44.BÖLÜM : MANOLYA AĞACI - FİNAL

Selamlar bugün 6 Aralık doğum günüm. Önceki doğum günümde 5.bölümü atmıştım şimdi de finali atayım dedim, iyi okumalar.

🌺

Doğuş'la beraber içeri girdik. Doğuş eve girer girmez Erik'i kontrol ederken bende yavaş adımlarla salona ilerledim. Doğuş kucağında Erik'le beraber peşimden girdi. Rahat bir şekilde L koltukta uzanırken Doğuş'u izledim. Erik'in tüylerini okşarken eğilip onu kendi köşesine bıraktı. "Hadi bakalım! Takıl oralarda, tamam mı?" diye çok kısık mırıldanmıştı.

Bakışlarım onda gezinirken onun bakışları da bana çevrildi. "Yemek yapalım mı? Aç mısın?" Bilmem dercesine omuz silktim. "Pek aç değilim galiba ya." Doğuş gözlerini kısarak bana bakmaya devam etti. "Açsın. Sadece iştahın yok. Ve bu yüzden daha fazla kilo vermene göz yumamam, çiçeğim."

Doğuş elini elime uzatınca mecburi hissedip elini tutarak kalktım. "Hem sen bana makarna yapacağını söylemiştin? Çok güzel yapardın?" Yüzümde bir sırıtış oluşurken o cümlemi hatırlayarak hızlıca salladım. "Haklısın! Senin için yapacağım!" Doğuş yanımda dururken elini yavaşça salon çıkışına doğru uzattı. "O halde buyurun hanımefendi."

Onu bekletmemek adına hemen, saçımı savurup büyük bir havayla salondan çıkıp mutfağa ilerledim. Başımda hala ağrılar vardı. Fenalaştığım andaki etkileri hala ufak ufak hissediyordum ama alışkın olduğum için pek de umursamıyordum.

Doğuş tam yanımda durdu. "Size yardım edebilir miyim hanımefendi?" Bakışlarım ona çevrilirken sırıtışım büyüdü. "Tabi ki! Hatta direkt siz bile yapabilirsiniz." Doğuş anında ciddileşince küçük bir kahkaha patlattım. "Şaka yaptım ya! Ben yapacağım!" Doğuş anında, "İstersen bende yapabilirim?" diye teklif sundu. Başımı hızlıca iki yana salladım. "Ben yapacağım dedim! Bir daha öyle dersen seni tamamen mutfaktan atarım!"

Doğuş ifade vermeden geri çekilince önlüğümü alıp üzerime geçirdim. Doğuş bana bırakmadan kendisi hızlıca olduğu yerden, arkamdaki ipi bağladı. Hemen ısıtıcıya su koyarak işe giriştim. Doğuş şimdiden dolaptan malzeme çıkarmaya başlamıştı. Normal bir salçalı, domates soslu makarna yapacaktım.

"Salona geçsene." Doğuş sırtı duvara yaslanırken konuştu. "Eğer unutacak olursan sana hatırlatmamı istemez misin? Ayrıca sana yardım etmek isterim." Bakışlarım ona çevrilirken kısaca düşündüm. Bir şeyi koymayı unutup yine çıldırmak istemezdim. "Olabilir."

Dönüp kaynayan suyu tencereye döküp üstüne iki kişilik hatta daha az makarna koydum. Ben kendime az alırdım en azından. Makarnayı kaynar suda haşlanmaya bırakıp sosunu yapmak için Doğuş'un çıkardığı domatesi aldım. Ki Doğuş hemen yanıma gelip domatesi benden aldı. "Benim kesmeme ne dersin?" diyerek bana sormadan kesme tahtasının üstünde domatesleri simetrik bir şekilde kesmeye başladı.

Ona bir bakış attım. "Ben bebek değilim, bak bunu bir ara daha yapmıştın Doğuş!" dedim sitem eder gibi. Doğuş bakışlarını kaldırıp af diler gibi gözlerime baktı. "Seni kızdırdıysam özür dilerim, çiçeğim. Ama bende sana, bebeğim olduğunu söylemiştim."

Yüzümde bir gülümseme oluşurken elimi elim onun omzuna atıp parmak uçlarıma yükselerek yanağına zar zor bir öpücük kondurabildim. Doğuş gülümseyince yanağındaki o tek gamzesi belirdi. Tekrar uzanıp, omzundan bastırarak hafifçe eğdiğim gibi gamzesinin üstüne bir öpücük bıraktım. Gülüşünde dişleri de görünmeye başladı. Gerçekten çok güzel gülüyordu. Onun gibi bir insanın böylesine güzel bir gülümsemeyi hayal etmeyeceğiniz kadar.

Tencereyi ocağa alıp içine bir miktar yağ koydum. Altını açtığım tencerede yağ ısınırken domates salçasından da biraz koydum. Yağ sıçrarken hemen zıplar gibi arkaya geçtim. Doğuş tam önümdeyken bıçağını bırakıp kesme tahtasının önünden uzaklaşmadan kolunu uzatıp ocaktaki salçayı benim yerime karıştırdı. "Çok sıçrıyor!" diye kısık sesle söylendim.

Doğuş salçayı kavurunca kestiği domatesleri içine attı. Ardından az miktarda ince ince doğradığı soğanları da attı. "Hani sen çok iyi makarna yapardın? Sıçrayan yağdan bile kaçıyorsun." dedi Doğuş muzip bir sesle. Arkasındayken omuzlarından destek alarak zıplayıp gıdıklandığı ensesine bir öpücük kondurmamla anında başıyla ensesini örtmeye çalıştı. "O sen varsın diye yakışıklı çay! Sen beni birde evde tekken gör."

Doğuş sosu karıştırırken bende haşlanan makarnanın suyundan bir bardak ayırıp makarnayı, suyunu üstüme sıçratmamaya çalışarak süzdüm. Doğuş sosla ilgilenirken suyu alıp yavaşça içine dökmeye başladım. Yeterli olduğuna karar  verince bir miktar kremayı da alıp sosa döktüm. Doğuş gittikçe güzelleşen sosu karıştırırken bakışlarını bende gezdirdi. "Güzel olacak gibi." Hızlıca başımı salladığımda makarnayı tek eliyle alıp hızlıca sosun içine boşattı. Ben ocağın altını kapatırken o da makarnayı sosla buluşturuyordu.

Makarna tam istediğim gibi bir hal almışken Doğuş karıştırmayı bırakıp sos için yeterli domatesi doğrar doğramaz, salata için ayırdığı bir kısım domatesin üstüne de diğer salata malzemelerini doğramaya başladı. Bense zaten karışmış olan makarnayı tekrar karıştırıyordum.

Çok geçmeden salata işini halletmiş soslarını da dökmüştü. Hiç durmadan bir tepsi alıp tepsi üzerine tabak, bardak koymaya başladı. Tabaklarımıza makarna doldururken sırıtarak konuştum.  "Güzel görünüyor." Doğuş bardaklara açtığı kırmızı şaraptan doldururken başıyla beni onayladı.

Kendime ayarladığım gibi bir miktar daha az koymuştum. Doğuş iki şarap bardağını da yeteri kadar doldurduktan sonra şarap şişesini yerine bırakıp tabaklara doldurduğum makarna tabaklarını da koydu. "Hadi gidelim."

Beraber mutfaktan çıkıp salona geçtik. Erik bir  köşede mamasını yiyordu. Ona bir bakış atıp önüme döndüm. Doğuş tepsiyi masanın bir ucuna koydu. Ardından tabaklarımızı ve bardaklarımızı tepsiden alıp masaya sandalyelerimize bıraktı. Bende bir peçeteyle beraber çatak ve kaşıklarımızı bıraktım. Doğuş önce her zaman ki yaptığı gibi, benim sandalyemi oturmam için çekti. İstediği gibi sandalyeye oturmamla sandalyemi düzeltip geri çekildi. Hemen sonra kendisi de karşımdaki sandalyeye oturdu.

Doğuş'un bakışları makarna tabağımın miktarında gezindi. Az koyduğumu fark etti fakat tek kelime etmeden önce şarabından bir yudum aldı. Kaşığı es geçip çatalımı makarnaya doladığım gibi aldığımı ağzıma tıkadım. Güzel görünüyordu fakat iştahım hala yoktu. Doğuş benim aksime kaşığını da kullanarak her zaman ki gibi kibar bir şekilde yemeğini yemeye başladı.

"İstediğin gibi rahat yiyebilirsin." Doğuş cevap vermek için ağzında çiğnediği makarnayı bitirmeyi bekledi. Saniyeler ardından yutkundu ve şarabından bir yudum daha alıp bana cevap verdi. "Ben böyle alışkınım. Biliyorsun bence." diye kısık bir cevap verdi. Evet. Biliyordum.

Ona omuz silkip kendim rahatça yemeğe devam ettim. "Çok güzel yapmışsın." dedi çoğunu kendisi yaptığı halde. Gülerek başımı yavaşça salladım. "Teşekkürler doktor. Hamaratımdır. Afiyet bal şeker Manolya olsun."

Bir süre sessizce yemeğimizi yedik. Bu bir sürelik sessizliği o bozmuştu. "Gökden Dinçer konusu aklına takılmıyor değil mi? Son zamanlarda düşünceli görüyorum seni. Evet yine o enerjili kadın gibisin, onun gibi davranıyorsun ama hissediyorum." Duraksayarak bakışlarımı Doğuş'a çevirdim. Çiğnediğim makarna lokmasını yutarak bakışlarımı tekrar makarnaya diktim. "Yok. Takılmıyor." Doğuş bana inanmamış gibi bir bakış atsa da yine de konuşmadı.

O adamın aklıma gelmesi bile içimde kötü hisler uyandırıyordu. Doğuş'u o hale getirdikten sonra kaçmış ve bir yerlerde kendine bakıyordu muhtemelen. Gerçekten cezasını çekmesi gerekiyordu artık.

Hızlı hızlı yemiş gibi görünmek için tabağımın yarısına kadar yedim. Ardından dudaklarımı peçeteyle yavaşça sildim. "Ben doydum sanırım." Olmayan iştahım daha çok kaçmıştı. "Hatta çok uykum var. Uyusam mı ya?" diye mırıldandım. Doğuş ciddiyetle bana bakarak bakışlarını üzerimde gezdirdi. "İyi misin? Bir şeyin mi var?"

Hızlıca başımı iki yana salladım. "Sadece halsizim. Bildiğim kadarıyla bu da hastalığımın bir semptomu." Doğuş itiraz etmeden yavaşça başını salladı. "Tabi ki. Benden izin almana, sormana bile gerek yok." Başımı sallayıp hemen dönüp odaya ilerledim.

Odaya girdiğim gibi kapıyı kapatıp bakışlarımı aynadaki kendime çevirdim. Avuçlarımı şakalarıma bastırarak bana hükmetmeye çalışan zihnimi durdurmaya çalıştım. "Neden hissediyorum böyle?" diye fısıldıyordum kendi kendime.

Odada aynanın önüne kadar gelip kendime baktım. Bakışlarım yeşim yeşili gözlerimde gezinirken başımı hızlıca iki yana salladım. "Hayır...hayır...hayır...hiçbir şey anlamıyorum..."

Doğuş'un bana seslenişiyle olduğum yerde irkildim. "Çiçeğim istersen, çok ağrın varsa ağrı kesicilerini kullan!" Bakışlarım tekrar aynaya kaydığında başımı tekrar fakat bu sefer ağır ağır iki yana salladım. Bunu şu an hak etmiyordum. Şu an acı çekmeliydim. Neden bilmiyordum ama acı çekmeliydim.

Hızlıca ışığı kapatıp üzerimdeki kıyafetleri çıkarmadan yatağa girip üstüne çarşafı da üzerime çekmeden gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım.

Bir süre yatakta öylece gözlerim kapalı uyumaya çalıştım. Ağrılar beni uyutmuyorken odanın kapısının açıldığını hissettim. Hemen ardından gözlerim kapalı olsa da ışığın açıldığını hissettim. Adım sesleri ve koluma dokunan bir tanıdık el. Tepki vermedim. "Kıyafetlerini de değiştirmemişsin ki..." fısıldayışı o kadar kısıktı ki uyuyor olsaydım beni uyandırmazdı bile.

Dolap kapağının sesini duydum. Bir kere açılıp kapandı. Sadece altımdaki pantolonu yavaşça ve beni rahatsız etmemeye çalışarak çıkartıp yerine şort giydirdi. Uyanırdım diye üstümdeki cropu çıkarmamıştı.

Işığın tekrar kapandığını hissettim. Bacaklarımın altındaki çarşafı çektiği sırada yatakta yanımda bir çökme hissettim. Yanıma kadar yanaşıp kolunu bedenime sarı çenesini omzuma rahatsız etmeyecek şekilde konumlandırdı. Vücudu tamamen çikolata kokusu eşliğinde sararken huzuru şimdi hissediyordum. Bana ağrılarımı unutturacak kadar huzur doluydu.

Çarşafı ikimizin üstüne örtmüştü. Gelen sesten kokumu içine çektiğini anladım. Başıma bir öpücük kondurdu. Asıl şimdi uyuyabilirdim gibi. Onun kokusuyla, onun varlığıyla. Kapalı gözlerimle zihnimin sakinleşmesini izledim.

🌺

Sigara böreklerini de masaya koyduktan sonra çayları tek tek doldurmaya başladım. L koltukta otururken kitap okuyan Doğuş çalan kapıyla oturduğu yerden kalkıp açmak için kapıya ilerledi. Ona sabah erken kalkıp kahvaltıyı benim hazırlamak istediğimi söylemişti. O her ne kadar sürekli yardım etmek istediğini söylese de onu umursamadan kahvaltıyı tek başıma hazırlamıştım.

"Nezaket gereği hoş geldiniz ama tam olarak neden buradasınız?" Adım seslerine sırıtarak çayları doldurmaya devam ettim. "Aynı evde yaşıyorlar ama yaşamıyor gibiler!" Arat'ın muzip sesi. "Sana içeriye girebilirsin dediğimi hatırlamıyorum Arat." Arat sadece onun taklidini yapmıştı. "Az kibar ol lan. Kibar adam öyle der mi?" Bayar'ın ciddi sesi. Ve Doğuş'un direnişçi cevabı. "Kaba değilim diye istemediğim birini evime alacağım diye bir şey yok. Sizi evimde istememem beni kaba yapmaz. Senin direkt evime dalman seni kaba yapar."

Çayları doldurup çaydanlığı masanın köşesine bırakırken bakışlarımı odaya giren doktor tayfasına çevirdim. Fatih, Esma, Bayar, Gümüş, Eylül ve Arat. Hepsi tek tek içeri girdiler. "İstemezseniz gidebiliriz hocam." dedi Eylül çekingen bir sesle. Arat ona alay edercesine güldü. "O ne kız! Bizde öyle bir cümle yok kendi adına konuş!" Eylül, Arat'a mesafeli bir bakış attıktan sonra tekrar Doğuş'a döndü. "İstemezseniz ben giderim hocam. Size saygım var."

Doğuş başını iki yana salladı. "Bu yüzden bunca insan arasından bir tek sen kalabilirsin Eylül." Gümüş yavaşça maşalı saçını geriye attı. "Aşk olsun Doğuş. Sanarsın her gün diğerleri gibi zorla evine geliyorum." Onu saymamasına alınmamış  fakat bunu dile getirmişti. Doğuş, "Ve sende. Kusura bakma lütfen." diye ekleme yaptı. Gümüş bu cevabı pek de umursamadan önüne döndü.

"E oturun hadi! Kahvaltı hazırladım sizin için!" Doğuş yanıma kadar gelip bakışlarını hayal kırıklığıyla bana çevirdi. "Hani bizim için yapıyordun?" Güldüm. "Hayatım, bu kadar kişilik yemeği bize yapacak halim yok ya!" Doğuş ciddileşerek dikleşip önüne döndü.

Herkes sandalyeleri çekip otururken bizde oturduk. "Oo ne güzel hazırlamış! Hayret bir şey yanmamış!" Çünkü Doğuş çaktırmadan neyi ne zaman pişirmeye başladığıma bakıp dikkat ediyordu.

"Arat!" Uyarımla Arat daha çok güldü. "Şu senin böreğini görünce aklıma o aktif karbonlu taşın geliyor!" Onunla karşılaştığım ilk gündeki anımıza vurgu yapıyordu.

"Arat!" Arat gülüşünü yine arttırdı. "Hatta şu Fatih'in de yanık yemek aşkı geliyor. Aşkımın öyle bir zevki olduğunu bilmiyordum." Bu cümleyle Esma, Arat'a bir bakış attı. "Aşkım derken hocam? Onu ben bile demiyorum da, siz baya rahat söylüyorsunuz!" Arat umursamazca sigara böreğini ağzına sıkıştırırken rahatça başını salladı. "E tabi! Senden önce ben vardım çünkü. Sen benim kumamsın."

Onların bu tartışmalarına masadakilerden bende dahil bazılarımız küçük kahkahalar attık. Esma çatalını sıktı. "Hayır hocam asıl sizden önce ben vardım! Ayrıca kumanız falan değilim! Sizin ilişkiniz yok ya!" Arat gülerek omuz silkti. "Sen öyle sen. Bebeğimiz bile var bizim!" Esma'nın kaşları derince çatıldı. Bir çaresizce ikisine bakan Fatih'e, bir Arat'a baktı. "Bebek mi?" Arat başını sallayarak gözleriyle Bayar'ı işaret etti. "Ben doğurdum onu."

Çayımdan bir yudum alırken gülerek onları izlemeye devam ettim. Keyifli keyifli menemen yiyen Bayar hızlıca dönüp gözlerini kırpıştırarak Arat'a baktı. "Ne diyorsun sen oğlum!" Hızlıca menemenli ekmeğini yutup Arat'ın ensesine bir şaplak attı. "Beni doğurmuş muş! Bir kere adam gibi şakalar yap da hepimiz gülelim! Hep aptal saptal şakalar!"

Arat, demin Bayar'ın şaplak attığı ensesini ovuştururken bakışlarıyla Bayar'ı işaret etti. "Bebeğim beni dövüyor görüyor musunuz? Hepsi senin yüzünden Esma! Bu çocuk cici annesini göre göre böyle bir şeye dönüştü." Bu şakalara bende güldüğüm için Doğuş, Arat'a laf etmiyordu. Sadece arada gülen bana bakıyor, yemeğini yiyordu.

Esma sesli bir şekilde nefesini vererek önüne döndü. "Hocam ya!" diye kısık bir sesle söylendi. "Hocalara ya denmez Esma!" Bayar bakışlarını merakla Arat'a çevirdi. "Oğlum o değil de sen nasıl tıbbı kazandın lan?" Arat alayla gülerek göz ucuyla ona baktı. "Beyin fışkırıyor benden ne sandın? Asıl sen nasıl kazandın? Ders çalışırken bir yandan maç mı izliyordun?" Asıl ben bu soruyu ikisine sormak istiyordum. Bu ikisi gerçekten tıbbı nasıl kazanmıştı?

Fatih eğlenmiş gibi gülerek lokmasını yuttu. "Bu ikisi kendini tesadüf arası girmiştir!" Fatih'ten gelen bu atakla ikisi de aynı anda dönüp ona ciddi bir bakış attı. "Ne alaka?" diye sordu Bayar. Onun hemen ardından Arat da ekledi. "Hayır, ne alaka?" Fatih bunlarla daha çok gülmüştü.

"Öyle demeyin ya! Bayar çok çalıştığını söylüyordu sürekli. Hayatının en beter yıllarıymış." dedi Gümüş muzip bir sesle. Masadakilerin çoğunluğu tekrar güldü. Bayar ciddiyetle herkese bakarken bakışları git gide küsmek üzere olan bir çocuğa dönüyordu.

"Arat nasıl çalıştı mesela, hiç düşünemiyorum." dedi Fatih bu sefer. Arat kaşlarını çatarak elini masaya vurdu. "Bir dakika! Her zaman ben dalga geçerim! Kimse benle dalga geçemez! Buna alışık değilim!" dedi isyan edercesine. Masadakiler gülerken Doğuş ciddi bakışlarını onda gezdirdi. "Malıma zarar verme lütfen."

Bakışlar Doğuş'a kayarken Arat inat diye bir kere daha vurdu. "Al lan! Sanki devlet malı! Ne değerli, ne cimri, ne misafir perver olmayan bir insansın ya!" Doğuş tek kaşını kaldırdı. "Arat polisi arattırma."

Bu cümleye büyük bir kahkaha atarak Doğuş'a döndüm. "Sevgilim ya! Sen çiçeğine mi benzemeye başlıyorsun! Espri yaptı! Çok komikti hadi gülün!" Masadakiler bana ve Doğuş'a anlamsızca baktılar.

Doğuş tek kaşı inerken ciddi bakışlarını bana çevirdi. "Şaka yapmadım çiçeğim. Ciddiydim." Nasıl benim gibi isim esprisi yapmamıştı?

Bu detayı umursamadan gülmeye devam ettim. "Git gide bana benziyor bu adam!" dedim diğerlerine dönerek. Asla bana katılmayan o ifadeleriyle başlarını salladılar.

"Kahvaltıya devam etmeye ne dersiniz?" diye Bayar'a döndüm. "Sus be! Zaten kahvaltı için gelmişsin bir menemen yapayım dedim hepsini sen yedin! O tava senin için değildi herkes için oradaydı!" Bayar bana dönerken anında kaşlarını çattı. "Ufacıktı ya! Azcık yapmışsın! Hem bunların hiçbiri sevmez menemen!" diye söylendi.

Başımı tabi tabi dercesine salladım. Onu haksız çıkarmak için, "Eylül bayılır! Hatta o benden özellikle kahvaltıda yapmamı rica etti." Bana şaşkınlıkla bakan Eylül'e döndü Bayar. Bayar aralanan dudaklarıyla vicdan azabı içinde kıza baktı. "Sen mi yiyecektin kardeşim?"

Eylül başını hızla iki yana salladı. "Yok yok ben yedim diye yalan söyleme sakın." dedi Bayar hemen. Arat çatık kaşlarıyla Bayar'a bakıyordu. "Ayı gibi yedin işte! İnsan bir sorar "yiyen var mı?" diye!" Bayar onu umursamadan Eylül'e bakıyordu. Eylül tekrar başını hızlı bir şekilde iki yana salladı. "Sana menemen yapayım mı kardeşim? Bak ben çok güzel menemen yaparım." diyordu vicdan azabı içinde.

Fatih gülerek masadakilere döndü. "Yalan söylüyor. Zamanında ona yemeğe gittiğimizde bize yaptığı bir menemen var, hayatımda yediğim en kötü menemendi. Neye benzediği bile belli değildi." Eylül'ün cevabına ikna olan Bayar çatık kaşla Fatih'e döndü. "Manolya'nın yaptığı her şeyi yiyorsun benim yaptığıma niye laf ediyorsun alçak herif!"

Fatih ona sadece güldü. Arat ona alayla bakarken mırıldandı. "Motor yağı kullanmıştı sanırım birde. Hatta Doğuş'a zorla yedirmeye çalışmıştı." Bayar onlara sinirli bakışlar atıyordu. Fatih gülerek başını sallayınca uzatıp ellerini birbirine çarptılar. "Doğuş o gün de polise şikayet edeceğini söylüyordu! Ama bu sefer onu zorla evde tuttuğu için." dedi Fatih gülerken.

"Oğlum tamam lan! Konu ne ara buraya geldi?!" dedi Bayar sitemle. "Senin o radyoaktif olan menemeninden." Bayar sinirle cevabı veren Arat'ın ensesine bir tane yapıştırdı. "Hele hele! Döverim bak seni!" Arat bıkkın bir nefesi verdim. "Şu enseme dokunma artık! Bak bende Doğuş gibi polise şikayet ederim!" Bayar onu umursamadı bile.

Fatih derin bir nefesi verirken bakışlarını masadakilerde gezdirdi. "Ne yapıyorsunuz bari? Bugün hepimizin izin yaptık." Bayar salatalığını çiğnerken konuştu. "Valla biz bugün denize gideceğiz." dedi bakışlarını Gümüş'e çevirip gülümserken.

"Ya! Denize mi gidiyoruz kardeşim?" Arat'ın sırıtarak söylediği söze Bayar sert bir bakış attı. "Biz diyorum oğlum!" dedi bakışlarıyla kendini ve Gümüş'ü işaret ederek. Arat sırıttı. "Sen demek ben demek, ben demek sen demek, biz tek yumruk gibiyiz." Bayar nefesini vererek bastıra bastıra konuştu. "Karım ve ben!" Arat sırıtışını çoğalttı. "Ve de biz!"

Bayar konuşacaktı ki ondan önce lokmasını yutan Gümüş konuştu. "Tamam Bayar gelsin. Gelen gelsin bir şey olmaz." Bayar konuşacaktı ki susup masadakilere döndü. "Fato! Bari sizde gelin lan! Valla ben bunu denizde boğarım! Bana falan sarar bu şimdi!" Fatih onlara gülerken Esma'ya dönüp sorarcasına baktı. Esma gülümseyerek omuz silkince Bayar'a dönüp başını sallayarak kabul etti.

Yüzümde bir gülümseme oluşurken o gülümsememle onları izledim. Doğuş'u zaten yeterince zorluyordum daha fazla bizde gidelim deyip zorlamazdım. Gitmek istemiyorsa benim yüzümde gitmesini istemezdim. "Çok eğlenceli olacak! Yıllar sonra tekrar beraber denize gideceğiz." dedi Arat sırıtarak.

Onları izlerken yüzümdeki gülümsememi eksiltmeden bakışlarımı Doğuş'a çevirdiğim sırada onunla göz göze geldim. Gülümsememi arttırdığım sırada düşünceli gözlerini Bayar'a çevirdi. "Bizde gelebilir miyiz?" Şaşırtıcı soruyu soran Doğuş'tan başkası değildi. Muhtemelen gülümsememi görmüş ve gitmek istediğimi düşünmüştü. Doğru düşünmüştü.

Herkes aralanan ağzıyla Doğuş'a bakarken Arat titrettiği parmağını kaldırıp Doğuş'u işaret ederek Bayar'a döndü. "O...o bize katılmak istedi." dedi şok ama aynı zamanda dalga geçer gibi bir sesle. Bayar aralıklı ağzını kapatarak şaşkınlıkla başını salladı. "Lan harbiden...ilk kez biz zorlamadan dedi ya..." Köpeği gibi gerçek bir asosyaldi. Arkadaşlıkları bile arkadaşlarının zoruyla olmuştu.

Doğuş ciddiyetle başını salladı. "Sorumu tekrarlamak istiyorum. Hala cevap alamadım. Gelebilir miyiz?" Bayar gülümseyerek başını salladı. "Gelin tabi! Sen yeter ki gelmek iste ben seni her yere götürürüm!" Doğuş cevabını alınca ifadesizce önüne döndü.

Bakışlarım masada sakince oturup konuşanları izleyen Eylül'de gezindi. Onu davet eden kimse olmamıştı. Saçımı savaşa geri atarak gülümsedim. "Eylül senin mayon var değil mi? Bir de  yüzmeyi biliyor musun?" Eylül başını bana çevirip kaşlarını kaldırdı. "Mayom var. Yüzmeyi bilmiyorum ama. Hem bende mi geleceğim?" dedi saf bir sesle.

Devamını zaten Bayar'ın getireceğini biliyordum. "Tabi kızım! Sende geleceksin!" dedi Bayar abartılı bir tepkiyle. Eylül gülümserken Arat gülerek ona baktı. "Simit falan da al. Kaybolursun şimdi." Eylül ona yüzündeki ifadesiyle bakınca Arat daha çok güldü. "Ben sana yüzmeyi öğretirim. Çok iyi yüzücüyümdür." dedi, tek göz kırparak. Eylül anında saf saf, kocaman sırıtıp omuz silkti. "Olur!" Arat onun saflığına hafifçe gülerek önüne döndü.

Doğuş'un bakışları bendeyken sesini duydum. "Sen yüzmeyi biliyor musun?" Başımı biraz dercesine salladım. "Zaten ben daha çok suyun içinde durmayı seviyorum." diye mırıldandım. Doğuş bir şey demeden başını salladı.

"Ee? Ne zaman gidiyoruz ona göre hazırlık yapalım?" diye sordu Esma, Bayar ve Gümüş'e bakarak. Bu sefer Gümüş cevap vermişti. "Biz hemen kahvaltıdan sonra gidecektik. Eşyalarımız arabamızda hazırdı." Masadakilerden kısa ses kalabalığı çıktı. "E biz nasıl hazırlanacağız?"

Herkes birbirine bakarken aklıma gelen fikirle elimi masaya vurdum. "Buldum!" Bakışlar bana dönerken Arat fikrimi umursamadan beni, Doğuş'a işaret etti. "Hadi lan! Hadi ona da malıma zarar verme de!" Doğuş ciddi bakışlarıyla ona baktı. "Benim malım onun malı." Bu yeterli bir cevap olmuştu Arat.

Fatih, "Ne buldun Manolya?" diye sordu merakla. "Volkan'ın babasının beyaz bir minibüsü vardı. Volkan'ı da çağırıp ondan rica etsek?" Fatih'in bakışları ciddileşti. "Olmaz. Gereksiz olur. Yetecek arabamız var ayrı ayrı da gitsek olur." Esma'nın eski sevgilisi olduğunu unutmuştum.

"O zaman hızlı hareket edelim." dedi Gümüş dikkat çekerek. Herkes ona katılınca bir an önce  çıkmak adına hızlıca kahvaltımıza döndük.

🌺

İki saatin ardından anca halledebilmiştik. Sırtım koltuğa yaslanırken telefonumdan git gide yaklaştığımız Bayar'ın attığı konuma bakıyordum. "Bakmana gerek yok çiçeğim." dedi Doğuş bana bakmadan. "Yok zaten öylesine bakıyorum."

Üzerimde lacivert bikinilerim ve üstünde beyaz, v yak,  çok uzun olmayan bir plaj elbisesi vardı. Doğuş açık renk tişört ve lacivert bir deniz şortu giymişti.  "Hiç denize gittin mi?" Bakışlarım Doğuş'a çevrildi. "Çok değil. Bazen gidiyordum tek başıma." Doğuş başını anladım dercesine ağır ağır salladı.

Doğuş arabayı park ederken bakışlarım etrafta gezindi. "Denize gelmeyi özlemiştim!" dedi arka koltuktaki çocuk gibi heyecanlı olan Eylül. Doğuş arabayı park etme işini halledince hemen arabadan indik. Doğuş arabasını kilitlemeden bagajdan eşyalarımızı çıkartınca kendi çantamı aldım. Eylül kendi pembe desenli çantasını  da alınca Doğuş da arabasını kilitleyip siyah çantasını aldı.

Hızlıca içeri girme işini hallettikten sonra kumsalda yürürken doktor tayfasını aradık. Sahil çok kalabalık değildi. Bu çok iyiydi. Bize el sallayan üzeri çıplak, bütün kasları ortaya serilmiş Arat'ı fark etmemizle o yöne döndük. Saçlarının henüz ıslak olmaması onun denize girmeden üstünü çıkardığını işaret ediyordu.

Yanlarına gidip çantalarımızı bir tarafa bıraktık. Gümüş üzerindeki siyah, üstü önden bağlı modeli olan bikinileriyle şezlongda uzanmış güneşleniyordu. Bikinisinin altı kanını kapatacak kadar uzundu. Karnındaki izlerden dolayı böyle giydiğini hemen anlamıştım.

Bayar'sa hemen yanındaki şezlongda oturmuş bize bakıyordu. Esma ve Fatih ise diğer tarafımızdalardı. Esma, çiçekli göz kanatacak kadar kötü bikinileriyle sırtını Fatih'e dönmüş onun sırtına güneş kremi sürmesini bekliyordu. Fatih ise üzerinde mavi bir tişört ve şortuyla duruyordu.

"Oo! Nerede kaldınız be kardeşim?" diye söylendi Bayar. "Geç kaldığımız için kusura bakmayın." dedi ciddiyetle. "Kusura bakmayız zaten de sizi bekledik ondan." dedi Bayar ellerini arkasından şezlonga yaslayarak.

Arat bakışlarını Bayar'a çevirdi. "Hadi denize girelim!" dedi ve ayağa kalktı. Ardından bakışlarını Fatih'e çevirdi. "Hadi lan! On saat gözümün önünde krem sürüyorsun!" Fatih çatık kaşlarıyla Arat'a döndü. "Mal mısın Arat? İşine baksana!" Ardından elini Esma'nın sırtından çekip kremini ona uzattı. Esma güne kremini alırken ona teşekkür edercesine baktı.

Arat bakışlarını Doğuş'a çevirince, "Siz girin. Biz de şimdi hazırlanıp gireriz." Arat ofladıktan sonra hemen Bayar'ı kolundan çekip kaldırdı. "Kalk bakayım! Sensiz olmaz!" Bayar tek kelime etmeden ona eşlik etmek için kalkınca Arat bu sefer Eylül'e döndü. "Seni fark etmemişim. Ufacıksın görünmüyorsun." Fatih ona yan gözle bakış attı. "Şu kıza zorbalık yapma artık." Doğuş da çatık kaşlarıyla ona katıldı. "Arat! Doğru düzgün davranmalısın. Şunu kesmelisin artık." Arat onları umursamamıştı bile.

Eylül'ü kendine doğru çektiği gibi elini plaj elbisesinin eteğine indirdi. "Hadi hadi! Çabuk denize girelim! Sana yüzme öğretirim kız!" dedi gülerek. Eylül aralanan dudaklarıyla şaşkınlıkla Arat'a bakarken Arat hiçbir şey yokmuş gibi onun plaj elbisesini şezlonga attı.

Ardından bakışları kızın fırfırlı bikinisinde gezinince güldü. "Çocuk musun ya! Bu ne?" Eylül'ün yanakları bariz bir şekilde kızarırken bakışları bana kaydı. Onu bu utançtan kurtarmak ister gibi bakışlarımı Arat'a çevirdi. "Sana ne be! Sen kendi şortuna bak! Siyah şort mu olur!" İnsanların bana attığı o bakışları umursamadım.

"Selam gençlik!" Bakışlarımız bir noktaya kaydı. Ufuk fosforlu sarı şortuyla beraber yanımıza geliyordu. Üzerinde hiçbir şey yoktu. Beyaz teni ve en az Arat kadar kası vardı.

Bu hastane gerçek olamazdı. Bir hastanenin bu kadar doktorunun yakışıklı olmasına imkan olamazdı! Hepsi uzun boylu, kaslı, yakışıklı tipler olamazdı! Her bölümün için ayrı ayrı yakışıklılar vardı ve hepsi farkı farklıydı. Biri esmer, biri kara kaşlı kara gözlü, biri beyaz tenli, biri sarışın, biri İsveçli...

Bakışlar yine hemen Arat'a döndü. "Yine mi Arat?" diye sordu Fatih dişlerini sıkarak. Doğuş alışmış gibi ellerini şortunun cebine sokmuş onları izliyordu. Arat cevap vermek yerine Ufuk'a döndü. Ufuk'un kahverengi bakışları tek tek üzerimizde, en çok da Doğuş'ta geziyordu. "Bir insan selam verdiğinde genelde, "Yine mi Arat?" Yerine, karşılık olarak selam verilir." Doğuş ciddiyetle ona bakarken, "Selam." dedi. Son derece soğuk ve ciddi çıkan sesiydi. Nezaketen cevap verdiğini anlamamak imkansızdı.

"Denize girmiyor muyuz?" Dedi Arat'ın yanına geçerken. Arat ona başını sallayınca hemen tekrar Eylül'e döndü. Kollarına güneş kremi süren Eylül'e oflayıp, kremi elinden aldığı gibi hızlıca kollarına, üzerine, sırtına sürdü. Eylül artık şaşırmaktan bir hale girmiş bulunuyordu.

"Hadi ya!" diye söylendi Bayar. Ufuk, Esma'dan çaldığı güneş kremini yüzüne sürüyordu. "Senin çakma kremine kaldık. Ben vücuduma sürmüştüm de yüzümü unutmuşum, kezban." Fatih ona sert bir bakış atarken Ufuk bunu umursamadan elinde arta kalan kremi hiç sormadan Bayar'ın suratına sürdü.

Bayar irkilerek ona dönerken Ufuk sırıttı. "Sen bol bol sür. Esmersin, buradan siyahi olarak çıkma. Bol bol güneş kremi sür." Bayar ona öfkeli bir bakış atarak hızlıca yüzündeki kremi etrafa dağıttı.

Bende üzerimdeki elbiseyi çıkarıp güneş kremi sürdüm. Bayar, Ufuk, Arat ve Eylül denize ilerlerken bakışlarım onlarda gezindi. Üçünün de yanında ufacık kalmıştı Eylül. Arat arada dönüp Eylül'e sebepsizce gülüyor ve onu utandırmaktan keyif aldığını gösteriyordu.

"Sırtına sürmemi ister misin?" Doğuş'un soruyla başımı salladım. Bayar'ın demin oturduğu şezlongda arkama oturup kremi yavaşça sırtıma sürmeye başladı. Bakışlarım Fatih ve Esma'da gezindi. "Sizde girsenize." Esma gülümsedi. "Biz sizi bekliyoruz."

Omuz silkerek diğer tarafımızdaki Gümüş'e döndüm. Gözleri kapalı, uyuyor gibi görüntüsü vardı. "Sen girecek misin?" Yavaşça başını salladı. "Bir ara gireceğim." Onun cevabına bir şey demeden omzum üstünden omzuma öpücük bırakan Doğuş'a baktım. Bana tebessüm etti ve kremi belime de sürmeye başladı.

Ona tebessüm ettikten sonra bakışlarımı önüme çevirdim. İçimde garip hisler vardı. Hepsini doya doya izlemek, onlarla güzel vakitler geçirmek istiyordum. Sonsuz bir özlemi gidermek istercesine hepsini yanımda istiyordum. Bu özlem Ufuk'a bile işliyordu. Bu çok garipti gerçekten.

Düşüncelere dalmışken Doğuş'un vücudumdan çekilen elini bile anca fark etmiştim. "Dövme güzelmiş Doğuş. Ben senin dövmeyi saçma bulduğunu düşünüyordum." Fatih'in sözüyle beraber yavaşça oturduğum yerden kalkarken, vücuduna hızlı hareketlerle güneş kremi süren ona döndüm. Doğuş açık bir cevap verdi. "Benim o düşüncem görsel için yapma düşüncesindeydi. Güzel dursun diye yapılanlar içindi. Ben bunu vücuduma sonsuz bir anlamı olsun diye yaptırdım." Fatih bir şey dememişti.

Benim kalktığımı fark eden ikili de benimle kalkmıştı. Doğuş vücuduna kremi yedirince o da bizim gibi kalktı. Esma ve Fatih hemen önümüzden ilerlediler. Onların arkasından bizde el ele ilerledik. Bakışlarım denizin içindekilerde gezindi. Ufuk, Arat ve Eylül'e su fışkırtıyordu. Arat bunu pek de umursamadan Eylül'e yüzmeyi öğretmeye çalışıyordu.

Fatih ve Esma'yı gören Arat gülerek alkışlamaya başladı. "Sonunda! Sonunda girebildiniz!" Fatin ona cevap olarak elini attığı gibi su fışkırtmıştı. Su daha çok Eylül'e gelmişti. Ellerimizi ayırıp su içinde onların yanına kadar geldik. "Bu ne lan? Ne diye böyle toplandık." diye sordu Bayar anlamsızca.

Diğerleri de Doğuş'un tam kalbinin üstündeki dövmeyi görünce şaşırdılar. "Oha! Dövme mi yaptı? Güzelmiş..." diye mırıldandı Arat. Doğuş sadece başını sallamıştı. Ufuk, Doğuş'a ve dövmesine memnuniyetsiz bakışlar atıyordu. "Harbi lan. Saçma bulurdun sen." Doğuş ciddiyetle bakışlarını sözün sahibi Bayar'a çevirdi. "Anlamı olan bir şey yapmak istedim." demişti sadece.

Bakışlarım onlarda geziniyordu tek tek. Ufuk herkese tek tek su atmaya başlayınca Bayar en son dayanamayarak onu itti. Geri düşen Ufuk gülerek tekrar yüzeye çıktı. "Hadi yüzme yarışı yapalım!" Bunu Doğuş'a bakarak söylüyordu ve bakışları daha çok sadece ona rekabet teklifi sunuyor gibiydi.

Doğuş başını hay hay dercesine salladı. "Bende varım!" dedi Arat heyecanla. "Beni saymayanı bende adamdan saymam!" dedi Bayar sırıtarak. "Beni de sayın." hepimizin bakışları aynı noktaya çevrildi. Hemen arkamdan aramıza giren Gümüş. Tek tek herkese bakarak katılacağını söylemişti.

"Harika! Başka?" Sırıtarak ellerimi kaldırdım. "Benim olmadığım masa olmamalı! Yüzmeyi kendi kendime öğrenmiş biri olarak sizi geçeceğim!" Eylül çekingence elini kaldırdı. "Bence bende öğrendim yüzmeyi. Hem antrenman olur." Arat hemen kaşlarını çatarak reddetti. "Olmaz! Öyle bir denemeyle olmaz." Eylül omuzlarını indirip kaldırdı. "Hocam bende katılmak istiyorum. Kazanamasam bile yarış yapmak istiyorum." Arat tekrar söz edecekti ki Ufuk hemen, "Tamam tamam sende varsın." dedi umursamazca. Arat kaşlarını çatarak bir Ufuk'a, bir sevinçle sırıtan Eylül'e baktı.

"Bende varım!" dedi Fatih ellerini beline koyarak. "Esma?" Esma hevesle ellerini çırparak gülümsedi. "Tamam... Bende varım! Hem ben köyde de sürekli çayda yüzerdim!" Ufuk, Esma'ya yan gözle bakışlar attı. "Belliydi zaten köylü olduğun." Esma ona dönerek anında kaşlarını çattı. "Ne oluyormuş köylü olunca?" Ufuk onu umursamadan diğerlerine döndü.

"Tam bulunduğum yerden başlıyoruz." dedi sınırı işaret ederek. Doğuş'un bakışları bana kaydı. "Sen yapmasan çiçeğim? Korkuyorum senin adına. Lütfen bir kere doktorun olarak dediğime uy." Doğuş bana yalvarırcasına bakınca uzatmadan başımı salladım. "Tamam."

Bana inanamaz gibi baktı. "Bak seni zorlamıyorum. Bana yalan söylemene gerek yok." Başımı tekrar salladım. "Tamam işte Doğuş. Sizi izleyeceğim." Doğuş uzanıp yanağıma bir öpücük bıraktı. "Teşekkür ederim çiçeğim. Bende yanında durabilirim istersen." Başımı bu sefer iki yana salladım. "Ben seni izleyeceğim. Kalmana gerek yok."

Doğuş cevabını alınca bir şey demeden onların yanına geçti. "Hakem benim! Başlayın!" dedim direkt sırıtarak. Herkes hareket etmeye başlarken önce Ufuk, Doğuş, Bayar ve Gümüş ilerlemişti.

En arkada Eylül ilerliyordu. İnsanlara baktıkça daha hırslanıyor yüzmeye çalışıyor ve başarıyordu da. Eylül'ün önünde Esma, onun önünde de Arat vardı. Arat istemsizce sürekli Eylül'ü kontrol ettiği için geride kalıyordu.

Hepsi ilerlerken en öndekilere baktım. En önde Doğuş, biraz arkasında Ufuk, Ufuk'a çok yakın olan Gümüş. Hepsi de çok hızlı yüzmeye çalışıyordu. Hedefe git gide yaklaşırken hırslanan Ufuk Doğuş'un konumuna bir bakış atıp daha da hızlanmıştı. Gümüş'te onlara yetişmek üzereydi.

Doğuş kazanmaya çok yakın olduğu sırada Ufuk yönünü ona çevirmiş ve tam yetişeceği sırada üstüne çullanarak Doğuş'u aşağı çekmeye çalışmıştı. Gümüş onları fark edip dururken arkadaki diğer yüzenlerden hala fark etmeyen vardı. Kaşlarım çatılırken anında, "Doğuş!" diye bağırdım.

Doğuş'un sadece gözleri yüzeye çıktığı sırada Ufuk ona yüklenerek boğmak istercesine aşağı çekince Gümüş onun amacını fark edip onlara doğru yüzmeye başladı. Bayar ve Fatih'te onlara yüzmeye başladı.

Hızla suyun içinde onlara yaklaşmaya başladım. Doğuş kendini kurtarıp yüzeye çıktığı sırada Ufuk'u göğsünden itti. "Senin derdin ne?!" Bu durumda bile bağırmıyordu fakat sesindeki saf öfke belliydi.

"Oğlum manyak mısın sen?!" Fatih'in bağırışı da yükselmişti. Ufuk, parmağını Doğuş'a doğrulttu. "Benim olduğum yerde kazanamazsın. Benim olduğum yerde en iyisi benimdir." Doğuş ciddiyetine bürünerek, "Hastane pek öyle söylemiyor ama!" demişti. 

Yüzerek onların yanına kadar geldiğimde Doğuş'un yanına geçip Ufuk'a sert bakışlarımı çevirdim. "Sen ne yapıyorsun ya! Resmen boğmaya çalıştın onu!" Ufuk bana dönüp alayla sırıttı. "Korkma hiçbir şey olmamış yedi canlı sevgiline! Çocukken de olmadı, şu anda olmadı!" Son sözünü daha kısıkça mırıldanmıştı.

Doğuş sakin olmamı istercesine suyun altından elimi tutmuştu. Herkes Ufuk'a sitem edercesine bakarken Ufuk bu bakışları umursamıyordu bile. Bakışlarıyla Doğuş'a bakıyordu. Duygularını pek ifade edercesine bakmıyordu fakat gözlerindeki nefreti görebiliyordum. Doğuş'tan her zaman nefret ediyordu. Ve bunun için her şeyi yapar, hiçbir zaman empati kurmaz, üzülmez, düşünmezdi. Hala o küçük çocuk gibi her şeyden onu suçluyor, ölesiye onu kıskanıyordu.

"Psikopat herif..." diye tısladı Arat sessizce. Bakışlarım başka bir noktaya dikkat ederek oraya çevrildiğinde orada cebelleşen Eylül'ü gördüm. Ama bu cebelleşmesi git gide yavaşlıyor ve bedeni yukarı çıkıyordu. Boğuluyordu! Yönümü çevirdiğim gibi Eylül'e doğru hızlı hızlı yüzmeye başladım.

Doktorlar ani yüzüşümle Eylül'ü fark etmiş benim gibi yüzmeye başlamışlardı. Hemen arkamdan ilk yüzenler Doğuş ve Arat olmuştu. Arat ve Doğuş beni geçip Eylül'ü kollarından tutup kaldırmışlardı. "Bu kız sadece çocuk değil! Aptal da!" diye söyleniyordu Arat.

Hızla çıkmak için onların peşinden yüzerken bakışlarım Eylül'deydi. Gözleri kapalı öylece duruyordu. Arat ve Doğuş anında onu kumsala yatırdılar. Bu sırada diğerleri de sudan çıkıp etrafa doluşmuşlardı. "Boğulmuş mu?" diye sordu Bayar onlara bakarken.

Bizi fark etmiş olan can kurtaran buraya yetişerek anında Eylül'ün yanına eğildi. "Boğuldu mu?" Esma aceleyle cevap verdi. "Evet!" Can kurtaran başını sallayarak hemen Eylül'e daha çok yaklaşıp yüzüne eğilerek soluk alıp almadığını kontrol etti. "İlk yardım yapmalıyız hemen..." Arat anında can kurtaranı köşeye itip kendisi yerine geçti. "Doktorum ben, gidebilirsin!"

Ardından, Arat, Eylül'ün çenesini hafifçe kaldırıp ağzını açtı. Diğer eliyle burnunu kapatırken eğilip açtığını ağzınınım içine kendi ağzını yerleştirip kuvvetle üfledi.

Can Kurtaran ve Esma, endişe dolu bir şekilde onu izlemeye devam ediyorlardı. Arat, Eylül'ün sağlığını kontrol etmek için hızla hareket etti. Öncelikle, onun için en kritik olanı yapması gerekiyordu: nefes alış verişini sürdürmesini sağlamak.

Arat, Eylül'ün nabzını kontrol etti ve hala atışlarını hissetti. "Nabzı var, bu iyi bir işaret. Şimdi ona yardım etmemiz gereken bir şey var, bilincini geri kazandırmak." Daha sonra Eylül'ün alnını hafifçe sildi ve onun adını söyledi. "Eylül, benimle konuşabilir misin? Kendine gel."

Arat tekrar eğildi. Eylül'ün yüzündeki sıcaklığı ve nemini hissetti. Yavaşça kızın dudaklarına bir kez daha nefes verdi, bu sefer daha uzun bir süre. Ardından, dudaklarından hafifçe geri çekildi ve beklemeye başladı.

Eylül'ün yana çevrili yüzündeydi bütün bakışlar. Dudaklarından sular çıkarken bir anda öksürerek başını çevirmeye başladığında herkesten sevinçli nidalar çıktı. Eylül gözlerini açtığında bakışları ilk Arat'ı buldu. "Hocam..." Arat kendine gelmiş gibi sırıttı. "Bir daha yüzmeyi yeni öğrendiğin halde o kadar ileri gitmemelisin. Abi tavsiyesi."

🌺

Tabaktaki böreğe uzanırken nefesimi verip Arat'ı dinlemeye herkes gibi devam ettim. "İşte öyle kurtardık ya! Gerçi bizim gibi uzmanlar için bunlar pekte söz edilecek şeyler değil, basit şeyler yani!" Fatih ona sus artık dercesine baktı. "Arat bir saattir, bundan bahsediyorsun. Bunda söz ediyorsun. Son cümleni en az on kere tekrarladın."

Arat ona alaylı bir bakış attı. "Sus be! Ben olmasam ne olacaktı bu kıza?" diye sordu tek kaşını kaldırarak. "Burada bir sürü doktoruz, elbet birimiz ilk yardımı yapardı. Ayrıca artı bir can kurtaran da vardı. O kızın burada daha kötü bir hale ulaşması imkansızdı." dedi Bayar, Arat'a cevap olarak.

Doğuş, Arat'a minnetle bakan Eylül'e döndü. "İyi olduğuna eminsin değil mi?" Eylül emin bir şekilde başını salladı. "Ben burada dönünce yine de kontrol ederim. Tektik falan hallederiz." Arat'ın cümlesiyle herkes ona döndü. "Neden sen?" diye sordu Fatih alayla.

Arat gözlerini irileştirerek bir Esma'ya bir ona baktı. "Bak Esma başkalarına bakmakta ne kadar da istekli! Gözü dışarda bu Fato'nun!" Fatih ona sadece gözlerini devirdi. Ufuk bakışlarını Arat'a çevirdi. "Bende bakabilirim canım, sen niye bu kadar isteklisin?" diye fısıldadı Arat'a.

Arat alayla gülüp ona baktı. "Sen mi? Sen kızı tekrar boğarsın da ondan! Malum demin olanı hepimiz gördük!" Ufuk bakışını anında ciddileştirdi. "Bazen sana da gıcık oluyorum Arat." diye kısıkça mırıldandı ve önüne döndü.

"Biz neciyiz burada?" diye sordu Bayar'da. "Ya yeter be! Sanarsınız hasta görmemişsiniz! Her gün tonla hastanız geliyor, izin gününde de bırakın! Ben kurtardım ben tetkiklerini yaparım!" Gümüş öksürerek söze katıldı. "Bence Eylül karar verebilir."

Bakışlar Eylül'e döndü. Eylül önce Arat'a ardından diğer doktorlara baktı. "Bana fark etmez!" Ufuk alayla sırıttı. "Fark etmez ne kızım? Dondurma mıyız biz?" Buna istemeden gülmüştüm.

Eylül omuz silkti. "Arat hoca bakabilir sıkıntı yok." dedi çekinir bir  sesle. Arat diğerlerine dönüp elleriyle kapat hareketini büyük bir hevesle çekmişti. "Çocuk musun?" diye mırıldanmıştı Bayar onu izlerken.

Arat onlara gülerken geriye yaslandı. "Bu arada öyle ben bakacağım diye saçma sapan düşüncelere girmeyin. Eylül'e ters davrandığım zamanlar oldu. Profesyonel bir doktor olarak bunları düzeltmeye çalışıyorum."

Ardında bir börek alıp ısırdı. Bakışlarım tek tek hepsinde geziniyordu. Dikkatli bakışlarım onlardayken yüzümde hafif bir tebessüm oluştu. Bakışlarımı fark eden Bayar tek gözünü kırparak başını iki yana salladı. "Hayırdır kız?" Omuz silktim. "Bir şey yok."

Böreğimi ağzıma atıp hızlı hızlı çiğnedim. Bu gün onları görmek çok hoştu. Baktıkça bakasım, güldükçe gülesim, gülümsedikçe gülümseyesim geliyordu. Uzun uzun konuşmak, hiç susmamak istiyordum. Yanımda hep Doğuş otursun, dikkatli gözleri üzerimde olsun istiyordum.

"Karnımızı doyuralım da tekrar girelim denize." dedi Bayar. Fatih alayla gülerek bakışlarını Ufuk'ta gezdirdi. "Birileri bu sefer bizi boğmaya çalışmasın? Arkadaş diye yanımıza aldık adam bildiğin gerçek arkadaşımız olan insanı boğmaya çalıştı." dedi Fatih sesine yansıttığı hafif öfkeyle.

Ufuk bunu umursamadan kendi için getirdiği ve herkesten ayrı yediği poğaçalarında yiyordu. "Çok güzel yapmışım. Elime sağlık." diye mırıldandı kendi kendine. Ardından tekrar poğaçasından koca bir ısırık aldı. Bayar bakışlarını ona çevirdi. "Canım çekti lan, bir tane versene!"

Ufuk omuz silkti. "Yapsaydın kendine bana ne!" Bayar kaşlarını çattı. "Oğlum mal mısın? Ver işte ölür müsün?" Ufuk tekrar omuz silkince bir böreği alıp ona uzattı. "Börek karşılığında poğaça! Ver hadi." Ufuk bakışlarını ona çevirip yüzünü buruşturarak alayla ona baktı. "Canım benim, ben siz bana vermezsiniz diye poğaça yapmadım ki o takası kabul edeyim. Ben sizin yaptıklarınızdan yememek için yaptım."

"Sen nesin psikopat? Yanımıza gelmeseydin o zaman! Şuna bak! Hem bize katılmış hem bize afra tafra yapıyor! Valla tokatı yapıştırdım mı denize uçarsın ha!" Bayar'ın sözlerini Ufuk pek de umursamıyordu. Lafını söyledikten sonra, kimseyi ve kimsenin sözünü umursamıyordu.

🌺

Ayaklarım suya girerken gülerek önüme döndüm. Doğuş bakışlarını etrafta gezdirerek ciddiyetle duruyordu. Suda yavaşça yürürken bir yandan Doğuş'un kolunu tutuyordum. Her ne kadar yüzüyor olabilsem de yürürken amaçsızca ona tutunuyordum.

Herkes denizde kendi halinde, kendince takılırken Doğuş durup bana döndü. "Mutlu musun?" Kaşlarım kalkarken başını kaldırıp suratına baktım. "Mutlu muyum derken?" Suyun boyutu göğsüme yaklaşırken bakışlarım da merakla Doğuş'taydı. "Genel olarak. Seni mutlu ediyor muyum? Burası, bu ortam seni mutlu hissettiriyor mu?"

Gülümseyerek başımı salladım. "Çok güzel hissediyorum. İçimde kötü hisler var ve bu an, bu zamanlar onu yok etmese de üstünü örtüyor gibi hissediyorum. Sanki bu gün çok mutlu olmalıymışım, hep arkadaşlarımızla eğlenmeliymişim gibi." Doğuş sadece ciddiyetle baktı. Hiçbir ifade olmadan. Gülümsemeden, somurtmadan, kaşlarını çatmadan, kaldırmadan, gözlerini kısmadan, tek gamzesini belirtmeden. Sadece bana bakıyordu.

Suyun altındaki ellerimizin buluştu. Doğuş'un büyük elleri ellerimi sarmalayarak okşadı. "Bundan sonra hep mutlu olacağız. Hep güleceksin. Bizim için zaman hem devam edecek." Kaşlarım yavaşça kalktı. "Doğuş Çekici yine umut dolmuş ve kendinden emin?" Doğuş gözlerini kısarak başını ağır ağır salladı. "Umutlar bizi başarıya ulaştırır. Bunu bunca zamanlık başarılarımla söylüyorum. Umudum hiçbir zaman tükenmedi. En imkansız şeyi bile umutlarla başarırız."

Gülümsedim. "Senin umuduna hayranım. Bende bu kadar umut etsem herhalde dünyaca ünlü yazar olurdum." Doğuş ilk kez hafifçe gülümsedi. "Neden? Zaten olmak istemiyor musun?" Komik geldiği için istemeden hafifçe güldüm. "Doğuş nasıl olabilirim ki? Yani evet isterim. Çok isterim. Neden istemeyeyim? Ama çok zor. Yani bunun olacağını bile hiç düşünmemişimdir. Benim en büyük hayalim mezun olup Danimarka'ya gidip kuzey ışıklarını görmekti. Bu bile zor gelir."

Doğuş beni büyük bir ilgiyle dinliyordu. "Bu zor değil." Alayla gülerek başımı salladım. "Tabi senin için şehirden şehire seyahat gibidir. Ama benim için zor." Doğuş'un bakışları yüzümde geziniyordu. "Neden yazar olmak istedin?" diye fısıldadı.

Kaşlarım çatılırken bunu düşünmeye çalıştım. "Bilmiyorum...bir hedefim yoktu. Notlarıma ne ara not aldığımı bilmediğim bir yazı gördüm. Hedefime öyle karar verdim. Nereden ilham aldım bilmiyorum. Nasıl onu oraya yazdım onu da bilmiyorum." Doğuş'un elimi tutuşu sıkılaştı. "Ben biliyorum."

Doğuş ifadesizliğe dönüşen bakışlarını bende gezdirmeye devam etti. "Peki hala neden yazıyorsun? İstemesen yazmazdın." Yüzümde bir gülümseme oluştu. "Bilmem. Çok yalnızdım ben. Bunu kimseye göstermezdim. Yazdıkça kitap karakterlerimin bana arkadaşlık yaptığını, yakın bir ihtiyacımı kendim yazarak yok ettiğimi hissettim. Uzay ve Hayal benim hayatımda, yerleri vardı. Sadece basit bir kitap karakterleri değildi. Hayatımda yer alan iki insan gibiydi." Bakışlarım sudaki yansımalara kaydı. "Bazen de ileride bunu birileri okursa, benim gibi olan insanlar o karakterleri kendi arkadaşları, yakınları gibi görürdü belki. Belki o yalnızların hayatına da kimse olurdu. Onları en derinden onlar anlardı çünkü onlar yalnız değil, bir yalnızın kendine oluşturduğu arkadaşlarıydı."

Doğuş bana daha fazla yaklaşırken, "Bu çok güzel." diye fısıldadı. Bakışlarımı tekrar ona çevirdim. "Eğer gerçekten öyle olursa evet çok güzel." diye fısıldadım bende.

Doğuş ellerimi bırakmadan arkamda toplayı belime bastırarak beni kendisine yasladı. "Ben senin her şeyi yapabileceğine inanıyorum." Fısıldayışıyla bakışlarım kalın dudaklarına indi. "Bende mi inanmalıyım?" Başını yüzüme doğru eğdi. "Bence inanmalısın. Çünkü benim çiçeğim her şeyi yapabilir. Benim çiçeğim bir doktora, tedavisi olmayan hastalığa tedavi buldurtmuş dahası var mı?"

Kaşlarım anında çatılırken bakışlarımı Doğuş'un yüzüne kaldırdım. "Doğuş! O tedaviyi kabul etmediğimi söyledim! Lütfen aklından onu kullanmak gibi bir şey geçirme." Doğuş ciddiyetle bana baktı. "Merak etme. Sen kabul etmediğin an o unutkanlık yapan tedaviyi aklımdan çıkardım." O halde bunu sadece tedaviyi buldurttuğumu söylemek için demişti.

Üzerimize bir anda sıçratılan sularla irkilerek suların atıldığı tarafa döndüm. Arat ve Fatih buraya doğru su sıçratıyordu. "Oo! Sizde hep romantik anlar geçirin be! Hayır bu iki insanın nasıl romantik an geçirdiğini bile düşünemiyorum!" dedi Arat muzip bir sesle.

Sinirle bende ona su sıçratamaya başladım. "Bu bir savaş ilanıdır!" diye bağırarak kimin kim olduğunu umursamadan herkese su sıçratmaya başladığımda şaşkın nidaların ardından çok geçmeden onlardan da karşılık olmaya başlamıştım. Doğuş Çekici yine çiçeğini hain su damlalarından korumak adına ölümüne savaşmıştı.

Hepsiyle konuşmak istiyordum ama bir yandan beni engelleyen şeyler vardı. Onlara benim için ne kadar değerli olduklarından, bana arkadaş olduklarından, bana arkadaşlık nedir öğrettiklerinden bahsetmek istiyordum. Hayatımın sonuna kadar onlarla böyle gülüp, birbirleriyle dalga geçişlerini izlemek istiyordum.

Onların isimleriyle dalga geçerek öfkelendirmek, Arat ve Bayar'ın takım kavgasını izlemek, Bayar'ın Arat'ın ensesine attığı şaplaklarını izleyip, "Hele hele!" cümlesini duymak. Arat'ın rahatlığına, esprilerine gülmek. Fatih'in her kötülüğe rağmen beğendiği yanık yemeklerime sırıtmak, Esma'nın kötü kombinlerini eleştirmek, Gümüş elementiyle daha yakın olmak, Eylül'ün hanım hanımcık tavırlarını, çekingenliğini izlemek, Arat'ın ondan bariz bir şekilde etkilendiğini anlamak, Ufuk'un narsist kişiliğine rağmen herkesi küçümseyip kendini övmesine  alaylı gözlerle bakmak, en başta Doğuş Doktorun hastası olmak istiyordum.

Gelen bağırışlarla bakışlarımız aynı noktaya çevrildi. Bayar saatlerdir güneşleniyordu ve o fark etmeden Arat sırtına güneş kremiyle kocaman bir A yapmıştı. Uyanmış ve sanırım onu fark etmiş olmalıydı ki koşarak denize giriyordu. "Sanırım bu sefer öldüm. Çok da sakat bir yerdeymişiz..." Ona gülerek başımı iki yana salladım. "Senin helvanı ben kavururum merak etme." Arat kaşlarını çattı. "Helva kavurulmasın. Ben ölmüşken neden insanlar helva yemek için gelsinler. Kalsın o."

Bakışlarım Bayar'ın sırtına kaydı. Gerçekten kocaman bir A vardı. Arat hemen yüzerek kaçmaya çalıştı ki Bayar öfkeyle öyle bir hızla yüzüyordu ki anında onu yakalayıp boğmaya başlamıştı. "Alın şimdi ona da psikopat deyin!" Kimse Ufuk'un sesini aldırmamıştı.

Bayar ciddi ciddi Arat'ı boğmaya başlayınca hepimiz oraya atıldı. "Bu sefer bütün doktorlar suni teneffüs yapsın da güzel bir ders olsun!" dedim gülerek. 

🌺

Kısa duşumdan çıktıktan sonra rahatça salona ilerledim. Benim ardımdan hemen Doğuş girmişti. Bedenimi koltuğa attığım gibi masadaki telefonum çalmıştı. Uzanıp telefonumu aldım. Arayan kişi Volkan'dı. Telefonu cevaplayıp kulağıma yaklaştırdım. "Alo?"

"Nasılsın Mano?" diye her zaman ki sesi gelmişti. "İyiyim Volkan, sen?" Volkan'ın nefesini verdiğini duydum. "İyiyim. Geçen günden sonra nasıl oldun? Bir şey oldu mu?" Bacağımı uzatarak kendimi koltukta rahat bir pozisyona soktum. "İyiyim ya! Bugün denize bile gittim!"

"Oo! O zaman senin keyifler yerinde!" Güldüğünü duyunca bende güldüm. "Ne sandın yanar dağ? Manolya Dinçer'in keyifler her zaman yerinde olur. Bu bir kuraldır." Volkan'ın kısık sesli gülüşü geldi. "Tabi canım!"

"O doktorların hala beni sevmiyorlar ya! Adamlar beni görünce hemen sert bakış modunu açıyorlar. Anlamadım ne yaptım yani?" diye çaresizce mırıldanmıştı. Gülerek başımı koltuğun başına yasladım. "Sen boş ver takma onu! Zaman geçtikçe seveceklerdir." 

"Sanmıyorum ama..." diye kısık sesle mırıldandığını duydum. "Neyse Mano...ben senin iyi olup olmadığını öğrenmek için aramıştım zaten. Şimdi kapatayım da babam çağırmıştı gideyim." Nefesimi vererek sessizce, "Ne zaman çağırdı?" diye öylesine sordum. "Yarım saat kadar önce."

Gülesim gelmişti şu an. "Volkan umarım yine babandan dayak yemezsin." Volkan'ın umursamaz bir mırıltı çıkardığını duydum. "Beni ayağına çağırıyor istediğim zaman giderim. Gerekirse dayak yerim. Neyse şurada kaskım vardı onu takayım da öyle aşağı ineyim." deyince küçük bir kahkaha atmıştım. Trajikomik bir hayatı vardı.

"İyi geceler Mano!" diye telefonun ucundan sesi ve aynı zamanda kapı açılma sesi geldi. "İyi dayaklar Volkan." Volkan saniyeler sonra telefonu kapatmıştı. Gülüşüm dinmişken telefonumu geri yerine koydum.

Bakışlarım tavanda gezinirken bir şeyler yapmayı düşündüm. Bu gün bu kadar kolay bitmemeliydi. Hoş. Kolay da bitmemişti aslında. Bayağı bir yorulmuştuk denizden sonra.

Film izlemek gelmişti. İçimden geçen fikre hemen sırıtarak ayağa kalktım. Hemen koşup mutfağa girdiğim gibi dolaptan kendim için aldığım fakat son zamanlarda iştahsızlığımdan dolayı hiç yiyemediğim cips paketlerini aldım. Hepsini yiyebilecek gibi hissediyordum şu an. İki paketi açıp koca bir cam kase döktükten sonra Doğuş için de farkı bir kaseye onun yediği kurutulmuş değişik meyveli şeylerden koydum. Fark ediyordum, film izlerken bunları yiyordu ve tabağında bir tane bile bırakmıyordu. Normal kasede olduğunda yemiyor, fakat film izlerken ister istemez yiyor, hatta bitiriyordu.

Kendim için koyduğum cipsten üç taneyi aynı anda alıp ağzıma attığım gibi çiğnemeye başladım. Çiğnerken bir yandan kaseleri alıp salondaki masaya bıraktıktan sonra koşarak tekrar mutfağa girdim. Pek atıştırmalık tarzı şeyler yoktu maalesef. Küçük keklerden alıp bir tabağa koydum. Hemen ardından malum markalı soğuk çayları da çıkardığım büyük bardaklara doldurdum.

Onları da özene masaya yerleştirdiğimde masayı dikkatle, üstündekileri dökmemeye çalışarak kanepeye yaklaştırdım. Koltuğa dönüp yastıklarını güzelce ayarladım. Koşarak gidip ışığı kapattım. Etraf karanlığa bürününce kumandayı alıp televizyonu çalıştırdım.

Hangi filmi izleyeceğimizi açmadım, hatta düşünmedim bile çünkü usulümüze göre o film, o koltuğa yerleşildiği an, birbirimize sormamızla seçilirdi. Kumandayı koltuğa bırakıp yerde oturan Erik'i alıp L koltuğun en uç kısmına rahat edeceği şekilde güzelce yerleştirdim. "Sen takıl bakalım burada!"

Yavaş adımlarla salondan çıkarken bakışlarım üzerimde gezindi. Yine Doğuş'un olan bir tişört ve altımda siyah şortum. Onun duştan çabuk bir şekilde çıktığını odanın açık ışığından ve banyonun kapalı ışığından anladım.

Kapıya geldiğim gibi hızla açmamla onu havlusuyla görmüştüm. Hemen arkamı dönüp, "Ay! Pardon Doğuş!" dedim. Sesimde utanç yoktu ama yine de özel alanlara saygımdan dolayı pişmanlık vardı. Özel alanlara saygım mı var?

Doğuş'un adımlarını duydum. "Sıkıntı yok. Senden çekinmiyorum." Hemen ona döndüm. "Nasıl çekinmiyorsun ya? Yanakların elma şekerine döner hep!" Doğuş tam parmak ucuma kadar gelince bütün dikkatimi, çikolata kokusu ve yakınlığı dağıtmıştı. "Şu an çekinmiyorum ama."

Bakışlarımı ona kaldırıp güzel suratında gezdirdim. "Bak Doğuş...seni öyle bir utandırırım ki, yanakların elma şekerini de geçer!" Doğuş ciddiyetini bozmadan suratıma o haliyle baktı. "Utandırsana lütfen." Yakınlığımızı iyice arttırıyordu.

Yüzümdeki oluşan sırıtışla hafifçe güldüm. "Belindeki havluyu çektiğimde tekrar konuşalım mı?" Doğuş elini saçıma çıkarıp gezdirmeye başlarken, bakılarım gözlerimden çekmeden konuştu. "Çekersen pek konuşacak halimiz olacağını sanmıyorum..."

Gözlerim hafifçe irileşirken ona şaşkın bir bakış attım. "Doğuş! Sen ne fenaymışsın!" Doğuş bir şey demeden ciddiyetiyle bakmaya devam etti. "Şu an bana bunları ima ediyorsun! Sapık doktor seni!" Doğuş'un kaşları şaşkınlıkla kalkınca kahkaha atasım gelmişti adeta. Çünkü o fazla tatlıydı. "Ben mi?" diye sordu şaşkınlıkla kendini göstererek.

Gülerek başımı salladım. "Evet! Git gide o hale geliyorsun gibi." Doğuş hızlıca başını iki yana salladı. "Yakınlığımıza, ilişkimizin seviyesine göre kullandığım kelimeler seni rahatsız mı etti yoksa?" Çok ciddi olduğu için şaka yapmak istemedim. "Tabii ki rahatsız etmedi, şaka şaka!"

Doğuş anında kaşlarını düzleştirip dikleşti. "Ne için gelmiştin?  Öğrenebilir miyim?" Başımı hızlıca salladım. "Tabi öğrenebilirsin...film izleyelim mi?" Doğuş hafifçe tebessüm etti. "Olur. İzleyelim."

Doğuş'a gülümseyerek elimi uzattığımda kuşku bile etmeden elimi tuttu. Ona gülmemek için dudaklarımı bastırdım. "Havlunla gelmeyeceksin herhalde?" Doğuş bana haklısın dercesine bakış atarken yavaşça geri çekildi. Eli havlusuna gittiği sırada odadan çıkıyordum ki sesini duydum. "Çıkmana gerek yok. Kalabilirsin." Yüzümde oluşan bilmiş sırıtışla omzum üstümden ona baktım. "Çekersen pek konuşacak halimiz olmayacağını söylemiştin... bu yüzden film izlemeliyiz Doğuş... film izlemeliyiz." diye onun bana geçen gün ki dediği gibi fısıldadım. Her bir öpüşümde söylediği o iki kelimeye vurgu yapmıştım.

Ardından hemen odadan çıkıp salona girdim. Yüzümde kocaman bir sırıtış varken koltuğa oturup aklımdaki kötü düşünceleri, kalbimdeki zaman geçtikçe git gide artan, kaynağını bilmediğim uğursuz hisleri boş vermek istedim.

Çok geçmeden kapı sesi gelince giyindiğini anladım. Başımı kaldırmamla salona giren onu görmem bir olmuştu. Önce sadece televizyonun ışığının aydınlattığı karanlık ortama bir bakış atmış ardından bakışları koltuktaki beni bulmuştu.  "Zahmet etmeseydin. Beraber hazırlardık." Boş ver dercesine omuz silktim.

Aklıma gelen şeyle hemen yerimden kalkıp koşarak ışığı açtığımda Doğuş anlamsızca beni izliyordu. Kitaplığına geçtiğim gibi onun siyah çizim defterini alıp koltuğa geçtim tekrar. "Ne yapıyorsun?" diye sordu kucağına bıraktığım çizim defterine anlamsızca bakarken. Gülümseyerek saçlarımı geri çektim. "Beni çizmek ister misin?" Doğuş önce anlamsızlıkla kaşlarını çattı ardından gülümsedi. "Olur."

Hemen ondan biraz uzaklaşıp karşısında durarak gülümseyerek basit bir poz verdim. Doğuş önce pozumu inceledi ardından ses etmeden defterinin boş sayfasını açıp çizim için uygun bir kalem ve birkaç eşyayı aldı. Tekrar yerine yerleşince bakışlarını bende gezdirdi. Dikkatle her zerremi incelerken kalemi deftere sürtüp ufak hareketlerle çizmeye başladı.

Başımı hafifçe yana çevirmiş gülümseyerek ona bakıyordum. Bir elimi koltuğun başına atmış diğerini dümdüz bırakmıştım. Doğuş ses etmeden arkasına yaslanıp sürekli bana baka baka çizimi yapıyordu.

Doğuş'un kalemi defter üzerinde dans ederken, odadaki sessizlik hafif bir gerilimle doluyordu. O anın büyüsü içinde kaybolmuş gibiydik. Sadece çizimin sesleri, sayfaya yapılan hafif dokunuşlar ve nefes alışverişlerimiz duyuluyordu.

Kendimi Doğuş'un gözlerine bakarken buldum. O anlardaki yoğun odaklanışı, her bir çizgiyi tam olarak yakalama arzusu ve beni yaratma kararlılığı beni derinden etkiliyordu. Gözlerinin içindeki parıltı, beni kendime daha da çekiyordu.

Doğuş'un eli çizerken ince detaylara daldı. Saç tellerimden başlayarak yavaşça yüzümün hatlarına doğru ilerliyordu. Her bir çizgi, gözlerimdeki ifadeyi, gülümsememi, hatta bedenimin duruşunu yakalamak için titizlikle çiziliyordu. Bu sırada ben de sessizce izliyordum, içimdeki heyecanı ve merakı bastırmaya çalışarak.

"Doğuş, ne hissediyorsun çizerken?" dedim, gülümsememi bozmadan. O an elindeki kalem yavaşça durdu, gözleri defterden kalkıp doğruca gözlerimin içine baktı. "Bu, senin gerçek kimliğini yakalamaya çalışmak gibi bir şey. Her bir çizgiyle daha fazla seni bulmaya çalışıyorum." diye kısıkça cevap verdi. "Ve sen bunu harika bir şekilde yapıyorsun," dedi sırıtarak.

Doğuş kafasını hafifçe salladı ve çizimine devam etti. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyordum, çünkü o an sadece biz ve defter arasındaki bağ vardı. Çizim bir sanat eseri olmuştu, beni anlatan gerçek bir parça.

Sonunda Doğuş, kalemini yavaşça kaldırdı ve defteri inceledi. Gözlerimdeki detaylara, ifadelere ve duruşa hayranlıkla baktı. Ardından bana doğru döndü ve gülümseyerek dedi ki, "İşte tamamlandı. Seni, sen bana bakarken çizmek gerçekten büyülü bir şeymiş..."

Ben de gülümseyerek yanına yaklaştım ve defteri inceledim. Kendi portremi görmek, onun gözünden bakmak inanılmazdı. Doğuş'un yeteneğiyle yarattığı bu eser, çok güzel görünüyordu. Her detayımı özenle çizmişti. En çok gözlerime yoğunlaşmış gibiydi. "Bu çok güzel..."Teşekkür ederim," dedim içtenlikle. Doğuş bana garip bir bakış attı. "Ben teşekkür ederim."

Bakışlarım ona kaydı. "Buna da o İsveççe dizeler gibi bir şey yazacak mısın? O dizelerin anlamını ne zaman öğreneceğim?" Doğuş derin bir nefes alarak bakışlarını televizyona çevirdi. "Film mi izlesek artık?"

Cevap vermek istemiyordu bende onu zorlamadım. Bakışlarım dikkatle onda gezindi. Ona doyasıya bakmak istiyor, onu doyasıya öpmek ve onunla bir film izlemek fakat yine yarısına gelemeden uyuya kalmak istemiyordum.

Bakışlarım Doğuş'un dudaklarına inince kendimi tutamayarak dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Bana anında karşılık verirken elini başımın arkasında yerleştirip beni iyice kendine bastırdı. Dudaklarını dudaklarımdan ayırmadan anında olduğum yerden taşıyıp beni kendi kucağına yerleştirmesiyle öpüşümüz bu sefer orda devam etti.

Nefeslerimiz birbirine karışıyor, dudaklarımız aynı anda hızlı hızlı hareketlerle şehvetle dans ediyordu. Doğuş'un diğer eli belimde sıkıca sabitlenmişti. Başımda duran eli yavaşça aşağı inerek boynunda gezindi ve usulca orayı okşamaya başladı. Sıcaklık artarken git gide daha yakın  hissettim onunla. Bir beden, ikimiz bir gibiydik.

Doğuş boynumdaki elini kaldırıp bu sefer saçımı okşamaya başladı. Şunu anlamıştım ki ben ayrılmadıkça o asla ayrılmazdı. Yorulmadan bana karşılık vermeye devam ederdi. Fakat benimde ayrılmaya niyetim yoktu. Onu bütün hayatım boyunca öpmediğim anlar için öpmek, doyasına öpmek istiyordum. Sanki kötü hislerimi söndürecek şey onun dudakları gibiydi.

Dudaklarımız ayrılınca yavaşça birbirimizin dudaklarına nefes vermeye başladık. Göğüslerimiz hızlı bir şekilde inip kalkarken bakışlarım onun zeytin gözlerinde gezindi, benle her yakınlaştığında adeta parlayan zeytin gözlerinde gezindi. "Bunun bir durağı olsun istiyorsan bunu sen yapmalısın. Yemin ederim ki burada saatlerce beni öpsen yine doymadan sana karşılık veririm. Daha fazlasını iste onu yaparım. Sen ne istersen onu yaparım. Bunu sana baştan söylüyorum ki kararı sen ver." Tıpkı düşündüğüm gibiydi.

Elim yüzünde gezinmeye başladı. "Ben durmak istemiyorum ama durmamız gerek gibi." diye fısıldadım dudaklarına doğru. Derin bir nefes alarak o nefesini yavaşça vererek dudaklarıma işledi. "Neden duruyoruz?" Fısıldayışı beni zorlarken gülümsedim. "Çünkü film izlemeliyiz."

Doğuş da gülümsedi. "Bence de... film izlemeliyiz." Kucağından kalkıp yanına oturdum. Kumandayı ararken yüzümde hala bir gülümseme vardı. Hemen yanımdaki kumandayı alıp elimi dizine koyarak filmleri açtım. "Ne izlemek isteriz." Doğuş elini dizinin üstünde duran elime yaklaştırdı ve parmaklarımızı birleştirdi. "Bilim kurguya ne dersin?" Sevmezdim ama yine de, "Olur." diye fısıldadım.

İlk bulduğum bilim kurguyu açıp başlattım. Doğuş'a sokularak bakışlarımı filme çevirdim. Önce bir jenerik çıkarken bakışlarımı zeytin gözlerini bana dikmiş Doğuş'a çevirdim. "Hobilerini tahmin edebiliyorum ama sen yine de söyler misin?" diye fısıldadım.

"Kitap okumak, işim tamamen hobim ve bunu yapmak." diye hızlı bir şekilde cevap vermişti. Kaşlarım yavaşça kalktı. "Film izlemezdin? Az izledin izlediğin zamanlarda da bilim kurgu izlerdin. Ne ara hobin oldu?" Doğuş bana her zaman baktığı gibi baktı. "Bunu yapmak dedim. Film izlemek değil. Seninle koltukta oturup film izlemek. Bana filmleri sevdiren şey sensin." dedi açıkça.

Yüzümde bir sırıtış oluşurken uzanıp yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. Ardından bakışlarım televizyonda başlamış olan filme çevrildi. "Bende senin sayende bilim kurgu izleyebiliyorum artık." Doğuş'un eli cevap olarak sadece özenle saçlarımda gezindi.

Bakışlarım filmde gezinirken uyumamaya çalıştım. Bir filmi onunla beraber sonuna kadar izlemeye çalıştım. Fakat o özenle, ilgiyle saçlarımda gezinen elleri beni uyumaya yönlendiriyor gibiydi. O kokusu beni uykuya çekmeye çalışan bir zehir gibiydi. Yaslandığım vücudu, beni kollarına almak isteyen yumuşak bir yatak gibiydi.

Film ekranında renkli ışıkların ve bilim kurgu sahnelerinin büyüsü sürerken, Doğuş'un özenli dokunuşları beni adeta hipnotize etti. Gözlerim zaman zaman filmden kayıp giderken, onun sevgi dolu bakışlarına geri dönüyordum. Kendi dünyamızın bu özel köşesinde, filmdeki kurgusal maceralardan daha büyüleyici bir gerçeklik yaşıyorduk.

Doğuş'un parmakları, saç tellerim arasında nazikçe gezinirken, beni sıcak bir uykuya doğru sürüklüyordu. Onun teninin ılımanlığı, beni rüya diyarlarına davet eden bir cazibe gibiydi. İçimi saran huzur, uykusuz kalmaya karşı verdiğim savaşı daha da zorlaştırıyordu.

Gözlerimin gittiğini gören Doğuş kıyamıyor gibi nefesini vermişti. "Uyu, min blomma." Başımı uykulu bir şekilde yavaşça iki yana salladım. "Bu gün hiç bitmemeli Doğuş...bu gün sabahlamalıyız bence...bugün bu filmi sonuna kadar izlemeliyim..." dedim kendi kendime, ancak Doğuş'un dokunuşları her seferinde beni daha derin bir uykuya çekiyordu.

Onun kokusu, uykuya dalışımı hızlandıran bir tür büyü gibiydi. Onunla yakın olmak, beni her zaman uykuya yönlendiren en güçlü cazibe haline gelmişti. Gözlerim film sahnelerinin arasında kaybolmamak için direniyordu.

Sonunda, uykunun bana açtığı mücadeleye daha fazla dayanamadım. Doğuş'un kollarında sakin bir şekilde uyumaya başladım. Onun üstüne çekildiğimi hissettim. Ben yine bir filmi sonuna kadar izlememiştim, o ise yine sonuna kadar izleyecekti ve bu gece bu şekilde sona erecekti.

🌺

Bazen hayatta hiç hissetmediğimiz hisleri hissederiz. Hatta bazen değil ben bu hisleri ilk kez tadıyordum. Adlandıramadığım karışık hisler. En temelinde ise büyük bir korkunun yattığı. Zaman geçmesin, o anda kalayım, hiç sabah olmasın istiyordum.

Hayatımdaki insanların bile değerinin bu kadar arttığı bir histi. Uyurken bile aklımda uyuyamamak, gün aydınlanana kadar bakışıp, sarılmak vardı. Sonra ne oluyorsa olsun ama ben doyayım.

Hislerim zihnimi geçirmiş gibiydi resmen. Kalbimi kaplayan korku beni tedirgin ediyor uyurken bile rahatsız ediyordu. Rahatsızlık hissini, korku hissini bilirdim ama bu çok daha farklı bir histi. Vücuduma, zihnime, her yerime korku salan çok garip bir histi. Neden olduğunu bile çözemediğim bir histi. Bütün sorunlarımı acılarımı unutturup sadece o hissi en derinden bana hissettiriyordu. Sorunlarımın hiçbirinden kaynaklı değildi. Farklıydı.

Ruhum acılarla cebelleşirken sonluk hissi vardı. Dünden başlamış ve bu ana kadar arta arta beni sarmıştı. En derinlerden yavaşça dışarı sızan hain bir histi.

Ne vaktini ayarlayabilirdim, ne miktarını. Elimden hiçbir şey gelmedi. Şimdi bu hisleri tekrar boş vermem ve hayatıma devam etmem gerekiyordu. Bunu yapmak için ilk adımımı attım.

Bacaklarımı yavaşça yataktan indirip yere bastırdığımda yataktan destek alarak ayağa kalktım. Bedenimde ağrı, acı, baş dönmesi, her şey vardı. Salondan gelen sesle yavaşça salona doğru adımlar attım. Doğuş telefon konuşuyordu. "Onay çıktı!" Sesi fazla sevinçliydi.

Sevinçli gülüşünü gördüm. Çok güzeldi. Otursam sonsuza kadar izlerdim. "Hemen geleceğim! herkese haberi verir misin sana dediğim gibi? Aynı zaman da hızlı bir şekilde organizasyonu ayarlar mısın? Ben geleceğim protokol de bende zaten." Başını hızlıca salladı ve heyecanla gülümsedi. "Hiçbir başarım beni böyle mutlu etmemişti."

Başım kapının yanına yaslanırken telefonu kapattığı gibi göz göze geldik. "Çiçeğim?" İfadesi hafifçe solarken, "Çok sevinçli görünüyorsun..." diye mırıldandım. Doğuş hemen hızlı adımlarla karşıma kadar geldi. "Evet. Ben bir hastaneye gitsem." dedi Doğuş heyecanla.

O yanımda kalsın, yanımdan ayrılmasın istiyordum. Hızla başımı iki yana salladım. "Gitme Doğuş...gitme sakın." Kollarımı sıkıca onun beline sardım. "Lütfen gitme..." Sesim yalvarır gibi çıkıyordu.

"Çiçeğim sen iyi misin?" Endişeli sorusuyla hemen başımı yavaşça kaldırıp ona baktım. Onu korkutmak, üzmek istemezdim. Bu kadar sevinçliyken onu mutsuz etmemeliydim. Yavaşça kollarımı belinden çekip ondan bir adım uzaklaştım. "Yok...yok...gidebilirsin." Doğuş bana şüpheyle baktı. "Emin misin? Kalabilirim." Başımı hızlıca iki yana salladım. "Yok. Ben bir an uyanınca şey oldu herhalde. Bilmiyorum. Git işte."

Doğuş daha fazla sorgulamadı. Bir adım atarak aramızdaki mesafeyi kapattı. Bakışlarım doyumsuzca zeytin gözlerinde gezindi. "Beni bekle lütfen. Olur mu?" Yavaşça başımı salladım. "Seni ömrümün sonuna kadar beklerim Doğuş."

Doğuş eğilip yanağıma masum bir öpücük bıraktı. "Çıkıyorum o halde." Doğuş mavinin açık tonlarındaki ceketini alıp kapıya ilerledi. Arkasından istemsizce gitme giyesim gelmişti.

Doğuş çıkarken sadece durup onu izledim. Doğuş ayakkabılarını giyince beklemeden bana gülümsedi. Yanağındaki tek gamzesi son kez belirirken yavaşça kapıyı örttü. O kapının sesi beynimde fazla fazla yankılandı.

Düğümlenen boğazımla beraber zar zor yutkunurken bakışlarımı bir süre kapıda gezdirdim. Ayağımda gezinen bir şey hissetmemle bakışlarım ayaklarıma indi. Erik dolanıp duruyordu. Boş bakışlarım onun üzerinde gezinirken geri doğru yavaş bir adım attım. Eğilip onun tüylerini okşamaya başladım. "Seni her gördüğümde aklıma Kar geliyor. Senin de beni her gördüğünde aklına o geliyor mu?"

Köpeğin kara gözleri bana kalktı. Nefes nefese dilini çıkarırken beni dinledi. Bakışlarım köpekteyken fısıldadım. "Onu bekleme. O aslında öldü. Hayvan mezarlığında. Bir daha hiçbir zaman gelmeyecek." Erik bana dümdüz baktı. Hiç kıpırdamadan bana çok şey anlatan gözleriyle baktı. Beni anladı mı bilmiyorum ama bakışlarından anladığını hissediyorum. Belki de yanlış hissediyordum.

Erik yavaşça uludu. Erik'in pek uluduğunu duymazdım. Doğuş bilir miydi bilmiyorum ama ben ondan hiç duymamıştım. Tüylerini okşamaya devam ederken yutkundum. "Beni anlıyor musun bilmiyorum ama üzülme."

Ayağa kalkıp yavaş adımlarla mutfağa girdim. Kendim için su ısıtıcına su koyup çalıştırdım. Çay yapacaktım. Bedenim titrerken, ağrılarım için çekmeceden ağrı kesici çıkardım. Bir bardağı alıp su doldurduktan sonra dudaklarıma yaklaştırıp suyu ağrı kesiciyle beraber yuttum. Son kaç aydır hep ağrılıydı günlerim. Artık bu ağrılara alışmış, rutin gibi geliyordu bana. Fakat bugünün ağrısı çok fena ve farklıydı.

Bir kulplu bardak daha çıkarıp içine sallama çay attım. Kaynayan suyu bardağa boşalttım. Dem rengini çaya verirken kağıdı sallaya sallaya boş boş çayın içine baktım. Sanki hayatımın en kötü gününü yaşıyormuş gibi mutsuz hissediyordum.

Sıcak çaydan çok küçük bir yudum almamla, çayın değdi dilimin ucu yanmıştı. Çayı bırakıp o soğuyana kadar oyalanmak için mutfaktan çıkıp yatak odasına ilerledim. Erik salonda kendi yatağında oturuyordu. Bom boş duruyor sadece oturuyordu.

Odaya girmemle bir anda yüzümü buruşturarak duraksadım. Masada duran telefonum çalmaya başlarken bakışlarım yazan isimde gezindi. Doğuş'tu. Açmak için ileri hamle yapacağım sırada tekrar duraksamak zorunda kaldım.

Acı...

Çok büyük bir acı hissetmeye başlamıştım. Önce bileklerim, ardından bacaklarım ve kollarım acıyla titremeye başladı. Öldüresiye kötü hissettiren, canımı yakmaktan zevk alan biriymiş gibi git gide, saniyeler geçtikçe acısı artan bir ağrı.

Oturmak için yerleşmek üzere olduğum sandalyeme oturamayıp yere yığıldım. Güçsüzce yere yığılan bedenim acı içinde deli gibi titriyordu, elimi sanki acımı dindirmek ister gibi sıkıyordum. Tırnaklarımı avcuma geçirirken o acıyı hissedemiyordum bile

Ağzımdan acıyla iniltiler dökülmeye başladı. Sanki bedenime bıçaklar durmaksızın batırılıp çekiliyor gibi hissediyordum. Dayanılacak gibi değildi. Buna ne kadar dayanılır onu bile düşünemiyordum.

Gözlerimi sıkıca yumdum. Kalbime bir ağırlık çöküyordu sanki. O ağırlık kalbimi bastırıp içimden çıkaracak kadar acıtıyordu. Kaburgalarım sanki teker teker kırılıyordu. Bedenimin her zerresinde git gide yükselen ağrıları, acıları hissediyordum.

Diğer yandan telefonun çalma sesi kulağıma yankılanıyordu. Acıyla titreyen ayağımı makyaj masamın ayağına vurmamla benim için çok özel olan o manolya kokulu parfümüm yanıma devrilip kırıldı.

Parfümün şişesinden dışarı sızan manolya kokuları etrafı sarıyordu. Ruhumu bedenimden söküyorlar gibiydi ve sanki bu işlem de çok acılı, öldüresiye acılı bir şeymiş gibi ağzımdan büyük bir inilti döküldü. Canım çok yanıyordu ve bu acı çok kötüydü.

Susan telefonumun tekrar çalmasıyla kulağıma telefonumun melodisi tekrar yankılanmaya başladı. Çevremi iyice saran manolya kokuları burnuma kadar giriyordu. Şu an tek güzel olan şeydi.

Acı bedenimi iyice sarmıştı bile. Bıçaklar tekrar bedenimden çekilip, farklı yerlere durmaksızın saplanıyordu. Kalbim söküp atılmak istercesine ağırlaştırılıyordu. Gözlerimi karartmaya çalışan bir güç vardı. bacaklarım ve kollarım dayanamadığım acıyla tir tir titriyordu.

Ağırlık artık sadece kalbime değil göz kapaklarıma da işliyordu. Birileri kulağıma sanki 'Uyu' diye fısıldıyordu. Kulağıma gelen telefonun melodisi ise sanki 'Uyuma' diye bas bas bağırıyordu. Bu iki ses zihnimde bağıra bağıra kavga ediyordu.

Şimdi ne olacaktı? Hastalığa yenik düşüp ölecek miydim?

Dişlerimi dudaklarıma geçirdiğim sırada bilincin bir savaş içerisine girdiğini anlamamla yutkundum. O bilinç hiçbir zaman benim için direnememişti. "Canım yanıyor..." Sesimi ben bile duyamadım. Niye konuştum onu bile bilemedim.

O an anlamıştım. Bu hayattaki en acı şey birazdan öleceğini anlamaktı. Bu hayatta ki en acı şey öleceğini anlayıp, ben ölürsem o ne hale gelir diye düşünmekti. Bu hayattaki en büyük acım buydu.

Çare yoktu bunu biliyordum. O hislerin sebebini de, ağrılarımı da, hepsini çözebilmiştim. Sadece ölüyordum. Sadece erken ölecektim.

Gözlerim doluyordu fakat bu ne faydaydı? Gözümden bir damla yaş düşünce iyileşecek miydim? Mutlu sona erişmek üzereyken ölecek miydim? Yirmi iki yaşımda ölecek miydim? Hayatıma aslında yeni başlamışken ölecek miydim?

Aslında ben zaten ölüydüm. Kader beni küçük yaşta öldürmüştü. Doğuş beni yaşatınca, beni bu hayatta yaşan bir ölü haline getirince, kader bana bir güzel, ölü olduğumu tekrar hatırlatacaktı.

Dişlerimi sıkarak acımı dindirmek istedim. Kurtulmak istedim. Madem ölecektim bir an önce ölmek istedim. Hiç susmak istemedim ama hep sustum. Bu hayatta unutulmamak istedim. Aklımdan hep bunlar geçti. Bu hayata gelip, onu dünyaya getirenler tarafından hayatı boyunca kullanılıp bom boş gitmiş biri olmak istemedim. Ne hayallerim gerçekleşti, ne mutluluğa erişebildim.

Erik'in havlaması kulağımda yankılanıyordu. Burnuma Manolya kokuları geliyordu. Şişe bitişti. Son şişeydi ve hepsi yerdeydi. Son manolya kokusu etrafımı çevreliyordu.

Elimi kaldırıp çalan telefonuma uzanmaya çalışsam da bu çok zordu. Bütün acılarıma rağmen inat edip telefonumu almaya çalıştım. Boğazımdan acı dolu bir inilti dökülürken dudaklarım titredi. Telefonumu en uca kadar çektikten sonra masasının bacağını zar zor sallayarak telefonu yere düşürdüm.

Titreyen ellerimle onu almaya çalışırken yaptığım dokunuşlar yüzünden açılmış ekranında mesajları açtım. Zar zor kelimeleri bulabildim. Gözlerimden yaşlar dökülürken anca yazabildim. Hatta yazamadım bile denilebilirdi.

"Boş ver sevgilim, hiç sorun değil. Senin canın sağ ols..."

Acıyla ağzımdan inilti dökülürken telefon güçsüzlükle elimden düşmüştü. Başım yukarı doğru kalkarken nefesler alıp verdim. Çok sıcaktı, terliyor gibi hissediyordum. Bu güce karşı ne bedenim, ne de ben daha fazla dayanabiliyordum. Karartı beni sakince karanlığına hapsediyordu.

Hani bir söz var ya...hayatım film şeridi gibi önümden geçti sözü. İşte şu an onu yaşıyordum. Bütün hayatım gözümün önünden geçiyordu. Bununla dalga geçerdim ama gerçekmiş. İşte o dalga geçtiğim zamanlarda şu an gözümün önündeydi.

O sırada, o an hatırlardım. Sen benim 18 yaşımın doktorsun, Doğuş Çekici.

O çikolata kokusunu da hatırladım. O parfümün sahibini de hatırladım. Neden çikolata koktuğunu da anladım.

Sen beni unutmayan adamsın. Bense seni her zaman unutan kadın. Yine özür dilerim.

Şunu unutma ki, her şeye rağmen, iyiliğinle, kötülüğünle hayatımdaki en güzel detaydın.

Bil ki, ben seni son nefesimde de olsa hatırladım.

Ve bilincim son kez bir düelloyu kaybedip bu sefer sonsuza dek çekip gitmişti.

YAZARDAN

Doğuş yüzünde kocaman gülümsemeyle hızlı hızlı merdivenlerden çıkıyordu. Düşüncesine göre Manolya telefonunu yine duymamıştı. Mutluydu. Çünkü artık sonsuza kadar yanında olacaktı. Onu kurtarmıştı. Sözünü tutmuş ve tedavisini bulmuştu.

Şu an Doğuş Çekici'den mutlusu yoktu.

Mükemmel planları vardı. Onu hastaneye götürecek ve orada ilk karşılaştıkları o acilde ona evlenme teklifi edecekti. Onların bu yorucu yollarında onlara şahit olan insanlar bu anlarına da şahit olacaktı.

Protokol onaylanmıştı. Doğuş Çekici tedaviyi tamamıyla bulmuştu. 'Manolya' tedavisinin bulanı Doğuş Çekici'ydi. Belki bundan sonra o hastalığa sahip olacaklar, 'Manolya' tedavisini olacaktı. Ama Doğuş'un aklı hala Manolya'sındaydı.

İçi kıpır kıpır, hayatı boyunca kendini ilk kez böyle hissediyordu. Yüzünde istemsiz bir gülümseme oluşurken anahtarını deliğe sokup hızlıca çevirdi. İçeri girdiği gibi kapıyı arkasından kapattı. Erik'in havlayışı geldi. Havlayışı bile garipti.

Doğuş o meşhur ciddiyetine bürünerek hızlı adımlarla ilerleyip yatak odasına girdi. Girdiği gibi bakışları yerde yatan kadını gördü. Afallamaya bile zaman vermek istemedi. Dudakları aralanırken anında çiçeğinin yanına çöktü. Etrafı hep manolya çiçeği kokuyordu. "Çiçeğim! Manolya!"

Kırılmış olan parfüm şişesinden etrafa dağılmış olan son manolya kokusu buram buram etrafı sarmışken Doğuş Doktor anında solmuş olan çiçeğinin yüzüne eğildi. Nefes almıyordu. Nabzını kontrol etti. Atmıyordu. Soğuyordu bedeni, morarıyordu dudakları.

Doğuş hemen onu kaldırmaya çalıştı. "Nefes almıyorsun! Nasıl nefes almıyorsun? Nasıl kalbin atmıyor? Hayır, hayır hayır..." Çiçeğinin gözünden düşen yaşı anında silip hızla ona kalp masajı yapmaya başladı. "Yok yok, ben seni kurtardım. Hayır hayır, ben seni kurtardım." Konuşurken sesi bile titriyordu.

Korku sinsice bedenini sarmıştı. Çaresizlik onu güçsüz kılmaya çabalıyordu. Kalbi atmadıkça inatla devam ediyordu. Çünkü şu an onunda kalbi atmıyordu. Birbirlerine bağlıydılar. Onun kalbi durursa, Doğuş'un da dururdu. Onlar birbirleri için yaratılmıştı.

Doğuş pes etmedi. "Olmaz! Çiçeğim yapma! Lütfen uyan! Sana yalvarırım uyan! N'olursun ölme....ne olursun öldürme bizi..." Çok geçti. Çiçeği zaten ölmüştü.

Doğuş bunu böyle olmayacağını anladığı an ellerini çekip onu kollarıyla hızla kaldırdı. Hızlı adımlarla onu evden çıkarırken aklından milyonlarca kez onun iyileşeceğini, kalbinin atacağını geçirdi.

Kollarında o varken nasıl bu kadar hızlı merdivenleri indiğini bilmiyordu. Hızla apartmandan çıkarken onu gören Menekşe teyzesi anında yardım etmişti. Doğuş aceleyle sürücü koltuğuna yerleşirken Menekşe teyzesi Manolya'yla beraber arkaya geçmişti. "Oy yavrum! Ne oldu bu kızcağıza!"

Doğuş anında arabayı çalıştırıp oldukça hızlı bir şekilde kullanmaya başlarken Menekşe teyze, Cansız bedenin sahibi Manolya'yı inceledi. "Oğlum bu kız..." diye korkuyla mırıldandı ki bir anda anlayarak elini ağzına örttü. "Çok gençti be yavrum!"

"Lütfen sus!" Doğuş gözünden dökülen yaşlara alışık olmadığı için hemen silip zar zor yutkundu. "Oğlum biz nereye giriyoruz? Bu kız ölmüş." Direksiyona sert bir yumruk geçirdi. "Ölmedi! Kurtardım ben onu, ölmedi!"

Doğuş durmadan dikiz aynasından bedene bakıyordu. İçinde büyük bir yangın oluşmuştu. Korkuyordu. Çok korkuyordu. O kadar çaresizdi ki ağlıyordu. Kendini kandırmak, inanmamak istiyordu.

"İyileşeceksin...iyileşeceksin...iyileşeceksin..." diye durmaksızın kendi kendine fısıldadı. Direksiyonu sıkıyor ve korkusunu, çaresizliğini hissetmek istemiyordu. Gözünden dökülen yaşları hızlıca ceketiyle sildi. Menekşe teyze aralıklı dudaklarıyla ve dolu gözleriyle, en son annesinin cenazesinde ağlayan yeğenini izliyordu.

Doğuş arabasını öyle hızlı kullanıyordu ki nerenin önünden geçtiği bile zor görünüyordu. Menekşe teyze göz yaşlarını silerek cansız Manolya'nın saçlarını okşadı. "Üzülme oğlum. Senin yapacağın bir şey yok. İnsanın kaderin de vars-" Doğuş tekrar direksiyona vurdu. "Kader deme! Başlayacağım kadere! Bu kader benim çiçeğimi kuklası yapmış! Dünyada başka insan mı yok?! Neden her şey o?! Neden mutlu olamıyor? Neden her şey onun başına geliyor? Neden erkenden ölüyor?"

"Tamam oğlum sakin ol." diye fısıldadı Menekşe teyze. Doğuş bakışlarını tamamen yola çevirip bir an önce varmak adına arabasını daha da hızlandırdı. "Yavaş oğlum, kaza yapacaksın." diye korkuyla mırıldandı sessizce. Bunu Doğuş bile duymamıştı. Kaza yapmak umurunda olur muydu şu an? Belki de onun için ödül olurdu.

Doğuş'un hisleri anlatılmazdı. Tamamen bir çıkmazdaydı. Ne düşüneceğini bile bilmiyordu. Bir umutsuzluk rüzgarında savrulmamak için dirense de arka koltuğunda yatan cansız beden onu hem korkutuyor hem de inkar ettiriyordu. Ölmüş olmasını inkar ediyordu. Daha üçüncü evredeyken veya erkenden ölmesini kabul etmiyordu. Tam tedavi protokolünün onaylandığı gün ölmesini kabul edemiyordu. Onun ölmesini hiçbir şekilde kabul edemiyordu. Etmek de istemiyordu.

Hala direniyor ve onu kurtarmak adına hastaneye gidiyordu. Korkuyordu, titriyordu, canı yanıyordu. Hiç hissetmediği gibi hissediyordu. Arka koltukta cansız bedeni dururken nasıl her zaman ki gibi hissedebilirdi ki? Kalbini bile duyamıyordu. Sanki onunla beraber durmuştu kalbi.

Ağlamak hiçbir fayda etmiyor fakat elinde de hiçbir fayda yoktu. Tedavi bulunmuştu. Daha yapacak ne kalmıştı? Her şeye rağmen bunları kabul etmeden hastaneye hızla sürüyordu. Hala onu kurtaracağını düşünmek istiyordu.

Her şeyin geç olduğunu, onun kalbinin tamamen durduğunu ve tamamen cansız bir bedene dönüştüğüne inanmak istemiyordu. Onu tekrar tekrar yaşatmak istiyordu.

Hastaneye varır varmaz arabasını park etmeden sürücü koltuğundan inip arka kapıyı açarak hızla onu kollarına aldı. Koşarak hastanenin kapılarından girdiğinde pek kimse görünmüyordu. Hepsi heyecanla onlar için hazırlanıyordu.

Menekşe teyze peşinden koşarken Doğuş koşarak acile ilerledi. Acile girdiği gibi sevinçle bağıran doktorlar oluştu. Üstlerine konfeti patlatılmıştı. Arat'ın ıslıkları duyuluyordu. Fakat bunlar sadece birkaç saniye sürmüştü. Doğuş'un kollarındaki Manolya'nın hiçte iyi görünmediğini, hatta Doğuş'un ağladığı zamanlar kan çanağı gibi olan gözlerini görenler bir anda ciddileşmişti.

Oysa senaryoya göre Doğuş'un onu güler yüzüyle elinden tutarak buraya, bu ilk karşılaştıkları, tanıştıkları acile getirmesi gerekiyordu değil mi? Üzerine bir konfeti, ardından sevgilisinin karşısında diz çökerek ona mutluluk evlenme teklifi eden bir doktor. Onların mutluluğundan mutluluk duyan doktor arkadaşlar. Hayallere bir adım ilerlemek. Bunların olması gerekiyordu değil mi?

Doğuş hiçbirini umursamadan, önüne ilk gelen, ilk karşılaşmalarında yatıyor olduğu o yatağına yatırıp aceleyle kalp masajı yapmaya başladı. Merakla yanına doluşan doktorlardan Arat korkuyla, "Ne oluyor Doğuş?" diye sordu. "Ölüyor" ya da "öldü" bile diyememişti. Diyemezdi.

Kalp masajı yapmayı bırakmadı. Menekşe teyze, "Ölmüş kızcağız..." diye fısıldadı onlara doğru. Doktorları bir şok sararken hepsi şaşkınlıkla Manolya'nın bedenine baktılar. "Ölmüş mü? Ne ölmesi?" Bayar'ın korku dolu sesi. "Nasıl yani?" Gümüş'ün şaşkın sesi.

"Ölemezsin, ölemezsin!" Doğuş'un ağlarken kurduğu cümlelerden ne dediği bile anlaşılmıyordu. Ama ölü bedene yalvardığı net bir şekilde anlaşılıyordu. Doğuş hemen bağırdı. "Defibratörü getir!" Esma ve Eylül hemen dolan gözleriyle beraber Doğuş'un dediğini yapmak için ilerledi.

Onları izleyen doktor topluluğunun içine Kenan Başhekimde girmişti. Doğuş durmaksızın kalp masajı yapmaya devam ediyordu. Kalbi ne yaparsa yapsın atmıyordu. Düşünceleri, zihni tamamen ona odaklıydı.

Olayı kavrayabilen doktorlar üzüntüyle buraya bakıyordu. Arat, Bayar, Fatih hepsinin gözleri dolmuştu. "Ölmemiştir Manolik ya...nasıl ölür..." Arat'ın fısıltılı sözü. Bayar gözünden dökülen yaşları silerken acıyla onları izlemeye devam etti. Kimse müdahale edemiyor sadece kendi kendine harap olan Doğuş'u izliyorlardı. Üzülüyorlar mıydı? Fazlasıyla. Onları tanımayan biri bile üzülürdü. Acırdı hallerine.

"Doğuş o ölmüş." Kenan Başhekim yanına yaklaşarak ona müdahale etmek için yaklaştı. "ÖLMEDİ!" Doğuş son gücüye bağırmıştı. Solamazdı. Doğuş Çekici çiçeğini soldurtmazdı. Söz vermişti ona.

Esma ve Eylül defibratörü bıraktılar. Kenan Başhekim onlara kınarcasına baktı. "Ölmüş bedene elektrik versin diye mi getirdiniz?" Esma ağlarken göz yaşlarını sildi. "Hocam ölmemiştir belki..." Kenan Başhekim başını ağır ağır iki yana salladı. "Ölmesin lütfen..." diye fısıldadı Eylül kendi kendine. Gözleri kızarmıştı bile. Bayar bir köşeye çöküp ağlamaya başlarken Gümüş göz yaşlarını silerek Manolya'nın bedenini izliyordu.

Doğuş hemen cihazı çalıştırdı. "Doğuş! Kızın bedeni bile soğumuş!" dedi parmağını Manolya'nın boynuna bastırarak kontrol ederken. "Yaşayacak! Solamaz! Solamaz!" diye bağırdı Doğuş.

Herkes üzgündü. Neden? Çünkü buraya güle oynaya gelip sürprizle sevgilisine evlenme teklifi edecek olan doktor şimdi onu kurtarmak için bu hale girmişti. Mutsuz sonlu bir aşk hikayesi herkesi üzerdi.

Kenan Başhekim inatla cihazı kullanmaya çalışan Doğuş'u tutması için arkadaşlarına işaret verdi. İstemediler. Çünkü onlarda yaşasın istiyordu. Onlarda kabul etmek istemiyordu. Kenan Başhekim inatla onları çağırınca Arat, Bayar ve Fatih yaşlı gözleriyle gidip zar zor Doğuş'u engellemeye çalıştılar. "Durun! Ya yaşayacak o! Ölemez o!"

Kenan Başhekim bedeni kontrol ettikten sonra Esma'ya döndü. "Esma! Hastanın ex saatini yaz!" Esma göz yaşlarını silerken Kenan Başhekime döndü. "Nasıl ya?" diye sordu titreyen sesiyle. "Hastanın ex saatini yaz!" Esma sert sesle beraber titreye titreye ağlayarak denileni yaptı. Göz yaşları kağıda düşerken yutkunarak arkadaşının ex saatini yazdı.

"13.06"

"07.9.2022"

Doğuş onu engellemeye çalışan kollardan kurtulmaya çalışıyordu. "Ne biçim arkadaşsınız?! O sizin de arkadaşınız! Solmasına izin mi vereceksiniz." Arat cevap veremeden sadece hıçkırmıştı, tıpkı Bayar gibi. "Biz ister miyiz ona bir şey olsun? Ama çok geçmiş." dedi Fatih yaşlı gözleriyle.

Doğuş onu tutan kollardan kurtulduğu gibi kalp masajı yapmaya başladı. "Yok yok çiçeğim ölmeyeceksin. Sen bana güveniyorsun. Ölmeyeceksin." Aklından geçirdi. Annesi gibi ölmemeliydi. Bir çiçeği daha gözlerinde solmasına izin vermemeliydi. Hayatındaki değerli insanlardan birinin daha kollarında ölmeyip kollarında ölü olmasını istemiyordu. Değişen bir şey olsun istiyordu. O gün ki kalp masajı yapmaya çalışan çocukla arasında değişen şeyler olsun istiyordu.

Göz yaşları cansız bedene dökülürken hıçkırarak ağlamaya başladı. Yine çok sessizdi hıçkırıkları. Sessiz çığlıklar gibiydi. Herkesin bakışları ona kilitlenmişti. Bu günün meşhuruydu Doğuş Çekici. En zorunu başarıp tedaviyi bulan Doğuş Doktor, hastasına evlenme teklifi edecek olan Doğuş doktor, hastası ölürken onu yaşatmaya çalışan Doğuş Doktor, hıçkıra hıçkıra ağlayan Doğuş Doktor, hayatı başına yıkılan Doğuş Doktor...

Doğuş kalp masajı yapmaya devam ederken Kenan Başhekim onu soğukkanlı bir tavırla durdurmaya çalıştı. "Öldü. Yeter artık Doğuş." Doğuş omzuyla onu itti. "Ölmedi! Ölemez benim çiçeğim..." Hıçkırıklarıyla zar zor konuşmuştu. Herkesin ilk kez gördüğü bir Doğuş Çekici vardı şu an. Doğuş Çekici'nin en çaresiz halini görüyorlardı.

"Sende biliyorsun Doğuş! Doktorsun sen! Sende farkındasın onun öldüğünün! Öldü çiçeğin öldü!" Son sözler Doğuş'un canını feci halde yakmıştı. Kenan Başhekim durmadan bu tarz cümleler kurarak onu ikna etmeye çalıştı.

Doğuş kırmızı rengine dönmüş gözlerini yatakta yatan bedende gezdirdi. Kaşları çatıldı. Sakinleşmiş gibi görünüyordu ama sakin değildi. Asla değildi. İçinde büyük bir yangın vardı ve bu yangının sönmesine bir çare yoktu. O yangın onu hep yakacaktı.

Doğuş ceketinin cebinden çıkardığı kutuyu açtı. Bir yüzük kutuydu. İçinde katlanmış bir tedavi protokolü. Doğuş protokolü es geçerek yüzüğü aldı. Doğuş bir kere hıçkırıp taşmakta olan dolu gözleriyle, gözleri kapalı olan yüze yaklaştı. Soğuk eli aldı ve yüzüğü yavaşça parmağından geçirdi. "Bana evet derdin değil mi? Kabul ederdin değil mi beni? Nasıl evet derdin? Heyecanlanır mıydın? Kaç kere derdin?"

Doğuş uzanıp alnına öpücük bıraktı. Alnı soğuktu. Bu onu tekrar hıçkırttı. Bir ölü kadar soğuktu. "Bırakma beni. Lütfen uyan. Ben yine bütün tıp bilgimi unuttum. Sen her şey rağmen aç gözlerini, Min blomma. Yapamam ben sensiz."

Herkes ne durumdaydı? Hepsi bir tarafta ağlıyordu. O yalnız değildi. Onun gerçek dostları şu an, onun için göz yaşları döküyordu. Duy Manolya Dinçer. Yalnız değilsin.

Doğuş kolunu bedene sarıp bedeni kendine çektiği gibi sıkıca sarılıp başını saçlarına gömerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Doğuş böyle ağlardı. Hıçkırıkları hep içine kaçmış kadar sessiz olurdu. O sessiz hıçkırıklar, bu gün bu duvarlara, bu acile, bu yatağa kazınmıştı.

Yaşam Hastanesi Manolya'ya yaşam vermemişti. Solmaz apartmanı Manolya'yı soldurmuştu. Doğuş Doktor Manolya'yı kurtaramamıştı. 'Manolya' tedavisi bir tek Manolya'ya yaramayacaktı.

Doğuş kollarında kaybolan cansız bedene karşı daha da doluyor ve hıçkırıklarını arttırıyordu. Göz yaşları onun saçlarını ıslatıyordu. Küçük cansız bedeni onun kolları arasında kaybolmuştu adeta. "Özür dilerim çiçeğim! Çok özür dilerim." Onun için, onun hayalleri için kendini ömür boyunca affetmeyecekti.

Doğuş başını saçlarına gömerek kokusu içine çekti. Bir daha hiç içine çekemeyecek gibi durmadan kokusunu içine çekti. Ona sıkı sıkı sarıldı, kemiklerini kıracak kadar güçlü sarılıyordu. Solmuştu ve solan çiçek kollarının arasındaydı.

Ufuk'un bile şu anda, şu manzaraya karşı gözleri dolmuştu. Bunu engellemeye çalışıyordu. Belki Manolya'ya üzülmüştü, belki de ikisine acımıştı. Onun aklıyla tam olarak neye üzüldüğü bilinmezdi. Ona saklıydı.

Doğuş orada öyle kalabildiği kadar kaldı. Çiçeğine sarıldı, onu kokladı, öptü, ağladı, af diledi. Onu tanımayan biri bile halini görüp ona acırdı. Acımıştı da. Arkadaşları dışında herkes hocasını izlerken haline acımıştı. Onun için üzülmüşlerdi. Ağlamışlardı.

Doğuş Çekici, sen kendine çok güvenirsin, tedaviye kadar bulursun fakat kimsenin kaderini değiştiremezsin. Bu da senin kadere olan imtihanındı. Oyunun kazananı yine oydu. Ne kadar başarılı olursan ol, bu evrende sadece basit bir insansın.

Bu bir masaldı. Çünkü bir insana ölümsüzlüğü bulmak, solmakta olan bir çiçeği yeniden açtırmak kadar imkansızdı.

Ve unutmayın ki imkansız, her zaman imkansızdır.

🌺

Ne kadar zaman geçtiğinin bir önemi yoktu. Onun için her saniye bir ömür gibiydi zaten. Onun olmadığını bilmek hayatında çok büyük bir fark yapıyordu. Onsuz kalbi atmıyordu. Kalbi atmadan yaşayan bir insan gibiydi. Kalbim dediği insanı kaybetmişti. Kurtaramamıştı. Umutlandırdığı, inandırdığı, güven verdiği kadına karşı verdiği sözü tutamamıştı.

Şu an Doğuş Çekici'den mutsuzu yoktu.

Yatak odasından gelen o kokular, o kırık parfüm şişesinden gelen hep ona ait olan o kokular. Onları duydukça git gide canı daha çok yanıyordu. Bakışları yatakta gezindi. Daha geçen beraber o yatakta uzanıyorlardı. Doğuş hayatı boyunca onunla beraber olacağı için mutluydu. Manolya'ysa öleceği hissiyle mutsuzdu. Nedenini fark etmedi ama kaynağı buradan geliyordu.

Doğuş gözlerinden firar eden yaşları tutamazken hızla odadan çıkıp kapıyı arkasından kapattı. Gözleri yine kan çanağına dönmüştü. Çünkü onun gözleri en ufak ağlayışta bu hale gelirdi. Onu kaybettiğinden beri hep gözleri böyleydi.

Doğuş zar zor salona iki adım atıp koltuğa oturdu. Her bir yerde anısı vardı. Her bir yerde izi vardı. Her bir yerde gölgesi, sesi, gülüşü vardı. Her bir yerde kokusu vardı.

Önce masanın üzerinde masanın üzerine umursamazca bırakmış olduğu çizim defterini açtı. Kapağını açıp annesinin sayfalarını geçtikten sonra uzun uzun onu çizdiği zamanlara baktı. Hemen arkasında şiir dörtlükleri.

Sonsuz mavilikte kaybolan bir rüya,

Kokusu eşsiz manolyanın yükseldiği yerde.

Gözlerim kapalı, ama yine de görüyorum,

O güzel manolya ağacını hayalimde.

Sayfayı tekrar çevirdi. Bakışları yine özenle resimde geziniyordu. Özenle onu inceledikten sonra onu çizdiği anı hatırladı. Her sayfada anıları hatırladı. Sayfayı tekrar yavaşça çevirdi. Yazdığı o meşhur dörtlükler her çizimdeydi.

Manolya kokusu beni alıp götürüyor,

Sonsuzluğa doğru süzülüyorum.

Ruhumun derinliklerinde hissediyorum,

Hayatın bütün güzelliklerini kuşatan o güzel kokuyu.

Doğuş diğer sayfayı çevirip başka bir çizim anısını aklında canlandırdı. Ona olan özlemi şimdiden arttı. Anıları, resimleri gördükçe canı çok yandı. Zaten yanıyordu git gide daha da acı hale geldi.

Her ilkbahar yeniden açar manolya,

Kokusu yine hissedilir her yerde.

Hayatın renkleriyle dolu, taze bir başlangıç,

Umudun ve sevginin hüküm sürdüğü bir dünya.

Doğuş tekrar bir sayfayı çevirip bu sefer diğer resme özlemle bakmaya başladı. Gözleri dolarken gözlerinden düşen hüzün yaşı deftere damladı.

Bir bahar sabahında açmıştı manolya,

Gönlümde sevgi, gökyüzünde güneş parlıyordu.

Gözlerimle öyle bir anı canlandırırım ki,

Kokusu o anın içinde saklıdır.

Bir sayfa daha çevrildi. Yine bir resmi uzun uzun inceledi. Kalbinde onu hissederken yutkunamadı bile. Gözünden düşen yaşları silme gereği bile duymadı.

Manolya adını taşıyan o kadın,

Kokusuyla büyüler her an.

Gözleri manolya çiçekleri kadar güzel,

Kalbimde açar, beni büyüler.

Doğuş dörtlüğe ve onu yazdığı ana bir bakış atarken hemen diğer sayfayı çevirip diğer çizime bakmaya başladı. Bütün çizimleri saatlerce izleyebilir, inceleyebilir, o anları düşünebilirdi. O da yoksa bu hayatta yapacak başka bir şey yoktu. Diğer resmi incelerken zaten ezberinde olan dörtlük aklında tekrarlandı.

Manolya kokusu sarar etrafını,

Gönlümdeki sıcaklığı artırır anın.

Sadece bir çiçek değil, bir mucize,

Seninle geçen her an, bir hazine.

Doğuş sayfayı bu sefer dörtlüğe bakmadan çevirdi. Son dörtlüğün olduğu resimde gezindi gözleri. İçindeki hisler anlatılmazken dolu gözleriyle resmi uzunca izledi. İnceledi. Sıkılmadan dakikalarca resmi inceledi. Bütün dörtlükler ezberindeydi. Bu da öyle. Her resme baktığı an içinden o dörtlük geçerdi.

Hayatın acımasızlığına inat,

Kalbimizdeki sevgiyle yolumuza devam ederiz her an.

Manolya kokusu, umut verir bize yeniden,

Hayatın anlamını hatırlatır bizlere sevgiden başka hiçbir şeyin kalmayacağını.

Doğuş göz yaşlarını silmeden bakışlarını daha dün çizdiği resme çevirdi. Ona ait dörtlüğü olmayan tek resim oydu. Doğuş resme uzanıp tam alnına bir öpücük bıraktı. "Seni ömrüm boyunca unutmayacağım..." Çok kısık fısıldamıştı.

Sayfayı çevirip son dörtlüğü o an, gözlerinden yaşlar dökülürken yazdı. Ağır ağır, duygulu bir şekilde ve ağlayarak. Kalpsiz, kaybolmuş bir kalple yazdı. Son dörtlüğü, arkası boş kalan tek resmini de tamamladı.

Son manolya kokusu buruk olsa da,

Gönlümüzdeki sevgi, güzellik sonsuza kadar kalır.

Manolya solsa da, kokusu unutulmaz,

Bir anı, bir hatıra, bir özlem olarak yaşatılır.

Doğuş masanın üzerinde bulunan laptopu yavaşça açtı. Laptop açılmışken bakışları ilk ekranın arkasına koymuş olduğu fotoğrafında gezindi. Onu Manolya koymuştu. Doğuş'un kollarını ona sardığı ve ikisinin de yeşil gözleriyle kameraya baktığı bir fotoğraftı. Çok mutluydular. Çok mutlu görünüyorlardı.

Doğuş elini uzatıp fotoğrafı daha yakından inceledi. Dikkatle onun aşık olduğu yeşim gözlerine baktı ve sessizce fısıldadı. "Cevap veriyorum çiçeğim. En güzel yeşil gözler senin. Bu dünyadaki en güzel gözler senin yeşim gözlerin. Yeşilin en güzel tonu..."

Doğuş bakışlarını zar zor fotoğraftan ayrılmıştı. Yavaşça Manolya'nın romanını yazarken kullandığı uygulamaya girdi. Uygulama açıldığı an fareyi yavaşa oynatıp dosyasına bastı. Yazılar ekranı kapladı. Bakışlarıyla Manolya'nın "Yıldızlarla Aramda" adlı kitabının başında yazdığı yazığı yazılarda gezindi. Romanın başlangıç yazıları.

Hayatta yalnız olunca bir şeylere sarılmak istersiniz. Yanınızda ne bir dostunuz, ne bir aileniz olmayınca başka şeylere sarılırsınız. Bazen bir hayvan yada herhangi bir şey bir insandan çok daha iyi gelir.

Kimse için bir değeriniz yokken, o değersizliği başka şeylere değer vererek devam edersiniz. Yalnızlık dünyanın hem en güzeli hem de en berbat duygusuydu bence. Kimine göre çok güzel, kimine göre çok kötü. Benim için henüz hangisi olduğunu çözememiştim.

Hem yalnız olunca, hem de etrafında bir sürü sana değer veren, seni seven insan olunca tatmadığın duygular elbet oluyor. Ben değer duygusunu hiç tatmadım.

Samanyolundaki yıldızlar, gezegenler bile yalnız değildir. Yıldızların bile kendince bir takımları vardır. Bir dostlukları vardır. Birbiriyle birleşen bir takımları vardır.

Herkes bir sebeple günlük tutar. Ben günlük tutmanın genel sebeplerini de yalnızlığa bağlarım. Ya anlatacak kimsen yoktur. Ya da kimsen vardır ama anlatacak kimsen yoktur.

Bazen kendinizi yalnızlığa hapsedersiniz. Bu bir saçmalıktır bana göre. O yalnızlığa hapsin sebebinin acısını zaten içinizde kendinizi yalnızlığa hapsedecek kadar yaşıyorsunuzdur. Yalnız olmasanız bile hayattan keyif almazsınız.

Hayallere sarılmak var. Hayallere sarılırım ben. Yalnız olsam bile başarılı bir yalnız olmayı isterim. Hedeflerim için kendimi geliştirmeyi. Hayallerim ve başarılarımla o duygu eksikliğini bastırmak.

Bende bir Güneş gibi olmak istiyordum. Tek başına, yalnız ama evrenin en parlak cismi olan Güneş gibi.

Bakışları yazılarda gezinirken yutkunamadı. Boğazı düğümlenmişi adeta. Doğuş en aşağı, Manolya'nın yaşarken en son yazdığı kısma indi. Gözleri yavaşça yazılarda gezindi. Son sahneyi yazıyordu. Final bölümünün son sahnesi olmalıydı burası diye düşündü.

Ellerini klavyeye yaklaştırıp yavaşça son sahneyi tamamladı. Manolya nasıl tamamlamayı düşünüyordu bilmiyordu. Parmakları ona ne yazdırırsa ona göre tamamladı. Detaysızdı fakat betimlemeliydi. Kısaydı ama etkileyiciydi.

İkisi için de bir sondu. Bu aklına geliyordu. Her zaman bir son olurdu fakat o en kötüsü olmasın diye savaşmıştı hep. İyi sonlarda bir sondur. Fakat o sonun daha erken geldiğini düşünüyordu. Sonun o beraber oldukları gece geldiğini düşünüyordu.

Son şimdiydi. Sondu. Tamamen bir sondu.

Son çünkü, her çiçek solar. Son çünkü, hiçbir insan ölümsüz değildir. Son çünkü, hikaye Manolya Dinçer'in hikayesiydi ve bitti.

Hayatta bir filmdi ve Manolya Dinçer yine bir filmi sonuna kadar izleyemedi. Doğuş Çekici ise yine sonuna kadar devam etmek zorundaydı.

Doğuş Çekici'nin parmakları, kitabın son kelimesini yazdı.

"SON"

Son bölümü bitirdik!

İlk bölüme böyle girmiştim bari son bölümü de böyle bitireyim. Ve hemen klasik sorumuzu soralım.

Bölümü beğendiniz mi? Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Şimdi biraz konuşacağım kitap hakkında.

Son Manolya Kokusu'nun bana hissettirdiklerini size anlatamam ama size hissettirdiklerini saatlerce dinleyebilirim. Eğer bu kitap azda olsa size bir şeyler hissettirdiyse ne mutlu bana.

Umarım son için bana kızmamışsınızdır ki eminim ki kızdınız ama hepimiz de biliyoruz ki herkesin aklında bu son vardı. "Ya böyle biterse?" diye bir düşüncemiz yoktu. Daha çok hepimiz bu sonu tahmin ettiğimiz için kötü bitmesin istiyorduk. Şöyle de bir şey var ki SMK'nın sonu zaten başından beri belliydi. Bunu tanıtımı da kitabın ismi de belli ediyordu zaten. Ben kitaba bu sonla, bunlarla başladım. Benim kararsız kaldığım sonlar kitaba yakışabilecek mutsuzluğa ulaşan sonlardı. Sonucu her türlü aynı yere çıkan fakat farklı sonlar.

Bu süreç boyunca genelde mutsuz son için henüz belli değil derdim bunun için özür dilerim fakat bir spoi vermemek adına böyle söylemek zorundaydım.

SMK'yı yazmaya başladığımdan beri sizin şu son sahneyi okuyup belki duygulanmanızın on katını düşüne düşüne yaşamış olabilirim. Sürekli beni her aklıma geldiğinde gözlerimi dolduran bir sahneydi. Aylarca sahneyi aklımda geliştirdim. Bu zamana kadar her, anını her sözünü aklımda düşündüğüm bir sahne. Bu bir yıldır beni ağlatan bir şey. Umarım o duyguları size yansıtabilmişimdir, umarım o aklımdaki sahneleri sizinle en iyi şekilde paylaşabilmişimdir.

SMK'nın bende hep çok ayrı yeri var. Doğuş ve Manolya çok ayrı. Umarım sizde de bir yer edinir. Umarım Manolya bu SMK bölümleri boyunca size hep arkadaşlık yapmıştır. Onun gibi insanlara arkadaş olmuştur. Manolya hepinizin arkadaşı olsun.

Ayrıca çok geçmeden, Doğuş Çekici'nin buradan sonra ki bir gününü anlatan özel bölüm atmak istiyorum. Sonradan ne oldu tarzı düşünceler kalsın istemem.

SMK'ya başladığımdan beri bana gelen destek yorumların hepsi için çok çok teşekkür ederim. Bana destek olan insanlara çok teşekkür ederim. Ben bu kitabı bitirdiğimde tam 1 Ekim'deydik. Yani şu an bir ekimden yazıyorum. SMK'tam bir yıl olduğu gün finali yazmak da garip gerçekten. Nasıl denk geldi bilmiyorum. Geçen sene bu gün bu bölümden bir kısım paylaşmıştım. Bebeklerim ne çabuk büyümüşler. Bir senedir bana destek olan okurlara tekrar çok teşekkür ediyorum. 🌺🤍

Bir süre sonra kitabı düzenleyerek tekrar yayımlamaya başlayacağım. Öyle düşünüyorum. Bunun da bilgisini bırakmak istedim.

Bir sonraki bölümümüz yok ama görüşürüz çiçekler 🤍

Ig: dilek.wt

Kitap ıg: Sonmanolyakokusuofficial

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top