•29• ~Yırtılan Sayfaları Bulmak~ -2. Kısım-

________________________
Kazanmak her zaman zor mudur?
Hayır. Bazen o kadar kolaydır ki, sırf bu yüzden kaybedilir.

Ne gerekir kazanmak için?
Doğru bir plan, doğru zaman, doğru yer. Belkide sadece tek bir şey gerekir.

Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan biri olmak.

_______________________


~yırtılan sayfaları bulmak~
-2. Kısım-


Bir yolunu bulup o kitabı geriye almalıydı. Yaptığı son şey de olsa bunu başaracaktı. Bu kez kaybetmeyecekti. Genç safkanın bu kadar erken ölmesine izin vermeyecekti! Kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. Buna kendi hayatı da dahildi. Her şeyi yapabilirdi, herhangi bir korku veya endişe duymuyordu. Düştüğü durumda yaşadığı duygular, onu bile şaşırtıyordu bazen.

Elliot safkan Andrew'in sözüyle birlikte umutla,"Bir fikriniz var mı?" Diye sordu. "Ağabeyimin gözü sürekli üzerimde. Ben bir yolunu bulamadım. Kitabı nereye koyduğunu dahi bilmiyorum."

Bir yol arıyorlardı. Andrew düşünüyordu. Bu kitabı almanın bir yolunu bulmaktan önce kitabın yerini öğrenmeleri gerekiyordu. Zamanın olmadığı bu anda aklına tek bir fikrin bile gelmemesi sinirlerini bozmuştu. Tüm belalar üst üste gelmişti resmen. Odasından çıktığı an hapsedilebilirdi. Şu anda sarayda dolaşmak hiç de cazip bir fikir gibi gelmiyordu ona.

"Hayır. Kitabın yerini nasıl öğrenebiliriz bilmiyorum." Dedi huzursuzca. Çaresizlik artık sinirlerini bozuyordu.

Prens sıkıntıyla derin bir nefes aldı. Andrew kitabı almaya kararlıydı ve bunu Cora için yapacaktı. Prensin konuşmasıyla aklına daha önce atladığı bir detay takıldı. Kitabı alsalar bile bu prens Elliot için bir son olmayacaktı. Prens Lukas asla onun peşini bırakmazdı. Tabii bu durum safkan Andrew için de geçerliydi ama bunu umursamadı. Andew için yapılacak bir şey kalmamıştı zaten. Prensi her ne kadar sevse de yapabileceği hiçbir şey yoktu. Prens ağabeyi ile tek başına mücadele etmek zorundaydı.

Prensin ağabeyi ile arasının kötü olması, aklına ihtiyacı olan fikrin gelmesini sağladı birden. Oturduğu koltukta doğruldu. Dün gece bedenini terk eden gücü, enerjisi bir anda geri gelmişti.

Koltukta oturup onu izleyen prense,"Prens Lukas sabahları nerede olur?"diye sordu heyecanla.

Elliot, Andrew'in bir fikri olduğunu fark ettiği anda gülümsedi. Doğru kişiden yardım istediğini biliyordu.

Biraz düşündükten sonra,"Ordu binasında."diye cevap verdi.

Andrew başını salladı. Buna sevinmişti. Orada daha az safkan vardı ve en önemlisi Thomas orada olmayacaktı. En azından peşine düşmediği sürece.

"Kitabın yerini öğrenmeye çalışacağım."dedi prense.

Prens karşısındaki safkanın bunu nasıl yapacağını merak ediyor ve onun yanında olmak istiyordu.

"Nasıl?"diye sordu.

Andrew çok normal bir şey söylüyormuş gibi,"Gidip ona soracağım." Dedi duygusuzca.

Prens şaşkınlıkla,"Bu bir plan değil."diye mırıldandı.

"Biliyorum ama bir plan için vakit yok."dedi Andrew kendi durumunu düşünerek.

Prens kaşlarını çattı. Andrew ise aklındakini yapmaya kararlıydı.

"Siz benden haber bekleyin. Mutlaka başaracağım."dedi prensi başından savmak için.

Andrew'in güven veren ses tonu prensin içindeki umudu alevlendirdi. Tereddüt ediyordu. Ağabeyinin nasıl biri olduğunu en iyi o bilirdi. Andrew'in işi hiç de kolay olmayacaktı. Ayağa kalktı.

"Bekliyor olacağım. Umarım dediğiniz gibi başarılı olursunuz."

Odadan çıkmadan önce son sözleri bu olmuştu. Safkan Andrew o gittikten sonra, dün bahçede kirlenen kıyafetlerini değiştirdi. Ardından ordu binasına doğru yürümeye başladı. Saray koridorları onun için hiç olmadığı kadar tehlikeliydi fakat safkan Andrew de bunu umursayacak bir durumda değildi.

~

Prens Lukas önünde dizilmiş askerlere son kez baktı. Bu sabah yapılacak olan antrenmanda yaşanan kavga onu bir hayli kızdırmıştı. Görevli olan tüm üst yetkili askerleri karşısında toplamıştı. Askerlerle bir işi yoktu. Zaten yaşanan olayda suçu olan her acemi kesinlikle cezalandırılacak ve gönderilecekti. Karşısında başları eğik duran kadın ve erkek melezlerden oluşan Nigrum topluluğuna baktı. Ne yapması gerektiğini biliyordu. Askerler üzerindeki hakimiyetini korumak için onlara asla acımazdı.

Hemen yanında bulunan general Daren'e hitaben konuştu.

Sert ve otoriter sesi ile,"Bu rezilliği babamın haberi olmadan da çözebiliriz. Bu gün antrenman salonunda görev yapan üst rütbeli askerlerin hepsinin görev yerleri değiştirilecek. Bu onlara yeterince iyi bir ders olur." Diyerek isteğini dile getirdi.

General başını kaldırıp sert bir yüz ifadesiyle karşısındaki kalabalığı izleyen prense baktı. Odada yaklaşık on beş melez vardı. Hepsi de duydukları emir karşısında susmaktan başka bir şey yapamıyorlardı. En az babası kadar sert ve acımasız prense karşı gelmeye cüret edemezlerdi.

Safkan Daren,"Hepsini mi?"diye sordu. Bu delilikti, ancak prens Lukas'ın yapacağı türden.

Sorgulamaması gerekirdi ama general bu emri yerine getirmek istemiyordu. Olaya hemen müdahale ederek düzeni yeniden kuran da bu melez nigrumlardı. Prens ise generale döndü hızla. Sinirlenmişti.

Sesini yükselterek,"Evet general hepsi."dedi.

Bağırması ile general başını eğdi hemen.

"Emredersiniz efendim."

Prens memnuniyetle başını kaldırdı. Ardından önündeki kalabalığa son kez baktı ve arkasını dönerek salondan çıkmak için yürümeye başladı. General Daren prensin gitmesiyle birlikte derin bir nefes verdi. Babası ordu komutasını oğluna bıraktığından beri adeta her gün işkence çekiyordu. Her gün prensin kararlarını yerine getirmeye çalışıyor aynı zamanda da askerlerle ilgileniyordu. Bu onun için çok yorucuydu. Bir safkan olmasına rağmen şımarık bir prense karşı çaresizdi.

Birbirleri arasında konuşmaya başlayan askerler hafif bir uğultu oluşturmuştu. Gönderilecek olmaları onları endişelendirmiş ve kızdırmıştı. Orduda yükselmek ve iyi bir yere gelmek kolay değildi. Birdenbire her şeylerini kaybedeceklerdi. Daren'in emri yerine getirmektem başka bir şansı yoktu. Konuşma sesini bastırmak için sesini yükseltip konuştu.

"Hepiniz odalarınıza dönüp eşyalarınızı toplamaya başlayın." Diye emir verdi her birine tek tek bakarak.

Sözleri salonu bir anda sessizliğe gömülmesine neden oldu. Askerleri yeni görev yerlerine göndermek üzere oradan ayrıldı. Arkasında kalan on iki melez de çaresizce peşinden odalarına dağıldı. Koridorda yürürken onu gören her bir asker duruşunu düzeltip ona selam veriyordu. Orduda kral ve prens ve safkan Thomas'tan sonra en yetkili kişi oydu. Sahip olduğu gücü asla büyük görmezdi. Tek derdi halkın güvenliği ve huzuruydu. Daren yanlızca bunun için isterdi güçlü olmayı. Ancak bu şekilde huzuru sağlayabilirdi.

Gerçi bulunduğu durumda sahip olduğu güç yetersizdi. Sahip olduğu gücü kendi askerlerinin gönderilmesine engel olamıyordu. En azından onları kristal kulelerine gönderecekti. İçinde bulunduğu durumda onlara ancak bu kadar yardım edebilirdi. Odasına gitmek için merdivenlere doğru döndüğü sırada binaya giren safkan Andrew'i gördü. Pek yakın olmasa da saraydaki güçlü safkanlardan biri olan bu adamı elbette tanıyordu. Geriye dönüp ona doğru gelen safkan Andrew'e doğru birkaç adım attı. Safkan Andrew kapıdan girdiği anda generali görmüş ve onun yanına ilerlemeye başlamıştı. Generalin yanına varınca ikisi de neredeyse aynı anda başlarını eğerek birbirlerine selam verdi.

Andrew sabırsızca,"Günaydın Daren."diye konuşmaya başladı.

Daren onun burada ne aradığını merak ederken safkan Andrew in konuşmasıyla gülümsedi ve aynı şekilde Andrew'e karşılık verdi.

"Günaydın."

Andrew binanın geniş girişine göz gezdirdi. Etraftaki askerlerin bakışları ikisinin üzerine toplanmıştı bile. Bu durumdan rahatsızlık olarak kıpırdandı.

"Ben prens Lukas'ı görmek için gelmiştim." Dedi daha fazla oyalanmadan.

General prensin adını duyunca yine sinirleri gerildi. Nerede olduğunu tam olarak bilmiyordu fakat her gün mutlaka ana toplantı odasında uzun süre oyalanıyordu.

"Ana toplantı odasındadır."demekle yetindi.

Andrew başını eğip ilerledi. General de askerlerle ilgili işini tamamlamak için odasına gitti. Andrew generalin yanından ayrılmasıyla birlikte ana toplantı odasına doğru yürümeye başladı. Safkanlardan herhangi birini görmek bile onu panikletmişti.

Gri renkli duvarların arasından geçerken neredeyse hiç etrafına bakmıyor, askerlerle göz göze gelmekten kaçınıyordu. Buraya neredeyse hiç gelmezdi. Binanın içinde neyin nerede olduğunu bilecek kadar burada zaman geçirdiği için şanslıydı. Koridorun en sonunda karşısına çıkan kapıyı gördü. Binanın zemin katında sağ tarafta bahçeyle bağlantılı salonlar varken, sol tarafta da az sonra gireceğine benzer toplantı odaları, arşivler gibi odalar vardı. Acil bir durumda yapılacak toplantıda gereken her bilgi katın bu kısmında tutuluyordu.

Andrew kapının önüne geldiğinde siyah renkli tahta yüzeye iki kez vurdu. İçeriden gelecek onayı beklemeden kapıyı açıp içeriye girdi. Kapının ardındaki büyük masada duran prens Lukas'ı gördüğünde kapıyı kapatıp ona doğru yürümeye başladı. Yine gri rengin hakim olduğu odada iki büyük pencere sayesinde ışık ihtiyacı karşılanıyordu. Duvarlardaki ekranlarda her bir Nigrum şehrinin dijital haritası vardı. Ortadaki büyük gri masa oval şekilli ve odanın yarısını kaplayacak büyüklükteydi. Prens kimin geldiğini görmek için arkasını döndü. Karşısında gördüğü safkan Andrew ile yüzünde oluşan ifadesizlikle onun yanına gelmesini bekledi. Andrew yanına gelip başını eğdi.

"Günaydın efendim."dedi sahte ve Z bir saygı ile.

Hâlâ az önceki olaya olan siniri yatışmayan prens hemen neden burada olduğunu sordu.

"Neden buradasın safkan."

Babası az önce olanları duymuş olamazdı. Eğer duyduysa general ile uzun bir konuşma yapması gerekecekti. Buradaki otoritesine gölge düşürmeyecekti. Askerlerin her şeyi babasına söylemesini engelliyordu. Sorumluluk onda ise sorunlarla da o ilgilenmeliydi. Safkan Andrew'i karşısında gördüğü anda bu gelmişti aklına.

"Sizinle özel bir mesele hakkında konuşmak istiyorum." Dedi safkan Andrew oyalanmadan.

İşte bu prensin beklemediği bir şeydi. Karşısındaki safkan ile tek bir konuşması dahi olmamıştı doğru düzgün. Oval masadan bir sandalye çekerek oturdu.

Karşısındaki safkana,"Otur."dedi.

Andrew konuşmadan oval masadan bir sandalye çekti. Karşılıklı halde oturdular. Prens safkanın konuşmasını beklerken gittikçe meraklanıyordu.

İyice sabırsızlanırken,"Seni dinliyorum." Dedi sakince.

Andrew ellerini masanın üzerinde birleştirdi. Yüzündeki ifadesizlikle başladı konuşmaya.

"Kardeşinizin başınıza açtığı sorunlar sizi oldukça rahatsız ediyor olmalı." Dedi önceden düşündüğü sözleri sarf ederek.

Sözlerinin ne anlama geldiğinin farkındaydı. Andrew asla hafife alınmaması gereken biriydi. Soğukkanlılıkla sürdürdü oyununu. Prensin tuzağına düşeceğinden adı gibi emindi.

Prens ise karşısındaki safkanın amacını anlamaya çalışıyordu. Andrew onun bu tutumunu fark ettiğinde daha da ilerletti oyunu.

"Siz ona anlayış gösteriyorsunuz. Her seferinde sabrınızı korumayı başarıyorsunuz. Bu etkileyici. Kitabı çoktan babanıza söylememiz gerekirken siz hala kardeşinize sabırlı davranıyorsunuz."


Bu son noktayı işte, Andrew onun çoktan avucunun içinde olduğunu biliyordu. Zaafları iyi bir şekilde kullanmayı bilirdi. Prenste de işe yarayacağından emindi. Yanılmadı da.

Prens Lukas karşısındaki safkanın sözlerinden bir şeyler bildiğini hemen anladı. Nasıl haberi olmuştu bilmiyordu. Tek bildiği kardeşinin safkan Deragas ile ilgili sakladığı kitaptan bu safkanın da haberi olmasıydı. Evet hala babasına söylememişti. Doğru zamanı bekliyordu. Elindeki fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeliydi. Yoksa istediğini alamazdı. Hem daha kitabı da çözmemişti. Eski Nigrum dilinden nefret ediyordu ve kitap çok karışıktı.

Yine de tedbirli davrandı. Emin değildi henüz. Karşısındaki safkanın neden karşısında bunları söylediğini bilmiyordu. Niyeti ne olabilirdi?

"Açık konuş safkan."dedi şüpheyle.

Andrew onaylarcasına başını salladı. Açık konuşuyordu zaten.

"Safkan Deragas'ın kardeşinize veridği kitaptan haberim var."

Lukas şüphesinin doğrulanması ile şaşırmıştı. Birden aklına onun Cora'nın eğitmeni olduğu geldi. Andrew... Andrew Lexy. Yaptığı araştırmada onun genç safkanın eğitmeni olduğunu öğrenmişti. Bu sayede haberi olamazdı. Eğer böyle olduysa o genç safkan şüphelendiği kişiydi. Safkan Cora onu atlatmış olamazdı. Lukas bu ihtimali düşünmek bile istemiyordu.

"Nasıl?"dedi. Tüm bu olanlar üzerinde büyük bir stres oluşturuyordu.

Ortada inkar edecek hiçbir şey yoktu. Lukas'ın tek bilmesi gereken karşısındaki safkanın niyetiydi.

Andrew tereddütle de olsa,"Kardeşiniz söyledi."dedi. Elliot'a ihanet ediyordu.

Lukas'ın az önceki düşüncesi çürümüştü şimdi. Düşündüğü gibi bunu söyleyen Cora değildi. Belkide ikinci isminin Red olması saçma bir tesadüftü yalnızca.

Prens bunları düşünürken Andrew aklında onlarca kez tekrar ettiği cümleleri sıralamaya devam etti.

"Kardeşiniz kitap hakkında yardım istedi. Sizin kitabı aldığınızı da söyledi. Her şeyi anlattı. Safkan Deragas'ın ölümünün bir cinayet olduğunu ve kralın yaptırdığını söyledi."

Bu yaptığı prens Elliot'a zarar verecekti. Bunun farkındaydı ama bu onu engellemedi. Safkan Andrew sadece Cora' kurtarmayı istiyordu.

"Elbette böyle bir saçmalığa inanmadım." Dedi yalan söyleyerek. Usta bir yalancısın doğrusu. "Yanımdan ayrıldığında sizin yanınıza geldim hemen. Sizin bu konuda ne düşündüğünüzü öğrenmek istiyorum."

Gayet sakin bir şekilde neden burada olduğunu anlattıktan sonra prensin cevabını beklemeye başladı. Söylediklerine kendisi de inanmalıydı ama safkan Andrew söylediklerine bir nebze inandıramamıştı kendini. Bu sebeple yalan söylediğinin anlaşılmasından endişe ediyordu. İnandırıcı olmalıydı.

Safkan Deragas'ın katilinin kıral olduğunu ve prensin bile bu olayda yer alma ihtimalinin olduğunu en iyi bilenlerden biri de Andrew'di.

Lukas büyük bir hata yaparak hırsının kurbanı oldu."O kitap elimde. Dediğiniz gibi hepsi bir saçmalık. Kardeşimin neden böyle bir şeye inanma ihtiyacı duyduğunu anlamıyorum doğrusu."

Prens tam da istediği gibi ona inanmıştı. Safkanlar krala sadık nigrumlardı. En azından geneli öyleydi. Bu algı Andrew'in işine yaramıştı.

"Bu konunun peşini bırakacak gibi durmuyor doğrusu."diye konuşmaya devam etti.

Prens başını sallayarak,"Vazgeçmeyecektir. Babama gitmeyip buraya gelmemize sevindim. Bu durumun gerekmedikçe babam tarafından bilinmesini istemiyorum." Dedi ciddiyetle.

Andrew gülmemek için zor tuttu kendini. Prensin tek düşündüğü kendi çıkarlarıydı. Kardeşi zerre kadar umrunda değildi. Sakin bir sesle konuştu. Sözlerindeki duygusuzluk beyazın üzerine gelen siyah kadar netti.

"Boş yere onu meşgul etmeye gerek yok. Size geldim çünkü bunu sizin çözebileceğinizi biliyorum."

Prens Lukas karşısındaki safkanı tanımıyordu. Ancak o hiçbir şeyden korkmaz veya çekinmezdi. Çevresinde bulunan herkes ona hizmet etmeye ve isteklerini gerçekleştirmeye mecburdu. Bunu yapmayanlara da gerekli cezayı mutlaka verirdi. Kendine duyduğu güven ile aklında beliren düşünceyi dile getirdi. Andew'in ona gelmesini bir fırsat olarak görmeye başlamıştı.

Kibirle,"Elbette çözebilirim. Bu durumun bu kadar uzamasının tek nedeni kitabın farklı bir dille yazılmış olması. Eski nigrum dilinde yazılmış. Sizin bu konuda bilgili olduğunuza eminim. Kitabı benim için siz çözebilirsiniz."dedi Andrew'in tam da ihtiyacı olan bir şeyi isteyerek.

Andrew istediğine almıştı. Sakin bir şekilde başını salladı. İçinde ise fırtınalar kopuyordu. Sona yaklaşmıştı. Kitabı eline alıncaya kadar hiçbir şey sonlanmış sayılmazdı gerçi ama elle tutulur bir başarı elde etmişti.

Yalanlarını sürdürerek,"İsterseniz elbette yaparım. Kitapta yazılanları öğrenmek önemli. Böyle gerçek dışı bir iddianın hainler bir ilgisi olmalı."dedi.

Prens ayağa kalktı.

Sabahki olaydan sonra şimdi keyfi biraz olsun yerine gelmişti."Bunu sizin sayenizde anlayacağız. Gelin benimle." Oluşan ne yaptığını, nasıl bir hata yaptığını bilseydi kim bilir neler olurdu.

Odadan çıkıp yürümeye başladılar. Andrew kitaba gittiklerini tahmin ediyordu. Bir an önce kitabı almayı istiyordu. Safkan Thomas'ın kısa süre sonra geleceğini biliyordu. Dün bahçede onu bırakmasının tek nedeni aralarındaki dostluktu. Thomas Andrew'e bir kurtuluş şansı vermişti. Ama Andrew kaçmayacaktı. O bir korkak değildi ve oynadığı oyunun finalini yapmadan sahne kapanmayacaktı.

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

08/01/18


05/07/18
_DÜZENLENDİ_


_sonsuzsiyah_

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top