7.BÖLÜM : ŞÜPHENİN SANCILARI
🌺
Bazen öyle kelimeler, öyle cümleler duyarsınız ki kulaklarınıza inanamaz ya da inanmak istemezsiniz. Kendinizi kandırmaya çalışırsınız.
Hiçbir işe yaramaz kendinizi kandırmaya çalışırsınız ama hiç bir fayda etmez. Her türlü o duyulan kelimenin gerçeği içinize kazınmış olacaktı çünkü.
Duymak istemiyordum. Kendimi kandırmaya çalıştığım yalanıma inanmak istiyordum. Gerçeği bilmek istemiyordum.
Beyin tümörü.
Hastalığım bu olabilirdi. Beynimde tümör olabilirdi. Kesin bir şey yoktu. Bu bir ihtimaldi, şüpheydi. Ama yine de beynimde bir tümör olabilirdi.
"Manolya hanım?" Deminki sözü kulaklarım gerçekten doğru mu duymuştu? "İyi misiniz? Manolya hanım?" Beyin tümörü alınır ama değil mi? Alırlar o şeyi kafamdan.
"Manolya hanım?" İrkilerek kendime geldim. Demin dolu olan ama şuan boş olan sandalyesine bakarken bulmuştum kendimi. Hızlıca başımı sesin değişen yönüne çevirdim. Karşımdaki diğer deri siyah koltuğa döndüm.
Oraya kurulmuş kollarını dizine yaslayarak bana yanaşmıştı. "Bakın kesin bir şey yok. Size bir tomografi ve MR çekeceğim. Sonra böyle bir şey var mı yoksa yok mu göreceğiz." dedi. Birinin sözü, sesi, kendisi ilk kez bana sonsuz güven veriyordu.
Bir kolumla diğer kolumu sıvazladım. "Ama o cihazlar çok dar. Ben onlara girmeye çok korkarım." dedim ürkek çıkan sesimle. Yüzünde çok hafif, minik bir tebessüm oluşmuştu. "Ben yanındayım." diye fısıldadı.
"Söz ver. Eğer gidersen beni o aletle yalnız bırakırsan o aletini kırarım!" dedim sitemle. Çarpık bir şekilde güldü. "Bana ne? Sonuçta benim malım değil." dedi geçen ki gibi.
"Söz ver." diye tekrarladım. Konuşacaktı ki ondan önce konuşmamla sustu. "Yoksa kendim o MR denen tabuttan çıkar o tabuta seni sokarım." dedim parmağımı tehditkarca sallarken.
Cümlemi takmadan konuştu, "Söz bırakmam seni." Cümlesi içimde öyle bir hareketlenme yaratmıştı ki. Hayatımda hiç hissetmediğim duyguları onun hareketleriyle, sözleriyle, her şeyiyle keşfediyordum. Bu çok garipti.
Herkesle dalga geçen bir insandım. Herkesle şakalaşırdım. Ama onunla çok garip oluyordu. Nereden baksan aynı gezegenlerin insanları değiliz. Şakalarımız birbirine uymadığı gibi hareketlerimiz de uymaz. Yaşantılarımız da uymaz. İki gün bile dayanamayıp sıkılacağım bir tipti. Ama ben onun yanında hiç sıkılmıyordum, hatta aksiydi. Onun yanında çok farklı hissediyordum.
Bence ben doktorlardan çekiniyorum ya. Çekiniyor olsam yanında rahat edemezdim gerçi. Bambaşka bir şey bu...
Belki de adam benden yedi yaş büyük diye oluyordur. Ne alaka ya?
Beni izlediğini hissetmemle heyecanlanmaya başladım. "E? Hadi tabuta gidelim." dedim. Mimik oynamamıştı. "Tomografi." diye düzeltti. Ayağa kalkarken umursamazca başımı salladım. "He he ondan işte."
Kapıya doğru ilerlememle hızla ayaklandı ve benden önce kapıya ulaşıp kapıyı açtı. Önce geçmem için bana tuttu ben çıkınca da kendisi kapıyı kapatarak çıktı.
Hızlı adımları beni geçmesine sebep. Maalesef bende o kadar uzun bacak olmadığı için kolay kolay yetişemiyordum.
Doğuş doktor asansöre doğru ilerliyordu, bende onu takip ediyordum. Direkt önüne bakıyor, arada sırada bakışları etrafa dokunuyordu. Koşarcasına adımlar atarak yanına yaklaştım.
"Beklesene ya!" diye söylendim. Göz ucuyla bana baktı. "Çok arkamda değilsin zaten." dedi tepkisizce. "Yeni yetiştim!" diye söylendim. Beni takmadı.
Tekrar koşarcasına adımlar atarak yanına yaklaştım. "Senin adın 'Doğuş Çekici' değil, 'Doğuş İtici' olmalıymış!" dememle güldüğünü hissettim.
"Etraf pek öyle hissettirmiyor." demesiyle bakışlarımı etrafta gezdirdim. Gelen geçen insanlar hayranlık ve beğeniyle onu süzüyorlardı. Babaanne yüz buruşturmasıyla etrafı izlerken konuştum. "Olabilir! Yine de bu itici olduğun gerçeğini değiştirmiyor." diye üste çıktım.
Nefes verdi. "Benimle derdiniz ne? Hayatımda gördüğüm en çekinmeyen hastam sizsiniz." dedi boş bir sesle. Asansör düğmesine bastı. "Ben senden neden çekineyim ki?" diye sordum umursamazca. Açılan asansörün kapısına doğru geçmem için eliyle işaret yaptı. Saçımı savurarak içeri girdim. Onunda peşimden girdiğini biliyordum. Asansörün kapıları kapanınca kat düğmesine bastı.
"Birazdan beyninizde tümör var mı yok mu kontrol edeceğiz, ve siz cidden çok gerginsiniz. Biraz sakin mi olsanız?" diye alay etti benimle. Omzum üstümden ona baktım. "Çok gergin olsam daha mı iyi?" diye sordum onun sesi gibi alayla.
Başını iki yana salladı. "Hayır. Sadece daha demin tomografiye giremem diye tutturan kadının bir anda doktoruyla dalga geçmeye başlaması biraz garibime kaçtı." dedi sakince.
Omzuna askerlik arkadaşımmış gibi elimle vurdum. Şaşkınlıkla omzu üstünden bana baktı. "Konu sen olunca gerginliğim kalmadı işte." dedim gülerek. Ne dedim, ne dedim?
Kaşları havalanarak kalktı. "Süper." diye mırıldandı ve aynı şaşkınlığıyla önüne döndü. Bir şey anlamamıştı gerçi. "Yani seninle dalga geçince işte..." diye mırıldandım durumu düzeltmek ister gibi.
"Bir saat falan bir şey yiyip içmedin değil mi?" diye sordu. Başımı salladım. "Yiyecektim, izin vermedin ya." diye mırıldandım. Göz ucuyla bana baktı. "İzin vermemek değil de, yapmaman gereken bir şeyi söylemek desek?" dedi. Cevap vermedim.
Açılan asansör kapılarından önce ben peşimden de o çıktı. Buna rağmen benden hızlı adımlarla ilerleyerek her yerini bilmediğim hastanede onu takip ederek yolu öğrenmemi sağladı.
Üzerine ne ara beyaz önlüğün giymişti? Şu lanet şey üzerindeyken kahretsin ki çok çekici ve karizmatik görünüyordu.
Üzerinde radyasyon uyarısı olan kapının yanındaki düz kapıyı açarak girmem için beni bekledi. Hızlıca içeri girdim. Biraz hastane odasına benziyordu. Ama yatak yoktu. Paravan vardı ve dolaplar vardı. Hastaneyi gören stor perdeli bir camı da vardı.
Peşimden kapıyı kapattı. Hastaneyi gören cama yaklaşarak stor perdeyi hızlıca kapattı ve hastanenin koridorlarının görüntüsünü örttü. Bana dönüp olan sırtını çevirerek yüzünü bana döndü.
"Tomografiyi burada mı çekeceğiz?" Diye sordum. Bu nasıl bir saçma soru? Burada tomografi cihazı mı var sanki?
Dediğimin saçmalığını takmadan başını iki yana salladı. Dolaba doğru ilerleyip dolabı açtı. "Sizi buraya soyunmanız için getirdim." dedi dolapta bir şeyler ararken.
Gözlerim fal taşı gibi açıldı. "Ne?" diye bir nida fışkırdı ağzımdan. Dolaptan buz mavisi hasta önlüğünü bana uzattı. "Bunu giymeniz için yani. Biraz yanlış dile getirdim kusura bakmayın." dedi af diler gibi. Evet, bende çok yanlış anladım.
Cevabımı almış gibi gülerken elindeki hasta önlüğünü aldım. "Tamam ya, bende hasta fantezisi falan sanmıştım." Şaşkın bakışlarını üzerimde hissettim. Niye gittikçe saçmalıyordum?
"Ne de olsa teyzenin yeğenisin." dedim. Menekşe teyzenin geçtiği yolları da unutmamıştım. Kaşları çatıldı. "Anlamadım?" diye sordu anlamsızca. Anladın anladın.
"Şaka yaptım ya." diye açıkladım sessizce. Hala anlamsız baksa da buna takılmayarak başını salladı. "Kulağınızdaki minik manolya çiçekli küpelerinizi de çıkarın lütfen. Kısaca üzerindeki metal eşyalarınızı çıkarmanızı istiyorum." Başımı tamam dercesine salladım.
"Ben sizi yandaki kapının önünde bekliyor olacağım." Dedi eliyle işaret yaparak. Tekrar başımı salladım. Odayı terk etmek için hızlı adımlar attı. Kapıyı açtı ve dışarı çıkıp kapıyı da ardından kapattı.
İşte gerginlik tekrar beni basmaya başlamıştı. Yavaş adımlarla paravanın arkasına ilerledim. İçimdeki hisler beni çok korkutuyordu. Kötü bir sonuç çıkacağı için çok korkuyordum.
Üzerimdeki kıyafetlerden hızlıca kurtularak üzerime buz mavisi hasta önlüğünü geçirdim. Çıkardığım kıyafetleri dolaba bıraktım. Kulağımdaki küpeleri de tek tek çıkarak dolabın yanındaki masaya bıraktım.
İşimi bitirip çıkacaktım ki çıkmadan önce camın önüne ilerleyip storu iki parmağımla aralayarak Doğuş doktora baktım. Bir eli cebinde yanındaki adını bilmediğim doktora benzeyen bir adamla konuşuyordu. Cebinin hapsinde olmayan diğer eliyle hareketler yaparak sakince bir şey anlatıyordu. Adamda durmadan başını sallayıp onu onaylayarak dinliyordu.
İki parmağımı stordan çekmemle görüntüm gitti. Camın önünden çekilerek kapıya ilerledim. Elimi kapının koluna atıp destek alarak kapıyı açtım. Kapıyı açmamla Doğuş doktorun bakışları anında bana çekildi. Diğer elini de cebinden çekti
Birkaç adım atarak yanlarına ilerledim. Doğuş doktorun aksine yanındaki adam bana gülümseyerek bakıyordu. Doğuş doktorun yanına ilerlediğimde adam konuştu. "Merhaba. Ben Evren. Radyoloji uzmanıyım."
"Merhaba. Bende kainat. Dünyaca ünlü bir yazarım." dedim ifadesiz suratımla. Bunlar artık otomatik olarak dudaklarımın arasından firar ediyordu.
Tek kaşını kaldırdığında Doğuş doktor sıkıntılı nefes vererek araya girdi. "Bahsettiğim hastam Manolya Dinçer." dedi buz soğukluğu yayan sesiyle.
Adam aydınlanmış gibi ağzını araladı. "Tamam anladım." dedi. Doğuş doktor eliyle kapıyı gösterdi. "Girelim." Evren başını sallayarak Doğuş doktorun gösterdiği kapının diğer yanındaki kapıdan içeri girdi.
Doğuş doktorun kapıyı açmasıyla içeri girdim. Odada bir dolap ve tomografi cihazı vardı. Kocaman beyaz tomografi makinesi. O makineyi görmemle içime bir korku düştü.
Karşı duvarda bir cam ve göründüğü kadarıyla camın önünde arkası buraya dönük olan bir bilgisayar vardı. Bilgisayarın olduğu masanın arkasında Evren oturuyordu.
Doğuş doktor eliyle cihazı işaret etti. "Gel." dedi ve cihaza doğru ilerledi. Geri adım attım. "Tabut gibi bir şey bu. Beni ölmeden tabuta mı sokacaksın?" diye sordum dehşetle. Omzu üstünden bana baktı. "Bu bir tomografi cihazı. Sadece kafanı kontrol edeceğiz. Böyle düşüneceksin." dedi sakince.
Bana yaklaşıp sakince koluma dokundu. Kolumu yavaşça kavrayarak tomografi cihazına doğru ilerledi. Kolumu tuttuğu için bende peşinden ilerliyordum. Zaten amacı buydu.
Cihazın yanında durdu. "Masaya uzan." dedi. Nefes verdim. "Sakin ol. Cihaz sana zarar vermeyecek." dedi güven veren sesiyle. Onun sesiyle güven bulup masaya uzanmak için bir hamlede bulundum.
Bana yardım ediyor kollarımı yanıma rahat bir şekilde yerleştirmeye çalışıyordu. Benim masaya tam olarak uzanmamla masa yavaşça yükseldi. Heyecanlanıyordum.
"Kıpırdama. Rahat ol. Seni karşıdaki odanın camından izleyeceğim." dedi net bir sesle. Başımı salladım. Kendimi düzelterek derin bir nefes aldım. Kapının sesini duymamla çıktığını anladım. Onun çıkmasıyla gerildiğimi hissettim. Alt üstü tomografi çektireceğim! Sen Manolya Dinçer'sin, aptallık etme!
"Kıpırdama lütfen." diye sesi geldi Evren'in. "Kıpırdamıyorum zaten!" diye söyledim. "Manolya hanım konuşmazsak?" dedi Evren.
Makineden beni daha çok geren bir ses yükseldi. Sanki bir çark vardı ve çok hızlı bir şekilde dönüyor gibi. İçimdeki gerginlik o çark her döndüğünde biraz daha yükseliyordu.
"Nefesini tutabilir misin?" diye sordu. Nefesimi tuttum. Kıpırdamamaya çalışıyordum. Umarım nefesimi tutayım derken hem nefesten, hem de gerginlikten ölmem.
"Tamam." demesiyle nefesimi serbest bıraktım. Çok geçmeden tomografiyi çekip MR çekmeye gitmiştik. MR cihazını görmemle küçük çaplı bir şok geçirmiştim. Çünkü bu benim tabut dediğim tomografi makinasının katıydı. Aşırı korkunç bir şey. Korku tüneli gibi. Sanki içine girersem biri beni çekecekmiş gibiydi.
🌺
Üzerimi düzelttikten sonra saçlarımı savurdum. Hasta önlüğünü kullanıldığı için ayrı bir bölgeye koydum. Hızlı adımlarla kapıya ilerledim. Elimi kapının koluna attım ve odayı terk ettim.
Doğuş doktor sırtını hastanenin beyaz duvarına yaslamış karşısında elleri cebinde bir şekilde duran Evren'le konuşuyordu. Derin bir sohbetin içinde gibilerdi. "Ben bunları bugünün devamında tekrar tam olarak incelerim kardeşim. Senin izin günün zaten sen git en iyisi." dedi samimi bir ifadeyle Evren. Doğuş doktor başını salladı.
Çekinir gibi adımlarla Doğuş doktorun yanına ilerledim. "Giyindin mi?" diye sordu Doğuş doktor cevabını bildiği halde. Başımı salladım. "Eve gidelim o zaman." dedi ifadesiz sesiyle. Tekrar başımı salladım.
Evren'in sırıttığını hissetmemle başımı ona çevirdim. "Nasıl dayanıyorsun? Birde seninleyken nasıl birisi? Ciddi mi düşünüyorsunuz? Onu nasıl sevebilmeyi başardın?" diye soru yağmuruna tuttu beni.
Doğuş doktor sırtını duvardan ayırdı. Kaşlarım anlamsızca kalktı. "Anlamadım?" diye sordu. "Ne saçmalıyorsun Evren?" diye sordu Doğuş doktor.
Evren'in kaşları kalktı. "Sevgili değil misiniz?" diye sordu anlamsızca. Doğuş doktor Evren'e doğru bir adım attı. "Hastam o benim hastam. Bende onun doktoruyum, ne saçmalıyorsun?" diye sordu sakince ama sert bir sesle.
Evren ellerini teslim olur gibi kaldırdı. "Tamam sakin. Bayar 'Yenge' falan deyince öyle anladım. Birde çok şaşırdım yani, Doğuş'un bir sevgilisi olduğunu öğrenmek büyük şoka soktu." dedi. Doğuş doktor geriye doğru adım attı. "Şu Bayar'la da konuşacağım artık." diye mırıldandı.
Evren gözlerini kıstı. "Yakışmıyor da değilsiniz. Ama kişilik uyumu sıfır sıfır sıfır." dedi. Doğuş doktor ona bomboş bakışlarını yollamıştı. Bense saçımı savurmuştum.
Doğuş doktor başını bana çevirdi. "Çıkalım mı?" diye sordu sakince. "Çıkalım." diye onu onayladım. Önden ilerlemesiyle peşinden bende ilerledim.
Çıkmak üzere danışmanın olduğu koridordan ilerlerken Sultan, "İyi akşamlar hocam." dedi günün yorgunluğun bulunduğu sesiyle. Doğuş doktor başını sallamıştı. "Sultan gibi akşamın geçsin Sultan!" dedim yüksek bir sesle. Sultan sadece güldü.
Doğuş doktor hızlı adımlarla hastanenin cam kapılarından çıkarak arabasına doğru ilerledi. Bende koşarcasına peşinden ilerliyordum. Yavaşlayarak cebinden çıkardığı anahtarıyla arabasını açmasıyla daha hızlı koşup arabasına yetişmeye çalıştım.
Benden önce gelip benim için ön yolcu koltuğunun kapısını açtı ve beni beklemeye başladı. Açtığı kapıdan koltuğuna oturmamla kapıyı yavaşça kapatıp her zaman ki gibi önden dolanarak kendisi de sürücü koltuğuna yerleşip kapısını örttü.
Arabası her zamanki gibi onun çikolata kokulu parfümüyle doluydu. Bu koku içime hoş bir şekilde doldu. Bakışlarım ondaydı. Hızlıca emniyet kemerini taktı. "Emniyet kemerinizi takar mısınız?" diye sordu. Takmadığımı fark ederek emniyet kemerini hızlıca taktım.
Emniyet kemerimi takmamla arabayı çalıştırarak öne doğru ilerletmeye başladı. Sırtımı arabanın koltuğuna yasladım. "Nerelisiniz?" diye soru sordum sohbet kurmaya çalışır gibi. Aslında bu sorunun cevabını biliyordum.
"İsveç ama, Türküm de aynı zamanda." dedi ifadesiz sesiyle. "Neresinden?" diye sordum gözlerimi ona dikerek. "Stockholm, Adana." demesiyle dudaklarımdan minik bir gülüş fışkırdı. "İsveçliyiz Allah'ın adamıyız." diye mırıldandım.
Göz ucuyla bana baktı. "Genel olarak İsveçliyim. Orada doğdum. Ama annem Adanalı." diye açıkladı. Gözlerimi kısarak güldüm. "Bir yanım İsveçli, bir yanım Adanalı diyorsun yani." O Adanalı yanını henüz görememiştik de.
"Öyle bir şey demiyorum Manolya Hanım. Sadece bir tarafım var. O da hem Stockholm, hem Adana." dedi ifadesizce. Gülerek omzuna vurdum. "Seninle de şakalaşılmıyor ha!" Bakışlarını çok kısa vurduğum omzunda gezdirdi.
"Peki soyadın nasıl Türk soyadı oluyor? Baban İsveçliyse?" diye sordum. Bana bakmadan cevap verdi. "Atalarım İsveç Türklerinden. Ama ben İsveç'te doğup, belli bir yaşıma kadar geldim."
Göz ucuyla tekrar bana baktı. "Peki. Siz nerelisiniz Manolya Hanım? Dosyanızda İstanbul doğumlu olduğunuz yazıyor." diye sordu mekanik bir sesle. Sırıttım. "Bunun hakkında fazlasıyla söylenti var." Bana bakmıyor direk yola bakıyordu. "Hem İstanbul, hem İzmir, hem Danimarka, bunun yanında aynı zamanda romanım."
Kaşları kalktı. "Nasıl yani?" diye sordu. "İstanbul'da doğdum. Annem İzmirli, ama kendimi Danimarkalı hissediyorum. Aynı zamanda romanım." diye tane tane açıkladım.
"Danimarka'ya gitmiştim. Güzel ülke." dedi ifadesiz bir sesle. Gözlerim irice açıldı. "Gerçekten mi?" Başını sakince salladı. "Bende çok gitmek istiyorum! İleride yazar olunca oraya gitmek istiyorum!" dedim hevesle.
"Kuzey ışıklarını izlerken, kuzey ışıklarının altında hikaye yazmak istiyorum." Dedim heyecanla. Gülümsediğini hissetmiştim. Ona döndüm. "Sen İsveçlisin ya, Danimarka'ya da gitmişsin. Sen hiç kuzey ışığı gördün mü?" diye sordum hevesli bir şekilde.
Başını evet dercesine salladı. "Bende istiyorum bende!" dedim büyük bir hevesle. "Kuzey ışıklarına ilgim vardı. Bu yüzden altı ülke gezdim. En güzeli Norveç diyorlar, ama bence en güzeli İsveç'te ki." dedi bakışlarını benden çekmeden.
"Seninle tek ortak olarak ilgilendiğimiz konu bu sanırım." diye mırıldandım. Tebessüm ederek beni onaylarcasına başını salladı.
"Bugün beraber izleriz belki?" dedim heyecanla. Tebessümünü bozmadan cevap verdi. "Bakalım."
Bu konuşmadan sonra yol boyunca daha hiç konuşmamıştık, ama ortamı geren garip bir şey vardı. Yol boyunca hep ona kaçamak bakışlar atmıştım.
En son kapının önüne yetiştiğimizde konuştu. "İnelim." dedi. Başımı sallayarak SUV türü olan aracının kapısını açıp, ön yolcu koltuğunu terk ettim. Apartmana doğru ilerlerken bir yandan onu bekliyor gibi omzum üstümden ona bakıyordum.
Aracını kapatıp hızlı ve büyük adımlarıyla hemen yanıma yetişti. Yanıma yetişmesiyle yavaşladı. Asansörün düğmesine bastı. Açılan asansörün kapılarından önce ben, peşimden de o girdi.
Hızlıca arkaya doğru gittim. Asansörün önce altıncı kat düğmesine, ardından beşinci kat düğmesine bastı.
Asansörün kapıları kapandı ve asansör hareket etmeye başladı. "Boyun kaç?" diye beklemediği bir soruyu sormamla kaşları çatıldı. "Anlamadım?" diye sordu.
"Öyle bir an aklıma geldi. Boyun fazla uzun gibi." dememle suratı anlamış gibi bir hal aldı. "1.94" demesiyle gözlerim fal taşı gibi açıldı. "Boş zamanlarda direk falan mı oluyorsun?" diye sordum şaşkınlıkla. Boş boş bana baktı.
"Bende 1.70." diye mırıldandım. Bu konuşmamız pek de umurunda değilmiş gibi asansörün kapısını izliyordu.
"Alarmla mı uyanıyorsunuz?" diye sordum. Göz ucuyla bana baktı. "Kendim uyanıyorum. Alarmsız." dedi. "Nasıl ya? Ya uyuyakalırsanız?" diye sordum anlamsız bir ifadeyle. "Uyuya kalmadığım için uyanabiliyorum." dedi ifadesizce.
Asansör bir anda durdu. Kaşlarım çatıldı. "Ne oluyor?" diye sordum. "Bilmiyorum." dedi sakin sesiyle. Bakışlarım kapıdaydı. Hiçbir şey olmuyordu sadece durmuştuk.
"Niye devam etmiyor?" diye sordum tekrar. "Bir fikrim yok." dedi. "Ya burada kalırsak? Ya kimse bize ulaşamazsa?" diye sordum tedirgin bir sesle. "Sakin ol. Şimdi çalışır." dedi sakince.
Kaşlarım çatıldı. "Siz nasıl bu kadar sakinsiniz?" diye sordum tedirgin sesimle. "Çünkü birazdan açılır, bunu biliyorum." dedi sakince. "Ama ben bilmiyorum! Allah aşkına açın şunu korku bastı beni?" dedim.
Kaşları çatıldı. "Klostrofobin mi var?" diye sordu endişeyle. Başımı iki yana salladım. "Yo, korkmam için illa fobimin mi olması lazım!" dedim sinirle. "Genelde öyle olur ama." diye mırıldandı.
Onu umursamadan konuştum, "Ya insanları tamir ediyorsunuz, bunu da etsenize. Çocuk oyuncağıdır sizin için." dedim. Kaşları düzleşti. "Ben doktorum Manolya Hanım, Tamirci değil." dedi şu durumda bile sakin olan sesiyle.
Sinirle nefes verip asansör düğmelerinin önünde durdum. Düğmelere tek tek basmaya başladım. "Ne yapıyorsunuz Manolya Hanım? Tam bozacaksınız." dedi ve yanıma yaklaştı.
"Çalıştırmaya çalışıyorum!" dedim tedirginlikle. Hızlı hızlı tuşlara basmaya bırakıp asansör telefonunu çektim. Bir yandan tuşlara basmaya devam edip bir yandan telefonu bekliyordum. Beklemediğim bir şey oldu. Bir anda belimden çekilip düğmelerin oradan uzaklaştırılarak köşeye çekildim.
Şaşkınlıkla dibimdeki başı asansörün düğmelerine çevrili olan adama bakıyordum. Çalmaya devam eden telefona uzanarak telefonu kapattı. Buram buram çikolata parfümünü anca onun dibine girerseniz duyardınız ve ben şuan o kokuyu alıyordum.
Bana dönmesiyle ne kadar yaklaştığını fark etti ama uzaklaşmadı. Elleri belimde sıkı sıkı duruyordu. Bakışları yüzümde gezintiye çıkmıştı. Nefesini vermesiyle sıcak nefesi yüzüme çarptı. Normalde aşırı iğrendiğim şeyden şuan hiç iğrenmemiştim. Hatta içimde değişik bir his oluşturmuştu.
Sırtım asansörün dip köşesine yaslıydı. Bakışlarım onun zeytin gözlerinde dolanıyordu. Bakışları yeşim taşı rengindeki gözlerime çıktığında artık bakışmaya başladık. Gözlerinin altında bir perde vardı ve o perde oradaki gizli duyguyu saklıyor, asla görmeme izin vermiyordu.
"Nefesini tutma." diye fısıldamasıyla nefesimi tuttuğumu fark ettim. Nefesimi vermemle ılık nefesim hemen dibimde duran ona da değmişti.
"Ay çok yanlış bir zamanda açtık." Menekşe teyzenin sesi aramızda oluşan garip hissi makas gibi kesmişti. Başlarımız hızla açılmış olan, ama bizim bunu fark etmediğimiz kapıya çevrildi. Salih enişte, Menekşe teyze ve komşulardan başka bir yaşlı kadın şokla buraya bakıyorlardı.
Doğuş Doktor anlamsızca onlara baktıktan sonra dönüp bana bakmasıyla pozisyonumuzu fark etmiş oldu. Hızlıca ellerini belimden çekerek benden öteye gitti. Bende hızlıca önce doğru adımlar atarak asansörün dip köşesinden ayrıldım.
"Teyze hep yanlış anlıyorsun." diye söylendi. Adını bilmediğimiz teyze güldü. "Oğlum ne anlasın bu insanlar sen bu kadar hızlıysan?" demesiyle dudaklarımdan büyük bir kahkaha çıktı. Ben deli gibi gülerken Doğuş doktor sinirle bana baktığını hissediyordum.
"Tövbe tövbe. Asansörü hallettik hatta fazlasıyla hallettik. Ben eve çıkıyorum." diyerek yanlarından ayrılmak için hamle yaptığında Doğuş doktor çaresiz bir sesle konuştu, "Enişte bir dursaydın..."
Eniştesi onu takmadan merdivenlerden çıkmaya başladığında bende gülmemi dindirmiştim. Doğuş doktor sinirle asansörden çıktığında bende peşinden çıktım. Doğuş doktor teyzesinin karşısında durdu. "Teyze yeter lütfen!" diye söylendi.
"Oğlum iş mi şimdi asansörde sıkıştırıp şey etmek..." diye söylendi gözlerini belerterek. Muhtemelen yanındaki kadından hoşlanmadığı için öyle davranıyordu.
"Ay apartmana gelen yeni kızcağızı senin oğlan kapmış ya!" dedi gülerek. "Öyle demesek? Çünkü öyle bir durum yok Nesrin abla." demesiyle kadının adının Nesrin olduğunu öğrendim.
"Ha öyle değilse söyle ha, benim oğlanda senin gibi doktor, ona yapacaktım bu güzel kızı." dedi kadın çöpçatan sırıtışıyla. "Oğlanı da bir görseydik de öyle mi karar verseydik?" diye mırıldanmamla bakışlar bana döndü.
Nesrin ablanın bu muhabbetten hiç hoşlanmamış gibi suratı silindi, yerine koca bir sırıtış geldi. "Tamam kızım, ben bir gün seni çaya çağıracağım zaten. Oğlumla oturur konuşursunuz da." dedi ve göz kırptı.
Göz kırpışına karşılık bende göz kırptım. "Tamamdır." diyerek hızlıca merdivenlere ilerledim. "Senin kat burası." diyen Doğuş doktorun buzdan bir kaya gibi sesiyle durdum.
Menekşe teyze ve Nesrin abla kol kola girerek asansöre bindiler. İkisi sırıtarak bize el salladılar. Doğuş doktor onlara bomboş bakışlar atarken ver gülümsemeye çalışarak elimi salladım.
Asansörün kapılarının kapanmasıyla kendi dairemin önüne ilerledim. Çantamdan çıkardığım kapımın kilidiyle kapımı açtım. Ayakkabılarımı hızlıca çıkararak eve girdim. "Ciddi misiniz? Gerçekten o çocuğu görmek için gidecek misiniz?" diye sormasıyla ona döndüm.
"Bilmem. Nesrin abla çağırırsa kırmam herhalde. İnsanlara, "Hayır" diyemiyorum maalesef." dedim sahte bir hüzünle. Bana boş boş baktı. "O zaman oğlumla evlen dediğinde de "Evet" dersiniz artık." dedi ciddi sesiyle.
"Kendi hayatınla ilgili kararlarda insanlara gerektiğinde "Hayır" demelisin. Onları da boşuna ümitlendirme." dedi ciddiyetle. Şaşkınlıkla güldüm. "Tamam sakin. Şaka yapmıştım zaten. Hemen de ciddiye aldın be Doğuş çay." dedim. Yine boş boş baktı.
Bakışlarımla evin içini işaret ettim. "Gelsene sana bir çay koyayım." dedim samimi sesimle. "Sağ olun Manolya hanım. Gerek yok."
Elimi uzatıp kolunu tuttum. "Hadi gel işte! Sana çayımın markasını gösteririm hem?" dedim muzip bir sesle. Kolundaki elime baktı. "Belki başka zaman." dedi sessizce.
Tuttuğum kolundan onu sertçe itmemi beklemediği barizdi. "İyi be! Yürü git evine! Hem benim çayımın markası da Doğuş değil!" Anlamsızca bana baktı. Kapının önünde başı boş duran terliğimi alarak ona fırlattım. Terlik onu ıskalamıştı çünkü atmamla hemen köşeye kaçmıştı.
Kapıyı yüzüne kapattım. Kapının önünden çekilip adımlarımı odama doğru attım. Odamın kapalı kapısını açarak içeriye girdim. Üzerimdeki kıyafetlerden kurtularak üzerime kırmızı, inekli pijamalarımı geçirdim.
Ayaklarıma tavşanlı panduflarımı giyerek odadan çıktım. Kar koridorda dolanıyordu. Hızlı adımlarla mutfağa girdim. Alt dolaptan mamasını çıkardım. Geri koridora ilerleyip mamayı mama kabına boşalttım. Mamanın kokusunu alır almaz koşa koşa buraya gelmiş ve mamasını yemeye başlamıştı.
Yere doğru eğilip Kar'ın kafasını okşamaya başladım. "Hayat sana güzel be Kar. Ye, iç, yat, dolan, oyna." Kar bana tepki vermeden hızlı hızlı önünden alıyormuşum gibi mamasını yiyordu. "Ama seninle yalnızlık konusunda ortağız." diye mırıldandım.
Sanki beni duyuyormuş gibi kulaklarını kıpırdatarak tepki verdi. "Bu 'Evet' demek mi oluyor?" diye sordum. Cevap vermeyip yemeğini yemeye devam etti.
"Annenin beyninde tümör olabilirmiş Kar." diye fısıldadım. Karın rengindeki beyaz tüylerini okşamaya devam ettim. Kar yemeğini yemeye devam ediyordu. Gözümden bir damla yaş firar ederek düştü.
"Bunu öğrenip üzülecek tek canlı sensin galiba." diye fısıldadım. Uzun zamandır ağlamamış olmanın getirdiği ağlama isteğine yenilmemeye çalıştım. "Ama sen üzülme kızım." dedim saçını okşarken.
Geri dikleşerek derin bir yorgunluk nefesi verdim. Yavaş adımlarla salona ilerledim. Ev ıssız ve sessizdi. Her zamanki gibiydi.
Ya beynimde bir tümörle yaşıyorsam? Ya o şey kafamdan alınamazsa? Ölür müydüm? Ölsem bile arkamdan üzülecek kimse olmayacak mıydı? Hayallerim için yaşarken, ya hayallerimi gerçekleştirmeden ölürsem? İçimde çok kötü bir his vardı. Yakın bir his değildi ama çok kötü bir histi.
Burnumu çekerek ıslanan gözlerimin altını hızlıca sildim. "Ne sulu gözsün ya?" diye mırıldandım kendi kendime. Olumsuz düşüncelerden uzaklaşmaya çalıştım.
Masanın üstünde onu almamı isteyen bilgisayarımla bakışmaya başladım. Yorgun adımlarımı hızlandırarak masanın önünde durdum. Laptopu aldım ve koltuğuma rahatça kuruldum.
Ayaklarımı üst üste koyarak masaya koydum. Laptopuma dizlerimin üzerinde yer buldurttuktan sonra ekranını kaldırdım. Açılan laptopla beraber sırtımı koltuğa yasladım.
Bugünün sonunda yine Uzay ve Hayal'a dönmüştüm. Hayat benim için zor olduğu gibi onlar içinde oldukça zor oluyordu. Özellikle Hayal için.
Kendi yalnızlığımı yansıtmıştım Hayal'e. Yalnızlığımdan kendim için, kendim gibi bir karakter yaratmıştım. Ama tek fark onun için her şeyi yapacak ve onu yalnızlığından kurtaran Uzay vardı. Hayal'i sırf kendim yüzünden yapayalnız yapacak kadar acımasız değildim.
Seni kendim gibi yalnız biri yaptığım için özür dilerim Hayal. Sadece günün sonunda değil, çoğunlukla yalnız olan bir insan olduğun için senden özür dilerim.
🌺
Kabı kaldırarak kek harcını kek kalıbına dökmeye başladım. Kakaolu kek harcı yavaşça etrafa yayılarak kabın şeklini alıyordu. Bunu yaparken bir yandan şarkıya eşlik ettim. "Doktor derdime bul bir çare!"
Bu artık her sabah yaptığım bir spor haline gelmiş bir şeydi. "Ona doyamıyorum yaz bir reçete!" diye bağırdım kek kabındaki kalan karcı parmağımla yerken.
"Sabah, akşam, yemekten önce!" Ayağıma dolanan Kar'ın oyun istediğini anlamıştım. Elimi musluğun önüne çekerek musluğu açıp kek harçlı elimi yıkamaya başladım. "Sonra ve her anımda yanımda istiyorum!" diye bağırdım yüksek bir sesle.
Eğilerek Kar'ın önündeki kırmızı topu alarak uzağa fırlattım. Koşarak topu almaya gitti. Topu ağzıyla kaparak yanıma koştu. "Aferin kızıma." dedim ve topu ağzından alarak farklı bir yöne attım. Bu sefer oraya koşmuştu. "Doktor derdime bul bi!' çare!" diye bağırdım şarkıyı takip ederek.
Elimi yıkadıktan sonra bir kağıt havluyla kurulayıp mermerin üstündeki erkenden kalkıp pastaneden aldığım poğaçaları alarak salona ilerledim. Kar ağzında kırmızı topu ile peşimden geliyordu. "Ona doyamıyorum ya bi' reçete!"
Elimdeki poğaçaların olduğu tabağı masaya koyarak geri mutfağa ilerledim. "Sabah, akşam yemekten önce!" diye bağırırken bir yandan hızlıca çay makinesinin üst kısmını alarak ince belli cam bardağımın yarısına kadar doldurdum. Alt uzun kısmı da alarak bardağı tamamen doldurdum. "Sonra ve her anımda yanımda istiyorum!" ve şarkı bitmişti.
İnce belli bardağın şeklini alan çayı bardak altından tutarak onunla beraber geri solana ilerledim. Kar peşimden ayrılmıştı. Elimdeki bardağı da yemek masasına bıraktım. Masanın bir sandalyesini çekerek sandalyeye oturdum.
Bir poğaçayı alarak yemeye başladım. Poğaçadan büyük bir ısırık aldım. Bugün hastalığım belli olacaktı. Poğaçanın üstüne sıcak çayımdan minik bir yudum aldım. Daha doğrusu beynimde tümör olup olmadığı söylenecekti. Poğaçamdan büyük bir ısırık daha aldım. Beynimde tümör olması daha iyi mi, yoksa daha kötü mü bilmiyordum. Yuttuğum lokmamın üstüne bir ısırık daha aldım.
Bir anda ağrımaya başlayan göğsümle avcumu göğsüme bastırdım. Ağzımdan minik bir inilti çıkmıştı. Şiddetli ağrı bir anda göğsüme girip canımı fena halde yakmıştı. Gözlerimi sıkıca yumarak ağrının geçmesini bekledim.
Ağrının şiddetinin azalmasıyla sıkıca yumduğum gözlerimi yavaşça araladım. Buda hastalığımla ilgili olabilir miydi? Avcumu göğsümden çekerek etrafa baktım. Kar sanki bir şey olduğunu hissetmiş gibi yanımdaki sandalyeye kurulmuş endişeyle bakışlarını bana dikmişti.
"İyiyim." diye fısıldadım köpeğimi rahatlatmak için. Kar'ın beyaz Kar gibi kulakları düştü. Beni anlamıştı ve sakinleşmişti. Artık onun dilini ve hareketlerini çözmüştüm.
Çayıma uzanmaya çalıştım. Üzerimde günün daha başında olmamıza rağmen bir yorgunluk vardı. Çay bardağını sıkıca kavrayarak dudaklarıma doğru yaklaştırdım. Çaydan iki yudum alıp bardağı geri masaya bıraktım.
Kapımın çalmasıyla hızlıca başımı kaldırdım. Hızla oturduğum sandalyemden kalktım. Kapım tekrar çalındı. Aceleci değildi ama sakinde değildi. Hızlı adımlarla kapının önüne doğru ilerledim. Üzerimde kırmızı pijama takımım vardı. Umarım gelen Menekşe teyzedir.
Kapıyı açtım. Gelen kişi ne Doğuş doktordu ne de Menekşe teyzeydi. İki genç erkek kapıma gelmişti. Birisi kahverengi saçlı, kahverengi gözlü bir çocuktu. Diğeri ise dağınık sarı saçlı, mavi gözlü bebek yüzlü bir çocuktu.
Anlamsızca onlara bakıyordum. "Buyurun?" diye sormamla biri sırıtarak söze girdi. "Biz apartmana taşındık da yöneticinin dairesi burada dediler bize?"
Kaşlarım kalktı. "Hayır ben yönetici değilim. Siz yöneticiyi bir üst katla karıştırmış olabilir misiniz?" diye sordum gözlerimi kısarak. İkisinin de yüzü aydınlanmış gibi bir hal aldı. "Burası yedinci kat değil mi?" diye sordu sarı saçlı olan.
"Hayır gençler. Burası altıncı kat." dedim. "Kusura bakmayın rahatsız ettik sizi de." Başımı iki yana salladım. "Hayır sorun yok." dedim.
Tam gideceklerdi ki konuşmam ile onları durdurdum. "Kaçıncı kata taşındınız?" diye sordum. Bu sefer kahverengi saçlı çocuk cevap verdi. "Dört." Tekrar gideceklerdi ki konuşmamla tekrar durdular. "Ya bir durun! Soracağım sorular var. Yoksa sonra on saat bunları merak edeceğim!"
Döndüler ve benim sorularımı beklediler. "Kaça gidiyorsunuz?" diye sordum. Sarı saçlı çocuk konuştu. "Abla yeni üniversiteye geçtik." dedi. Tek tek ikisine baktım. "Adlarınız ne?" diye sordum.
Kahverengi saçlı çocuk ilk konuştu. "Ben Toprak." dedi. Sarışın çocuk konuştu. "Kader, ben abla." dedi. Kaşlarımı çattım. "Kader mi? O kız ismi değil mi?"
Başını salladı. "Abla, annem çok koymak istemiş. İlk kız sanmışlar beni, ondan adımı Kader koymuşlar." deyince gülmemi tutamamıştım. "Kız senin kadere bak." dedim gülerek. Çocuk bozulmuş gibi bana baktı. "Bozulma kız Kader!"
Bakışlarını kaçırdı. "Abla ya..." diye mırıldandı. Elimi diğerinin omzuna koydum. "Sen nerelisin toprağım?" diye sordum kalın bir sesle. Kaşlarını kaldırdı. "İzmir." demesiyle sırıttım.
Sertçe omzuna vurdum. "Vay Toprak'ta tam toprağım çıktı!" dedim. Kader, Toprağın da ismiyle dalga geçmem hoşuna gitmiş gibi güldü.
"Neyse gençler siz kaç kişisiniz?" diye sordum. Toprak cevapladı. "Dört." dedi net bir sesle. Kolumu kapının pervazına yaslayarak oraya dayandım. "Bu apartmana alırlar mı ki sizi? Sonuçta evler 1+1"
İkisi de sırıttı. "Abla biz torpilli gibi bir şeyiz." dedi Kader. Onların sırıtmasıyla benimde yüzümde bir sırıtış oldu. "Bende torpilli gibi bir şeyim." dedim.
Kaşlarımı kaldırdım. "Pek sizlik bir yer değil ama burası." dedim. Kaşlarını çattılar. İlk Toprak konuştu. "Nasıl yani?" diye soru. "Yani hep yaşlılar var. Yaşlı olmasa bile ruhu yaşlanmış insanlar var." Doğuş çay gibi.
"Siz şimdi diyelim dediniz bir parti yapalım. Onlar alırlar o partideki disko topunuzu kopartır bir yerinize monte ederler." dememle ikisi de güldü. "Sorun yok. Biz apartman kurallarına uyacağız." dedi Toprak.
Onlara doğru yaklaştım. "Birde benden duymuş olmayın..." dememle ikisi de bana yaklaştı. Bir anda gizemli bir tavırlara bürünmüştüm. "Doğuş diye bir adam var. Bir de bana aşık zaten kaçtır asansör köşelerinde beni falan sıkıştırıyor..." dememle ikisinde gözleri büyüdü. İki saniye birbirlerine bakıp geri bana döndüler.
"Ee?" dedi Kader merakla. "İşte birde doktor falan. Benim alt katımda oturuyor. Bana aşık zaten. Ondan da sürekli hastaneye çağırıyor. Çok güzelim ya ondan herhalde." diyerek saçımı savurdum. İkisi de güldüler.
Kader parmağıyla beni işaret etti. "Size mi aşık oldu?" diye sordu inanamayan bir sesle. Kaşlarım hızla çatıldı. "O ne demek? Aşık olunmayacak bir insan mıyım ben?"
Kader iki elini teslim olur gibi kaldırdı. "Hayır abla. O anlamda demedim." diye mırıldandı kendini açıklamak ister gibi. Yandaki ayakkabılıktaki bir ayakkabıyı ona doğru savurdum. "Abla deme bana! Aramızda toplasan üç yaş bile yoktur nereden ablan oluyorum senin!" diye bağırdım.
"Abla tamam sakin o-, pardon özür dilerim hanımefendi ama adınızı bilmiyorum." dedi aceleyle. Sakinleşerek derin bir nefes verdim. "Tamam. Sakinim. Adım Manolya Kader'ciğim." dedim.
Kader başını tereddütle sallayarak geri çekildi. "Manolya iznin varsa gidelim mi artık?" diye sordu. Sırıtarak başımı salladım. "Gidebilirsiniz Kader ve Toprak." İkisi de asansöre doğru ilerlemeye başladılar.
Kapıyı kapatarak geri içeriye ilerledim. Sandalyeme yerleşerek tekrar yemeğimi yemeye başladım. Acaba Doğuş doktor şu an evinde miydi yoksa hastanede miydi?
Çayımdan yudumlar aldım. Kar'da mamasının yanına gitmiş, iştahla mamasını yiyordu. Son poğaçamdan büyük bir ısırık aldım. Kahvaltımı yapacak ve hastaneye gidecektim. Sanırım şuan okul yada hastaneden başka gidecek bir yerim yoktu.
Büyük ısırık aldığım poğaçamın üstüne çayımı yudumladım. Bugün ders yoktu. Bu yüzden rahattım. Poğaçamdan bir ısırık daha aldım. Sabah kahvaltı hazırlamaya üşendiğim için, poğaça almaya üşenmeyerek sabah erkenden gidip pastaneden poğaça almıştım.
Aklımdan en sevdiğim patatesli poğaçaları almak geçmişti ama sırf alerjimin kötü etkileri ve Doğuş çayın şerri yüzünden almamıştım. Onun yerine zeytinli alacaktım ki aklıma Doğuş doktorun gözlerinin yeşil zeytin rengi olduğu gelmişti ve o yüzden onu da almamıştım. En son, son karar olarak sade poğaça almıştım.
Ilık olmak üzere olan çayımdan büyük yudumlar aldım. Acaba şuan ne yapıyor? İki seçenek var, ya gidip bol sebzeli, bol sağlıklı bir kahvaltı yapıyordu ya da hastanenin koridorlarında havalı ve çekici bir şekilde beyaz önlüğüyle beraber hızlı hızlı yürüyordu.
Biten kahvaltımla sandalyemden kalktım. Tabağımı ve bardağımı alarak salonu terk edip mutfağa girdim. Fırından yükselen dumanlarda neyin nesiydi?
Kek! Yine yanmıştı!
Telaşla elimdeki bardak ve tabağı mermere bırakıp mini fırının önüne geldim. Hızlıca fırının üstündeki eldiveni alıp aceleyle elime geçirdim. Mini fırının kapağını açmamla dışarı dumanlar kendini dışarı atar gibi kaçmaya başladılar.
Kara dumanları aldırmadan fırının içindeki ölmüş kekimi çıkardım. Keki kalıbından dikkatle tutarak çıkarıp mermere bıraktım. Ardından hızla koşarcasına ilerleyip mutfağın ikili penceresini ardına kadar açtım.
Kara bulut gibi mutfakta yayılan dumanlar açık camın yardımıyla da yavaş yavaş dışarı çıkıyorlardı. Elimi yelpaze gibi kullanarak cama doğru elimi kaldırıp salladım. Kara dumanlar daha hızlı bir şekilde mutfağı terk ettiler.
Geri çekilip keke ilerledim. Umutsuzlukla kekime baktım. "Niye yandın ki?" diye mırıldandım mutsuz sesimle. Kafayı gerçekten yemiştim ve artık kekle bile konuşuyordum.
Yanda önceden hazırladığım keki koymak için olan kapaklı cam kabımı alarak önüme yaklaştırdım. Yanmış keki kabından zorla kurtararak dilimlere kestim. Yine yanmış kek götürecektim. Umarım artık fırınımın halinden anlıyorlardır.
Kestiğim parçaları somurtarak cam kaba yerleştirdim. Kek kakaolu olduğu için çok dikkat çekmiyorlardı zaten. Yiyince her türlü anlaşılırdı ama.
Kekleri koyduğum kabın kapağını kapattım. Mutfakta dumanın kokusu hala vardı ama çok yoğun değildi. Kaba umutsuz bir bakış attım.
Hızlıca mutfaktan çıkarak odama ilerledim. Kar mamasının önünde durmuştu ama yemiyor, sadece beni izliyordu. Ona tebessümlü bir bakış atarak odama girdim.
Üzerimi değiştirmek için dolabıma yöneldim. Dolabımın kapağını açıp içinden bugüne ve kendime en uygun kıyafetleri seçmeye çalıştım. Beyaz bir kazak, bol bir pantolon ve bir paltoyla kombinlemeye karar vermiştim.
Kısa kumral saçlarımı düz bırakmıştım. Yüzüme her zamanki makyajımdan yapmıştım. Üzerime manolya kokulu parfümünden sıkarak siyah sırt çantamı aldım.
Şarjı biten telefonum için şarj aramaya koyuldum. Yatağımın yanını ilerleyip yatağımın yanındaki komodinin çekmecesini açtım. Dağınık bir şekilde çekmecenin içinde duran şarj aletimi alıp yatağımın üstüne bıraktım.
Bakışlarım çekmecenin içinde en köşede duran, dışı manolya çiçekleri resmiyle kaplı günlüğüme kaydı. Günlüğü görmemle içimde bir yerin sızladığını hissettim. İfadesiz bakışlarım günlükteydi.
"Çok içine kapanıkmışsın. İçini buna dökebilirmişsin."
İlk doğum günü hediyesi bir insana ne kadar acı verebilirdi ki? Bana verdiği acının haddi hesabı yoktu. O küçük çocuğun hayatının, yalnızlığının verdiği acı hiçbir zaman gitmeyecekti.
Çekmeceyi hızlıca kapatıp ayağa kalktım. Burnumu çekerek hafifçe eğlenir gibi güldüm. Saçlarımı geriye atarak gülüşümü bozmamaya çalıştım. Hemen Yatağın üzerindeki şarjı alıp hızlı adımlarla odayı terk ettim.
🌺
Sırtımdaki çantanın askılarını düzelterek hastanenin kapılarından içeriye girdim. Derin bir nefes vererek danışmaya doğru ilerledim. Sultan vardı. Onun yanında da Süleyman oturuyordu.
Kolumu danışman bankosuna koymamla iki üç saniye sonra beni fak ettiler. "Aa nasılsın Manolya?" diye sordu Sultan. Gülümsedim. "Sultanlar gibiyim Sultan'cığım." Sultan güldü.
Bakışlarım Süleyman'a çevrildiğimde parmağımla onu gösterdim. "Senin evli olduğunu hala kabullenemiyorum. Çok yakışıyordunuz oysa." dememle Süleyman güldü.
"Mabel Matiz ikilisi sizi." dememle Sultan'ın kaşları çatıldı. "O ne alaka?" diye sordu. Sırıttım. "Dünya ne sana ne de bana kalmaz." diye şarkıyı kendi sesimle söylemeye başladım. "Sultan Süleyman'a kalmadı." dememle ikisi de güldüler.
"Böyle hiçbir kitap yazmaz." diye sessizce mırıldandım. Süleyman güldü. "Nereden buluyorsun böyle esprileri?" diye sordu. Omuz silktim. "Bir anda aklıma geliyor Sülüman." dedim boş bir sesle.
Omzuma bir kolun atılmasıyla bir anda irkildim. Başım hızla kolun sahibine çevrildi. Ateş'ti. Sırıtarak bana bakıyordu. Sultan ve Süleyman'ın bakışlarını üzerimizde hissediyordum. "N'aber?" diye sordu.
Hızla kolunun altından eğilerek çekildim. "Seni görene kadar sultanlar gibiydim." diye cevap verdim. "Hadi ama, o kadar da sıkıcı değilimdir." dedi sahte bir üzüntüyle. Güldüm. "Gözümde Doğuş doktordan bile sıkıcısın. Öyle düşün birde."
Yüzünü buruşturdu. "Of! Gözünde çok kötü bir konumdayım o zaman! O sıkıcı heriften bile sıkıcı olduğumu söylüyorsan." diye mırıldandı. "Onu bunu boş ver. Sen niye geldin şimdi?" diye sordum sadede gelmesi için.
Başını başka yöne çevirdi. "Datemiz için tabi ki! Şimdi datemiz için gidelim." dedi ve bir yöne doğru ilerlemeye başladı. "Kaçış yok diyorsun yani..." diye mırıldanarak peşinden isteksizce ilerledim. Şu hastanede tek sevmediğim doktor bir sen, bir de Ufuk.
Koridorda biraz ilerledikten sonra iki kapılı yerden girmesiyle bende peşinden girdim. Gördüğüm kadarıyla burası kafe ve kantin benzeri bir yerdi ya da asıl gelmem gereken hastaların gelebildiği kantin burasıydı sanırım. Ama ben diğer yemekhaneyi tercih ederdim. Orasının manzarası daha güzel.
İkili bir masaya ilerlerken bende peşinden ilerledim. Omzu üstünden bana baktı. "Aç mısın?" diye sordu tatlı olduğunu düşündüğü sesiyle. Başımı iki yana salladım. "Sen otur. Ben iki kahve alıp geliyorum." dedi ve cevabımı beklemeden kasaya taraf ilerledi.
Memnuniyetsiz bir ifadeyle kantinin sandalyesini çekerek oturdum. Umarım Esma'yla falan karşılaşmayız.
Çok geçmeden elinde iki kahveyle sırıta sırıta buraya doğru geldi. Hızlıca sandalyeye kurulup bir kahveyi kendi önüne, bir kahveyi de benim önüme bıraktı. "Sıcak biraz. Dikkatli iç." dedi pek içten olmayan bir sesle.
Sıcak kahvemden bir yudum almamla dilimin ucu hafifçe yandı. Dilimi damağıma bastırarak bardağı geri masaya bıraktım. "Doğuş'la çok mu yakınsınız?" Kaşlarım çatıldı. "Doktorum işte." dedim anlamsızca. Başını anladım der gibi salladı.
Başımı merakla tekrar ona çevirdim. "Sana bakan mı yok?" Kaşları anlamsızlıkla çatıldı. "Yo, bakan var. Niye ki?" diye cevap verdi kısık sesle. "Madem bakanın var git onlara! Seni istemeyen bir hastayla niye dateye çıkmak istiyorsun? Fantezi falan mı bu?" diye sordum sinirle.
Kaşları düzleşirken keyif alır gibi güldü. "Hayır ya. Hoşuma gittin sen benim." dedi rahat bir tavırla. İfademi bozmadan saçımı havayla geriye savurdum. "Güzel kızım. Herkesin hoşuna giderim, ama yani bu senin açından da, benim açımdan da etik değil." dedim net bir sesle.
Pek umursamamış gibi etrafa bakarak kahvesinden yudumlar aldı. Onun vazgeçmeyeceğiniz anlayınca sessizce ofladım. "Hadi bana hobilerinden falan bahset bari." Sırıtarak dirseklerini masanın üstüne koyup ellerini birleştirdi. "Kitap okumayı severim. Müzikte dinlerim. Spor da yapmayı severim. Yemek yapmakla pek aram yoktur. O konuda pek becerikli değilimdir..."
"Peki. Sen neler yapmaktan hoşlanırsın?" diye sordu hemen ardından. "İşte kitap yazmaktan hoşlanırım, evde bağıra bağıra Doktor şarkısını söylemekten hoşlanırım. Yemek yapmayı severim ama genelde bozuk fırınımdan dolayı yanar falan." dememle komik bulmuş gibi güldü.
"Bence birbirimize ısınabiliriz." dedi sırıtarak. "Pek sanmıyorum." diye mırıldandım sahte bir sırıtışla. "Seni hastaneye geldiğin ilk gün görmüştüm. Hemen ortadan kaybolduğun için tanışamadım ama." demesiyle kaşlarım çatıldı.
"Bayıldığım gün mü?" diye sormamla başını salladı. "Ha sen bir de gördün beni beğendin, sonra da tanışmak istedin?" diye sordum şaşkınlıkla. Bana boş bir ifadeyle baktı. "Sakin ol. Sadece tanışmak istemiştim o zamanlar. Gel git yaptıkça hoşlandığımı hissettim. Sende öyle bir yalan söyleyince bunu kullanmak istedim." dedi rahat bir tavırla. Bak sen, demek ki yanlış ismi tutturmamışım. İşte ben olmanın farkı ya çok da şaşırmıyorum.
Alayla güldüm. "Ha fırsatçılık yaptın yani?" Başını kararsızca iki yana salladı. "Fırsatı değerlendirdim diyelim." dedi memnuniyetle. "Fırsatçılık işte." dedim umursamazca.
"Bir şey soracağım ama doğru cevap vereceksin." dedi ciddiyetle. Kaşlarımı çatarak başımı onaylarcasına salladım. "Doğuş'tan hoşlanıyor musun?" diye sordu sessizce. İfademe şaşkınlık düştü. "Ne? Ne alaka? Hayır tabi ki!" diye cevap verdim hemen.
Yanlış bir düşüncesi varmış gibi birkaç kere gözlerini kırpıştırdı. "Pardon. Ben sen ondan hoşlanıyorsun sandım bir an." dedi mahcubiyetle. "İyi de ne alaka?" dedim üzerimden atamadığım şaşkınlıkla.
Sırtını sandalyeye yasladı. "Hastalarının yarısı ondan hoşlanır. Ben seni de onlar gibi sandım." diye açıkladı. Bende sırtımı sandalyeye yasladım. "İlgilenmiyorum onunla! O sadece doktorum!"
Ateş'in arkasındaki masada oturan adamın gazetesi gürültülü bir şekilde kapatıldı. Gazetenin kapatılmasıyla gördüğüm yüzle şaşkınlıkla ağzım aralandı. Ufuk?
Bana çarpık bir sırıtışla bakış atıp oturduğu sandalyeden kalktı. Bakışlarımı ondan çekmeden onu izliyordum. Başından beri bizi görmüş müydü?
Sırıtışını bozmadan bana göz kırpıp çıkışa doğru ilerlemeye başladı. Bakışlarımla onu takip ederken görüş açıma bir kişi daha girdi. Doğuş Doktor?
Ufuk, Doğuş doktora kısa bir bakış atıp uzakta bir köşede durarak keyifle olayları izlemeye koyuldu. Çok gerici bir ortam oluşmuştu şu anda. Bakışlarımı geri Ateş'e çevirdim. Benim aksime rahattı. Belki de Doğuş doktoru görmediği için rahattı.
Doğuş doktorun adımları buraya doğru yaklaştığında tek istediğim şey buhar olup kaybolmaktı. Heykel gibi dursam acaba Ateş'in, aşkımdan heykelimi yapıp karşısına oturttuğunu düşünür müydü?
Ateş'in bakışları da en son Doğuş doktoru bulduğunda kaşları çatıldı. Esma ve Cemile ne ara gelmişlerdi? Esma bana şaşkınlıkla bakıyordu. Cemile ise merakla olacakları bekliyordu.
Doğuş Doktor masanın hemen yanında durdu. Bakışları direkt Ateş'teydi. Ateş rahat bir tavırla boş bir sandalyeyi işaret etti. "Ayakta kaldın...otursana?" diye sordu alay eder gibi. Doğuş doktorun keskin bakışları Ateş'ten ayrılmadı. "Hastalarla gönül ilişkisi yaşamak etik bir şey değildir. Bunu bildiğini düşünüyorum. Üstelik ben seni uyarmıştım." dedi ciddiyetle.
Hızla araya girdim. "Gönül ilişkisi falan yok!" dedim şaşkınlıkla. Bana bakmıyordu. Ateş nefes verdi. "Seni ilgilendiren bir şey yok diye düşünüyorum." dedi sıkkın sesiyle.
Doğuş Doktor mimik oynamayan ifadesiyle bir adım geri gitti. "Bu hastanenin doktorusun. Bu hastanenin doktoruyum. Bu hastanenin hastası. Bence beni ilgilendiriyor." diye sakince açıkladı. "Üstelik benim hastam." dedi bastırarak.
Ateş gözlerini devirdi. "Fazla kuralcısın. Hastam da hastam!" dedi alayla. Hızlıca oturduğum sandalyeden kalktım. "Doğuş çay, gidelim mi? Beyin sonucumu merak ediyorum." Doğuş doktorun başı bana çevrildi. "Bence o kadar merak etmiyormuşsunuz. Çünkü randevu saati beş dakika gecikti ve siz burada görünüşe göre siz burada farklı bir doktorla randevudasınız. " dedi. Sesi ifadesizdi fakat aynı zamanda benim dilimden olmayan bir çok şeyi bağırıyordu.
"Valla gönül ilişkisi falan yok! Yemin ederim." dedim kendimi kanıtlamak için. Tekrar bana döndü. "Size inanıyorum Manolya Hanım. Öyle dediyseniz öyledir." dedi sakince.
Başı tekrar Ateş'e çevrildi. "Bu ikinciydi ve ben seni uyarmıştım." dedi ve tekrar bana döndü. "Yeniden, başka bir zamana randevu almanız en iyisi veya Esma Hanım müsait olduğum bir zaman sizi odama çağırır." deyip arkasını dönerek hızlı adımlarla kantini terk etti.
Bakışlarım kantin kapısının yanında sırtını duvara yaslayarak, kollarını bağlamış bir şekilde burayı izleyen Ufuk'a kaydı. Yüzündeki ifade gayet memnuniyetleydi. Onu öyle görünce kaşlarım sert bir şekilde çatıldı. Suratımda oluşan ifadeyle yüzü daha da keyifli bir hale geldi.
Başımı Esma'ya çevirdim. "Ben Doğuş doktorun yanına gideyim." diye mırıldanarak adımlarımı kantinin kapısına doğru attım. Esma hızla yanıma yetişerek kolumu tuttu. "Doğuş Doktor "Müsait olunca al" dedi. Şu an bir hastası var ondan gelemezmişsin." dedi çekinir gibi.
Başımı hızlıca Esma'ya çevirdim. "İyi de benim sıramdı?" diye mırıldandım anlamsızca. Esma nefes verdi. "İşte senin sıran bitmiş, şu an başka hastasının zamanıymış." dedi. Kaşlarım derince çatıldı. "Beş dakika geçmiş! İki dakika gelsem de sonucumu söylese olmaz mı?" diye sordum yalvarır gibi. Esma bana acır gibi bir ifadeyle başını iki yana salladı. "Dörde kadar hastaları var."
Gözlerim kocaman açıldı. "Şaka mı yapıyorsun Esma?!" diye sordum yüksek bir sesle. Sesim istemsizce yüksek çıkmıştı. Şokla Esma'ya yaklaştım. "Şimdi dörde kadar müsait değil mi?" diye fısıldadım.
"Ben bu Doğuş Çay'ı dörde kadar bekleyecek miyim şimdi?" diye şokla söylendim. Esma gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken mırıldandı. "Doğuş Hocam dedi ki, "Eğer Manolya Hanım sıkılırsa, Ateş Bey'le sohbet edebilirmiş."
Gözlerim büyüdü. "Ha bir de böyle dedi! Trip atıyor bence o Doğuş çay!" dedim sinirle. Esma güldü. "Ee ne yapacaksın? Bekleyecek misin, gidecek misin?" diye sordu. Gitsem eve sıkılacaktım. Bu hastanede onu beklerken takılabilirdim.
Ellerimi belime koydum. "Bekleyeceğim." diye mırıldandım. Esma başını anladım der gibi salladı. Arkamı dönerek kantinin çıkışına ilerlediğimde Ufuk ellerini cebine sokarak sırtını yasladığı duvardan ayrıldı. Bakışlarımın ona kaymasıyla kaşlarım tekrar çatıldı. "Ateş iyi ama hastanenin iyi doktorlarından değil. İyi bir seçim de değil." dedi ukala bir sesle.
Durdum. "Ne diyorsun?" diye sordum umursamazca. "Ne oldu? Doğuş pas vermedi mi?" diye sordu alayla. Kaşlarım sertçe çatıldı. "Sen söyledin değil mi Doğuş doktora?" diye sordum sinirle.
Dudağını bilmem dercesine büzdü. "Danışmanın önünde gördüm. Baktım aynı yere gidiyoruz. Doğuş'un haberi nasıl oldu hiç bilmiyorum." dedi sahte bir ifadeyle.
"Belli. Geçen gün yemekhanedeki olay yüzünden baya kudurmuşsun." dedim alayla. Sadece güldü. "Bir hastanın iki üç aptal cümlesiyle kudurmam. Dedikleriniz hiçbir zaman umurumda olmadı." dedi alayla.
"Gidelim Manolya... Boş ver." diye fısıldadı Esma. Başımı sallamamla beraber kantinden çıktık. Cemile'de arkamızdan geliyordu. Koridorda düz ilerliyorduk. "Neden böyle bir şey yaptın ki?" diye sordu Esma. Cemile'de merakla bana bakıyordu. Sıkıntılı bir nefes verdim. "Sormayın. Bazı olaylardan dolayı mecbur kaldım diyelim."
Başımı Esma'ya çevirdim. "Doğuş Doktor nasıl öğrendi peki?" diye sordum merakla. Koridorda köşeyi döndük. "Ufuk Hoca söylemiş bildiğim kadarıyla." Sinirle nefes verdim. "Tahmin etmiştim!" diye mırıldandım.
"Peki Doğuş doktor bana küstü mü?" diye sormamla ikisi de güldüler. "Komik mi?" diye söylenmemle Esma gülerek konuşmaya başladı. "Doğuş hocanın hastalarına küsmek gibi huyları yoktur. Hatta kimseye küsmez. Birine küstüğünü hiç görmedim." dedi gülüşünün arasından.
"Niye, bu adam duvar mı?" diye sormamla tekrar ikisi güldüler. Bu sefer konuşan Cemile oldu. "Doğuş hoca hastanenin en robot olan doktoru ve aynı zamanda da en iyi doktorudur." dedi ciddiyetle.
"Bunu sürekli duyuyorum artık." diye mırıldandım. Buraya doğru ilerleyen Fatih göz ucuyla Esma'ya bir göz kırparak hızlıca yanımızdan rüzgar gibi geçip gitti. Bence hastanenin en normal doktoru da sensin Fatih.
Başımı hafifçe Esma'ya çevirdim. Şapşal bir sırıtış vardı suratında. Omzumla omzuna çarpmamla irkilerek bana baktı. İmalı bir sırıtışla ona bakıyordum. "Salak salak sırıttın adamın arkasından." Esma saçını düzeltti. "Hangi adamın?"
Yüzümü buruşturarak Ciddi misin? der gibi baktım. "Fatih tabi ki!" dedim sinirle. Cemile şokla Esma'ya döndü. "Ne? Sizin Fatih hocayla aranızda bir şey mi var?" diye sordu şaşkınlıkla.
Esma'nın da ifadesi şaşkınlığa çevrildi. "Hayır tabi ki! Manolya Hanım yanlış anladı." dedi açıklamak ister gibi. Cemile kaşlarını çatsa da uzatmadan geri çekilip başını salladı.
"Nereye gidiyoruz?" diye sormamla Cemile geri adım attı. "Beni Bayar hoca çağırmıştı! Unuttum!" dedi, yeni aklına gelmiş gibi bir şaşkınlıkla. "Koş kız, koş yetiş Cem ile beraber yetişin!" dedim. Cemile esprime gülerek koşmaya başladı.
Onun yanımızdan gidişiyle Esma bana döndü. "Benim Gümüş hocanın yanına gitmem gerekiyor. Sen ne yapacaksın?" diye sordu bana. Kısa bir süre gözlerimi kaçırarak düşündükten sonra geri bakışlarımı gözlerine çektim. Omzumu silktim. "Seninle geleyim. Asistanlık yaparım sana." dedim neşeyle.
Güldü. "İyi peki. Ama hasta odalarına giremezsin. Sadece acile falan gelirsin." demesiyle başımı salladım. Hızlı adımlarla koridorda ilerlemesiyle bende peşinden ilerledim. "Ay inanmıyorum şu an hemşire asistanı mı oldum? İleride bir yere girerse CV'me bunu da yazarım artık." diye mırıldandım kendi kendime.
Bir kapının önüne geldiğimizde Esma kapının önünde durarak kapıyı çaldı. Saniyeler sonra ses geldi. "Gel!" İnce bir kadın sesi. Gümüş'e ait o ses.
Esma kapıyı açarak içeriye girmesiyle bende hemen peşinden girdim. Gümüş başını belgelerden kaldırarak bakışlarını önce Esma'ya ardından yanında duran bana dikti. "Hayırdır Esma? Tek geleceksin diye biliyordum." dedi boş bir sesle.
Köşedeki paravanın arkasından değişik uğultulu bir ses geliyordu ama yanlış duyuyorumdur diye düşünüp boş verdim.
Esma nefes verdi. "Arkadaşım da gelmek istedi." Arkadaş. Gümüş'ün kaşları çatıldı. "Doğuş'un hastası değil mi bu kız?" diye sordu. Esma konuşacaktı ki ben hızla araya girdim. "Doğuş doktorun hastası, Doğuş doktorun komşusu, Esma'nın arkadaşıyım." dedim hemen.
Gümüş sırtını sandalyesine yasladı. "Anladım. Bende Gümüş." dedi ciddiyetle. Zamanı gelmişti. Muzipçe sırıttım. "Bende 22 ayar altın? Siz kaç ayar?" diye ağzımdan döküldü kelimeler.
Kadın bana esprimden hoşlanmamış gibi baktı. "Komik değildi." diye mırıldandı sadece. Boğazımı temizledim. "Manolya ben." dedim. Sadece başını salladı.
Gümüş elindeki kalemiyle paravanı işaret etti. "Paravanın arkasındaki Sadi beye bir kıyafet ayarlar mısın?" diye sormayla paravanın arkasındaki uğultunun sebebi belli olmuştu. Şaşkınlıkla Gümüş'e döndüm. "Orada adam mı vardı ya? Bende ses geliyordu, yanlış duyuyorum sandım." dedim sessizce.
"Tamam hocam." dedi ve odadan çıktı Esma. Bende yavaş yavaş ilerleyerek Gümüş'ün masasının önündeki hastalar için koyulan koltuklardan birine oturdum. Bu oda Doğuş doktorun odasına göre daha küçüktü.
Başımı Gümüş'e çevirdim. "Adam niye çıplak?" diye fısıldamamla kaşları çatıldı. "Çıplak değil. Kıyafetleri kullanılmayacak halde." dedi. Kaşlarımı kaldırdım. "Nasıl ya? Nasıl gelmiş o hale?" diye sordum.
"Yırtılmış sanırım." diye fısıldadı ilgisiz bir sesle. "Siz her kıyafeti yırtılana bedavadan kıyafet veriyor musunuz öyle?" diye sordum. Gözlerini büyüttü. "Kendisi hastamız. Ayrıca şuan sizi duyuyor oradan." demesiyle gözlerim açıldı.
Sırtımı koltuğa yaslarken konuştum. "Tabi kıyafet vereceksiniz! Sonuçta hastalarınız!" dedim yüksek bir sesle duyması için.
Başımı geri Gümüş'e çevirdim. "Bayar'la nasıl?" diye sordum dümdüz bir şekilde. Kaşları çatıldı. "Bayar derken?" diye sordu. Sesindeki saf siniri hissediyordum.
"Bayar doktor ve siz? Yani beni ilgilendirmiyor da, öylesine sordum." diye mırıldandım.. Umursamıyormuş gibi rahatça bana baktı. "Normaliz. Yani aramızda bir şeyler oldu. Ama artık her şey bitti geçti." dedi.
Kaşlarımı kaldırdım. "Hiçbir duygu kırıntısı yok mu içinde?" diye sordum açıkça. Kaşlarını çattı. "Yok! Ona karşı içimde hiçbir şey yok artık." dedi umursamaz görünmeye çalışarak.
"Anladım." diye mırıldandım. Tam bu sırada kapı açıldı ve içeriye Esma girdi. Elinde buz mavisi hasta kıyafetleri vardı. Paravana doğru ilerleyerek kıyafetleri köşeden adama doğru uzattı. Adam kıyafetleri aldı. "Sağ ol." dedi Esma'ya.
Gümüş bir Esma'ya bir bana baktı. "Gidebilirsiniz." dedi. Esma başını sallayarak kapıya yöneldiğinde bende oturduğum koltuktan kalkıp Esma'nın peşinden ilerledim. Esma kapıyı açarak hızla Gümüş'ün odasını terk etti. Bende peşinden odayı terk ettim.
"Kız bu kesin hala Bayar'ı seviyor." dememle Esma omzu üstünden bana baktı. "Ne alaka şuan? Hem bize ne?" diye sordu. "Aşk olsun Esma! Ne demek bize ne? Benim arkadaşım, can dostum asla konu dedikoduya gelince bize ne demez." dedim sitemle.
Esma omzuyla koluma vurdu. "Tamam kız! Şaka yaptım zaten." dedi. Gözlerimi kıstım. "Bana pek inandırıcı gelmedi ama..." diye mırıldandım. Esma sadece güldü.
"Ee başka işin var mı?" diye sordum. "Hiç iş biter mi Manolik! Arat doktor bugün acile inmişti bizde inelim de acilde iş görelim biraz." dedi. Heyecanla başımı salladım. "Ay olur!" dedim.
Esma'yla beraber acile inmiştik. Acilde bizim dışımızda Arat, Mehmet, adını bilmediğim doktorlar ve bir sürü hasta vardı.
Esma hızlı adımlarla Arat'ın yanına ilerledi. Biz geçerken etraftaki birkaç hasta bize bakmıştı. Arat bize döndü. "Oo hoş geldiniz kızlar." dedi sırıtarak. "Hoş bulduk." dedim etrafı incelerken.
"Esma şu sırayla üç yatağa da iğne yapılacak." dedi yataklardaki hastaları göstererek. "Sorarsın onlara tamam mı?" Esma başını salladı ve ilk yatağa yöneldi. Bende peşinden ilerledim.
Saçlarına akların bulaştığı, atmışlı yaşlarında gibi görünen bir kadın. Hayatın kederi ve bu yaşa kadar gelmenin verdiği yorgunluk vardı gözlerinde.
Esma, teyzeyle bir şeyler konuşmaya başladı. Bir yandan da eline ne ara aldığını bilmediğim bir iğneyi birinin bedenine saplanmak üzere hazırlıyordu.
Teyze sustu. Bakışları bende gezindi. "Sende mi hemşiresin kızım?" diye sordu. Gülümseyerek başımı iki yana salladım. "Hayır. Ben hemşire değilim." kadın gülümsedi. "Sen niye hemşire olmadın be yavrum? Ne güzel mis gibi işin olurdu?" dedi.
Gülümsedim. "Yok ben yazarım." dedim. Kadının kaşları havaya kalktı. "Yazar mısın?" diye sordu. Başımı salladım. "Henüz bir kitabım çıkmadı ama bitince ilk iş bastırmaya çalışacağım." dedim neşeyle.
"Zordur ama şimdi o." dedi. Omzumu indirip kaldırdım. "Sanki kolay bir şey mi var teyzeciğim?" diye mırıldandım. "Umarım dediğini olursun kızım." dedi kadın. Samimi bir gülüş sundum. "Umarım."
Esma geri ayağa kalktı. "Tamam teyzeciğim bitti. Serumunda bitsin, sonra çıkarsın." dedi. Kadın tebessüm etti. "Sağ ol kızım." Esma karşılık olarak tebessüm etti. "Görevim." demişti sadece.
Perde gibi arada oluşan duvarı aşarak diğer hastanın yanına gittiğinde bende tekrar peşinden gittim. On yedili yaşlarında olan bir genç erkek çocuğu. Üzerinde kareli oduncu gömleği vardı. Altında ise mavi bir kot pantolon.
Elindeki telefondan başını bir kere kaldırarak bir Esma'ya, bir de bana baktı. Esma hızlıca iğneyi hazırlamaya koyulurken bir yandan hastayla konuşuyordu. Çocuk bu konuya pek ilgisiz gibi telefonuna geri gömülmüştü.
"Hazır mısın? Vuruyorum?" diye sordu iğneyi kolundaki damarına değdirmek üzereyken. "Vur gitsin. Herkes bir tane vurdu zaten, bir tanede sen vur." dedi dertli bir sesle.
Esma'nın kaşları kalktı. "Yok o anlamda demedim, seni iyileştirmek için olan iğne bu." dedi saf saf. "Çok mu dertlisin?" diye sordum. Çocuk bakışlarını kaldırarak bana baktı. "Sevdiğim kız başkasını seviyormuş." dedi sıkkın bir nefes vererek.
"Ay en sevdiğim hikayeler!" diyerek hızlıca yatağın ucuna oturdum. "Ben onun için o kadar fedakarlık yaptım! Okulda kopya çektiğinde bile suçunu ben üstlendim! Disiplin alacaktı benim sayemde kurtuldu!" diye söylendi sinirle.
"Ay canım ya çok kötü olmuş!" dedim. Kaşları çatıldı. "Her şeyi sevdiğimden yaptım! O peki? O onun için hiçbir şey yapmadı! Hatta senenin başlarında dalga bile geçmişti! O dalga geçtiğinde yine ben onu korudum!" diye isyan etti.
"Abla onunla o kadar dalga geçtiler ki! Ama ben onu sevdim! Her haliyle!" dedi sertçe. "Dur iğne batırıyorum." diye araya girdi Esma. Çocuk, Esma'yı çok umursamadan sırtını yatağa bastırdı.
"Bak çocuğum boş ver sen o kızı. Seni seveni seversin. Hem aşk şart mı ya? Derslerine çalış." diye öğüt verdim. Göz ucuyla bana baktı. "Moruk gibisin ya." diye mırıldandı. Moruk mu? Ben mi?
Hızla yataktan kalktım. Kelimesi aklıma geldikçe saf sinirim daha da kabarıyordu. "Sensin moruk. Şuna bak be! En azından ben lisede akıllık edip hoşlandığım insanlara fedakarlık yapmıyordum! Sevdiğim kız, sevdiğim kız diyorsun ama kızı sevmeyi bitirmiş, yaptığın fedakarlıkların karşılığını alamadığın için üzülüyorsun sen!" dedim sinirle.
Çocuk, Esma ve etraftaki birkaç kişinin bana baktığını hissettim. "Ergen!" diye söylendim. Çocuk şaşkınlıkla bana bakıyordu. Böyle bir çıkış beklemediği belliydi. Yan perdenin arkasındaki Arat'ın kahkahaları yükseldi.
Gözlerimle çocuğun kolundaki serumu işaret ettim. "Git serumlu bir hikaye paylaş. Bakarsın belki o zaman döner." dedim alayla.
Havalı bir çıkış yaparak yatağın önünden çıktım. Saçlarımı savurarak yürümeye başladım. "Efendim Doğuş hocam?" Esma'dan gelen sesi duymamla bütün havamı falan bırakarak koşarak geri döndüm.
Esma ayaklanmış, kulağında telefonla karşı tarafı dinliyordu. Koşarak yanına gidip bende kulağımı telefonun ters yüzüne dayadım. Karşı taraftan tekrara ses geldi. "Manolya hanımı çağırır mısın gelsin." dedi.
Esma görmeyeceği halde başını salladı. "Hemen hocam." dedi. Karşı taraf telefonu kapatınca Esma'da telefonu kulağından çekti. "Seni çağırıyor." Heyecanla zıpladım. "Ay duydum! Niye çağırıyor ki şimdi beni?" diye mırıldandım heyecanla.
"Müsait olduysa çağırıyordur işte." dedi Esma. Gözlerimi Esma'ya diktim. "Çok sıkıcısın." dedim. Esma kaşlarını çattı. "Senin gibi çocuklara söylenmiyorum en azından." dedi gülerek. Koluna vurdum. "Ona çocuk mu diyorsun gerçekten? Tamam reşit olmadığı için çocuk sayılabilir ama kazık kadar olmuş ve hoşlandığı kız bile varmış! Ayrıca bana "Moruk" dedi!" Esma gülerek başını iki yana salladı.
"Neyse ben Doğuş çayın yanına gideyim." dedim. Esma başını salladı. Tam gidecektim ki yataklardan birinin yanında duran Arat sırıtarak, "Görüşürüz moruk!" diye seslendi.
Kaşlarım çatıldı. Ayağımdaki ayakkabıya uzanıp onu ona atacaktım ki nasıl bir ortamda olduğumuzu hatırlayarak bunu yapmadım. Parmağımı sen görürsün der gibi tehditkar bir şekilde sallayarak acilden uzaklaştım.
Doğuş doktorun odasına ilerlerken bir yandan içime doluşan tedirginlik beni geriyordu. Sonucu kötü bir şey mi çıkmıştı da beni erkenden çağırmıştı. Aklımdaki bu düşünceden kurtulmanın maalesef bir yolu yoktu.
Doğuş doktorun odasına yetiştiğimde derin bir nefes aldım. Elim kapının koluna gitti ve kapıyı çalmadan açtım. Yavaş adımlarla içeriye girdim. Koltuğunda oturmuş önündeki belgeleri inceliyordu.
"Merhaba." dedim sessizce. "Merhaba." diye cevap verdi ifadesizce. Yavaşça koltuğa doğru ilerleyip her zaman oturduğum masasının önündeki koltuğa oturdum. "Beni müsait olduğunuzda alacaktınız?" diye sordum.
Bana bakmadan konuştu. "Şu an müsaidim. Bir hastam gelmedi, yerine sizi aldım." dedi mekanik bir sesle. Başımı salladım. Şu an onu sonuçlarımı söylemesi için bekliyordum. Yaptırdığım MR ve Tomografi sonuçları anca bu güne çıkmıştı.
Başını kağıtlardan kaldırıp sırtını sandalyeye yasladı. "Bu sonuçlar temiz görünüyor. Anlaşılan hastalığınız bizi uğraştırmak istiyor. Bunu bulmak için uğraşmaya devam edeceğim." dedi mekanik sesiyle.
İfadesizliğimle yavaşça başımı sallamamla, "Garip bir durum oldu mu hiç?" diye sordu. "Bugün göğsümde şiddetli bir ağrı hissettim." dememle kaşları derince çatıldı. "Göğüs ağrısı?" dedi sorar gibi. Başımı onaylayarak salladım. Benim gibi başını salladı. "Anladım. Peki sürekli oluyor mu?" diye sorunca başımı iki yana salladım. "Sadece bu sabah oldu." dedim. Başını salladı.
Oturduğu masadan kalktı. Yavaşça ilerleyerek masanın yanında durdu. "Bana küs müsünüz?" diye sormamla bakışları ok gibi çevrilerek bana saplandı. "Anlamadım?" diye sordu anlamsızca. Bende oturduğum koltuktan kalkarak karşısına ilerledim. "O olay yüzünden bana küstünüz mü?" diye sordum tekrar. Bana ciddiyetle baktı. "Hayır, size küs değilim Manolya Hanım."
"Ama trip atıyor gibi davranıyorsun." dedim. Anlamsızca bana baktı. "Her zamanki halim." dedi. "Bir dakika!" diye mırıldandım. Koşar adımlarla ilerleyip kapıyı açtım. Esma elinde çayla bir yere gidiyordu ki onu seslenerek durdurdum. "Esma! Kız Esma!"
Esma bana döndü. "Efendim?" diye sordu. Elimle gel yapmamla bana yaklaştı. Hızla elindeki çayı alacaktım ki izin vermedi. "Bu Fatih hocanın!" dedi. Elinden ısrarla çekmeye çalıştım. "Ya ona tekrar doldurursun versene şunu!" dedim.
En son sinirle nefes vererek çayı bıraktı. Sırıtarak Esma'ya baktım. "Markası ne bunun?" diye sordum. Tripli gibi bir bakış attı. "Doğuş!" diye cevap verdi sinirle. Zafer sırıtışı yüzümde büyüdü. "Tam istediğim." diye mırıldanarak içeriye girdim.
Koşarcasına ilerleyerek geri Doğuş doktorun karşısına geçtim. Bir şey söylemeden sadece beni izliyordu. Çayı ona uzattım. "En güzel çay Doğuş çay!"
"En garip hastam sizsiniz Manolya hanım." diye mırıldandı. Çayı tekrar uzattım. "Hadisenize!" dememle bardağı alarak yavaşça masaya bıraktı. "Size ne trip atıyorum ne de küsüm. Hem hangi hakla bunları yapayım? Ben sizin doktorunuzum sadece." dedi mekanik bir sesle.
Tekrar konuştu. "Tamam, sizin o doktorla orada olmanız etik değ-" Hızla sözünü kestim. "Benim o doktordan hoşlandığımı düşünme! Mecbur kaldım! O günde size yalan söyledim. O ismi uydurdum. Ateş doktorda bundan faydalanmaya çalıştı." diye hızlıca açıkladım.
Kaşları çatıldı. "Faydalandı yani? Siz istemiyordunuz zaten?" dedi sorar gibi. Başımı sallayarak onu onayladım. Ellerimle onu iki kolundan tuttum. "Ama sakin gidip ona vurayım falan deme." dedim uyarırcasına.
Sakince bana baktı. "Hiçbir işi şiddetle çözmem. Ama yanına da bırakmam." dedi beni bile ürküten sesiyle. Sakindi ama sesindeki sakinliği de korku salıyordu.
Kollarımı sıkıca boynuna sardım. Bunu beklemiyor olacak ki elleri havada kalmıştı. "Çok garip." diye mırıldandım. Elleri belime değmiyordu bile. Tereddütlüydü. Yanlış bir şey yapmaktan çok tereddüt ediyordu.
"Garip olan ne?" diye sordu sessizce. Kollarımı daha sıkıca sardım. "Size bu durumu açıklayınca üzerimdeki o ağırlık kalkmış gibi hissediyorum." dedim huzurlu bir sesle. "Olabilir. Yanlış anlaşılma olduğu içindir." dedi normalleştirerek.
Kollarımı hızla boynundan çektim. "Özür dilerim..." diye fısıldadım. Başını iki yana salladı. "Sorun değil Manolya Hanım." dedi mesafeli bir şekilde.
"Ben gideyim o zaman artık." dedim kendi kendime. Çıkacaktım ki durdum. Çantamın bir askısını çıkararak çantamın içindeki cam kabı çıkarıp masasının üstüne koydum. "Biraz yandı ama. Çayınızın yanına yersiniz. Yemezseniz de Esma'ya verin o Fatih'e verir. O seviyor." dememle başını salladı.
"Fırınım bozuk olduğu için yandı yine." dedim. "Akşamda kabımı bana getirirsiniz." dedim tekrar ve hızlıca odasını terk etmek için ilerledim. İçimdeki şu garip his gitsin artık lütfen. Rahat edemiyordum o his yüzünden.
Hızlıca odadan çıkıp koridorda ilerlemeye başladım.
Bölüm bitmiştir!
Bölümü beğendiniz mi?
En sevdiğiniz kısım neresi oldu?
Bana destek olmak için bölümleri yıldızdan oylayıp yorumlar yaparsanız çok sevinirim 💖
Diğer bölümde görüşmek üzere 🤍
Ig: dilek.wt
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top