5.BÖLÜM : ANILARIN ACISI

Selamlar! Bugün 6 Aralık doğum günüm. Onun için bölüm atmak istedim. İyi okumalar <3

🌺

Gözlerim açıktı ama pek bir şey anlamamıştım olanlardan. Dikkatim yoktu. Gözlerimdeki görüntü bir bulanıp, bir netleşip duruyordu. Gözümden alerjiden dolayı yaş aktı. Kolumda sıcak bir kolu hissettim. 

Başımı çevirirken aynı zamanda, aynı kollar tarafından kaldırılmıştım. Bakışlarımı zor zor yüzüne çevirip baktım. Doğuş doktorumdu.

Bir eli sıkıca belimi tutuyor. Bir eli de bacaklarımın altından uzanıyor ve beni kollarıyla havada tutmasını sağlıyordu. Tedirgin fakat buna rağmen sakin görünümüne sahip bakışları benden ayrılmıyordu. 

Midem çok fena bulanıyordu. Boğazım deli gibi kaşınıyordu. O ikimizi hızlı adımlarla ilerletirken, Başımı göğsüne yasladım. Gözümden akan sıcak yaş üzerindeki siyah tişörtünü ıslatmıştı.

Hızlı hızlı kıpırdanmamla merdivenlerden indiğimizi anladım. Hızlı adımlarını duyuyordum. Boş bakışlarım bacaklarımda ve onun tişörtünde geziyordu. Midem git gide daha çok bulanıyordu. Gelen akşam esintisiyle dışarı çıktığımızı hissettim. Bakışlarım onun gözlerine çıktı. Direkt önüne bakıyordu. Boynunu net bir şekilde görüyordum. Çenesini, sinek kaydı, resmen yok olan sakalı, çıkık elmacık kemikleri, rujlu gibi pembe, kalın dudakları...

Beni arka koltuğuna oturttu. Yanıma Esma'nın oturduğunu hissetmiştim. Doğuş doktor hızlıca sürücü koltuğuna yerleşti. Aracını çok hızlı bir şekilde çalıştırdı ve hemen arabasını ilerletmeye başladı.

Bakışlarım öne doğru ilerleyen arabanın ön camında gezinmeye başladı. Hava karanlıktı. Bizim gibi ilerleyen başka arabalar da vardı, ama bizim kadar hızlı ilerlemiyorlardı. Araba hem temkinli, hem de bir an önce hastaneye varma adına hızlı ilerliyordu.

Ağrılarım da başlamıştı. Sıkıca gözlerimi yumup başımı koltuğa yasladım. Doğuş doktorun bakışlarını dikiz aynasından üzerime sürekli uğrayıp durduğunu hissediyordum. "Valla azcık yedim doktorum." diye mırıldandım geveler gibi. Anında sertleşen bakışları dikiz aynasından tekrar beni buldu. "Susar mısınız?" sormuyor, adeta bakışlarıyla emrediyordu. Fakat buna rağmen hala kibar bir hali vardı.

"Şurada beni hastaneye yetiştirmeye çalışıyorsunuz, orada bile hala "Siz" diyorsun ya..." diye mırıldandım halsiz sesimle. Midemin bulantısı durmuyordu. "Rica etse susar mısınız Manolya Hanım?" diye tekrarladı. Adamın akşamını zehir ettik, tabi sesimi bile duymak istemez.

Esma, "Hocam şuradan kestirmeye girebilirsiniz." diye bir noktayı gösterince Doğuş doktor ona bakmadan cevap verdi. "Biliyorum Esma. Önerin için teşekkür ediyorum." dedi ifadesizce.

Araba, ağrılarım gibi daha hızlanmıştı. "Ay bana deseydin ya patatese alerjim var diye!" dedi Esma ağlamaklı bir sesle. Halsiz gözlerimle göz ucuyla Esma'ya baktım. "Çok umurumda olsaydı yapmazdım Esma." diye mırıldandım.

Bu dediğimle Doğuş doktorun dikiz aynasından gördüğüm görüntüsünde başını, Sen görürsün dercesine salladığını görmüştüm. Keşke konuşmasaydım da bu adam tedirgin bakışlarla devam etseydi yola.

"Kusacağım galiba." diye mırıldandım yüzümü buruşturarak. Doğuş doktor hızlıca torpidosundan bir poşet çıkarıp Esma'ya doğru uzattı. Esma poşeti alıp bana uzatınca bende poşeti alıp ağzıma doğru tuttum. 

"Kusabilirsiniz." diye işaret verince midemdekileri önümdeki siyah poşete boşaltmaya başladım. Ağzımdan çıkan garip seslerden ben bile iğrenmiştim ve bu beni daha fazla kusturmuştu.

Doğuş Doktor omzu üzerinden buraya çok kısa bir bakış attı. "Esma." diyerek parmağıyla saçlarımı işaret etti. Esma hızlıca bana doğru yanaşıp saçlarımı bir araya topladığında tekrar kusmaya başlamıştım.

Rahatlayana kadar kusmaya çalıştım fakat daha kusamadığımı anlayınca yavaşça geri çekilip Esma'nın uzattığı mendille ağzımı sildim.

Kusmam bittiğinde yavaş yavaş doğruldum. Poşeti parmak uçlarımla tutarak önümden çektim. Doğuş Doktor sıfır tepkiyle arabasını kullanıyordu. Başımı geriye savurarak saçlarımı da geriye attım. 

Doğuş Doktor arabayı bir yerde durdurdu. "Esma at." dedi tepkisizce. Beni mi atacaklardı?  

Esma elimdeki poşeti parmak uçlarıyla tutarak camdan uzanıp poşeti çöp konteynırına yolladı. He tamam poşeti atacaklarmış.

Sırtımı koltuğa yasladım. Ağrılarım geçmemişti hala. Başımı araba camına yasladım. Bakışlarım başımı yasladığım araba camından dışarıya kaydı. Halsiz bakışlarımla dışarıyı dikkatle incelemeye başladım.

Yollar hızlı hızlı geçip gidiyordu. İnsanlar saniyeler içinde kayboluyordu, arabalar kayboluyordu, ağaçlar sanki koşuyor gibi peş peşe gidiyorlardı. Gökyüzündeki ay sanki bizi takip ediyordu. Yıldızlar ahenkle gök yüzüne dağılmış geceyi süslüyordu. Her bir yıldız bir nokta kadar görünse bile o kadar güzeldi ki. Gök yüzünün karanlığında parlayarak ortaya çıkıyorlardı. 

Bir yıldızları görüp geçebilecek insan vardı, bir de saatlerce izleyebilecek bir insan vardı. Ben saatlerce izleyebilirdim. Milyondan fazla yıldız. Hepsi de ayrı ayrı dikkatimi çekiyordu. Sırf bu ilgilerim yüzünden ortaokulda astronot olmak istemiştim.

Gökyüzünü değerli yapan o cisimler. Aslında çok dikkat çekiciydi. Başımızı kaldırıp göremeyeceğimiz kadar yukarıda olan cisimler. Gökyüzünün önemli olmasının en büyük sebepleri. Yeterince dikkat çekiciydi. 

Göz bebeklerimde adeta bir gökyüzü oluşmuşken bakışlarım dikiz aynasından Doğuş doktora kaydı ve gözlerimin içindeki gökyüzünü inceliyordu, ama ona bakmamla o gökyüzü anında kaybolmuştu. Benim odağımı ona çevirmemle ifadesiz bakışlarını yola çevirdi. Direksiyondaki elini sıkılaştırdı.

Bakışlarım Esma'ya döndü. Boş boş etrafı inceliyordu. Sırtımı koltuğa yasladım tekrar. "Ne zaman varacağız? Hastanız öldü şu an." diye söylendim halsizce. Doğuş doktorun dikiz aynasından bakışları bana yöneldi. "Geldik." dedi arabayı hastanenin önüne park eteye başlarken.

Aracını hızlıca boş bir park yerine park etti.  "Ben kendimi hala kötü hissediyorum yalnız. Yürüyemeyecek kadar." dedim beni tekrar kucağına alması için. Hiç acile kadar yürüyecek havada değildim. 

Doğuş doktor arabadan inerken Esma'da bana dönmüştü. "Sen kucağına alması için mi dedin yoksa?" diye sordu şaşkınlığın bariz olduğu sesiyle. Yorgun halimle omuz silktim. "Yürümek istemiyorum. Beyefendi biraz taşısın beni." dedim umursamaz bir sesle. 

Tam bu sırada kapım açıldı. Bana ifadesizce bakan Doğuş Doktor önce izin alır gibi baktı ardından sanki bunu bekliyormuş gibi yavaşça ona dönmemle, bir anda bir elini belime atıp diğer elini de bacaklarımın altına atıp beni tekte kaldırdı. 

Diğer kapıdan gelen sesle Esma'nın da indiğini anlamıştım. Doğuş Doktor beni tepkisiz yüzüyle direkt önüne bakarak hastaneye doğru taşıdı. Taşırken bir yandan elindeki anahtarıyla siyah aracını kilitlemişti.

Başımı tamamen öylesine onun sıcak ve güven veren göğsüne yaslamıştım. Hiçbir tepki vermemişti ama kasılmıştı. Sıcaklığı, hissi, kokusu garip bir şekilde huzur veriyordu insana. Saatlerce böyle durabilirmişim gibi bir hissi sezdiriyordu. Doktorumun bu ahmak düşüncelerimi okuduğunu düşünmek beni epey utandırmıştı.

Beni acildeki yataklardan birine yatırdı. Doğuş Doktor yatağın yanında durarak gözleriyle beni inceledi. "Patates alerjisiydi değil mi?" diye sordu cevabını bildiği halde. Sahte bir şekilde gülümsedim. "Hayır. Çay alerjisi. Ama sadece markası Doğuş olana." 

Bakışını değiştirmeden yavaşça başını salladı. "Kendinizdesiniz anlaşılan." Gözlerimi  birkaç kere kırpıştırarak başımı salladım. "Hadi ne yapacaksanız, ne yazacaksanız yazın da bir an önce gideyim." diye söylendim.  

🌺

İki saat olmuştu serumum da bitmek üzereydi. Bana ilaç ayarlamaya gitmiş olan doktorumu Esma'yla beraber beklerken bir yandan ayaklarımı sıkıntıyla oynatıp duruyordum.

Bakışlarım köşede, süslü yaşlı bir kadınla ilgilenen Arat'a kaydı. Israrla bir şeyi anlatmaya çalışıyor gibiydi. Kadın en son başını anladığını söyler gibi salladığında Arat derin bir nefes verip avcunu iki göğsünün ortasına bastırmıştı.

Yaşlı kadın yavaş adımlarla acilin çıkışına doğru ilerlediğinde Arat'ın bakışları burayı buldu. Saniyeler içinde kaşları çatıldı. Ardından meraklı bir ifade ile adımlarını buraya doğru atmaya başladı.

 "Hangi rüzgar attı? Hayırdır?" diye sordu bakışlarını üzerimde gezdirirken. Esma sıkkın bir sesle araya girdi. "Alerji rüzgarı attı." Arat'ın bakışları Esma'ya kaydı. Esma'yı baştan aşağıya süzdü. "Kız bu hal ne? Hiç mi göz yok sende? Gözünde bir bozukluk varsa bunu bizim gibi doktor abilerinle paylaşabilirsin Esma. Bak Fatih hocan göz doktoru. Onunla paylaşabilirsin." dedi sesini anlayışlı çıkarmaya çalışarak.

Esma'nın ifadesi bozuldu. "Bunları bulabildim hocam. Dalga geçmeseniz mi?" diye söylendi. "Bulamadığında benden iste valla benimkiler daha güzel olur." dedi muzip bir ifadeyle. "Üzme kızı! Sen kendine bak marul kafa!" diye araya girdim. Esma ona laf atmam hoşuna gitmiş gibi güldü.

Arat'ın bakışları bu sefer bana çevrildi. "Asıl sen kendine bak mercimek çorbası!" dedi gülmesi şiddetlenirken. Şaşkınlıkla üzerime baktım. Kollarımın altında patlayan düdüklümü temizlerken üzerime bulaşan mercimekler vardı.

Hızlıca kollarımdaki mercimekleri elimle silmeye başladım. "Hayırdır? Mağara adamları gibi mi içtin çorbanı? Kaşık denen şeyden haberin yok muydu?" diye sordu gülerek. Kaşlarımı çatıp somurtarak ona baktım. "Hayır. Düdüklü patladı." diye kısaca açıkladım.

Arat'ın kocaman bir kahkaha patlattı. "Bunun senin başına geleceğine inanırım!" dedi kahkahaları arasından. Esma gülmemek için elini ağzına bastırdığında ciddi bakışlarımla tek te k onlara baktım. "Ben gülmüyorum ama." diye mırıldandım.

"Patates alerjisi çıkmıştı Manolya'nın." diye araya girdi Esma.  Arat sadece gülerken başını sallamıştı. Gülüşünün arasından eliyle ne ara acile girdiğini bilmediğim Fatih'i çağırdı. "Gel gel!" Fatih anlamsızca üçümüze bakarak yanımıza geldi. Üzerinde beyaz gömleği, elinde sıcak olduğunun kanıtı olarak duman çıkan bir karton bardağı, onun içinde de kahvesi vardı.

"Neler oluyor burada?" diye sordu anlamsızca kaşlarını çatarak. Arat kolunu Fatih'in omzuna attı. Fatih anlamsız bakışlarıyla bana döndü. "Sürekli bu acildesin. Yine ne oldu? İyi misin?" diye sordu. Ardından bakışları üzerimdeki mercimeklerde gezindi.

Arat araya girdi. "Doğuş'un ve hastası Manolya'nın acil maceralarına tam gaz devam kardeşim. Bu seferki maceramızda çıplaklık değil, patates alerjisi ve mercimek çorbası var." dedi muzip gülüşleriyle.

Fatih kaşlarını çatarak güldü. "Doğuş bu işin neresinde?" diye sordu gülerek. Konuşmak için ağzımı araladım ki Arat benden önce davrandı. "Olayın öznesi o, aşkım." dedi eğlenen sesiyle.

"Doğuş da mı geldi?" diye sordu Fatih. Arat kolunu Fatih'in omzundan çekti. "Ben yarım saat ne anlatıyorum? Olayın öznesi olduğuna göre?" 

Fatih bakışlarını Esma'da gezdirdi. "Esma ne alaka peki?" diye sordu konuyu değiştirerek. Esma'nın çekingen bakışları göz ucuyla Fatih'e döndü.  Arat bir anda kaşlarını çatarak bana döndü. "Cidden Esma. Sen ne alaka?" diye sordu merakla.

Esma tam bir şekilde Arat'a döndü. "Ben Manolya'nın evindeydim. Düdüklü de tam o sırada patladı." diye açıkladı. Arat muzip bir ifadeyle tek kaşını kaldırdı. "Ne yapıyordunuz da düdüklüyü unutup patlattınız?" diye sordu imayla.

Gözlerimi büyüterek ona döndüm. "Yemek yiyorduk! Ne fesatsın ya!" dedim şaşkınlıkla. Arat bana yandan yandan imalı bakışlar atmaya devam etti.

Fatih, "Geçmiş olsun." diyerek araya girdi. Bakışlarımı Arat'tan çekip ona verdim. Tebessümle başımı salladım. "Hastalığı öğrenebildi mi Doğuş?" diye sordu merakla. Başımı iki yana salladım. "Bulmaya çalışıyor sanırım." diye mırıldandım. 

Suratım daha ne olduğunu bile bilmediğim hastalığımla asılmıştı. Beni içten içe tedirgin eden bir hastalıktı. Belki de tedirgin olmamam gerekiyordu. Belki de abartılacak bir şey yoktu fakat bilemiyordum bir türlü.

Arat yanıma yaklaşıp saçlarımı karıştırdı.. "Boş ver kızım! Ne hastalıkmış. Ölmezsin ya!" dedi beni mutlu etmek ister gibi. Saçımdaki ellerini çekmeye çalıştım. "Çek şu ellerini!" diye bağırdım. Acilin bir anda sessizleşmesinden anladığıma göre herkesin dikkatini çekiyorduk.

"Olmaz, mutlu ol öyle çekeyim." dedi ciddi bir sesle. Saçımda dolaşan elleri enseme indiğinde büyük bir kahkaha patlattım. Herkesin anlamsız bakışlarını üzerimde hissediyordum. Evet boynumdan, ensemden huylanırdım.

Arat bunu anlayınca ellerini saçlarımdan çekip iki parmağını ensemde gezdirmeye başladı. "Ya! Huylanıyorum!" diye nidalar döküldü kıkırdamalarımın arasından. "O elini çeker misin, Arat?" dedi biri. Tok ama aynı zamanda sert olan bir ses. Bu sesi tanıyordum.

Arat'ın enseme dökülmüş olan eli yavaşça ensemden ayrıldı. İkimizin de başı aynı yöne çevrildi. Doğuş Doktor heybetiyle beraber yatağın yanında dikilmiş bize bakıyordu.

Bakışlarım onun zeytin gözlerinde gezindi. Gözlerinde öfke yoktu. Umursamazlıkta yoktu. Anlamadığım bir duygu vardı. Çözemediğim bir duygu. "Yoksa buna da mı alerjisi var?" diye sordu Arat alayla. Doğuş doktor anında buz kesen bakışlarını ona çevirdi. "Hayır. Acilde ki hastalar rahatsız oluyor sesinizden." dedi ifadesiz bir sesle. Arat buna bir şey demeden susmuştu.

Doğuş doktorun başı bana döndü. "Öncelikle patates yemeyi bırakmalısınız." dedi kesin bir sesle. Kaşlarımı çatarak hızla söze girdim. "Ne demek patates yememek? Patates yemeyen Manolya mı olur?" diye söylendim hüzünle. 

Doğuş Doktor yavaşça yanıma yaklaştı. "Olması gerekiyormuş artık. Ben sizden bunu istiyorum. Doktorunuz olarak sizden ricalarım olacak tabi ki." Kaşlarım  daha da çatıldı. "Yok ya! Yemek istiyorum! Sırf senin inadına yiyeceğim!" dedim mızıkçılık yapan bir çocuk gibi. 

Doğuş Doktor hızla geri dikleşti. "Peki. O zaman cildinizde kızarıklıklar oluşur, mideniz bulanır, ishal olabilirsiniz, ağrılarınız olur, kaşıntılar olur, boğazınızda da kaşıntılar olur ve orayı kaşıyamayacağınız için kaşıntıdan çıldırırsınız." dedi mekanik bir sesle. Ölseydim birde.

Saçlarımı geriye savurdum. "Yemeyeceğim! Ama sen diyorsun diye değil. Senin için o kadar acıyı çekemem diye!" dedim sitemle. "Doktorunuzun dediğini yapmanız sizi küçültmez Manolya Hanım." dedi mekanik bir sesiyle.

Onu umursamadan omuz silktim. Tekrar konuştu. "İlaç vereceğim devamlı olarak onu kullanacaksınız." dedi. Omuzlarımı düşürdüm. "İlaç kullanmayı hiç sevmem." dedim mutsuz bir sesle.

Doğuş Doktor beni umursamadan devam etti. "Kontrol edeceğim kullanıp kullanmadığınızı." Bakışlarım Doğuş Doktora kaydı. Büyük bir ciddiyetle elindeki ilacın kutusunu açıyordu. Bir tableti açmadan bana uzattığında Esma'da yanımda beklemeye başlamıştı. Ben tableti açmayınca Doğuş Doktor bir nefes verip bana yanaştı ve tableti açıp bana daha çok yaklaştırarak uzattı. 

Ben tableti hala yemeyince Doğuş Doktor, beklemediğim bir şekilde tableti dudaklarıma bastırdı. Tableti dudaklarıma bastırırken parmak uçları dudağımı ateş değmiş gibi yakmıştı.

Büyüyen gözlerimle Doğuş doktora baktım. Bir yandan da ağzımı aralamıştım. Tablet ağzıma girince Esma'nın verdiği suyla beraber yuttum. Karşı taraftaki Arat'ın, "Hastasını elleriyle besliyor." dediğini duymuştum. 

Doğuş doktor ellerini cebine soktu. O an fark etmiştim üstündeki siyah tişörtünün birkaç yerinde mercimek lekeleri vardı ve bu lekeler benden dolayı üstündeydi.

Fatih, "Biz gidelim artık." dedi kısık bir sesle. Doğuş Doktor omzu üstünden ona baktı. "Niye geldiniz ki zaten?" diye sordu ifadesiz bir sesle. "Gelmese miydik kardeşim? Seni görmek istedik doğan güneşim. Seni özlediğimiz için." dedi Arat. Doğuş Doktor boş bakışlarıyla ona baktı. "Her gün bir aradayız zaten. Gelmeseniz de olurdu." .

Arat'ın ifadesi bozuldu. "Nasıl bir kalpsizsin sen böyle! Beni bu kadar yaraladığın yetmedi mi? Acı bana!" dedi sahte bir hüzünle. Doğuş doktor bu dediğine görüldü atmayı tercih etmişti.

Fatih ve Arat artık yerlerinde yoklardı. Doğuş Doktor bir adım geriye gitti. "Bu düdüklü nasıl patladı, anlatır mısınız?" diye sordu merakla. Tek kaşımı kaldırdım. "Doktorluğun dışında ifade alan polis olmaya mı almaya başladınız?" diye sordum alay eder gibi.

Doğuş doktor bana ciddiyetle baktı. "Düdüklü nasıl patladı?" diye sordu tekrar. Sıkıntıyla bıkmış gibi nefes verdim. "Ocakta unutmuşum. Oldu mu bay çaylı, uzman, dedektif doktor?" dedim alayla. Ciddiyetle bir şey demeden başını salladı.

Boyu kısa olmayan, hatta uzun sayılan, kumral saçlı, kahverengi gözlü, Esmer, fiziği mükemmel derecede olan bir kadın bize doğru yürümeye başladı. Üzerinde beyaz bir doktor önlüğü vardı. Dize yetişmeyen siyah, hastane için fazla abartılı olan elbisesi vardı.

Kadın hızlı adımlarla yanımıza geliyordu. Adımları öfkeliydi. Öfkeli bakışlarının ise sahibi ben değil Doğuş doktorun ta kendisiydi. Hatta buraya onun için geliyordu. 

Göğsünün hemen üstünde ki yaka kartında, 'Uzm. Dr. Gümüş Deren.' yazıyordu. Doğuş doktorun karşısında ilerlediğinde Doğuş doktor ifadesini bozmadan ona döndü.  "Nasıl yaparsın Doğuş?" diye sordu kadın sertçe.

Esma'nın ve benim bakışlarım merakla onlardaydı. Daha doğrusu Esma'nın gözlerinde pek merak yoktu. Merak daha çok benim gözlerimde bulunuyordu. "Ne yapmışım Gümüş?" diye sormasıyla adının Gümüş olduğunu anladım. Hızla araya girdim. "Bu hastanede adı normal olan bir Esma, bir Fatih, bir de Kenan bey var sanırım."

Kadının öfkeli bakışları bana çevrildi. "Araya girmeyin lütfen!" dedi sertçe. Doğuş doktorun bakışları sertleşti. "Hasta o, Gümüş! Davranışlarına dikkat etmelisin!" diye onu uyardı.

Gümüş alayla güldü. "Doğru, sizin gibi şovlu davranıp hastayı arkadaşlarımıza çekmeliyiz değil mi?" diye sordu alayın bariz bulunduğu sesiyle. Başımı hafifçe yanımdaki Esma'ya çevirdim. "Hiçbir şey anlamadım Esma." diye fısıldadım merakla. "Bu kadın kim?" diye ekledim hemen. 

Esma parmağını dudaklarına bastırıp sus işareti yaptı. "Sus yapan hemşireyi ilk defa canlı canlı gördüm." dedim sırıtarak. Esma dediğime sırıtarak önüne döndü.

Doğuş doktor, "Ben öyle bir şey yapmadım? Ne saçmalıyorsun yine?" diye sordu sakince. Kadın tekrar alayla güldü. "Benim hamile hastam senin önerinle Seval'e geçmiş?" dedi hesap sorar gibi.

Doğuş doktor ellerini cebinden çıkarıp göğsünde kavuştururken konuştu. "N'olmuş yani? Kadın benden öneri istedi. Bende o kadına hastanemizde en çok uyacak doktoru önerdim. Ayrıca senin hastan olduğunu bile bilmiyordum." dedi ifadesizce.

Kadının bütün alaylı ifadesi silinmişti. Kaşlarını sertçe çatarak yumruklarını sıktı. "Kadın senden neden öneri istiyor?!" dedi sinirli bir sesle. Doğuş doktor ona doğru bir adım attı. "Sesini yükseltme. Hastane burası. Ayrıca bu hastanenin en bilinen doktorlarındanım. Kadın beni görünce şaşırıp öneri istedi zaten."

Kadın sıktığı yumruklarını serbest bırakarak başını iki yana salladı. "Hastanenin en iyi doktoru olduğun için kendini bir halt sanma." dedi sertçe. Doğuş doktor onu takmayarak bütün ciddiyetiyle beraber başını salladı. "Sanmıyorum zaten." 

Doğuş doktor kavuşturduğu kollarını ayırdı. "Bittiyse artık acilden çıkar mısın?" diye sordu umursamaz bir şekilde. Yüzünü buruşturdu. "Bitti!" dedi ve arkasına bile bakmadan hızlı adımlarla acili terk etmek için ilerledi. Doğuş doktor Esma'ya döndü. "Ben odamdayım serumu bitince haber verirsiniz çıkarız." dedi. Esma başını salladı. 

Doğuş Doktor hızlı adımlarla acilden çıkmak için ilerlemeye başladı. Merakla tekrar Esma'ya döndüm. "Neydi bu şimdi?" diye sordum. Esma yavaşça yanıma ilerleyip yatağın ucuna oturdu. "Gümüş Hoca hastanenin, kadın doğum uzmanı olan bir doktoru. Olayı tam olarak bende anlamadım ama Doğuş Hoca kimsenin hastasını durup dururken arkadaşına çekmez. Yani objektif olarak yorum yapmıştır. Herhalde ondan sinirlendi yine." diye bir tahminde bulundu.

"Niye ki? Yani kötü bir doktor mu?" diye sordum. Esma gözlerini kısarak düşündü. "Aslında hayır. Ama yaptığı bir hata yüzünden öyle bir imajı var." dedi. Benimde gözlerim kısıldı. "Nasıl yani?" diye sordum.

Esma bana doğru yanaştı. "Bir yıl falan önce Gümüş hoca baya dertliydi. Sanırım dört yıldır sevgilisi olan adam onu aldatmıştı..." diye söze girdi. Sırıttım. "Ay tam benlik hikaye! Devam et!" dedim neşeyle.

"Sonra bu ful içmiş geldi. Hastanede de içmiş hatta. Sarhoş falan olmuştu. Birde o halde hasta almıştı." dedi ayıplar gibi. Gözlerimi büyüttüm. "Cidden mi?" Esma onaylarca başını salladı.

Cemile denen hemşire de yanımıza gelmişti. Demin olanı anlamak ister gibi bir bana, bir Esma'ya bakıyordu.

"Hiçte öyle yapacak bir tipi yok. Gayet başarılı görünüyordu." diye mırıldandım. Esma bana daha da yaklaştı. "Zaten yok. Herkes çok şaşırmıştı o haline." diye beni onayladı.

Esma etrafa bir bakış attıktan sonra bana döndü. "Neyse boş ver Gümüş Hoca'yı." Bir şey demeden bakışlarımı serumuma çevirdim. Bittiğini görmemle gözlerim sevinçle irileşti. "Ve son damla!" dedim zafer ifadesiyle. 

Elimin üstündeki serumun bandını yavaşça çekerek çıkardım. "Bitti mi?" diye sordu Esma. Sadece başımı salladım. Yataktan kalkıp ayaklandığımda Esma ve Cemile'ye döndüm. Cemile sırıtarak bana bakıyordu. Onun sırıttığını görmemle tek kaşımı kaldırdım. "Hayırdır? Ne sırıtıyorsun?"

"Sizi birkaç kere Arat hocamın yanında görmüştüm." diye söze girdi. Yüzümde anında şapşal bir sırıtma oluştu. "Fanım mısın yoksa?" diye sordum heyecanla. Kız ağzı aralıklı bir şekilde kalakaldı. "Hayır. Ne alaka?" diye mırıldandı anlamsızca.

Anında bütün ifadem silindi. Tekrar ciddiliğime bürünüp Cemile'ye baktım. "Evet?" diye sordum. "Kafa biri gibi görünüyorsunuz, diyecektim." dedi. Tekrar sırıttım. "Öyleyim zaten. Mükemmelim de." dedim övünerek. Cemile sadece gülümsedi bana gülümsedi.

Bakışlarım önce Esma'da ardından Cemile'de dolaştı. "Arat hocan bir hemşireyle hastanın yanına gitti." dedim. İkisinin de kaşları anlamsızca çatıldı. Cemile, "Kimle gitti?" diye sordu. "Cem ile." diye cevap verdim sırıtarak. 

Cemile'nin suratı düştü. Esma yüzünü buruşturdu. "İğrençti!" diye söylendi. Benim esprilerim iğrenç olmaz. Kaşlarımı çatarak Esma'ya döndüm. "Sen o kombinini unutup nasıl benim esprilerime iğrenç diyorsun Esma?" Esma sadece bakmıştı. Bu aralar insanlar hep sözlerime karşılık sadece böyle bakıyordu. Bu sinir bozucu olmaya başlıyor artık...

"Neyse hadi Doğuş çaya haber ver de evimize dönelim." dedim neşeyle. Cemile gözlerini büyüttü. "Siz aynı evde mi kalıyorsunuz?" diye sordu şaşkınlığın bariz olduğu sesiyle.

Gözlerimi devirdim. "Salak mısın Cemile?" dedim Bihter Ziyagil gibi. Cemile aynı ifadesiyle bana bakmaya devam etti. "Komşuyuz." diye aydınlattım onu.

Aydınlanmış gibi başını salladı. "Ay ben bilmiyordum ondan şey oldu." diye mırıldandı. Esma telefonuna bakarken bakışlarını kaldırıp bana döndü. "Beni Arat hoca çağırmışta onun yanına gideceğiz. Sen Doğuş hocayı odasından çağırsan? Zaten siz inene kadar inerim bende." dedi minnettar bir sesle.

Gözlerimi kıstım. "Senin sevgilin mi var? Kaçak kaçak buluşmaya falan mı çalışıyorsun?" Esma bana "Ne alaka?" Dercesine bakınca nefesimi verip geri çekildim. "Tamam hadi siz işinizi halledin. Doğuş çay işi Manolya hocanızda." dedim büyüklenerek. Esma güldü. "Bana hoca da diyebilirsiniz. Şu an aşırı özendim." diye mırıldandım kendi kendime.

Esma gülerek başını salladı. "Peki Manolya hocam. Gidebilir miyiz artık?" diye sordu başıyla işaret yaparak.. Üzerimde olmayan doktor önlüğümü düzeltir gibi bir hareket yaparken başımı salladım. "İyi hadi izin veriyorum gidebilirsiniz." deyince Esma ve Cemile karşımdan çekildiler.

Bende dönüp yavaş adımlarla asansöre ilerledim. Üzerimdeki halsizliği hala atamamıştım. Bir anda yanımda Ufuk belirmesiyle irkildim. O da asansöre ilerliyordu. Omzum üstünden ona baktım. O bana değil direkt asansöre bakıyordu. 

Asansörün önüne geldiğimizde asansör çağırma düğmesine basıp bana döndü. "N'aber? Şuan neden buradasın? Yine mi test?" diye sordu imayla. Açılan asansör kapılarından içeriye girerken sorusunu cevapladım. "Siz neden buradasınız. İş saatiniz bitmedi mi?" diye sordum. Omzu üstünden bana baktı. "Nöbetim var tatlı kız. Doktorların da nöbetleri olabiliyor." dedi enerjiyle. Hızla uzanarak asansörün kat düğmesine bastı.

"Kolay gelsin. Benimde alerjim tuttu." dedim ifadesiz bir sesle. "Ne alerjisi?" diye sorunca omzum üstümden tekrar ona baktım. "Doğuş çay alerjim var da." dememle güldü. "Alerjini önlemek istiyorsan benim gibi bir doktora geçiş yapabilirsiniz Manolya Hanımefendi." dedi. İfadesinin altında bir sinsilik yatıyordu.

Bedenimi tamamen ona çevirdim. "Ben alerjimden gayet memnunum. Size iyi günler." Bakışları bana çevrilirken yüzünde alaylı bir tebessüm oluştu. "Çok tutulma bence. Doğuş robotun tekidir. Üzülen sen olursun sonra. Onun için işinden daha değerli bir şey yoktur."

Dikkatle değişik bir ifadeyle ona bakarken onun elini kaldırıp bir yeri işaret etmesiyle irkilip başımı işaret ettiği asansör kapısına çevirdim. Kata ulaşmıştık. Bir şey demeden hızlıca asansörden çıktım. Arkama bile bakmadan Doğuş doktorun odasına ilerlemeye başladım. Etraftan durmadan doktorlar, çoğunlukla hemşireler geçiyordu.

Kimseyi aldırmadan daha hızlı adımlarla Doğuş doktorun odasına ilerledim. 'Uzm. Dr. Doğuş Çekici' yazısını görmemle içimi değişik bir heyecan hissi kaplamıştı.

Hızlıca kapıya yönelip kapıyı çalmadan açtım. İçeriye girip kapıyı arkamdan kapattım. Masasında olmadığını görünce kaşlarım çatıldı. Masasının üstünde bir sürü belge, dosya kağıt vardı ama hiçbiri düzensiz durmuyordu.

Bakışlarım odada gezindi. Paravanın arkasında ki hareketlenmeye görünce oraya ilerledim. "Doğuş çay serumu bitirdim." dedim paravanın arkasına geçerken. Paravanın arkasına geçmemle hızla elimle gözlerimi kapattım. Gördüğüm görüntü...Mükemmeldi.

Son gördüğümde ifadesizce bana bakıyordu. Çıplak üstü, altında sadece siyah kumaş pantolonu vardı. İki parmağımı hafifçe aralayarak onu izlediğimi söylemeyi unutmuşum sanırım.

Bu baklavalar, bugün yediğim cevizli baklavadan çok daha güzel görünüyordu. "Manolya Hanım?" dedi sorarcasına. Adımlarını duydum. Paravandan çıkınca bende peşinden çıktım. 

Elim hala gözümdeydi. Başından aşağıya geçirdiği beyaz tişörtü eteklerinden aşağıya çekiştirerek üzerine tam oturttu ve manzaramı kapattı. Giymeseydin de olurdu ya.

Bana bakmadan konuştu. "Ellerinizi yüzünüzden çekin bence. Zaten bakıyorsunuz." deyince utandığımı hissetmiştim. "Ne alaka be! ben senin neyini izleyeyim?" diye sordum sertçe.

 Dosyalarını bir arada toplayıp siyah dosya çantasına koydu. "Dosyalarınızı da mı götüreceksiniz?" diye sordum. İfadesizce başını salladı. "Evde inceleyeceğim biraz da." dedi ruhsuz sesiyle.

Çantayı alıp odasının çıkışına doğru ilerlediğinde bende peşinden ilerledim.  Odasından çıkıp koridorda asansöre doğru ilerlemeye başladık. Beyaz tişörtünün sakladığı sırtını izliyordum. 

Hızlı adımlar atarak Doğuş doktorun yanında yürümeye başladım. Diğer koridordan üzerinde beyaz doktor önlüğü olan adam Doğuş doktoru görmesiyle yüzünde büyük bir sırıtışla buraya doğru ilerledi. Doğuş doktorun başı adama çevrildiğinde durdu. O durunca bende durdum.

Adam Doğuş doktorun yanında doğru ilerleyip elini büyük bir sırıtışla Doğuş doktora uzatınca Doğuş doktor da karşılık olarak minik bir sırıtmayla elini ona doğru uzattı ve tokalaştılar.  "Gelmişsin." dedi Doğuş Doktor. Ve ardından özlemle sarıldılar. "Geldik be oğlum!" diye karşılık verdi Doğuş doktorun bel kemiğini çıkarmak istercesine sertçe vururken.

Siyah saçlı, kahverengi gözlü, Doğuş doktordan biraz daha kısa olan, iri cüsseli bir adam. Ayrıldıklarında sırıtarak birbirlerine baktılar. "Nasıldı Amerika?" diye sordu Doğuş Doktor. Fazla klişe bir laftı kabul et Doğuş çay.

Bu laftan anladığıma göre adam Amerika'daydı ve yeni dönmüştü. "Memleketim kadar güzel değildi be!" dedi adını bilmediğim adam. Bu adamın 'Be' yi kullanmadan kurmadığı cümle yok sanırım.

"Artık Uzman da oldum!" dedi yabancı adam. Doğuş Doktor gülümseyerek başını salladı. Şu an kendini annesiyle pazardan dönen ve annesi dönüş yolunda komşuyla yarım saat konuşurken, sessizce annesini bekleyen o küçük çocuk gibi hissediyordum.

"Özledik seni Bayar." dedi Doğuş doktor. Ve adamın ismini öğrenmiştim. Öğrenmez olaydım. Artık aklıma otomatik olarak girip ve yine otomatik olarak ağzımdan çıkan espriyi yapmıştım çünkü. "Merak etmeyin iki üç güne bayarsınız." dedim yüzümde saçma bir sırıtışla.

İki bakış üzerime dönmüştü. Doğuş doktorun bana Sen iflah olmazsın bakışları ve Bayar'ın sen kimsin bakışları. 

Bayar'ın bir anda şaşkınlıkla ağzı aralandı. "Yoksa..." diye mırıldandı. Bakışları Doğuş Doktor da gezindi ardından tekrar bana döndü. Dişlerini çıkararak güldü. Elini bana doğru uzattı. "Sonunda yengemiz yani." dedi neşeyle.

İfadem büyük bir şaşkınlığa çevrilmişti. Doğuş doktorunda benim gibi olduğuna yemin edebilirdim. Bir anda koridorun ucundan gelen bağırışları duymamla daha ne olduğunu kavrayamadan başımız oraya çevrildi.

Koridorun köşesini dönüp ellerinde kılıçla savaşa koşar gibi buraya gelen Arat, Fatih, Ufuk, Döndü, adını bilmediğim birkaç doktor ve son olarak tabi ki koşmayarak arkalarından bütün karizmasıyla ilerleyen Kenan Başhekim.

Bedenimi oraya çevirdim. Doğuş Doktor anlamsızca onlara bakıyordu. Bende aynı şekilde. Doktor topluluğu koşarak buraya gelip Bayar'ı boğmaya başladılar. Pardon sarılmaya başladılar.

Kenan baş hekim ellerini cebine sokmuş memnuniyetle onları izliyordu. Ama sanırım adam aralarında boğuluyordu. Doğuş doktora dönüp elimle onları işaret ettim. "Boğuluyor galiba ama." diye mırıldandım.

Boğuşmalar bittiğinde adam kıpkırmızı olmuştu. "Oğlum boğdunuz be beni!" dedi sitemle. Kızaran ensesini ovuşturdu. Döndü sırıtarak sırtına vurdu. "Ne güzel geldin lan hastaneye!" dedi neşeyle.

Döndü'ye döndüm. "Sende ne güzel döndün koridorun köşesini." dedim sırıtarak. Döndü'nün suratı anında asıldı. Bayar'ın güldüğünü duymuştum. "Keşke söylemeseydim adımı." diye mırıldandı Döndü önüne dönerken.

Ufuk hızla söze girdi. "İyi ki geldin bana asistan lazımdı zaten." dedi muzip bir sesle. Bayar gülerek Ufuk'un ensesine vurdu. "Maalesef kardeşim. Şeytanların asistanlığını yapmıyorum." dedi. 

Fatih, "Artık o da Uzman hem!" diye ekledi. Bayar kaşlarını çatarak ona döndü. "Yeni staja başlayan doktor gibi davranmayın lan!" dedi sitem eder gibi. Bayar'ın bu dediğine birkaç gülüş duyuldu.

Arat kolunu Bayar'ın omzuna attı. "Fark ettim de seni hiç özlememişim kardeşim. Delikanlı doktorumuz eksik de olabilirmiş." dedi muzip bir sesle. Bayar omzundaki kolunu eliyle iterek düşürdü. "Bende seni özlemedim zaten! Elli kuruş borcun vardı hala ödemedin onu da unutmadım." dedi sitemle.

Arat'ın kaşları çatıldı. "Lan elli kuruş elli kuruş! Ne cimri adamsın! Hem sen onu borç olarak mı verdin?" dedi yüksek bir sesle. Bayar başını salladı. "Ne sandın? Alnımda enayi mi yazıyor benim? Tabi ki borç yapacaktım." dedi. Arat'ın şaşkınlıkla ağzı aralandı.

Kenan baş hekim hızla söze girdi. "Hastanemize tekrar hoş geldin Bayar." dedi tebessümle. Bayar baş hekimine doğru ilerleyerek kollarını, Kenan baş hekimin bedenine sardı. Kenan baş hekim birkaç kere Bayar'ın sırtına vurdu.

Ayrıldıklarında Bayar hala sırıtıyordu. "Vay be! Ama çok şaşırdığım şeylerde oldu..." dedi göz ucuyla Doğuş doktora bakarak. Doğuş Doktor tepkisiz ifadesiyle ona bakıyordu. 

Ben durmuş sessizce onların bu mutlu anını izliyordum. "Ee bir kutlama yemeği yapalım mı?" dedi Fatih sevinçle. Bayar heyecanla başını onaylarcasına salladı. "Aa mükemmel olur!" diye ekledi Arat.

Doğuş Doktor hızla araya girdi. "Lütfen her zamanki gibi benim evimde yapmayın!" dedi yalvarır gibi. Arat, Doğuş doktora döndü. "Ama senin evinde daha keyifli oluyor!" dedi.

Doğuş Doktor kaşlarını çattı. "Neresi daha keyifli ya? İstemiyorum sizi evimde! Kovuyorum da gitmiyorsunuz! Bu mu keyifli?" dedi şaşkınlıkla. Çoğu doktor aynı anda başını onaylarcasına sallayınca gülmeden edememiştim.

Bayar, gülmemle beni fark edip hızlıca bana döndü. "Ya biz sohbete falan daldık yengeyi unuttuk ya! En çok şaşırdığımda buydu işte. Yenge kusura bakma." dedi mahcup bir sesle.

Ortama bir anda büyük bir sessizlik çöktü. Bu sessizliği biliyordum. Şaşkınlık sessizliği...

"Ne?!" diye bir nida fışkırdı Fatih'in ağzından. "Ne ara?!" diye de Arat bağırmıştı. Diğer şaşkın nidaları da duyabiliyordum.

Doğuş Doktor iki elini kaldırıp onları susturmaya çalıştığı sırada Bayar araya girdi. "Ne yani o senin sevgilin değil mi?" diye sormuştu merakla. Doğuş Doktor Bayar'a döndü. "Değiliz!" dedi herkesin duyabileceği bir ses tonuyla.

Nidalar susmuştu. Arat eli kalbinde bir şekilde, "Bir an kalbime inecekti." diye mırıldandı. Kenan Başhekim, Bayar'a dönerek, "Aklımızı aldın oğlum ya!" dedi sitemle. Bayar mahcupça gülümsedi.

"Beni hiç mi tanımadınız?" diye sordu Doğuş doktor. "Tanıdığımız için şaşırdık ya." dedi Arat sırıtarak. Doğuş doktor kaşlarını çattı. "O zaman emin olun hastamla ilişki yaşamayacağımdan." dedin net bir sesle. İçime neden hüzün düşüyordu?

"Tamam tamam anladık. Yarım saat felsefe yapma." dedi Ufuk umursamaz bir sesle. Doğuş doktor onu duymamış gibi takmamıştı. Bayar, Doğuş doktora döndü. "Hem ben bilmiyordum ki hastan olduğunu." diye söylendi kısık bir sesle.

Saçımı geriye atıp derin bir nefes verdim. "Ay tamam! Hem ben bu Doğuş çayla sevgili olmam ki! Benimde prensiplerim var. Mesela çaylarla ilişki yaşamıyorum." dedim büyüklenerek.

Bayar kaşlarını kaldırdı. "Doğuş çay mı o kim?" deyince doktorların çoğu aynı anda eliyle Doğuş doktoru işaret etti. Bayar bana dönüp kaşlarını kaldırdı. "Çay mı diyorsun ona?" diye sorunca gülesim gelmişti.

Arat kolunu Bayar'ın omzuna attı. "Kardeşim seneye anlar mısın? Çay diyo kız çay! Var ya hani marka olan o işte!" dedi mala anlatır gibi. Bayar aydınlanır gibi bir ifadeyle, "Anladım." diye mırıldandı. 

Arat ellerini açtı. "Haydi şükür namazına." dedi gülerek. Fatih, Arat'ın ensesine vurdu. "Abartma sende!" dedi gülerek. Döndü gülerek söze girdi. "Amerika'da çok kalınca buranın çay markalarını unutmuş." dedi.

Doğuş doktora döndüm. "Aşağıya ne zaman ineriz?" diye sordum. Eliyle koridoru gösterdi. "Siz gidin bende hemen geleceğim sizi bekletmeden." dedi ciddiyetle. Başımı sallayarak koridora doğru ilerlemeye başladım. İçimi kaplayan hisse bir türlü anlam veremiyordum. Bu hastaneye geldiğim günden beri bu his sinsice içime girmeyi başarıyordu.

Hızlı adımlarla koridorda ilerlerken bir anda asansörden çıkan bir bedenle çarpıştım. Tam geriye doğru sendelerken çarptığım beden elini belime koyup beni kendine doğru çekerek tuttu.

Şaşkınlıkla çarptığım kişiye baktım. Dağınık kumral saçları vardı. Kahverengi gözleriyle beni izliyordu. Üzerinde bir kısmını gördüğüm kadarıyla beyaz doktor önlüğü vardı. Ve eli hala belimdeydi. 

"Manolya?" Arkamdan duyduğum tanıdık ses ve hızlı hızlı buraya doğru ilerleyen adım sesleri. Adamın bakışları aramdaki tanıdık sesin sahibine doğru kalktı. Eli belimden çekildiğinde geri adım attım.

Adımlar daha da hızlandı. Tam başımı çevirdiğimde onun gözlerini gördüm. Sanki gözlerinin derinliklerinde saf bir öfke vardı. Bakışları ilk önce çarptığım bedenin sahibinde ardından bende gezindi.

Sessizlik ortama gerici bir şekilde iniş yapmıştı. Kaşlarımı kaldırdım. "Siz sonra gelmeyecek miydiniz?" diye sordum ifadesiz bir sesle. Bana bakmadan direkt ona bakarak cevapladı. "Vazgeçtim."

Bakışları adamda geziniyordu. "Hiç utanmıyorsun değil mi?" diye sordu ciddiyetle kaplanmış sesiyle. Dediğine anlam veremeyip kaşlarını çattım. Adamında ifadesi aynı şekle bürünmüştü.

"Gelmiş birde burada karşısına çıkıyorsun." dedi gerici sakinliğiyle. Adam, Doğuş doktora doğru bir adım attı. "Ne diyorsun Doğuş? Anlamıyorum." diye sordu anlamsızca.

Doğuş doktor ciddiyetini bozmadı. "Manolya Hanıma sarkmaya çalışmandan bahsediyorum." dedi sertçe. "Ne?" diye araya girdim şaşkınlıkla. Doğuş doktor beni zerre takmadan sözlerine devam etti. "Benim hastama yanaşmayacaksın." dedi sahiplenerek. Sesi ölüm gibi sakin, aynı zamanda bitiriciydi.

Şaşkınlıkla olayları kavrayamadan bakışlarım adamın isim kartına kaydı. 'Dr. Ateş Yiğitkoç' Kahretsin!

Bu benim Menekşe teyzelerde uydurduğum doktor ismiydi. Muhtemelen şuan gerçekler ortaya çıkacaktı ve rezil olacaktım. Doğuş doktor, Ateş'e doğru bir adım atında Ateş bir adım geri gitti. Bakışları Doğuş doktorun arkasındaki bana kaymıştı.

Ona en çaresiz ve masum bakışımı attım. Adam ne yapacağınız bilemez gibiydi. "Ateş düzgünce uyardım seni." dedi sakince. Ateş üzerindeki doktor önlüğünü düzelterek başını salladı. "Tamam." demişti sadece. Neden gerçeği söylememişti ki?

Açılan asansör kapısıyla beraber Doğuş doktor nazikçe bileğimi kavradı beni peşinden asansöre doğru ilerletti. Hala olayların etkisinde kalmıştım. Doğuş doktor bileğimi bırakmadan asansörün zemin kat düğmesine bastı. Ve bileğimi bıraktı. 

"Fazla mı sert konuştun?" diye mırıldandım çekinir gibi. Aslında gayet kibar konuşmuştu. Göz ucuyla bana baktı. "Hayır Manolya Hanım. Gayet olması gerektiği gibi konuştum." diye cevap vermişti.

Çok geçmeden açılan asansör kapılarından hızlı adımlarla çıktı. Bende hızlı adımlarla peşinden ilerledim. Esma kolunu danışman bankosuna koymuş Sultan ve Süleyman'la sohbet ediyordu. Doğuş doktor onların yanına doğru ilerledi. Peşinden yine bende ilerliyordum.

Esma bizi görmesiyle kolunu bankodan çekip dikleşti. Doğuş doktorun yaklaşmasıyla söze girdi. "Hocam siz gidin ben buradan kendi evime giderim." dedi. Doğuş doktor itiraz etmeden başını salladı. "Bırakayım mı seni?" diye sordu. Esma başını iki yana salladı. "Yok sağ olun." 

Dudağımı bükerek Esma'ya döndüm. "Akşamımızı mahvettiğim için kusura bakma." Esma teessüf eder gibi tebessüm etti. "Saçmalama. Ama sonra tekrarını isterim." deyince gülümseyerek başımı salladım. "Sorunsuz bir şekilde." diye ekledi gülerek. Güldüm.

"Hadi Manolya Hanım, gidelim." dedi Doğuş doktor. Başımı sallayarak ona döndüm. Başıyla kapıyı işaret etti. Kapıya doğru ilerlemeye başladığımda onunda peşimde düşen adımlarını hissediyordum.

🌺

Yorgun ve halsizdim. Kahvaltı yapmaya üşenip ayılıp derse gidebilmek için kendime gece kadar zift bir kahve yapmıştım. Kral Menekşe teyzem sağ olsun ben hastanedeyken açık olan kapıdan eve girerek mutfağı benim için temizlemişti. Bunun için ona çok çok teşekkür etmiştim.

Laptopun tuşlarına hızlı hızlı basarak ekranda yazıları belirtiyordum. Kahve fincanımın kulpundan tutarak dudaklarıma götürdüm. Zift kahvemden iki yudum alıp kahveyi geri masaya bıraktım. Kahve çok sevmesem de ayılabilmek için bazenleri içiyordum.

Okula gitmem lazımdı ama gitmeden önce yine kendimi tutamayıp romanıma devam etmiştim. Kitabım basıldığında ne kadar sevileceğini düşünmemle daha hevesleniyor ve daha büyük bir istekle yazmaya devam ediyordum.

Gözümden akan yaşı sildim. Bu yazarlık zor işti. Hüzünlü bir sahne yazacağın zaman hüngür hüngür ağlayarak yazıyorsun. Diğer gözümden akan yaşı umursamadan burnumu çektim.

Hayal sırf Uzay onu sevmesin diye onun kalbini kırmıştı çünkü. Ah Hayal ah! Yolarım kızım seni! Yalnız onu da ben yazıyorum ama.

Laptopun ekranını kapatıp gözlerimi yumarak ağlamaya başladım. "Pis Hayal! Ne diye gidiyorsun hem çocuğu kıskandırıp hem de kalbini kırıyorsun! Yazık değil mi o Uzay'a!" diye bağırdım sitemle. Sanırım şizofren olmaya başlıyordum.

İki elimle gözümün altındaki ıslak yaşları sildim. "Sen duygusuz bir yazarsın! Ağlama kızım!" dedim kendi kendime. Kahvemden bir yudum daha aldım. "Eğer üzülecek gibi olursan aklına Doğuş çayın adının Doğuş olduğunu getir." diye kendi kendime söylenmemle yüzümde şapşal bir sırıtış oluştu. 

Soğumak üzere olan kahvemi alıp kafama dikerek hepsini tek dikişte bitirdim. Elimle ağzımı silip sandalyeden kalktım. Salondan çıkıp odama girdim.

Üzerimi değiştirip okula gidecektim. Üzerimi değiştirirken sıkılmamak için kendime telefonumdan şarkı açıp eski hoparlörüme bağladım. Ve en sevdiğim Kenan Doğulu - Doktor şarkısını açtım.

Oynaya oynaya dolabıma ilerledim. Beyaz kapaklı dolabımın kapağını açıp içinden uzun kollu beyaz bir crop ve bel üstü siyah kot bir pantolon çıkardım.

Sözleri dinlerken sevdiğim kısmın gelmesiyle bağırarak şarkıya eşlik etmeye başladım. Bir yanda da zıplayarak canım alt komşuma gürültü çıkarıyordum.

Bir yandan bağırarak şarkıya eşlik edip, bir yandan okulum için hazırlanıyordum. Üzerimdeki uzun kollu beyaz kazağımı çıkarıp onun yerine, uzun kollu beyaz crobumu giydim. Altımdaki Manolya çiçeği olduğunu düşündüğüm mor çiçekleri olan beyaz pijamamı çıkarıp yerine siyah kot pantolonumu giydim.

Makyaj masamın sandalyesine oturup düz, kısa beyaz çoraplarımı hızlıca  ayaklarıma tek tek geçirdim. Dikleşip aynaya doğru döndüm. Omuzlarımı ritme göre hareket ettirerek oynuyordum.

Makyaj masamdan kapatıcımı alıp göz altlarıma sürdüm. Sürdüğüm kapatıcıyı özenle göz altıma dağıttım. Fondöten pek kullanmayı sevmiyordum. Kapatıcıyı iyice yaymamla süngeri göz altımdan çektim. Bir yandan da sözlerini ezberlediğim şarkıyı mırıldanıyordum.

Masadan maskaramı alıp zaten uzun olan kirpiklerime dikkatle iki kat sürdüm. Kirpiklerim daha dikkat çekici ve siyaha boyanmışlardı. Memnuniyetle kirpiklerime baktıktan sonra şeftali tonlarındaki allığımı aldım.

Allık fırçamı uzun uzun allığıma sürterek pudrası tozlaşan allığı fırçanın kıllarına topladım. Fırçamı kaldırıp bir kere üstündeki fazla tozu atması için sarstıktan sonra elmacık kemiklerime uygulamaya başladım. Allığı hızlıca iki elmacık kemiğime de çok abartmadan uyguladıktan sonra pembeyle, dudak rengi arasında kalan rujumu aldım.

Ruju taşırmamaya dikkat ederek dudaklarıma sürdüm. Dudaklarımın kendi rengini kapatan ruj dudaklarımda güzel bir görüntü oluşturmuştu. Dağınık topuzumu hızlıca açıp kısa süre saçlarımla oynadıktan sonra kumral saçlarımı tarağımla taramaya başladım.

Ve şarkı bitmişti. Daha başka şarkı açmadım. Saçlarımı düzelene kadar taradıktan sonra toplamadan direkt açık bırakmıştım. 

Sandalyemden kalktım. Yatağın üstündeki siyah deri ceketimi alıp üzerime geçirdim. Makyaj masamdaki Manolya çiçeği kokulu parfümümü alıp üzerime bol bol banyo eder gibi sıkmıştım.

Parfümü geri masama bırakıp çantamın askılarını omuzlarıma asarak odamdan çıktım. Halsizliğimi ve yorgunluğumu üzerimden atmalıydım. Bugün enerjik bir gün olmalıydı. Maalesef adını bilmediğim hastalığım buna izin vermiyordu ama.

Okul saatim baya yaklaşmıştı. Hızlıca çıkmak için kapıyı açtım. Ayaklarıma her zaman giydiğim klasik beyaz spor ayakkabımı geçirmiştim. Kapıyı arkamdan hızlıca kapatıp iki kere kilitlemiştim.

Merdivenlerden inecektim ki duyduğum sesle durdum. "Kızım!" diye seslendi yukarı merdiven boşluğundan. Başımı kaldırarak merdiven boşluğuna ilerleyerek Menekşe teyzeye baktım. Bana yalvaran gözlerle bakarak konuştu. "Yavrum bir Doğuş'a gidip bakar mısın? Sabaha kadar çalıştı çocukcağız. Eğer bir şey yememişse en sevdiği patatesli börekten yaptım ondan getireyim?" dedi. 

Kaşlarımı kaldırdım. "Sabaha kadar çalıştı mı o?" diye sordum şaşkınlıkla. Kadın başını salladı. Hastalığımı bulmak için sabaha kadar çalışmış mıydı?

"Hadi be kızım." dedi yalvarır gibi. Başımı salladım. "Peki. Gidip bir bakayım." diye mırıldanınca kadının yüzünde zafer gülümsemesi oluştu. "Hadi kızım." dedi ve merdiven boşluğundan çekildi. 

Hızlı adımlarla merdivenlerden aşağı kata inip Doğuş doktorun kapısının önünde durdum. Bu kapı açıldığında bayılmıştım en son. Gereksiz bir heyecanla derin nefes alıp kapıyı çaldım. Anlamsızca içimi onun evini görme merakı sardı. Evinin içini hiç görmemiştim.

Kapı açılmayınca tekrar çaldım. Gözlerimi kapatsa mıydım? Ya yine çıplak açarsa kapıyı? Kapı bir anda hızlıca açıldı. İrkilerek başımı kaldırıp kapıyı açan kişiye baktım. Üstü giyinik bir Doğuş çay.

Üzerinde kısa kollu gözleri gibi zeytin renginde yeşil bir tişört vardı. Gözlerinden ne kadar uykulu olduğu anlaşılıyordu. İçimde bir yerlerim ona anlamsızca kıyamıyordu. Hatta bu hali bile o yerlerimi paramparça etmişti.

"Günaydın." dedim ifadesizce. Başını sallayarak karşılık verdi sadece. Anlamsızca bana baktı ardından kaşlarını çatarak. "Bir şey mi oldu?" diye sordu sesindeki saklı tedirginlikle.

Hızlıca başımı iki yana salladım. "Eğer kahvaltı etmediysen teyzen sana börek verecekmiş." dedim. Bakışları yüzümde gezindi. "Kahvaltı yapmadım ama istemem. Bu aralar fazla hamur işi yedim zaten." dedi boş bir sesle.

"Bende hiç yemem ya. Hele yağlı şeyler falan." diye yalan attım ortaya. Niye yalan söylemiştim onu bile bilmiyordum. Boş bir ifadeyle bana baktı. "Daha dün akşam yağlı patatesleri löpür löpür götürdüğünüz için hastanelik olduğunuzu hatırlıyorum ama." dedi ifadesiz sesiyle.

Kaşlarımı çattım. "Onun yağla alakası yoktu! Alerjim vardı bir kere!" diye düzelttim. "Yağın katkısı vardı. Benden daha mı iyi biliyorsunuz yoksa?" diye sordu sakince.

Omuz silktim."Ee ben gidiyim o zaman?" diye mırıldandım umursamazca. Tam gitmek için bir hamlede bulunacaktım ki konuşmasıyla durdum. "Alerji için verdiğim ilacı içtin mi?" diye sordu ilgiyle. 

Dönüp onaylarcasına başımı salladım. "İçtim." Benim gibi başını salladı. "Siz hastanede misiniz bugün?" diye sordum. Başını iki yana olumsuzca salladı. "Niye sordunuz?" Tekrar omuz silktim. "Bugün uğramayı düşünüyordum. Siz yoksanız kesin uğrarım ben. Siz olmadan hastane bal gibidir kesin." dedim sırıtarak. Bana sıfır tepki ve sıfır mimikle baktı.  

Beni süzmesiyle anlamsızca heyecanlandığımı hissetmeye başlamıştım. Ben bu kadar heyecanlanan birisi değildim! En son burnunun hareketinden de bol bol sıktığım parfümümü de duyduğunu anladım. "Özenle hazırlanmışsınız." dedi hiçbir ifadenin bulunmadığı sesiyle. 

Saçımı geriye attım. "Evet öyle oldu." dedim sırıtmamaya çalışarak. Başını salladı ve geri çekildi. "Bu özenin sebebini merak ettim açıkçası." dedi. Bir dakika! Doğuş doktor onu ilgilendirmeyen bir şeyi merak etmişti!

"Sizi ilgilendirmeyen şeyleri merak etmezsiniz sanıyordum." dedim bilmiş bir tavırla. Zaten ifadesiz olan ifadesi bozulmuştu. Ona dediğim lafa değil, yaptığı şeye bozulmuştu.

"Öyle zaten. Lafın gelişi söylemiştim." dedi emin olmayan bir sesle. Sinsice gülümsedim. "Bende gideyim artık özenle hazırlanmamın kaynağına." dedim bastıra bastıra. Niye şu an böyle dedim onu da bilmiyordum. Çünkü bir kaynak yoktu. Sadece kendime hazırlanmayı severdim. 

Doğuş doktorun arkamdan beni takip eden bakışlarını hissedebiliyordum. Merdiven boşluğundan Menekşe teyzeye baktım. Muhtemelen orada durup bizi izlemeye çalışmıştı. Canım teyzem ya. Görünmediğini sanıyor sanırım. "Teyze aç değilmiş." diye bağırarak merdivenlerden inmeye başladım. 

Koşarcasına merdivenlerden inmiştim. Apartmanı terk edip hızlı adımlarla sokakta ilerlemeye başladım. Dışarı çıkmamla esinti beni alıp götürmeye başlamıştı. Üzerimdeki deri ceketi düzeltir gibi bir hareket yaptım.

Bugünümü güzel geçirmek istiyordum artık. Çantamın bir askısını omzumdan çıkarıp çantamı önüme çektim. Çantamdan kablolu kulaklığıma çıkarıp çantamı kapatıp askısını geri omzuma astım. Beyaz kulaklığın ikisini de kulağıma taktım. Bir yanda da girişini telefonumun üst kısmındaki deliğe sokmuştum.

Memnuniyetle karışık bir radyoyu çalıştırdım.

"Bayanlar ve baylar merhabalar!" diye klasik radyocu ses tonundaki bir konuşmacı konuşuyordu. "Önceki güzel şarkılarımızı geçtik! Şimdi güzel çocuklarımız için güzel bir şarkı çalalım ve çocuklarımızı eğlendirelim." dedi robot gibi çıkan sesiyle. 

Yüzümde buruk bir ifadeyle ilerlemeye devam ettim. Ellerimi bu hayattan saklanmak ister gibi ceplerimin en derin yerine saklamıştım. Rüzgar hafifçe eserek serbest bıraktığım kumral saçlarımı uçuşturuyordu.

"O zaman ilk şarkımız Kırmızı Balık" dedi neşeyle. Yüzümdeki buruk ifade silindi. Adamın sözleriyle acının bedenime sinsice sızdığını hissettim. Yaşadığım an koptu ve onun yerine anılar canlandı. 

"Baba? Balıkçı amca neden kırmızı balığı yakalamak istiyor? O da bizim gibi canlı değil mi? Onun ne suçu var?"

Ve şarkı başladı. 

Kırmızı balık gölde,
Kıvrıla kıvrıla yüzüyor.

Her bir şarkı sözünde anı gözümün önüne geliyordu. Anı her bir gözüme geldiğimde kalbime sıcak bir hançer saplanıyordu. Her bir hançer acıyı gözümden çıkarmak istercesine acımın suyunu sıkar gibi gözlerimden akıtıyordu.

Balıkçı Hasan geldi,
Oltasını atıyor,

Kızgın demirler tek tek yüreğe batıyordu. Fiziksel acı yoktu. Sadece ruhsal acı vardı. Durmaksızın çıkarılıyor tekrar takılıyordu. Yetmiyor eskilerin acısını da hatırlatıyordu. Yaralar kapanamadan tekrar açılıyor, kapanmayacak hale geliyordu.

"Balıkları denizden çıkarıp, balıkları satacak çünkü."

Dünyanın sesleri kesikti. Gereksiz insanların sesi yoktu. Hiçbir şeyin sesi yoktu. Sadece anıları o acılı sesi vardı. O küçük kızın sesi vardı sadece. Babasının sevgisini isteyen o kızın bekleyişi vardı.

Kırmızı balık dinle;
Sakın yemi yeme,
Balıkçı seni tutacak,
Sepetine atacak,
Pazarlarda satacak.

Acılarımı dindirmek için koşmaya başladım. Herkesten saklanmak, dünyadan saklanmak istercesine koşuyordum. Gözümden akan bir yaş acılı bedenimden firar ederek yere attı kendini.

"O halde balıkçılar kötü adamlar?" 

Koşarken ne göz yaşlarımı, ne de etrafta anlamsızca dönüp bakan insanları umursamıştım. Her şey bulanıktı. Sadece babam vardı. Benim bütün acılarımın sebebi olan o adam duruyordu.

Kırmızı balık kaç kaç.
Kırmızı balık kaç kaç.

Şarkı sözlerine değil anılarıma ağlıyordum. Ağlamam artık can yakıcı bir biçimde hıçkırıklarıma karışmıştı. Her bir hıçkırığımda içimde bir yer daralıyordu. Canım yanıyordu. 

"Hayır Manolya. Dünyanın kuralı bu. Herkes kendisi için bir şeyleri defa eder. O kaçan balıklar da."

Adımlarım yavaşladı. Gözlerimden akan yaşlar durmuştu. Islak gözlerim bulanıktı. Bakışlarım dünyaya değdi. Karşımda babam vardı. O buradaydı. Canlı kanlı karşımda durmuş gülümseyerek bana bakıyordu.

Gözlerimden tekrar yaşların gelmesiyle yüzümde buruk bir gülümseme olmuştu. Eskisi gibi onu görmek için başımı kaldırma gereği duymuyordum. Artık o küçük kız yoktu. 

Bana gönderdiği içimi sızlatan o gülümsemesini belki ilk kez görmüş olabilirdim. Gülümsemesi büyüdüğünde kollarını yavaşça iki tarafa açtı. Ona sarılmamı söylüyordu. Akan göz yaşımı elimle silip babama koşmaya başladım. Onca şeye rağmen bir kere ona sarılmak istemiştim.

İçime o kadar çok ses yüklenmişti ki. Annemin, babamın, içimdeki küçük çocuğun. Bir anda güçsüz kesildiğimi hissetmiştim. Sesler beni güçsüzleştiriyordu. Bana acı yüklüyordu. Sırtıma yük olarak tek tek bir acı bırakıp gidiyorlardı.

Ona yaklaşıyordum. Yüzünde ki gülümsemesinde hiçbir değişiklik yoktu. Kollarımı açıp ona sarılmak için kaldırdığımda yüzümde acının yaşattığı bir tebessüm oluştu. Kollarımı tam babamın boynuna sarıyordum ki babama yaslanamamış onun boşluğuna düşüvermiştim.

Dünyanın sesleri kısık bir şekilde gelmeye başlıyordu. Etrafımda birkaç insanın nidasını duyuyordum. Avuçlarımı düştüğüm kaldırıma bastırıp destek alarak kendimi kaldırdım. Kollarımdan beni tutan insanların ellerini hissediyordum.

Başımı kaldırdım. Babam artık yoktu. Gitmişti. Gözlerimden tekrar yaşlar büyük bir şiddetle akmaya başladı. Herkes düştüğüm için ağladığımı sanırken, ben kaderim için ağlıyordum.

Kollarımdan beni kaldıran yabancıları umursamadan ayaklandım. Hıçkırıklarım yükseliyordu. Kendimi acınası bir insan gibi görmüştüm bir an.

İnsanların garip bakışları üzerimden çekildi. Beni umursamadan yollarına devam etmeye koyuldular. Avuçlarımı birbirine sürterek avucumdaki tozlardan kurtulmaya çalıştım. Avucumdaki tozların çıkmamasıyla ağlayışım daha da şiddetlendi. 

Rüzgar saçlarımı alıp götürüyordu. Bunu umursamadan yavaş yavaş adımlarımı atmaya devam ettim. Göz yaşlarım durmuyordu. Başım istemsizce babamın durduğu yere çevriliyordu.

Elimin tersiyle göz yaşlarımı sildim. Gelen sesle başımı yola çevirdim. Minibüs buraya yaklaşıyordu. Olduğum yerde durdum. İki gözümün altındaki yaşları da sildim. 

Düşerken kulaklarımdan çıkmış ve yere doğru uzanmış olan kulaklığımı alıp zorlukla çantamın açıkta kalan kısmından içeriye doğru attım. Yaklaşan sesle minibüsünde geldiğini anlıyordum.

Minibüs iyice yaklaştığında gözümün altındaki yaşları tekrar elimin tersiyle hızlıca sildim. Muhtemelen şuan gözüm ve burnum kızarmıştı. Minibüs şoför beni görmesiyle durmuş ve binmem için kapıları açmıştı.

Hızlıca minibüsün kapısından içeriye girdim. Çantamın askılarından birini çıkarıp çantamı önüme doğru çektim. Çantamdan küçük pandalı cüzdanımı çıkarıp içinden dört buçuk çıkarıp şoföre taraf olan bir adam uzattım. "Bir kişi uzatır mısınız?" diye sormamla adam başını sallayarak paramı alıp şoföre uzattı.

Cüzdanımı geri çantama yerleştirip çantamı askısından geri omzuma taktım. Birkaç bakışı yüzüme değdiğini görmemle rahatsız hissettim. Hızlıca arkalara doğru ilerledim. En arka köşedeki boş koltuğa yerleştim.

Burnumu çekerek bakışlarımı kucağıma indirdim. "Ağlıyor musun sen?" diye sordu yanımdaki ince ses. Başımı sesin sahibi tatlı küçük kız çocuğuna çevirdim. Okyanus mavisi gözleri, kahverengi saçları olan bir kızdı. 

Başımı iki yana salladım. "Düştüm. Ondan ağladım." diye yalan söyledim. Bakışları gözlerimin kırmızılıklarında gezindi. "Gözlerin çok güzel. Ama eğer kırmızı olmasa daha da güzel olurdu." demesiyle gülümsedim. 

"Teşekkür ederim. Senin de okyanus mavisi gözlerin çok güzel." dedim samimi bir sesle. Burnumu çektim. Küçük kızın bakışları gözlerimde gezinmeye devam etti. "Annem de okyanus mavisi der gözlerime." dedi ifadesiz bir sesle.

Buruk bir şekilde gülümsedim. "Anneni seviyor musunuz?" diye sordum. Başını salladı. "Çok." dedi ifadesizce. Gözlerini kıstı. "Senin gözlerin hangi renk? Benim sevdiğim çocuğunda gözleri yeşil ama onunki seninki gibi değil. Onun gözleri daha renkli bir yeşil. Bu çok farklı." dedi.

Güldüm. "Çünkü benim gözlerim yeşim renginde. Hem senin sevdiğin çocuk mu var? Küçücüksün daha?" dedim şaşkınlıkla. Güldü. "Aşkın yaşı mı olur?" diye sordu ciddiyetle.

Kaşlarımı kaldırdım. "Bilmem. Olmaz mı?" diye sorusuna soruyla karşılık verdim. Kaşlarını çattı. "Olmaz Yemiş taşı." dedi net bir sesle. Bana göz rengimle hitap etmişti.

"Peki senin annen nerede?" diye sordum. Omuzlarını Bilmem dercesine indirip kaldırdı. "Okuluma tek başıma gidiyorum." dedi. Elini yüzüme yaklaştırıp ne zaman aktığını bilmediğim göz yaşını sildi. 

"Çok güzel bir kızsın. Tıpkı çiçek gibi." dedi hayranlığın olduğu sesiyle. Gülümsedim. "Sende çok tatlı bir kızsın. Eminim büyüyünce de çok güzel bir kız olacaksın." dedim.

Bakışlarını kaçırdı. İfadesi solmuştu. "Ama Zafercan beni sevmiyor. O yanında oturan şempanze gözlü Efsun'la takılıyor." dedi mutsuz bir sesle.

"Iy! Şerefsiz Zafercan! Bunlar böyledir hayatım. Burada adam gibi seven kadınlar varken, onlar gider şempaze kılıklı kendini bir şey sanan, karaktersiz kızları sever. Senin görevin bu Zafercan şerrosunu unutmak." dedim açık açık. 

Kız yüzünü buruşturarak ağlamaya başlayınca afalladım. "Ben Zafercan'ı unutamıyorum." demeye çalıştı ağlamalarının arasından. Yavaşça geri çekildim. "Unutursun canım unutursun. Bende ilk okulda kendini badboy sanıp bana zorbalık yapan çocuğa aşık olduğumu sanmıştım. Onunda bana aşık olması gerektiği günü beklemiştim salak gibi." dedim ifadesiz sesimle.

Sırıttı. "Zafercan'da badboy biliyor musun?" deyince dehşetle kıza baktım. Hızla kızın yüzüne doğru eğildim. "Bak geçmişteki ben. Şuan kendini o çocuğa aşık sanıyorsun. İleride o çocuktan iğreneceksin." dedim.

Küçük kız beni umursamadan sırıtmasına devam etti. "Seninkinin adı neydi?" diye sordu. "Abdurrahman." dedim kısık bir sesle. Güldü. "Bence Zafercan daha iyi." dedi.

"Çocuğa açıldın mı hiç?" diye sordu. Bu sefer ben sırıttım. "Kafama bilerek top attığı gün. Seviyor diye kafama attı sanmıştım. Gittim sana aşığım dedim. Güldü. Bana dedi ki, "Ben seni üzerim kızım." dedi sonra ben eve gidip onun için on dakika boyunca ağladım." dedim iğrenir gibi.

"Ya! Çok acıklı!" dedi ciddiyetle. Ya sorma ama ne acıklı hikaye. "İşte öyle." diye mırıldandım. "Sen nerede oturuyorsun?" diye sordum. "Elzem sokak" dedi.

Kaşlarımı kaldırdım. "Elzem sokak mı? Bende orada oturuyorum." Gülümsedi. "Komşuyuz yani?" Gülerek başımı onu onaylayarak salladım. 

Kız başını kaldırıp cama taraf baktı. Hızla ayaklanıp koltuktan kalktı. "Ben burada ineceğim yeşim taşı." dedi. Küçük kıza gülümseyerek başımı salladım. Şoför kapısına doğru ilerledi.

Gidene kadar arkasından bakmıştım. Yavaşça minibüsün kapılarından inip karşı yola doğru ilerledi. Üzerinde okul forması omuzlarından astığı bir çantası vardı. Aç kuyruğu topladığı saçları o yürürken sallanıyordu.

Küçük kızın gözden kaybolmasıyla bakışlarımı yola çevirdim. Annesi yoktu. Ve son onu gördüğümde yetimhanenin kapılarından içeriye giriyordu.

Bölüm burada bitiyor!

Bölümü beğendiniz mi? 

En sevdiğiniz kısım neresiydi?

Bana destek olarak yıldızdan oy ve yorum atarsanız çok mutlu olurum 💖 

Bir sonraki bölümde görüşme üzere🤍

Ig: dilek.wt






















Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top