43.BÖLÜM : SON DANS
🌺
Burnuma gelen o mükemmel kokunun eşliğine uyumak harika bir histi. Ve gözlerimi açtığımda onun kollarının bana sarılıyor olması çok daha mükemmeldi. Fazla ıssız bir yerde kaybolsam bu koku beni kendime getirir bana yolumu buldururdu. Beni hayata bile döndürürdü. Nefis bir çikolata kokusu. Fakat sadece ondaki koku.
Gözlerimi kırpıştırarak başımı ona çevirdim. Beni izleyen onu veya yanımda olmayıp sadece kokusunu yatağa bırakan onu bekliyordum ama durum öyle değildi. Hemen yanımda, kolları bana sarılıydı. Gözleri belki de ilk kez benden önce açık değildi. Tatlı uykusundaydı ve başı bana yaslıydı.
Rahat duruyordu. Huzurlu bir his veriyordu. Yavaşça onu uyandırmadan dönüp onun güzelliğini izlemeye başladım. Elim çarşafın altından kalbinin üzerindeki dövmede gezinirken bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Nefesini yavaşça verip kollarını daha sıkı bana sardı.
Belki de uyanıktı. Belki de bu yaptıklarımı biliyor, uyandığımı hissediyordu fakat sadece huzurla gözlerini kapatıyordu. Ve onu ilk kez bu kadar huzurlu uyurken görüyordum. O zeytin gözlerini açıp uyanacağım ana kadar beni izlemiyordu.
Yüzümde oluşan tebessümle onu izlemeye koyuldum. Yavaş bir düzende olan nefesinin kısık sesini duyabiliyordum. Diğer elim yüzüne çıktı. Alnına düşen saçları yavaşça yana ittim. Bakışlarım gözlerine indi. Başını hafifçe aşağı indirip zeytin gözlerini aralıkla açıp bana sundu. "Günaydın." Bu sefer ben diyebilmiştim. "Günaydın çiçeğim." diye fısıldamıştı.
Elim yüzünde gezinmeye devam ederken fısıldadım. "Bugün işte değilsin. Uyuyorsun..." Başını salladı. "Evet. Uyuyordum." Ona hafifçe tebessüm ettim. "Bu huzurun sebebini merak ediyorum." Sadece sessizce, "Yakında öğrenirsin." diye fısıldamış ve yatakta dikleşmişti.
Onun ardından bende dikleştim. Yerdeki kıyafetlerimden üzerime onun tişörtlerinden birini geçirdim sadece. Omzu üstünden gülümseyerek bana baktı. "Ne yemek ister benim çiçeğim?" Yüzümde bir sırıtış oluşurken dizlerim üstünde durup sırtına yaklaştığım gibi kollarımı beline sardım. "Seni yemek ister!"
Bacaklarım da beline sarılırken Doğuş beni düşmemem için tutarak yavaşça yataktan kalktı. İkimizi odandan çıkarıp mutfağa girdi. Kollarımı boynuna sararak ensesini öpmeye başladığımda anında başını geri attı. "Ya çiçeğim! Lütfen!" Gıdıklanmak istemiyordu beyefendi.
Doğuş beni tezgaha bırakıp kendisi geri çekildi. Bakışlarım Doğuş'ta gezinirken o çıplak üstünü umursamadan altındaki şortuyla beraber ilerleyip buzdolabını açtı. Dolabı kısaca inceledikten sonra bir şeyler çıkarmaya başladı. "İyice kilo verdin. Hem stresten hem de yemek istememenden. Bunun için de psikoloğunla görüşmeni istiyorum. Yeme bozukluğun olabilir." dedi nazik bir sesle.
Bacaklarımı sallarken bakışlarımı onda gezdirdim. "Sen iştahım olmadığını nereden biliyorsun?" Doğuş bakışlarını bana çevirdi. "Biliyorum işte. Sen üşengeçsin ama açsan bile gider telefonundan sipariş eder yine karnını doyurursun. Bunu da yapmıyorsan iştahın kesilmiştir. Eğer ki ben sabahları sana yiyecek bir şeyler hazırlıyorsam sen sırf benim emeğim için onları yersin." Ne yani aslında kendine hazırlarken bana da hazırlamıyor muydu? Sırf boğazımdan biraz olsun bir şey geçsin diye işe gitmeden benim için yemek mi hazırlıyordu?
"Psikoloğumla tekrar görüşmeyi düşünüyorum zaten. Bir sorunum var gibi hissediyorum. Onu öğrenelim ve hemen çözelim." diye mırıldandığımda Doğuş'un düşünceli bakışları benim üzerimde gezinmeye başladı. "Sorunu öğrensen seni üzmez yani?" Kaşlarım kalkarken ona anlamsızca baktım. "Şizofreni çıkacak değilim ya! Elbette üzmez!" Doğuş hemen bakışlarını çevirmişti.
Doğuş çıkardığı sebzeleri kesme tahtasında kesmeye başladı. Yine o sağlıklı, proteinli tabaklarından hazırlayacaktı. Onun sayesinde bende öyle beslenmeye başlamıştım zaten. Ve bu hiç güzel değildi. Resmen hayatımı değiştirmeye başlamıştı. Bazen onunla spora gidiyor, onunla beraber yulaf yiyor, onun gibi, hoşlanmasam da sağlıklı öğünler yiyordum.
Saçımı hızlıca geri attım. "Bu son zamanlardaki mutlu davranışlarının bir sebebi olabilir mi?" diye sordum gözlerimi kısarak. Hafifçe gülümsedi. "Ne gibi?" O tahtadaki sebzeleri simetrik bir şekilde hızlı hızlı keserken elimi uzatıp parmağımı yavaş yavaş dövmesinin üstünde gezdirdim. "Çok daha yakınlaşmak gibi."
O tek yanağındaki gamzesi bana sunulurken başını hızlıca iki yana salladı. "Beni seninle o kadar yakınlaşmak mutlu etmez. Sen yanımda ol o beni zaten mutlu eder. Genel olarak mutluluğum bununla ilgili." Bacaklarımı sallamaya devam ettim. "Nasıl yani? Ama ben uzun bir süredir zaten senin yanındayım? O zamanlar böyle değildin." Doğuş aylar önce yaptığı gibi bir salatalığı ağzıma attı. "Çok sorular sormasak daha iyi. Rica ediyorum..."
Salatalığı çiğnerken ses etmeden bacaklarımı sallamaya devam ettim. Doğuş hızlıca tabakları hazırladıktan sonra ikisi de bir tepsiye koyup ikimize de kendi sıktığı portakal sularından bardaklara koyup tepsiye yerleştirdi. Önce tepsiyi içeri götürdü ardından tekrar mutfağa gelip beni de içeri götürdü.
Sandalyeye bırakmadan direkt kendisi sandalyeye oturup beni de dizine oturttu. "Doğuş çay içmeyi özledim ben." dedim dudağımı sarkıtarak. Doğuş boynuma bir öpücük bıraktıktan sonra benim tarafımdaki bardağı alıp portakal suyunu dudaklarıma yaklaştırdı. "Bugün de bu var."
Portakal suyundan bir yudum aldıktan sonra bakışlarımı Doğuş'a çevirdim. Ciddi ifadesi şu an ilk kez yüzüne yüklenmişken yavaşça yanağımı sevdi. "İstersen Doğuş çayı farklı bir şekilde de hallederiz." İmalı sözüyle gözlerim hafifçe irileşti. "Çok fenasın Doğuş çay. İşine gelince çok fena oluyorsun..."
Doğuş ciddiyetle bana bakarken çatalıyla peyniri alıp dudakları arasından itti. "Doğuş çay derken hep beni ima etmiyor musun ama?" Kaşlarımı sahte bir ifadeyle çatarak ona anlamsızca baktım. "Ne münasebet! Sen benim bu dünyada en sevdiğim şey olan o çayın adına sahipsin sadece! Asıl Doğuş çay derken seni değil onu ima diyorum!" Doğuş bana anlamsızca ve ciddiyetle bakınca uzatmayıp güldüm. "Şakaydı! Evet sana ima yapıyordum."
Doğuş tabağımdan bir peynir alıp çatalla dudaklarıma uzatınca onu da aldım. Çiğnerken saçımı yavaşça geri atıp başım boynuna gömdüm. Doğuş portakal suyundan yudum alırken mırıldandı. "O ilaçları artık kullanıyorsun değil mi? Bir süre ilaç kullanmayacaksın, ben zamanı gelince yeni ilaçlarını sana vereceğim." Başımı sallarken düşünceli bir sesle mırıldandım. "Neden bir anda ilaçlarımı iptal ettin ki?" Doğuş dudaklarıma tekrar salatalık uzattı. Salatalığı alıp bu sefer onu çiğnemeye başladığımda bana kısa bir cevap verdi. "Öyle gerekiyordu."
Daha da bir şey sormadan onunla beraber kahvaltıya onunla beraber devam ettim.
🌺
Parmaklarım hızlı hızlı klavyenin üzerinde dolanıyordu. Kitabı bitirmeme az kalmıştı. Uzay ve Hayal'e veda etmeme az kalmıştı. Onları yazmayı bitirince yeni kitabıma geçecek ve planladığım gibi ona başlayacaktım. Bunun için de heyecanlıydım.
Doğuş hastaneye gitmişti. Bakması, kontrol etmesi gereken şeyler olduğunu söylemişti. Adam yarasını hiç umursamadan hayatın yaşıyordu resmen. Zaten yarası da her geçen gün daha da iyileşiyordu.
Yazmaya ara verince yavaşça oturduğum yerden kalktım. Esma'nın ekranıma düşen üst üste mesajlarının ardından aramasıyla kaşlarım çatıldı. Aceleyle telefonuma uzanıp aldım. Aramayı açıp telefonumu kulağıma yerleştirdim. "Alo? Esma?" Kısa süreli sessizlikten sonra konuştu. "Nasılsın Manolya?"
Nefesimi yavaşça verip sırtımı koltuğa yasladım. "İyiyim sen?" Ses rahat geldi. "İyi bende. Öyle Fatih'le buluşmak için yemek arasını falan bekliyorum. Hep hastalarıyla." Hafifçe güldüm. "Ooo aşk kuşu seni! Bakıyorum hocam kalkmış." Esma güldü. "Yok be! Zaten bugün yanlışlıkla Günaydın hocam dedim az daha trip atacaktı. Ama iş üstündeyken öyle sesleniyorum yine de"
"Anladım..." Telefonun ucundan hastane sesleri geliyordu. "Ee bu gün gelecek misin?" Yüzümde havalı bir sırıtış oluştu. "Bak başlarda bana, bugün neden geldin? derdiniz, şu an bugün gelecek misin? diyorsunuz. Ne kadar mükemmel olduğumu görüyor musun?" Esma buna sadece güldü.
Bakışlarım etrafta dolanırken konuştum. "Gelmeyi düşünüyorum. Eylül'ü hiç soramadım. Kız ağlayarak abisinin yanından dönmüştü ama o an aklım hep Doğuş'taydı. Aslında dün sabahta iyi gibiydi. Yine de sormak en iyisi." Esma bana hak verir gibi bir mırıltı çıkardı. "Haklısın. Bende sormayı unuttum. Neyse gelince konuşuruz artık."
Telefonu saniyeler sonra kapattım. Zilin hızlı hızlı çalınmasıyla oturduğum yerden kalktım. Telefonumla beraber kapıya ilerlemeye başladım. Zil hala inatla uzun uzun çalınıyordu. Hem kapıya vuruluyor hem zile basılıyordu. Kaşlarım derince çatılırken kapıya geçip hızla kapıyı açtım. "Ne oluyor be! Patlama!"
Gördüğüm kişi Gökden Dinçer'in karısıydı. Yüzümdeki ifade anında solarken kadının öfkeli bakışları bende gezindi. "Nerede ha?! Gökden nerede?!" diye bağırdı. İçeri girerek üzerime doğru adımlar atmasıyla geriledim. "Nerede o?!"
Kadının bu tavırlarına anlamsızca bakarken hemen kapıyı işaret ettim. "Hemen evimden çıktın! Aksi takdirde haneye tecavüzden polis çağıracağım." Kadın üzerime yürüyerek beni geri itti. "Nerede o!" dedi bastıra bastıra. "Ne bileyim ben senin kocan nerede?! Ne zamandır hayatımda? Ne kadardır hayatımda? Ne hakla bana bunu soruyorsun! Bana ne senin kocandan!"
Kadın ağlayacak gibi oldu. "Hayattaki tek varlığım o! Sen...sana gelecekti en son! Çok öfkeliydi! Kızımız da öldü bizim! Günlerdir onu bulamıyorum!" dedi gözlerinden yaşlar dökülürken. "Bilmiyorum...kocanız nerede bilmiyorum." Kadının bir suçu yoktu. Tek sorunu hayatta öyle bir adamı sevmekti. Öylesine günah almış, öylesine kötü bir adamı sevmekti. Onun hayattaki cezasını o da çekiyordu.
Kadın başını kaldırıp bana öfkeyle baktı. "Sen eski karısının kızıymışsın! O aşağılık kadının kızıymışsın!" dedi tükürür gibi. Hissiz bir ifadeyle başımı salladım. "Aynen. Ben o şeytan adamın, aşağılık karısın kızıyım. Bu iki kötünün kızıyım. Başka bir şey var mı? Ona göre polisi arayacağım?"
Kadın iğrenir gibi bana bakarken başını iki yana salladı. Sanki iğrenç bir şeymişim gibi, sanki çöp değerindeymişim gibi bakıyordu. "Benim kocam, kızımın babası şeytan falan değildi! Şeytan olan sen ve annendi! Siz bizim hayatımızı mahvettiniz! Senin ahın benim kızımı aldı!" Kadın boğazıma sarılıp beni boğmaya kalktığı an onu itip karnına tekme attım. "Sakın! Sakın bana zarar vermeye kalkma! Çabuk defol buradan!" Kadını yakasından tuttuğum gibi evden atıp kapıyı hızla arkasından kapattım.
Kadının bağırışları buraya ulaşırken sırtımı kapıya yaslayarak derin nefesler almaya başladım. Kadının ağlayışları, bağırışları sessizleşirken uzaklaştığını anladım. O gün neler olmuştu bilmiyordum. Bir kısımdan sonrası tamamen boşluktu. Gökden Dinçer kaçmış olabilir miydi? Karısını bırakıp mı kaçacaktı?
Yavaş adımlarla kapıdan ayrılıp odanın kapısından beni izleyen Erik'e eğildim. "Kafam çok karışık Erik. Garip şeyleri hissediyorum. Ama sebebini asla anlayamıyorum." Erik bana sadece baktı. "Sende bu kadın gibi üzülüyor musun? Acı çekiyor musun? Düşünebiliyor musun? Özlüyor musun?" diye fısıltıyla sordum.
Erik koştu. Bakışlarım onda gezindi. Yatağından eğilip ağzıyla tutarak bana getirdiği salyalarıyla ıslak hale gelmiş olan fotoğrafa baktım. Zamanında çektiğim Kar'ın kolajlı fotoğrafları. Gözlerim dolmaya başlarken bakışlarım dikkatle fotoğrafta gezindi. Beyaz kızım benim. Kar kızım.
Yutkunarak Erik'e döndüm. Kağıdı alıp yere bıraktı. Ve kağıda doğru yüksek sesle havlamaya başladı. Bir sürü şey anlatıyordu. Ne anlattığını hissediyordum fakat anlayamıyordum. Sadece havlıyordu. Belki fotoğrafı canlı sanıyordu. Belki onu gerçekten yanında sanıyordu. Belki de onun cansız olduğunu biliyor ve çaresizlikle havlıyordu.
"Ben o fişi çekseydim...o gün o fişi çekseydim..." Dudaklarım titrerken gözümden de titrek bir yaş düştü. Tam fotoğrafın üstünde düşmüştü. Bütün fotoğraflarının yandığını düşünüyordum. Sadece telefonumda fotoğrafları olduğunu düşünüyordum.
Dikleşerek odaya döndüm. Gözümdeki yaşları silerken kendime teselli bulmaya çalıştım. Erik havlamayı kesmişken odaya girip kapıyı arkamdan kapattım. Bakışlarım aynadaki suratımda gezindi. Bir süre sadece kendimi izledim. "Kimsin sen Manolya Dinçer? Neler yaşadın? Ne hallere geldin? Nelere sebep oldun? Nelere dönüştün? Aslında nesin? Kimlerin umurundasın? Neden bu hayattasın?" Fısıltılarım yavaştı. Hiçbir sorum aceleci bir şekilde dudaklarımdan çıkmamıştı. Hepsi yavaş yavaş dudaklarımdan sızıyordu.
Elim saçlarımda gezindi. Diğer elimle göz yaşlarımı sildim. "Oyun bitmedi. Hikaye bitmedi. Hiçbir şey bitmedi. Sen Manolya gibi değil, hala Manolya Dinçer olarak devam etmelisin. Oyun bitene kadar bu böyle olmalı." Sessiz fısıltımın ardından saçlarımı serbest bıraktım.
Üzerimdeki tişörtü çıkarıp dolaptan askılı siyah bir crop çıkardım. Cropu hızla üzerime geçirdikten sonra bol bir kot alıp hızla bacaklarımdan geçirip yukarı çektim. İkisini de giydikten sonra pantolonun rengindeki büyük kot ceketimi alıp onu da üzerime geçirdim. Bakışlarım aynaya çevrilince kendimi kısaca inceledim ardından göz altlarımı tekrar silip sahte bir gülümsememi aynaya sundum.
Hemen bir kapatıcıyı alıp göz altlarımı kapattıktan sonra yanaklarıma uygun miktarda allık uyguladım. Ardından kirpiklerime maskara sürüp dudaklarımın üzerinden özenle glossumu sürdüm. Tarağı aldığım gibi saçlarımı oldu diyeceğim kadar tarayıp düzelttim.
Makyajımı da hallettikten sonra postacı şeklinde takacağım siyah çantama telefonumu, cüzdanımı, gerekli bütün eşyalarımı hızlı hızlı ekledim. Çantamı koluma aldığım sırada derin bir nefesi de aldım. "Evet, çıkma vakti..." Odadan çıkıp kapıya ilerledim. Geçerken salondaki Erik'e bir bakış atmıştım. Salonda sakince mamasını yiyordu.
Kapıyı açıp çıkmamın ardından hızlıca kapıyı kapattım. Hızlı adımlarla merdivenlerden inerken kablolu kulaklığımı çantamdan çıkarıp kulaklıkları tek tek kulağıma takıp telefonumdan, Seksendört'ün Kendime Yalan Söyledim şarkısını açtım.
🌺
Hastanenin kapılarından girerken gözlerimi etrafta gezdiriyordum. Sultan'la çok kısa bakıştıktan sonra ikimizde gözlerimizi çektik. O danışmanın önünde bekleyen adama çekti, ben ise önüme. Hızlı adımlarla asansörlere yetişip ilk yer olduğunu gördüğüm asansöre sıvıştım.
Dört kişiydik asansörde. Yanımdakilere bakış atmadan müziğimi kapatıp kablolu kulaklığımı çıkarıp salma bir şekilde çantama attım. Saçımı elimle yavaşça geri alırken aynı zamanda sesli bir nefesi yavaşça verdim.
Kata çıkmamla elinde dosyayla ilerleyen Eylül'ü fark ettim. Hızla ilerleyip önüne kesmemle bakışları beni buldu. "Manolya?" Yavaşça gülümsedi. "Hoş geldin!" Bende ona gülümsedim. "Konuşalım istersen?" Eylül bir süre durup yüz hareketleriyle düşündü. "Bilmem ki. Ama benim işim var. Daha bunları götüreceğim. Yeliz de benden yardım istedi. Kısaca konuşacak pek de zamanım yok." diye dertli bir şekilde söylendi.
Elimi onun koluna koyarak hafifçe başını salladım. "O halde uzatmadan bir sorayım. Nasılsın?" Gülümseyerek başını bir kere salladı. "İyiyim Manolya. Sen?" Yavaşça nefesimi verirken tekrar konuştum. "Geçen abin sana ne dedi de öyle ağladın? Paylaşmak ister misin?" İfadesi bozulmadan bana bakmaya devam etti. "Her zaman ki abimdi. Size demiştim en ufak şeyde gözlerimin dolduğunu." dedi ve hemen ardından gülümsedi.
Yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. "İstediğin zaman gelip bana dert anlatabilirsin. Mükemmel teselli edebilen veya direkt teselli edebilen bir insan değilim ama seni düşünebilir ve mutlu edebilirim." Eylül bu cümlelerime tebessümünü arttırdı. "Çok teşekkür ederim! Ama gerçekten ihtiyacım yok."
Başımı ağır ağır salladım. "Seni zorlamayacağım." Eylül kolunu sakince elimden kurtardığında bana gülümsemeye devam etti. "Gideyim mi o halde?" Başımı sallamamla bana el sallayıp hızlı adımlarıyla ilerlemeye başladı. En azından çok fena görünmüyordu.
Tekrar koridorda ilerlemeye başladığım sırada Esma'yı Fatih'le konuşurken gördüm. Konuşarak benim olduğum yere yani direkt karşılarında ilerliyorlardı. İkisi de ellerini cebine sokmuş arada birbirine de bakıyorlardı.
Beni görünce önce Esma'nın ardından Fatih'in bakışları bana çevrilmişti. "Manolya? Hoş geldin." dedi Esma gülümseyerek. "Hoş buldum." Esma, Fatih'e döndü. "İşiniz vardı ya. İşte şu an gidebilirsiniz hocam!" Fatih hafifçe sırıttı. "Önce bir selam verseydim ya." Ardından hemen bana döndü. "Hoş geldin Manolya." Başımı salladım. "Hoş buldum." Fatih bana ve Esma'ya son bir bakış attıktan sonra dönüp ilerlemeye başladı.
Esma hemen koluma girip bizi koridorda düz bir şekilde ilerletmeye başladı. "Eylül'le konuştun mu?" Derin bir nefes aldım. "Konuştum ama çok da konuşmadım. Hemen işi olduğunu söyledi." Benim nefes aldığımın aksine Esma'da nefesini verdi. "Bende konuştum biraz. İyi olduğunu falan söyledi." Sessizce, "Aynısı." diye mırıldandım.
Esma bir anda duraksamış, ciddileşmiş gibi dikleşerek bakışlarını kaçak kaçak üzerimde gezdirmeye başladı. Bakışlarımı hızla ona çevirip sorarcasına baktım. "Konuş Esma." Cümlemin ardından tekrar derin bir nefes aldı. "Senin bu kankan var ya..." Beklemediğim cümleyle kaşlarımı çattım. "Kankam kim? Volkan mı?"
Kaşlarını hayır dercesine indirip kaldırdı. "Firdevs miydi neydi..." Kaşlarım daha da çatılırken başımı salladım. "Evet? Firavun Firdevs?" Başını yavaşça salladıktan sonra başıyla yanına çok yaklaşmış olduğumuz Doğuş'un kapısını işaret ettim. "Bugün buraya geldi."
Bakışlarım Doğuş'un kapısında gezinirken mırıldandım. "Hala burada mı?" Esma'nın başını iki yana salladığını hissettim. "Bir saat falan önce çıktı. Sen bil istedim yine de." diye fısıldadı. Başımı hızlı bir şekilde salladıktan sonra dönüp Doğuş'un kapısına ilerledim. Kapıyı çalmadan açıp içeri girdim. Hastası olmadığını zaten biliyordum.
Bakışlarım direkt koltuğuna oturan onu bulmuştu. Onun da bakışları bana kalkmıştı. "Manolya? Hoş geldin çiçeğim." Yüzüme bir gülümseme kondurup yavaşça ilerleyip masanın önündeki deri koltuklardan birine oturdum. "Selam!"
Doğuş yüzündeki ciddiyetle başını hafifçe salladı. "Sorun nedir? Bir sıkıntı mı var?" diye sordu. Başımı iki yana sallayarak konuştu. "Hayır hayır. Sıkıldığım için geldim." Bana bir şey demeden bakmaya devam etti. "Ne kadar işin vardır?" Bakışları masasında gezinirken kaşlarını çattı. "Bilmiyorum. Net bir şekilde söyleyemem ama iki saate kadar bitmiş olur."
Sakince durup sırtımı koltuğa yasladım. Onun konuşmasını için verdiğim süreyi bekliyordum. Doğuş'un derin nefes alıp verdiğini duydum. "Bugün Firdevs Hanım buraya geldi." Süreyi beklememe gerek kalmamıştı. Bakışlarımı hemen ona çevirip ilk kez duyuyor gibi kaşlarımı çattım. "Ne için?"
Doğuş kollarını oynatmadan ellerini hafifçe iki yana açtı. "Tek bildiğim şey garip davrandığıydı." Tek kaşım kalkarken sorar gibi baktım. "Nasıl yani?" Doğuş bakışlarını benden çekmeden bir süre düşündü. Ardından sakince ve ciddiyetle konuştu. "Bana yaklaşmaya çalıştı. Pek masum bir şekilde değil."
Sakinliğimi koruyarak başımı ağır ağır salladığım sırada Doğuş tekrar konuştu. "Seni bana karşı garip bir şekilde doldurmaya çalıştı. Sana karşı acıdığından bahsetti. Elimi tutmaya çalıştı. Bunlara izin vermedim. Yaklaşmaya çalıştığını, bir şeyler yapmaya çalıştığını anladım. Haddini aşınca ona şu an da çalışmakta olduğumu, bu yaptığının çok yanlış olduğunu söyleyip, kibarca çıkmasını istedim." dedi dürüst bir şekilde. Sessiz ve sakin duruşumu izlerken ellerini masada birleştirdi. "Sana anlatıyorum çünkü bilmeni istiyorum. Pek normal bir durum değildi."
Başımı tekrar salladım. "Dürüst bir şekilde bundan bahsettiğin için sağ ol." Ciddiyetle bana bakmaya devam etti. "Rica ederim. Bundan bahsetmek zorundaydım." Ona güveniyordum ve her şeyin gerçekten onun dediği gibi olduğuna görmeden inanıyordum.
Yavaşça oturduğum yerden kalktım. "Ben gideyim. Artık akşam görüşürüz." Ona gülümseyerek yavaşça oturduğum yerden kalktım. Doğuş'un da oturduğu yerden kalktığını fark ettiğim sırada kapıya ilerliyordum ki fark ettiğim muayene yatağıyla kaşlarım çatıldı. Değişmiş miydi?
Bakışlarım hemen arkamda biten Doğuş'a gitti. "Muayene yatağı değişmiş mi?" Ciddi ifadesini soldurmadan başını salladı. "Ayaklarına zarar gelmişti. Kırılacak gibi bir hali vardı. Ayrıca o sedyede başkalarını muayene edemezdim. Hem hijyen, hem de..." Sonlara doğru sesi fısıldayışa dönmüştü.
Az bir şekilde sırıtıp yönümü ona çevirdim. Kollarımı yavaşça boynuna sarmamla uzanıp yanağına uzun bir öpücük bıraktım. "Akşama kadar bu bana yetsin diye." fısıldadım yanağına doğru. Bakışları bende gezinirken, "Bana nasıl yetecek peki?" diye fısıldadı. Ona sırıtmaya devam ettikten sonra uzaklaşıp omuz silktim. "Bilemeyeceğim artık."
Kapıyı açtım. Çıkana kadar Doğuş beni izlemişti. Ona son kez el salladıktan sonra hızlı adımlarla asansörü es geçip merdivenlere yöneldim. Hızla aşağı inerken hala sakin hissediyordum. Firdevs beni şaşırtmıyordu artık.
Telefonumu çantamdan çıkarıp hızlı bir şekilde kilidini açtım. Numaralardan hemen Volkan'ı bulup numarasını çaldırmaya başlayıp telefonu kulağıma yerleştirdim. Arama saniyeler içinde cevaplanmıştı. "Alo Mano?" sesi kısık geliyordu.
"Alo Volkan? Firdevs'in yanındasın değil mi? Konum at." Volkan'ın bir süre duraksadığını hissettim. "Ne? Bir dakika...nereden biliyor-" Tekrarladım. "Konum at." Volkan'ın nefesini işittim. "Onunla hala eskisi gibi yakın değilim, sadece toplanma gibi bir şey yapıyoruz kafede." diye beni ikna etmek ister gibi fısıldadı. "Volkan sana yakın mısınız diye sormuyorum. Ayrıca yakın da olabilirsin. Beni ilgilendirmez. Artık konumu atacak mısın?"
Hastanenin kapılarından çıkarken güvenliklere boş bir bakış attım. "Tamam da neden? Neler oluyor Mano?" Sabırsızca derin bir nefes alıp verdim. "Volkan konumu atacaksan at!" Volkan bir süre duraksadı. "Tamam...o halde atıyorum."
Bulduğum ilk taksinin arka koltuğuna oturdum. Telefonu kapatıp mesajlara girip Volkan'dan konum bekledim. Konum gelince hemen konuma girip açılan konumu şoföre gösterdim. "Buraya gideceğiz." Şoför başını sallayınca geri çekilip sırtımı rahatça koltuğa yasladım.
Firdevs yine beni şaşırtmıyordu. Fakat Doğuş'a bu şekilde yanaşmayacak kadar Burak'a aşık olduğunu düşünüyordum. Neyse ki artık Firdevs'in yaptığı hiçbir şey bende şaşkınlık etkisi yaratmıyordu. Saçımı yavaşça düzeltirken sakince varmayı bekliyordum.
🌺
Mekanın önüne varmıştık. Pahalı ve yüksek bütçeli insanların geldiği, onların aralarında takılmak için hazırladığı bir ortam olduğu belliydi. Taksici adama parasını uzattıktan sonra arabadan hızla indim. "Burada bir on dakika kadar bekler misiniz? Çok sürmeyecek tekrar geleceğim." Taksici başını onaylarcasına sallayınca dönüp mekanın bahçesine girdim. Bahçesinde de kendi kafalarında takılan insanlar bulunuyordu.
Bakışları etrafta dolanan Volkan beni fark ettiği gibi yanıma geldi. "Mano!" Bakışlarım hemen onu buldu. "Bu Firdevs'in ayarladığı bir takılmaca, parti gibi bir şey. Beni de ısrarla çağırdı..." Volkan'a bana uymayan bir ciddiyetle baktım. "Bana açıklama yapıp durma Volkan. Sana neden onla takıldığının hesabını soracak değilim. Ha bire açıklama yapıyorsun ha bire öyle biriymişim gibi hissediyorum..." diye mırıldandım memnuniyetsizce.
Volkan bakışlarını sessizce bende gezdiriyordu. Bakışlarımı içeride gezdirip Firdevs'i aradım. "Neler oldu da bir anda çıkıp geldin?" diye sordu sakince ona bakmadan, bakışlarımla Firdevs'i aramaya devam ederken konuştum. "En yakın kankam parti vermiş gelmeyecek miyim Volkan? Sende yani..." Volkan'ın bana şaşkın bir bakış attığını hissettim.
Bunu umursamadan bahçenin arkasına, büyük mekanında arkasında bulunan o kısma ilerlemeye başladım. Volkan peşimden gelmeyi bırakmıştı. Hızlı adımlarla arkaya doğru ilerlediğimde köşeyi döndüğüm an bakışlarım birini fark etti. Mekanın arka kısmında sırtını mekanın duvarına yaslayarak kulağındaki kulaklıklarla kitap okuyan Fuzuli Burak Saydam.
Onu bayadır görmemiştim doğrusu. İçimde bir şey hissettim. Bu özlem değildi fakat, uzun zamandır onu görmememin getirdiği garip bir histi sadece. Her zaman ki gibi sadece müzik dinliyor ve kitap okuyordu. Mekandan ve partiden çok uzaktı. Tıpkı Firdevs'ten de olduğu gibi.
Bir süre durdu. Başını kaldırıp bu sefer başını mekana yaslayıp gözlerini kapatarak kendini dinlediği müziğe bıraktı. Ne düşünüyordu bilmiyordum ama bana bizi okuduğu kitaplardaki çiftler yerine koyduğundan bahsetmişti zamanında. Ve o hep aşk içeren, romantik kitapları okurdu. Şu anda olduğu gibi.
Başı hafifçe yana çevrildiği sırada gözleri aralıklı bir şekilde açıldı. Panik olurken hemen bakışlarımı süs ağaçlarını çevirip ona bakmıyor gibi yaptım. Gözleri beni bulurken hemen ayağa kalktığını hissettim. "Manolya..."
Bakışlarımı ona çevirirken yeni fark etmiş gibi gülümsedim. "Aa! Burak!" Burak hemen karşıma kadar gelmişti. Yüzünde hafif bir şaşkınlık ifadesi bulunuyordu. "Seni...seni burada bulmayı beklemiyordum." Bakışlarım ona çevrilirken sahte sırıtışımla başımı salladım. "Bende kendimi burada bulmayı beklemiyordum."
Bakışlarımız buluştuğunda onun mavi gözlerini bir süre sonra tekrar görebilmek gerçekten garipti. Aklımdan sadece bu geçmişti o an. Özlemle bakışları bende geziniyordu. "Neden burada olduğunu sorgulamayacağım. Nasılsın diye de sormayacağım. Çünkü iyi görünüyorsun zaten." diye mırıldandı aceleyle.
"Sen neler yapıyorsun?" diye sordum sahte bir gülümsemeyle. Bana ifadesizliğine dönerken bakıyordu. "Aynıyım ben. Aynı şeyleri yapıyorum." Başımı anladım dercesine salladım. Bakışları hala özenle üzerimde gezinirken tekrar eski yerine geçip oturdu. Ardından eliyle yan tarafına birkaç kere vurarak oturmamı işaret etti. "Gel. Yanıma oturursan sevgilini aldatmış olmazsın."
İfadesizce yanına geçip dediği gibi otururken mırıldandım. "En son seninle karşı karşıya durduğumda olanları unutmadım." diye mırıldandım, ona beni öptüğünü hatırlatarak. "Bunu bile bile oturmak sanki biraz aldatıyormuşum gibi hissettirebilir yani." Bu dediğimi pek de umursamamıştı, sessiz çocuk.
Bakışları büyük bir dikkat ve özleminle üzerimde gezinirken cebinden çıkardığı, o hep kullandığı pahalı sigara kutusundan bir dal çıkarıp dudaklarının arasına yerleştirdi. Ardından kutuyu bana uzattı. "Hala doktorun kızıyor mu?" diye sordu o otoparkında ki anımızı bana hatırlatarak. O gün "Doktorum kızar." diyerek reddetmiştim onu.
"Doktorum bana kızmaz. Doktorum endişelenir." diye düzelterek onu reddettikten sonra önüme döndüm. Sigarasının ucunu en az kutusu kadar pahalı duran zipposuyla ateşledikten sonra bir dumanı çekip kutuyu da zippo çakmağını da cebine attı.
Bakışlarımı etrafta gezdirdim. Onun bakışları hala dikkatle üzerimdeydi. Bunu hissettiğim halde dönüp de ona bakmıyordum. "Seni görmek iyi geldi. Çok oldu seni görmeyeli. Okulu da dondurmuşsun." Fısıldayışıyla ona döndüm. "Ne okuyorsun?" Bakışlarını yüzümde gezdirirken sessizce cevap verdi. "Jane Eyre."
Başımı sallayarak önüme döndüm. "Güzel bir kitap. Okumuştum." Başını benim gibi fakat daha hafifçe salladı. "Biliyorum." Nereden bildiğini sorgulamadım.
"Benim aşkım seni rahatsız mı ediyor?" Bir anda gelen sorusuyla ona döndüm. Tekrar mırıldandı. "Doğuş'un aşkı seni mutlu ediyor, benimki rahatsız ediyor. Çünkü sende ona aşıksın." Onun sözlerini umursamadan yavaşça ona döndüm. "Burak, ben ölüp ölmeyeceği belli olmayan biriyim. Bence artık bu duygularını kesme, unutma çabasına girmelisin... Bana ne olacağı belli değil."
Burak ifadesizlikle bana baktı. "Ölüp ölmemen umurumda değil. Ölmen bende bir şey ifade etmez. Ben senden ayrı bir dünyada gibi seni izleyerek yaşadım zaten hep. Aklımda ki sevgilim, kitaplardaki sevgilim her zaman yaşayacak. En azından ömrüm boyunca beni bırakmayacak." diye net bir sesle konuşmuştu.
Kaşlarımı çatmadan ona bakmıştım. Bu gerçekten garip bir sevme şekliydi. "Gerçekten hiçbir şey ifade etmez mi?" diye sordum şaşkınlığımı belli etmeden. Başını evet dercesine salladı. "Sen Doğuş'la zaman geçir, bunları Doğuş düşünsün. Ben seni hep aklımda yaşattım zaten. Sense Doğuş'un yanında onunla yaşadın. Senin yokluğuna o dayanamaz. Ben bu gereksiz dünyada yaşamaya zaten devam edebilirim." Gayet dürüsttü.
Tek kaşım kalkarken merakla sordum. "O halde neden beni öpme ihtiyacı hissettin?" Burak hafifçe güldü. "Dudakların dudaklarıma yapışmışken, biz o konumdayken irademi hissedemedim diyelim." Tek kaşım inerken, "Seni öpmek istemediğimi biliyordun ama." dedim. Umursamazca omuz silkti. Bu bir cevap olmuştu.
Hızla oturduğum yerden kalktım. "Yapmam gerekenler var. Gitmeliyim." Döndüğüm sırada sesini duydum. "Son kez bana ilk tanıştığımız zamanlardaki gibi seslenir misin?" Omzum üstünden bana beklentiyle bakan adama döndüm. "Bülbül gül için ağlayıp, inlerken, lale onun derdine derman olur mu... Demiş Fuzuli. Bu sefer bir anlam yok. Öylesine sessiz çocuk." Tekrar önüme dönerken sesini duydum. "Asıl bu sefer anlam var. İyi zamanlar Geveze."
Dönmeden mekanın önüne ilerlemeye başladım. Mekandan içeri girdiğim sırada bir sürü, arada sırada gördüğüm fakat adını bilmediğim insanları gördüm. Hiçbir ortamdan eksik kalmayan İlker'de buradaydı. Tam bir zengin züppesiydi.
Mekanın önüne geçtiğim gibi bakışlarım içeride dolandı. Hızlı adımlarla mekanın kapısından girdiğimde çarpıştığım kişiye hızla dönüp baktım. Gördüğüm kişi Firdevs'ten başkası değildi. Kaşlarım çatılırken hemen ona döndüm. Beni görünce çok kısa gözleri çok kısa irileşip eski haline döndü. "Arkadaşım! Manolya!"
Ona yaklaşarak mavi gözlerine son derece ciddiyetle baktım. "Seninle sohbet etmeye geldim. Bekliyor muydun beni?" Firdevs bir kahkaha atarak koluma girdi. "Müzikten ses gelmiyor gel kadınlar tuvaletine geçelim!" İkimizi içeri sokup kapıyı arkamızdan kapattığında yüzündeki sahte gülümsemesini bana sundu. "Nasılsın? Ölmemişsin hala."
"Ne yapmaya çalışıyorsun? Bugün Doğuş'un yanına gitmişsin?" diye sordum açıkça. Kollarını birbirine bağladı. "Çok başarılı bir doktora gittim bugün. Doktorum olsun istiyorum. Senin gibi hastalıklı bir çürük değilim ama yine de istiyorum."
Yüzümde hiçbir ifade değişimi olmadan başımı omzuna yatırdım. "Doğuş sana dava açtı. Zaten o davayı da suçu başkasına atarak üzerinden attın. Hala ne yapmaya çalışıyorsun Firdevs?" Firdevs gülmeye devam etti. "Yakında ölmeyecek misin zaten? Bakarsın doktor bey başka hastalarına da şans vermek ister?"
Alayla gülerek başımı yavaşça iki yana salladım. "Sen benden de komiksin...Git sor. Sor da cevabını al. Eminim ona elini uzattığın an, sana sanki onu taciz ediyormuşsun gibi bakışla uzaklaşmıştır. Aynı zamanda o kibar, nazik tavrını da bozmadığı için kendini iğrenç hissetmişsindir." İfadesinin soluşu ve ciddileşmesi bana yanılmadığımı hatta direkt hissettiğini anlattığımın bir işaretiydi.
Yüzümde alaylı bir ifade oluşurken ona acır gibi gülümsedim. "Bana acıdığını, hayatımdaki kötülüklerden bahsettin ama o, o acıları benimle beraber hissettiği için ve sende aramızdaki bağı bilmediğin için kendini ona karşı iğrenç bir konuma soktun. Muhtemelen benim senin gibi biriyle nasıl arkadaş olduğumu, ne kadar karaktersiz bir insan olduğunu düşünmüştür..."
Firdevs beni omzumdan sertçe itince geriledim fakat susmadım. "Burak'a olan aşkında takıntıdan ibaret. O bana takıntılı, sen ona! Böyle sevmek mi olur? Onu severken gidiyorsun Doğuş'a yavşıyorsun! Aylar önce de, gelip bana "Yavşağın tekisin" diyorsun!"
Firdevs kaşlarını derince çattı. "Ben Burak'a gerçekten aşığım!" dedi yüksek bir sesle bağırarak. Alayla güldüm. "Hayır! Sadece takıntı yapmışsın yıllardır!" Firdevs iki eliyle beni omuzlarımdan tekrar itti. "Sana ne demeli? Sen aşık mısın ha? Bu aşkın hiçbir zaman gerçek olduğunu düşünmedim! Sen sürekli Volkan'la bana yaş farklarının olduğu ilişki imkansız olduğunu söylerdin! O adamda ne buluyorsun bilmiyorum ama sen onu sevmiş bile olmazsın! Çok farklısınız. İnanılmaz farklısınız ve o asla senin seveceğin biri değil!"
Onu umursamadan alayla gülmeye devam ettim. "Aşk işte Firdevs. Sen aşkı bilmediğin için sana öyle geliyor." Firdevs elini sıkarak öfkeyle bana baktı. "Ölüp gideceğin gün hiç çekinmeden cenazene gelip güleceğim!" Gerçek yüzü ortaya çıktığından beri sürekli öleceğim günden, ölümümden bahsederek beni kötü hissettirmeye çalışıyordu.
"O doktorunun da senin de canı cehenneme! Zaten sen ölünce de seni unutur! Adam gençleşir resmen! Kimsenin, ailesinin bile sevmediği bir kıza herkes yerine sevgi göstermekten kurtu-" Firdevs'i çenesinden tuttuğum gibi çevirip lüks tuvaletin ayna gibi temiz duran fayansına yasladım. "Sınırını aşma Firdevs..." Firdevs alayla sırıttı. "Aşarsam ne olur Mano? Söyle arkadaşım..."
Çenesini daha sert kavrayarak onu tekrar arkasında ki duvara vurur gibi bastırmamla acıyla yüzünü buruşturdu. "Bak ben bile artık kendimi anlayamıyorum...kavrayamıyorum...babamı yok edebiliyorum ben. Seni mi yok edemeyeceğim? Sürekli tam kendim olmam gereken anlarda fısıltıları duyuyorum...ben anılarımın, acılarımın beni yönetmesine izin vermem. Ama bu fısıltılar onların yerine geçiyor ve beni acımasız kılıyor. O acılarımın altıda, acılı inleyişinin bile sesi duyulmaz Firdevs..." O fısıltılar azalırken yavaşça gözlerimi yumup sakinleşmeye tamamen kurtulmaya çalıştım. Neler dediğimin bile farkında değilmiş gibi hissediyordum. Sanki beni yine duygularım ve içimde saklı olan hislerim yönlendiriyor gibiydi.
Fısıltılar tam anlaşılmıyordu ama acılarımı bana hatırlatıyordu, anılarımı hatırlatıyordu sanki o acıları yeniden yaşıyormuşum gibi onlarla beni ilerletmeye çalışıyordu. Söylediğim cümleye inanamadım. Bunlar yine zihnimin bir oyunu olmalıydım. Kanmamalıydım.
Firdevs bu andan faydalanarak beni itti. Boğazımda bir acı hissetmeye başladım. Başım dönmeye başladı. Yavaşça bir iki adıma attığım göz bebeklerim kendiliğinden hareket edip Firdevs'te durdu. Halsizliği hissetmeye başlıyordum. Firdevs ellerini sertçe boğazına bastırıyordu. Kaşlarım çatılırken dünyanın daha çok etrafımda döndüğünü hissetmeye başladım.
Firdevs saçlarını karıştırırken bana alayla bakmaya devam ediyordu. Yanağına kendi eliyle sertçe sesli bir tokat attığı zaman avazının çıktığı kadar acı dolu bir çığlık atıp kapıya yasladı. Elini kapıya koyup açtığı gibi kendini sırt üstü yere attı. Bana suç atacaktı Firavun.
İnsanlar onun etrafında dönerken Burak'ın hemen onun yanına koşup anında onu kaldırdığını gördüm. "Firdevs? İyi misin?" diye sordu telaşla. "Manolya vurma... Hayır ben kötü niyetli değilim... Eskisi gibi arkadaş olabiliriz..." diye fısıldıyordu yarı kapalı gözleriyle.
Ağrılarımı hissederken onları umursamadan duvardan destek alarak kapıya ilerledim. Hepsinin suçlu bakışları benim üzerimdeydi. "Ne oluyor Manolya? Firdevs doğru mu söylüyor?" Burak seslendi fakat onu umursamadan yanlarından geçip gidecektim ki, "Manolya!" diye daha yüksek sesle seslendi.
Kolumu tuttuğu gibi beni çeviriyordu ki ağrılarım ve baş dönmemle dengeme hakim olamayarak yere düştüm. Aslında dikkatli tutuyordu ben dengemi kaybettiğim için düşmüştüm. İnsanlar şaşkınlıkla buraya bakarken Volkan anında yanıma gelip beni kolumdan kaldırdı. Bir şey olduğunu sanki anlamış gibi Burak'a döndü. "Ne yapıyorsun?!"
Şu an olanlar umurumda değildi çünkü ağrılarım, acılarım dehşet bir şekilde artıyordu. Bana yaklaşmaya çalışan Burak afallamıştı. "Manolya...ben özür dilerim..." Sesi çok pişman çıkıyordu. Sanki kendine kızıyor gibiydi. "Yaklaşma!" diyordu Volkan.
Bakışlarım yerde geziniyordu. "Manolya gerçekten seni düşürmek istemedim..." Beni bekleyen taksiyi yeni hatırlayarak Volkan'ın kolundan kurtulup ağrıyan eklemlerimle hemen hastaneye yetişmek için koşmaya başladım. Ta ki attığım üç adımın ardından kulağımda bir çınlama eşliğinde duraksayıp bedenim kendini yavaşça yere bıraktı. Gözlerim kapanmak üzereyken son hissettiğim Volkan'ın yere düşüşümü engelleyen kollarıydı.
Ve bilincim tarafında tekrar terk edilmiştim
🌺
Hastane hissi, hastane kokusu, hastane sesi, çikolata kokusu...
Bilincim tekrar bana dönmüştü. Gözlerim tekrar açılırken, sanki bu gözümü açtığım an gözlerime vuran o beyaz ışığa alışmış gibi gözlerimi kırpmadan bakışlarımı etrafta dolandırdım. Sesler duydum. Sesleri anlamaya çalıştım. Sesler hemen olduğum odadan geliyordu.
"O da ne demek Volkan bey? Manolya öyle bir şey yapmaz. Buna eminim." Doğuş'un sesi olduğunu anlamayacak değildim. "Yani bende başta şaşırdım ama...Firdevs'e de güvenemiyorum artık." Volkan'la konuşuyorlardı.
"Sonra işte...bayıldı." Volkan fazla şüphelendirici bir şekilde geveliyordu. "Başka bir şey var mı? Manolyanın dizinde bir soyulma fark ettim bunun sebebini biliyorsan açıklar mısın? Düştü mü? Veya bayılırken mi oldu?" Başımı hafifçe kapıya yakın duran onlara çevirdim fakat fark etmediler.
Volkan bakışlarını kaçırıp çekinir gibi yutkundu. "Yok...o bayılırken ben onu tuttum. Ondan olmadı." Doğuş ciddi bakışlarıyla hızlıca başını salladı. "Bunun için sağ ol. Peki o halde?" Volkan bakışlarını tekrar Doğuş'a çevirdi. "Burak onu durdurmak isterken kolunu tuttu. Mano dengesini kaybetti sanırım, öyle olunca da yere düştü."
Bakışlarım Doğuş'ta gezindi. Ciddi ifadesini koruyordu. "Anladım. Anlattığınız için teşekkürler." Kapıyı açtı ve önce Volkan'a çıkması için işaret verdi. "Burak bey hala bekliyor olmalı." Volkan hemen Doğuş'a döndü. "Düşürmek istemedi ki. İsteyerek olmadı." Doğuş sakince başını salladı. "Biliyorum bunu. Gidip onu itecek değilim. Çıkar mısınız?"
Bakışlarım odanın penceresinden dışarı kayınca kulağında kulaklık bulunan ve boş boş duvarı izleyen Burak'ı gördüm. Doğuş'ta saniyeler içinde görüntüme girmişti. Hemen ardından Volkan'da.
Doğuş'u fark eden Burak kulaklıklarını çıkarıp ona dönmüştü. "Manoyla nasıl?" Neyse ki sesleri buraya kadar ulaşıyordu. Doğuş doktor ciddiyetiyle karşısında durdu. "Hastanın birinci derece yakını mısınız?" Burak cevap vermeyince Doğuş sadece başını salladı. "O halde bilgi veremem."
Burak ifadesizlikle Doğuş'a bakarken Doğuş bir adımla onun sınırını aşmadan ona yaklaştı. "Ona dokunamazsınız Burak bey!" dedi sakin ama uyarıcı bir sesle. Sebepsizce, Doğuş ve Burak ilk kez okulun kampüsünde tanıştıkları sıra da Burak'ın, Doğuş'a bu cümleyi kurduğu an aklıma gelmişti. Hatta Doğuş'un sözü biraz bunu hatırlatır gibi çıkmıştı. Ki Doğuş o gün bile her zaman ki gibi nazikçe, dikkatle dokunmuştu koluma.
Burak sinirle nefesini verdi. "Doğuş..." Doğuş hafifçe çenesini dikleştirdi. "Herhangi bir samimiyetinizin bulunmadığı insanlara 'bey' gibi lakaplar kullanarak hitap etmelisiniz. Ben sizin arkadaşınız değilim, Burak Bey." dedi son hitabını bastırarak.
Burak buna bir tepki vermeden, "Manolya'nın düşmesini istemedim. İzin verin onunla konuşayım!" dedi aceleyle. Doğuş ciddiyetle ona baktı. Tam cevap verecekti ki parmağımdaki ölçeri çıkarmamla monitörden çıkan sesle Doğuş'un bakışları anında bana döndü. Çağırmaya üşendiğim için bu güzel bir taktikti.
Doğuş hızlı adımlarla dönüp odama girerken peşinden beklemeden diğerleri de girdi. "Cihazı mı çıkardın?" diye sordu Doğuş yanıma gelirken. "Seni çağırmak içindi." Doğuş yavaşça rahat bir nefes verip ölçeri alıp tekrar parmağıma taktı. Ardından saçımı sevip alnıma bir öpücük bıraktı. "Tekrar günaydın çiçeğim."
"Manolya? Gerçekten seni düşürmek istemedim." Bakışlarım pişman görünen Burak'a kaydı. "Kızgın değilim zaten. Git Firdevs'in yanına. En son boynumda parmaklarımın izleri çıkmıştı. Git bak." dedim imalı bir sesle. Burak bana yapma der gibi baktı. "O da acilde zaten." Alayla hafifçe güldüm. "Onun acillik işi yok. Beşinci kattaki ruh sağlığı kısmına götürmeniz gerekiyordu." Kız gözlerimin önünde bir erkek için kendine zarar vermişti resmen. Sırf Burak onunla ilgilensin, bensen soğusun diye...
Volkan bakışlarını bende gezdirdi. "Nasılsın Mano?" Bakışlarım bu sefer ona çevrildi. "Doğruyu söyle! Sende inandın mı?" Volkan hemen başını iki yana salladı. "Hayır! Yani, şey...sadece şaşırdı ve belki biraz ilk gördüğüm an." diye mırıldandı.
Doğuş'un eli saçlarımı okşuyordu. "Tamam, hadi inin o psikopatınızın yanına." Volkan başımı omzuna düşürdü. "Mano..." Ona parmağımı uzattım. "Bak zaten o da Mano diyordu dövdürtme kendini Volkan! Bu sefer gerçekten birinin boğazımda parmaklarımın izini çıkarırım bak!"
Volkan nefesini verip odadan çıkarken Burak bana olan bakışını sürdürdü. "Çıksana sende sessiz çocuk!" Burak yüksek sesimle nefesini verip, Boynunda bulunan kulaklığı tekrar kulağına takarken hızla Volkan'ın ardından odadan çıktı.
Onların ardından saçlarımı seven Doğuş'a döndüm. yavaşça yatağımın ucuna oturdu. "Dizin de küçük bir yara vardı. Ben onu da hallettim." Bakışlarım üzerimdeki hasta kıyafetinde gezindi. "Ne çabuk bunu giydirmişsiniz." Doğuş yavaşça başını salladı. "Ben giydirdim. Tetkiklerini de yaptım. Şu aralar günlerin çok duygulu geçiyor diye yükselmeler oluyor. İlaçları da bıraktırdık zaten. Neyse ki yakında acılarına bir son vereceğim."
Yüzümde bir tebessüm oluşurken yanağımı okşayan elinin, avcuna bir öpücük bıraktım. "Sen yaparsın. Doktorum benim." Doğuş'un yüzünde bir tebessüm oluştu.
Doğuş hafifçe çekilerek yataktan kalktı. Kapıya ilerliyordu ki ona seslenişimle durdu. "Doğuş!" Doğuş'un bakışları omzu üstünden bana döndü. "Çiçeğim?" Yüzümde varla yok arası bir tebessüm vardı. "Biz seninle hiç dans etmedik biliyor musun..." diye masum isteğimi dile getirdim.
Doğuş ciddiyetine bürünürken yavaşça vücudunu bana çevirdi. "Lütfen. Yani... Küçük bir söz sadece. Sen dans etmezsin ama." Doğuş bana ciddiyetle bakınca tebessümümü yavaşça söndürerek başımı salladım. "Neyse ya, dans etmesek de olur."
Doğuş bir süre bana baktı. Ardından saniyeler sonra telefonunu açıp bir şeylerle uğraştı. Kısa uğraşının ardından romantik bir müzik yükseldi. Kaşlarım çatılırken Doğuş'u izledim. Doğuş yanıma kadar geldi. Telefonu komodine bırakıp doktor önlüğünün düğmesini ilikleyerek karşıma geldi. Elini yavaşça bana uzattı. "Bu dansı bana lütfeder misiniz Manolya Hanım?"
Her ne kadar ona u teklifi aslında bende yapmış sayılsam da şaşkınlıkla ona baktım çünkü ondan böyle bir adım bekliyordum. Aslında beklemem gerekiyordu. Çünkü o benim doktorumdu.
Beni yavaşça yataktan kaldırdı. Hasta kıyafetimi umursamadan onunla dans etmek istiyordum. Sanırım bu hasta ve doktor kıyafetleri yine bir ilkimize şahit olacaktı.
Yavaşça tekrar Doğuş'a döndüm. "Bende dans etmedim hiç. Sende kimseyle etmemişsindir herhalde." Doğuş hafifçe tebessüm ederek başını bana katılırcasına sallayınca ona iyice yaklaştım. Elimi elin içine alıp diğer elini de belime yerleştirdi. Yavaşça şarkının eşliğinde dans etmeye başladık.
Oda, müziğin etkisi altında kızaran ışıklarla doluydu. Şarkının tatlı notası, içimi bir sıcaklıkla dolduruyor, bizi bir arada tutan bu anın büyüsünü artırıyordu. Birlikte dans ediyorduk, adımlarımızın yumuşaklığı ve uyumu, sanki birbirimizin ruhlarına dokunuyordu.
Bakışlarım gözlerinde gezinirken fısıldadım. "Neden sonra ederiz demedin? Neden iyileşince ederiz demedin?" Doğuş'un bakışları kendisi gibi yeşil renginde olan gözlerimde gezindi. "Bilmem...şu an etmek istedim."
Onun gözlerine bakıyordum, ve bu bakışlar içinde kayboluyordum. Gözlerindeki derinlik ve duygusallık, beni büyülemişti. O gözlerde, bir ömür boyu sürecek bir aşk hikayesi saklıydı. Onun gözlerini izlerken, kelimelerin ötesinde bir iletişim kuruyorduk.
Bir yandan şarkıyı dinliyor bir yandan onu izliyordum. Yavaş adımlarla odanın içinde dans ediyorduk. Dans etmeyi biliyordu fakat bu konuda o kadar iyi de değildi. Başımı kaldırmış derin bir hisle zeytin yeşili gözlerini izliyordum.
Şarkının sesi aramızda farklı bir hisler daha oluştururken derin bir nefes aldım. Şarkının nağmeleri, içimizdeki duygusal fırtınaları daha da derinleştiriyordu. O an, içimdeki duyguları ifade etmek için bir fırsat gibiydi. "Hayatıma iyi ki girdin, Doktor." diye fısıldadım. Doğuş'un başı yavaşça alnıma yaslandı. "Hayatıma iyi ki girdin, çiçek." Birlikte olduğumuz her anın, dünyanın en kıymetli hazinesi olduğunu hissettim.
Sallana sallana dans ediyorduk. Bakışlarımız sürekli buluşuyor uzun uzun birbirimize derince bakıyorduk. Bu bakışlar, sözcüklerle ifade edilemeyen duyguları iletişim kurmamıza yardımcı oluyordu. Birbirimize olan sevgimizi ve bağımızı, gözlerimizle ifade ediyorduk.
Bir insanı bu kadar sevmek imkanlı olabilir miydi? Ben onu çok seviyordum. Biz birbirimizi çok seviyorduk. Sanki bu dünyada en çok biz seviyorduk. Ölümün bile bizi ayıramayacağı kadar çok seviyorduk.
Ellerimi elinden çekip boynuna çok sıkmadan doladığımda onun elleri de belime sarıldı. Sadece bakışıyor, ama bakışlarımızla da bir sürü şeyi birbirimize anlatıyor, aşk sözleri itiraf ediyor gibiydik.
Şarkı tekrarladıkça, dansımız devam ediyordu. Bu an, sadece bir dans değil, iki ruhun birleştiği bir an gibiydi. Sadece dans etmekle kalmıyoruz, ruhlarımız da birbiriyle dans ediyor gibiydi.
Müziğin ritmi, bizi daha da yakınlaştırıyordu, ve bu anın tadını çıkarmamıza olanak tanıyordu.
Hayatımdaki, yaşamımdaki bütün şanssızlıkları bir köşeye bırakıp en büyük şansımla dans ediyordum. O güzel gözlerine bakabiliyor, kokusunu, varlığını hissedebiliyordum. Ona dokunabiliyordum. Onunla yakınlaşabiliyordum. Hayatımın en büyük şansıydı. Bu anı sonsuza kadar hatırlayacaktım.
"Doğuş seni çok seviyorum." diye fısıldadım içimden geldiği için. Hep o söylüyordu bu sefer de ben söyleyecektim. Doğuş'un tebessümünü gördüm. "Sen sevmekle uğraşmasan da olur. Ben birbirimizi ikimiz için de severim."
İlişkimiz gittikçe daha da derinleşiyordu. Şu an resmen birbirimizin ruhlarını görebiliyor, birbirimizi bu dünyada en çok anlayabilen insan olduğumuzu biliyorduk. O bana iyi geliyordu, ben ona. O olmazsa ben yaşayamazdım, ben olmazsam da o yaşayamazdı. Çünkü onun da dediği gibi biz bağlanmıştık. Aşk buydu. Bağlanmaktı.
"Sözcüklerin yetmediği bir anı yaşıyoruz şu anda, çünkü kalbimiz aynı dili konuşuyor." diye fısıldadı. Onunla aynı fikirdeydik ve onunla aynı şeyleri hissediyorduk. Fısıldayışı kalbime kadar işlerken sessiz bir nefesi yavaşça verdim. "Seninle olmak, dünyanın en güzel hikayesini yazmak gibi bir şey."
Dudaklarımız birbirini bulurken dans etmeye devam ediyorduk. Minik bir öpücüğün ardından dansımıza alınlarımızı birleştirerek devam ettik. Şarkı bittiği gibi camın arkasından, odanın dışından gelen birden fazla kişiye ait alkış ve ıslık sesleriyle cama döndük. Doğuş bu durumda bile ciddiyetini bozmazken ben irkilerek bir tepki göstermiştim.
Tanıdığım çoğu doktor orada durmuş gülerek, sırıtarak bizi izliyordu. Evren, Islıkların sahibi Arat, Hiçbir ortamdan eksik kalmayan ama her zaman o ortamdan hoşlanmıyor gibi görüntü gösteren Ufuk, Bizi sırıtarak izleyen Fatih ve Esma, Hayran hayran bakan ve hemen dibindeki Arat'ın kulağını tırmalayan ıslıklarına karşı, çaktırmadan bir parmağını kulağına tıkamış olan Eylül, Sanırım abilik duyguları tetiklenen, pek hoşnut olmasa da Gümüş ona bakış atıyor diye yarım bir şekilde tebessüm eden Bayar, çok tepki vermese de adımıza mutlu olan Gümüş, Gülümseyen Volkan ve sadece, kulağındaki kulaklıklarla boş bakışlarla bizi izleyen Burak.
Arkadaşlarımız bizi sevinçle izlerken ve hatta amaçsızca videomuzu da çekerken Doğuş ciddi bakışına zerre duygu göstermeden camın önüne geçti. Arat ıslıkları bırakıp ellerini cama yaslayarak Doğuş'a öpücükler atarken Doğuş hızlı bir hamleyle perdeyi yüzlerine kapattı.
Yüzümde gülme ifadesi oluşurken Doğuş yavaşça bana döndü. O her zaman ki, artık sorun etmediğim, anladığım ciddiyetle ifadesiyle sordu. "Nerede kalmıştık?"
🌺
Doğuş odadan çoktan çıkmıştı. Hala burada geçireceğim vaktim vardı bu yüzden beklemek zorundaydım. Oflayarak belki yüzüncü kere etrafı izlemeye başladım.
Bir anda üzerimden çarşafı atıp yataktan kalktım. Bu gidişle sıkıntıdan patlayacaktım gibi görünüyordu. Ayağa kalktığım an bacaklarımdaki eklem ağrılarıyla düşecek gibi oldum. Duvara tutunarak yüzümü buruşturduğumda birkaç adım atmaya başladım. Kapıya kadar gittiğimde odanın köşesinde gördüğüm tekerlekli sandalyeyle göz göze geldik.
Aklıma gelen fikirle sırıtarak tekerlekli sandalyeyi yanıma çektiğim gibi ona oturdum. Oturuşumu düzelttikten sonra sandalyeyi kapıya çevirdim. Kapıyı açıp tekerleklerden çevirerek sandalyeyi ilerletmeye başladım.
Bakışlarım insanların geçtiği koridordayken hemen asansörlere yöneldim. Bakışlarım etrafta dolanırken hızlı hızlı kollarımı oynatarak asansörlere ilerliyordum. Birilerinin çıkmasıyla asansör kapısı açılınca heyecanla hızlandım.
Arkadan yürüyen Döndü'yü görmemle omzum üstümden dönüp ona seslendim. "Şşt! Döndü! Döndürüver beni bakayım!" Döndü anlamsızca bana bakınca asansörü ve içinde bulunduğum tekerlekli sandalyeyi işaret ettim.
Hemen anlayıp arkama geçti ve beni döndürüp asansöre soktu. "Tamam sağ ol!" Geri çekilmesiyle kapanan asansör kapılarının ardından tuşa bastım. Bakışlarım asansörde bana bakan yanımda ki iki insanda gezindi. "Ne baktınız be öyle?"
"İstersen bizde yardım ederdik yavrum." dedi yaşlı kadın. Sanırsam beni engelli sanmışlardı. "İstemez canım." Önüme dönerek bekledim. Kapı çok geçmeden açılınca arkamdaki sadece birazını görmüş olduğum adam kendisiyle beraber ilerletince irileşen gözlerimle etrafa baktım. "Ne oluyor be! Ben çıkardım." Beni koridorun sonuna doğru ilerletiyordu.
"Ay! Dur be! Kimsin sen! Sürüm sürüm süründürürüm seni, bırak beni!" Bir anda eğilip omzuma yaklaşan yüzle afalladım. Çünkü bu kişi Doğuş'tan başkası değildi. "Ay Doğuş Çay!" Doğuş bana bir bakış attıktan sonra tekrar dikleşti. "Nereye kaçıyordun öyle?" diye sordu kısık bir sesle.
Arkam ona dönükken rahatça sırtımı tekerlekli sandalyeye yasladım. "Çok sıkılmıştım." Asansördeyken onu nasıl hiç fark etmedim bilmiyordum. Doğuş odasının kapısını açıp ikimizi de içeri soktu. "Bende hastama bir bakayım dedim, bir baktım hastam tekerlekli sandalyeyle bir yere gidiyor."
Bizi masasına yaklaştırırken başımı kaldırıp ona baktım. "Benden önce nasıl asansöre girdin?" Bana cevap vermeden sadece bir bakış attı. "Ya bir cevap versene! Özel güçlerin varmış gibi bir bakış atıp önüne dönüyorsun!"
Doğuş ciddiyetle bana baktı. "Senden hızlı davrandım işte." Doğuş beni tam koltuğunun yanına bırakıp kendisi de koltuğuna oturup, yönünü bana çevirdi.
Ellerim kucağıma düşerken bakışlarımla onu izledim. "Sen benim dansımı gördün mü?" Bana ciddiyetle bakarken yavaşça başını iki yana salladı. "Ne dansı?" Sırıtarak saçlarımı geri attım. "Çok güzel roman havası oynarım ben. Bir de çok güzel mezdeke oynarım. Ama onu genelde evdeyken falan."
Doğuş dirseğini bacağına, çenesini de avcuna yaslayarak beni izlemeye başladı. "Hiç görmedim." dedi sadece. Sırıtışımı arttırdım. "Sana da yaparım artık bir gün. Ama onun için helalim olman gerekiyor." diye fısıldadım.
Doğuş çarpık bir şekilde gülümsedi. "Tamam. O zaman evlendiğimiz gün hemen oynamanı istiyorum. Bunu rica ediyorum." Gülerek kaşlarımı kaldırdım. "Bakarız artık. Ne kadar marifetli bir eşin olduğunu göstermem lazım."
Doğuş yavaşça dikleşip ellerini çekti. Ardından iki elini uzatıp sandalyemin tekerlekli kısmından çekerek sandalyemi kendisine yaklaştırdı. "Bence senin marifetlerini gördük ya..." Marifet konusunda onun eline su dökemeyeceğimi o gün anlamıştım bence.
Gözlerim irileşirken dudaklarımı birbirine bastırarak bana imayla bakan Doğuş'a baktım. "Sen çok mu açıldın?" Doğuş çarpık gülümsemesini sürdürdü. "Çok açtın diyedir."
İçimde çok minik bir utanç duygusunu hissederken o beni tuttuğu tekerleklerden daha çok kendine yaklaştırdı. Bakışlarımı o ima dolu yüzünde gezdirdim. Ona uyarır gibi fısıldadım. "Doğuş?" Doğuş benim gibi fısıltıyla karşılık verdi. "Çiçeğim?"
Bacaklarımız birbirine değerken bakışlarımız da birbirine değiyordu. "Onu bunu boş ver de hadi bana şarkı söyle!" Ani söylediğim söze kaşlarını çattı. "Ne şarkısı?" Omuz silktim. "İstediğin herhangi bir şarkı. Sen söylemezsin ama..." Evet bu imkansızdı.
Bakışlarım onun zeytin gözlerindeydi. Doğuş yavaşça yüzüme eğilip fısıldadı. "Şarkılar seni anlatmaya yetmez çünkü sen, şarkıların ötesindesin." Fısıldayışı içimde hareketlenme oluşturmuştu.
Yüzümde kocaman bir sırıtış oluştu. "Ya Doğuş! Sen çok romantik bir adam oluyorsun bana karşı! Ben sana böyle sözler söyleyemiyorum. Acaba senin kadar böyle, bir sürü kitap okumuyorum diye mi?" diye mırıldandım merakla.
Ben düşünceli bir şekilde bakıyordum, fakat o romantikliği falan umursamadan hızlıca uzanıp dudaklarını soğuk dudaklarımın üstüne bastırdı. Tuttuğu tekerlekli sandalyemden beni daha çok kendine yaklaştırırken dudaklarımız artık beraber hareket etmeye başlamıştı.
Bölüm sonu!
Bölüm nasıldı? Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bana destek olmak için bölümü oylayıp yorumlar yapar mısınız?💖
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere🤍
Ig: dilek.wt
Kitap ıg: Sonmanolyakokusuofficial
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top