•34•~Kanlı Hançerin Kayboluşu~
<><><><><><><><><><>
Safkan Damon hakkında ne düşünüyorsunuz?
Cora hakkında ne düşünüyorsunuz?
İyi okumalar dilerim.
_sonsuzsiyah_
<><><><><><><><><><>
________________
________________
~
Saraya kadar tek bir kelime dahi etmeden gelmiştik. Arabayı sarayın bahçesinde durdurduğunda bir saniye bile beklemeden dışarıya çıktım. Benim aksime hiç acele etmeden arabadan inen safkan Damon yanına gelen askere arabanın anahtarkartını verdi.
Yürümeye başladığında ardından ilerlemeye devam ettim. Konuşmadan odasına kadar gittik. Neden burada olduğum hakkında hala en ufak bir fikrim bile yoktu. Bir açıklama duymayı umarak safkan Damon'un açık braktığı kapıdan onun odasına girdim.
Odaya girdiğim an burnuma dolan ferah ve yumuşak çiçek kokusu zihnime gecmişten bir anıyı getirdi. Daha önce bu odaya girdiğimde gözümün ilk iliştiği noktaya, masanın önündeki koltuklara baktım. Arkasına dönmüş halde koltukta oturan Brian safkan Damon'un geldiğini düşünüp ayağa kalkmış ve benimle karşılaşmıştı.
Bir adım attım.
Brian'ın soğuk bakışları hareketlerimi izliyordu.
Bir adım daha attım.
Beni umursamadan yerine oturdu. Odaya birden dalan kızın neden burada olduğunu merak etse de kibirle susmuştu.
Bir adım daha attım.
Ve gerçekliğe döndüm. Yeşil gözlere sahip silüet kayboldu, koltuk aslında tamamen boştu...
Onunla olan konuşmamı hatırlıyordum. Ona karşı duyduğum şüpheler yüzünden sinirliydim. Zaten ona karşı ne zaman iyi olabilmiştim ki. Asla buna izin vermemişti...
Safkan Damon üzerindeki pelerini çıkarttı. Üzerinde siyah bir pantalon ve aynı renge sahip siyah bir gömlek vardı. Pelerini masanın önündeki sandalyeye braktı. Masanın diğer başındaki sandalyeye oturup eliyle karşımda kalan koltuğu işaret etti. İtiraz etmeden gösterdiği yere oturdum. Değişmeyen sert bakışlarını görmemek için başımı yere sabitledim. Karşımdaki koltuğa da bakamıyorum. Yeni bir anının daha canlanması içten bile değildi çünkü.
Safkan Damon soğuk bir sesle,"Safkan Andrew öldü. Sen de doğal olarak eğitmensiz kaldın."diye başladı konuşmaya.
Sözleri öyle duygusuzdu ki, sanki kimi zaman aynı masada oturduğu adamdan bahsetmiyor gibiydi.
İfadesizce onu dinledim, her ne kadar sözleri sinirimi git gide bozsa da. Bana,"Eğitimine ara vermeden devam etmen gerekiyor. Bu yüzden de artık benim öğrencimsin."dediğinde şaşkınlığım tüm bedenindeydi geçirmiş ne yapacağımı şaşırmıştım.
Şaşkınlıkla büyüyen gözlerimi ona çevirdim. Soğuk bakışları artık etkisini yitirmişti. Duyduğuma inanamıyordum ve bunu kesinlikle istemiyordum.
Şaşkınlığımım etkisiyle kelimeleri toparlayamayarak konuştum."Neden siz?...Yani bir başkası..."
Cümle kurma yeteneğimi kaybetmiş bir halde, başarısızca itiraz etmeye çalıştım. O ise kaşlarını çatarak konuşmaya devam etti.
"Ben de buna meraklı değilim. Anlaşılan o ki sana herşeyden önce sargulamaman gerektiğini öğretmem gerekecek."diye söylendi sinirle. Safkan Damon'un sinirli ve aksi olmadığı tek bir an bile olmadığını düşünmeye başlıyordum.
Bıkkınca dışarıya verdiği nefesi bunu gerçekten istemediğini o kadar çok belli ediyordu ki... Neden istemediği halde eğitmenim olduğunu anlamıyordum. Madem istemiyordu neden kabul etmişti?
"Bunun için mi buraya geldik?"diye mırıldandım, ormanda Aeris'in yanında olmam gerekirken onun yanında olmak hiç de isteyeceğim bir şey değildi.
Sinirle sıktığı dişlerinin arasından konuştu.
"Hayır. Senin yüzünden işlerimi aksatamam. Hazırlanman için buraya getirdim seni. Doğuya gidiyoruz."
Soru sorarsam yine sinirleneceğini biliyordum. İtiraz etmeden ayağa kalktım. Odadan çıkmak için sabırsızlanıyordum. Ayağa kalktığımda son kez konuştu.
"Gece yolculuğu yapacağız. Üç saat sonra burada ol. Sakın geç kalmak gibi basit bir hataya düşeyim deme. Beni sinirlendirmek istemezsin." Diye uyardığında onun sinirli olmadığı tek bir anın bile olmadığını düşündüm içten içe.
Anlaşılan karşımdaki yüz onun sakin halindeki yüzüydü. Aklımdan geç kalmamam gerektiğini fısıldadım kendime. Boş yere laf duymak istemiyordum. Başımı sallayıp anladığımı belirttikten sonra dışarıya çıktım. Boş koridorda kapattığım kapının sesi yankılandı.
Durduk yere üzerime bela çekiyordum. Her şey bir yana şimdi de safkan Damon ile baş etmem gerekecekti. Bir hain olduğundan şüphe ettiğim adam artık benim eğitmenimdi.
~
Hevanın kararmaya başladığı kısa dakikalarda sarayın bahçesindeydim. Önümdeki siyah arabanın açılan bagaj kapısını ardında bana bakan görevli askere elimdeki küçük çantayı uzattım. Ne kadar uzun süre gittiğimizi bilmediğim için eşyalarımı hazırlarken bir hayli zorlanmış sonunda gerekli olduğunu düşündüğüm her şeyi küçük çantaya koymuştum. Zaten pek fazla bir eşyam da yoktu, bu saraya geldiğimden beri aldığım birkaç parça kıyafetle idare ediyordum.
Çantayı alan görevli onu bagaja yerleştirdi. Bagajı kapatıp yanımdan uzaklaştı. Arabanın yanında dakikalardır süren bekleyişim hala sona ermemişti. Safkan Damon'un tam da istediği saatte onun odasına gitmiştim. O ise beni umursamadan buraya yollamış ve beklememi söylemişti. Kaç dakika olmuştu on, on beş belkide yirmi...
Üzerindeki kalın kıyafetlere rağmen üşüyordum. Bedenimi saran koyu kırmızı pelerinim bile soğuğu engelleyemiyordu. Heva az sonra tamamen karanlığa gömülecekti.
Havanın daha da soğuyacağını bildiğimden, safkan Damon'un bir an önce gelmesini diledim. Gittikçe ona karşı bir öfke büyüyordu içimde. Sanki benden özel olarak nefret ediyordu ve bu yüzden bana böyle davranıyordu.
Endişeliydim. Brian gittiğinde beni tehtit etmişti. Şu anda o bunu tamamen unutmuş görünüyordu. Ama unutmamış da olabilirdi. Ona göre Brian'ın başına gelenlerin sorumlusu bendim. Aslında bu tamamen doğruydu ancak safkan Damon'un yaptıklarımdan haberi olmadığını düşünüyordum.
Onun nasıl bir gerekçesi olduğunu bilmiyordum ama gerçeği bilmediğini tahmin etmek zor değildi. Gerçeği bilse tavrı kesinlikle böyle olmazdı. Belkide çoktan işimi bitirmiş olurdu...
Havadaki azıcık ısı da kaybolup, soğuk her yeri tamamen sardığında Heva kalkanı tüp renklerini kaybederek aniden karardı. Bir saniye öncesinde ışık yayan kalkan, şimdi tamamen simsiyahtı. Başımı kaldırıp sonsuz karanlığa baktım. Kemiklerim titriyordu sanki. İyice üşümüştüm. Safkan Damon bunu isteyerek yapmıştı, nedense bu hisse kapılıyordum.
Heva karardıktan dakikalar sonra safkan Damon büyük saray kapısından ardındaki iki melezle beraber çıktı. Melezler kapıda kalırken safkan Damon arabaya doğru ilerlemeye başladı. Üzerindeki kıyafetler aynı olsa da pelerinini değiştirmişti. Önceki kadar kalın, lacivert ve deri detayları olan bir pelerin giyiyordu şimdi. Bir kez olsun bana bakmadan arabaya bindi.
Üşüyen bedenimin titremesini görmezden gelmeyerek hemen arabaya bindim. Arabanın içinde en az dışarısı kadar soğuktu. Zaten bu yüzden binmemiştim. Çalışmayan araba sıcak olamayacaktı. Motorun çalışmasıyla devreye giren ısıtma sistemi sayesinde rahatlayan bedenim ile oturduğum koltuğa iyice sindim.
Sarayın bahçesinden çıkarken bir yanım buradan uzaklaştığım için mutluydu. Diğer yanım ise safkan Damon'un yanında olmaktan dolayı hiç rahat değildi. Ve bu yanım tüm zihnimi ele geçirip beni rahatsız ediyordu. İster istemez sürekli diken üstündeydim.
Yaşam alanlarında kullanılanların neredeyse iki katı büyüklükte ışık kürelerinin aydınlattığı yolda ilerlemeye başladık. Sokaklar tamamen boşalmıştı neredeyse. Nigrum halkı evlerine kapatmıştı kendilerini. Zümrüt şehri ölmüştü ve sabah olup Heva aydınlandığında yeniden nefes almaya başlayacaktı.
Dışarıyı dalgın gözlerle izlerken uykum geldiğini hissettim. Günlerdir doğru dürüst uyumamanın verdiği yorgunluk, hissettiğim sıcaklıkla kendini göstermişti. Dalgın bakışlarla yolu izleyen safkan Damon'a baktım göz ucuyla. Onun suratını çekmektense uyumak çok daha iyi bir seçenekti.
Başımı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapattım. Birkaç saat sürecek yolculuk boyunca uyumayı planlıyordum. Safkan Damon beni uykuda öldürmezdi herhalde. Ödetmeyi istediği bedel bundan çok daha acılı olurdu, huzurlu bir uyku sırasında değil. Ondan beklediğim saldırının şu anlık gelmeyeceğini hissediyordum. Yine de her an tetikteydim. Nereye gittiğimizi bilmiyordum ve bu beni her ne kadar endişelendirse yapacak bir şey yoktu. Son derece dikkatli olmalıydım. Tamamen yalnızdım ama bu savunmasız olduğum anlamına gelmiyordu.
~
Gözlerim yavaşça aralanırken arabanın camının ardında gördüğüm beyaz duvar ile hızla yerimde doğruldum. Kaç saattir uyuyordum bilmiyordum ama Heva hala karanlıktı. Arabada yalnızdım. Isıtma sistemin sıcaklığı çoktan arabayı terk etmiş içerisi buz gibi olmuştu. Üzerimdeki pelerini düzelttim. Safkan Damon beni resmen arabada bırakmıştı. Kaşlarımı çatarak etrafa baktım. Nereye geldiğimiz hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Arabanın kapısını açıp aşağıya indim.
Sütunlarla çevrili mermer zeminli bir avludaydım. Tam karşımda sütunların arasında yükselen beyaz duvarlı büyük yapı oldukça görkemli görünüyordu. Özenle şekil verilmiş beyaz çatı sanki elle örülmüş şeritlerden oluşuyordu.
Çatının yuvarlak büyük kubbesi neredeyse tüm tavanı kaplayacak büyüklükteydi. Büyük beyaz kapı ve her iki yanında ikişer tane, tüm duvarı kaplayacak büyüklükteki pencereler yapının ön duvarını oluşturuyordu. Kubbeyi izlerken gözüm gökyüzüne takıldı. Heva kalkanı, dalgalanan yüzeyi ile kendini belli ediyordu.
Dikkatimi çeken şey Hevanın bulunduğum yere olan yakınlığıydı. Sanki elimi uzatsam Heva kalkanına dokunacaktım. Sütunların arasından görünen ağaçlar ormanlık bir yerde olduğumuzu gösteriyordu.
Nerede olduğunuzu iyice merak etmeye başladığım sırada yanıma mor üniformalı bir asker geldi. Kalkan askerlerinin üniformasının mor renkli olduğunu bildiğim için bir kristal mağarasında olduğumuzu anladım. Tek sorun binanın yapısıydı. Kalkan binalarının birbirine benzer kule şekilli kare yapılar olduğunu biliyordum bu bina ise sadece bembeyaz rengi ile o binalara benziyordu.
Asker gözlerini yerden ayırmadan,"Efendim arabadan çıktığınızı görünce sizi götürmek için geldim. Saray görevlisi safkan emretmişti size eşlik etmemi. Lütfen beni izleyin."dedi saygıyla.
Onunla birlikte bahçeyi geçerek büyük kubbeli garip binaya girdim. İçerisini gördüğümde şaşkınlığım daha da arttı. Duvarlar ve eşyalar tamamen siyahtı.
Merakıma yenik düşerek,"Neresi burası? Her yer neden siyah?"diye sordum yanımda yürüyen genç askere.
Asker bu soruma şaşırmıştı. Duraksamasının ardından, "Evapal dağındasınız. Kalkan kristallerinden şadh kristalinin bulunduğu kristal mağarasında. Bilmiyor musunuz?"dedi şaşkınlığını sesine yansıtarak.
Cevap vermedim çünkü etrafı incelemeye dalmıştım. Asker bu yaptığımı yanlış anladı. Sorduğu sorunun beni sinirlendirdiğini düşünmüş olmalıydı.
Başını eğerek,"Bağışlayın."dedi.
Bakışlarımı ona yönelttim. Sakin bir sesle hala önümde eğilen askerle konuşmaya devam ettim."Sorun yok asker. Neden her yer siyah?"
Asker rahatlayarak başını kaldırdı ardından,"Kristalin fazladan bir ışık kaynağı bulmasını engellemek için efendim. Her şey mat siyah renktedir. Perdeler de gündüzleri kapatılır. Bulunduğumuz zemin katta en ufak bir ışık zerresi bile kalmaz gündüzleri."diye açıkladı durumu.
Başımı çevirip pencerelerin kenarlarındaki siyah perdelere baktım. Şu an ardına kadar açıktı hepsi. Bizden başka askerler de vardı şu anda burada. Geceleri rahatça dolaştıkları bu yer gündüzleri karanlığa gömülüyordu demek ki.
Merdivenleri tırmanıp ikinci kata çıktık. Büyük siyah bir kapıdan geçtik. Bembeyaz duvarlar ve birbirine uyumlu renklere sahip eşyaların bulunduğu koridora ulaştık. Kısa bir yürüyüşün ardından koridordaki ikinci kapının önünde duran asker içeriye geçmem için kapıyı açtı. Gülümseyerek ona teşekkür edip içeriye girdim ve girdiğim anda gördüğüm siluet ile yeniden suratım asıldı.
Beni arabada öylece bırakan safkan Damon içeride krem rengi geniş koltuğa oturmuş halde elindeki bardaktan içeceğini yudumluyordu. Yürümeye başladığımda bakışları beni buldu.
"Sonunda uykudan uyanıp buraya teşrif edebildin." Dedi alayla.
Oturduğu koltuğun karşısındaki koltuğa otururken konuştum. Rahat davranmaya ve onu umursamamaya çalışıyordum. Kılıçlarımı çekmiştim, savaşacaktım.
"Uyandırmış olsaydınız, çoktan burada olurdum."
Gülümsedi. Sert bakışları bu ifadeyle birleşince ortaya çıkan etkileyici bakışlar ne yazık ki iyi bir niyet barındırmıyordu.
"Uyumana izin vermemiştim. Bir de incelik yapıp seni uyandırmamı mı bekliyordun? Tam bir fiyaskosun safkan. Aptal ve aciz..."
Yumruklarımı sıkarak dinledim sözlerini. Beni aşağılamak için buraya gelmeyi bekliyordu demek ki. Tam da ona hak ettiği şekilde karşılık verecekken odanın kapısı açıldı. İçeriye giren kişilerle safkan Damon ayağa kalktı.
İşlemeli pelerinleri onların safkan olduğunu gösteriyordu. Bu safkanlar burada görevli olan safkanlar olmalıydı. Ayağa kalktım tek tek hepsiyle selamlaştıktan sonra yeniden oturdum.
İçlerinde en yaşlısı Henry ve Hans ikizdi. Birbirlerine olan benzerlikleri şaşırtıcı derecede fazlaydı. Onlardan ayrı tek erkek safkan Peter ayrıca aralarındaki en genç safkandı. Diğer iki safkan Beroya ve Katherine de fazla yaşlı sayılmazdı. Kısa sürede hepsiyle tanışmış ve muhabbet etmiştim. Muhabbet arasında anladığım kadarıyla, benim burada olduğdan haberleri dahi yoktu.
Yaklaşık iki saat önce varmıştık buraya. Duyduklarım iyice sinirimi bozarken az önceki konuşmayı da unutmamıştım. Safkan Damon'un öğrencisi olduğum süre boyunca çekeceğim vardı. Pes etmeyecek ve ondan kurtulmak için her şeyi yapacaktım. Bu adama katlanmak zorunda değildim, ki zaten o da benden nefret ediyordu. Bunu bana en iyi şekilde ifade etmişti.
<><><><><><><><><><><><>
Sizce safkan Damon'un tavrının asıl nedeni ne?
Şadh kristali binasını nasıl buldunuz?
Sizce neler olacak?
<><><><><><><><><><><><><>
~~~~~~~~~~~~~~~~~
22/01/18
07/07/18
_DÜZENLENDİ_
_sonsuzsiyah_
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top