sonumuz, sonsuzluğa karışsın.

15.12.20"

Yüreğime
sığdıramadığıma,

&

Rüzgâra yenik düşmüş; bir ileriye, bir geriye doğru sürekli hareket eden kapının gıcırtı sesi, ayakta durmuş karşısındaki duvarı büyük bir hezimetle izleyen kadının kulaklarından girip çıkmaktan büyük bir zevk alır olmuştu.

Genç kadının gözleri sanki bir arayışa çıkmış da kırparsa gözlerini kaçırmaktan korkmuş, perdelerin arasından içeri sızan gün ışıkları ise gözlerini büyük bir incelikle elaya boyamıştı.

Ancak kadının yavaşça inip kalkan göğsü, onun hissedemediği soluklarına karışıyor; yaşam ve ölüm arasındaki o ince çizgiyi her bir kirpiğinin inceliğine gömüyor, üzerine acıyla yoğrulmuş toprağı atıyordu kürekle birer birer.

Duvardaki ufak bir ayrıntıyı ise kadının gözleri çarçabuk seçmiş olmalı ki, o gözlerin yavaşça kısılmasının ardından ayaklarının yavaş ama emin adımlarla duvara yaklaşması bir sona -belki de bir sonsuzluğa- tekabül ediyordu.

Soluk tenli, uzun parmaklı elini duvara yavaşça koyuşu üzerine bir gürleme firar etmiş; rüzgârın güçlü uğultusu hafif aralık penceresinin arasından kolayca sıyrılmasına ve ahşap kapının büyük bir gürültüyle kapanışına eşlik etmişti.

Pencerenin önündeki perdeler ise rüzgâr ile olan hazin dansını gerçekleştiriyorken, soğuk havanın verdiği o hisle kadının bedeni titremişti. Öyle ya, bir dokunuş parçalara ayrılmasına yeterdi bile.
Onun buz tutmuş elleri ise çoktan titremeye başlamıştı.

Sonrasında ise rüzgâr, bu genç kadının yüreğine işkence etmek istercesine gürlemiş; çaprazında bulunan masasının üzerindeki o mürekkebin her bir noktasına dağıldığı kâğıtları, odanın her bir yanına dağıtmıştı.

Pencereden odanın içerisine hücum eden her bir ışık hüzmesi, havaya karışan her bir mürekkepten yapılma acı hüzmesine karışmış; bir devrim baş göstermişti.

Saçları ise omzuna dökülmek ile dökülmemek arasında kalmış o genç kadının bakışları sonunda odanın etrafını bulmuş, sayfaların hezimetine uğramıştı.

Yavaşça havada süzülen hafif sarıya çalmış bu buruşmuş kâğıtlar, ışığın sayfaların üzerindeki mürekkep ile birleşmesiyle harfler canlanmış; et ve kana bürünmüş, odanın içinde gezinmeye başlamışlardı.

Genç kadın, zemini anılara boyayan bu sayfaları toplamak ile uğraşmamış ve rüzgârın onun ellerine ulaştırdığı bir sayfayı havada hızla yakalamıştı.

Bu saman renginde kâğıda baktığında ise harflerin birbirine karıştığı, sözcüklerin birbiri ile büyük bir savaş verdiği titrek el yazısıyla karşılaşmıştı.

Genç kadın, derin bir iç çekti.

Öyle bir iç çekişti ki bu, dağlar acısına dayanamaz un ufak olurdu.

Öyle bir iç çekişti ki bu, yıldızlar uzaklığına dayanamaz; bir yağmur tanesi misali yağarlardı yeryüzüne.

Durdu kadın. Düşündü.
Aklı, mantığı, zihni, her bir parçası durdu ve bekledi.

ama yüreği durmadı.

Anılarla boyanmış bu zeminin üzerinden acıyla çivilenmiş ayakları, sert ve emin adımlarla çiğnedi geride kalanları. Ayakları pek sağlam olmayan o eski sandalyesine yavaşça oturdu genç kadın.

Titreyen parmakları kalemine gitti ve kalem, mürekkep ile olan son birleşişinin tadını çıkarttı.

İlk önce bir süreliğine öylece bu yıpranmış sayfaya baktı kadın.
Uzunca baktı.
Yavrusunun hasretini çeken bir anne gibiydi derin bakışları.

Mürekkep, kâğıt ile tanıştı yeniden.

"Nefesim."

Hızla üzerine bir çizik çekti genç kadın.
Ardından, mürekkep kâğıt ile uzun bir bakışma gerçekleştirdi.

"Gecem, güneşim."

Sonrasında yeniden bir çizik daha attı genç kadın. Saç dipleri karıncalanmaya başladı. Mürekkebi, kâğıdını tanıyamadı.

"Her şeyim."

Ve bir çizik daha.
Bir çizik daha çekti genç kadın.
Mürekkebin kâğıda olan güveni, neredeydi?

"Canımı, canımdan koparana,

Mürekkebin bakışları, kâğıtla birleşti.
Duraksadı mürekkep.
Kâğıdı seyre daldı.

"Bugün günlerden hangi gün, inan bilmiyorum. Günlerden, yine sensin.
Günlerim ise seninle başladı mı, sensiz bitmez. Güneş doğmadan, batmaz sevgilim ama sen, ilk Güneş'imi batırdın. Güneş ise artık doğmaz bu diyarlara."

Tereddüt etti mürekkep, yazmaya bu kâğıda; tereddüt etti.
Can kırıklıklarını kendisine boyamaya ürktü, korktu lakin devam etti.

"Bu sana son mektubum lakin ilk mektubumu dahi okumamış olman ne büyük acı, değil mi?
Yollamadım sana. Gerçi, yollasaydım okur muydun bilmem, bilemem.
O yüzden yollamadım ya.
Halbuki sen, harcadığım mürekkeplerime bile değmezdin ama gel gör ki sevgilim, yüreğim seni buna değer görüyor."

Kâğıdı sardı, sarmaladı.
Anılar ile kavrulmuş iğneyi, yüreğindeki sökükleri dikmek adına kavradı.

"Sen gittin ama bir benden gidemedin sevgilim. Güneş battı diyarlarımda, Ay saklandı bulutlarımın ardına. Yıldızlarımın ışıkları söndü birer birer. Masmavi gökyüzüm, karanlığına mahkûm oldu ama sevgilim, bir sen gidemedin benden."

Mürekkep, kâğıdın her bir detayında bambaşka masallarda buluyorken kendini; sonsuzluğa karıştı sözcükler.

"Öyle ya, artık gel de demem ben sana.
Gidene, gel denmez sevgilim. Bir daha gelmemek üzere gitmiştir onlar.
Giden, gelmez. Gelse bile sahi, bıraktığı yerde bulamaz kimsecikleri."

Mürekkep, kâğıdın oldu.
Kâğıt ise mürekkebin.

"Kim bilir, belki okusaydın bu yazdıklarımı çok kızardın bana.
Çünkü ikimizin de bildiği gibi, sana git diyen bendim. Hoş, ben belkilere artık veda etmişim. Sen bile dinledin beni ama yüreğim dinlemedi.
Ne yüreğim senden gidebildi, ne sen yüreğimden gidebildin."

Ne mürekkep kâğıttan ayrılmak istedi, ne kâğıt mürekkepten.
Halbuki onlar hiç birleşemedi.

"Şimdi ise veda ediyorum sana.
Vedam ise en acı verici olanı olacak.
Kalemim bir sana yazar sevgilim ama sen,"

Mürekkep hızını alamamış bir şekilde döşüyorken her bir harfi o satırlara, bir gözyaşı süzüldü genç kadının yanaklarından. Ardından, cümleyi noktalayan yine o gözyaşı oldu.

"Sen beni hiç görmedin ki."

Derin bir iç çekti tekrardan kadın.
Kendini toparlamak adına gözlerini ovaladı.
Kızarmış, ömründe tatmadığı acıyı tatmış göz yuvaları; derinden sızladı.

"Aslında ne sen bu vedayı hak edersin, ne ben bu acıyı ama sevgilim, sen ve ben; hiç biz olamamışken bir sonu hak ediyor tüm bu yaşanmışlıklar."

Başını çevirip ardına baktı kadın.
Oralarda bir yerlerde, çok ama çok uzakta bir silüet karşıladı onu.
Acı bir tebessüm yerleşti yüzüne.

Dört duvar, onun zindanı oldu.
Rüzgâr bile bu cenazeyi uğurluyordu tenini sıyıran soğuk bir fısıltıyla.

"Hoşça kal sevgilim. Sen hep bende kalacaksın, hoşça kalacaksın lakin bugün ben; kendimle birlikte seni de öldürüyorum."

Gök, bulutlar, Ay, Güneş ve yıldızlar; hepsi, bu cenazeyi hep beraber uğurluyor ve çiçeğin kurumaya yüz tutmuş son taç yaprağı kuru toprağın sonsuzluğu ile buluşuyordu.

Mürekkep ise son kez sıkıca sarılıyordu kâğıdına, nefesine.
Son harfleri kazıyordu kalbine
birer birer.

"Sevgiyle kalma sevgilim.
Sana sevgim yakışmadı."

Son defa tuttu elini kâğıdın, mürekkep.
Son defa yayıldı onun sevgisinin sıcaklığı damarlarına.

"-Sonsuzluğa karışan birisi."

Genç kadının ellerinden kayıp gitti kalem.
Mürekkep ise her bir tarafına bulaştı yeniden acılarla donanmış anıların.

Genç kadın, kendini sandalyeden anılarla boyanmış bu zemine bıraktı.
Rüzgâr yeniden şaha kalktı ve perdeler coşkuyla havalandı.

Mürekkebin bulaştığı acı kalıntıları olan bu samandan bozma sayfalar rüzgârla olan son dansını gerçekleştirdi, genç kadının toprağı oldu.

Hepsi birer birer örttü genç kadının uzuvlarını, her bir yanını sardı.

Genç kadının ölümü,
mürekkebi oldu.

Acıyı beraberinde getiren kara bulutlar kapladı gökyüzünü.
Gök, gürledi.
Bulutlar, yalnız bir ruhun ölüşüne tanıklık ederken toprak kederle ıslandı.

Yağmur, ilk defa bu
genç kadın için yağdı.
İlk ve son yağışı oldu.

Güneş ve Ay, ilk ve son
defa birbiriyle yüzleşti.

Yıldızlar, dayanamadı.
Birer birer kaydı gökyüzünden.
Yalnız bir ruh, gelmiş ve gidiyorken şimdi bu dünyadan; insanlar dileklerini tuttu.

Gelenler, bıraktığı yerde kimseyi bulamadı.
Gidenler, bir daha gelmemek üzere gitti.
İnsanlar, geldiler ve gittiler.

Onlar ise hiç kavuşamadı.
Onların hikâyesi, böyle sonlandı.
Sonları, sonsuzluğu oldu.

Ben Sophie,
sevgiyle kalın.

241120'
00.02

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top