6.BÖLÜM : ŞÜPHELER VE KAYGILAR
🌺
Bakışlarım kampüsün bahçesinde gezinirken elimdeki karton bardaktaki kahvemi dudaklarıma doğru götürdüm. Sıcak kahvemden bir yudum almamla dilimin ucu uyuştu. Kahveyi geri uzaklaştırdım.
Herkes her zamanki gibi takılıyordu. Herkesin yanında bir yada birkaç arkadaşı vardı. Sırtımı hemen arkamdaki ağaca bastırdım. Sağ tarafımdaki kızlar yarım saattir arka çaprazımdaki erkekleri övüyordu. Sol tarafımdaki erkek grubu ise yarım saattir maç muhabbeti yapıyordu. Yapıyorlardı da anlasalardı futboldan bari. Ben izlemediğim halde daha iyi anlıyorumdur.
Kahvemden büyük bir yudum daha aldım. Kucağımda okurum diye aldığım ama açıp okumadığım kitabım duruyordu. Üzerimde sürekli olarak halsizlik gibi bir şey vardı. Bu halsiz sürekli olarak üzerime gelip gidiyordu, artık alışma derecesine bile gelmiştim.
Bakışlarım etraftaki kızlara gülüşe gülüşe laf söyleyerek buraya doğru gelen İlker'e kaydı. Lütfen buraya gelme İlker.
Her kıza tek tek yavşayarak buraya gelen İlker'e karşı gözlerimi devirdim. Hızlıca kucağımdaki kitabın ortalarında kaldığım yerini açık okumaya başladım. Belki kitap okuduğumu görürse giderdi.
Kitaba odaklanmaya çalışarak, kitabı içimden okumaya başladım. Üstüme doğru bir gölge düşünce geldiğini anladım. Yavaşça yanıma çömelip sırtını benim sırtımı yasladığım ağaca yaslayıp okuduğum kitaba bakmaya çalıştı.
Bakışlarımı ona çevirdim. Bakışları kitaptan çekilip bana değince çapkınca sırıttı. "Ne okuyorsun?" diye sordu.
Bakışlarımı ondan çekmeden cevap verdim. "Jane Eyre." dedim ifadesiz sesimle. Dudaklarını bükerek başını salladı. "Güzel kitap. Okumuştum." dedi inandırıcı olmayan sesiyle.
Tamamen sahte bir şekilde gülümsedim. "Polat çok komik değil mi ya?" diye sordum ciddiyetle. Küçük bir şekilde güldü. "Evet evet. o adam çok komik. Kitabın en sevdiğim karakteri." Tahmin ettiğim gibi kitabı okuduğu falan yoktu.
"Hangi adam?" diye sordum ciddiyetle. Duraksadı. "Hangi adam mı? Hangi adam?" diye sordu, soruyu bana yönelterek. Bakışlarımla arkasın da yarım saat ona sırnaşmaya çalışan Polat'ı işaret ettim. "Arkandaki adam." dedim.
İrkilerek arkasına baktığında arkasında ki adamda irkildi. "Sen kimsin be?! Ne yapıyorsun dibimde?!" diye çemkirdi İlker. Rahat bir tavırla onları izliyordum. Güzel ship olurdu bunlardan.
Polat masum bir ifadeyle sevdiği çocuk, dünyanın en yanlış erkeği olan İlker'e baktı. "Şey..." dedi telaşla. "kokun beni cezbediyor da." diye mırıldanınca minik bir kahkaha patlattım. "Kokunu çeke çeke dibine gelmiş." dedim gülmelerimin arasından.
İlker hiç eğlenmeyen suratıyla Polat'a baktı. "Bak yeter! İkidir beni taciz ediyorsun! Seni uyardım bizden olmaz dedim!" deyince daha büyük bir kahkaha patlattım. İlker her bir kahkahamda yapma der gibi bakışlar atıyordu.
İlker daha fazla dayanamayıp çekip giderek buradan uzaklaştı. Elimle yanımı oturması için işaret ettim. Somurtan ifadesiyle yavaşça yere çömelerek oturdu. "Onu çok seviyorum. Ama o onu uzaktan sevmeme bile izin vermiyor." dedi çevreyi izlerken.
Gülmemek için birbirine bastırdığım dudaklarımla konuştum. "Valla pek uzaktan seviyor gibi görünmüyordun sende." dedim etrafı izlerken.
"N'apayım? Aşığım n'apayım?" diye sordu sinirle. Başımı hafifçe ona taraf çevirdim. "Bak çocuk. Şunun nesine aşıksın anlamıyorum ama neyse. Bak her gün on tane kıza yavşıyor yavşak herif. Sen nasıl hala ona aşıksın?" diye sordum ciddiyetle.
Bana çaresizce baktı. "Gönül bu." dedi sadece. Güldüm. "Diyorsun ki, ota da konuyor, İlker'e de." Pek anlamamıştı ama başını sallamıştı.
"O da gay olsaydı çok mutlu olabilirdik." dedi keşkelerin dolu olduğu sesiyle. Cıkladım. "O gay olsa bile bu sefer gider erkeklere yavşardı. Yavşaklık yönelimde değil karakterde." dedim.
"Kocama yavşak demeyi kes." diye söylendi. Koluna bir tane çaktım. "Sus be! Gör artık şunun yüzünü!" diye çemkirdim. Omuz silktim. "Kocam yapmaz." dedi emin bir sesle.
Yanına sinsice yaklaştım. "Kocan yaptı Polat." dedim Kemal Yılmaz gibi. Hızlıca oturduğu yerden kalktı. "Ben gidiyorum! Aklımı doldurmana izin vermeyeceğim." dedi sertçe. Başımı hay hay dercesine salladım.
Polat tripli bir şekilde hızlı adımlarla burayı terk ettiğinde önüme döndüm. Sol tarafımda ki erkek grubu hala futbol muhabbeti yapıyorlardı. Tamam, en futbolla ilgilenen sizsiniz.
Kollarımı bağlayarak insanları izlemeye devam ettiğim. Üniversite yıllarımdan beri yaptığım bu aktiviteden dolayı artık bahçede sürekli takılan yüzlerin yarısından fazlasını tanıyordum. Tanışmadığım insanlar olsalar bile ne yaptıklarını, nasıl tipler olduklarını biliyordum.
Mesela arkamda masalarda birinde oturan iki kız. İkisi yakın arkadaşlar ve sırf havalı olmak için gitar çalan çocuğa aşıklardı. Bunu herkes anlardı. Çünkü çocuğa yiyecek gibi bakıyordu ikisi. Ama sırf birbirleri için tek kelime etmiyorlardı.
Sağ en Köşede bankta oturan kızlı-erkekli grup. Her bahçede olduğumda orda oluyorlardı. Sürekli insanları aşağılayıp, gelen geçenle kavga eden çocukların teki.
Aralarından bir kız bir ara geç kaldığım için çok düzgün olmayan saçlarımla dalga geçtiği için, sene sonuna kadar 'Büklüm' ismiyle dalga geçmiştim. Kız artık benden bıktığı için yokmuşum gibi davranıyordu.
İlerideki ağacın çaprazındaki çiftler bana göre bu fakültenin en ama en cıvık çiftiydi. Her saniye bir romantizm, her saniye bir öpüş, bir el ele tutuşma, sarılma. Hele bir ara onların sırtlarını yasladığı ağacın arkasına sırtımı yaslamak gibi bir hata yapmış ve o bütün vıcık vıcık sözlerini duymuş, aşk dedikleri şeyden iğrenmiştim.
Bakışlarımı kucağımdaki kitaba çevirdim. Kitabımı kaldırıp odaklanmaya çalışarak kaldığım yerden okumaya devam etmeye başladım.
🌺
Danışman bankosunun önüne ilerleyip kolumu bankoya koyduğumda Sultan'ın bakışları bana kalktı. "N'aber?" diye sordum sırıtarak. Gülümsedi. "İyi Manolya hanım siz?" diye sordu neşeyle.
Dudaklarımı bilmem dercesine büzdüm. "İyi miyim, Değil miyim onu Doğuş doktorum söyleyecek be Sultan." dedim dertli çıkan sesimle. Sultan anlamsızca bana baktı. "Her dediğime de öyle bakma. Hastayı bakışlarıyla rahatsız etmekten şikayette bulunurum." dedim göz ucuyla ona bakarken.
Sultan güldü. Göz ucuyla ona baktım. "Ciddiyim ama. Siz öyle bakınca kendimi aşırı anlamsız, ne dediği anlaşılmayan bir insan gibi hissediyorum." Sultan başını bilgisayarına çevirdi. "Yalnız Doğuş hoca bugün yok." dedi ifadesizce.
Yüzümü buruşturdum. "Onun için gelmedim zaten. Ne yapayım ben onu? Ben öylesine geldim ya." dedim ifadesiz sesimle. Sultan kaşlarını kaldırdı. "Öylesine? Hastaneye?" dedi yine anlamsızca.
Kaşlarımı çattım. "Gelemez miyim? Ne yani?" diye sordum. Başını iki yana salladım. "Hayır da, genelde insanlar buraya öylesine gelmezler, ondan şaşırdım." Saçımı geriye savurdum. "Sence ben genel bir insan mıyım?" Sultan gülmemek için kendini tutarken başını iki yana salladı. "Hayır. Yeterince garipsiniz." demesiyle kaşlarım çatıldı. Tükürür gibi bir hareket yaptım. "Sus! Sana verdiğim 'Sultan' unvanlarına yazıklar olsun!" dedim sitemle. Daha çok güldü.
Bakışlarım yanındaki Süleyman'a kaydı. Ciddiyetle önündeki bilgisayardan bir şeyler yapıyordu. "Sülüman?" dedim Hürrem gibi. Süleyman başını kaldırmadan bana baktı.
"Nasılsın?" diye sordum. İfadesizce, "Çalışıyorum." dedi sadece. "Çalış köle! İnsan bir iyiyim der en azından ne nankörsün." Başımı geri Sultan'a çevirdim. "Neyse ben gidiyorum 1.seviye zavallı kişi." Sultan anlamsızca bana baktı.
Danışman bankosundan uzaklaşarak asansöre doğru ilerlemeye başladım. Hastalar, doktorlar, hemşireler etrafta durmadan dolanıyordu. Asansörün kapısını açmamla karşılaştığım yüz beni şaşkınlığa uğrattı. Ateş Yiğitkoç. Hala dün neden gerçeği söylemediğini anlayamamıştım.
Asansörün içinde girip kapıyı kapattım. Belki o yokmuş gibi davranırsam o da bana karşı öyle davranırdı. Dördüncü katın düğmesine bastım. Ellerini cebine koyarak göz ucuyla bana baktığını hissedebiliyordum.
Asansör hareket etmeye başladığında bana döndü. "Selam." dedi yarı çapkın çıkan sesiyle. "Selam." diye cevap verdim ona bakmadan. "Bana sorman gereken bir şey var bence. Meraktan içini kemiren bir şey." dedi memnun sesiyle.
Omzumu indirip kaldırdım. "Yo! Hiçbir şey yok." diye yalan söyledim. Kaşlarını kaldırdığını hissettim. "Öyle mi? Emin misin? Beni görünce bile şaşırdın. Bence bir şey var." Onu duymamış gibi davrandım.
Nefes verdiğini duydum. "Sorun yok. Benimde sana diyeceğim ya da soracağım şeyler vardı zaten." deyince kaşlarım çatıldı. Omzum üstünden ona baktım. "Ne diyorsun?" diye sordum.
Sırtını asansör duvarına yasladı. "Doğuş beni neden sana yürümüş diye biliyor?" diye sordu hızlıca. Ne diyeceğimi bilemediğim sırada asansörün kapısı açıldı. Bunu bir fırsat bilerek hızlıca dışarı atıldım. Peşime düşen adım seslerinin ona ait olduğunu biliyordum.
Beni bir anda kolumdan çekti ve bir odaya girdik. Şaşkınlıkla gözlerimi açarak ne olduğunu kavramak ister gibi ona ve etrafa baktım. İlaç odasındaydık.
Elini kolumdan çekti. "Eğer sorularıma cevap alamazsam Doğuş'a her şeyi anlatacağım." dedi tehditkar sesiyle. Kaşlarımı derince çattım. "Dur bi'! Sor bütün sorularına cevap vereceğim!" dedim sertçe.
Zafer kazanmış gibi sırıttı. "İlk sorumu zaten sormuştum diye hatırlıyorum." dedi düz bir sesle. "Bir karışıklık oldu. İsimlerle ilgili. Oda sen sandı. Bende durumu düzeltemeden sen durumu kabul ettin." dedim net bir sesle.
Pis bir şekilde güldü. "Durumu pek düzeltecek gibi durmuyordun neyse..." diye mırıldandı sessizce. Ardından ciddileşerek ellerini cebine soktu. "Peki. Geleceği görmüşsün diye varsayıyorum. Seni bu olaydan önce görseydim zaten yaklaşmaya çalışırdım." dedi çapkın sesiyle.
Kaşlarım anında çatıldı. "Ne saçmalıyorsun?" diye sordum sert bir sesle. Pek hoş olmayacak şekilde gülümsedi. "Bana kantinde bir kahve ısmarlarsan olayı kapatırız. Ama öyle somurtmak falan yok. Date gibi bir şey istiyorum öyle düşün." dedi rahat bir tavırla.
Gözlerimi irice açıldı. "Saçmalama! Başlatma şimdi datene! Ne datesi?" dedim sinirle. Sırıtarak yanağımdan makas aldı. Bunu hangi cüretle yapmıştı onu sorgulayacak durumda değildim. "Seni yalancı çıkartmıyorum işte canım. Bu arada adın neydi?"
Makas aldığı eline sertçe vurdum. "Ateşte yakarım o dilini, Ateş Bey! Date falan yok." dedim panikle. Gözlerini devirdi. "Okey. Doğuş öğrenir o zaman."
Şaşkınlıkla adama baktım. "Manyak mısın? Yoksa yoklukta falan mısın? Git başka kız bul hastanenizde bir sürü kız var bir ben mi kaldım?" diye sordum. Omuz silkti. "Hadi ama. Zaten eğer beni tanıdığında sevmezsen bir daha tek konuşmamız bile geçmez." dedi rahat sesle.
Kaşlarımı çatarak ona baktım. "On dakika oturum. Eğer sıkıcı gelirsen kalkar giderim." Ellerini teslim olur gibi kaldırdı. "Okey başkan. Nasıl istersen." dedi rahat tavrıyla. "Ama adını hala söylemedin..."
Ona bir bakış atıp sinirle yanından geçerek ilaç odasından çıktım. Hızlı adımlarla arkama bakmadan koridorda ilerlemeye başladım. Birde bu çıkmıştı başıma şimdi.
Başımın bir anda dönmeye başlamasıyla yavaşladım. Yine başlıyordu baş dönmelerim. Bir elimi hastanenin duvarına destek almak ister gibi yasladım. Gözlerim baş dönmenin gücüyle kısıldı. Öylece durarak baş dönmemin geçmesini bekledim.
Hastalığın çıkardığı sorunlar gün geçtikçe artıyordu. Baş dönmelerim ve baş ağrılarım yeterince artmıştı. Sanki beynimin içinde bir inşaat yapıyorlar gibi hissettiriyordu ve bu çok kötüydü.
Baş dönmelerimin hafiflemesiyle elimi yavaşça dikkatli bir şekilde duvardan çektim. Yavaş ve yorgun adımlarla koridorda ilerlemeye devam etmeye çalıştım.
Koridorun sonundaki yemekhaneye ilerlerken önümden ilerleyen doktor önlüklü adam tanıdık gelmişti. "Şşş!" diye seslendim. Omzu üstünden bana bakmasıyla onu tanımıştım. Bayar'dı bu.
Beni görmesiyle yüzünde bir sırıtış oluştu. "Aa! Yenge?" hala mı? "Aa! Bayar!" diye cevap verdim onun gibi. Yanına yetişmem için yavaşlayınca bende hızlanarak yanına yetiştim. "Sen geliyor musun böyle hep?" diye sordu. "Her gün geliyorum sayılır." dedim sırıtarak.
Yemekhaneye girmek üzereyken omzu üzerinden bana baktı. "Sende mi yemekhaneye?" diye sordu. Başımı onaylarcasına salladım. "Hastalar ya da ziyaretçilere özel bir yer değil a..." devam edecekti ki göz ucuyla ona attığım bakışla sustu. "Tabi ki sende gel." diye düzeltti.
Aldığım cevapla gülümseyerek önüme döndüm. Kapıyı açmasıyla ikimizde yemekhaneye girdik. Manzaraya bak. Sarışın, kumral, esmer ne ararsan var.
"Yenge herkese yiyecek gibi bakmasan mı? Ayıp oluyor, hani yengemsin ya..." dedi. Gözlerimi büyüterek ona baktım. "Ben senin yengen falan değilim! Bayar, baydı senin bu yengelerin!" dedim sitemle fısıldayarak.
Sırıttı. "Tamam yenge. Yengemizin sözünden çıkmayız evelallah." dedi göz kırparak. Elimi vuracak gibi kaldırdım. "Bayar! Ağzını yüzünü dağıtacağım şimdi ha!" dedim sinirle. Benim elimi kaldırmamla Bayar'da geri çekilmişti.
Omzuma birinin çarpmasıyla başımı Bayar'dan çekip omzuma çarpan kişiye çevirdim. Gümüş'tü. Ciddi ve farklı bir duygunun olduğu bakışları beni değil direkt Bayar'ı buluyordu. Yanımdaki Bayar'ın da ciddileştiğini hissetmiştim. Bir anda ortama bir ciddiyet yüklenmiş gibiydi.
Bakışlarım Gümüş'teydi. Kaşları derince çatılmıştı. Gözlerinde çok garip bir duygu vardı. Anlatılmazdı, fakat büyük bir duygu fırtınasıydı. Ela gözlerini dikmiş, Bayar'a bakıyordu. Şu an o bakış bana olsaydı koş koşa gider ilaç dolabına saklanırdım herhalde. Fakat bu bakış ani bir bakıştı. Kontrolsüz bir bakıştı.
Bakışlarım Bayar'a kaydı. Bütün ciddiyetiyle Gümüş'e baktığını gördüm. Aynı o fırtınalı bakış onda da vardı. Anlamsızca ve sessizce ikisini izliyordum. Gümüş'ün ifadesindeki kontrolsüz öfke geçerken yavaşça yutkundu. "Bayar Akbaş..." diye mırıldanınca Bayar'da ona karşılık, "Gümüş Deren..." diye mırıldanmıştı.
İkisi de zaten karşılaşacaklarını biliyor fakat buna henüz hazır değil gibi görünüyorlardı. En son Gümüş bu bakışmaya son vermek için Bayar'ın yanından geçip gitmek için bir hamle yaptı. Tam bu sırada Bayar'ın, "Ayıptır. Bir hoş geldin yok mu?" demesiyle duraksadı. Bence ben buradan uzaklaşmalıydım.
Gümüş ona tamamen dönmeden omzu üstünden ona baktı. Artık her şey daha netti. İkisi de birbirine nefretle bakıyordu. Her an birbirlerine saldıracaklar gibi duran bu ikilinin hikayesini merak etmiştim doğrusu.
Yemekhanedeki insanların çoğunun bakışları merakla burayı izliyordu. Gümüş yüzüne sahte bir ifade kondurmam bile gereği duymadan, "Hiç gelmeseydin de olurdu." dedi ve başını önüne çevirip, hızlı adımlarla yemekhanenin çıkışına ilerledi.
Bayar hala arkasından bakıyordu. Bir anda, ne ara geldiğini bilmediğim Esma'nın yanımda belirmesiyle irkildim. Büyük bir merakla Bayar'ı izliyordu. "Acaba çok kavga ederler mi?" diye mırıldanmasıyla kaşlarımı kaldırdım. "Kimler?" diye sordum.
Esma deminki olayın etkisinden çıkarak başını bana çevirdi. "Aa! Sen ne zaman geldin ya?" diye sordu şaşkınlıkla. "Bende o soruyu bir anda yanımda beliren sana soracaktım ama neyse..." diye mırıldandım.
"Bu yemekhanede ne işin var? İlk katta zaten hastalar ve ziyaretçiler için olan bir kantin var." dedi ifadesiz sesiyle. Kaşlarımı çattım. "Oldu birde kovun. Doğuş çayınız onu da yapmıştı gerçi." dedim umursamazca.
Esma koluma girdi. "Tamam ya, ne hemen sinirleniyorsun?" dedim neşeli çıkarmaya çalıştığı sesiyle. Bayar yanımızdan geçerek geçen oturduğum büyük ve çok kişili masanın boş bir sandalyesine kuruldu.
"Esma daha deminki olay ne? Sen biliyorsundur." diye sordum büyük bir merakla. Bir anda sırtımın çarptığı bedenle irkilerek arkamı döndüm. "Hayır Manolya'cığım. Burada biri için 'Sen kesin biliyorsundur.' denilecekse bana denir." dedi masum yüz.
Kaşlarımı çattım. "Ne sinsi sinsi geliyorsun?" diye sordum sitemle. Sinsice sırıttı. Esma tahammülsüz bir nefes verince Ufuk göz ucuyla ona baktı. "Tamam kız! Olayları anlatıp gideceğim. Aynı kendini hastanenin en iyi doktoru sanan, burnu havada doktoru gibi buda." diye çemkirdi.
Esma tahammülsüzce Ufuk'a baktı. "Tamam Ufuk hocam ne anlatacaksınız anlatır mısınız?" dedi umursamaz bir sesle. Ufuk kolumdan tutarak beni bir masaya yönelttiğinde zaten koluma girmiş olan Esma'da peşimden gelmek zorunda kalmıştı.
Masanın bir sandalyesine kurulduğunda bende üç kişilik masanın bir sandalyesine kuruldum. Esma'da hemen çaprazımdaki sandalyeye oturdu.
Ufuk ellerini masada birleştirerek bana yaklaştı. "Bayar Amerika'dan dün geldi." diye söze girdi. Kaşlarımı kaldırdım. "Öyle mi ya? Ben bugün sanmıştım ya." dedim alayla. Gözlerini devirdi. "Olayı anlatmak için oradan başladım yoksa senin de dün orada olduğun biliyorum akıllı."
Bana fırsat vermeden tekrar konuştu. "Neyse bunlar Gümüş'le önceden sevgiliydi. Dört yıl yıl boyunca sevgili kaldılar bir yıl önce de ayrıldılar." diye özetledi. Ben bu hikayeyi önceden de duymuştum sanki.
Gözlerimi büyüterek Esma'ya döndüm. "Ne? Gümüş'ü aldatan Bayar mı yani? O yüzden mi kız o kadar dertlendi?" diye sordum şaşkınlıkla. "Yani hem evet, hem ha-" Ufuk, Esma'nın sözünü kesti. "Evet evet. Aldattı ama ne aldatmak. Kızı bir sürü kişiyle aldattı. Üstüne birde onu umursamadan Amerika'ya gitti. Şimdi de geldi ondan daha iyi bir doktor olup onu geçmek istiyor." dedi açık bir şekilde.
Gözlerim büyüdü. "Ciddi misin? Hiçte öyle bir tip yoktu ama!" dedim şaşkınlıktan dolayı yüksek bir sesle. Etraftaki birkaç bakışı üzerimde hissettim. "Düşün bir de kız ne kadar üzüldü. İmajı zedelendi, psikolojisi altüst oldu!" dedi gaz verir gibi bir sesle.
"Ne saçmalıyorsun?" dediğini duydum Esma'nın. "Ya yazık değil midir o kadına? Birde 'Hoş geldin yok mu?' diyor utanmadan!" dedim sinirle. "Hem de ne şerefsiz. O kız kaç gece burada ağladı. O ağlarken o ise onu umursamadan aldatmaya devam etti." dedi inandırıcı olmayan sesiyle.
Ufuk dayanamayıp sırıttığında Esma konuşmak için ağzını aralayaraktı ki ona fırsat vermeden oturduğum sandalyeden yavaşça kalktım. "Ben kalkayım hastanede turlayayım biraz." diye mırıldandım." dedim saçımı geriye atarak.
Ufuk tam kalkacakken aceleci bir ifadeyle bileğimi tuttu. Kaşlarım çatılırken anlamsızca ona baktım. "Ne var?" Bakışlarıyla onların masasını işaret etti. "Ben buraya gelirken de, seninle ilgili konuştuklarını duydum. Ha bire buraya giriyorsun ya." dedi hemen.
Bileğimi ondan kurtarıp önüme döndüm. Esma'nın adımlarını arkamda hissediyordum Onun dediğini umursamadan çıkışa ilerleyecektim ki bakışlarım doktorların masasına kaydı. Yüksek sesle konuşulan konu dikkatimi çekti. "Çok da aptal! İşi gücü yok harbiden!" Bayar'ın sözleriyle kaşlarım çatıldı. Hepsi de gülüşüyordu.
Benim hakkımda konuştuklarını beynimde onayarak hızlı adımlarla büyük masanın yanında ilerleyip bakışlarımı Bayar'a çektim. Bayar bakışlarımın hiç iyi olmadığını görünce kaşlarını çattı. "Bayar?"
Masada Fatih, Arat, Döndü, Ağan, Ateş ve adını bilmediğim birkaç insan daha vardı. Hepsinin bakışları ok gibi üzerime çekilmişti. "Ne oldu?" diye sordu merakla.
"Sen nasıl bir karaktersizsin? Yani bana laf ediyorsun ama önce kendine bakmasını bilmiyorsun. Evet belki aptalım ama en azından kimseyi aldatacak kadar karaktersiz değilim. Seni çok tanımasam da asla böyle yapacağını düşünmezdim." dedim sakin öfkemle. Fazla mı gaza gelmiştim?
Bayar hızla oturduğu sandalyede dikleşti. Kaşlarını çatarak şaşkınlıkla bana baktı. "Bir dakika. Ne oluyor?" dediğini duydum Arat'ın. "Aldatmak falan ne diyorsun yenge? Ben kimseyi aldatmadım. Ayrıca sana aptal demedim k. Demin ki sözümden bahsediyorsan ben onu Arat'a dedim, bak valla!" dedi dürüst çıkan sesiyle.
Kaşlarım düzelirken aptal demediğine inandım fakat aklım aldatma konusundaydı. "Dört yıllık sevgilini bir sürü kızla aldatmadın mı yani?" dedim bir an gaza gelip kalın çıkan sesimle. Fatih, "Hiçbir şey anlamadım." diye mırıldandı.
Bayar şaşkınlıkla bana bakmaya devam etti. "Ne bir sürü kızı? Ben seversem adam gibi severim Manolya. Kız falan yok!" dedi. Sesindeki o şaşkınlık ve anlamsızlık, beni onun dürüst olduğunu düşündürmeye itecek seviyedeydi.
"Nasıl yok?" dedim anlamsız bir sesle. Kaşlarını mümkünmüş gibi daha da çattı. "Sana bunları kim söyledi? Yok öyle bir şey." dedi öfkelenen sesiyle. Göz ucuyla Ufuk'a baktığımda onun zaten bana bakıyor olduğunu gördüm. "Cidden kim dedi sana böyle bir şey? Sanki bilerek Bayar'a kasıtlı olarak anlatmış gibi." demesiyle Esma'yla aynı anda gözlerimiz büyüdü.
Elimle onu işaret ettim. "Sen söyledin?" dedim şaşkınlıkla. Kaşlarını alaycı bir ifadeyle kaldırdı. "Ben mi? Delirmiş olmalısın. Bence Doğuş hastalığını araştırırken halüsinasyon etkisini de eklemeli." dedi alay eden sesiyle.
Esma da araya girdi. "Evet ya! Ufuk hoca dedi hepsini." dedi şaşkınlıkla. Ufuk yüzünü buruşturdu. "Sen zaten bana çamur atmaya fırsat arayan prenses Isabella'nın tekisin."
Ufuk'u boş vererek geri Bayar'a döndüm. Suçlu bir çocuk gülümsemesini ona sundum. "Kusura bakma. Özür dilerim yengesinin paş- pardon Bayar'cığım." dememle güldü. "Sıkıntı yok, yenge. Oyuna getirenler utansın." dedi anında sıcaklaşan sesiyle.
Başımı sallayarak gülümsedim. Bayar'la aramızda geçen bakışmadan sonra hızla dönüp Ufuk'un karşısına dikildim. Yanımda Esma durmuşken başımı kaldırıp Ufuk'a baktım. "Neden böyle bir şey yaptın? Eline ne geçti ki?" diye sordum ciddiyetle.
Ufuk ellerini cebine koyarak omuzlarını indirip kaldırdı. "Benim bu tür yaptığım şeyler hakkında 'Neden yaptın?' gibi cümleler kurmak saçma oluyor bence. Canım istedi ve yaptım, Doğuş'un hastası." dedi umursamazca gülümserken.
Sinire dönen bakışımla ona bakmayı sürdürürken tekrar konuştu. "Hem fazla abartma ya...eğlendik işte." diye ekledi. Kaşlarımı derince çattım. "Aşırı eğlenceli bir insanımdır ama burada senden başka kimse eğlenmedi." dedim sitemle. Bundan gayet memnun gibi gülümsedi. "İşte bunu daha çok seviyorum. Eğlencem budur zaten." dedi kısık bir sesle.
Onu sinirlendirmek için onun gibi sinsice gülümsedim. "Doğuş doktor seni rakibi bile görmemekte çok haklı. Senin gibi bir doktorum olduğunu düşünemiyorum. Hastalarınla da böyle şakalar yapıp, "Canım istedi ve yaptım" diyor musun bari? " Ve ciddileşti.
"Ne saçmalıyorsun Doğuş'un hastası?" diye sordu. Anlaşılan her şeyine laf söylesen böyle gülerdi fakat işine veya Doğuş'tan bahsedersen böyle ciddileşirdi. Başımı kaldırıp onu, "Doğuş doktorun hastası, Manolya Dinçer." diye düzelttim.
Düzeltmemi umursamamıştı bile. Bende bunu umursamayarak konuşama devam ettim. "Yoksa sana laf etmem sinirini mi bozdu? Bir ona bak bir sana. O gerçekten hastanenin en iyi doktoru...sense onu kıskanan bir doktorsun. Eminim bunu herkes fark etmiştir. Hastalar bile ve bunu bir hasta olarak söylüyorum." dedim ciddiyetle.
Kaşları derince çatıldı. "İleri gitme Doğuş'un hastası!" dedi yükselen sesiyle. Alayla yüzüme onunkine benzer bir sırıtış kondurdum. "Fazla abartma ya. Eğlendik işte." dedim onun gibi.
Ufuk başını kaldırıp etraftaki Arat'ların olduğu masadaki doktorlara baktı. "Bu hastanın bu yemekhanede ne işi var? Yol geçen hanı mı burası?" diye sordu öfkeyle. Masadaki doktorlar ne diyeceğini bilemez gibi birbirlerine baktılar.
Ufuk, başını bana indirdi. "Burada ne işin var? Çık git şu yemekhaneden. Hastaların kantini zemin kat." dedi sertçe. Ona boş boş bakmayı sürdürdüm. Başını Esma'ya çevirdi. "Göster şu hastaya gitmesi gereken kantini." dedi sert sesiyle.
Arat ve Fatih'in sandalyelerinden kalktıklarını gördüm. Beni sürükleye sürükleye çıkaracaklar mıydı? "Saçmalamasan mı Ufuk? İki gündür geliyor buraya kimsenin rahatsız olduğu yok." dedi Arat bana destek çıkarak.
Ufuk ellerini beline koydu. "Ben şuan rahatsız oluyorum." dedi gıcık tonlamayla. Esma hızla lafa atladı. "Sizi ilgilendiren bir durum yok hocam." dedi sesindeki ince öfkeyi gizleyemeden. Ufuk Esma'nın sözleriyle ona döndü. "Var! Bende bu hastanenin bir doktoruyum ve senin üstün olarak sana Manolya'yı aşağıya indirmeni söylüyorum." dedi net bir sesle.
"Bende senin üstün olarak hastaya kibar davranmanı söylüyorum Ufuk!" dedi buraya doğru yürüyen karizma. Bakışlar ona çevrildi. Ufuk'un bakışları anında değişti. Kenan baş hekim yanımıza doğru geldiğinde durdu. Başını diğer doktorlara çevirdi. "Sizde uyarmak yerine bir güzel izleyin." dedi sitem etti sakince.
Başını tekrar Ufuk'a çevirdi. "Ufuk, eğer bundan rahatsız olsaydım Manolya Hanım buraya önce geldiği zaman zaten söylerdim." dedi net bir sesle. Ufuğun sesi kesilmişti. O an anladım onu. Sadece Kenan baş hekime karşı duramıyordu haliyle.
"Bir daha hastalarla böyle konuştuğunu duymak istemiyorum Ufuk." dedi adeta emir verir gibi çıkan sesiyle. Bir anda kediye dönen Ufuk'un gözlerinin içine öyle bir bakış attım ki. Şuan içinde kudurduğuna emindim.
Ufuk'a doğru bir adım attım. "Sence hangi masaya geçsem? Hangi masanın manzarası daha iyidir Yaşam hastanesinin doktoru?" diye fısıldadım alayla. Bana öyle bir bakış atmıştı ki ölsem o bakışını unutmazdım.
Saçımı savurarak dönüp büyük masanın boş bir sandalyesine oturdum. Esma yine yanımda bayrak gibi dikilmeye başlamıştı. Kenan Başhekim öksürdü. "Esma sen niye ayaktasın?" Esma kendine gelir gibi baş hekime döndü. "Öylesine." dedi ne diyeceğini bilemez bir ifadeyle.
Elimle yanımdaki boş sandalyeyi işaret etmemle itiraz etmeden sandalyeyi çekip oturdu. Kenan baş hekim bana doğru döndü. "Doğuş bugün yok ama bir sorun falan mı var?" Başımı iki yana salladım. "Yo, sorun yok. Öylesine geldim." dedim. Doktorların anlamsız bakışları yine bendeydi.
"Ya burada takılmayı seviyorum ondan. Sizi de seviyorum be!" dedim neşeyle. Yanımdaki Bayar ağzındaki yemekle dolu dolu konuştu. "Bizi mi seviyorsun, Doğuş'u mu?" diye sordu.
Ciddiyetle ona baktım. Beklemediği bir şekilde, "Ne alaka?!" diye bağırmamla yemeğini yerken irkilip bana baktı. "Tamam yenge ne bağırıyorsun kulağımın dibinde?" dedi lokmasını yutarken.
Önüme dönüp bakışlarımı diğer yakışıklı doktorların üstünde gezdirirken konuştum. "Hem ben zaten özellikle bugün Doğuş çay yok diye geldim." dedim.
Fatih güldü. "O evden çıktı mı bari? Hastane ya da evden başka bir yere gitmediği için beyefendi." dedi. Arat gülerek başını Fatih'e çevirdi. "E teyzesine gidiyor ya kardeşim." dedi gülerek. Fatih bu dediğiyle daha çok güldü.
Bunlarda ne kadar düşüncelilermiş. Kaç kere bu yemekhaneye geldim hiçbirinde de Aç mısın? Sana da tabak yapalım mı?" diye sormadılar.
"Valla ben en son gördüğümde uyanıktı. Hiç uyumadı gece. Yorgunsa, uykusu varsa uyumuştur muhtemelen." Herkesin ağzındaki lokmalarını çiğnemeyi bırakarak bana baktıklarını hissettim. Ve gerçekten herkes lokmasını çiğnemeyi bırakmış şokla bana bakıyorlardı. Esma bile yani.
"Niye baktınız be?" diye sordum yanlış bir şey mi dedim diye düşünürken. Arat öksürmeye başlayınca birkaç kişide geri lokmasını çiğnedi. Esma hala aynı şekilde bana bakıyordu.
Fatih gülüşünü eliyle kapattı. Bayar ağzındaki lokmayla konuştu. "Yenge çok yanlış anlattın." dedi şokla.
Döndü kaşlarını kaldırdı. "Niye yorgun yada uykusuz ki?" diye sordu duymayı beklediği bir cevap var gibi. Bakışlarımı Döndü'ye çevirdim. "Çalıştı çünkü! Adam sabaha kadar çalıştı! Sizin gibi akşam oturup pes atmıyor!" Arat gülerek başını salladı. "Doğuş'ta evde çalışıyor. Bayağı hırslı hazırlanıyor." dedi Ali Rıza bey gibi.
"Yazık adamın arkasından nasıl konuşuyorsunuz!" dedim sitemle. Bayar bir türlü bitmeyen lokmasıyla tekrar konuştu. "Yenge onlar öyle hep." dedi. Elimin tersini sinirle Bayar'a doğru yaklaştırdım. "Sende yenge deyip durma elimin tersindesin bak!" dedim sinirle. Bayar irkilerek geri çekildi.
Fatih bana döndü. "Sen niye bir anda adamın meleği kesildin?" diye sordu. Omuz silktim. "Bana ne ondan ya? Dedikodu sevmeyen bir insanım zaten." Dememle birkaç şaşkın bakışı üzerimde hissettim. Esma, "Sen mi?" diye fısıldadı inanmayan sesiyle.
Esma'yı takmayarak, "Sonuçta komşum yani!" dedim sitemle. Bayar şaşkınlıkla bana döndü. "Siz komşu muydunuz?" diye sordu. Arat güldü. "Günaydın Bayar'cığım." dedi.
"Kes lan." dedi Arat'a bakmadan. "Evet maalesef kendisi benim alt katımda oturmakta." dedim. Bayar başını salladı. "Yenge o zaman sende gelsene."
Kaşlarımı kaldırdım. "Ben mi?" diye sordum kendimi göstererek. Başını salladı. "Olur. Nereye?" diye sordum heyecanla. Pilavından bir kaşık daha ağzına atarken konuştu. "Yarın akşam Doğuş'lara." dedi rahatça.
Yüzümdeki ifade soldu. "Doğuş doktor mu? Beni evine alır mı ki? Hem sizi nasıl kabul etti? Dün pek bir kararlıydı sanki?" diye sordum merakla. Arat sırıttı. "Haberi yok ki. Bizi kapıda görünce mecbur gelecek." dedi kesin bir sesle.
"Bunun iyi bir plan olduğundan emin misiniz?" diye sordum. Arat, Fatih, Döndü, Bayar başlarını salladılar. Esma hızla araya girdi. "Bende gelecek miyim?" diye sordu heyecanla.
Arat cıkladı. "Sen gelme Esma." dedi muzip bir sesle. Fatih hızla araya girdi. "Gelsin işte. Esma sende gelirsin." dedi ciddiyetle. Esma sırıttı. Esma sırıtınca Fatih'te tebessüm etti. Elektrikten çarpılmasak iyidir.
Kolumla Esma'nın omzunu dürttüm. "Ağzına düş birde. O demeseydi ben gelsin diyecektim. Bana da mı öyle bakacaktın?" diye sordum. Esma sırıtarak omuz silkip önüne döndü.
Tabağı ekmeğiyle iyice sıyıran Bayar'a döndüm. "Bayar gel beni de ye. Yemediğin bir ben kaldım, ama sen bir baymadın yemekten." dedim sitemle. Bayar masumca bana baktı. Şu bakış yüzünde yarım saniye vicdan azabı çektim.
"Yenge sünnettir de ondan tertemiz yapayım dedim." dedi. Hafifçe güldüm. "Git o zaman tabağı da yıka bari. Tam tertemiz edersin." dedim muzip bir sesle.
Fatih, Kenan Başhekime döndü. "Siz bugün bizimle gelecek misiniz?" diye sordu. Kenan Başhekim hafifçe gülümsedi. "Sizin gibi istenmediğim bir yere zorla girme alışkanlığım yok." Arat, baş hekime döndü. "Hocam siz istenirsiniz ama. Siz eğer bizimle gelmek istediğinizi ona söyleseydiniz o kabul ederdi ama siz öyle demeyince Doğuş bizi almıyor evine." dedi sıkıntılı bir sesle.
"Doğuş çay nasıl sizi kovuyor ya? Kibar birisi halbuki..." diye mırıldanmamla bakışlar bana döndü. Fatih hafifçe güldü. "Başlarda öyleydi zaten. Defalarca kibarca bizi evinden çıkarmayı denedi. Fakat tanıyınca artık uğraşmamaya ve direkt polis çağırması gerektiğini düşündü. Şimdi de kibarca polis çağırarak kovuyor."
Ben küçük bir kahkaha patlatırken Arat da güldü. "Adam manyak ya...bir gün bile doğru düzgün evine almıyor ya!" Fatih, göz ucuyla Arat'a baktı. "En son gittiğinizde adamın evini altüst ettiğiniz için olabilir mi? Üstüne birde Ufuk sırf gıcıklık olsun diye dansöz çağırıp hepsini de Doğuş'a ayarlamaya çalışmıştı. Adam en son tacizden şikayette bulunacaktı." dedi gülmemek için kendini tutarken.
Buna büyük bir kahkaha attım. Kahkahalarımın arasından, "Ne?" diye mırıldandım. Esma'da yanımda kıkır kıkır gülüyordu. Fakat Başhekiminden de çekiniyordu aynı zamanda. "Bence adam haklı evine almamakta." dedi Ağan, ortama buz gibi düşen sesiyle.
Fatih başını salladı. "Kesinlikle haklı." dedi. Arat, Banane banane der gibi omuzlarını hızlıca birkaç kere indirip kaldırdı.
Gülüşüm dinmişken bakışlarımla onları inceledim. Sırtımı yavaşça sandalyeme yasladım. "İnsan bir çay falan ısmarlar. Hepiniz geçmişsiniz karşıma yemek yiyorsunuz." diye mırıldandım duymayacaklarını düşünerek. Her zamanki gibi tam tersi oldu ve masadaki birkaç kişi bana baktı.
"Çay söyleyelim mi?" diye sordu Kenan Başhekim. "Yok ya! Şakasına demiştim ben onu." dedim sırıtmaya çalışarak. Arat sırıtarak konuşmaya başladı. "Biz, sen çaya doymuşsundur diye söylemeyelim dedik ama." dedi imayla.
Kaşlarımı çattım. "Çayı bırakıyorum artık." dedim ve sandalyemden kalktım. Esma hemen bana döndü. "Nereye?" diye fısıldadı. "Gidiyorum." Saçlarımı savurarak ilerleyecektim ki önümdeki sandalyenin ayağına çarparak yere doğru sendeledim. Ve bütün havam söndü. Masadan gülüş sesleri kulağıma geldi. Utanmamalıydım...
"İyi misin?" diye sordu Esma kendini gülmemek için sıkarken. Dikleşerek göz ucuyla Esma'ya baktım. "Gül Esma gül! Tutma kendini!" dedim sitemle. Esma'nın ifadesi soldu.
Ağzında bir şeyler geveledi ama ne gevelediğini duyamamıştım. Tekrar saçımı savurarak yemekhanenin çıkışına ilerledim. Peşimden hızlı adımlarla Esma'nın geldiğini duyuyordum.
Yemekhanenin kapılarından çıktım. Esma koşarak bana yetişip yanımda durdu. "Trip atma bana!" dedi omzunu omzuma vurarak. Omuz silktim. "Hadi ama! Herkes güldü." dedi adeta yalvaran, ayaklarıma kapanmaya, uğruma ölmeye hazır sesiyle.
"İyi hadi affettim. Ama bir daha gülme!" dedim göz ucuyla ona bakıp sırıtırken. Kollarını boynuma sararak bana yaklaştı. "Hemen sırnaşma kız!" dedim kollarından kurtulmaya çalışarak
"Hastaneminiz en iyi hastasının!" dedi neşeyle. Göz ucuyla ona Ciddi misin? der gibi baktım. "Sadece hastanız mıyım?" diye sormama güldü. "Hayır! Arkadaşımızsın da!" Gülümsedim. "Aferin. Eğer evet deseydin ömürlük trip atardım." dedim.
"Biz ne ara bu kadar yakın olduk?" diye sordu Esma. Bakışlarımı tavana kaldırıp iki üç saniye sonra geri indirdim. "Esma sadece hastanız mıyım dedim falan ama yanlış anlama ha! Dostça bir soru sormuştum." dedim şüpheli sesimle.
Şiddetle gülerek koluma vurdu. "Salak! Doğru anladım zaten." dedi gülmelerinin arasından. Bende kafasına vurdum. "Salak deme bana, salak!"
🌺
Bakışlarımı hastanenin ayna kadar temiz zemininden çekip elimdeki sıcak kahveye çektim. Çayı tercih ederdim ama artık kahveyle idare edecektik.
Esma kendi kahvesinden bir yudum alarak bakışlarını bana çevirdi. "Patates yiyor musun artık?" diye sordu. Dudaklarımı bükerek hüzünle ona baktım. "Hayır ama bu çok zor. Mahalleden bağıra bağıra patatesçiler geçerken patates almamak için kendimi zor tutuyorum." dedim dertli bir sesle.
Esma gülünce tek kaşımı kaldırdım. "Komik değil Esma. Hüzün bir anımı anlatıyorum sana burada." dedim ters bir sesle. Daha çok güldü. Başımı Ben kime diyorum ki? der gibi sallayarak önüme çevirdim.
Koridorda hızlı adımlarla ilerleyen Cemile bizi görmesiyle durdu. Elini kaldırıp Esma'ya işaretler yaparak kendini fark ettirdi. Esma kaşlarını çattı. "Esma! Yüz beş numaralı odaya gitmen lazım! Çabuk aşırı acil!" dedi yüksek bir sesle. Ardından koşarak geldiği yere doğru koşmaya başladı.
Esma başını sallayarak hızlı adımlarla odaya ilerlemeye başladığında anlamsızca ona baktım. "Kız hasta ölüyor koşsana! Ben mi gidip kurtarayım?" diye söylendim.
Elindeki kahveyi hızlıca köşedeki su sebilinin üstüne bırakıp koşmaya başladı. Bende anlamsızca etrafa bakarken elimdeki kahveyi yanımdan geçen adamın eline tutuşturdum. "İğrenmezsen içersin abi." dedim ve bende koşmaya başladım.
Merdivenlerden koşarak inen Esma'yı takip ediyordum. Hızlıca merdivenleri iniyor tek tek katları geçiyorduk. Dördü, Üçü ve sonunda ikiye gelmiştik. Hızlıca koridorda koşmaya başladık. Esma benden önde koşuyordu.
105 numaralı oda göründüğünde zafer edası oluştu. Daha hızlı koşmaya başlayan Esma'yla beraber bende daha hızlı koşmaya başladım. Sanarsın hastayı ben kurtaracağım.
Esma koşarak hızlıca kapıyı açıp içeri girdi. Bende peşinden giriyordum ki ayağım neden orada olduğuna zerre fikrim olmadığı kapının önündeki ipe takıldım. Tam yere düşüyordum ki bir kol beni hızlıca kaldırarak kendisine yapıştırdı.
Alkış sesleri, gülüş sesleri geliyordu. Şu iki saniye hiçbir şeyi algılayamadan başımı kaldırıp beni tutan kişiye baktım. Doğuş Doktorum.
İfadesizce bana bakıyordu. Bir eli belimde sabitlenmiş, beni tutuyordu. Gözümü kapatan saçlarımı elimle kulağımın arkasına koydum. Bakışlarını benden çekmiyordu.
Bir konfeti patlama sesi duymamla irkilerek başımı patlatılan yere çevirdim. Esma iki elini birleştirmiş gülüyor mu, yoksa ağlıyor mu belli olmayan ifadesiyle karşısında elinde doğuş doktorun kafasının olduğu bir pastayı tutan doktor önlüklü kızıl kafa Fatih'e bakıyordu.
Anlamsızca olanlara baktım. Bakışlarım kahverengi saçlarının uzunluğu kulağına kadar gelen yüzünde Esma'nın yüzü olan, ama maskeyle beraber öcü gibi bir görüntüsü olan Arat'a kaydı. Elinde Esma'nın kafasının basılı olduğu iki balonu tutuyordu. O balonlar Esma'dan çok başka bir şeye benziyordu ama.
Etraf, duvarlar renkli parti süsleriyle süslenmişti. "İyi ki doğdun Esma!" dedi Fatih neşeyle. Esma şaşkınlıkla bakışlarını Fatih'ten çekip tek tek diğerlerinde gezdirdi. Bir sürü doktor ve hemşire buradaydı, adını bildiğim, bilmediğim.
"Çok teşekkür ederim! Sanırım ağlayacağım!" dedi neşeyle sırıtırken. Arat eliyle pastayı gösterdi. "Eğer tek göz yaşı atarsan bende o pastayı suratına atarım!" dedi sitemle. Bayar kaşlarını kaldırdı. "Onu zaten yapmayacak mıydık?" diye sordu. Arat dirseğini kaldırıp ona doğru tuttu. "Sus şimdi yiyeceksin dirseği!" dedi sitemle.
"Ya size inanmıyorum!" dedi Esma neşeyle. "Sende şu klasik lafları geç ya." dedim sonunda olayı kavrayarak. Dengemin yerine geldiğini bu konuşmamla kanıtlamamla Doğuş doktorun eli belimden çekildi. Ve beni serbest bıraktı.
Fatih, pastayı Esma'ya yakınlaştırdı. "Üfle hadi Esma." Esma sırıttı. Kimse neden o pastanın Doğuş doktorun kafası olmasını sorgulamamıştı?
Esma tam üflemek için hazırlandığı an konuşmamla durdu. "O pasta ne öyle? Üflemesin kız rüyasına falan girer. Üstelik mumları da Doğuş doktorun gözlerine sokmuşsunuz."
Etrafta bir gülüşme oluştu. Döndü, bana döndü. "O pasta Bayar hocanın fikriydi. Esma'yı pek sevmediğimiz için ona kabus gibi bir doğum günü olması açısından hastanenin en robot ve en sıkıcı doktoru olan Doğuş Çekici'nin yüzünü yapmayı tavsiye etti." demesiyle Doğuş doktor dışında, bende dahil herkes güldü.
Esma eğilerek mumları teker teker üfleyince herkes alkışlamaya başladı. "Keşke doğmasaydın Esma!" dedi Döndü alkışlarken. Esma'nın suratı düştü. "Cidden mi Döndü?" Döndü güldü. "Yok kız! Şaka yaptım gül diye." dedi sırıtarak.
"Döndü olayları nasılda döndürüyor ama." dedim sırıtarak. Arat gülerek koluma vurdu. "Sende çok komik kızsın ha Manoşya!" Güldüm. "O ne be pavyon kadını gibi." dedim kaşlarımı çatarak.
Arat gülerek kolunu omzuna atarak beni kendisine doğru çekince otomatik olarak Doğuş doktorun yanından uzaklaşmıştım. Doğuş doktorun üzerimde duran gölge gibi bakışlarını hissediyordum.
Başımı Arat'a çevirdim. "Senin yüzünde niye maske var sadece?" Yüzünde ki Esma maskesini kafasının üstüne çıkardı. Derin bir nefes verdi. "Dedim bugün Esma'nın günü Esma olayım dedim. Bunu diğerlerine de teklif ettim. Kabul etmeyince tek ben taktım."
Gülmemle sırıttı. Kolunu omzumdan çekerek geri çekildi. "Bak kombinim nasıl?" diye sordu. Üzerindeki bebe mavisi gömleği altındaki siyah bol pantolonun altına koymuştu. Esma'nın geçen günkü kombinini kopyalamıştı resmen.
Kahkaha patlatarak elimi düzleştirilmiş gibi duran saçlarını tuttum. "Sen ondan saçlarını böyle düzleştirmişsin." dedim gülerek. Elimle tuttuğum tutam saçını alıp cilveli bir tavırla kulağının arkasına sıkıştırdı.
Ortadan bir el çırpışı geldi. "Herkes buraya bakabilir mi?" diye yüksek sesle seslendi Fatih. Gülmemi bastırmaya çalışarak başımı Fatih'e çevirdim. Pastayı ortaya koydukları masanın üzerine bırakmışlardı. "Önce pasta yiyelim. Sonra Esma'ya hediyelerini verelim."
Esma hızla araya girdi. "Hayır önce hediye!" dedi. "Kız ne yüzsüzsün bari gerek yokmuş gibi davran." diye fısıldadım Esma'ya doğru. Esma umursamazca omuz silkti.
Fatih arkasında bir yerden bir kutu çıkardı. Esma ellerini heyecanla ağzıma doğru yaklaştırarak birleştirdi. Fatih elinde ki küçük sayılan kutuyu Esma'ya uzattı. Esma büyük bir heyecanla kutuyu aldı.
Esma'ya doğru fısıldadım. "Esma ben açayım mı kız?" dedim. Kolumdan nazikçe çekildiğimi hissettim. Burnuma gelen ve yaklaşan çikolata kokusuyla kim olduğunu anlamıştım.
"Kızın doğuş günü ya, onun açması daha mantılı." dedi sessizce. Göz ucuyla ona baktım. Beni çekmişti ama bu kadar yakınında olduğumu bilmiyordum. Az daha yana kaysam sırtım göğsüne değecekti.
"Size ne ya?" diye sordum ters bir sesle. İfadesizce bana baktı. Onu takmadan önüme döndüm. Esma'nın kutuyu açmasıyla büyük bir şaşkınlık ifadesine oturdu. Ben, Arat, Döndü, Bayar, Ufuk, beşimiz uzanarak kutunun içindeki şeye bakmaya çalıştık.
Bizim daha fazla uzanmamıza gerek kalmadan Esma kutunun içindeki kart ve bilete benzeyen bir şeyi havaya kaldırdı. Şaşkınlıkla karta bakıyordu. Kaşlarım kalktı. "O ne ya? Otel bileti falan mı?" diye mırıldandım. Doğuş doktorun sıkıntılı nefesi enseme değip geçmesiyle kaskatı kesildim.
"Bak Esma eğer çek falansa bozdur da iki kız dünya turuna çıkalım." dedim heyecanla. Esma şaşkınlığını bitirip kollarını Fatih'in boynuna sardı. Fatih ne yapacağını bilemez gibi elleri havada kalmıştı. "Çok teşekkür ederim." dedi Esma sevinçle.
"Ney o kız bize de söyle!" dedi Arat heyecanın zıplayıp durduğu sesiyle. Fatih ellerini Esma'nın sırtına koydu ve gülümsedi. İmalı bir sırıtışla, "Yanıyorsun Fatih abi!" dememle Fatih'in bakışları anında bana çevrildi ve yine anında ifadesi soldu.
Arat'ın ve Bayar'ın kıkırdamasını duymuştum. Esma kollarını Fatih'in boynundan çekerek bize döndü. Elindeki bilet benzeri şeyi kaldırdı. "Benim en büyük hayalim uçak kullanmaktı-" Hızla sözünü kestim. "Uçak mı almış?! Fatih hemen onu bırakıp beni al!" Dedim şaşkınlıkla.
Dibimdeki Doğuş doktorun sert öksürüşleri dışında herkesin gülüşünü duymuştum. Esma gülerek başını iki yana salladı. "Bir bizim aramızda bir şey yok Manolya. İki bu bir uçuş simülasyonu. Hem de iki kişilik." dedi sırıtarak.
Başımı tabi tabi der gibi başka bir yöne çevirdiğimde Arat'ın da benimle aynı bakışı attığını görmemle kıkırdadım. Arkamdaki robotta öyle bot gibi takılıyordu. Bence onu kalabalık olsun diye çağırmışlardı.
"Şimdi o hediye iki kişilik uçuş simülasyonu mu?" diye sordu adını bilmediğim bir adam. Esma ve Fatih aynı anda onaylarcasına başını salladı. "Peki ikiniz mi gideceksiniz?" diye sordu başka adını bilmediğim bir kadın.
Esma dudağını bilmem dercesine büküp Fatih'e döndü. "Tek gidecek halim yok. Beraber gideriz değil mi?" diye sordu Esma. Fatih ne diyeceğini bilemez gibiydi. Sakın bana, alırken ikiniz için almadığını söyleme çünkü hayatta inanmam.
"Yani bir arkadaşınla falan gitmezsen, olur..." dedi çekinerek. "Ben gelirim Esma!" diye atıldı Döndü. "Bir dur. Adam beraber gitmek için almış belli ki!" diye cevap verdi, Arat ensesine bir şaplak vurarak.
Fatih'in bakışları beni buldu. "Manolya'yla falan git istersen." dedi. Bakışlar neden aniden bana çevrildi. Gözlerim büyüdü. "Saçmalamayın! Ben hayatta yapamam! Benim yükseklik korkum var balkondan bile bakamayan insanım ben! Valla simülasyon falan demem kalp krizi geçiririm başınıza iş çıkar!" dedim yüksek bir sesle.
Arat ve Bayar güldü. "Peki o zaman beraber gidelim." dedi Fatih. "Bu cevap için o kadar uğraşmana ne gerek vardı ki." diye mırıldandı Ağan.
Yanımdaki Ağan'ın koluna vurdum. "Haklısın Ağam!" dedim sırıtarak. Bana göz ucuyla ters bir bakış atıp önündeki insanları ciddiyetle izlemeye devam etti.
Üzerime karabasan gibi daha çok yaklaşan çikolata kokusunu hissettim. "Sizin yükseklik korkunuz mu var?" diye sordu. Omzum üstünden çikolata kokularının sahibi olan doktoruma döndüm.
"Biliyor musunuz, Lipton çaylar daha akıllı. Hiç oyununu oynadınız mı? Konuşur böyle, senin aklındaki şeyi bilmeye çalışır. İşte o sizden daha akıllı. En azından sizin gibi bir şeyi geç kavramıyor." dedim alayla.
Zerre oynamayan mimiğiyle bana baktı. "Neden şuan beni tersliyorsunuz?" diye sordu ifadesizce. Ne diyeceğimi bilemedim. "Sizi terslemek çok keyifli çünkü." dedim yüzümde oluşmaya başlayan anlamsız sırıtışla.
Bir şey demeden önüne döndü. O dönünde bende döndüm. Arat elinde büyük bir poşetle Esma'nın karşısındaydı. Esma gülerek poşeti elinden aldı. "Hocam bu ne?" diye sordu. Arat sırıttı. "Aç bakalım. Hayatına kalite katıyorum beybi." dedi muzip bir sesle.
Esma elindeki büyük poşetten ayrı bir jiletin içinde bir siyah bir elbise çıkardı. "Sana en büyük eksiğin olan güzel kıyafetler getirdim. Artık sende güzel giyineceksin." dedi sırıtarak. Esma somurtarak Arat'a baktı. "Hocam sadece o gün öyle giyinmiştim ne abarttınız ya."
Arat parmağını tehditkar bir şekilde kaldırdı. Sahte bir şekilde kaşlarını çattı. "Sus bakim! Hocaya ters cevap verilmez!" dedi. Esma gülerek elindeki siyah elbiseyi geri büyük poşete attı. Poşeti köşeye bıraktı.
Yan tarafımızdaki kapıdan içeriye Gümüş girdi. Onun girmesiyle bakışlarım istemsizce Bayar'a çevrildi. Tepkisiz bırakmaya çalıştığı bakışları Gümüş'teydi.
Gümüş köşeye geçip etrafı incelemeye başladı. Etrafı incelerken bakışlarının ona bakan Bayar'da durmasıyla kaşlarını çattı. Bayar onun bakmasıyla bakışlarını hızlıca kaçırdı.
Gümüş bakışlarını Esma'ya çevirdi. "İyi ki doğdun Esma." dedi ifadesiz sesiyle. Esma başını sallayarak karşılık verdi. "Teşekkürler." diye fısıldadı sessizce.
Bayar, bir omzundan asarak üzerine taktığı doğum günü kuşağı ve happy birthday yazan sarı tacıyla öne çıktı. Kollarını iki yana açarak Esma'nın karşısında durdu. "Ben sana zaten hediyeyim diye düşündüm. Bak bu hediye ta... Amerikalardan geldi." dedi büyüklenerek.
Esma gülmeye başladı. Etrafta gülüşmeler yükseldi. "O üzerindekileri sen değil Esma takacaktı Bayar." dedi Doğuş doktor ifadesizce. Bayar başını Doğuş doktora çevirdi. "Öyle mi ya? Yok bence sen yanlış biliyorsun. Ben benim takmam lazım diye biliyorum." dedi.
Esma kafasındaki tacı çekmeye çalışında Bayar geri çekildi. "Beş dakika daha takabilir miyim?" diye sordu yalvaran sesiyle. Arat hızlıca tacı başından çekerek kendi kafasına taktı. Bayar kaşlarını sertçe çatarak ona döndü. "Versene lan tacımı!"
Arat kaşlarını çattı. "Nereden senin tacın oluyor lan? Esma için alınmış!" dedi sinirle. Ardından kulağına kadar uzayan saçını geriye atmaya çalıştı ama kesinlikle benimki gibi geriye atılmadı hatta yerinden bile azıcık kıpırdamıştı saçı. "Hem benim saçım uzun ve gözüme geliyor." dedi.
"Sus, pick me!" dedi ve geri Esma'ya döndü. Üzerindeki kuşağı çıkararak Esma'ya taktı. "Bari bu üzerinde dursun." dedi ve yanağına hafifçe iki kere vurup sıktı. Esma kafasını geri çektiğinde geri adım atarak eski yerine geçti.
Doğuş doktorun önce çıkmasıyla kaşlarım kalktı. Oda mı hediye verecekti? Elindeki hediye poşetsiz deri kahverengi katlamalı büyük kutuyla Esma'nın önünde durdu. Esma Doğuş hocasını karşısında gördüğüne pek şaşırmış gibi değildi. Gözleri merakla elindeki kutuyu inceliyordu.
Elindeki kutuyu Esma'ya uzattı. "Çizime ilgin olduğunu fark etmiştim. Artık bununla çizer kendini geliştirirsin." dedi ifadesiz sesiyle. Esma şokla hocasına bakarken bir yandan uzattığı kutuyu alıp dışını incelemeye başladı. "Hocam bu çok pahalı duruyor." diye mırıldandı.
Doğuş doktor büyük ellerini cebine soktu. "Öyle Esma. Ama sonuç olarak bir hediye." dedi kısık bir sesle. Esma dediğini umursamadan kutuyu masaya bırakıp açmaya çalıştı. Herkes heyecanla kafasını uzatmış hediyeyi incelemeye çalışıyordu.
Esma kutuyu açmasıyla kutu kat kat açıldı. İçi kaliteli ahşap, dışı kaliteli deriydi. İhtişamlı kutu fazlasıyla kaliteli duruyordu. Buna bütün maaşını yatırmış olmalıydı.
Esma'nın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. "Hocam..." diye mırıldandı ne diyeceğini kestiremiyor gibi. "Oha lan! Buna bizden ayrı bir şekilde mi maaş veriyorlar." diye fısıldadı Arat.
"Ne alaka? O bizim gibi parasını çarçur etmiyor ki." dedi Fatih. Arat, Fatih'e bakmamış sadece başını hafifçe ona çevirmişti. "Ben biliyorum onun bir karanlık tarafı var ama..." diye mırıldandı.
Bakışlarımı geri Esma ve Doğuş doktora çevirdim. Esma kollarını Doğuş doktorun boynun sarmıştı. Doğuş doktor, abi sıcaklığıyla sırtını sıvazladı.
"Sabaha kadar Doğuş'un şovunu mu izleyeceğiz?" diye sordu Ufuk ters bir sesle. Esma kollarını Doğuş doktorun boynundan çekti. Doğuş doktor başını ona çevirdi. Ona öyle büyük bir nefretle bakmıştı ki ben gerildiğimi hissetmiştim. Ama sanki bu sözüne değil de başka bir sebepte öyle bakmıştı.
Doğuş doktor yönünü Ufuk'a çevirdiğinde herkesin bakışları onlara döndü. Ufuk öne doğru bir adım atarak Doğuş doktora meydan okurcasına bir bakış attı. Doğuş doktor ona doğru yavaşça iki adım attı. Birazdan dönüp üçten geriye sayarak düello yapacak gibiler.
"Ufuk, seni uyarıyorum. Bir daha sakın hastama ne sesini yükselt ne de kov." dedi sakindi ama aynı zamanda sert ve keskindi. Şaşkınlık bir anda içime doldu. Ufuk boş gözlerle Doğuş doktora baktı. "Neden? Sen sinirlendin mi yoksa? Aa bizim robota bak sen."
Doğuş doktor, Ufuk'a doğru çok büyük olmayan bir adım attı. "Her robotlarında hassas noktaları vardır." dedi sıfır ifadenin bulunduğu sesiyle. Ufuk çarpık bir şekilde sırıttı. "Manolya benim hassas noktam mı demek istiyorsun?" diye sordu sinsice.
Doğuş doktor bir saniye bile sürmeden göz ucuyla bana bakıp bakışlarını geri Ufuk'a sabitledi. "Hastalarım benim hassas noktam." dedi bastıra bastıra. Sözü içimde bir yerlerdeki yangını çok fena bir şekilde harlamıştı. Korkum, bir gün o yangının büyüyerek beni de içine almasıydı.
Neden moralim bozuluyordu? Neden keyfim kaçıyordu? Neden üzülür gibi olmuştum? Neden canımın yandığını hissetmiştim? Üstelik tek bir cümleyle.
Gümüş, "Sizin kavganızı çekemeyeceğiz. Eğer kavga edecekseniz gideceğim." dedi umursamaz bir sesle. Ufuk bir anda sırıtarak geri adımlar attı. "Sorun yok gençler! Kavga falan yok." dedi. Doğuş doktor da geri çekildi. "Kavga etmeyeceğimi bilemeniz lazımdı ama neyse..." diye mırıldandı.
Susadığımı hissetmemle odadan çıktım. Hızlı adımlarla koridorun biraz uzağındaki su sebiline doğru ilerledim. İçimdeki anlamsız yangını gerekirse litrelerce suyla söndürmek istiyordum. Her zamanki Manolya olmak istiyordum.
Su sebilinden su doldurmaya başladım. Derin bir nefes aldığımda yanımda bir gölge belirdi. Başımı hızlıca o tarafa çevirdim. Doğuş doktor endişeyle bana bakıyordu. "İyi misin? Bir şeyin mi var?" diye sordu. Başımı iki onaylarcasına sallayarak elimdeki suyu hemen kafama dikip fondip yaptım. Su biraz taşarak boğazıma ilerlemeye başladı.
"Yavaş iç." diye mırıldandı. Hızlıca bir bardak su daha doldurup onu da fondip yaptım. Saçlarımı başımı sallayarak geriye attım. Bir bardak su daha doldurdum. Su sebilinin yanında durarak doldurduğum suyu da içtim.
Derin nefesler alırken Doğuş doktora baktım. Bardağın olduğu elimle odayı gösterdim. "Siz gidin ben biraz daha içip geleceğim." dedim. Gözlerini kıstı. "Neden bu kadar içiyorsun ki?"
Diğer suyumu doldururken cevap verdim. "İçimde bir yangın var gibi." dedim kısık bir sesle. Tam bu sırada kapının önünde duran Arat bize seslendi. "Manoşya! Gelsene!" dedi eliyle gel işareti yaparak.
Sırıtarak elimle ona okey verdim. "Geliyorum!" dedim neşeli çıkarmaya çalıştığım sesimle. Doğuş doktorun çatık kaşları bir bende, bir kapıdan içeri giren Arat da gezindi.
Onu umursamadan hızlı adımlarla odaya ilerledim. Arkamdan baktığını hissediyordum. Anca arkamdan bakarsın zaten Doğuş çay.
Esma sırıtarak pastasını kesiyordu. Tacı sonunda onun başında yerini almıştı. Fatih tam destek, ful destek olarak tabakları tutuyor ve Esma'ya yardım ediyordu.
Tabaklara koyulan pastaları tek tek dağıttılar. Bana Doğuş doktorun zeytin yeşili iki gözü gelmişti. Anlamsızca pastaya baktım. Şimdi herkes Doğuş doktorun yüzündeki bir yerini mi yiyordu?
Bakışlarım yanımdaki kıza kaydı. Gülerek etraftaki sohbetleri dinliyordu. Bakışlarım pastasındaki Doğuş doktorun kalın rujlu gibi duran dudakları kaydı. Şimdi bu kız da Doğuş doktorun dudaklarını mı yiyecekti?
Kıza yaklaşmamla kız irkilerek bana döndü. Gülümsedim. "Selam dudaklı pastam. Adın ne senin?" diye sordum neşeyle. Kız anlamsızca bana baktı.
"Adın adın!" diye tekrarladım. "Leyla." dedi. Kaşlarım kalktı. "Mecnun nerede? Çölleri aşıp gelemedi mi hala? Kız öyleyse söyle konum atsın, geçerken alırız onu oradan." dedim. Kız tekrar anlamsızca baktı.
"Of bakma şöyle! Neyse ben ne diyecektim sana, senin hiç utanman yok mu?" diye sordum ciddiyetle. İfadesi şaşkınlığa döndü. Kaşlarını çattı. "Ne oldu ya? Ne yaptım ki?" diye sordu merakla.
Gözlerimle pastasını işaret ettim. "Utanmıyor musun hocanın karşısında dudaklarını yemeye. Ayıptır, günahtır, terbiyesizliktir ya." dedim abartarak.
Leyla kaşlarını kaldırdı. "Gerçekten yanlış anlar mı?" diye sordu saf saf. Bilmiş gibi başımı salladım. "Adamın yanında hapur hupur dudaklarını yiyorsun neden öyle anlamasın?" diye sordum.
Başını salladı. "Haklısın. O zaman ben yemeyeyim pastayı. Zaten daha hiç yemedim. Öyle yanlış da anlamaz." dedi ciddiyetle. Tam tabağı kaldıracaktım ki durdurdum. "Pastandan olma sen hiç..." diye mırıldanarak çatalımı tabağına uzattım. Pastanın üstündeki dudak resmini pastadan ayırarak köşeye koydum. "Soran olursa sevmiyorum o kısmı dersin." diyerek önüme döndüm.
Keyfimi yerine getirmeye çalışarak Doğuş doktorun zeytin gözlerini yemeye başlayacaktım ki, Doğuş doktorun sesini duydum. "Afiyet olsun, Manolya Hanım." Başımı hızla ona çevirdim. Ne ara yanıma gelmişti?
"Sana da doktor." Başını sallayıp yanımdan geri uzaklaşarak biraz uzağımda durdu. Arat elinde meyveli küçük bir pastayla arkadan gizli gizli Esma'nın yanına ilerledi. İşaret parmağını dudaklarına bastırarak ona bakan bende dahil birkaç kişiye sus işareti yaptı.
Sinsi adımlarıyla Esma'nın yanına yetiştiğinde durup Esma'yı izlemeye başladı. Esma ve Fatih gülüşerek konuşuyordu. Ve Fatih'in, Esma'nın arkasındaki Arat'ı görmesiyle ifadesi solmaya başladı. Esma'yı tam uyaracaktı ki iş işten geçmişti, Arat pastası Esma'nın yüzüyle birleştirmişti.
Kahkahalar gülüşmeler yükseldi bir anda. Fatih şaşkınlıkla Arat ve Esma'ya bakıyordu. Esma yüzünde yuvarlak şekilde duran pastayla kala kalmıştı. Arat kahkahalar atarak koşup Doğuş doktorun önünde durarak olayları izlemeye devam etti.
Esma yüzündeki pastayı attı. Yüzündeki pastayı panikle silmeye çalıştı. Saçlarına bulaşan pasta kremalarını görmesiyle yüzü buruştu. Kahkahaları ve gülüşmeleri duymasıyla gözleri doldu. Fatih elindeki peçeteyle hızlı hızlı yüzünü ve saçlarını temizlemeye çalışıyordu.
"Başından beri bu anı bekliyordum!" dedi adını bilmediğim doktor gülerek. Bazılarına göre komik olsa da bu şakaları Esma'nın hoşuna gitmemişti. Esma'nın gözlerinin dolmuş olduğunu görmemle içime bir sinir sızdı. Bana yapılsa güler ve ona kesinlikle karşılığını verirdim ama o gerçekten kötü hissetmişti. Üstelik bu gününde.
Elimi sıkarak hızlıca elimdeki yarım kalan pastayla beraber Arat'a doğru ilerledim. Arat önce ona doğru hızlı adımlarla ilerleyen bana, elimdeki pastaya, ardından yüz ifademe baktı ve panikledi.
Pastayı Esma'nın intikamını almak ister gibi suratına yapıştıracaktım ki Arat hızla yana kaydı ve düşecek gibi oldum ama bir kollar yine beni tuttu. Fakat bu kollar bu sefer çok zararlı çıkmıştı. Çünkü suratına yarım bir pasta yemişti. Yine Doğuş doktor...
Dikleşerek şaşkınlıkla suratına bakmaya çalıştım. Bakıştığım tek şey Doğuş doktorun gözünün olduğu pastanın kek kısmıydı. Etrafa bir anda sessizlik inmişti. Herkesin Esma'yı bırakıp burayı izlediğini biliyordum.
Doğuş doktor yüzündeki pastayı temizlemeye çalışırken yavaşça uzanıp beyaz gömleğine gelen kek parçalarını sirkeledim. Ben olsam, beni hastası olmaktan redderdim.
Bana nasıl dayanıyordu?
"Şey..." diye mırıldandım çekinerek. "Bilerek olmadı. Özür dilerim." Beni duymamış gibi cebinden çıkardığı bezle yüzündeki kremaları temizlemeye başladı.
Buraya doğru patlayan bir flaş hissetmemle başımı omzum üstünden arkama çevirdim. Döndü elinde telefonla burayı çekiyordu. "Bir pastada sana döndüreyim ister misin, Döndü?" dememle hızlıca telefonunu indirdi.
Bakışlarım köşede elini gülüşünü göstermemek ister gibi ağzına kapatmış bir şekilde gülen Arat'a kaydı. Gülerek başını hafifçe yanında ki, hiç çekinmeden gülen Ufuk'a çevirdi. "Bunu bende beklemiyordum." diye fısıldadı. Ufuk'un tepkisi ise sadece gülüşünü devam ettirmek oldu.
"Ben gideyim artık evime." diye mırıldandım çekinerek. Tam kapıdan çıkacaktım ki Doğuş doktor kolumu tutarak beni durdurdu. Ne oldu? Yoksa bunun bedelini mi ödemem lazım yoksa? Doğuş doktorun gizli bir organ mafyası olduğunu zaten tahmin ediyordum.
Sakince bana baktı. "Odama gelir misiniz?" demesiyle kaşlarım kalktı. "Ay terbiyesiz! Ne kadar ahlaksız bir teklif bu? Hemen geliyorum." dedim. Anlamsızca kaşlarını çattı. "Ne?" Anlaşıldı, ondan bahsetmiyordu.
"Neden odanıza?" diye sordum. "Konuşmamız gerek." dedi kibar sesiyle. Bu adam hala nasıl bana kibar ve nazik davranabiliyordu?
"Valla bilerek yapmadım. Çok da pişmanım." dedim melül melül. Bakışları yüzümde dolaştı. "Neden bahsediyorsunuz? Konuşabilir miyiz biraz?" diye sordu sakince. Böyle iste ömür boyu konuşayım seninle.
"Tabi." dedim sessizce. Başını sallayarak eliyle kapıdan geçmem için hareket yaptı. Kapıdan geçmemle oda peşimden çıktı. Hızlı adımlarla koridordan onun odasına gitmek için ilerlemeye başladım. Peşimden geldiğini arkamdan gelen adım sesleriyle anlayabiliyordum.
Koridorun sonunda kapısı görünen odaya ilerledik. Her zamanki gibi kapının yanında, 'Uzm. Dr. Doğuş Çekici' yazıyordu. Benden daha hızlı adımlarla ilerleyerek kapısının kilidini cebinden çıkardığı anahtarıyla açtı.
Onda bir haller olduğunu sezmiştim. Kapıyı geçmem için açtı. Kapıdan geçmemle kapıyı arkasından kapatıp ışığı yakarak ortamı aydınlattı.
Hızlı adımlarla ilerleyerek rahat koltuğuna usulca oturdu. Yavaşça masasına doğru yaklaştığımda eliyle her geldiğimde oturduğum deri siyah koltuğu gösterdi. "Otur lütfen."
Başımı sallayarak yavaşça koltuğa yerleştim. Bakışlarım etrafta gezindi. Bana ne anlatacaktı? Zaman geçtikçe geriliyordum. Belli ki bana basit bir şey söylemeyecekti. Bir test yada bir test sonucu yoktu.
"Gerilme Manolya." dedi mesafe sözcüklerini kaldırarak. Başımı ona çevirdim. "Bana ne anlatacaksın Doğuş çay?" diye sordum gülümsemeye çalışarak. Duvara asılı saatin her bir saniyesi ilerledikçe gelen o, 'Tık' sesiyle daha da gerildiğimi hissediyordum.
Ellerini masasının üstünde birleştirdi. Bana bütün gerçekliğiyle baktı. Şuan sanki gözleri bana şeffaf bir ifadeyle bakıyordu ve bütün yaşadığı duyguları görüyor gibiydim. Kaygı vardı gözlerinde.
"Ne oluyor?" diye sordum tekrar. Anlatmak istemez, ama anlatmak zorunda gibi derin bir nefes verdi. "Hastalığın hakkında bir tahminim var ama kesin bir şey yok. Başka bir şeyde olabilir." dedi sakince.
Hızlıca oturduğum koltukta ona doğru döndüm. "Ne? Gerçekten mi?" diye sordum tedirgin sesimle. Başını ağır ağır salladı. Bu hastalığı söylemek için neden bu kadar geriliyordu? O gerildikçe bende geriliyordum.
"Öğrenmek istemiyorum." dedim bastırarak. Kaşları bir şaşkınlıkla kalktı. "Nasıl?" diye sordu. Gözlerimin dolduğunu hissediyordum. "Hastalığımı öğrenmekten korkuyorum Doğuş." dedim mesafe sözcüğünü kaldırarak.
"Korkma. Hastalığın ne olursa olsun senin doktorun benim. Seni kurtarmak için elimden geleni yapmayacağım. Seni kurtaracağım." dedi emin bir sesle.
Gözümden bir damla dizime doğru düşerken alayla güldüm. "Ya tedavim yoksa? Ya ölümden başka çaresi yoksa?" diye sordum korku dolu sesimle.
Yüzündeki ifade değişmemişti. "Benim için öyle bir şey yoktur Manolya. İmkansızın bile olma ihtimali vardır." dedi net bir sesle. Kendinden son derece emindi.
"Kendinize fazla güveniyorsunuz." dedim geri mesafe sözcüğünü ekleyerek. Gözümün altındaki yaşı sildim. "Ama sen bana güvenmiyorsun?" dedi sorar gibi. Sesinde herhangi bir duygu yoktu.
"Hayır, aksine. Garip bir şekilde sana güvendiğimi hissediyorum." dedim kısık bir sesle. Gerçekten de ben ona güveniyordum.
"Peki o halde neden seni her ne olursa olsun iyileştireceğime inanmıyorsun?" diye sordu düz bir sesle. Diyecek bir söz bulamamıştım. Sadece, "Sana güveniyorum. Ve inanıyorum." dedim.
Beklediği cevabı almış gibiydi. Sakince konuştu. "Peki ya şüphelendiğim hastalığını öğrenmek ister misin?" diye sordu ifadesiz sesiyle. Korkuyla başımı ağır ağır salladım.
Dudaklarını birbirine bastırdı. "Beyin tümöründen şüpheleniyorum." dedi pat diye.
Beyin tümörü?
Bölüm bitmiştir!
Bölümü beğendiniz mi?
En sevdiğiniz kısım neresi oldu?
Bana destek olmak için bölümleri yıldızdan oylayıp yorumlar yaparsanız çok sevinirim 💖
Diğer bölümde görüşmek üzere 🤍
Ig: dilek.wt
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top