9.BÖLÜM : HAYAT TEŞHİSİ
Anıl Emre Daldal - M.
🌺
Çayımla beraber salona ilerledim. Yanlışlıkla bardağın full tamamını doldurduğum için her an dökme tehlikesinden dolayı dikkatli dikkatli taşıyordum. Tek bir damla elime damlarsa bu oyunu kaybederdim.
Sonunda masaya ulaştığımda aynı yavaşlıkla çayı masaya bıraktım. Sandalyemi çekip hızlıca sandalyeme kuruldum. Masadaki bilgisayarımı önüme yaklaştırarak hikayemi yazabilecek hale getirdim.
Bugün 5 Mart. Bugün benim doğduğum gündü. Bugün yirmi iki yaşıma tam anlamıyla girmiştim. Çok sevdiğim bir gün olmasa da yine on yıldır yaptığım gibi kendime bir pasta alıp kendimce küçük bir kutlama yapacaktım.
Doğum günümü aklımdan çıkarak hikayemi yazmaya döndüm. Yüzümde huzur dolu bir tebessüm oluştu. Kitabımı yazmak bana çok keyif ve huzur veriyordu. Tostumdan büyük bir ısırık alarak yandaki tabağıma bıraktım. Tostumu çiğnerken bir yandan kaldığım yerden yazmaya başladım. Çok olmadı ama sizi çok özledim Uzay ve Hayal!
Parmaklarım klavyenin üzerinde adeta şov yaparcasına dans ederken bir yandan tostum ve çayımı içiyordum. Dün akşamın ardından kendimi daha mutlu hissetmeye başlamıştım. Sanki yalnız değilmişim de onlar benim arkadaşlarımmış gibi. Zaten öyle değil miydi artık?
Esma'yı kahvaltıya falan mı çağırsam yarın? Beraber kahvaltı yapardık. Güzelde yüksek sesle bir müzik açıp Doğuş çayı rahatsız ederdik.
Müzik demişken, bugün müzik seansını yapmamıştım. Büyük eksiklik bu! Hızlıca masanın köşesindeki eskimiş hoparlörümü bilgisayarıma bağladım. Bilgisayardan artık Doğuş doktorun bile sayemde ezberlediğini düşündüğüm o şarkıyı açtım.
"Doktor derdime bul bi' çare! Ona doyamıyorum yaz bir reçete!" Bağırarak şarkıya eşlik ettim. Bence o şarkıdan çok benim sesimden şarkıyı ezberlemiş olabilirdi. Keyifle tostumdan büyük bir ısırık aldım.
Şarkının en sevdiğim kısmın yaklaşmasıyla kendimi son ses söylemeye hazırladım. Kollarımı sallayarak şarkıya bağıra bağıra eşlik ettim. Terliklerimle de yere vurmayı unutmamıştım.
Bu keyif seansını yaparken bir yandan yazmaya devam ediyordum. Yazsam bile Doğuş doktoru hayatta rahat bırakmadığım için terliklerimle sert sert ritimli bir şekilde yere vuruyordum.
Başıma bir anda vuran sert bir ağrı hissetmemle yüzüm buruştu. Başımı hafifçe eğerek elimi başıma koydum. Başım ağrımaya başlamıştı. Bu adam bana beddua mı etti yoksa?
Bir elimle hızlıca şarkıyı kapattım. Ses kesildiğinde başımın ağrısı hala duruyordu. Hastalığımı artık öğrenmek istiyordum. En fazla ne olabilirdi ki?
En iyisi bir an önce hastalığı öğrenip şu vücuduma sinsice sızan ağrılardan kurtulmaktı. Elimi alnımdan çekmeden yavaşa sandalyemden kalktım. Ayaklanmamla ağrının gücü arttı. Diğer elimle sandalyeye sıkıca tutundum.
Ağrının geçmesini bekledim ama ağrı geçmiyor hatta gitgide artıyordu. Dayanması zor bir yere kadar geldiğinde mutfağa zar zor gittim. Dolaptan bir ağrı kesici çıkardım.
Normalde çok ciddi olmadığı zaman kullanmazdım ama şuan fazlasıyla başım ağrıdığı için kullanacaktım. Eğer kullanmazsam zaten bu ağrı günümü berbat edecekti.
Bir su doldurdum. Bir hapı çıkararak ağzıma attım ve onu suyla beraber mideme gönderdim. Henüz geçmeyen baş ağrımla geri salona döndüm. Tabaklarımı ve bitmeyen çayımı alarak mutfağa bıraktım. İştahımda kaçmıştı.
Hazırlanıp okula gitmem lazımdı. Umarım çok geçmeden baş ağrım geçerdi. Aslında bugün hastaneye götürmek için kurabiye yapacaktım ama fırınım bozuk olduğu için hiç o toplara girmedim. Dün Salim enişte bozuk değil demişti ama bence o sorunu göremedi. Yoksa neden her defasında yansın içindeki kekler, börekler?
Hazırlanmak için odama ilerledim. Hazırlanmadan önce dolaptan hızlıca Kar'ın mamasını çıkarıp önündeki kapa mamasını döktüm. Kar mamanın kokusunu alır almaz kuyruğunu sallaya sallaya mama kabına koşmuştu.
Başını okşayarak dikleştim. Artık hazırlanabilirdim. Odama girip dolabıma ilerledim. Kıyafet dolabımdan yarım kol, çapraz bağlanan ipli sırt dekoltesi olan, diz üstü beyaz zarif bir elbise seçtim.
Üzerimdeki ördekli pijama takımımı hızla üzerimden çıkardım. Beyaz zarif elbisemi hızlıca bedenimle buluşturdum. Boy aynam olmadığı için makyaj aynasının önünden bayağı bir uzaklaşarak uzaktan kendimi inceledim. Beyaz elbise bedenime tam oturmuştu ve hoş bir görüntüsü vardı. Kendimi onayladığıma göre makyajıma ve saçıma geçebilirdim.
Makyaj masama oturmadan masaya doğru eğildim. Kumral saçlarımı düzleştirdim. Yüzüme her zamanki makyajımdan yapmıştım. Manolya kokulu parfümümü masadan aldım. Parfümü üzerime bol bol sıktım. Saçlarıma iki kere, üzerime üç kere sıkmıştım.
Tamamen tam olduğum zaman siyah sırt çantamı alarak odamdan çıktım. Bugün diğer günlere göre daha özenliydim. Saçlarımı düzelterek kapıya yöneldim. Çıkmadan önce Kar'ın kafasına minik bir öpücük kondurmayı asla unutmamıştım.
Sade beyaz sporlarımı giydikten sonra kapıyı kilitleyerek binadan uzaklaştım. Başımın ağrısı tam olmasa da hafiflemişti. Hızlı adımlarla ilerlerken bir yandan da minibüsün gelip gelmediğini kontrol ediyordum.
Minibüsü beklerken bir yandan telefonumu çıkardım. Umarım yürürken telefona baktığım için düşmezdim. Telefonumu açarak Instagram'a girdim. Ellerim tamamen benim kontrolüm altından çıkarak arama yerine girip Doğuş doktoru aradı.
İlk karşıma çıkan hesapla hemen onun olduğunu anladım. Hesaba girdim. Takipçi sayısı on binlerdeydi. Takip ettikleri ise sadece bir kişiydi ve o da hastanenin hesabıydı. Hesabında çok az fotoğrafı vardı.
Bakışlarım paylaştığı fotoğraflara kaydığında minibüsün sesini duymamla başımı kaldırdım. Minibüs buraya geliyordu. Telefonu hafifçe indirip bakışlarımla minibüsü takip ettim.
Minibüs yavaşlayarak binmem için durduğunda harekete geçerek minibüse bindim. Şansıma çok dolu değildi. Çantamın bir askısını çıkarıp çantamı açtım. Çantamın içinde cüzdanımı buldum.
Cüzdandan çıkardığım bozuk paralı benden yaşça büyük olan adama uzattım. "Bir kişi uzatır mısınız?" dememle adam bir şey dememden parayı alıp şoföre uzattı. "Teşekkürler." diye fısıldayarak arkalara doğru ilerledim.
Arkada boş olan dörtlü koltuklardan cam köşesinde boş olana oturdum. En sevdiğim yer, cam köşesi! Telefonumu kaldırarak geri ekrana bakmaya devam ettim ki süreden dolayı ekranım kapanmıştı. Telefonumu hızla tekrar açarak fotoğrafları incelemeye başladım.
Son attığı fotoğrafı bir yıl önceydi. Çok nadir ve çok az fotoğraf atmıştı. Bu fotoğraf atma işini çok gerekli bulmadığı kesindi. Son attığı fotoğrafı inceledim. Konumda New York yazıyordu. Üzerinde mavi bir kot ceket vardı. Ceketin altından dışarı çıkan kapüşonuyla beraber siyah sweatshirti görünüyordu. Altında siyah bir kot pantolon vardı. Bir terasın korkuluğuna yaslanmış, bakışlarını başka bir noktaya çevirmişti. Saçları şekil verilerek taranmış gibiydi. Ne gülümsemiş, ne de somurtmuştu. Yüzünde o ciddi bakışı vardı. Normal bir Doktor Doğuş Çekici gibiydi.
Fotoğraf yüzümde saçma bir sırıtışa sebep olmuştu. Ve fotoğrafını beğendim. Neden beğenmeyeyim ki? Doğuş doktor beğeniden bir anlam çıkaracak biri değil zaten.
Sayfayı aşağıya doğru çekerek bir önceki fotoğrafına baktım. Üç yıl önce atılmış Fatih'in de içinde olduğu bir kare. Kendisi son derece ciddiyetiyle kameraya bakmıştı. Yanında, baş parmağı ve işaret parmakları arasındaki sigarayı ağzında tutan Fatih vardı birde. Fatih'in sigara içtiği detayını bilmiyordum. Muhtemelen Doğuş doktor yanında sigara içen Fatih yüzünden bu kadar somurtuk bir şekilde ekrana bakıyordu.
Fotoğrafı beğenerek tekrar ekranı aşağıya doğru kaydırdım. Bundan bir önceki fotoğraf beni karşıladı. Yine üç yıl öncesine aitti. Yılın başlarından bir fotoğraf. Mavi renk jilet gibi takım elbisesiyle bütün ciddiyeti ve çekiciliğiyle ellerini cebine koyarak pozunu vermişti.
Fotoğrafına içim gitmiş gibi bakmayı kesip o fotosunu da beğenerek aşağıya indim. Dört yıl öncesine ait bir fotoğraf. İki gümüş yüzüğünün olduğu elinde beyaz kutu bir kahve bardağı vardı. Üzerinde lacivert montu, montun altından görünen lacivert, deseni olan biri kazak. Siyah bir pantolon. Kolunu hemen yanındaki koyu gri tuğlalı binaya yaslamıştı. Baş açısı kameraya dönüktü, ama kameraya bakmıyordu. Konum olarak İsveç görünüyordu.
Attığı fotoğraflara hem tamamen eleştirisel bir şekilde kendi yorumlarımı yazmıştım. Zaten hesabım gizliydi, adı ve profilinde de ben yoktum. Anlaması imkansızdı yani.
Tam fotoğrafı beğenmemle duyduğum sesle irkildim. "Oo ne güzel stalk yapıyorsun?" dedi sinir bozucu tanıdık bir ses. Başımı hemen o sesin sinir bozucu tanıdık sahibine çevirdim.
Kader ve Toprak. Kader benim yanımda, Toprak'da Kader'in yanında oturuyordu. "Ne stalkı Kader karısı?!" diye çemkirmemle ikisi de yüzünü buruşturdu. Fazla bağırmıştım sanırım. Çünkü minibüsteki birkaç kişi bana döndü.
Sorun yokmuş gibi sırıttım. "Arkadaşlarla şakalaşıyoruz..." diye açıkladım sırıtarak. Olmayan olayı umursamayarak önüne döndüler. Ha şöyle, aferin.
Kader ve Toprağa döndüm. "Stalklamıyordum bir kere!" diye fısıldadım sinirle. Kader bilmiş bir suratla güldü. "Evet. Salaklık yapıp bütün hesabını sapık gibi fulluyordun." dedi. Kaşlarım çatıldı. Parmağımı ona doğru tehditkarca uzattım. "Sen bana salak mı dedin çocuk? Lan daha dün saygıdan abla diyordunuz bana! Ne ara bu seviyeye geçtik?" diye sormamla ikisi de bir cevap vermedi.
"Neyse..." diye mırıldanarak Instagram'dan çıkıp telefonumu kilitledim. "Doğuş abiye aşık mısın?" diye gelen soyuyla küçük çaplı bir şok geçirdim. Bu sorunun sahibi Toprak'tı.
Alayla büyük bir kahkaha patlatmamla yine birkaç bakış bana dönmüştü. "Ay sen çok komiksin!" dedim ve Toprağın omzuna vurdum. Onun şaka yapmadığını biliyordum. "Şaka yapmıyorum yalnız." dedi ciddi bir sesle.
Gülüşüm yavaşça soldu. "O zaman bu dediğin çok saçma Toprak'cığım. Git sen en iyisi çıplak ayakla toprağa falan basta kendine gel." dememle Kader güldü. "Ne bilelim boş boş onun fotoğrafını izlemeler falan, hayırdır?" diye sordu imayla.
Kaşlarım sertçe çatıldı. "Bir kere ne kadar çirkin çıkmış diye kötü yorum yapmak için baktım ben!" dedim inandırıcı olmayan sesimle. Güldüler. "Komik bir şey mi var?!" yüksek sesle dememle ikisi de irkildi. Farkındayım, onları bugün fazla korkutmuştum.
🌺
Deli gibi ağrıyan başımı iki ellimle ovarken bakışlarım kampüsün tahta oturaklı masasındaydı. Boş boş tahta masayı inceliyordum. Kulağıma insanların ve çevrenin sesi geliyordu ama artık onlar pekte umurumda değildi.
İlk dersi bitirmiştik. Aslında otobüsteyken başımın ağrısı yüzünden derse katılmamayı düşünmüştüm ama sonradan geçer diye kestirip atmıştım.
Hastalığım neyse onun belirtileri gün geçtikçe artıyordu. Acısı da aynı şekilde. Şakaklarımı ovalamaya devam ederken bir anda bir kol omzumdan atıldı. İrkilerek başımı kaldırdığımda bu kişinin Volkan kişisi olduğunu gördüm. "Ödüm koptu lan Volki!" dedim sinirle.
Volkan gülerek bana baktığında aklıma onun Malatya'da olduğu gelmişti. Kaşlarım kalktı. "Aa! Sen ne zaman döndün ya?" diye sordum şaşkınlıkla. Bakışlarını kampüsün bahçesinde gezdirdi. "Dün geldim." dedi enerjik bir sesle.
"Köyde senin pek canını çıkarmamışlar sanırım. Hala enerjik olduğuna göre." dedim kısık bir sesle. Güldü. "Yumruğumu masaya vurdum ve ben bu köyde iş yapmayacağım dedim!" diye anlattı sanki o anı tekrar yaşıyormuş gibi hiddetle.
Kolu omzumdan çekildiğinde ona döndüm. Muzip bir şekilde sırıttım. "Babanda o yumruğu sana vurmadı mı?" diye sormamla yüzü asıldı. "Babadan şiddet görmek çok acı bir şey." dedi sahte bir üzüntüyle. Başını yanağını görmem için hafifçe yana çevirdi. Yanağında küçük bir kızarıklık vardı.
Şaşkınlıkla elimi ağzıma kapattım. "Oğlum sen geri zekalı mısın? Babana cidden öyle mi dedin?" Gülerek elimle yanağını işaret ettim. "Birde dayak yemişsin!" dedim. Çok komik bir durum değildi ama Volkan'ı önceden de tanıyorum ve babasıyla hep böyle bir ilişkisi olduğunu biliyordum. Babası ona kolay kolay vuran biri değildi ama saygısızlıklara katlanamayan birisi olduğu için direkt öfkeyle şiddete başvuruyordu.
Volkan eliyle yanağını kapattı. "Babam yoktu ki o an. Ne ara gelmişti bilmiyorum. Annemin karşısında öyle davranınca çaktı yumruğu." dedi suçlu bir çocuk gibi çıkan sesiyle. Gülüş şiddetlendi. "Dayak arsızı oldun hala akıllanmadın."
Bir anda yüzüne sevimli bir ifade düştü. Sırıtarak arkasında sakladığı poşeti çıkardı ve önüme koydu. Kaşlarım çatıldı. Çatık kaşlarla karşımdaki beyaz poşete bakıyordum. "Bu ne Volkan? Babanı mı kestin yoksa?" diye sordum poşeti incelerken. Yoksa doğum günümü bilip bana hediye mi almıştı? Çocuk gibi heyecanlanmıştım.
Güldüğünü duydum. "Aç ve gör." dedi. Tam açmak için bir hamle yapacaktım ki duraksadım. "İçinden kötü bir şey çıkmaz dimi?" diye sordum tereddütle. Tekrar güldü. "Yok be kızım. Aç işte." dedi tekrar.
Tereddütle poşeti yavaşça açarken kaçamak bakışlarım Volkan'daydı. "Açıyorum bak?" dedim tereddütle. Volkan bıkmış gibi bir nefes verdi. "Aç aç!" dedi tahammülsüz bir sesle.
Poşeti açarak içine baktım. Bunlar da neydi? "Bu ne be?" İlk onların ne olduğunu tanıyamamıştım. "Malatya mantısı. İstemiştin ya hani." dedi muzip bir sesle. Demek bu doğum günü hediyesi değildi. Yani doğum günümü bilmiyordu. Nereden bilsin ki gerçi?
Poşeti kendime yaklaştırarak baktığımda bunların Malatya kayısısı olduğunu gördüm. "Aaa!" diye bir nida fırladı dudaklarımdan.
Tepkimden dolayı gülümsediğini hissediyordum. "Ay kayısı bunlar!" dediğimde başını salladı. "Senin için getirdim." dedi. Kayısılardan bir tanesini aldım. Göz ucuyla Volkan'a baktım. "Yesem bir şey olur mu?" diye sormamla güldü. "On saniye içinde ölürsün." dedi alayla.
Onu takmayarak kayısıdan bir ısırık aldım. Malatya kayısısına bayılırdım. Buda çok güzeldi. Damağım kayısının tadıyla şehvetlendi. "Beğendin mi?" diye sormasıyla kayısıdan bir ısırık daha alırken başımı salladım.
"Eve alışabildin mi?" diye sormasıyla aklıma direkt Doğuş canlısı geldi. Bitirdiğim kayısının tohumunu ayırarak poşeti geri bağladım. "Alıştım da çok büyük bir sorun var!" dedim sinirle.
Ciddileştiğini hissettim. "Ne sorunu?" diye sordu merakla. Omzum üstünden ona baktım. "Komşuların iyi olduğunu söylemiştinBen !" dememle kaşları kalktı. "Bir yanlışları mı oldu? Gerçi hiçte öyle insanlar değillerdir." dedi şaşkınlıkla.
Gözlerimi devirdim. "Sorun onlarda değil Doğuş çayda." dememle kaşları tekrar çatıldı. "Ne? Manolya ben yine senin dilini çözemiyorum ya!" dedi sitemle.
"Aşırı yakışıklı, çekici, karizmatik, uzun boylu, tamtakır kaslı, aynı zamanda robot, egolu, itici, kibar, Oxfordlu, İsveçli bir uzman doktorun hemen alt katımda oturduğu bilgisini bana vermedin?!" dedim sitemle.
Bana eror vermiş gibi baktı. "Kızım bu kadar bilgi bende yok!" dedi sitemle. Gülerek omuz silktim. "Ne sandın sen beni koçum?" dememle güldü. "Tamam, alt katında bir doktor oturduğunu biliyorum da hiç görmedim. Varla yok arası bir adam. Pek tanımam." dedi umursamazca.
Alayla güldüm. "Ben tanırım. Adam hem benim doktorum çıktı, hem de komşum!" dedim sitemle. Kaşları sertçe çatıldı. "Doktorun?" diye sordu.
"Bir hastalığım varmış. Son zamanlarda pek iyi değilim. O hastalığımı arayan, Yaşam hastanesinin en iyi doktoru sayın uzman doktorum Doğuş Çekici." dedim alaylı sesimle, büyük büyük birisinden bahseder gibi.
Kaşları kalktı. "Büyük bir şey yok ama dimi?" diye sordu. Cevabı bilmememe rağmen başımı salladım. "Büyük değil sanırım." dedim rahat bir tavırla. Aslında hiç rahat değildim bu konuda.
"Adamın kaslarına kadar gördün yani?" diye sordu imayla. Omzuna bir tane çaktım. "Saçmalama! Adam evde çıplak gezen bir manyak olduğu için kapıyı da çıplak bir şekilde açtı." dedim normal bir şey anlatıyor gibi.
"Çıplak derken? Çırılçıplak mı yani?" diye sordu şaşkınlıkla. Büyük bir kahkaha patlattım. "Tekrar saçmalama! O kadar da deli değil ya! Koskoca uzman doktor! Sadece üstü yoktu. Anlaşılan siz onu çıplaktan saymıyorsunuz." dedim gözlerimi devirerek.
"Hayır da, insan en azından üstü çıplak açtı der. Sen direkt çıplak açtı diyorsun. Ne anlayabilirim?" diye sordu muzip bir sesle. Pek umursamadım bu dediğini.
"Bugünün tarihi ne?" diye sordum doğum günümü hatırlar belki diye. Tek kaşı kalktı. "4 Mart değil mi?" diye sordu. Gözlerimi devirdim. "Hayır, geri zekalı 5 Mart! Sen bir gün geriden geliyorsun herhalde." dedim sitemle. Güldü. "Tamam ya ne kızıyorsun. Alt üstü günün tarihini karıştırdık." dedi. Volkan'la bile o kadar yakın değildik. Nereden bilecekti ki doğum günümü? Yada doğum günümü bilecek kadar değerli değilim.
Hızlıca oturaktan kalktım. "Neyse ben gidiyorum." diye mırıldandım. Onun da oturaktan kalktığını gördüm. "E bir ders daha var?" dedi sorar gibi. Masadaki poşeti aldım. "Başım ağrıyor. Hastaneye gideceğim birde." dedim saçımı düzeltirken.
"Neden? Bir sorunun mu var?" diye sordu. Başımı iki yana salladım. "Arkadaşlarım orada. Onlar için gidiyorum." dedim. Sanırım bu cümleler ilk kez ağzımdan çıkmıştı. Arkadaşlarımı ziyarete gidecektim.
İfadesine şaşkınlık düşmüş gibiydi. "Arkadaş mı buldun?" diye sordu. "Özellikle aramadım ki bulayım. Hastaneden tanıdım onları." dedim tebessümle. Güldü "Aman ha yeni arkadaşlar derken beni unutma." Muzipçe güldüm. "Sen kimdin?"
Kaşlarını çattı. "Manolya!" dedi sitemle. Kaşlarım kalktı. "Manolya mısın? Ben misin yani? Yalnız kimse bir ben olamaz." dedim saçımı savurarak. Güldüğünü duydum. "Malatya'ya gittim geldim, hala aynısın."
Gözlerimi devirdim. "Sanarsın bir yıl Malatya'da kalmış. Alt tarafı az bir şey kalıp geldin." dedim sitemle. Gülerek omuz silkti. "Neyse ben gidiyorum." Elini kaldırıp salladı. "Görüşüz mano!" diye bağırdı.
Gözlerimi büyüttüm. "Oğlum hemen yakınındayım zaten niye bağırıyorsun?" diye sormama cevap olarak sadece sırıtmıştı. Volkan'ı takmayarak ilerlemeye başladım
🌺
Hastanenin kapılarından içeriye girdim. Buraya gelmemle keyfim yerine gelmişti. Başımın ağrısını unutmaya çalışarak hastanenin koridorunda ilerledim.
Bakışlarım danışman Sultan'a kaydı. Onunda bakışları bilgisayarından bana kaydı. "Hoş geldin Manolya." dedi tebessümle. "Hoş buldum!" diye cevap verdim neşeyle.
Bakışlarım hastanenin içinde gezindi. Tanıdık birisi bulma umuduyla bakışlarım etrafta geziniyordu. Geçen, doktor ve hemşirelerin bazılarını tanımıyor, bazılarının ise adını bilmiyordum.
Bir an başımın içinde bir seslerini hissetmemle durdum. Kulağım büyük bir şiddetle çınladı. Yüzüm çınlamanın şiddetiyle buruştu. Çınlama sesi devam etti. Ardından saniyeler içinde alçalarak yok oldu.
Sıkı sıkı kapalı gözlerimi açarak etrafa baktım. İnsanlar hayatına devam ediyor beni umursamadan yanımdan geçip gidiyorlardı. Kendime gelmeye çalışarak merdivenlere ilerledim.
Merdivenlerden çıkmaya başlamamla Doğuş doktorun odasının yerini hatırlamadığımı fark ettim. Odası hangi kattaydı ve neredeydi?
Basamakları sonlandırarak birinci katta durdum. Bu katı gezerek odasını arayacaktım. Omzumdaki çantamı askılarını düzelterek üzerimdeki beyaz elbisemin eteklerini de elimle düzelttim.
Bakışlarım geçerken gördüğüm kapılara kayıyor hangisinin Doğuş doktorun odası olduğunu çözmeye çalışıyordum. Bu hastanenin içini hala tam anlamıyla bilmiyordum.
Boş bir kapı gördüm. Kapının yanında ne odası olduğu yazmıyordu. Bir bakıp çıkmayı düşünmüştüm. Belki de Doğuş doktorun odası orasıydı. Elim kapının koluna gitti. Kapının koluna asılarak kapıyı açtım.
Paravandan dolayı pek bir şey görünmüyordu. Doğuş doktorun odasında böyle paravan yoktu. Burası onun odası olsa bile mobilya dizaynını değiştirmesi gerekirdi. Yine de kapıyı kapatarak paravanın arkasında geçtiğimde yanıldığımı anladım.
Paravanın arkasındaki yatakta otuzlu kırklı yaşlarında bir adam oturuyordu. Boş boş karşıyı izleyen bakışları beni bulduğunda önce suratıma baktı. "Kimsin?" diye sordu direkt.
Bu soruyu beklemediğim için kaşlarım kalktı. "Ben yanlış geldim sanırım..." gitmek için hamle yapacaktım ki adam yataktan kalkarak karşıma geçmesiyle afalladım. "Doktor musun, hemşire mi?" diye sordu.
"İkisi de değilim. Öylesine gelen bir insanım." dedim tebessümle. Adamın suratındaki o ifade tebessümümü soldurmuştu. Kaşları havaya kalktı ve çapkınca sırıttı. "Demek öyle." diye mırıldandı içli bir şekilde.
Saçı başı dağılmış, muhtemelen yeni dayak yediği için hastanede olan bu adam birazdan da benden dayak yiyecek gibi duruyordu.
Arsızca beni süzdüğünde kaşlarım sertçe çatıldı. "Ne bakıyorsun be?" diye çemkirdim sertçe. "Güzel kızsın." dedi süzmeye devam ederken.
Geriye doğru bir adım attım. "Ben, yanlış geldim..." tam yanından geçecekken kolumu bir anda sertçe kavramasıyla ağzımdan küçük bir inilti çıktı. "Bıraksana!" diye söylendim kolumu çekmeye çalışırken. Hızlıca kapıya uzanarak kapıyı kilitledi.
Kapıyı kilitlediğini görmemle içimi basan korkuyla gözlerim irice açıldı. Adam sanki bu halimden zevk alır gibi sırıttı. "Zorluk çıkarmada gel biraz eğlenelim." dedi iğrenç sesiyle. Bu sözleriyle hem elini kolumdan kurtarmaya çalıştım. Hem de onu diğer elimle iterek kendimden uzaklaştırmayı denedim. İçime çok kötü bir his sızmıştı.
Bu hamlelerim ona önceki gibi zevk vermemiş aksine onu sinirlendirmiş gibiydi. Beni bırakmadığı kolumdan sertçe çevirerek yatağa doğru fırlattı. Bileğimi yatağın köşesine çarpmamla ağzımdan bir inilti çıktı. Bu adam bana bir şey yapmaya basbayağı niyetlenmişti. Ama buna ancak ölsem sesim çıkmazdı.
Üzerime doğru gelirken hızla güç alarak yataktan kalkıp onu göğsünden ittim. Bu hamlem onu sadece geri sendeletmişti. Kaçmaya çalışacaktım ki beni saçlarımdan kavrayarak kendine doğru çekince ağzımdan tekrar acı dolu bir inleme çıkmıştı.
"YARDIM ED-" tam bağıracaktım ki eliyle ağzımı kapatarak sesimi kıstı. O an sadece kalp atışlarımı duymuştum. Yaşamamın sebebi olan o kalp atışlarım. Peki şuan ne olacaktı? Bir pisliğin kurbanı mı olacaktım? Yoksa hiçbir şey olmadan evime mi dönecektim?
Saçımı daha sertçe kavradı. Elini son gücümle ısırdım. Bu sefer acı dolu inilti onun ağzından dökülmüştü. Şuan onun bu zevk veren iniltilerini dinlemek için yeterince zamanım yoktu. Isırdığım elinden dolayı gücü hafiflemiş olacak ki saçlarımı ondan kurtararak tekrar kaçmaya çalıştım.
Şerefsiz adam kaçmama tekrar izin vermedi. Saçımı, ısırmadığım diğer eliyle kavramıştı bu sefer. "Bırak!" diye acıyla haykırdım. Diğer koluyla beni göğsüne yasladığında kafamı hızla geri atarak burnuna sertçe çarpmıştım.
İki kolu da bedenimden ve saçımdan çekilmişti. Hızla ona döndüm. Yere eğilmiş eliyle burunu tutmuş acı içinde bana bakıyordu. "Uslu kız ol ve gel buraya!" diye emir verdi. Maalesef ben hiç uslu bir kız değilimdir.
Tam kapıya vurarak yardım isteyecektim ki beni ayak bileğimden kavrayıp çekmesiyle yeri boyladım. Beni ayağımdan çekerek kendine yaklaştırıyordu. "İMDAT!" diğer eli ise bağıran ağzımı örtmek için cebelleşiyordu. Keşke bugün elbise giymeseydim.
Kendini bana yaklaştırdığında ondan uzaklaşarak kalkmaya çalışıyordum. Tam kalkacakken beni sırt dekoltemin iplerinden çekerek durdurmaya çalıştı. İşte o an bir ses durdum. Kalın iplerin yırtılma sesi. Tek istediğim şey hemen şuan bu odadan çıkmaktı.
Birilerinin beni duyması için çığlıklar atmaya başladığımda ağzımı kapatarak beni boynumdan öpmeye çalıştı. Doğum günümde tacize uğruyordum! Ne güzel bir doğum günü.
Öpmesine izin vermemek içini kıvranırken onun istilasında olmayan diğer elimi kaldırarak yatağın yanındaki masada bir şeyler aradım. Elime gelen ilk hissettiğim camı kavrayarak adamın kafasına geçirdim. Kırıldı ama sadece afalladı.
Bu süreçte hızla yerden kalktım. Birkaç saniye içinde kendine gelerek bana döndü. Çekmeceyi açtığımda bulduğum serum lastiğini elime sakladım. Yerden kalkarak tekrar yanıma gelip atakta bulunduğu sırada hızla elimdeki serum lastiğini sıkıca boynuna sardım.
Lastiği son gücümle sıkarken oda boğulmamak için boynundaki serum lastiğinden kurtulmaya çalışıyordu. Bana burada yaşattığı korku hala üstümdeydi. Korkularımı düşünerek daha sertçe sıkmamla gözleri yuvalarından çıkacakmış gibi açıldı.
Benden kurtulmaya alışıyordu ama boğazına sardığım o lastik yüzünden bu imkansızdı. "Geber!" diye tısladığımda ağzı da açılmıştı.
Boğulmak üzereydi. Eğer o ölürse ben suçlu çıkacaktım. Hayatım zaten berbat bir haldeydi. Daha da berbat olacaktı. Hayallerimi gerçekleştiremez, okulumu bitiremezdim. Hayatım biterdi.
Ellerimi gevşettiğimde eli boğazına sarılı olan lastiğe davrandı. Lastiği hızla daha da çekerek boyunu tam gevşetti. O öksürerek derin nefesler verdiğinde benimde gözümden bir damla yaş aktı.
Gözümdeki yaşı halsizce sildiğim sırada kilitli olan kapı büyük bir gürültüyle kırılarak açıldı. Kapıyı açan zeytin gözlerin ilk hedefi ben olmuştum. Zeytin gözlerinde tedirginlik vardı.
Önce gözlerime, ardından özenle düzleştirmeme rağmen bozulan kumral saçlarıma, sonra hayvan gibi çektiği için yırtılan birkaç dekoltenin ipi ve hırpalanmalar yüzünden berbat bir hale gelen beyaz elbiseme baktı. Ve kaşları derince çatıldı.
Koşarcasına yanıma ilerlediğinde bakışları yerde hala soluklar alan adama kaydı. Duymaktan korktuğu bir şey var gibi bana döndü. Tedirgin bakışları gözlerimde gezindi. Hiç görmediğim bir ifadeyle bakıyordu. Sanki şuan karşımda Doğuş doktor yok gibiydi.
Tek bir soru sordu. "Sana saldırdı mı?"
Bu cümleyi dile getirmesi fena halde canımı yakmıştı. Cevap verememiştim. Gözlerimden süzülen yaşları tutmak için uğraşmadığımda yüzümü iki eli arasına aldı. Göz yaşlarımı sildi. "Ağlama. Anladım ben." dedi acıyla.
Birkaç ayak sesi daha duyduğumda başımı kaldırdım. Doğuş doktor ellerini yüzümden çekti. Gelen kişi Fatih'ti. Şaşkınlıkla aynı incelemeyi oda yaptı. Etrafı inceleyerek olayı çözmeye çalıştı.
Doğuş doktor adamı tişörtünden kavrayarak ayağa kaldırıp, sırtını duvardaki dolaba yasladı. Bunu öyle hızlı bir şekilde yapmıştı ki, ne ara yaptığını bile takip edememiştim. Adam şok geçirmiş gibi Doğuş doktora baktı.
Ağlamalarım Doğuş doktoru izlememle durmuştu. Gözlerindeki his çok fenaydı. Onun ilk kez birine gerçekten zarar vermek istediğini hissediyordum. Evet, bu kişi robot Doğuş doktordu.
Fatih'te benden çok eksik olmayan bir ifadeyle onları izliyordu. Doğuş doktor adama yaklaşarak onun sırtını tekrar arkasındaki dolaba çarptırmasıyla, ne kadar sert çarptırdıysa dolabın bütün camları parçalar halinde yere inmişti.
"Pislik herif!" diye sinirle hırladı. Adamın yüzüne sert bir yumruk geçirmesiyle adamın burnu yumruğun etkisiyle kanadı. Doğuş doktor durmayarak adama üst üste yumruklar atmaya başladı. Acımadan gözü dönmüş gibi yumruk atıyordu adama. Bu kişi Doğuş doktor olamazdı.
Doğuş doktor bildiğim kadarıyla ilk kez şiddet kullanıyordu ve buda benim için miydi? Yada hastası için?
Tam bu sırada da içeri başka kişiler daha girdi. Fatih, Doğuş doktoru durdurmaya çalışırken içeriye Arat, Bayar, Ufuk ve Gümüş girdiler. Şaşkınlıkla olayları kavramaya çalıştılar.
"Lan gelsenize tutun şu herifi!" dediğinde herkes Doğuş doktorun, sırtını camları inmiş dolaba yaslayan adamı sert yumruklarını yüzüne geçirerek dövdüğünü gördü. Gözlerine inanamadıklarına emindim.
Arat ve Bayar koşarak Doğuş doktoru adamın üstünden almaya çalıştılar. Doğuş doktor kendinden geçmiş gibi adamı döverken kimseyi duymuyordu. Fatih, Arat ve Bayar'ın gücü bile onu durdurmaya yetmemişti. "Öldürmeyin onu! Sizin için söylüyorum ölmesin o!" diye bağırdığımda yumruğu havada kaldı. Beni duymuştu.
Başı bana çevrildiğinde bir adım geriledi. Gerilemesi sendeler gibi olmuştu. Gözlerimde akmak için anı bekleyen göz yaşıyla daha fazla savaşamadım ve teslim oldum. Gözlerimden yaşlar durmaksızın aktı.
"N'oluyor burada?" diye bağırdı Bayar olduğunu düşündüğüm kişi. Şuan hiçbir şey umurumda değildi. Doğuş doktor karşıma gelerek önümde eğildi. "Sanırım dövdüğü adam Manolya'ya saldırmış." dediğini duydum, olayları kavrayan Fatih'in.
Herkesin bakışlarını üzerimde hissetmem kötü hissetmeme sebep olmuştu. Kimseyi takmak istemedim. Doğuş doktor çenemi nazikçe tutarak başımı kaldırdı ve yeşim taşı gözlerime baktı. "İyi misin?" diye sordu. Burada saldırıya uğrayan bendim. Ama oda sanki dağılmış gibiydi.
Cevap vermemem onun cevabı olmuştu. Eliyle tek tek gözümden akan yaşları sildi. "Ağlama. Çünkü gözlerin çizgi film karakteri gibi olmuyor." diye fısıldadı. Yutkunarak hıçkırıklarım arasından konuştum. "Yıldızlar yok diyedir."
İki omuzlarımdan beni kaldıran eller hissettim. Ve pahalı bir kadın parfümü kokusu. Beni kaldırmasıyla Doğuş doktor da dikleşti. Beni kaldıran eller göz yaşlarımı eliyle hızlıca silerek ellerini omuzlarımdan kurtardı. "Onu odana götür. Daha fazla burada kalmasın." Bunu diyen Gümüş'tü. Aynı zamanda ellerin sahibi de Gümüş'tü.
Doğuş doktorun bakışları yırtılan elbisemden gezince kaşları tekrar çatıldı. Doğuş doktorun yaptığı hareket, "Ona bir hasta kıyafeti ayarlayalı-" diyen Gümüş'ün sözünü kesmişti. Doğuş doktor üzerindeki Doktor önlüğünü tahminimce bana giydirmek için çıkarmıştı çünkü.
Önlüğünü sırtıma yaklaştırarak kollarımı sokmamı bekledi. Kollarımı önlüğün kol kısımlarından içeri sokmamla önlüğü tam aşağı çekerek öndeki birkaç düğmesini kapattı. Geri çekilerek, "Oldu." diye mırıldadı.
Arat tacizciyi kapüşonundan tutmuş nefretle adama bakıyordu. Bayar ise adamın dövmemek için zor duruyor gibiydi. "Bir şey yapmayın adama." dedi Fatih. "Meleği mi kesildin? Gebertsinler işte." bunu söyleyen Ufuk'tu. Bu dediği şaşırmama sebep olsa da belli etmedim.
Bu söylediğinden dolayı göz ucuyla bana baktı. "Senin için demiyorum. Bir tacizci olduğu için diyorum. Yoksa sen umurumda bile değilsin." dedi kendi genel tavrına dönerek.
Doğuş doktor Fatih'e bir işaret yaptı. "O adamı bırakmayın sakın." dedi dişlerini sıkarak. Gümüş hızla araya girdi. "Pardon beyler araya giriyorum ama adamı dövmek falan yok! Zaten Doğuş döveceği kadar dövdü. Bu odanın kamerası var. Alırız kayıtları veririz polise o halleder." dedi.
Bayar bakışlarını adamdan çekmeden konuştu. "Bu pislik cezasını birde bizden çekmeli!" dedi nefretle. "Aynen!" diye ona katıldı Arat. Gümüş önlerine geçerek onları uzaklaştırdı. "Kendinizi mi yakacaksınız? Görmüyor musunuz zaten yiyeceği dayağı yemiş!" dedi.
Ben sakince onları izlerken Doğuş doktor da beni izliyordu. Onun beni izlediğini hissetmek normalde heyecanlandırırdı ama şuan şu olanlardan sonra tek dikkatim masum masum Doğuş doktorun beni izlemesine heyecanlanmak değildi.
Gümüş'ün arkasındaki dayaktan dolayı halsizleşmiş adam, "Bırakın beni bayan!" diye mırıldanmasıyla Gümüş yüzünü buruşturdu ve ona dönerek bacaklarının arasına bir tekme geçirdi. "Hala bırakın beni diyorsun! Sana çıkış yok iğrenç şey!" diye bağırdı.
Adam iki büklük olarak acıyla inlemeler çıkardı. Bu tekme onun canını fazlasıyla yakmış olmalıydı. Bayar sırıtarak Gümüş'e baktı. "Görmek istediğimiz hareketler. İşte benim eski Gümüş'üm." demesiyle Gümüş ona döndü. Sadece sinirli bir bakış atabilmişti. Yada eskiyi hatırlatan kelimeleri kalbine işlediği için kalbiyle ilgilenmekten ne tepki vereceğini bilememişti.
"Manolya..." diye fısıldayan Doğuş doktora döndüm. Elini bana uzattı. Ani bir hareket yapmak istemiyordu. Elimi ona uzatmamla elimi sıkıca kavradı.
Hızlı adımlarla buradan kaçarcasına beni odadan çıkardı. Etraftaki gelen geçen insanların bakışlarını üzerimde hissetmek yanımdaki Doğuş doktorun arkasına doğru sokulmama sebep oluyordu.
Gözlerim hala dolu duruyordu. Her an ağlayabilirdim. O adamın saçımı çekişi, iğrenç ağzından çıkan o kelimeleri, beni öpmeye çalışması, o an hissettiğim korku. Her şey hala üzerimdeydi ve gittikçe üzerime üzerime geliyorlardı. Sanırım bir yaşamadığım bu kalmıştı. O da olmuştu.
Doğuş doktorun açtığı kapıdan içeriye girdim. Gidişimiz boyunca asla elini bırakmamıştım. Beni deri olduğunu hissettiğim koltuğuna oturttu. Hemen karşıma yerleşti.
Gözlerimden yaşlar tekrar akmaya başladı. "Ben nasıl oldu anlamadım..." diye mırıldandım ağlamalarımın arasından. Sakince beni dinliyordu ama içi paramparça hale gelmişti benim için. Benim için kendini niye bu kadar hırpalıyordu?
"Bir anda oldu her şey..." dedim hıçkırıklarımın arasından. Ellerimi yüzüme kapatarak ağlamama devam ettim. "Sizi arıyordum. Sizin odanızı ararken yanlışlıkla girdim gerçekten. Yoksa yine bir işler peşinde değildim."
Sinirle sertçe oturduğu deri koltuğun yan tarafına bir tane geçirdi. "Unuttun yani?" diye sordu. Başımı salladım. "Nasıl unuttum bilmiyorum." diye fısıldadım.
Ellerimi yüzümden çektim. "Siz nasıl beni buldunuz?" diye sordum göz yaşları içinde. Kıyamıyormuş gibi gözlerimden akan yaşlara bakarken konuştu. "Danışmadan Sultan senin geldiğini haber verdi. Siz odama gelmeyince hastalığınızın tetiklendiğinden şüphelendim ve sizi aradım." dedi net bir şekilde.
"Ben sizi aramak için çıkmışken sizde benim gibi ilk kata çıkıp beni aradınız yani?" Başını salladı. "Sonrada gelen sesleri duymamla içeri daldım işte." bunu acı çekiyormuş gibi söylemişti.
Sıkıntılı bir nefes verdi. "Daha erken gelmediğim için özür dilerim." dedi paramparça bir sesle. Yüzümde acılara rağmen oluşan tebessümümle ona baktım. "Geldiniz ama. Yine de şüphelenip beni buldunuz." diye fısıldadım.
Gözlerini kaçırdı. "O karşında oluşan manzara için de özür dilerim. Hayatımda ilk kez böyle bir şey hissettim. Bende ne olduğunu anlamadım. Gözüm döndü bir an..." dedi kısık bir sesle. Oda olayları hala kavrayamamış gibiydi. Daha doğrusu o an adamın üzerine nasıl saldırdığını kavrayamamıştı.
"Adamı yine mi döveceksiniz?" diye sormamla bakışları tekrar bana kaydı. "Hayır..." dedi. Yüzünde çözemediğim bir ifade oluşmuştu. "Onu polise teslim edeceğim. Kamera kayıtlarıyla beraber." dedi. O anların videosu da mı vardı birde?
İçimde kötü bir şey hissettim. "O videoyu herkes izleyecek mi?" diye sordum tedirgin bir sesle. Herkesin bilmesini, izlemesini istemiyordum. Yoksa daha da kötü hissederdim.
"Hayır. Kimseye izlettirmem merak etme. Sadece ben bakarım." dedi. Onun bakmasını da istemiyordum. Oda bunu izlerse daha kötü olur ve sinirlenirdi. "Sizde izlemeyin. Sadece polise verin." dedim tedirgin sesimle.
"Olmaz Manolya. Kontrol edeceğim her türlü bakmam lazım." dedi. Aslında tek amacı bu değildi. Orada tam olarak neler yaşandığını da görmek istiyordu. "Asıl size olmaz. İzlemeseniz sizin için en iyisi." dedim çaresiz sesimle.
Bana yaklaştı. "Beni düşünmeyin. Burada doktor olan benim. Ben sararım yaraları. Sizin beni düşünmenize gerek yok. Bir hasta hiçbir zaman doktorunu düşünmez." Bende ona yaklaştım. "Diğer hastalar umurumda bile değil! Ben doktorumu düşünüyorum." dedim sert bir sesle.
İfadesi değişti. Bana matematik sorularından daha çözülmesi zor bir ifadeyle baktı. "İzleyeceğim. Lütfen beni düşünmeyin." dedi kesin bir sesle. "Kendinizi suçlamayın o zaman erken gelemedim diye." dedim yalvarır gibi.
Sadece gözlerimin içine baktı. "Tamam." dedi sadece. Sanki bana 'Hayır' diyemiyor gibi bakmıştı. Kollarımı birbirine sardım. Daha demin yaşanılanları unutmam asla kolay değildi. "Sarılmak ister misin?" diye sordu çekinerek. Ona bakmamla hızla gözlerini kaçırdı ama cevabımı da bekliyordu. "İsterim." dememle bakışlarını tekrar bana çekti.
Yerinden kalkıp yanıma yaklaştığında yana kayarak tekli geniş koltukta ona da yer açtım. Yanıma çok yanaşmadan oturup güven veren kollarını bana sardığında bende kollarımı onun beline sardım.
Başımı göğsünde sıkı sıkı ona sarıldım. Buram buram içime dolan çikolata kokusu, kendisi ve her şeyiyle ona sonsuz güvenmemi sağlıyordu. Bana her zaman iyi geliyordu.
Çok garipti. Aşırı zıt kutuplardık ama bir araya gelince gerçekten birbirimizi çekiyorduk ve bu zıt kutup bana her şeyiyle çok iyi hissettiriyordu. Bunun sebebini sanırım artık anlamaya başlıyordum. Ama hala emin olmadığım için kesin bir düşüncem yoktu.
Başımı göğsünde hafifçe yukarı doğru çevirerek yüzüne baktım. Benim ona baktığımı fark ederek başını indirerek bana baktı. Yüzümüz yakın bir mesafeye gelmişti. "Benim kimsem olur musun?" diye sordum. Her an bir üflemeyle dağılacak olan Karahindiba çiçeği gibiydim.
Yüzümün her zerresini yakından incelerken nefes verdi. Nefesi çikolata kokusuyla karışarak yüzüme çarptı. Ben insanların nefesinden iğrenen biriydim. Ama onun nefesi niye herkesin aksine hoş geliyordu?
Usulca onu izlerken cevap vermesini bekledim. "Yanlış anlama. Bunu bir hastan yada bir komşun olarak söylüyorum. Kabul edersen arkadaşın olarak bile olabilir. Ama kesinlikle etik çerçeveleri içinde." diye açıklama yaptım.
Açıklamamı pek umursamamış gibi yüzümü incelemeye devam ediyordu. "Olurum." dedi. Yüzümde bir tebessüm oluştu. "Teşekkür ederim." diye fısıldadım. Demin yaşadıklarımdan rağmen yüzümde tebessüm oluşmasına sebep olabiliyordu.
Yüzümü inceledi. Ardından bakışları elime kaydığında kaşları bir şey görmüş gibi çatıldı. Bende bakacaktım ki dikleşmesiyle ona sarıldığım için bende dikleşmiş oldum. Kollarını benden çekti ve ayağa kalktı. Merakla onu izledim.
Köşedeki yerden yukarı kadar uzanan göründüğü kadarıyla içinde ilaçların ve kremlerin bulunduğu dolabı açtı. Dolaptan bir kaç şey malzeme aldığını gördüm. Dolabı kapatarak yanıma yaklaştı.
Oturuşumu düzelttiğim sırada karşımda diz çöktü. Kucağımdaki elime uzanırken göz ucuyla izin ister gibi bana baktı. Ona izin veren bakışlarımı yönlendirdiğimde hala ne yapacağını anlamamıştım.
Avucumun bir kısmındaki kesiği fark etmişti. Bu muhtemelen o adamın kafasına vazoyu geçirirken olmuştu. Elindeki pamukla dikkatle çok küçük sayılmayacak kesikten sızmış olan kanı sildi. Bunu hemşirelere de yaptırabilirdi ama kendisi yapıyordu.
Kanı temizlemesiyle masanın üstüne bıraktığı tentürdiyotu aldı. O şeyi hiç sevmiyordum! Kapağını açarak gazlı beze biraz döktü. Gazlı bezi tenime yaklaştırarak avucumdaki yarayı dikkatle tek seferde sildi. Tentürdiyotun acısıyla ağzımdan minik bir inilti fışkırdı.
Benim canım acıyınca sanki onun da canı yanmış gibi yüzünü buruşturdu. "Canınız yanıyor farkındayım ama yaranın iyileşmesi için bunu yapmak zorundayım." dedi.
Başka bir gazlı bez alarak bu sefer ona da batikon damlattı. Bezi elime yaklaştırdığında gözlerimi sıkı sıkı kapatmıştım. O bezi de aynı şekilde içten dışa doğru dikkatle elimdeki yarada hızlıca gezdirdi. Canımın yanışını umursamamaya çalıştım.
"Tamam, bitmek üzere." diye fısıldadı beni rahatlatmak ister gibi. Gözlerimi açtığımda başka bir gazlı bezi de yaranın üstüne kapattığını gördüm. Basit bir pansumanı bile sanki ameliyattaymış gibi bir ciddiyetle yapıyordu.
Yapışkanlı bant gibi bir şeyle avcumdaki kesiğin üstünü kapattığı gazlı bezi sabitledi. Bitirdiğinde en son eserine baktı ve nefes verdi. "Eliniz tamam." dediğinde sanki başka yerlerimde de yara varmış gibi konuşmasını anlayamamıştım.
Diğer bileğimi aldığında kaşlarım anlamsızca çatıldı. Bileğimi kendine yaklaştırdı. Bileğimde dikkatle baktığı kısmı görmemle şaşırdım. Çok büyük olmayan bir morarma vardı. Şimdi hatırlamıştım. Burayı da adam beni yatağa fırlattığında çarparak morartmıştım.
Nazikçe tuttuğu bileğimi bırakmadan diğer eliyle masadaki kremi kutusundan çıkardı. Kremin kapağını tek eliyle hızlıca açarak kremi bileğime yaklaştırdı. Kremden biraz bileğimdeki morluğa sıktı.
Baş parmağıyla bileğimdeki sıktığı kremi yavaşça ve dikkatle dağıttı. "Bu krem morluğu kısa sürede geçirir." dedi gözlerini bileğimden çekmeden.
Yüzümde bir tebessüm oluştu. "Bana her anlamda iyi geliyorsunuz." diye mırıldandım. Bakışlarını bana kaldırdı. İfadesizce bakıyordu. "Demek birine ilk defa sağlık dışında iyi geliyorum." diye sessizce fısıldadı. Bana ilk defa iyi gelen insan oluyorsunuz.
"Tam zıt kişiliğimsiniz. Ama değişik bir şekilde hep kendimi size çekilirken buluyorum? Sizde de oluyor mu bu?" diye sordum. Gözlerini geri bileğime çevirdi. Zaten yaydığı kremi yaymaya devam etti. "Zıt kutuplar birbirini çeker derler ama. Bence saçma." dedi. Soruma cevap vermiş olmuyordu.
"Bence de." diye mırıldandım. Çünkü bence de saçmaydı. Kafası, hiçbir şeyi uyuşmayan iki nasıl birbirini çekebilsin ki?
🌺
Kasadaki adamın pastayı bana uzatmasıyla pastayı elinden alıp. Elimdeki parayı adama uzattım. "Afiyet olsun." demesiyle alayla güldüm. "Sana da." diye mırıldandım.
"Anlamadım abla?" benden yaşça büyük olmasına rağmen 'Abla' diyordu. Pastayı işaret ederek konuştum. "Ufacık pastayı iki yüz liraya kakaladın. Asıl o parayı yemesi sana afiyet olsun dedim." dememle gözlerini kaçırdı. "Abla fiyatlar böyle."
"He he." diye mırıldandım. Gitmek için hamle yaptığımda kasanın arkasındaki adam konuştu. "Bizi tercih ettiğiniz için teşekkürler. Yine bekleriz." Bok beklersiniz.
Sahte gülümsememi takınarak omzum üstümden adama baktım. "Fiyatlar ucuzlarsa beklersiniz. Yoksa bu gidişle daha çok beklersiniz." diyerek hızlıca pastaneden çıktım. Adam açık sözlülüğüme biraz şaşırmıştı ama sonuçta birinin de konuşması gerekiyordu. Sonuç olarak o ufacık pastaya kimse iki yüz lira vermek istemezdi.
Hızlı adımlarla evime ilerledim. Pastane Allah'tan apartmana çok yakındı. Bu yüzden hemen iki dakikada gidip gelebiliyordum. Bir an önce şu pastayı yemek istiyordum. Tabi ondan önce Kar'la beraber mum yakıp doğum günümü kutlayacaktım.
Bugün yaşadıklarım aklıma geldikçe daha kötü oluyordum. Bu yüzden aklımdan bugün yaşadıklarımı geçirmemeye dikkat ediyordum.
Adımlarımı hızlandırdım. Telefonumu cebimden çıkararak Firdevs'e mesaj yazmaya başladım. "Selam Firdevs! Bugün bana gelmeye ne dersin? Beraber takılırız?" diye mesaj yolladım. Zaten çevrimiçi olan Firdevs mesajı saniyeler içinde gördü.
Mesaj yazmaya başladığında heyecanla onu bekliyor ve eve ilerliyordum. Mesaj geldi. "Çok isterdim ama Naz'lara gideceğim bugün. Daha sonra yapalım olur mu?" Yazmıştı. Şaşırdım mı? Hayır. Genelde hep çok ister ama gelemezdi zaten.
"Okey." yazıp gönderdim. Mesajımı direkt gördü. Ve yazmaya başladı. "Bozuldun mu bana?" Yazmıştı. "Neden bozulayım ki gelmedin diye?" Sorusuna soruyla karşılık vermiştim. Bir yandan telefona bakarak bir yandan apartmanın kapısını açtım.
"Tamam o zaman!" Yazınca daha bir şey yazmadım. Bakışlarım mesajlardan gezindi. Tam bu sırada tökezliyordum ki bir el iki kolumu tutarak beni düşmekten ve tökezlemekten kurtardı. Başım hızla ellerin sahibine kalktı. Tabi ki yine Doğuş doktorum.
Bakışları bendeydi. Oğlum sen niye sürekli benim kurtarıcım oluyorsun? Yapma böyle valla ikimizde yanarız. Hızla kendimi düzeltmeye çalıştım. "Ben şey..." diye mırıldandım. Şuan neden çekinmiştim? Ben mi çekinmiştim? Ben?
"Fark etmedim." diye tamamladım sözümü. Başını evet der gibi salladı. "Telefondan başınızı kaldırsaydınız fark ederdiniz." dedi kibarca ama aynı zamanda gıcık kelimelerle.
"Siz nereye?" diye sordum konuyu değiştirmek ister gibi. "Markete gidiyorum Manolya hanım." dedi. Yine başladı hanımlara!
"Daha iyi misiniz?" diye sordu içten bir sesle. Başımı kaldırarak ona baktım. "İyi olmaya çalışıyorum diyelim." dedim neşeli görünmeye çalışarak. "Siz çok güçlüsünüz." dedi ifadesizce.
Bakışlarım onun zeytin gözlerinde oyalandı. "Öyleyim." diyerek onu onayladım. "Gidebilir miyim?" diye sorduğunda bu soruyu neden bana sorduğunu anlamamıştım. "Kapının önünde duruyorsunuz." diye açıklayınca hızla kapının önünden çekilerek ona yol açtım.
"Pardon. Fark etmemişim." diye mırıldandım. Kapıdan çıkmadan önce omzu üstünden bana baktı. "Bugün fazla dikkatsizsiniz. Bir test falan mı yapsak?" diye sordu. Ciddi değildi ama alay da etmiyordu. Garip bir adamdı.
"Benim gibi apartmanın en güzel ve çiçek gibi kızını fark etmediğiniz için en büyük testi kendinize yapmanız gerekiyor bence." dedim ukala bir sesle. "Hasta her zaman haklıdır." dedikten sonra hızlıca çıkıp gitti. Belki son sözü ben söylemek istiyordum? Bende hemen koşarak asansöre girebilirdim!
Olanları takmayarak asansöre ilerledim. Ben asansörün önüne geldiğimde asansörün kapısı açıldı. Asansörden Kutlu ve Toprak çıktılar ama bana bakmadan hızlıca apartmanı terk ettiler. Yeni nesilde hiç edep yok! Cık cık!
Asansörün altıncı kat düğmesine basarak geri adım attım. Aklıma Doğuş doktorun dün bir yere gittiği geldi. Yine merak basmıştı beni. Hastaneye gitmiştir nereye gidecek yahu?
Saniyeler sonra çıkan asansörden indim. Kendi dairemin önüne ilerledim. Çantamdan çıkardığım Manolya çiçeği resimli anahtarlığımın olduğu anahtarı kapı deliğine sokarak kilidi açtım. Şu eve girdiğimde hep bir hüzün basıyor. Yada yalnızlık.
Koridorda adımlarımı attım. Salona girmek üzereyken karşıma Kar çıktı. Onu görmemle yüzümde tebessüm oluştu. Eğilerek önünde durdum. "Annenin doğum gününü bir sen biliyorsun güzel kızım." diye fısıldadım. Kar sadece bana baktı.
Onu kucağıma aldım. Elimdeki pasta poşetini ilerleyerek yemek masasının üstüne koydum. Kar'ın kafasına kocaman bir öpücük bıraktım. "Seninle yirmi iki yaş günümü kutlayalım mı?" dedim kucağımdaki Kar'a sarılırken.
"Bugün annen neler yaşadı bir bilsen..." diye mırıldandım sıkıntılı bir nefes vererek. "Doğum günüm kabusa dönecekti." diye mırıldandım tekrar. Kar sadece kucağımda kıpırdanıyordu. Ama beni anladığını biliyordum.
İlerleyerek onu yemek masasının bir sandalyesine bıraktım. Hızlı adımlarla mutfağa ilerledim. Camın yanındaki ocağın önünden çakmağı alacakken bakışlarım cama kaydı. Doğuş doktor elinde bir market poşetiyle apartmandan içeri girdi. Ne çabuk gelmişti.
Çakmağı alarak hızlıca salona ilerledim. "Geliyorum anneciğim! Pastayı keseceğiz ve ben pastayı yerken sende sana aldığım çok sevdiğin ödül mamalarını yiyeceksin." diyerek salona girdim. Kar iki patisini masaya koymuş bana bakıyordu.
Çakmağı masaya bıraktım. Poşetin içinden parti şapkalarını çıkaracakken aklıma Doğuş doktor geldi. Onun evine gitsem, beraber kutlasak aslında güzel olurdu.
Hızla eşyalarımı pasta poşetine koydum. Üzerinde siyah, etek kısmı tüllerden oluşan, ortasında da pembe fiyonklu elbisesiyle Kar'ı karnından tutarak kaldırdım. Doğum günümü her zamanki gibi böyle kutlamak istemiyordum.
Kapıya koşarcasına ilerledim. Elimdeki poşet ve köpekle komik durmam da zaten evimde olduğum için bunu aldırmama gerek yoktu.
Kapıyı açarak hızla 'I am the most perfect!' yazılı terliklerimi ayağıma geçirdim. Kapıyı arkamdan kapatarak ayağımdaki terlikleri yere vura vura merdivenlerin basamaklarını inmeye başladım. Bekle beni Doğuş çay! Ben geliyorum.
Elimdeki iki yüz liramı verdiğim pastanın bozulmamasına dikkat ederek bir aşağı kata indim. Kar halinden rahat gibi etrafa bakıyordu. Onun genel mood budur zaten.
Kapının önüne geldiğimde derin bir nefes verdim. Beni bir anda heyecan basmıştı. Bakışlarımı kısaca üzerimde gezdirdim. Üzerimde kareli salopet gri bir elbise, altında da kısa kollu beyaz bir ince kazak vardı.
Saçlarımı elimle ne olur, ne olmaz diye düzelttim. Elbisemin üzerini de ne olur ne olmaz diye zaten düzgün olan yerlerini düzeltirken Kar artık bana Ne anladın Yurdagül? der gibi bakıyordu.
Tam tekrar saçımı düzeltirken kapı bir anda açıldı. İrkilerek ellerimi saçlarımdan çektim. Şaşkınlıkla bana baktı. "N'apıyorsun orada?" diye sordu sakince. Bir dakika! Bu adamın üstü yine çıplaktı!
Bakışlarımı çıplak kaslarından çekmeye çalıştım. O baklavalar Esma'nın cevizlilerinden kat kat iyiydi bu arada. Bakışlarını kaldır kızım! Kaldır bakışlarını! Bakışlarımı isteksize yüzüne kaldırdım. Artık bu haline neden her zamanki halim dediğini anlıyordum.
Ne diyeceğimiz bilemediğim için hızla bakışlarımı ayakkabılarıma çekip onları inceliyormuş gibi yaptım. "Hiç..." diye mırıldandım. "Yoksa kötü bir durum mu var?" diye sordu sesindeki masum telaşla.
Başımı hızla iki yana salladım. "Hayır. Sadece..." Tek kaşı Ne? dercesine kalktı. "Biliyor musun, bugün benim doğum günüm Doğuş çay." dedim bakışlarımı ona kaldırırken.
Kaşları kalktı. Yüzünde anlam veremediğim ama hoşuma giden bir ifade oluştu. "Öyle mi? İyi ki doğdun." dedi. Herkesin doğum günlerinde diyebileceği sıradan bir kelimeyi benim kalbim neden bu kadar abartıp bana "İyi ki doğdun" demesine coşuyordu? Ama bana iyi ki varsın dedi!
Kapıda sırıtarak karşısına dikilmem aşırı saçmaydı. "Ben gideyim o zaman." dedim çekinerek. Sende kimsin? Bu ben olamam! Yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu. "Sen her zaman çekinmezsin. İstersen beraber doğum gününü kutlayalım? Tabi bir bekleyenin falan yoksa..." dedi kibarca.
"Üzgünüm. Erkek arkadaşımla kutlayacağım." dedim eğlenerek. Bakışları anında değişti. Eliyle ensesini kaşını. Ardından eli çıplak göğsüne yaklaştığında çıplak olduğunu yeni kavradı beyefendi. Kavraması da pek umurunda olmamıştı gerçi. "Erkek arkadaşınız mı var?" diye sordu araya mesafe sözcüğü ekleyerek.
Bir anda kahkaha attım. "Ay yok! Sen de her şeyi ciddiye alıyorsun!" dedim gülmelerim arasından. O benim aksime bütün ciddiyeti karşımda duruyordu. Şakamdan hoşlanmamıştı ama kibarlığından tek kelime bile etmedi beyefendi.
"Geliyor musunuz?" diye sordu ifadesizce. Saçımı geriye attım. "İyi. Geleyim de sizi varlığımla şenlendireyim." dedim havalanarak. Köpeğimi ve poşeti yere bırakarak terliklerimi çıkardım. Ardından bir leydi edasıyla poşetimi ve köpeğimi almadan içeriye girdim. Ve poşetim ile köpeğimi o içeri almıştı.
Salona girdiğimde köşede mamasını yiyen Eriği gördüm. Seni görünce aklıma adın gibi olan baban geliyor. Eriği de pek severdim şimdi...
Hızlı adımlarla ilerleyerek L koltuğun herhangi bir tarafına kuruldum. Kar adımlarını salona atmasıyla Eriğin kulakları dikleşti. Kar durdu ve Eriğe baktı. Çok heyecanlı!
Kar leydi gibi elbisesiyle asaleti ile yürüyerek yavaşça ayağımın dibine kuruldu. Erik başını yemeğinden kaldırmış yemek yemeği bırakmıştı. Erik asosyal bir köpek demişti.
Saniyeler sonra Doğuş doktor içeriye girdi. Başımı ona çevirdim. Üzerinde siyah bir tişört, altında da siyah bir eşofman vardı. Saçlarını dağınık bırakmıştı. Bakışları Erik'e kaydığında dikkatle onu inceledi.
"Üstünüzü giymeseniz de olurdu..." diye mırıldandım sessizce. Beni o kulaklarıyla hemen duyarak bana döndü. "Anlamadım?" Anladın anladın.
"Hiç. Erik asosyaldi değil mi?" diye sorduğumda sadece başını sallamıştı. Adımlarını koltuğa doğru atarak yanıma kuruldu. Yanlış sulardasın Manolya. Bu son zamanda olan saçma duygularına hakim ol artık!
"Hayret. Normalde bir hayvan yada bir insan gördüğünde direkt uzaklaşırdı. Şuan uzaklaşmıyor. Hatta tam tersi gibi." dedi sessizce. Muzip bir şekilde sırıttım. "Karşısındaki benim kızım olduğu içindir." dedim.
"Pastam nerede?" diye sormamla ayaklandı. "Bekle." dedi ve hızlı adımlarla salondan çıktı. Hem doğum gününü kutlatıyor, hem de adama pastanı getirtiyorsun ya.
Onu beklerken Kar ve Erik'i izledim. Kar yanımdan gitmiş Erik'e yaklaşmıştı ama hemen yanında da değildi. "Gel kız buraya! O kadar seninle övündüm gel buraya! Yanaşma o Buzlu Doğuş çayın köpeğinin yanına!" diye fısıldadım sinirle. Ama Kar beni takmamıştı bile.
Bakışlarım evin içinde dolandı. Evi yine çok düzenli ve temizdi. O kadar çalışmasına rağmen nasıl evi böyle tertemiz olabiliyordu anlamıyordum. Benim o kadar çalışmamama rağmen evim böyle değil.
Bakışlarım tekrar Kar'a değdi. Bu sefer Eriğe tam yanaşmış, yanında onun mamasından yiyordu. "Canım ben evde seni aç mı bırakıyorum sanki? Gelmişsin başkalarının mamalarını yiyorsun!" diye homurdandım.
Yavaşça ayağa kalkarak koltuğun köşesindeki poşetten köpekler için olan parti şapkasını ve büyük parti şapkasını çıkardım. Bir şapkayı başıma taktım. Bir şapkayı da ilerleyerek Kar'a taktım. Erik kafasına parti şapkası takmama aşırı halde karşı çıkarak buna izin vermemişti. Aynı Doğuş çay.
Geri L koltukta eski yerime oturdum. Çok geçmeden kapıda Doğuş doktor belirdi. Eline bir pastayla yanıma doğru ilerliyordu. İçimi büyük bir heyecan kaplamıştı şimdi. Pastanın üstünde tek bir mum vardı. Oysa ki ben yirmi iki tane mum almıştım. Neden hepsini takmamıştı ki?
Önümde durduğunda bakışlarını bana çekti. "İyi ki doğdun." dedi sakince. Çikolatalı şeyleri çok severdim. Bakışlarımı pastama çevirdim. "Dilek tutmayı unutma." diye hatırlattı.
Gözlerimi kapattım. Dileğimi tuttum ve mumu üfledim. Sönen mumun yanan kısmından çıkan ince duman usulca yukarı yükseldi.
"Tamamdır!" dedim neşeyle. Pastayı önümüzdeki orta sehpaya bırakarak koltuğa yanıma oturdu. "Ne tuttuğumu sormayacak mısın?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak. Başını iki yana salladı. "O sana özel bir şey. Ama umarım dileğin gerçekleşir" dedi ciddiyetle.
Bakışlarımı pastaya çevirdim. "Yaşım kadar mum almıştım. Sadece bir tanesini takmışsın." dedim. Başını salladı. "O kadar mum pastaya takarsak pastanın her yeri delik deşik olurdu. Ayrıca saçma geliyor bana doğum gününde yaş kadar mum takmak. Bence mantıklı olan bir tane takmak. Sonuçta yeni yaşını kutluyorsun. Seneye yine kutlayacağın bir şey için o yaşın kadar mum yeter." dedi buz gibi sesiyle.
Cevap vermeden önüme döndüm. "Tabak var mı?" diye sormamla tekrar ayağa kalktı ve mutfağa ilerledi. Çok geçmeden elinde iki tabak ve bir bıçakla geri döndü. Geri yerine oturarak bıçağı bana uzattı.
Bıçağı alarak pastanın katili olmak için hazırlandım. Bıçakla pastadan bir kesik açarak bir dilim kestim. Kestiğim dilimi tabaklardan birine koydum. Bir dilim daha keserek pastayı diğer tabağa koydum.
"Evet! Yiyebilirsin." dedim tabağını ona uzatırken. Tabağı benden aldı ama yemeye başlamadı. Ayağa kalkarak koltuğun köşesindeki poşetten ödül mamalarını çıkardım. Kar'ın ve Erik'in yanına ilerleyerek ödül mamalarını ikisinin de önüne bıraktım.
Geri koltuğa yerleştiğimde Doğuş doktor da pastasını yemeye başlamıştı. Tabağımı elime alarak bende yemeye başladım. "Bugün sabah sizi çok rahatsız ettim mi?" diye sordum pastamı yerken.
Kaşları havaya kalktı. Anlamsızca bana baktı. "Ne rahatsızlığı?" diye sordu. "Müzik seansım. Doktor derdime bul bir çare?" diye kısaca açıkladım. Kaşları anlamış gibi kaşları geri indi. "Sabah evde yoktum." dedi mekanik bir sesle. Bir anda değişmişti. Sanki onun canını sıkan bir şeyi hatırlamış gibiydi. Dün gece gittiğinden beri hiç dönmemiş miydi yani?
"Dün sizi bir yere giderken gördüm." dedim ciddi çıkan sesimle. Pastasını yerken bana bakmadan konuştu. "Hastanede bir işlerim vardı." dedi mekanik sesiyle.
"Hastalığım?" diye sormamla başı hızla kalktı. "Ne?" diye sordu. Yutkundu. "Ne durumda diye soracaktım. Bulabildiniz mi?" diye sordum. Gözlerini kaçırdı. "Bugün senin doğum günün. Bence şuan bunları konuşmayalım." dedi sadece. Başımı salladım.
Pastamı hızlı hızlı yemeye koyuldum. Tadı oldukça güzeldi. İki yüz lira falandı ama tadı güzeldi. Gerçi yine iki yüz liraya değecek bir tadı yoktu ama.
Doğuş doktor bitirdiği pastasının tabağını masaya bıraktı. Elini cebine sokarak cebinde bir şey arar gibi elini cebinde oyaladı. Bakışlarımla onu izliyordum. Cebindeki şeyi çıkardı.
Bir kolye zinciri...ucunda da tanıdık bir çiçek...
Avucundaki kolyeyi bana uzattı. "Geçen tomografi çekileceği zaman bu küpelerini odada unutmuştun. Ben yerde buldum ama kırıktı. Çiçeklerini çıkarıp kolyeye taktırdım ne olur ne olmaz diye." demesiyle şaşkınlıkla kolyeye baktım. Doğru! demek ben bu küpeleri orada düşürmüştüm.
Büyük bir özlemle manolya taşlı küpeden kolyeme baktım. Bunu yapması benim için çok büyük bir şeydi. Kollarımı hızlıca onun boynuna sardığımda bunu beklemediği barizdi. Ne yapacağını bilemez gibi ellerini tereddütle belime koydu. "Çok teşekkür ederim! Her şey için çok teşekkür ederim!" diye fısıldadım.
Şuan anlıyordum. Ben ondan ya çok hoşlanıyor, yada ona aşık oluyordum. Ama bu gerçeğe nasıl bir tepki vereceğimi asla bilemiyordum.
Ama onun ellerini ve varlığını hissetmek bile bana yetmişti. Kollarımı yavaşça boynundan çektiğimde onunda elleri yavaşça belimden çekildi. "Ben tutamadım ya kedimi." diye mırıldanmama karşılık sadece başını bir şey olmaz dercesine sallamıştı.
Kolyeyi ona uzattım. "Takar mısın?" diye sordum gereksiz mesafe sözcüklerini eklemeden. Başını salladığında arkamı döndüm. Şuan sırtım ona dönüktü. Saçlarımı elimle toplayarak kaldırdım.
Bana yaklaştığını enseme vuran sıcak nefesinden hissetmiştim. Bana yaklaşarak kolyeyi önce önümden boynumdan getirmişti. Arkada kancasını takmak için uğraştı.
Kancayı taktığını bırakmasıyla beraber hafif aşağı sarkan kolyeden anlamıştım. Kolyeyi takmasıyla tekrar nefesini vermişti. Nefesinin tekrar enseme çarpmasıyla kaskatı kesildim. "Tamamdır." diye mırıldanmasıyla tuttuğum saçlarımı serbest bıraktım. Saçlarım usulca omzuma düştü.
Yönümü tekrar eskisi gibi çevirirken boynumdaki kolyeye bakıyordum. "Çok güzel oldu. Küpe olunca beni rahatsız ettiği için her zaman takamıyordum." dedim memnuniyetle. Memnuniyetimden memnun olmuş gibi sıcak bir şekilde gülümsedi. Gülümsemesi bile içime güneş gibi doğuyordu.
Bakışlarım Kar'a kaydığında hem Kar'ın, hem de Eriğin bizi izlediğini gördüm. "Röntgenciler! Bizi izlemesenize!" dedim sitemle. Ama beni anlamadıkları kesindi. Düşüncemin aksine ikisi de tekrar mama yemeye koyuldular.
Başımı Doğuş doktora çevirdim. "Bir şeyler izleyelim mi?" diye sordum hevesle. Omuz silkti. "Olabilir." dedi ruhsuzca. Benim ruhumu da emme lütfen.
Yerinden kalktı ve L koltuğun karşısındaki televizyonuna ilerledi. Bir kumanda bularak televizyonu çalıştırdı. "O zaman izleyecek bir şey ayarlayayım." dedi ve televizyondan bir şeyler yapmaya başladı.
Korku filmlerini çok severdim. Umarım korku filmi açar. Fazla korkunç açmasın şimdi bu? Ya da gerilim filmi falan da açabilir oda bir ihtimal.
Televizyonda ki açılan filme bakmamla kaşlarım çatıldı. Kategorisinde bilim kurgu yazıyordu. En sevmediğimden! Yanıma oturdu ve filmi başlattı. "Bunu izleyelim mi?" diye sordu kibar sesiyle.
Onun bu sesine karşı koyamayacaktım sanırım. "Ne bu?" diye sordum sakince. Bakışlarını televizyona çevirdi. "Gezegenlerdeki yaratıkların uzay gemisiyle dünyaya gelirse dünyada nasıl değişikler olacağını anlatıyor. Ha dersen ki gezegen yaratıları saçma değil mi diye, bence de saçma ama filmi kurgu olduğunu düşünerek izlersen o kadar saçma gelmez." dedi ciddiyetle.
Sırıttım. "Hiçte saçma gelmez ya. Ben korku filmlerindeki yaratıkları bile saçma bulmam..." dememle ilk kez büyük bir kahkaha attı. Yalnız şaka yapmamıştım. Bu adam da hep bir garip. Şaka yaparım gülmez. Şaka yapmam güler.
Filmin başlangıç sahnelerini izlerken sırtını koltuğa yasladı. Bakışlarım onda dolanıp duruyordu. "Size sokulabilir miyim?" diye sormamla şaşkınlıkla kaşlarını çatarak bana baktı. "Ne?" diye sordu anlamsızca
"Ben film izlerken birine sokulmadan rahat edemem." Evet, garip bir insandım. Kaşları daha da çatıldı. "Her film izlediğinizde birine mi sokulursunuz?" diye sordu. "Normalde köpeğime sokulurum ama şuan sizin köpeğiniz benim köpeğime sokulduğu için otomatik olarak benimde size sokulmam gerekiyor." dedim fısıldayarak.
Nefes verdi. "Peki. Gel bakalım." dedi oturuşunu düzeltirken. Ne kadar da iyi bir doktorum var değil mi?
Ona yanaşarak başımı koluna yasladım. Göz ucuyla bana kaçamak bakışlar atıyordu. Ona daha da yaklaşmamla nefes alıp verişinin düzensiz olduğunu fark ettim. Heyecanlanmış mıydı?
"Hep böyle bilim kurgu mu izlerisiniz?" diye sordum ekrandaki filmi zerre anlamadığım halde izlerken. Bakışlarını filmden çekmeden konuştu. "Çok film izlemem. İzlediğim zaman da bilim kurgu izlerim." dedi. "Başka ne izlersiniz?" diye sordum.
"Belgeseller dikkatimi çeker. Her türlü belgesel." Tam tahmin ettiğim gibi, o bir robottu. "Ne kadar eğlenceli bir insansınız." dedim filmdeki görüntüyü izlerken. Cevap vermemişti yada takmamıştı.
Bir saat diyorum. Bir saat geçmeden ben uykuya dalardım bu filmle.
🌺
Doğuş doktora git gide daha da sokuldum. Kollarımı beline sardım. Biraz sokulmayı, baya sokulmaya çevirmiştim resmen.
Gözlerim kapanmak üzereydi ve filmin kırkıncı dakikalarındaydık. En son ekranda çok yakışıklı bir adam vardı hatırladığım kadarıyla.
Gözlerim tamamen kapanmak üzereyken uyku beni iyice bastırmıştı. Doğuş doktorun bir şey dediğini duydum. Muhtemelen filmle ilgiliydi. Filmin başından beri mantıksız olan yerleri söylüyor ve saçma bulduğundan bahsediyordu. En son çıkıp imdat diye bağıracaktım.
Bir ben akılsızdım galiba. Filmi izlerken asla onun gibi eleştirerek ve mantıklı bulduğum yerlere özellikle dikkat ederek yada fark ettiği o noktaları anlamlandırmaya çalışarak izlemiyordum. Sorun ya bende ya ondaydı. Yada ikimiz sorunluyduk.
Daha fazla dayanamayıp kendimi uykunun kollarına bırakıyordum ki, kendimi Doğuş doktorun kollarına bıraktığımı fark ettim. Başım öne doğru düşmüş oda beni tutmak için kolları arasına almıştı sanırım.
Detayları çok umursamak istememiştim. Sadece uyumak istiyordum şuan. Kendimi çikolata kokuları eşliğinde mükemmel uykumun kollarına bıraktım.
Bölümün sonuna geldik.
Bölümü beğendiniz mi? Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bana destek olmak için bölümü oyalayıp yorumlar yaparsanız çok sevinirim 💖
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere 🖤
Ig: dilek.wt
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top