41.BÖLÜM : KALBİMİN KALBİ
🌺
DOĞUŞ ÇEKİCİ
Nasıl bir şeydi bilmiyordum ama sanırım ben onu her anımda yanımda olsun istiyordum. Beş dakika bile uzaklaşınca onu özlüyordum. Bu iş çoktan bağlanmayı geçmişti. O benim hayatımdı ve ben hayatımı yaşamayı seviyordum.
Hastane koridorunda ilerliyordum. Muhtemelen akşama doğru veya akşamdan sonra onu görecektim çünkü bugünde kızlarla kına gibi bir şey yapacaklardı. Ne saçma şey. Ne gerek vardı?
Kokusu yatağıma zaten sinmiş olsa da yine de kollarım onu sarmadan rahat edememiştim. Son zamanlarımın en kötü uykusuydu kısaca.
Doktorların odasına girdiğimde hızlı adımlarla kahve makinasına ilerledim. Kendime koyu bir kahve hazırladığım sırada yanımda Arat belirdi. "Robotik canlım?" Bakışlarımı Arat'a kaldırdım. "Sorun nedir Arat?" diye sordum meraksız bir sesle.
Arat kalçasını tezgâha yaslayıp bana sırıtarak bakınca bir şey isteyeceğini anladım. "Hayır." Arat sinirle elini tezgaha vurdu. "Hayır ama daha ne isteyeceğimi bilmiyorsun!" Hazırladığım kahveden bir yudum aldım. "Evime gelemezsiniz. Eğer sizi görürsem anında polisi çağırırım."
Arat ofladı. "Yeter! Polisler numaranı engelleyecek artık! İnsan birazcık misafir perver olur ya!" Arat'ın sitemini sözü bitene kadar ilgilenmesem de saygısızlık olmasın diye olduğum yerde durdum.
"Senin evde biz bize bekarlığa veda yapalım? Valla uslu dururuz!" dedi Arat yalvarır gibi. İfade yüklenmeyen bakışlarımı onda gezdirdim "Neden benim evim Arat? Gidin kendi evinizde yapın." dedim boşta olan elimi cebime atarak. Arat kaşlarını çattı. "Çünkü senin evin! Seni çağırsak gelmezsin. Ama senin evin olunca ister istemez katılmış oluyorsun." Arat'ın susmasını bekledikten sonra ona doğru bir adım attım. "Gelirseniz polis çağırırım. Şimdi gidiyorum, arkamı döndüğümde konuşma lütfen." dedim ve dönüp kapıya ilerledim.
Dediğimi yapıp konuşmamıştı. Çıkmamla adımlarımı koridorda hızlandırdım. Yanımdan geçen tanıdık doktorlar başıyla bana selam verirken bende onlara karşılık olarak başımı bir kere hafifçe başımla selam veriyordum. Kimsenin durup tanıdığıyla konuşacak zamanı olmadığı için, herkes iş üstünde olduğu için böyle selam vermeye alışkındık.
Adımlarımı hızlandırıp koridorun sonundaki odama yaklaştım. Elimdeki kahve sıcaklığını kartona verirken, kartonda oradan ısıyı elime verirken bu sıcaklığı umursamadan boşta olan elimle kapımı açıp içeri girdim.
Hızlı adımlarla ilerleyip koltuğuma doğru yaklaştım. Kahveyi masama bıraktığımda yavaşça üzerimdeki beyaz önlüğü çıkarıp askılığa astım. Arkamı dönüp yerime oturacağım sırada kapıda birini fark etmemle başımı tamamen çevirdim. "Buyurun?"
Gelen kişi içeri tamamen girmişti. Polat Rüzgar beyin burada ne işi vardı?
Psikolog Polat beye gelmesi için başımla işaret verdim. "Polat Bey? Sizi görmeyi beklemiyordum..." Polat bey kapıyı arkasından kapattıktan sonra ifadesizliğiyle gelip masamın önündeki deri koltuklardan birine oturdu. O oturunca bende kendi koltuğuma oturdum. "Doğuş Bey?"
Masanın üstünde bıraktığım ellerimi birleştirerek ona baktım. "Bir sorun mu var?" Polat Bey bana belirsizlikle baktı. "Manolya Dinçer'in doktoru oluyorsunuz değil mi? Bir yanlışım yok umarım?" Kaşlarım çatılırken hızlıca başımı salladım. "Evet, hastam olur kendisi."
Polat Bey yönünü yavaşça bana çevirdi. "Normalde hastalarım hakkında bilgiler vermem. Fakat şu an onun sağlığı için konuşmak zorundayız. Bir karışıklığı hissediyorum. Manolya hanımla bir süredir seanslar yapıyoruz. Son zamanlarda bana daha da açık olamaya başladı. Ve ben onun tanısını koymuş gibiyim. Bunun için sizden bilgi almam lazım. Manolya Hanım bana unutkanlığının hastalığı ile ilgili olduğundan bahsetmişti. Emin misiniz?" diye sordu ciddiyetle. Kaşlarım daha derince çatılırken yavaşça başımı salladım. "Hastalığında semptomlar değişebiliyor. Herkeste farklı semptomlar oluşabilir. Unutkanlığı var ve büyük ihtimalle sebebi de o."
Polat Bey derin bir nefes aldı. "Ne kadar bir süredir doktorusunuz? Veya onu ne kadar süredir tanıyorsunuz? Bu unutkanlık ne zamandır var?" Çatık kaşlarımla bakışlarımı masanın üzerinde gezdirdim. "12 Kasım'dan beri hastam oluyor. Unutkanlığı onu tanıdığımdan beri var." Aklıma gelen bir şeye kaşlarım düzleşti. "Aslında onu daha önceden de tanımıştım. O zaman da unutkanlığı vardı."
"İşte! Ne zaman tam olarak? Kaç ay önce?" diye sordu hemen. Bakışlarımı tekrar psikoloğa çevirdim. "Dört yıl önce." Polat Bey bunu beklemiyormuş gibi bakarken yavaşça geri çekildi. "O zaman hastalığa sahip değildi değil mi?" diye sordu kısık bir sesle. Başımı ağır ağır iki yana salladım. "Ama ben hastalığı olacağını hep hissetmiştim..." diye mırıldandım sessizce.
Polat Bey, koltuğunun rahatlığında geriye yaslanmıştı ve sonra tekrar bana doğru yaklaştı. Odayı bir sessizlik kapladı, sadece hafif bir aydınlatma odanın içini aydınlatıyordu. Gözleri düşünceliydi ve ciddiyeti yüzünden okunuyordu. "Bakın, Doğuş Bey," dedi sessiz bir tonla, "Manolya Hanım şizofreni bozukluğuna sahip. Ve bu görünüşe göre oldukça karmaşık bir durumu var. Kendi başıma teşhis koyma hakkım yok. Ancak büyük bir ihtimalle bu böyle. Size bunu hastalığın doktoru olduğunuz için söylüyorum. Ancak bilin ki, unutkanlığına neden olan hastalığı değil. Ve belli ki bu o bahsettiğiniz yaşta başlamış olabilir."
Bu haberle, kalbimde derin bir sızı hissettim. Manolya'nın bir sağlık sorunu olduğunu düşünüyordum, ancak böyle bir şizofreni tanısı beklemiyordum. Gözlerimdeki bu gerçekle yüzleşmek zor olacaktı. Yutkunmak istedim, ama sanki boğazım tıkanmıştı, sanki o kadın için yutkunamadım.
Bu karmaşık sorunlarla dolu bir hayatta neden her şeyin onun başına geldiğini sorgulamaya başladım. Onunda annemle aynı sorunu vardı. Annem gibi o da şizofreniydi.
Neden bu kadar yorgun olmak zorundaydı? O yaşından itibaren nasıl bu kadar fazla acı çekebildi? Bir insan nasıl 22 yaşında böyle karmaşık bir şizofreni bozukluğuna sahip olabilirdi? Ve daha da üzücüsü, bir insan nasıl bu kadar genç yaşta ölümcül bir hastalığa yakalanabilirdi? Sorular zihnimde dönüp duruyordu, ve bu anın ağırlığı altında çaresizce hissettim.
"Emin misiniz?" diye sordum bakışlarımı ona çevirerek. Psikolog kendinden emin bir şekilde başını salladı. "Semptomların çoğu var. Onu psikiyatriste yönlendireceğim. Size de bunu tedavi işine unutkanlığı çıkararak da bakmanız için söylüyorum. Dikkatli olmalısınız." Başımı ağır ağır sallarken bir sessizlik oluştu.
Belki iki sorunun da unutkanlık semptomu etki ediyordu. Belki de ikisinden biri. Bu tahmin edilmesi çok zordu. Fakat ben iki türlü de bakacaktım.
Sessizlik çok geçmeden sesimle bozulmuştu. Aklıma gelen düşünceyle konuştum. "Beni unutmuştu bir ara. Bu tekrarlanır mı? Daha ne kadar büyür bir bilgi alabilir miyim?" Polat Bey nefesini yavaşça verdi. "Henüz tanı konulmadı. Bir koyalım tanıyı. Belirtilerin hepsi şizofreniyi gösteriyor. Ayrıca geçmişinde yaşadığı şeyler, şu anda yaşadığı şeyler. Çok büyük bir ihtimal bu."
Psikoloğun bakışları bende geziniyordu. "Bildiğim kadarıyla sevgilisi de oluyorsunuz? Ciddi bir ilişkiniz mi var?" Diye sormasıyla kaşlarım çatıldı. "Evet. Ciddi bir ilişkimiz var." Polat Bey'in bakışları yere indi. Kısaca etrafta gezindikten sonra konuştu. "Lütfen beni yanlış anlamayın. Ancak size söylemem gereken bir şey var. İlerleyen zamanlarda sevgilinize muhtemelen şizofreni teşhisi konulacaktır benim düşünceme göre. Şizofreni tedavi edilebilir bir hastalık olabilir, ancak tedavi süreci zorludur. Ayrıca, ileride evlenirseniz boşanma hakkınızı da göz önünde bulundurmalısınız."
Boş görünen bakışlarım Polat Bey de gezinirken hiç düşünmeden ona bir cevap verdim. "Manolya kör olsaydı ben onun gözü olurdum. Eli olmasaydı onun eli olurdum. Ölümcül hastalığı olsa üstelik buna tedavi bulunmasa, doktor olur ona o tedaviyi bulurdum. Ben onu koşulsuz şartsız severim. Evlenirim de, onunla aile de kurarım."
Bakışlarım masaya inerken Polat Bey oturduğu yerden kalktı. "İyi günler Doğuş Bey." Sadece bunu demişti. Kalbime koca bir kızgın demiri bastırıp gidiyordu. "Size de iyi günler." Polat Bey çıktı fakat onun yanında getirip bana bulaştırdığı duygular benimle kalmıştı.
Bu hastalığın unutkanlık semptomu da olabilirdi ama genel olarak semptomlar herkes değişiyordu bu yüzden, psikolojik hastalığını bilemediğim için normal olarak o semptomu da eklemiştim.
Bakışlarımı masada gezdirdim. "Profesyonelce davranalım Doğuş... Her şeyin çaresi vardır. Düşünelim..." diye mırıldandım kendi kendime. "Belki bu tedaviyi bulma işini kolaylaştırır."
Çalışmam lazımdı. Böyle dursaydım düşünecektim. Sadece işimi düşünmem lazımdı. En gerekli olan buydu. Hemen çekmeceden dosyalarımı çıkarıp masaya bıraktım. "O tedaviyi ya bulacaksın, ya bulacaksın. Başka seçenek yok... Her aklına koyduğunu yaptığın gibi şu tedaviyi de bulacaksın."
Düşünmemeye çalışıp sadece işime odaklanmayı hedef aldım. Dosyaları önüme yığıp tek tek tekrardan gözden geçirmek vakti gelmişti. Kalbim yaşasın istiyorsam o tedaviyi bulmalıydım. Yaşamak istiyorsam o tedaviyi bulmalıydım.
O kapıma gelmiş yara bere içinde biriydi. Fiziksel değildi yaraları. İç yaralardı, iç hastalıklardı. Bense bir iç hastalıkları uzmanıydım. Onun alanında her alanında da uzmanlaşacak tek doktordum.
🌺
Ekmekten küçük bir parça koparıp ağzıma attığımda yanımda oturan Esma konuştu. "Ee bugün ne yapıyoruz?" diye sordu. Gümüş kahvesinden yudum aldı. "Sizi bilmem, ben yemeğimi yer yemez işime gideceğim." Salatalıktan ağzıma attım. Yavaş yavaş ve az yiyordum. Çünkü yine hiçbir şey yiyesim yoktu. Tek amacım yiyor gibi görünmekti.
"O zaman eğlencemizi akşam yaparız." diye mırıldandım çaydan çok minik bir yudum alırken. Esma fazla aç olduğu için hızlı hızlı yemek yerken konuştu. "Benim de gitmem lazım." dedi hızla. Kaşlarım çatılırken hemen Eylül'e döndüm. "Sakın sende gideceğini söyleme! Doğuş zaten bu günde hasta almayacak, raporlu o! Sen benimle kalabilirsin." Eylül sadece gülümseyerek başını salladı. "İyi o zaman..." diye mırıldanarak önüme döndüm.
Doğuş aklıma gelince hemen masadaki telefonumu alıp hızla mesaj ekranına girip parmaklarımı açılan klavyede hızlı hızlı oynatarak yazmaya başladım.
"İyi misin? Bir sorun yok değil mi? Kanama falan?"
Mesaj görülene kadar mesaj ekranında bekledim. Zaten yemeği yiyesim de yoktu. Doğuş iki dakika içinde çevrimiçi olup mesajıma bakmıştı. Yazıyor çıkınca rahat etmiştim. Ama vereceği cevap daha önemliydi.
"İyiyim. Şu anda çok konuşamayacağım, çalışıyorum."
Kaşlarım derince çatıldı. Adam yine tahmin ettiğim gibi yerinde durmamıştı. Onun için endişeleniyordum. Her ne kadar büyük bir tehlike olmasa da dikişleri patlar diye korkuyordum.
"İyileşene kadar bekleseydin Doğuş. Şu günlerde çok hareket ediyorsun, eve geldiğimizden beri doğru dürüst uzanmadın bile!"
Doğuş anında gördüğüm mesajıma cevap yazmaya başladığında cevabı saniyeler sonra ekranıma indi.
"Ben iyiyim çiçeğim. Bir doktorum ve yapmam gerekenler, yapmamam gerekenleri biliyorum. Ayrıca beklersem daha kötü hissedeceğim ve eğer ki ileride daha kötü olmak istemiyorsam şu an sıkı çalışmalıyım. İnan bu acı o kast ettiğim acının yanından bile geçemez."
Ölürsem diye bahsediyordu.
Bir süre sadece mesajdaki yazıyla bakıştım. Hala çevrimiçiydi ve muhtemelen benim gibi ekrana bakıyordu. Ekranların ardından bakışıyormuşuz gibi bir hissiyatı kazandırıyordu bu. Yavaşça yazmaya başladım.
"Peki Doğuş. Dikkatli ol olur mu?"
Mesajım anında görüldü ve saniyeler içinde yazmaya başlandı. Yine saniyeler içinde mesaj ekranıma indi.
"Tamam çiçeğim. İyi günler."
İyi günler mesajına karşılık verdikten sonra telefonumu tekrar kapatıp masaya bıraktım. "Kına işini iptal mi etsek dersiniz?" diye mırıldandı Gümüş. Kaşlarımı çatarak hemen başımı iki yana salladım. "Hayır!" Gümüş bakışlarını kaldırıp bana kısa bir bakış attıktan sonra yemeğine dönerken konuştu. "İyi o zaman. Sen ilgilenirsin. Ben birde kınayla uğraşmak istemiyorum. Ayrıca kına falan da yaktırmayacağım."
Kaşlarım daha da çatıldı. "Nasıl ya? Kına yakmayan gelin mi olur?" Gümüş bakışlarını tekrar bana çevirip ciddiyetle bakarken elindeki kahvaltı bıçağıyla kendini işaret etti. "Bak...oluyormuş demek ki."
"Ben yakarım!" dedi Eylül neşeyle. Esma'da başını salladı. "Bende yakabilirim sanırım." Ben yakmazdım fakat onlara yaktırtırdım. Gümüş bana ciddiyetle baktı. "Gelin kına yaktırtmadığına göre kına ortadan kalkıyor?" Cıklayarak başımı iki yana salladım. "Ben senin için ayarlama yapacağım sen merak etme Element'ciğim."
"Manolya baştan söylüyorum, o kınayı tırnağımın ucuna bile süremezsin." dedi net bir sesle. Başımı rahatça salladım. "Rahat ol sen. Güven Manolya'na." Gümüş bana güvensiz bir bakış attıktan sonra önüne döndü.
"Biz ne yapacağız?" diye sordu Eylül bana dönerek. Parmağımla ona dur dercesine işaret yaptım. "Göreceksin Eylül. Onu da halledeceğim." Eylül bana anlamsızca bakarken başını yavaşça salladı.
🌺
Eylül'le beraber kol kola çarşıda ilerlemeye devam ettik. Gümüş ve Esma çıkınca bizde onlarla beraber evden çıkmıştık. "Ne güzel bir çarşı..." diye mırıldanan Eylül'e karşılık sahte gülümsememi bozmadan mırıldandım. "Hayatında ilk kez çarşı görüyormuş gibi veya turistmiş gibi davranma Ocak'cığım."
Uygun gördüğüm bir mağaza çıkınca yönümüzü oraya çevirdim. Her tür süslemenin bulunduğu büyük bir yerdi. Etraf ne kalabalık ne doluydu. Biz bakışlarımızı her tarafta bir süslemenin bulunduğu mağazada gezdirirken bir anda bizi dürten çalışanla irkilerek bakışlarımızı çevirdik. Çalışan bize güler yüzle başını salladı. "Hoş geldiniz yardımcı olmamı ister misiniz?" Eylül benim konuşmamı bekledi. Başımı iki yana sallayarak, "Gerek yok sağ olun." diyerek cevabı verdim.
Arkamızı dönüp ilerlemek için attığımız bir adımda çalışan da bizimle beraber bize doğru bir adım atınca çatık kaşlarımla ona döndüm. "Gel ağzıma da gir? Korkma bir şey çalmayacağız, bir iki liralık süslemeleri mi çalacağız?" Çalışan ciddiyetine bürünerek beni sözüyle düzeltti. "Dört yüz liradan aşağı süslememiz yoktur."
Gözlerimin irileşmesini zar zor engellerken bakışlarımı hemen Eylül'e çevirdiğimde onun da bakışlarında o tepkiyi gördüm. "Kız ben buranın bu kadar pahalı olduğunu bilmiyordum! Resmen milleti kazıklıyorlar, bir milyoncularda da vardır bunlar!" Eylül bizi çalışandan uzak bir tarafa iteklemeye başladı. "Hemen çıkalım bence."
Eylül'ü daha da köşeye çektim. "Asla! Bir kere ben buraya girdim! Ayrıca o çalışan kadına ne kadar zengin ruhlu bir kadın olduğumu göstermeliyim. Buradan alışveriş yapacağız!" Eylül gözlerini irileştirerek bana baktı. "Bence çıkalım ya!" Başımı iki yana salladım. "Manolya Dinçer asla girdi mağazadan fiyat pahalı geldiği için çıkmaz."
Eylül bana umutsuzlukla bakarken, "Hadi süs seçelim." diyerek artık bizimle ilgilenmeyen fakat yine de bizi dikkatle izleyen çalışan kadına döndüm. Elimle kadını çağırdığımda sahte tebessümünü yüzüne kondurarak yanımıza geldi. "Çıkışı mı soracaktınız?"
Hafifçe gülerek kıza alaylı bir bakış attım. "Ne münasebet? Kına ve bekarlığa veda süslerinin nerede olduğunu soracaktım. Ama öyle yüz lira gibi demiştiniz ya, onlar gibi ucuz olmasın. Zaten süsleriniz gözüme baya bir ucuz geliyor." Kadın beklemediği cümleyle afallasa da bunu belli etmeden görevini yaparak bana kına süslerinin yerini işaret etti. "Buyurun, burası."
Bakışlarımı kırmızı yazılı süslemelerde gezdirdim. "Kına süsleri kırmızı olmak zorunda değildir. Bunların gümüş olanı yok mu?" diye sordum çalışana dönerek. Başını iki yana sallayınca havalı bir şekilde gözlerimi devirerek önüme döndüm. "Elit mağaza diye girdik gümüş süslemeleri bile yok..." Eylül kızarık yanaklarıyla yerinde kıpırdandı. "Hemen alıp gitmeliyiz bence."
'Kına gecemize hoş geldiniz' yazan koca panoyu alıp kıza doğru uzattım. Çalışan bana anlamsızca bakarken tuttuğumu işaret ettim. "Taşımayacak mısın?" Çalışan hemen başını sallayarak ona uzattığım panoyu aldı. Bana bakan Eylül'e döndüm. "Fiyat sorma istediğini al, bankada param var onla hallederiz." Asla bitmeyen annemin parası. Kendisi bir işime yaramadı parası bir işime yarasın bari.
Çiçekli 'Bride to be' yazılı kuşağı alıp onu da kadına uzattım. Kadın bana yan gözle bir bakış atarken ona verdiğim kuşağı da aldı. "Çok klişe ürünler var ya..." Bakışlarımı Eylül'e çevirerek, yüzümdeki sahte üzüntüyle başımı yavaşça salladım. "Biliyorsun bende klişe şeyleri sevmem." Eylül sadece başını salladı.
Tekrar süslemelere döndüm. Bride yazılı kalpli bir gözlüğü de aldım. Birkaç el mumu alıp onları da kadına uzattım. Kına için yazılı kapı süsü de alıp kadına uzattım. Kına sepeti, kına tefi ve kına yelpazesini de alı kadına uzattım. Son olarak bir gül konfetisi aldıktan sonra kadına başımla kasayı işaret ettim.
Kadın önümüzden ilerlerken umarım kartımdaki para bitmez diye dua ettim. On lira, bir lira kalsın yine de yetsin. Şuradan bütün havamla çıkayım yeter.
"Kim bilir ne kadar tutacak? Bu süslemeler de pahalı olur şimdi." Başımı ağır ağır salladım. "Tahmin edebiliyorum Eylül, susar mısın?" Kasaya gelince çantamdan cüzdanımı çıkarıp cüzdanımdan da kartımı çıkardım. Kartı kasadaki adama uzattığım gibi kartı takıp temassız bir şekilde sorun çıkmadan paramı çekti. İçimden bir oh çekmedim değil.
Kartımı alıp cüzdanımla beraber çantama yerleştirdikten sonra Eylül'le poşetleri alıp mağazadan çıktık. "Oradan hemen çıkabilirdik." dedi Eylül narin sesiyle. Elimdeki iki poşeti hafifçe kaldırırken konuştum. "Bana yakışmazdı Şubat! O kadının suratı bu kına malzemeleri gibi kırmızı olana kadar gidemezdim ben oradan. Dört yüzlük süsüyle bize hava yapıyor!"
Eylül daha tek kelime etmeden önüne döndü. "Şimdi ne yapacağız?" Ağırlık yapan süslerle beraber yürürken sessizce konuştum. "Göreceksin Eylül. Daha işimiz var." Eylül kolundaki tek poşeti bile zorla kaldırıyordu. "Hemen halledelim o halde. Bunlarla ilerlemek yorucu olur." deyince ona katılmıştım.
Konuşmadan hızla ilerlediğimizde gireceğimiz yere gelmiştik. Ona başımla sevdiğim pastanelerden bir olan yeri işaret ettim. "Hadi gel bir şeyler alalım, evde yapmaya uğraşmayız." dememe bir şey demeden peşinden gelmişti.
İçeri girmemizle pastanenin serin havası bizi sardı. Boş sayılan pastanede kasanın arkasında oturan ve elindeki telefonu yan çevirmiş oyun oynayan yirmili yaşlarındaki adama kaydı bakışlarım. Kasaya yaklaştıkça buraya gelmesini bekledik ama bunu geç başını bile kaldırmamıştı.
"Hey!" diye seslenmemle bir tepki vermeden oturduğu yerden kalkıp yavaş yavaş kasaya kadar geldi. "Buyurun?" dedi ruhsuz bir sesle. Bakışları hala telefondaydı. "Böyle üç dört kişilik kuru pasta tarzı şeyler koysana." Çocuk başını yavaş yavaş salladı fakat hala olduğu yerde duruyordu.
Sinirle telefonu elinden çekip aldığım gibi kendim oynamaya başladım. "Korkma ben bakıyorum ölmezsin. Sen istediklerimizi hazırla." Çocuk bozuntuya vermeden başını salladı. "Ölme sakın." Oyunda amaçsızca yürürken konuştum. "Bak bana öyle emirler verme valla gider düşmana koşarım..."
Eylül'ün şaşkın bakışlarını hissedebiliyordum. Bunu umursamadan bilmediğim oyunu amaçsızca oynamaya devam ettim. "Çok kötü giydirmişsin karakterini. Modacısı Esma falan mı?" diye mırıldandım izlerken.
Çocuk isteklerimizi hazırlayınca telefonunu almak için elini uzattı. Karakteri ölünce hemen ona uzattım. "Şey oldu ya, hileli varmış sanırım. Ayrıca bomba attılar. Kesinlikle hileyle aldılar. Kimse beni öldüremez." Çocuk sinirle arkadaki dolaba vurdu. "Ya ölmüşsün! Ayrıca düşmanların karargahına gitmişsin!" diye sitem etti.
Kaşlarım çatılırken başım omzuma düştü. "Nasıl ya? O bizim takımın evi değil miydi?" Çocuk bana öfkeli bakış atınca hemen parasını bırakıp Eylül'ün bileğinden tutarak ikimizi de çıkmak için dışarı yönlendirdim.
Çıkmamızla Eylül bana şaşkın bakışlar atmaya devam etti ama ben bunu umursamadan yol maceramıza devam ettim. "Sen gerçekten garip bir insansın Manolya." Göz ucuyla Ona bakış attım. "Sen sanki çok normal bir insansın, utangaç, saf Polyanna."Eylül cevabı da dediğimi de pek umursamadan saçımı yavaşça geri atarak benimle beraber yola devam etti.
🌺
Kapı süsünün bandını yapıştırdıktan sonra zıplayarak yere indim. Yemek masasına hazırladığımız atıştırmalıkları yerleştirmiş, güzelce düzenlemiştik. Eylül süsleri ve etrafı hayranlıkla izledi. "Çok güzel oldu ya!" dedi neşeyle.
"Çok para verdim ama değmedi." Eylül söylemem gerekenin tam tersini söylememle bana döndü. "Nasıl yani?" Bakışlarımla süsleri işaret ettim. "Evet güzel oldu ama bu süsleri daha ucuza bulabilirdik. Sadece o kadının suratının aldığı o hale değdi."
Eylül yavaşça koltuğa otururken bana baktı. "Bence abartıyorsun." Ona yan gözle baktım. "Kimse beni küçümseyemez..." Eylül saf saf bana bakarken omuz silkti. "Sende süslerini küçümsedin." Ellerimle süsleri işaret ettim. "Küçümsemekte haksız mıyım? Klişe ve çok pahalı süsler. Ayrıca ben küçümsememiştim." deyin kollarımı birbirine bağladım. Eylül gülümsedi. "Olsun ya. Güzel oldu."
Yavaşça Eylül'ün yanına oturup gelinimizi beklemeye başladık. "Sizde Doğuş hocayla evlenirseniz yine kına yapacak mıyız?" diye sordu Eylül tebessüm ederek. Havalanarak sırıttım. "Kınayı geç, kırk gün kırk gece düğün yapacağım ve hepsi farklı ülkelerde olacak, İsveç'e balayına giderken adım adım her şehirde bir düğün yapacağız."
Eylül saf bir şekilde bana bakarken buna gerçekten inanmış gibi şaşkındı. Suratının haline gülerek koluna hafifçe vurdum. "Şaka Eylül! Tabi ki öyle bir şey yapmam. Her ülke de bir tane yapmak varken..." Eylül'ün suratı daha dehşet bir hal alırken gülmemeye çalışarak ona bir bakışa attım. "Ne güzel işte dünyayı gezdirmiş oluruz size."
Eylül hala ciddi olunca gülmemi tutmayarak salıp gülmeye başladım. "Şaka Eylül. Bu sefer gerçekten şaka. Lütfen şakalarımı Doğuş hocan gibi ciddiye alma!" Eylül hafifçe güldü. "Anladım ya." Demin pek anlamış gibi değildin.
Zil çalınca ikimizde oturduğumuz yerden kalkıp hızlı adımlarla kapıya ilerledik. Kapıyı açtığımız gibi karşımızda konukları gördük. Sultan, Cemile, Yeliz gelmişti. "Hoş geldiniz!" dedi Eylül neşeyle. Kızlar gülümserken ona karşılık verdiler. İçeriyi işaret etmemle hepsi ayakkabılarını çıkarıp tek tek içeri girdi.
Kapıyı kapattığım gibi kapı tekrar çalınca hızla geri açtım. Gelen yüzler sonunda beklediğimiz kişilerdi. Esma ve Gümüş gelmişti. Hemen onlara elimle içeriyi işaret ettim. İkisi de ayakkabılarını çıkarıp içeri girerken bakışları etrafta dolaştı. Gördükleri ilk şey süsler arsında en pahalı olan pano olmuştu.
"Bunlara gerek yoktu." diye mırıldandı Gümüş. Onu umursamadan Esma'ya döndüm. "Gümüş'ten sana elbise ayarladım git giy. Misafir odasında." Eylül'e dönüp elimle Esma'yı götürmesini işaret ettim. Eylül sanki askerimmiş gibi başını sallayıp dediğimi yapınca bende onun ardından Gümüş'ü kendimle beraber onun odasına sürükledim. "Yorgunum ama..." diye mırıldandı Gümüş odasına girerken. Onun için ayırdığım elbiseyi alırken cevapladım. "Senin için gelenlerde hastaneden yorgun yorgun geldiler."
Elimdeki kırmızı, askılı uzun elbiseyi yatağa fırlattım. "Al bakalım!" Gümüş elbiseye kısa bir bakış attı. Giymek istemeyeceğini bildiği halde bana alışmış ve sonunda dediğimi yapacakmış gibi bir hisle bir şey deden elbiseyi aldı.
Onun boy aynasına dönüp kendim inceledim. Bakışlarım, üzerimdeki kısa, karnımın üstündeki tişörte ve altımdaki bel altı siyah deri olan ipli eteğime gezindi. Karnımı bilerek açıkta bırakmıştım. Başıma kına tacı taktım. Tülü başımın arkasında giderken saçlarımı savurarak arkamı dönüp odadan çıktık.
Bakışlarım benimle aynı anda odadan çıkan Eylül'e kaydı. Yanıma kadar gelince onun başına da bendeki taçtan taktım. Eylül heyecanla başındaki taca dokunurken oradan ayrılıp salona geçtim. Kızların hepsi deri koltuklarda oturuyordu. Tek tek hepsine taç atmamla önce afallayıp taşlara baktılar. Ardından taç olduğunu anlayınca, taçları alıp başlarına taktılar. Kollarımı iki yana açarak heyecanla konuştum. "Şimdi gelinimizi bekliyoruz! Birazdan gelir kendisi!"
Hemen ilerleyip hoparlörü çalıştırdım. Esma odadan çıkıp yanıma gelince hemen onu yanıma çekip fısıldadım. "Tefi Gümüş'e ver. Giriş yapmadan tut! Kına girişi yapmazsak ne diye kına yapıyoruz?" Esma hafifçe güldü. "Kaç kişiyiz sanki?" Onu umursamadan omuz silktim. "Olsun!" dedim ve başına herkesin başındaki kına tacından taktım. "Hadi!" Esma sessizce gülerken koridora Gümüş'ün yanına ilerledi.
Hoparlöre bağladığım şarkıyı açtım fakat müzik çalmadan durdurdum. Çünkü kapı çalmıştı. Kim olduğunu bilmeden heyecanla koşup kapıyı açtığımda gördüğüm yüzlere sırıttım. Arat ve Ufuk. İkisi de siyah giyinmişti. Ve yanlarında Evren ve Atakan'ı da getirmişlerdi.
"Hayırdır?" diye sormamla Arat cebinden bir kese çıkardı. "Kaynana olmadığı için Bayar bu altınları gönderdi. Kına yaparken koyuluyormuş ya hani." Keseyi hemen aldım. "Sağ olsun!" Keseyi sallamamla içinden altın sesleri çıktı. "Oo elini cebine atmış ağamız. İçinde baya var gibi." Diye mırıldandım muzipçe.
Gelenleri gören Eylül şaşkınlıkla bana döndü. "Kız kınası değil miydi bu?" Başımı salladım. "Onlar şey için geldiler...onlar dans ekibi!" dedim. Bu kadar az kişiyken onları değerlendirebilirdim.
Nefesimi verip hepsini kollarından çekip içeri soktum. "Bir dakika ne oluyor?" diye sordu Evren tek tek bize bakarken. Ufuk elleri belindeyken bana ciddi bir bakış attı. "Ne oluyor cidden?" Onları umursamadan hepsinin başına tek tek kına tacı taktım. "Dans ekibisiniz. Beraber kına girişi yapacağız en önce ben ve Eylül olacak! Bir arkada Arat ve Ufuk, bir arkada Esma ve Evren, Atakan sende ortaya karışık dans et mezdeke oynayabilirsen mezdeke oyna." Hepsi şaşkınlıkla bana dönmüştü.
Ufuk geri çekilirken Evren'de geri çekilmişti. "Neden böyle bir şey yapıyoruz?" diye sordu gözlerini kısarak. Ona onun gibi gözlerimi kısarak cevap verdim. "Çünkü az kişiyiz. Kına girişinde yapılan yelpazeli dansı yapacağız!"
Arat üzerini düzeltirken bakışlarını Eylül'e çevirdi. "Normalde yapmayız böyle şeyler." Ufuk ona bir bakış atıp yakınına yanaştı. "Oğlum biz sanat adamıyız, dans da bir sanattır." Sırıtarak ikisini izlerken başımı salladım. Çabuk ikna olmuşlardı.
Kaşları atık bir şekilde gelenlere bakan Gümüş'ün yaklaşmasıyla herkesin eline kına yelpazelerini tutturup sesi açtım. O kına girişlerinin meşhur Arapça şarkısının sesi gelirken profesyonelce dizilip hazırlandık. Hayatım boyunca bunu yapmak istemiştim.
"Ne yapıyorsunuz? Siz ne zaman geldiniz?" diyordu Gümüş arkadan. Şarkıya göre ilerleyerek, yelpazeleri aynı hareketlerle oynatarak ufak ufak dans ediyorduk. Atakan Gümüş'e zorla tef çaldırırken arkadan yüksek sesle bağırdı. "Hazır mıyız?!" Salona girmemizle hareketleri dansları arttırdık.
Salonun ortasına ilerledikçe ayırıp kendi etrafımızda dönerek oynamaya başladık. Şovumuzu yapıyorduk ki saniyeler sonra ses kesildi. Bakışlarım ses sistemine kaydığında hırçın gelinimizin sesi kapattığını gördüm. "Yeter bu kadar. Sanki düğün salonundayız. Ayrıca sadece üç kişi var izleyen."
Ufuk'un bakışlarının izleyen üç kişide gezinmesiyle gözleri irileşti. Hemen elindeki yelpazeyi atıp geri çekildi. İzleyen üç kişi hocalarını bu halde görmeyi beklemediği için ufak çaplı bir şoka girmişti. "Alt sınıflara rezil oldum!" dedi Ufuk dehşet içinde. Bakışları Esma'da, Eylül'de, Yeliz'de, Sultan'da ve Cemile'de gezindi. Üçü de gülerek alkışlamaya başladı.
"Alt sınıf deme Ufuk! İnsanları küçümseyemezsin." dedi Gümüş uyarıcı bir sesle. Ufuk başını iki yana sallayarak geri çekilince Arat umursamayarak küçük bir kahkaha attı. "Güzeldi ya güzeldi!" Bakışlarını Ufuk'a çevirdi. "Hadi gidelim. Daha bekarlığa vedaya gideceğiz buradan." dedi Arat.
Herkes anlamsızca onları izlemeye başladı. Ufuk burayı terk etmek ister gibi Arat'ın bileğini tutup dışarı çıkınca Atakan'da peşlerinden çıktı. Evren elindeki yelpazeyi köşeye attı. "Ben hala bir şey anlamamıştım ama neyse..." diye mırıldandıktan sonra o da onların peşine takıldı.
Onların çıkışıyla Gümüş bana sitemli bakışlar atıyordu fakat bunu umursamadan onu elinden tutup ortadaki sandalyeye oturttum. "Hadi kızlar durmak yok, kına zamanı!" Gümüş bir anda önce bitmesini bekler gibi dururken onun evinde bulduğum kırmızı tül masa örtüsünü alıp duvak gibi başına kapattım.
Ardından el mumlarını alıp herkesin kucağına fırlattım. "Haydi bakalım!" Eylül tek tek ellerdeki mumları yakarken bende şarkıyı ayarladım. Kına şarkısı etrafı doldururken sırıtarak şarkının sözünü söyledim. "Yüksek yüksek tepelere! Ev kurmasınlar!" Eylül'ün elime taktığı mumlarla kızlara katılıp Gümüş'ün etrafında dönmeye başladım. Şarkı devam ederken sallana sallana ilerliyorduk.
"Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler," Hep beraber şarkıya eşlik ederken durmadan etrafında dönüyorduk. "Ne zaman biter tam olarak?" diye sordu Gümüş yüksek bir sesle. "Ne zaman ağlarsanız Gümüş hocam." dedi Esma sırıtarak. "Saçmalama Esma! Asla ağlamam! Ne ayrıldığım bir annem babam var, ne de ayrılacağım bir evim. Neden ağlayayım?" Haklıydı şimdi.
Şarkı devam ederken dönmeye de devam ettik. "Benim başım dönecek şimdi dönüp durmayın!" diye sitem ediyordu Gümüş. "Annesinin bir tanesini hor görmesinler!" diye bağırdım ona inat yapar gibi.
Dönüp durdukça Gümüş daha da sinirleniyordu. Sultan, "Baksak mı bi? Ağlamış mı?" diye sordu. Gümüş anında, "Ağlamadım Sultan!" dedi yüksek bir sesle. Hepimiz bu sesle irkilirken bitmekte olan şarkıyla durduk. Eğilip duvağın altından yüzüne bakmamla ciddi bir şekilde durduğunu gördüm. "Gözlerinin altını ağlıyormuş gibi ıslatsak?" diye bir öneride bulundum diğerlerine dönerek.
Kolları bağlı bir şekilde oturan Gümüş onlar yerine konuştu. "Eğer yapacaksanız yapın çünkü ağlamamı beklerseniz daha çok beklersiniz." Eylül'ü dürtmemle Eylül koşup masadaki sürahiden bardağa biraz su koyup bana uzattı. Parmağımla biraz alıp gözünün altından damlattım. "Şöyle ağlıyormuş gibi..." diye mırıldandım su damlalarını akıtırken.
Suyla işim bitince tekrar bırakması için Eylül'e uzattım. Gümüş'ün önünde diz çöküp elimi Esma'ya doğru uzattım. "Sahte kına!" Esma anlamsızca bana bakarken ne yapacağını bilmediği için uzattığı elime eliyle vurdu. Pozisyonumu bozmadan elimi tekrar uzattım. "Esma sen hemşire değil misin versene!" dememle Esma sessizce söylenerek tepsiyi alıp elime tutuşturdu. "Teşekkürler hemşire."
Gümüş'ün elini bileğinden kavramamla bana şüpheyle baktı. "Kına değil dimi?" Diğer elini de çekerken başımı salladım. "Korkma." Altın kesesini alıp herkese göstererek keseyi salladım. "Ona hiç gerek yok." dedi Gümüş hemen. Keseden bir eli için bir tam çıkarıp eline yaklaştırdım. Gümüş elini açmadan başını iki yana salladı. "Gerek yok diyorum Manolya!" Etrafa bakışlar atarak sırıttım. "Gelin elini açmıyor!" dedi diğerleri gülerek.
Gümüş onlara dehşet bakışlar atarken keseden bir altın daha çıkarıp eline yaklaştırdığımda arttırmamam için hemen iki elini de açtı. İki eline iki altın koyduktan sonra kahverengiyle yeşil arası olan oyun hamurunu kına gibi eline yaydım. "O ne?" diye sordu Gümüş. "Oyun hamuru."
Elinin kapattıktan sonra nefesimi vererek ayağa kalktım. Tepsiyi köşeye koyduğumda Esma'nın sesi geldi. "E hani bize kına yapacaktın?" Ellerimi belime koyarak Esma'ya döndüm. "Esma valla biz kına yapmıyoruz, oyun hamuru eğlencesi yapıyoruz! İstersen oyun hamuru yapayım sana da?" Esma bir şey demeden önüne döndü.
Gümüş başındaki masa örtüsünü kaldırırken oturduğu yerden kalktı. Eylül demin Gümüş'ün oturduğu sandalyeyi köşeye çekerken bende hoparlörden, oynamalı bir şarkı açtım. Yüksek müziğin sesi salona doldururken ellerimi kaldırıp birbirine çarptırırken salonun ortasına ilerledim. "Hadi bakalım kızlar! Oturmak yok! Oyun hamurumuz var bu gece!"
Herkes gülerek ortaya geçerken şarkıya eşlik ederek söylemeye başladım. "Seninle akraba gibi olduk, uzaktan!" Ortada kıvırarak oynarken ellerimi de dansıma uygun bir şekilde hareket ettiriyordum. "Seni sana, beni de bana vermiş veren..."
Deri koltuğun üstüne çıkıp kalçamı titretmemin eşliğinde kollarımı dans ettirirken bakışlarımı diğerlerinde gezdirdi. Çoğunluğu şaşkınca bana bakıyordu. "Nasıl oynuyorsun kız sen öyle?" diye sordu Yeliz gülerek. Hareketlerimi artırırken koltukta yerimi değiştirdim. "Ne sandın, roman kızıyım ben, şugarım!"
Elimde olmayan mikrofona bağırdım. "BİR!" Şarkıya uygun olarak kelimeyi uzattım. Bütün kızlar oynarken bağırarak eşlik etti. "Çok sıkıldım!" Tekrar bağırdım. "İKİ!" Kızlar da tekrar bağırdı. "Yerim çok dar!"
Kalçalarımı tekrar titretirken bir yandan yine bağırdım. "OOO!" Çılgınlar gibi dans etme moduna geçmişken ellerini kaldırarak eşlik ettiler. "Senden çok var!"
Bir romanlı gibi daha çok bel altını oynatıyordum, ellerimi kendimce öyle kaldırıp oynatıyordum. Kızların bakışları açıktaki karnımda, kalçalarımda geziniyordu. Onların bakışlarını muzip ifademle izlerken şarkıyı söylüyordum. "Seni bir arkadaş, bir dostum gibi sevdim!"
Açık saçlarımı kafamı bir o tarafa, bir bu tarafa sallayarak yüzüme çarptırıyordum. "Sen oturmuş bana aşktan dem vuruyorsun. Bende sevdiğin çok şey var, adı aşk değil!" Bakışları hala bende dolanan kızlara güldüm. "Bakışlarınızı çekmezseniz, flörtlerinize veya partnerlerinize kına gecesinde hepinizi lezbiyen yaptığımı söyleyeceğim!"
Kızlar bakışlarını benden çekerken cümleme güldüler. Şarkı bitince koltuktan inip hoparlörün başındaki Esma'ya döndüm. "Gelinimiz Antepli 'ye gelin gidiyor, aç oradan bir, Antebin hamamları!"
Esma hemen dediğimi yaparak şarkıyı açtığında ortam yine hareketlenmeye başladı. Gümüş sadece aramızda hafif hareketlerle oynuyordu. Eteğimin iplerini sallayarak karşısında oynamaya başladım. Kumral saçlarım ve eteğimin ipleri de benimle beraber dans ederken hiçbir şeyi umursamadım o an.
Kızlar bağırıyordu. "Hele hele hele hele Anteplim!" Herkes iyice açılmışken hiçbir şeyi umursamadan kurtlarımızı dökmeye başladık.
Hiç yorulmadan oynamaya devam ederken şarkı ilerledikçe tekrar koltuğun üzerine çıktım. Şarkıyı asıl açma sebebim olan o kısım gelince bağırarak söylemeye başladım. "Hele hele hele Adanalım gel yanıma gadanalım!"
Koltuğun üstünde gibi zıplamaya başlamıştım. "Çifte telli çalıyor kalkın da oynayalım!" Hem zıplıyor, hem omuzlarımı oynatıyor, hem de kollarımı hareket ettiriyordum.
Şarkı bitiyordu, fakat bizim enerjimiz kolay kolay bitecek gibi değildi.
🌺
Kına bitince misafirler gitmişti. Şimdi bekarlığa için dışarı çıkma planımı uygulamıştık. Aklımdaki mekana gidecektik, orada oturup bir şeyler içerdik. Basit bir bekarlığa veda olurdu.
Mekanın önüne geldiğimiz gibi Eylül'ün bakışları bana kaydı. "Kumlu'ya mı getirdin bizi?" diye sordu aceleyle. Hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi başımı salladım. "En yakın yer burasıydı hem güzel bir yermiş diye duydum." Abisinin arkadaşlarıyla işlettiği mekanı oluyordu burası.
Eylül bakışlarını tek tek üçümüzde gezdirdi. "Başka bir yere mi gitsek?" diye sordu naif bir sesle. Bundan sadece Esma'nın haberi vardı. Esma oflayarak konuştu. "Yok ya, şimdi geç olur ya! Burada takılalım işte. Hem ne olacak bir şey olmaz."
Gümüş'ün bakışları da Eylül'deydi. "İstersen şu an gidebiliriz, Eylül?" Eylül bir şey diyecekti ki dudaklarını geri bastırarak bir şey demedi. "Tamam. Girelim o zaman." diye mırıldanınca koluna girdim. Mekana doğru yürüdüğümüz sırada bakışlarımı başını eğen Eylül'e kaydı. "Sakin ol." diye fısıldadım ona.
Eylül ne bakışlarını bana çevirdi, ne de konuştu. Hep beraber içeri girince mekanın içindeki sesi duymaya başladık. Eylül'ün bahsettiği gibi bir mekandı. Ne çok lükstü, ne çok ucuzdu. İdeal bir mekandı.
Etraf çok dolu değildi. Eylül başını kaldığında yavaşça etrafa baktı. İlk önce ses sisteminin arkasındaki adamla bakıştı. Adam onu görünce çok kısa duraksamıştı. Ardından etrafı kontrol eder gibi bakışlarını gezdirmişti. Çalışan görünümlü bir adam diğer taraftan yanımıza gelirken ses sisteminin oradaki adam da yanımıza yaklaşmaya başladı. Abisi olduğunu düşünmedim çünkü adam Arat'a pek benzemiyordu. Arat'ın aksine kulağına kadar uzunluğu olan saçları yoktu. Daha kısaydı ve düzgündü. Esmer teni ve siyah saçları vardı. Kulağından küpesi bulunuyordu. Boyu 1.80 civarı olmalıydı. Üzerinde birkaç düğmesi açık, kolları katlı beyaz gömlek ve dar olmayan bir mavi kot vardı.
Çalışan tam konuşacağı sırada yetişip eliyle onu yavaşça geri çekti. "Ben ilgilenirim. Sen diğerlerine bak." dedi Eylül'ün ince sesinin aksine kalın olan sesiyle. Eylül bir iki adım geri atarken bunu fark etmemiş gibiydi. Başını bir arkaya çeviriyor bir yere indiriyordu. Tanımaması için uğraşıyor gibiydi. Fakat her şey için çok geçti.
Çalışan giderken adam bakışlarını Eylül'e dikti. Bakışları Eylül'deyken eliyle bir masayı işaret etti. "Sizi şuraya alalım isterseniz?" Başımızı sallarken yavaşça dönüp gösterdiği masaya ilerlemeye başladık. Biz ilerlerken adam da bizim peşimizden geliyordu.
Gösterdiği masaya oturduk. Esma'yla Gümüş yan yana, benle de Eylül yan yana oturduk. Gümüş hemen karşımda duruyordu. Adam masamızın yanında durdu. Bu sefer bakışlarını hepimizin üstünde gezdirdi. "Ne alırsınız?" Gümüş adama dönüp hepimiz için çok ağır olmayacak içecekler ayarlamasını istemişti. Adam Eylül'e son kez baktıktan sonra arkasını dönüp ilerlemeye başladı.
Eylül'de ki garipliği fark eden üçümüz de ona döndük. Eylül o gidince başını kaldırdı. "Seni tanıdı zaten, başını eğmene gerek yoktu." dedi Esma çantasını yanına koyarken. Başımı sallayarak ona katıldığımda Eylül irileşen gözleriyle masaya eğilip kafasını masaya vurmaya başladı. Bu kızda son zamanlarda garipleşmişti.
Gümüş uzanıp Eylül'ü engelleyince Eylül tek tek hepimize baktı. "Onun burada olamaması gerekiyordu!" dedi sinirli ama ağlayacak gibi bir sesle. "Neden?" diye sordu Esma merakla. Esma benim soracağım soruyu sorunca bende cevap bekler gibi merakla Eylül'e döndüm. "O da abimin arkadaşlarındandı. Ama abim bana soğuk davranıyorken, beni buraya almayı istemiyorken Yiğit abi bana iyi davranıyordu. Beni gizliden içeriye alıp abimle konuşturmaya çalışıyordu. Sonra kavga edince Sancak abiyle yollarını ayırdılar. Yoksa abimin en yakın arkadaşı Sancak abiydi."
"Biz buraya müşteri olarak geldik. Sakin olabilirsin. Hem bu bazı şeyleri yenebilmene yardımcı olur. Rahat ol." dedi Gümüş. Eylül nefesini verip sakinleşmeye çalışırken saçlarını yavaşça geri attı. "Tamam...sakinim o halde..."
Bir anda gülümseyerek torbadan, gözlüğü ve Bride tacını çıkarıp Gümüş'e uzattım. Gümüş onu zorlayacağım için bir şey demeden tacı başına taktı. Gözlüğü takmamış masada bırakmıştı. Kına için olunca nasıl çirkefleşiyordu.
"Yarın düğünü nerede yapacaksınız?" diye sordu Esma heyecanla. Gümüş masadaki ellerini birleştirdi. "Bayar bir yer ayarladığını söyledi bugün. Sade bir yer. Konumunu atar yarın size. Benimde bakışlarım Gümüş'e çevrildi. "Pasta falan?" Başını salladı. "İstanbul'un en iyi kafelerinden birine pasta yaptırdık. Onu da bugün ayarladım. Güzel olmayacağına şüphem yok." dedi boş bir sesle.
Çok geçmeden içeceklerimizi aynı adam getirmişti. İçecekleri tek tek önümüze bırakırken Eylül'ün başı eğik değildi bu sefer. İçeceğini uzatınca göz göze geldiler. Çok uzun sürmeyen bakışlarının ardından adam geri çekildiği sırada masadan ayrılmadı. "Başka bir isteğiniz?" Başımı iki yana salladım. "Yok, sağ olun."
Adam ellerini arkada birleştirmişken durmaya devam etti. Bakışlarımız adamda geziniyorken Eylül çekingen sesiyle kısıkça sordu. "Nasılsın Sancak abi?" Sancak denen adam bakışlarını Eylül'de gezdirirken ifadesini değiştirmeden başını hafifçe salladı. "İyiyim Eylül. Sen de büyümüş gibisin. Ama huyun pek de değişmemiş sanırım." Eylül tebessüm ederken başını salladı. "Yirmi bir yaşındayım artık!"
Adam kontrol eder gibi bakışlarını etrafta gezdirdikten sonra tekrar kıza döndü. "Güzel güzel. Çalışıyor musun?" Eylül beklediği ya da korktuğu tepkiyi almamış gibi tebessümünü sürdürürken başını salladı. "Doktor asistanlığı yapıyorum."
Adam hafifçe tebessüm ettikten sonra bakışlarını bizde gezdirdi. "Arkadaşların mı?" diye sorduğu sırada Gümüş elini uzattı. "Çalıştığı hastaneden arkadaşıyım. Hocası gibiyim de aynı zamanda. Gümüş Deren." Adam, uzatıla ele karşılık elini uzatırken başını salladı. "Bende buranın ortaklarındanım. Sancak Efe Yıldırım."
Onun ardından bende elimi uzattım. "Dünyaca ünlü yazar, ayrıca çalıştığı hastanenin hastası, asistanlığını yaptığı doktorun müstakbel eşi, Manolya Dinçer." Adam bana garip bakışlar atarken elimi karşılık olarak sıkıp başını salladı. "Kitabınızın adı nedir? Kitaplar ilgimi çeker her zaman. Hiç adınızı duymadım." Sırıtarak başımı salladım. "Yakında duyarsın. İlk kitabım henüz çıkmadı"
Adamın kaşları yavaşça kalktı. "İlk kitabınız henüz çıkmadı ama dünyaca ünlü bir yazarsınız...anladım..." Muhtemelen ruh sağlığımın iyi olmadığını düşünmüştü. Haksız sayılmazdı ama neyse.
Adam Esma'yla da elini sıktıktan sonra geri çekilip Eylül'e döndü. "Abin arka tarafta. Haberin olsun." demişti kısık bir sesle. Eylül ciddileşirken yutkunarak başını salladı. "Anladım." Adam dönüp eski yerine geçerken bakışlarımızı önümüze çevirdik. "Pek değişmemiş." diye mırıldandı Eylül. Yüzünde hafif bir tebessüm oluştu. "Bana kızgındır diye düşünmüştüm."
"Senin bir suçun yok ki." dedi Esma. Ona katılarak başımı salladığımda Eylül omuz silkti. "Yine öyle bir his vardı içimde." diye sessizce mırıldanmıştı.
Bakışlarım Eylül'ün içeceğinde gezindi. "Senin içeceğin farklı mı?" diye sormamla Eylül içeceğine kısa bir bakış attı. Ardından uzanıp pipetiyle biraz içti. Ve başını salladı. "Çok önceden nadir gelsem de bana bundan verirdi o. Alkolsüz bir mojito. Ben çok severdim." diye mırıldandı.
Kaşlarım yavaşça kalktı. "Hiç de unutmamış Sancak abin!" Eylül buna bir şey demeden tebessümünü sürdürdü. Onu boş verip bakışlarımı etrafta gezdirdiğimde, mekanın kapısına kaydığında gelenleri görmemle kaşlarım çatıldı. "Doktor tayfası mı o?"
Hepsinin bakışları oraya kayınca beni onaylayan mırıltılar çıkardılar. Direkt buraya geliyorlardı. Hemen masadakilere döndüm. "İmpostor kim?!" Gümüş bir bana bir onlara bakarken konuştu. "Yani Bayar nerede olduğumuzu sordu ama ben geleceklerini düşünmeden konum attım."
Biz daha konuşamadan onlar gelmişti. Yanlarında Doğuş'ta vardı. "Selamlar kızlar!" dedi Eylül dışında hepimize bakarken. "Siz niye geldiniz?" diye sordu Gümüş hiç çekinmemden. Fatih boş bir masayı tek başına yanımıza çekerken konuştu. "Oturalım da anlatırız." Ona yardım olarak diğerleri de sandalyeleri taşıdılar.
"Biz bekarlığa veda yapacaktık aslında." dedi Esma tek tek hepsine bakarken. Sandalyelerine oturan doktorlardan Arat uzanıp Gümüş için masaya bıraktığım gözlüğü alıp Bayar'a taktı. "Bakın bizde yapıyoruz sıkıntı yok."
Bakışlarım yanıma yerleşen Doğuş'a kaydı. Bana ciddiyetle bakıyordu. Ona bir şey demeden diğerlerine döndüm. Arat nefesini verip konuşmaya başladı. "Valla biz neler yaşadık neler!" dedi ellerini kaldırarak. Kaldırdığı eliyle Doğuş'u işaret etti. "Önce buna gittik, bunun da inadı inat! Polis çağırdı, sonra hop karakola! Baya bir yalvarma sonucu bizi çıkardı..." Bu sefer eliyle Bayar'ı gösterdi. "En son dedik ki Bu adam bekarlığa vedasını nezarette mi geçirmiş olsun falan filan, sonra dedik kızlara katılalım, onları şereflendirelim. Ve geldik."
Gümüş ciddiyetle ona bakarken başını hafifçe salladı. "Sağ ol Arat. Gerçekten çok şereflendik." Arat sırıtarak başını salladı. "Dimi dimi! Bende öyle dedim!"
Bakışları içeceklerde gezinen Fatih, konuştu. "E bizde mi sipariş versek?" Bayar ona katılarak başını salladı. "Söyleyelim kardeşim..." Onların onayıyla Arat dönüp çalışanın gelmesi için elini kaldırınca Sancak onu fark etti.
Kalçasını bar tezgahına yaslayarak kollarını bağlamış olan Sancak kollarını ayırıp hızlı adımlarını buraya atmaya başladı. Arat onun geldiğini görünce yavaşça önüne döndü.
Buraya gelen Sancak bakışlarını tek tek sonradan aramıza dahil olan doktorlarda gezdirdi. "Buyurun?" Arat, doktor arkadaşlarına kısa bir bakış attıktan sonra sipariş verdi. "Dört viski alabilir miyiz?" Adam başını sallayınca Doğuş sakince araya girdi. "Üç olacak, bir de kırmızı şarap."
Sancak başını salladıktan sonra Eylül'e döndü. "Bitirirseniz bana seslenebilirsiniz." Daha çok Eylül'e söylüyor gibiydi ama bize de söylüyordu. Eylül çekingence başını sallayınca adam dönüp bar tezgahına ilerlemeye başladı.
Ortamda bir sessizlik oluşurken Arat bakışlarını Eylül'de gezdirdi. Çok kısa ona baktıktan sonra diğer kızlara baktı. "Pek garsona benzer hali yoktu. Hanginize yanaşmaya çalıştı bakalım?" diye sorunca bakışlar Arat'a çevrildi. "Adam buranın ortağı. Hiçbirimize yanaşmadı." dedi Eylül hemen.
Arat umursamazca gülerken sandalyesinde rahatça oturdu. "Ortağı olduğunu nereden biliyorsun o halde?" Eylül'ün kaşları çatıldı. "Bence sizi ilgilendirmez hocam." Arat, Eylül'e sadece bir bakış atıp önüne döndü.
Fatih konuyu değiştirmek için, "Nasıl geçti kınanız?" diye sormuşu. Esma gülerek erkeklere taraf döndü. "Çok güzeldi ya! Çok eğlendik!" Sözünün ardından saniyeler içinde bu soruyu Fatih'in sorduğunu hatırlayarak elma şekerine dönmüştü. Fatih'se ona gülümseyerek bakıyordu.
Çok geçmeden onların da siparişleri gelmişti. "Yarın da düğünümüz var be!" dedi Arat sırıtarak. Bayar, her zaman ki gibi Arat'ın ensesine vurdu. "Hele hele! Nereden sizin düğününüz oluyor? Benim ve karımın düğünü!" dedi sinirle. Arat viskisinden yudum alırken yavaşça ensesini ovuşturdu. "Şu ensemi salar mısın artık?"
Bayar, kolunu Arat'ın omzuna attı. "Sende evlen de gör ben sana ne yapacağım! Aynısının katını uygulayacağım!" Arat küçük bir kahkaha atıp ona döndü. "Ben ve evlenmek mi? Asla. Muhtemelen ömrümü canım odamda ki, canım koltuğumda, insanların kalpleriyle ilgilenerek çürüteceğim. Kalp doktoru olmak her yiğidin harcı değil."
Fatih ona büyük bir havayla baktı. "Hatırladığım kadarıyla başta göz bölümünü istiyordun?" Arat ona yan gözle bir bakış atarken başını iki yana salladı. "Ne münasebet? Yok öyle bir şey." Fatih tabi tabi dercesine başını salladı. Göz bölümü en zorlarından olduğu için ona nispet yapıyordu.
Bakışlarım sessizce durup şarabından yudumlar alan Doğuş'a kaydı. Dün mesajda beni çok özlemiş gibiydi ama buraya geldiğinden beri en fazla yaptığı şey yüzüme ciddi ciddi bakmak olmuştu. Şu ortamdan pek de bir şey beklemiyordum ama yine de...
Bayar da Fatih'e katıldı. "Abartma bu kadar! Kalp damar cerrahıymış gibi davranma! Kardiyologsun sen." Arat ona göz devirdi. "Ne fark ediyor sanki? Onlar ameliyat ediyor, ben kalpteki hastalığı bulup tedavi ediyorum! Lütfen kardiyologları küçümsemeyelim!"
"Kendinle en alakasız bölüm gerçekten." Arat büyüklenir gibi kendini gösterdi. "Benim işim kalp! Kalp tamir ederim ben!" Eylül ürkek sesiyle araya girdi. "Daha çok kırıyorsunuz ama hocam..." Bunu söylerken bile başı hafif eğikti. Herkese kalp tamircisi olan Arat, Doğuş'un asistanına kalp katili oluyordu.
Arat ciddileşirken yavaşça sandalyesine yaslandı. Bakışları Eylül'e anca yeni dokunmuştu. "Özür dilerim." diye mırıldandı ciddiyetine bürünmüşken. Masada bir sessizlik oluşmuştu. Eylül de bakışlarını Arat'a kaldırdı. "Sorun değil hocam. Özür dilediğiniz için teşekkür ederim." dedi kısık bir sesle.
Arat bir anda gülümsedi. Pek samimi ve gerçek bir gülümsemeye benzemiyordu bu gülümseme. "Abiler yeri geldiğinde özür de diler. Sende bir gün kalp kırarsan özür dile. Abi tavsiyesi." Eylül konuşmak için dudaklarını araladığı sırada Arat, Bayar'a döndü.
Bakışlarım Doğuş'a kaydı. Şarabından bir yudum aldıktan sonra bardağını tutmadığı, boştaki eliyle masada Arat'ın önüne bir kere vurduğunda Arat irkilerek Doğuş'a döndü. Doğuş oldukça ciddi bakışlarıyla Arat'a bakarken sakince konuştu. "Kız konuşacaktı. Saygısızlık yapmayarak, düzgünce sözü bitene kadar onu dinler misin?" dedi kibarca.
Doğuş elini geri çekerken yavaşça nefesini verdi. "Senin yüzünden, masaya hafifçe dokunayım derken kaba birisi gibi sertçe vurdum zaten..." diye mırıldanmıştı kendi kendine. Bunu sadece ben duymuştum.
Arat, Doğuş'a garip bakış atıp bir şey anlamadığı için direkt dediğini yaparak Eylül'e döndü. Eylül iri gözleriyle bakışlarını Doğuş'tan çekip Arat'a verdi. Başını hemen iki yana salladı. "Önemli bir şey değil." demesiyle Arat başını salladı. "Bitti mi sözün? İçinde kalan bir şey var mı? Şimdi saygısızlık olmasın. Böyle ileride demek istediğin veya diyeceğin her şeyi söyle. Saygısızlık falan olur aman..." dedi Doğuş'a gönderme yapar gibi bastıra bastıra.
Doğuş onun bu göndermesini umursamadan bakışlarını etrafta gezdiriyordu. Doktorlar tekrar sohbete girerken bir anda masamıza Eylül'ün dediği kadar Arat'a benzeyen biri ve Sancak geldi. Saç uzunlukları, dağınık saçları resmen aynıydı. Yüz hatları da benziyordu. Arat adamdan daha uzun olsa da yine benzerlikleri vardı. Gözleri Arat'ın gözleri gibi maviydi.
Bakışları tek tek masadaki insanları incelerken onu anca fark etmiştik. Bakışlarım Eylül'e kaydı. Abisini fark etmiş ve dudakları aralanmıştı. Belki yıllar sonra onu istemeyen abisi görüyordu. Adını bilmediğim adamın bakışları en son Eylül'de durmuştu. "Eylül?" Hemen yanında duran Sancak'ın da kaşları çatıktı. Bir Eylül'e bir, muhtemelen Eylül'ün abisi olan o adama bakıyordu.
Masadaki herkesin bakışları adamdayken bakışlarım Arat'a kaydı. Gerçekten benziyorlardı. Arat çatık kaşlarıyla adama bakıyordu. Eylül çekingen bakışlarıyla abisine baktı. "Viran Ab-" Abisi onun sözünü kesti. "Bi' gelsene." Sancak, adamın arkasından ona çaktırmadan rahat ol dercesine bakıyordu.
Eylül kalkacağı sırada Arat adama hiç hayırlı olmayan bakışlarının eşliğinde konuştu. "Neden geliyormuş? Sen kimsin?" Arat'ın klonunun bakışları Arat'a indi. Zaten çatık olan kaşları daha da çatılırken Arat'ın sandalyesinin başını tuttu. "Sen kimsin?" Bakışlarını tekrar Eylül'e çevirdi. "Eylül gel." Bu sefer emir verircesine demişti.
Doktorlar daha çok iki adam arasındaki benzerliğe şaşırırken Arat adamın hamlesiyle ayağa kalktı. Eylül hemen sandalyesinden kalktı. Abisinin yanına gideceği sırada Arat onu bileğinden tutarak yanına doğru çekti. "Tekrar soruyorum. Eylül neden seninle geliyor?"
Muhtemelen adı Viran olan adam Arat'a doğru bir adım attı. "Sana ne oluyor lan?" Eylül kavga çıkacak korkusuyla Arat'ın klonuna döndü. "Viran abi, dur! O benim kocam!" Dilinizin sürtüşmesi bazen hayatınızın en kötü anını yaşatır...
"Ne?!" Masalardakilerden bir nida yükseldi. "Kocan mı?" Abisinden de şaşkın bir nida. "Ne ara?!" Koca beyden de bir nida. Eylül bir anda şoka sokulan ifadesiyle yüzünü kapattı. "Hayır! Hayır! Hayır! Kocam değil, hocam! Ay of!"
Eylül, bunu ben yapsam ben bile kendimi yola atıp, bir arabanın altında kalmak isterdim. Sen bunu yaptıysan kendine ne yapmak istiyorsundur tahmin bile edemiyorum...
"Ağlıyor olabilir mi?" diye mırıldandım, utançtan yüzünü açamayan Eylül'ü izlerken. Olan anlaşılırken masadakilerin bazıları gülmeye başladı. Abisi sinirle nefesini verdi. Eylül'e veya onun bu hallerine katlanamıyormuş gibi konuştu. "Birazdan tekrar geleceğim." Dönüp hızla ilerlediğinde ayakta bir tek Sancak, Arat ve Eylül kalmıştı.
Çoğunluk gülerken Arat şaşırtıcı bir şekilde gülmeden Eylül'e yaklaştı. "Aç bakayım yüzünü." Sancak dümdüz onları izlerken bakışları bir Eylül'de bir Arat'ta geziniyordu. Eylül yüzündeki ellerini çekmeden omuzlarını indirip kaldırdı. "Hocam! Gerçekten hocam! Hocam diyecektim."
Arat, yaklaşıp Eylül'ün yüzündeki elleri tuttu fakat Eylül asla çekmesine izin vermedi. Gülüşler susmuşken herkes sadece onları izliyordu. Eylül inatla yüzünü açmayınca Arat kaşlarını çatıp sinirle onun boyuna eğildi. "Eylül yüzünü açmazsan gidip sana nikah kıyar, kocan olur utanmamanı sağlarım! İnan yaparım bunu!"
Eylül hemen ellerini yüzünden çekerek yüzüne yakın duran, kaşları çatık duran Arat'a baktı. "H-hocam." Sözüne artık o kadar dikkat ediyordu ki söylerken kekeliyordu. Arat şimdi kendine gelmiş gibi sırıttı. "Kocam yok mu?"
Eylül yine tetiklenmiş gibi yerinde zıplayarak ellerini yüzüne kapattı. "Hocam ya!" Sancak bu duruma kıza gibi araya girerek Eylül'ü yavaşça kendine çevirdi. "Eylül? Aç yüzünü." Eylül beklemediği kişiyle hemen yüzünü açtı. "Sancak abi?"
Arat dikleşirken bakışlarını Sancak'ta gezdirdi. İfadesi gittikçe ciddileşiyordu. "Boş ver. Utanma kız. Dilin sürtüştü sadece." dedi sıcak bir sesle. Eylül'ün yüzünde gülümseme oluşurken bakışlarını Sancak'ın kara gözlerinde gezdirdi. "Teşekkür ederim Sancak abi." Sancak'ın yüzünde garip bir ifade oluşurken yavaşça yutkundu.
"Doğuş'un asistanı? Bunlar kim ve neden sana yanaşıyorlar ha bire?" Arat'ın arkadan gelen sesiyle Eylül yavaşça ona döndü. Eylül'den önce Sancak ona dönmüştü. Kara gözlerini Arat'ın mavilerine dikerek konuştu. "Demin diklendiğin adam Eylül'ün abisi. Bende abisinin arkadaşıyım."
Arat ona kısa bir bakış attı. "Daha çok benim abim gibiydi. Eylül'den çok bana benziyor." demesiyle gülmeden edememiştim. "Sancak Efe!" Viran'ın bağırışıyla Sancak geriye doğru birkaç adım attı. En son Eylül'e bir bakış attıktan sonra sönüp barın oradaki Viran'ın yanına ilerledi.
Eylül onları gidişiyle beraber anında Arat'a döndü. "Hocam, ben sizi abim gibi gördüğüm için demedim. Sadece abime benzediğiniz için dedim." dedi aceleyle. Arat'ın bunu zaten anladığı ifadesinden belliydi. Başını ağır ağır salladı. "Tamam Doğuş'un asistanı."
Yanımda oturan Doğuş'un kalkmasıyla bakışlarım ona kaydı. Başını yavaşça bana çevirdi. "Ben hastaneye gideceğim. Bir işim var. Halledip geleceğim." Kaşlarım çatılırken yavaşça elini tuttum. "Ne işi?" Doğuş sadece baktı. "Her zaman ki işlerimden. Şimdi aklıma geldi." Başımı sallamamla Doğuş sırtını bana dönüp hızlı adımlarla kapıya ilerlemeye başladı.
Doğuş kapıdan çıkana kadar bakışlarım onu izlemişti. O gidince kaşlarım çatıldı. İçime bir anlamsızlık hapsolurken yavaşça yutkundum.
Gelen gülüşler dikkatimin dağılmasına sebep olurken yavaşça önüme döndüm. Arat yerine otururken Viran gelip Eylül'le konuşmak istedi. Eylül peşinden gidince buradan uzaklaştılar.
Bakışlarım masadakilerde gezindi. Bayar ve Gümüş birbirine yaklaşmış Esma'nın telefonundan açtığı kameraya poz veriyorlardı. Birinde bride tacı, birinde bride gözlüğü, üstelik kalpli bir gözlük ve bunu Bayar takıyordu.
Fatih gülerek Bayar'a bakıyordu. "Sen onun anlamını biliyor musun Bayar?" Bayar bakışlarını Fatih'e çevirdi. "Yoo, neymiş anlamı? Jon jonlu bir şeydir işte." diye mırıldandı umursamazca. Fatih daha çok güldü. "Anlamı gelin. Şu duvaklı, gelinlikli olan gelin." Arat buna güldü. "Gelin mi oldun çen, küçük ağa?!"
Çoğunluk gülerken Bayar hemen gözlükleri çıkardı. "Lan! Bunun damatlıklısı yok mu?" Arat ellerini iki yana açarken güldü. "Deseydin alırdık kardeşim!"
Bayar sinirle onun taklidini yaptı. "Sen anca dansöz çağır!" Kaşlarım çatılırken bakışlarımı Bayar'a çevirdim. "Ne dansözü?" Fatih bana cevabı veren olmuştu. "Bu herif gitmiş Doğuş'un evine dansöz de çağırmış! Onlarla beraber kapıda kaldık, üstüne birde rezil olduk dansözlere! Arat sokağın ortasında dansözlerle oynadı!" Bayar, Arat'a sert bir bakış atarken sessizce tövbe çekti.
Şokla Arat'a baktım. "Evimize dansöz mü sokmaya çalıştın?! Üstelik ben yokken! Ben evde değilken? Doğuş evdeyken? Hepiniz erkekken?" Arat cümlelerime kahkaha attı fakat ben ciddiydim. "Yok hepimiz değil, Doğuş kadındı o sıra!"
Kaşlarım kalkarken başımı iki yana salladım. "Sözde kankam olacaksın Arat..." Arat gülmeye devam etti. "Bayar dansöz getirdiğim andan, gittikleri ana kadar tamı tamına on altı kere tövbe çekti. İmana geldi resmen adam." Fatih gülerken başını salladı. "Bacım bana yanaşma lütfen, yarın evleniyorum, zaten evliyim, demesi yok mu? Sürekli olarak, evli biriyim ben diye sayıklıyordu." İşte Gümüş buna gülmüştü. Bakışlarım elini ağzına örterek kibarca gülen Gümüş'e kaydı.
Bayar ciddi bakışlarıyla kollarını birbirine bağladı. "Bekarlığa veda demek, o anlamda eğlenmekse ben yokum aga! Müstakbel karını aldatarak mı eğleniyorsun? Dansözle dans etmek bile aldatmışım gibi hissettirir bana! Kısacık süslü elbiselerle gelmiş kadın. Onunla dans etmek mi beni eğlendirecek? Tövbe tövbe..."
Arat gülerek başını iki yana salladı. "Beni eğlendiren de o değil zaten, bu kardeşim!" dedi Bayar'ı işaret ederek. Onun tavırlarından bahsediyordu eğlence diye. Onlar gülüşürken benim aklım hala Doğuş'taydı.
Eylül hızlı adımlarla buraya gelirken bakışlarım ona kaydı. Yüzü asık ve gözleri doluydu. Arkasından çıkan Viran dimdik arkasından bakıyordu. Eylül masanın yanında durunca hepsinin bakışları ona kaydı. Arat onun dolu gözlerini görünce hemen kalktı. "Ne oldu? Ne dedi o?"
Masadakiler de ayaklanınca Arat yana çekilip Eylül'ün karşısında geçti. "İyi misin?" diye sordu bariz sesinde bulunan tedirginlikle. Eylül çatılan kaşlarıyla yutkundu. "Şey, hocam artık gidebilir miyiz veya ben gidebilir miyim?"
"Gidelim." dedi Fatih kıza cevap olarak. Arat bakışlarını Eylül'den ayırmadan başını salladı. "Tamam. Ben seni evine bırakırım." dedi ve kızı elinden tuttuğu gibi kendisiyle beraber kapıya yönlendirdi.
Onların ardından bizde tek tek çıkmaya başlamıştık. Aklım hala Doğuş'taydı. Hastaneye gidecektim. Hastaneye gitmeden edemezdim. Dışarı çıktığımızda havanın esintisiyle saçlarım hafifçe uçuştu. Bunu umursamadan taksi aramaya başladığım sırada Bayar'ın sesi geldi. "Kızım gelsene buraya!" Bakışlarım arabasının kapısını açmış girmeden bana seslenen adama kaydı. "Ben taksiyle hastaneye, Doğuş'un yanına gideceğim!" dediğimde bir süre düşündü. Ardından eliyle beni çağırdı. "Tamam gel bırakırım!" deyince hiç taksiyle uğraşmak istemediğim için itiraz etmeden koşup ön yolcu koltuğuna yerleştim. Gümüş kendi arabasındaydı.
🌺
Kapısını açmaya çalıştım fakat kilitliydi. Kilitliyse bu adam neredeydi acaba?
Hastanenin koridorlarında ilerlerken bakışlarımla beraber Doğuş'u arıyordum. Karşımdan ilerleyen hemşirenin önüne geçtiğim gibi sordum. "Doğuş Çekici'yi gördün mü? Böyle koridorda beyaz önlüğüyle havalı havalı yürüyor genelde? Kumral-sarı saçları var, koyu yeşil gözleri var, upuzun, hastanenin en uzun boylu adamı hatta!"
Hemşire hafifçe güldü. "Doğuş hocadan mı bahsediyorsun?" Gözlerimi kısarak sinirle gülen hemşireye baktım. "Başta söyledim ya adını!" Kız eliyle yukarıyı bir odayı işaret etti. "Mirza hocanın odasına girerken gördüm." Kaşlarım çatılırken hatırlamaya çalıştım. "Mirza hoca?" Kız gülümseyerek cevap verdi. "Maviş Mirza Gök."
Hatırlamamla başımı salladım. Yana çekilmemle kız yoluna devam etti. Hemen kapılara ilerleyip kızın dediği odayı aradım. Koridorun başına kadar ilerlememle duyduğum sesle olduğum yerde durdum. "Sen gerçekten başarılısın Doğuş! Vay be! Bu yolda her şeyini feda ediyorsun! Bir yandan da zevklidir tabi..." Maviş'in sözleri imalı ve hayran çıkıyordu.
İyice yanaşıp kapı arasından sırtı buraya dönük olan kişiyi tanıdım. Nefesim kesilirken sadece korkuyla onları dinledim. "Maviş-" Onun sözünü kesti. "O gün onun hastalığı olacağını tahmin ettin ve bunu bekledin! Şimdi de vazgeçmeden, gerekirse onunla yakın bağ kurarak onu hayatta tutuyorsun. Belki sen olmasan, ona duygusal bağa kadar ayakta tutmazsan, daha kötüleşecek ve erkenden ölecekti. Gerçekten hayranlık duyuyorum. Ne pahasına olursa olsun yapman gerekenin çok fazlasını yapıyorsun. Onunla sevgilisin bile." Benden başka bir sevgilisi yoksa o, onunla dediği kişi ben oluyordum.
Derince yutkunurken bedenimde değil duygularımda, hislerimde bir şeyler hissettim. Bunlar zihnime kadar çıkıyordu. Sırtı dönük olan adam konuşmadı. "İyileşirse nasıl ayrılacaksın? Bak bunu hiç düşünmedim." diye mırıldanmıştı. Kalbim yerinde hareketlendiğinde bakışlarım hala ondaydı.
"Ayrılmak zorundayım." dedi Doğuş.
Dudaklarım aralanırken kulaklarımın bu sözü duyduğuna inanamadım. Kalbim yerinde hoplarken duygularım beni kor ateşlerde yakmaya başladı. Kulaklarım bu sözlere inanmak istemedi. Kalbim bu sözü duymak, hissetmek istemedi.
"İlk deneyimde anladım. Bu kadının hayatından çıkmam değil, böyle hayatına girmem gerekiyordu. Şu tedavi işi bitene kadar ayrılmamalıyım ondan. Bana çok güveniyor zaten. Onu mutlu ediyorum. Beni seviyor."
Boğazım düğümlenirken yutkunamadım. Boğazımda hissettiğim acı elimin boğazıma çıkmasına sebep oldum. Gözlerim bu manzarayı izliyordu ve bu görmeyi beklediğim son şeydi.
Maviş mirza güldü. "Sen gerçekten işine aşıksın..." Doğuş buna gülmüştü. Bana hiçbir zaman böyle gülmemişti. Gülüşü beynimde, zihnimde, kalbimde yankılandı.
"Onun beni gerçekten kendine aşık edebildiğine inanması bile saçma. Beni ha? Beni? Benim gibi birini?" Dudaklarım titrerken elimle duvara tutunmaya çalıştım. O kor ateşler beni yangınında yakmaya çalışırken direnecek gücüm kalmıyordu.
"Hayatımdaki en iyi şey o. Tedavisi olmayan hastalığa sahip olduğu için çok şanslı hissediyorum..." Başım dönmeye başlarken kor ateşler beni terletmeye başladı. Daha fazla ona bakamadım başım yere eğildi. "O sadece deneydi."
Doğuş Çekici. Sen büyük bir hayal kırıklığısın. Senin babamdan, annemden farkın yok. Beni başarı silahı olarak kullandın. Sende onlar gibi beni bir silah olarak kullandın. Sende beni sevmedin.
Kalbim hızla atıyordu, sanki göğsümdeki her vuruş acıyı daha da derinleştiriyordu. Gözlerim dolduğunda, gözyaşlarımı zorla içimde tutmaya çalıştım, ancak duvarlarımı aşmalarına engel olamadılar.
Odanın içindeki hava yoğunlaşmış gibi hissettiriyordu, sanki her an çökecekmiş gibi bir his vardı. Tüm bedenim titriyordu, sanki bu yükü daha fazla taşıyamayacakmışım gibi. Dünya etrafımda dönmeye devam ederken, ben içsel bir fırtına içindeydim, düşüncelerim birbirine karışmıştı.
O anki anlayışsızlık ve ihanet hissi, içimde acı bir yara gibi kanıyordu. İçimdeki karanlık, sanki beni yutmak istiyordu, umutsuzluğun karanlığı içimi sardı.
Zihnimde onun sözleri yankılanırken dolu gözlerimle dönüp hızlı adımlarla koridorda ilerlemeye başladım. Adımlarım sersem gibiydi. Her an düşecek gibi bir haldeydim. Mahvolmanın tanımı gibiydim.
Hızlı adımlarla onun odasına doğru ilerliyordum ki bir anda kolumu nazikçe tutan elle durup başımı yorgunca çevirdim. Oydu. Doğuş'tu. Meraklı bakışları bendeyken kolumu tutuyordu. Kolumu elinden kurtardığım gibi duygularım kadar şiddetli bir tokat attım yanağına. Bunu beklemediği için gerilemişti.
İçimdeki kalbim yerinde çıldırırken duygularım beni mahvediyordu. O beni mahvediyordu. Her şey beni mahvediyordu. Yutkunsam bunu bile başaramıyordum. Boğazım dehşet bir acıyla bağlanmış, her şey beni sadece acı çekmeye yönlendiriyordu.
Başı yana dönükken kaşları çatılmıştı. Yavaşça bana dönmesiyle dudakları aralanmıştı. "Ne oluyor Ma-" Onu göğsünden şiddetle itmemle bunu da beklemediği için geriledi. "Adımı o sözleri aldığın iğrenç ağzına alma! Hayatımdan da defol git!"
Doğuş anında cebinden çıkardığı anahtarla kapısını açarken, iğrenen bakışlarımla onu izledim. Kapıyı sonuna kadar açıp geçmemi işaret etti. Bu kadar basit değildi. Gidemezdim. Önce onunla yüzleşmeliydim.
Hızlı adımlarla içeri girmemle kapıyı arkasından kapattı. Odanın karanlığını umursayıp ışığı açmamıştık. Koltuğunun arkasındaki cam zaten yeteri aydınlığı sağlıyordu. Mesela onun iki yüzlü suratını görecek kadar aydınlıktı etraf.
"Ne oluyor? Ne oldu da bir anda böyle oldun?" diye sordu yumuşak sesiyle. Gözümden düşmemesi gereken yaşı anında sildim. Hayır Manolya. Unutma ki sen, seni mahveden insanların karşısında ağlamayı, küçük yaşta bıraktın.
Ama ben böyle bir darbeye hazır değildim. Böyle bir mahvolmaya hazır değildim. Birinin beni sevmediğini öğrenmeye alışkındım. Ama onun sevmediğini öğrenmeye değil...
Başımı iki yana sallayarak gülmeye başladım. "Başaramadın Doğuş Çekici! Başaramayacaksın! Seni başarıya ulaştıracağıma, intihar ederim! Doktorum falan değilsin artık!" diye bağırdım. Kalbimdeki fırtına her tarafıma bulamıştı. Artık ne olacağını sorgulamıyordum. Çünkü ben zaten ölmüştüm. O sadece birkaç aylığına bir ölüyü diriltmişti. Ve şimdi onun katili onu dirilten kişi.
"Neden bahsediyorsun? Ne demek o?" diye sordu mümkünmüş gibi daha da çatılan kaşlarıyla. Sinirle onu tekrar ittim. "Gördüm seni! Duydum seni! Senin ne kadar aşağılık bir pislik olduğunu gördüm!" Son gücümle bağırdım. Duygularım canımı yakarken ses tellerimi umursamadan sonun kadar bağırdım.
Doğuş tek kelime etmeden önce bana ardından elindeki paketli suya baktı. Bakışlarım suya kayınca duraksadım. "Sen...sen onu ne zaman aldın?" diye sordum kısılan sesimle. Elindeki suyu deri koltuğa attı. "Sen neyi gördün bilmiyorum ama, ben laboratuvardaydım."
Kaşlarım derince çatılırken başım hafifçe yana çevrildi. "Ne demek o? Bana yalan söyleme! Mirza denen doktorla gülüşüyordun! Benimle oynuyordun! Beni sevmiyordun!" diye bağırdım son gücümle.
Aklıma git gide daha çok şey girerken ağır ağır başımı salladım. "Bana asla öpmekten daha fazlasını yaşatmadın! Aynı eve taşınınca korkundan yanımda bile üstünü çıkarmazdın! Sen gerçekten beni seviyormuş gibi davranıyordun! Ve ben sanki buna çok ihtiyacım varmış gibi bu yalana inandım!"
Doğuş bu sefer izin almadan bana sarıldı. Beni sıkıca göğsüne hapsederken onun göğsüne sertçe yumruk attım. "Özür dilerim...çok özür dilerim, beni istemiyorsun, sana sarılıyorum ama çok özür dilerim..." Ondan uzaklaşmaya çalıştım ama izin vermedi. "Hastalığın var Manolya. Hem akıl hastalığın, hem iç hastalığın var. Halüsinasyon görüyorsun, olmayan şeyleri duyuyorsun."
İçime, her tarafıma zehirli oklar saplanırken onun acısıyla titriyor gibiydim. Hemen başımı iki yana salladım. "Hayır, hayır...çok gerçekti. Senin sesindi. Senin gülüşünü. Senin gibiydi." Doğuş yavaşça saçımı okşadı. "Yemin ederim değildim. Kamera kaydı bile açarım. İster misin?"
Onu iterek ondan uzaklaşmamla yeşil bakışlarımız kesişti. Kaşlarım kalkarken fısıldayarak sordum. "Gerçekten mi?" Bakışlarım boğazında hareketlenen adem elmasında gezindi. Yutkunduktan sonra sordu. "Ben seni sevmez miyim sence?"
Doğuş anında tişörtünü eteklerinden tutup çıkardığında bakışlarım önce ifadesinde ardından kalbinin üstündeki sembolde gezindi. Benim, onun için yaptığım pastanın üstündeki sembol tam kalbinin üstündeydi. Dövmeydi. Stetoskopun ucundaki Manolya çiçeği sembolünü tam kalbinde dövme halindeydi.
"Yanlışlar kalmasın, çiçek. Üstümü çıkarmıyorum çünkü korkuyorum. Bunu görürsen ne hissedersin, takıntılıyım diye korkar mısın bilmiyorum? Çünkü ben sevgimi, aşkımı kontrol edemiyorum! Dövme sevmiyorum, vücuda dövme yapmayı saçma buluyorum ama senin için bunu yapıyorum. Hayır, bu sadece bir dövme değil...Ben seni kalbime kazıdım, seni zihnime kazıdım...bunları yaptığım gibi vücuduma da kazıdım."
Gözümden yaşlar dökülürken başım yere eğildi. Sanki düşüncelerim daha netleşirken bende hissettim, onun gerçek sesini, onu gerçekten görürken onun gerçek olmadığını hissettim. "Özür dilerim..." Bana yaklaştığını hissettim. "Ben özür dilerim..." diye fısıldadı.
Bana yaklaştıkça başım kalktı. Bakışlarım vurduğum yanağında gezinirken gözümden bir yaş daha düştü. "Özür dilerim Doğuş." Bana iyice yaklaşmasıyla elim yavaşça yanağına çıktı. Usulca yanağını severken içim yandı. "Canın yanmıştır şimdi." Doğuş'un bakışları yüzümde gezinirken cevapladı. "Yandı. Ama sadece senin için yandı. Benim canım sadece senin için yanar, min blomma."
Uzanıp, vurduğum yanağına uzunca dudaklarımı bastırdım. Gözümden dökülen yaşlar onun tenine değiyordu. Kolları bana sarılırken kokumu içine çekti. "Hiç sorun değil, çiçeğim...hiç sorun değil, üzülme sakın." diye fısıldıyordu durmaksızın. Belki canı benden daha çok yanmıştı ama hala ben üzülmeyeyim diye konuşuyordu.
Geri çekilmemle yüzümü iki eli arasına aldı. Bakışları dikkatle bende gezinirken göz yaşlarımı sildi. "Hala cevaplayacağım sorun var. Ve anca bu sorunun cevabı üzülmeni engeller gibi. Dikkatini dağıtır." Gözlerimi kırpıştırarak ona baktığımda geri çekilip bana muayene yerini işaret etti. "Sana demiştim. Sana özel bir doktor oluşturduğumu...şimdi seni muayene etme zamanı." diye fısıldadı.
Kaşlarım çatılırken, gözlerimi silip ona baktığımda tekrar muayene yerini işaret etti. Ses çıkarmadan halsiz adımlarımla muayene paravanının arkasına geçtiğimde boynuna astığı stetoskopuyla peşimden gelip tam karşımda durdu. Üzeri çıplaktı ve sadece boynunda stetoskopu ve kalbinde sembolümüz duruyordu.
Beni belimden tuttuğu gibi kaldırıp muayene yatağına oturttu. "Soyunur musun?" diye fısıldamasına şaşkınca baktım. Demin ki hislerin hepsi şaşkınlığa dönüyordu.
"Hadi." diye fısıldadı üzerimi işaret ederek. Bakışlarım etrafta dolanırken elim yavaşça karnımın üstünde olan tişörtümün eteklerine çıktı. Eteklerinden tutup yavaşça üzerimden çıkardığımda Doğuş'un bakışları gözlerimde dolanıyordu. "Hala beni istiyor musun?" diye sordu yaklaşırken. Bakışlarım yüzünün her zerresindeyken başımı ağır hareketle salladım. "Ben seni her zaman isterim Doğuş." diye fısıldadım. Bakışları bir saniye bile üzerime kaymamıştı.
Ayakkabılarını hızlı hareketlerle çıkardıktan sonra anında üzerime çıktı. Bakışlarım ondayken inanamadığım için gözlerimi kırpıştırsam da onu hala karşımda gördüm. Üzerinde hiçbir şey yoktu. Sadece boynunda stetoskopu duruyordu. Bakışlarım kalbindeki dövmeye inince elimi yavaşça uzatıp dövmede gezdirdim. "Çok güzel. Bundan bana da mı yapsak? Senin gibi tam kalbime?" Doğuş nefesini yavaşça verirken boynuma bir öpücük kondurdu. Nefesini boynumda hissederken bana sessizce cevap verdi. "Yapmayalım. Canını yakar. Ben yaptım bu ikimize yetsin."
Bakışlarım daha aşağı kayınca bandajla bakışmaya başladım. "Doğuş ileri gitmeyelim ya. Yaralısın, yaran var." Doğuş'un bakışları çok kısa bandaja kayıp tekrar bana çıktı. "Korkma. Doktorlara bir şey olmaz demedim mi ben? Duracağım yeri bilirim. Dikkatli de olurum. Bir şey olmaz yarama." Net ve kararlıydı.
Bakışlarım yüzüne çıktı. "Emin misin? Ya dikişin patlarsa?" diye sordum telaşla. Kalın dudaklarını alnıma bastırmasıyla huzuru hissettim. Gözlerim kapanmışken onun sesini duydum. "Korkmamanı rica ediyorum. Hiçbir şey olmayacak." Sesi beni inandıran şey olmuştu.
Gözlerimi yavaşça açıp, üzerimdeyken bakışlarımı ona kaldırdım tekrar. Bakışlarımız buluşunca başını eğip dudaklarımızı birleştirdi. Kalın dudakları bu sefer dudaklarımı hedeflemişti. Dudaklarımız hareket etmeye başlarken bir eli yavaşa enseme kaydı. Beni daha çok kendine bastırırken dudak hareketleri sertleşiyordu.
Diğer eli kendini tutmayı bırakınca göğsü göğsüme yaslandı. Bıraktığı eli ipli eteğimin iplerinde dolaşmaya başlamıştı. Dudakları sıcaklığını bana yansıtmışken yavaşça geri çekildi. Eteğimi yavaş hareketlerle aşağı çekerken bakışları sadece bendeydi.
Nefesimi tutarak suratına bakıyordum. Bakışları dudağıma inip dudağımda gezinirken fısıldadı. "Nefesini tutma." Tuttuğum nefesimi bırakmamla nefesim suratına çarptı. Yüzünde varla yok arası bir tebessüm oluştu.
Doğuş dudaklarıma bir öpücük bıraktıktan sonra oradan aşağı inerek vücuduma öpücükler bırakmaya başladı. Boynuma öpücük bıraktı. "Min blomma..." Çiçeğim. diye fısıldadı. Sesi öptüğü yere işlerken biraz aşağı eğilip bu sefer oraya öpücük bıraktı. "Min Hjärteskatt..." Kalp hazinem. diye fısıldadı. Biraz aşağısını öptü. "Min älskade..." Sevdiğim. Köprücük kemiğimin ortasına bir öpücük bıraktı. "Mitt allt..." Her şeyim.
En uzun öpücüğünü git gide aşağı inerken, öpücüğü bıraktığında tekrar fısıldadı. "Mitt hjärta klappar bara för dig..." Kalbim sadece senin için atıyor. Bir öpücüğü daha kondurdu. "Hjärtat av mitt hjärta." Kalbimin kalbi.
Tekrar yukarı çıkınca gözlerimiz kesişti. Bu sefer gözlerime bakarken fısıldadı. "Världen kan gå under, men vår kärlek kommer att vara evig." Dünyanın sonu gelebilir ama bizim aşkımız sonsuza dek sürecek.
Dudaklarımız birbirine tekrar yaslanırken elim onun boynunda ensesinde gezindi. Çok geçmeden kıyafetlerden tek tek kurtulmuştuk. Yakınlığımız seviye seviye artarken ortamdaki tutku da artıyordu.
Öpücükleri bedenime iz gibi yansırken yeri geldi, nefesim kesildi. Yeri geldi yutkunamadım. Bedenime onun bedeni, onun dudakları yansıdı. Bu geceyi en çok o unutulmaz kıldı.
Doğuş yavaşça dikleşirken stetoskopu kulaklarına taktı. Ardından diyaframını kalbime nazikçe bastırdı. "Kontrol lazım. Ayrıca kalp atışlarını dinlemek istiyorum. Her anımıza şahit olan stetoskop bu anımıza da şahit olsun. Seni en derinden hissederken kalp atışların kulağımda yankılansın." diye fısıldadı.
Bunu sorun etmeden tebessüm ettiğinde ciddi ifadesini bozmadan kulağıma eğildi. "Şimdi kalp atışlarının hızı, hızımızı geçene kadar durmuyoruz, min blomma." Yine net ve kararlıydı. "Ben yerimizi bileceğim. Her an kontrolümde olacaksın. Aksi bir durumda hemen son vereceğim."
Birlikte geçirdiğimiz saatler boyunca, aramızdaki bağ daha da güçleniyordu. Ellerimiz, birbirimizin tenini keşfetmeye başlamıştı. Bu bizi daha da birleştiriyordu. Git gide daha yakınlaşıyorduk. Göz teması, sözcüklerin ötesine geçiyor, derin hisleri ifade etmemize yardımcı oluyordu.
Odada hissedilen gizli bir çekim vardı, sanki enerji dolu bir atmosferi paylaşıyorlardı. Birbirlerine olan bağımız giderek daha derinleşiyor, bu anın tadını çıkarmak için acele etmiyorduk. Sadece bu özel anın tadını çıkarmaya kararlıydık.
Üstünde bulunduğumuz muayene sedyesi ritimle sallanırken bunu umursamıyorduk. Her ritimde sıcaklık artıyordu. Dudaklarımızdan çıkan mırıltılar, hazlarla dolu küçük inlemeler bu geceye kazınıyordu. Yüksek kalp atışlarımı, benim gibi kulağında dinlerken bu ona daha da haz veriyordu.
Zamanın yavaşça ilerlediği bu anlar, hayatımın en güzel anlarındandı. Birbirimize dokunma şekillerimiz, sözcüklerden çok daha fazlasını anlatıyordu. Bu anın içinde, sadece fiziksel bir çekim değil, aynı zamanda ruhsal bir bağ vardı.
Zamanımız böyle ilerlerken Doğuş'un bir anda duraksamasıyla kısık gözlerim ona kaymıştı. Bakışları gözlerimdeyken dudakları aralanmıştı. "Kalbin durdu?" diye mırıldandı nefes nefese. Bakışlarımız aynı anda stetoskopa kaydığında tuttuğu stetoskopun avcunda kopmuş olduğunu görmek beni artık şaşırtmamıştı. O stetoskopu nasıl koparabilmişti. Hangi güçle tekrar, üstelik şu an koparabilmişti bilmiyordum. Hiç hissetmemiştim bile.
"Sorun kesinlikle sende." dedim nefes nefese bir şekilde gülerken. "Sorun kesinlikle dandik olmaları." diye mırıldandı ciddi sesiyle. O da benim gibi nefes nefese konuşuyordu. Ona güldüğümde bakışları dudaklarımda gezindi.
Parlayan zeytin gözleri tekrar gözlerime çıktı. Gözlerimiz sadece birbirlerine odaklandı. Bakışlarımızla konuşmadan, sessizce anlaşmıştık ve bu anın tadını çıkarmaya devam etmiştik. Gecenin devamı tamamen buydu.
Bölüm sonu!
Bölüm nasıldı? Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bana destek olmak için bölümü oylayıp yorumlar yapar mısınız?💖
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere🤍
Ig: dilek.wt
Kitap ıg: Sonmanolyakokusuofficial
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top