1; i had a bad day, mom.
Sevmek?
Ah, sevmek.
Birisini tümüyle sevmek neyi ifade ederdi ki?
Elimdeki tepsiyi masanın üzerine bıraktığımda kafeteryada bakışlarımı oyalıyordum. Saat daha ikiye gelmesine rağmen günüm oldukça yoğun geçmişti ve yapmak istediğim tek şey sakin bir şekilde kampüste yiyeceğim son öğünümün tadını çıkarmak ve eve doğru bedenimi sürüklemekle görevlendirilmiş otobüste yer alırken düzenlediğim şarkı listemi iki kez baştan dinlemek ve belki yirmi dakikalık uykunun kollarına kendimi bırakmaktı.
Birisini çok fazla sevdiğimizde onun için neleri göze alabilirdik?
"Alea," Çorbadan aldığım ikinci kaşığın eşliğinde tam önümdeki sandalye sürüklenerek çekildi ve omuzlarına kadar uzanan kahverengi saçlı kişi odak alanımda belirdi. Tek hamlede saçlarını lastikle arkasında toplamasının hemen ardından derin bir nefesi içine çekmişti.
"Hay hay," diyerek onu yanıtladım isteksizce ve birkaç kaşık çorbayı dudaklarımla hızlıca buluşturdum. "Ne istiyorsun?"
"Taehyung'u gördün mü hiç?"
Bunu sormak istediği son kişi olduğumu biliyordum. O yüzden bu kadar rahatsız ve sinirli olmalıydı. Keyiflenmiş bir şekilde ağzım kulaklarıma varana kadar gülümsedim ve arkama yaslanarak derin bir nefes aldım, kollarımı göğüsümde kavuşturup onu küçümseyici bakışlarla süzmek sinirinin çatılmış kaşlarından bütün yüzüne yayılmasına sebep olmuştu.
"Bunu soracağın en son kişi bile değilim, Eleos." Dilimi yanağımın iç kısmında gezdirdim bir süreliğine. "Ayrıldığımızı senin bilmen gerekirdi, şu an sevgilisi olan sensin ne de olsa."
Kaşlarımı çattım ve sinir bozucu o ifademi yüzüme geçirdim. "Ah, yoksa ayrıldınız mı?"
"Ayrılmadık," Eleos tok sesiyle beni cevapladı.
Elimi kalbimin üzerine yaslayarak, acıyla kıvrandım birkaç saniye. "Tekrardan bir şansım olacağını umut etmiştim. Hayallerimi yıktın." Durdum ve ciddi ifademi takındım. "Tüh."
"Böyle davranmak zorunda değilsin, Alea." Eleos çattığı kaşlarını çözerek iç çekti ve dirseklerini masaya yaslayarak bana doğru yaklaştı. Benim gri takım elbisemin aksine üzerindeki bebek mavisi gömleği ve kareli eteğiyle daha feminen görünüyordu ve kahretsin ki tam da Taehyung'un tipiydi.
"Taehyung'un artık sana karşı bir şeyler hissetmemesi benim suçum değil. Senin de suçun değil, hiç kimsenin suçu değil. İnsanların ne zaman, kime karşı nasıl ve ne hissedeceğini kontrol edemeyiz, biliyorsun. Böyle hissetmeni istemezdim ama senin için yapabileceğim hiç bir şey yok. Taehyung'u sevdiğim için senden özür dilemeyeceğim."
"Gerçekten ama gerçekten bu kadar kısa sürede seni sevebileceğine inanıyor musun?"
"Onu tanımıyorsun." diyerek saçma bir düşüncesini önüme serdiğinde buna sadece gülmüştüm.
"Onunlaydım. Her gün onunla olan kişi bendim, Eleos." Bakışlarımı gözlerine sabitledim. "Onu tanımakla kalmadım sadece. Onu hissettim."
Sevdiğimiz kişi için ne kadar ileri gidebilirdik?
Eleos sessizliğe boyun eğdiğinde ona söyleyebileceğim tek kelimem daha olmadığını farkettim ve önümdeki yemeğimi yemeye koyuldum. Sadece kalkıp gitmesini bekliyordum ama ondan rahatsız olamayacak kadar umurumda değildi.
"Taehyung kayıp," diye mırıldandı aniden. Sesindeki çaresizlik ve hüzünü sezmiştim. "Günlerdir ondan haber alamıyorum. Ne kampüse geliyor, ne yurtta görüyorum ne de telefonlarımı cevaplıyor. Ailesinin evine bile gittim defalarca ama yok."
"Belki de senden kaçmaya çalışıyordur neden bu kadar zorluyorsun? Bırak çocuk kafasını dinlesin biraz." diyerek onu yanıtladım hala yemeye devam ederken.
"Alea." İsmimi soludu dişlerinin arasından.
Gözlerimi devirdim. "Pekala, pekala. Ciddileşiyorum." Bakışlarımı artık soğumaya başlayan öğünüme son kez dokundurarak iç çekmiştim.
"Arkadaşlarıyla bile görüşmüyor. Derslere gelmiyor, ailesiyle konuşmamış kaç gündür. Yurdun oradaki güvenlik kameralarında bile yok kaç gündür. Sonunda ailesiyle birlikte kayıp ihbarında bulunduk. Bu sabah kampüsün etrafını polisler sarmıştı, farketmedin mi hiç?"
"Kameraları bile kontrol ettirmişsin," Gözlerimi iri iri açtım. "Çocuğa ne yaptıysan senden saklanmak için profesyonel kaçmak taktiklerini bile öğrenmiş, baksana kameraların kayda almadığı kör noktaları ezberlemek falan."
"Alea."
Elimdeki kaşığı tepsiye bırakarak öğünümden tümüyle vazgeçtim ve şişedeki suyu kafama diktim. "Bu kadar dert etme," Elimin tersiyle dudaklarıma bulaşan ıslaklığı sildim. "Taehyung bu. Kısa süreliğine başka bir şehire gitmiştir ya da kendisini kimsenin bulamayacağı bir yere kapatmıştır. Ortalığı böylesine ayağa kaldıracağına, ona biraz kendisiyle baş başa kalması için izin ver. Hep seninle ya da başkalarıyla olamaz. Kendisiyle zaman geçirmeye ihtiyacı vardır."
Eleos sıkıntılı bir şekilde iç çekerek geriye yaslandı. "Ya gerçekten başına bir şey geldiyse?"
"Sen geldin ya zaten, daha ne gelebilir ki?"
"Seninle konuşmaya çalışmak hataydı." Eleos sinirli bir şekilde doğrulduğunda yüzüme kocaman bir gülümsemeni yerleştirdim.
"Bin-go!" Elimi silah şeklinde tutarak tam on ikiden vuruyormuş gibi Eleos'un koca göğüslerine ateş ettim. "Hatalarını bu kadar çabuk fark eder miydin sen? Öyleyse çabuk ol ve onunla sevgili olmak gafletine düştüğünü anla ve ayrıl."
"Olgunlaşmalısın, Alea."
Eleos masadan kalkıp gittiğinde önümde duran yemeği artık yiyecek bir iştaha sahip olmaktan çok yemeğin buz kesildiğinin bilincinde bir şekilde yüzümü ekşittim. "Neden yemek yerken gelmek zorundaydı ki?" diyerek kendi kendime söylendim memnuniyetsizce ve tepsiyi de alarak masadan kalktım.
Sevdiğimiz kişi için onu üzen insanların evlerinin camlarına yumurta fırlatacak kadar ileri gider miydik?
Sevdiği kişinin artık biz olmadığını söylediğinde onu serbest bırakıp, bir başkasıyla gülümsediğini izleyecek kadar cesaretli olabilir miydik?
Bugün için kurduğum planları yıkarak kaldığım üniversitenin yurduna gitmek yerine taksiye atlamış ve annemlerin ormandaki evini ziyarete gitmiştim. Annem yazardı ve ormanın ortasındaki evinde yalnız yaşardı. Bütün çocukluğumu onunla o bahçe evinde geçirmiştim ama üniversiteye kabul olduğumda ve sürekli merkeze gelmem gerektiğinde üniversitenin yurduna taşınmıştım.
"Neden geldin?" diye sordu annem yeşil çayından bir yudum aldığında.
"Ah, şu ifadene bak anne." diye hayretler içerisinde yakındım. "Görende görümcenin çocuğu olduğumu sanır."
"Yoğunum bu aralar, yeni roman üzerinde çalışıyorum. Ve sen yeşile boyadığın o saçlarınla sinirimi bozuyorsun. Sonuçta sana sinirlenip, zihnimdeki karakterlere patlıyorum. Hikayenin gidişini zehirliyorsun. Git."
"Gitmiyorum," diye yakındım. "Benim evimden kovamazsın."
"Evin tapusu benim üzerime. Gitmezsen polis çağıracağım."
Ellerim yüzümde asılı kaldı. "İyice çirkefleştin, anne."
"Hayret etmeye kendi çatının altındayken devam edersin. Kalk." Annem çayını bitirdiğinde burnunun ucundaki gözlüğünü parmağıyla hafifçe geriye itti ve çalışma masasına doğru ilerledi.
"Oyun odamda zaman geçirmek istediğim için geldim." diye mırıldandım annemin sırtını izlerken. Kelimelerim onu durdurmuştu.
Bahçenin birkaç metre ötesinde toprağın altında küçük bir sığınak vardı ve ben çocukken babamla orayı küçük bir odaya çevirerek, oyun odası yapmıştık. Zamanla oyun odası, yalnız kalmak istediğimde gittiğim o sığınağa dönüşüyordu ve annem oradayken beni rahatsız etmezdi. Kendimle yalnız kalmak istediğimi ve yorgun olduğumu anlardı. Oraya anne, babam ve ben bilmemize rağmen benden başkası inmezdi oraya.
"Sen üzgün müsün?" diye sordu annem yumuşak sesiyle.
"Öyleyim." Yalandan kaçınarak onu cevapladım.
"Niye?"
"Kötü bir gün geçirdim, anne." diye fısıldadım.
Gerçekten zor bir gündü.
Annem oturduğum koltuğun yanına geldiğinde yüzündeki ifade değişmemişti. Ağır haraketle elini kafamın üzerine yasladı ve saçlarımı okşamaya başladı. "Sorun değil, Liva. İyi olacaksın."
Konu da tam olarak buydu; istediğim iyi olmak değildi. İstediğim yaralarımı sarmak ve tümüyle iyileşmek değildi. Onu unutup, kendi yoluma bakmak düşüncesi fazlasıyla acı vericiydi. Ölsem bile bunu istemiyordum.
Sevdiğimiz kişi için kendimizi feda edecek kadar ileri gider miydik?
Sahip olduğumuz bütün hayallerden ve geleceğimizden vazgeçerek kendimizi sadece ona adayacak kadar uzağa gidebilir miydik?
Yapay çimleri kaldırarak gözler önüne serilen küçük kapıyı anahtarımla açtım ve aşağı doğru uzanan küçük merdivenlerden indim. Anında burnuma dolan küf kokusuyla öksürmüştüm. Ah, burada bir sürü anım gömülüydü.
Birisine olan sevgimiz bize ne yaptırırdı? Bizi neye sürüklerdi? Bizi nasıl birisine dönüştürürdü?
Küçük odadan geçerek diğer odanın kapısının önünde durduğumda burada elektrik olmadığı için elimdeki lambayı yaktım. Etrafı yapay ışıklarla aydınlatmış olsam da, yetmiyordu.
Birisine olan sevgimiz ne kadar ileri gitmemizi sağlardı?
Lambanın içi alev aldı. Oda aydınlandı.
Sevdiğimiz kişiyi yeraltındaki sığınağa zincirlerle hapsedecek kadar ileri gider miydik?
"Ben geldim," diye fısıldadım. "Taehyung."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top