hatlarına rağmen etkileyici ses tonu ve bakışları onu soğuk ve korkutucu bulmama neden oluyordu.

Az önceki cesaretin ve umursamazlığımdan sıyrılarak ayağa kalktım ve hücrenin içinde safkanın tam karşısına geçtim.

"Cezam ne? İdam mı edileceğim?"

Bir süre beni göz hapsine aldıktan sonra konuştu.

"Hayır öldürülmeyeceksin ama benim öğrencim olmak da bir ceza olarak nitelendirilebilir sanırım."dedi alayla.

"Ben bir Damnum'um. Kral bunu öğrendiğinde..."sözümü kesti.

"Kral bunu zaten biliyor."

"Ama...beni öldürmesi gerekirdi."dedim bir çırpıda. Karşımdaki tanımadığım adamla neden bu kadar rahat konuştuğumu bilmiyordum. Benim soyumdan gelen safkanların öldürüldüğünü biliyor olmalıydı.

"Geçmişte yaşananlardan bahsediyorsan bilmediğin bir nokta var. Öldürülen safkanlar kalkan kristallerinin oluşturan safkanların soyundan gelen ve tamamen saf kana sahip olanlardı. Annen veya baban melez miydi?" diye sordu bir.

Başımı salladım. Demek ki babamın anne ve babası safkandı.

"O zaman bir Damnum olduğun için de öldürülmeyeceksin safkan."

"Neden buradayım o zaman."dedim içinde olduğum hücreyi işaret ederek.

Gülerek, "Bir safkan olsan da kurallara karşı gelerek kraliyet ormanına girdin. Bunun bir bedeli olacak illa ki."dedi ve ekledi. "Şimdi gidip buradan bir an önce çıkman için uğraşacağım sen de keyfine bak."

Yüzüm son söylediği söz ile asılırken onun gülümsemesi daha da büyüdü. Arkasını dönerek birkaç adım attıktan sonra tekrar bana döndü.

"Tam olarak tanışmadık. Ben Andrew Leksy" dedi ve kapıyı açıp dışarı çıktı.

Hücrenin içinde öylece kalmıştım. Şimdiye kadar başıma gelmemesi için gizlenerek yaşadığım şey ile karşı karşıyaydım. Kralın yanında, krala hizmet eden bir safkanın öğrencisi olacak ve hayatımın geri kalanında krala hizmet edecektim.

<><><><><><><><><><><>
Bölüm sonu;

Bölümü nasıl buldunuz?

Karakter hakkında ne düşünüyorsunuz?

SURGERE'Yİ SEVEREK OKUYACAĞINI DÜŞÜNDÜĞÜNÜZ BİR ARKADAŞINIZI ETİKETLEMEYİ UNUTMAYIN !

OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM.

<><><><><><><><><><><>

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

05/02/17

23/04/18
-DÜZENLENDİ-


__SONSUZSİYAH__

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top