1. BÖLÜM- SES

Herkese selam,

Eylül 'Sonbahar Güneşi' devam kitabıyla yeniden buralardayım.

Sonbahar Ayazı 'Deniz' de bakalım bizi neler bekliyor.
Keyifli okumalar...

***

Şiddetli yağmur ve gök gürültüsünün yeryüzüne verdiği kudretli mesajın arasında benim için de fısıldadıklarını duyuyor gibiydim. Sağanak engel olmak istercesine yağıyordu. Arabamın içinde vaktin gelmesini beklerken karşımda kusursuz güzelliği ile görünen villayı izliyordum. Heybetli bahçe kapısının üzerindeki figürler sadece evin değil, sahibinin de karakterini yansıtıyordu. Yeşilin belki de en güzel tonunu okuduğum satırların arasında yansıtılandan daha güzel olduğunu anlıyordum. Buraya her gelişimde başka bir detay görüp yaptığım planın kusursuz işlemesi için hafızama kazımıştım.

Bu gece akan gözyaşların ve eksik kalan ne varsa bedelini ödetmenin zamanıydı. Dışarıya çıktığımda üzerimden akan yağmur damlaları vücuduma yayılan sonbahar ayazıyla birlikte iliklerime kadar üşütüyordu. Korku ve hırsın birleşip hissettirdiği tedirginlikle yürümeye başladım. Gecenin bitimi, sabahın imtihanına kucak açıyordu. Aylarca üzerinde durduğum planı sonunda harekete geçirme vakti gelmişti.

Evin arka bahçesini izleyen kameraların kör noktasından açtığım minik geçit içeri girmem için yeterliydi. Ağaçların kapattığı bu noktadan omurgasız bir hayvan gibi kolaylıkla içeri süzülürken bir yandan da kolumdaki saate bakıyordum. Her şey hesapladığım gibi olmalıydı. Emirhan denen o herif yaklaşık bir saat sonra uyanıp çalışma odasına geçecekti. Ondan önce orada olma düşüncesi yüzümde intikam dolu, arsız bir gülümsemeye sebep olmuştu. Aniden midemin kasıldığını hissederken boğazımı yakan sıvı dışarı çıkmak için anını kolluyordu. Zayıflığa yer yoktu.

Gizlendiğim yerden ağaç dallarının izin verdiği kadarıyla gökyüzüne doğru yardım ister gibi baktım. Alacakaranlığın layık gördüğü kadardı manzaram. Yüzüme düşen yağmur damlalarına aldırış etmeden, "Bana yardım etmek zorundasın baba!" diye içimden geçirdim. Başımı eğip, sakin olmak için ciğerlerime çektiğim nefes faydasızdı. Kameraların evin dışına doğru dönmesine beş dakika vardı. Sonraki döngü yine aynı aralıklarla devam edip iç kısma dönecekti.

Yapabilirdim. Beş dakika sonra kameralar sokağa döndüğünde içeri doğru ilerleyecektim. Evin arka bahçesinde olduğum için içeri giren kapıyla paralel tek bir kamera bulunuyordu. Tüm kör noktaların planını zihnimde yoklarken, annemin satırlara iliştirdiği evin detayları oldukça yardımcı olmuştu. Saatimi tekrar kontrol edip harekete geçecekken duvarın diğer kısmından gelen sesle adımın söylenildiğini duydum. Vücudumda hissettiğim ürperti bu defa soğuktan değil, duyduğum ya da öyle sandığım sesten ibaretti. Günün bu saatlerinde buradan geçebilecek herhangi birinin olmadığına eminken, anlam veremediğim sesin zihnimin oyunu olduğunu düşünmeye başladım.

Midem stresle yeniden ve daha güçlü bir şekilde kasıldığında kusmak kaçınılmaz olmuş, son günün tedirginliği sebebiyle ağzıma lokma dahi sürmediğim için sadece safra çıkartabilmiştim. Zehir gibi acı tat genzimi yakarken, aniden gelen baş dönmesiyle böyle devam edemeyeceğimi anlamam uzun sürmemişti.

Ağaçların arasından açtığım yerden dışarı çıktım ve tekrar saatime baktım. Kameraların sokağa dönmesine saniyeler kala evin bahçesinden koşarak uzaklaştım. Arabayı daha uzağa park ettiğim için önüme çıkan ilk ağacın arkasına saklanmak zorunda kaldım. Aciz hissettiğim dakikalar geride kalırken tek düşündüğüm; hâlâ kulaklarımda yankılanan boğuk, fakat ikaz edici o sesteydi. Birinin seslendiğini, üstelik adımla seslendiğini duyduğuma emindim.

"Yapma Deniz," diyordu.

***

"Deniz uyanman gerekiyor artık."

"Anne biraz daha müsaade edemez misin?"

"Pilot olmak istemiyorsan uyumaya devam et oğlum, en fazla sınava girmezsin ve tüm emeklerin boşa gider, ne olacak?"

Annemin yaptığı imanın ardından hızla yataktan çıktım. Bugün benim için oldukça önemli bir gündü. Çocukluğumdan bu yana tek bir hayalim vardı; pilot olmak. Bunu istememin sebebi ise hayallerimde yaşattığım ve aklımda kalan silik görüntüsünü elimde kalan tek fotoğrafıyla taze tutmaya çalıştığım babam içindi. Onu kaybettiğimizde dört yaşımdaydım. Doğum günümün ardından Muğla'ya -seneler sonra kavuştuğu gerçek ailesini bırakmak için- yola çıkmış, ardından kaza yapmışlardı. Büyükbabam ve babaannem kazadan sonra hemen hayatını kaybederken, babam bir süre komada kalmış ve beyin ölümü gerçekleşmişti. Kardeşi Nisa ise o kazadan sağ kurtulan tek kişiydi.

Annem, o günden sonra babamın beni gökyüzünden izlediğine inandırmış, bir tek böyle avutabilmişti. O görsün diye çizdiğim resimleri uçurduğum günlere inat, sırf ona yakın olabilmek için önce kendime sonra anneme pilot olacağımın sözünü verirken, aldığım eğitimlerin hep en iyi şekilde hakkını vermeye çalışmıştım. Bu yüzden uçuş sınavını da başarıyla geçmem gerekiyordu. Annemin bahçeye hazırladığı enfes kahvaltıyı yaptıktan sonra oyalanmadan birlikte evden çıktık.

Evimiz şehirden uzak olduğu için yolumuz uzundu. Arabaya binip yola çıkınca annem benden daha heyecanlı görünüyordu. Tıpkı babam gibi elini tutup avcunun içinden öptüm. Gözyaşları hevesle akmayı bekliyordu. Zaten bana ne zaman uzun uzun baksa hep ağlardı. Babama çok benzediğim gerçeği de onu bir yandan da hep mutlu ederdi. Babamın hiçbir zaman onu bırakmadığını ve çok sevdiğini gözlerime bakarken defalarca söylerdi.

Kaptan nikâhıyla evlendikleri gün, annem sevdiği adamın kulağına, "Çocuğumuzun adı Deniz olmalı," diye fısıldamış, iki yıl sonra da dünyaya gözlerimi Deniz olarak açmıştım. Hiçbir zaman tam anlamıyla yaşadıkları aşkı da öğrenememiştim. Annem, "Birbirimizi çok sevdik, bunu bil yeter," diye her defasında geçiştirmiş ve sadece beni ilgilendiren kısımlarından bahsetmişti. Onun gözlerine bakınca eksik kalan yanlarını varlığımla tamamlaya çalışması, fakat bunu yaparken iyileşmeye çalıştığı yerlerden tekrar kanaması kaçınılmaz oluyordu.

Kaybettiği insanlardan sevgiyle bahsederken en çok babasını anlatırken zorlanıyordu. Yalçın dedem, kalp krizi sonucu hayata veda etmişti. Ardından yakın arkadaşı Aslı, bebeğini doğururken gözlerini sonsuza kadar kapatmıştı. Bir de Leyla vardı. Ondan bahsederken tedirgin olduğunu hissederdim, ama yine de onunla olan günlerini anlatırken duygulanmadan edemezdi. Babamı kaybettiğimde yaşım itibariyle bunu anlayamamıştım, ama zamanla içimdeki boşluk derinliğini hissettirse de en acı kaybımı bana Sema Sultan yaşatmıştı. Anneannem Sema, oldukça yaşlanmış artık tek başına kalamıyordu. Onu evimize  taşınmaya ikna ettiğimiz sıralar ani ölümüyle derinden sarsılmıştık.

Son nefesine kadar annemi 'Sonbaharımın Güneşi,' diye severdi. Hep bir pişmanlık hep bir keşke vardı dilinde. İçini rahatlatmak istediği için söyledikleri annemi çok üzerdi. 'Hepsi benim yüzümden,' derdi. Anneme neden böyle söylediğini sorduğum zamanlarda yine geçiştirilirdim.

"Hayat bazı şeyleri sorgulamak için çok kısa," cevabının ardından daha fazla ısrar edemezdim. Benden sakladıkları çok önemli gerçeklerin olduğunu biliyordum ama annemin ketumluğu yüzünden hiçbirini öğrenemiyordum.

Anneannemden kalan ne varsa evimize getirip bir odamızı sadece onun eşyaları için ayırırken, benim için sakladığı bir kutu olduğunu gördüm. Önce annem bakmak istedi ve o günden sonra o kutunun bahsi bir daha hiç açılmadı. Ya görmem için zamanı vardı ya da görmemem gereken şeyler...

Yol boyunca aklımı meşgul eden geçmiş, geleceğimin üzerinde dolanan kara bulutların habercisiydi. Şimdilik bilmiyordum ama bunu çok sonradan öğrenecektim.

Yaklaşık bir saatin ardından, sınavımın olacağı yere sonunda gelebilmiştik. Arabadan inince tanıdığım bir ses, "Pişt yakışıklı! Şans öpücüğü almadan nereye bakalım?" demiş. Asya ve Eda teyzemi karşımda görünce heyecanım katlanmıştı. Asya ile birlikte büyümüştük. Eda teyze de annemin en yakın arkadaşıydı. Üniversiteye giderken arkadaş olmuşlar o günden sonra da hiç kopmamışlardı.

Kemal amca ve Eda teyze beni kendi çocuklarından ayırt etmemiş, kızları Asya gibi her zaman gözetmişlerdi. Kemal amca da babamın en yakın arkadaşıydı. Onunla bazen baş başa konuşur, eskiden babamla olan anılarını anlatmasını isterdim.

Babam ve yaptıklarından bahsederlerken beni tarif ediyorlar gibi hissedip gururlanırım. Bugün de beni yalnız bırakmadıkları için çok mutluydum. İçeri kimseyi almadıkları ve sınav süresi uzun olduğu için şans dileyip yakınlarda oturabilecekleri bir yerlere gitmişlerdi.

***

Başarılı geçen sınavın ardından kutlamak için hep birlikte yemeğe çıkmış, daha sonra Asya ile geceye devam etmiştik. Her şey düşündüğümden de iyi gitmişti. Artık pilot olmak için sonuçların açıklanmasını beklemekten başka bir şey yapmayacaktım.

Eğlenmek için geldiğimiz mekân oldukça gürültülü ve kalabalıktı. Yanıp sönen ışıkları sayesinde bir görünüp bir kaybolan sayısız insanın arasından geçerken, 'Oldum olası sevemedim böyle yerleri,' diye söylendim. Asya halimden memnun olmadığımı zaten biliyordu.

"Bugün bari yapma! Baksana herkes nasıl da eğleniyor. Hadi gel, dans et benimle."

Elimden tutup zorla çekiştirmiş ve sonunda kendimi ne yazık ki kalabalığın arasında bulmuştum. Asya, deli dolu birisiydi. Eğlenmeyi ve gezmeyi severdi. Benden birkaç yaş büyük olmasına rağmen yanımdayken küçük bir çocuktan farksızdı. Bu eğlence merakı sayesinde yurt dışında yüksek eğitim yapamamış, yarım bırakıp dönmüştü. Güzel bir kadındı. Hayatına şimdiye kadar da pek kimse girmemişti. Ne zaman sorsam konuyu değiştirir, başka şeyler konuşmak için bahane arardı.

Sabaha karşı ayrıldığımız yerden alkollü olduğumuz için taksiyle dönmeye karar verdik. Önce Asya'yı evine bırakmam gerekiyordu. Ayakta duramayacak kadar sarhoştu. Takside başını omzuma yaslamış gözleri de kapalıydı. Evine yaklaşınca kıyamasam da uyandırmaya çalışmış ama başarısız olmuştum.

İş başa düştü!

Şoförün yardımıyla kucağıma aldığım Asya, sıkıca boynuma sarılıp üzerine yanağıma sayıklayarak sayısız öpücük bırakıyordu.

"Hey! Kendine gel artık. Ne vardı bu kadar içecek?"

Mırıldanır bir tonda ne diyorsa zor anlıyordum. "Sen de gel."

"Gelemem güzelim. Annem evde yalnız biliyorsun ki."

"Ben de çok yalnızım."

"Bence sen çok sarhoşsun."

Gözlerini yarı baygın bir şekilde açmaya çalışıp, gözlerime baktı. Ardından dudaklarını dudaklarıma bastırdığında nefesimi tutuyordum. Kucağımda olduğu için kendimi ondan uzak tutmak zordu ve yaptığı şeyi kesmesi adına sadece başımı çevirebilmiştim.

"Sen de seni sevdiğimi göremeyecek kadar körsün!"

Duyduklarıma hayretle bakarken, Eda teyze kapıyı açtı. "Bu ne hal?"

"Alkolü biraz abarttı. Müsaade edersen odasına kadar çıkarayım Eda teyze."

"Geç canım geç. Şunun haline bak. Ah Asya! Ne zaman akıllanacaksın acaba?"

Asya'yı odasına çıkarıp yatağına yatırdık. Ardından yaşadığım durumun şaşkınlığı ile çok fazla konuşmadan evlerinden ayrıldım. Kaç saat yürüdüm bilmiyorum. Kendimi deniz kenarında buldum. Bu huyumu annemden almıştım. O da eskiden morali bozulsa ya da kafasını toplamak istese deniz kenarına gider, saatlerce oturduktan sonra geri dönermiş.

Dalga sesleri ve denizin kokusuna karışan düşüncelerimin içinde Asya ile birlikte büyüdüğümüz zamanlar vardı. Kardeş eksikliğini hiçbir zaman hissetmemiştim. Yaşadığım hayal kırıklığı mıydı, yoksa şaşkınlık mı? Anlam veremiyordum. Bildiğim tek şey vardı; o da Asya ile aynı duyguları paylaşmadığımdı.

Son zamanlarda bir araya gelen ailelerimiz dışında Asya ile hiç görüşmedik. Bir şekilde bahane uydurmuş geçen akşam annemin davet ettiği yemeğe katılmamıştı. Demek ki olanları hatırlıyordu. Zaten ben de onunla konuşmak yerine uzak durmayı tercih ediyordum. Biraz zaman geçmesi gerekiyordu.

Şu an onunla karşı karşıya gelmek aklında ne varsa öğrenmek demekti. Üzülmesini istemiyordum. Dünyaya geldiğimizden bu yana hiç kopmamıştık ve bu durumun ilişkimize zarar vermesini istemezdim. Annem son zamanlarda yaşadığım durgunluğu fark etmişti.

"Deniz, neyin var oğlum?"

"Bir şeyimin olduğunu da nereden çıkardın anne?"

"Bilmem Aysa da sen de son zamanlarda biraz tuhafsınız. Eda ikinizin küstüğünüzü düşünüyor."

Oturduğum yerden aniden ayağa kalktım. Tepki vermek üzereydim fakat sakin kalmam gerekiyordu. Annem muhakkak ki bir şeylerin olduğunu anlardı. Bu yüzden sahte bir tebessümle konuşmaya başladım.

"Asya ile yakın zamanda görüştüm. Bence kuruntu yapmak için bahane arıyorsunuz."

"Küs değilsiniz yani öyle mi?"

"Değiliz anneciğim."

Pes etmeyecekti, ama benim de açık vermeye niyetim yoktu. Konuşmadığımızı söylersem sebebini merak edecekti. Bu yüzden bana yalan söylemekten başka bir çare bırakmamıştı.

Daha fazla evde duramayacağımı anlayınca dışarı çıktım. Asya ile karşılaşmayı beklemiyordum. Anneme geldiğini belli etmeden hızlıca arabasına binip, uzaklaştık.

Nereye gittiğimizi bilmeden sadece arabayı sürüyordu. İkimizde sessizdik. Bir süre daha yola böyle devam ettik. Benden ses çıkmayınca daha fazla dayanamadı.

"Çok sarhoştum, özür dilerim."

"Önemli değil, konuşmaya değmez."

"Gerçekten bu kadar önemsiz mi?"

"Evet, ne diyebilirim ki? Üzerinde durup aramızdaki samimiyetin bozulmasını istemiyorum."

"Demek aramızdaki samimiyetin bozulmasından korkuyorsun!"

Sadece 'evet' der gibi başımı salladım. Amacı konuyu kapatmak değil, aksine bunu ciddi bir boyuta çevirip tartışmaktı. Ardından arabayı sağa çekip durdu.

"Bence bunun üzerini kapatmak yerine konuşmalıyız."

"Ben konuşmak istemiyorum."

"Biz birlikte büyüdük Deniz. Seni ne kadar iyi tanıdığımı söylememe gerek yoktur umarım. Ben seni öptüm ve sen bana karşılık vermedin. Bu durum, senin de bana karşı bir şeyler hissettiğin düşüncesini yok etti."

"Bunu sana düşündürecek herhangi bir davranış sergilediğimi sanmıyorum."

Direksiyonu iki eliyle sıkıyor, adeta öfkesini belli etmemek için hırsını alıyordu. Duygularına karşılığının olmadığını anlamak onu üzmüştü. Bundan kaçmak isterken tam içine düşmek huzursuz ediyordu.

"Çok aptalım. Buraya hiç gelmemeliydim!"

"Asya bunu ikimize de yapma. Benim için çok değerlisin."

"Doğduğun andan itibaren ailemi paylaştım ben seninle Deniz." Bunu söylerken titreyen sesine engel olamadı. Hissediyordum. Beni kıracak cümleler kapıdaydı. "Hiç kıskanmadım desem yalan söylemiş olurum. Babasız büyüyen bir çocuğu etrafımda herkes memnun etmeye çalışırken kimse beni görmedi."

"Asya lütfen!"

"Bırak da bitireyim."

Derin bir iç çektim ve anlatmasına müsaade etmek için sessizce bekledim.

"Herkes benim ne hissettiğimi görmeden yaşadı. Biz aynı evde değildik ama aynı evde büyümüş kadar sık görüşürdük. Babam bile seni benden daha çok seviyordur."

"Saçmalıyorsun!"

"Hayır, saçmalamıyorum Deniz! Gördüğümü hatta hissettiğimi söylüyorum. Hep çok şımarık bir çocuktum. Bunun nedeni; biraz daha fazla ilgi ve sevgi istediğimdendi. Büyüdüğümde de değişmedi bu. Sen de tek çocuksun, ben de... Bizi hep birbirimize bırakırlarken, bir gün bunun olabileceğini hiç düşünmediler. Ne yapabilirim Deniz? Seviyorum seni. Bu kadarken bile seviyordum." Bunu söylerken küçük bir çocuğu gösterir gibi elini uzattı.

"Ne dememi istiyorsun peki?"

Histerik bir gülüş bıraktı. "Ne demen gerektiğini bana mı soruyorsun?"

"Evet, gayet açık bir soru sordum."

"Bize şans vermeni istiyorum."

"Asya bunları senin söylediğine inanamıyorum. Birlikte, kardeş gibi büyüdüğüm insandan bunları duymak inan çok şaşırtıcı!"

Bu defa iki eliyle direksiyona vurdu. "Biz kardeş değiliz Deniz!"

"Değiliz evet, ama öyle gibiyiz. Açıkçası konuşmanın bu boyuta gelebileceğini hiç tahmin etmemiştim. Ben yaptığının yanlış olduğunu düşünürsün ve hiç yaşanmamış gibi yapar, konuyu kapatırız sanıyordum."

"Seni hayal kırıklığına uğrattığım için üzgünüm!" İmada bulunuyordu. Onu çok iyi tanırdım. Hoşuna gitmeyen bir durum olduğunda göz devirir ve istediğinin tersini söylerdi. Aslında hayal kırıklığına uğrayan kendisiydi. Bu zamana kadar duygularına karşılık bulabileceğini düşünerek beklemesi aklımın ucundan bile geçmemiş, onu en iyi dostum olduğu için başka bir sıfatta düşünmemiştim. O ya da diğerleri fark etmez duygularımı ne kadar iyi sakladığımı bilirlerdi. Asya'nın bunları düşünmesindeki sebep de bu yüzdendi. Ona bir şeyler hissettiğimi ve bunu saklama gereği duyduğumu düşünmüş, öpücüğüyle açığa vurup aklınca kahramanlık yapmıştı.

"Birbirimizi daha fazla kırmadan konuyu kapatmalıyız."

"Artık biliyorsun Deniz ve sen bunu biliyorken ben normal davranamam."

"Aklında ne var?"

"İtalya'ya döneceğim."

"Daha önce de bunun için gittiğini söyleme bana."

"Hayır, ama senin için geri döndüm."

Çok üzgündü ve ağlıyordu. İçimden ona sarılmak geliyordu fakat bunu yaparsam onun benden beklediğini vermiş olmaktan korkuyordum. İki elini yüzüne kapatmış, hıçkırıklarını durduramazken daha fazla dayanmayıp kolundan tutup kendime çektim. Başını göğsüme yaslamış sıkı sıkıya sarılıyordu. Sakinleşmesini beklemekten başka bir şey yapmazken sadece saçlarını okşadım. "Bize bunu yapma Asya. Kendine bunu yapma."

Küçük bir kız çocuğu gibi burnunu çekti. Geri çekildiğinde başını önüne eğmişti ve oldukça masum görünüyordu. Onu çok seviyordum, ama bu sandığı gibi bir sevgi değildi. Derin bir iç çekti. Sakinleştiğini düşünmüşken, "İn arabadan!" diye bağırdı.

Tavrına hayretle bakıyordum. "Asya!"

"İn dedim sana. Beni yalnız bırak!"

Tek kelime bile etmeden arabadan indim. Gaza tüm gücüyle basıp süratle uzaklaşmaya başlayınca içimdeki huzursuzluk katlanmıştı. Kaza yapmasından korkarak taksi çağırdım. Evden oldukça uzaktaydım ve arabayı almaya vaktim yoktu. Üstelik onu gözden kaçırmıştım. Sağa sola bakarak ilerliyor, yine de arabasını göremiyordum. İçimdeki korku ne yapacağımı sağlıklı düşündürmeyecek kadar artmıştı.

Önce annemi mi aramalıydım, yoksa annesini mi? Bu ikilem canımı sıkmıştı. İkisi de haddinden fazla panik yapabilirdi. En iyisi Kemal amcayı aramaktı. Öyle de yaptım. Telefonundan takip edebildiğini ve Beykoz yakınlarında bir yerde durduğunu söyledi. Ardından haber vermemi, kendisinin de evden yanımıza gelmek için çıktığını ekledi. Şoföre tarif edip geldiğim yerde toplanmış bir kalabalık vardı. Korktuğum şeyin başıma gelmiş olmasıyla panikle arabadan indim. Asya önündeki araca çarpmıştı. Ciddi bir kaza gibi durmuyordu. Geldiğimi görünce korkuyla sarıldı. Alnı kanıyordu.

"İyi misin?" diye sordum. Başını sallamakla yetindi. Çok geçmeden polis geldi ve tutanak tutuldu. Hatalı taraf Asya olduğu için ceza yazmışlardı. Alkol testinde neyse ki temiz çıkmış yine de arabası çekilmişti. Kemal amcayı arayıp durumu anlatınca gelmek üzere olduğunu öğrendik. Ardından yanımıza gelince hep birlikte hastaneye gittik. Asya'nın alnındaki yara temizlendi. Dikiş gerektirecek kadar derin değildi, ama yine de başına darbe aldığı için gerekli tetkikler yapılmıştı. Sonuçların temiz olduğunu öğrenince eve doğru yola çıktık. Asya oldukça sessizdi. Kemal amca da bir o kadar gergin. Bense ne diyeceğimi bilmeden arkada Asya ile birlikte oturuyordum.

"Pizza mı yesek?" Soruma şaşırdığı belli olacak ki Kemal amca dikiz aynasından bakınca göz göze geldik. Sinirlerinin bozulduğunu belirten bir gülüşle başını iki yana salladı. Asya da gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu.

"Şimdilik kimseye bir şey demek zorunda değiliz. Azar yemeden önce pizza yiyip en azından karnımızı doyuralım," dediğimde Asya içinde tutmaya çalıştığı kahkahasını özgür bıraktı. Ardından babası ona katılırken, "Bu defa sizi ben bile kurtaramayabilirim," derken hâlâ gülüyordu.

Yol üzerinde bulduğumuz bir kafeye oturup tıka basa doyana kadar pizza yedik. Kemal amca aramızdaki gerginliğin farkındaydı. Sorma gereği duymamıştı, çünkü her zaman halledilebilir şeyler olduğunu bilirdi. Bu defa farklı bir durum olduğunu kaza sebebiyle anlamıştı ama yine de kurcalamamıştı.

"Annenin henüz haberi yok, görünce panikleyecektir. Ben daha iyi bir şeyler uyduracağım. Sen sakın kazadan bahsetme, yoksa arabanı rüyanda görürsün."

"Peki, babacığım."

Normalde bu kadar kolay bir şeyleri kabul etmezdi. Bu defa hatalıydı ve bundan çok utanıyordu. Zaten arabasının elinden alınması işine gelmezdi.

"Hadi bakalım, pizzanızı da yediğinize göre kalkalım. Deniz önce Asya'yı bırakalım."

İşte şimdi çıram yanmıştı. Kemal amcanın neden Asya'ya bir şey sormadığını anlamıştım. Onu eve bıraktıktan sonra yol boyunca beni sorguya çekecekti. 'Umarım yalan söylemek zorunda kalmam,' diye düşündüm. Normalde yalan söylemekten nefret ederdim ama bazen Asya'nın arkasını toplamak için beyaz denilen o yalanların kapısını çalmaktan çekinmezdim. Hep birlikte evlerine gelince arabadan inmeden son bir uyarı yaptı. "Siz ağzınızı sakın açmayın, ben halledeceğim."

Sessizce kafa sallarken kontrolü tamamen Kemal amcaya bırakmıştık. Eda teyze kapıda bizi görünce önce şaşırdı, sonra Asya'nın alnındaki sargıyı görünce çığlık attı. "Asya! Alnına ne oldu?"

"Bir şeyi yok hayatım merak etme, kızımız büyümek istemiyor olacak ki Deniz'le sahilde bisiklete binerken düşmüş."

Eda teyze duydukları karşısında kaşlarını çatarken anlam vermeye çalışıyordu. "İyi de Asya bisiklet sürmeyi bilmez ki."

"O yüzden bu halde ya zaten Edacığım. Endişelenme. Pansuman yaptılar ve eve geldik."

"Senin nasıl haberin oldu?"

"Kızın ne kadar iyi bisiklet sürdüğünü göstermek için babasını aradı." İnandırıcı olmak adına ardından bir kahkaha savurdu. Dayanamamış ben de gülmüştüm ve Asya da... Bize hayretle bakan Eda teyze, "Size ne söylesem az!" diye söylenerek salona doğru yürüdü.

Kemal amca minik bir öksürükle toparlanıp, Asya'ya ciddi bir ifadeyle baktı. "Seninle bunu daha sonra konuşacağız küçük hanım. Şimdi Deniz'i evine bırakmam gerek."

Ciddileşen ortam gerilmeme sebep olurken biraz sonra soruya çekilecek olmamın gerçekliği bu hissi iki katına çıkartıyordu. Evden ayrılırken Asya belli etmeden telefonunu göstererek mesaj yazacağını söylemişti. Genelde böyle yapardık. Bizimkilerden habersiz ya da onların hoşuna gitmeyecek bir şeyler karıştırıyorsak bu yolu kullanırdık. Böylece herkesle aynı ortamdayken bizim el altından çevirdiğimiz işleri anlamazlardı.

Asya ve Eda teyzeyle vedalaşıp arabaya geçince Kemal amca, "Emniyet kemerini takmayı unutma oğlum," dedi. O bana ne zaman oğlum dediyse sohbetin gidişatının ciddi olacağını bilirdim.

"Şimdi gelelim asıl mevzuya... Yan yanayken sorup ikinizi de zorda bırakmak istemedim ama kızımı tanıyorum. Hırslı biridir ve bu kaza basit bir şey yüzünden olmadı. Aranızda ona kaza yaptıracak kadar ne geçti, bilmek istiyorum."

Tam o esnada telefonuma gelen bildirimle irkildim. "Bak lütfen belki önemli bir şeydir."

Asya yazmıştı. "Deniz her şey için özür dilerim. Şu an babamın sorgularına maruz kaldığını biliyorum. Seni bu duruma sokmak istemezdim ama yalan söylemek zorundasın. Babama sevdiğim biri olduğunu ve onun başka birisine âşık olduğundan bahset. Lütfen... Son kez bunu benim için yapar mısın?"

"Yaparım," diye cevaplayıp telefonu cebime attım.

"Çok da önemli değilmiş. Benim gibi pilot olmayı bekleyen bir arkadaşımdan geldi. Görüşelim diyor." Sessizce başını sallarken cevap bekliyordu.

"Asya'nın hoşlandığı biri var," deyince hayretle baktı. Bense bakışlarımı kaçırdım. "O da başka birinden hoşlanıyormuş sanırım, bunu öğrenmiş. Ben de Asya'ya ki, huyunu bildiğim için takıntı yapmasın diye uyarıda bulununca sinirlendi. Hızlı kullanıyordu ve kaza yapması kaçınılmaz oldu."

Tek kaşını kaldırmış yüzümde söylediklerimin doğru olup olmadığıyla alakalı netlik arıyordu. Burnundan bıkkınlıkla verdiği nefesin ardından başını iki yana salladı. "Bazen kızımla nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum."

"Merak etme Kemal amca, ben onu yalnız bırakmıyorum."

"Zaten sen de olmasan..."

Son dediğinde hissettiğim şeyi aslında ikimiz de biliyorduk. Bir keresinde, "Sizin kardeş gibi büyümemeniz gerekiyordu," demişti. O zamanlar anlam verememiştim ama büyüdükçe ve Asya'nın son hamlesiyle ne demek istediğini daha iyi anlamıştım. Söylediği şeyin üzerinde durmamayı tercih ettim. Zaten eve de gelmiştik. Vedalaşıp arabadan indim. Annem bahçeye çıkmış, babamın aldığı şalı omuzlarına örtmüştü. Beni görünce gülümsedi. "Kemal amcan mıydı o? Neden uğramadı?"

"Evet, anne. İşi varmış Asya ile beraberdik, beni o bıraktı."

"Önemli bir şey yok, değil mi?"

"Asya ufak bir kaza geçirdi."

"Ne? Ne zaman?"

"Endişelenme bisikletten düştü." Bunu söylerken tıpkı Kemal amca gibi inandırıcı olması adına gülmüştüm.

"Ah bu kız! Hiç uslanmayacak..."

***

Bölüm sonu.

Buralarda olmayı özlemişim. Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi merak ediyorum.

Oylamayı ve yorum yapmayın unutmayın.

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top