4.BÖLÜM : YEŞİLİN EN GÜZEL TONU
🌺
Doğuş doktor kapıyı çaldı. Kapı saniyeler sonra açıldı. Menekşe teyze kapının yanına çekilip endişeyle bana baktı. Önce Doğuş doktor peşinden de ben içeriye girdim.
Kolumda bir el hissetmemle başımı elin sahibi Menekşe teyzeye çevirdim. "İyi misin canım? Bir anda gittin endişelendik senin için." Dedi samimi bir sesle. Bu gerçekten endişelendiklerini gösteriyordu. Başımı salladım. "İyiyim, merak etmeyin."
Kadın gülümsedi. "Yemeğiniz yarım kaldı. Aç kalma kızım." demesiyle başımı iki yana salladım. "Ben daha yemeyeceğim çok teşekkür ederim." dedim kibarca.
Doğuş doktorun diğer kolumdan nazikçe tuttuğunu hissettim. "Yüzünü yıkayalım." dedi izin alır gibi. Başımı sallamamla beni canımı acıtmadan kolumdan tutup lavaboya ilerletti.
Lavabonun kapısını açıp beni ve kendisini içeri soktu. Elini belime dikkatle yerleştirip lavabonun önüne getirdi. Suyu açtı. Elini suyun önüne koyup eline biraz su aldı. Yapacağı şeyi bildiğim için hafifçe lavaboya doğru eğilmiştim. Aslında bende yıkayabilirdim ama bunu yapamayacak kadar yorgun hissetmiştim.
Eline gelen suları dikkatle sıratımda gezdiriyordu. Sular avcunun altından şelale misali akıp gidiyordu. Tenimle buluşan soğuk suyla ürperdiğimi hissettim. Eline tekrar aldığı suları da nazikçe yüzümde gezdirmeye devam etti. Bir yandan da yüzümü incelediğini hissediyordum. Soğuk su tüylerimi dikiyordu. Ya da başka bir his.
On yirmi saniye böyle yüzümü yıkadıktan sonra suyu kapattı. Dikleştim. Havlu almayıp havlunun yanındaki kağıt havludan iki tane kopardı. Zaten onun gibi pimpirikli birisi asla başkalarının havluları kullanmazdı.
Suratımı özenle kâğıt havluyla kurularken yeşil gözlerimiz birleşti. Bakışları yeşim gözlerimde gezinirken yavaşça yutkundu. Ardından hemen bakışlarını kaçırıp, elindekiyle yüzümü kurulama işi gittiği için köşedeki çöp kovasına attı.
Ellerini tekrar bana sarmak yerine kapıyı açtı ve çıkmamı bekledi. Lavabodan çıkıp geri salona doğru ilerledim. Onunda peşimden geldiğini biliyordum.
Menekşe teyze masayı toplamıştı. Salim amca salonun tekli bir koltuğunda oturuyordu. Yanına ilerleyip bende üçlü koltuğun ucuna yerleştim. Doğuş doktor mesafe bırakacak şekilde yanıma oturmuştu.
Menekşe teyze elinde çay ve kek dilimlerinin olduğu bir tepsiyle yanımıza geldi. "Kızım iyisin değil mi?" diye sordu Salim amca. Sadece başımı sallamıştım.
Menekşe teyze önümüzdeki orta sehpaya tepsiyi bıraktı. Kek tabaklarını tepsiden çıkarıp tek tek önümüze yerleştirdi. Çayları da aynı şekilde.
Menekşe teyze de Salim amcanın yanındaki tekli koltuğa oturdu. "Keklerin çok güzel görünüyor kızım." dedi Salim amca. Gülümsedim. "Teşekkürler. Afiyet olsun." dedim. Doğuş doktorun bakışlarının üzerime çekildiğini hissediyordum.
"Bunu siz mi yaptınız?" diye sordu. Omzum üstümden ona bakarak başımı salladım. "Niye, yapamaz mıyım? Beceriksiz miyim ben?" Doğuş Doktor öfkesiz bir şekilde kaşlarını çattı. "Öyle bir şey demedim."
Bakışlarını eline aldığı kek tabağındaki keklerde gezdirdi. "Hiçte yanmamış." dedi kaşlarını kaldırarak. "Ne sandın? Zaten onlar fırınım bozuk olduğu için yanıyordu." dedim.
Çatalıyla kekten bir parça koparıp ağzına attı. Memnun bir ifadeyle başını salladı keki çiğnerken. Kek tabağımı masadan aldım. Salim amca ve Menekşe teyze de keki yiyorlardı. İkisinin de keki beğenmiş gibi memnuniyetlik bir hali vardı.
Kekimden parça koparıp ağzıma attım. Doğuş Doktor kekten tekrar parça alırken konuştu. "Çok güzel yapılmış bir kek." dedi. Havalanır gibi saçımı geriye atarak gülümsedim. "Herhalde Doğuş çay, sonuçta ben yaptım. Kötü olması imkansızdı."
Doğuş Doktor parçaladığı keki ağzına atmış çiğniyordu. Lokmasını tamamen sonuna kadar çiğneyip yutunca konuştu. "Bende bir an yanlışlıkla benim kapıma gelen pastane kuryesindeki keki sen sipariş etmişsin sandım." deyince donup kaldım.
Bakışlarımı kekten ayırmadım. Eğer kekten çekip onun gözlerinin içine bakarsam yakalanacaktım. "Yok. Siparişin benimle alakası yok." dedim ifadesiz görünmeye çalışarak. Bakışlarını üzerimde hissettim. "Üstünde 'Manolya Dinçer.' yazıyordu ama..." diye mırıldamasıyla istemsizce yakalanmak üzere olmanın endişesiyle gözlerim irileşmişti.
Ona bakmadan kekimi yemeye devam ederken konuştum. "Aa! Binada ki tek Manolya Dinçer ben miyim ya? Yanlış gelmiştir o." dedim inandırıcı olmayan sesim ve yalanımla. Salim amca ve Menekşe teyze bizi dinliyordu.
Tekrar güldüğünü duymuştum. "Binadaki tek Manolya Dinçer sensin bildiğime göre." dedi. Sıkıntıyla yanaklarımı şişirdim. "Tamam be! Doktorluğun yetmedi dedektif kesildin başıma, Doğuş çay! Fırınım bozuk diye öyle yaptım!" dedim sinirle.
"Sıkıntı yok kızım düşünmen yeter." diyen Menekşe teyzeye ona dönüp sadece gülümsemiştim. Doğuş Doktor bitirdiği kekin boş kalan tabağını masaya bırakırken konuştu. "Sorun yok zaten, Manolya Hanım. Yalan söylememeniz yeterli." dedi düz bir sesle.
Bende bitirdiğim keki ortadaki masaya bıraktım. "Bu arada söylemeyi unuttum, yemekler çok güzeldi efendim. Elinize sağlık." Dedim Menekşe teyzeye. Menekşe teyze kaşlarını çatarak gülümsedi. "Sağ ol kızım da "Efendim" ne? Bize, "teyze" ve "enişte" diye hitap edebilirsin. Sende aileden sayılırsın." demesine şaşırsam da bir şey dememiştim.
Benim bir ailem yoktu. Bunca zaman da aile denen şeyin nasıl bir şey olduğunu bilmemiştim. Yalnızlık, gerçek hayat gibi şeyleri bildim ben çocukluğumdan beri.
Hiç kimsede hiçbir zaman ailem olmak için çabalamamıştı. Hiç kimse beni ailesinden saymamıştı. Hiç kimse beni ailesi olarak görmemişti. Hiç kimse benim ailem olmak istememişti.
Kadın kendini oturduğu koltukta düzeltti. "Bu oğlan sana küçüklük anlılarını anlattı mı?" diye sordu heyecanla. Kaşlarımı çatarak başımı iki yana salladığım sırada Doğuş Doktor araya girdi. "Teyze yeter, bak biz ne sevgiliyiz ne de sözlüyüz. O sadece hastam." dedi. Teyzesi onu takmamıştı.
"Bak kızım bu bir ara gitti, kendi merhemimi yapacağım ben diye! Ot, bitki falan karıştırıp değişik bir şey yaptı. Ama içine ısırgan otu koymuş. Geldi hepimize düz krem diye sürdü. Hepimizin elleri gün boyu kaşındı bunun yüzünden." dedi ve gülmeye başladı.
Gülerek omzum üstünden kollarını göğünde bağlamış sırtını koltuğa yaslamış Doğuş Doktora baktım. "Cidden mi? Hiçte öyle bir tipiniz yok?" diye sordum. Duvar ifadesiyle bana baktı. "Sadece onların üzerinde denemiştim. Kreme çok meraklılardı." dedi buzdan farksız sesiyle.
Kaşlarım kalktı. "Ha sen insanları deneme tahtan yaptın? Kendinde niye denenmedin pimpirikli beyefendi?" diye sordum muzip bir sesle. Omuz silkti. "Isırgan otunun ısırganlığı geçmiş olması gerekiyordu. Ne olur Ne olmaz diye kendimde denemedim." dedi düz bir sesle.
Gözlerimi kıstım. "Bu bilgileri falan nereden biliyordun o yaşta?" diye sordum. Kollarını daha sıkı bağladı. "Merakım vardı bir aralar. Kitaplardan falan, araştırdım öğrendim." dedi ifadesiz sesiyle.
Menekşe teyze, "Arat, Fatih oğullarım nasıllar yavrum?" diye sordu yeğenine. Onun yerine ben cevap verdim. "Çok iyiler çok iyiler! Özellikle Arat! Maşallah hastalarla pek yakından ilgileniyor, bizzat şahit oldum." Dedim alaylı bir sesle.
Menekşe teyze gülümsemişti. Doğuş doktor ise buz gibi ifadesiyle bana bakmıştı. "Siz merak etmeyin ben her gittiğim gün gelir, hastanedeki bütün dedikoduları size anlatırım." dedim sessizce. Doğuş doktor dirseğiyle nazikçe Susar mısın artık? der gibi koluma dokundu. Omuz silkerek önüme döndüm.
"Manolya hanım artık gitsin o zaman." dedi Doğuş doktor kibar bir sesle. Kaşlarımı çatarak Doğuş doktora döndüğüm sırada Menekşe teyze ve Salim eniştenin ayıplayan nidalarını duydum. "Ay oğlum olur mu öyle kovar gibi." dedi sitemle Menekşe teyze.
Derin bir nefes alarak ayaklandım. "Doğuş doktor haklı. Bence de ben gideyim artık." dedim. Menekşe teyze kaşlarını çatarak Doğuş doktora baktı. "Boş boğaz oğlan! Ne diyeceğini bilemiyor ki! Doktor oldu ama hala adam olamadı! Bilmiyorum ki nerede hata yaptık?" dedi sitemle. İçimin yağları şu an öyle bir erimişti ki.
Doğuş doktor suçlu bir çocuk gibi teyzesine baktı. "Teyze ne dedim şimdi ya? Bende eve geçecektim zaten." dedi açıklamak ister gibi. Menekşe teyzesinin ifadesi anında yumuşadı. Sert ifadesi yerine imayla gülümseyen ifadesi geri geldi. "He sen ondan dedi! İyi peki hadi siz gidin de senin de aklın sözlünde kalmasın." dedi neşeyle.
Doğuş Doktor sıkıntıyla derin bir nefes aldı. "Teyze..." diye mırıldandı ve hızlıca çıkış kapısına doğru yöneldi. Bende hızlıca peşinden gittim. Doğuş doktor kapıyı açıp dışarı çıktı. Peşinden bende terliklerimi giydim.
Doğuş doktor asansöre doğru ilerlerken peşinden terliklerimle beraber koşa koşa peşinden ilerledim. Arkamızdan Menekşe teyzenin, "İyi geceler çocuklar." dediğini duymuştum.
Doğuş doktor asansörün içindeki köşeye yerleşmiş beni bekliyordu. Asansör tam kapanacaktı ki koluyla durdurdu. Teşekkür eder gibi gülümseyerek hızlıca asansörden içeriye girdim.
Ayakkabılarımın topuk kısmını topuğuma geçirme gereği duymamıştım çünkü zaten tekrar çıkaracaktım. Doğuş doktor yanında durduğum asansör düğmelerine uzandı. Katlarımıza bastıktan sonra geri çekildi.
Bakışlarım onda gezinirken yeşil gözleri tekrar dikkatimi çekmişti. Birkaç adım atarak karşısına ilerlediğimde kaşlarını çatarak yaslandığı köşeden ayrılıp dikleşti. Tam karşısına geçip yüzüne yaklaşmaya başladım.
Kaşları daha da çatıldı. Ne yaptığımı anlamak ister gibi bana bakıyordu. Yüzüyle aramda bir karışlık bir mesafe kaldığında kaşlarımı çatarak gözlerimi gözlerinin yeşilinde gezdirdim. "Hangimizin gözü daha güzel?" diye sordum.
Anlamsızca bakarken gözlerini gözlerimden ayırmadı. "Sana soruyorum." dedim ona doğru bir adım daha atarken. Oda bana doğru eğilip yeşil gözleriyle, yeşil gözlerimi incelemeye başladı.
Dudakları aralanmıştı. Tam cevap verecekti ki asansörün kapısı açıldı. Hızlıca bakışlarımız asansör kapısına çevrildi. Katıma gelmiştik. "Hadi girin evinize en iyisi. İyi geceler." dedi ifadesiz bir sesle.
Bir şey demeden onun karşısından uzaklaşıp asansörden çıktım. Girmeden dönüp asansörün önünde durup el sallamıştım ama karşılık alamamıştım. Asansörün kapıları kapanmıştı ve o gitmişti.
Hızlıca daireme doğru ilerledim. Elbisemin belli olmayan cebinden anahtarım çıkarıp kapının deliğine sokup çevirdim. Kapı açıldı. Ayakkabılarımı çıkarıp eve girdim.
Evin içinde salona doğru birkaç adım attım. Kar yoktu. Muhtemelen odamda uyumaya geçmişti. Hep bu saatlerde uykuda olurdu. Odama doğru ilerledim. Evin duvarlarından ıssızlık akıyordu. Çok sessizdi.
Odanın kapısını cızırtı çıkarmamaya dikkat ederek yavaşça açtım. Bir anda başıma giren baş dönmesiyle elimi istemsizce alnıma koydum. Kulağıma uzun bir çınlama sesi çalındı. Gözlerimi sıkıca yumdum.
Ayağımın altında dolanan bir şey hissetmemle irkildim. Ayağıma değen tüyleri biliyordum. Bunlar Kar'ın tüyleriydi. Bu sefer uyumamıştı demek ki.
Makyaj masama tutunarak yatağıma doğru ilerledim. Yatağa yaklaştığımda kendimi dikkatle yatağa bıraktım. Kar hala ayağımın altında dolanıyordu. Elimle alnımı ovuşturdum. "İyiyim Kar." diye fısıldadım onu rahatlatmak ister gibi.
🌺
Kahvaltımı yapmadan, geç kalma korkusuyla hemen evden çıkıp dersime yetişmeye çalışmıştım ve bunu oldukça başarılı bir şekilde halletmiştim. Poğaçamı yerken kampüsün bahçesinde ahşap oturaklı masaların oturağında tek başıma oturuyordum. Her zamanki genel yaptığım şeyi yapıp kampüsün bahçesindeki insanları inceliyordum.
Karton bardaktaki kahvemi dudaklarıma götürdüm. Sıcak kahvemden bir yudum alıp dilimi ve dudağımı yakmasına izin verdim. Kahvenin dilimin ucundaki sıcaklığını dindirmek adına dilimi damağıma sürttüm.
Bir anda yanıma birinin oturduğunu hissetmemle başımı çevirdim. Yazılımcı, uzun boylu çocuk. Bu oydu. Boyu bir Doğuş çay kadar olmasa da uzundu. Beyaza boyamış olduğu saçlarıyla farklı çekici bir görüntü yaratıyordu. Ve bir aralar çok yakın olmadığım, tek arkadaşlarıma bana aşık olduğunu söyleyen çocuk. Son olarak Volkan'ı bununla aldatan sevgilisinin sevgilisi. Adını bile bilmiyordum.
Bana baktı. "Selam." dedi çapkın bir gülümsemeyle. Tamamen sahte olan gülümsememi ona sundum. "Selam." dedim.
Cebinden sigarasını çıkarıp masaya koydu. Sigara paketinden bir dal çıkardı. Sigarayı dudaklarının arasına yerleştirirken onu izliyordum ve bunu biliyordu. Tekrar cebinden çıkardığı ucuz bir zippoyla sigarasının ucunu ateşledi. Elindeki paketi bana uzattı. "İster misin?" diye sordu dudaklarının ucunda tutturmaya çalıştığı sigarasıyla.
Normalde içmezdim ama şimdilik öylesine içesim gelmişti. Paketi alamdan içinden bir dal çıkardım. "Teşekkürler." diye fısıldadım. Sigarayı dudaklarımın arasına yerleştirdiğimde bana doğru dönüp gülümseyerek bana yaklaştı. Elindeki zippoyla dudaklarımın arasındaki sigaranın ucunu ateşledi.
Önüme döndüğümde o hala bana dönüktü. Sigaradan biraz duman içime çektim. Beni izliyordu ve bunu biliyordum. Dumanı dışarı üfledim. "Çok güzel olduğunu daha önce söyleyen oldu mu?" diye sormasıyla yüzümde çarpık bir gülümseme oldu. Sigaranın ucundaki külleri kül tablasına atarken konuştum. "Oldu. Ama güzel olduğumu bilmem için birinin bana iltifat etmesine gerek yok." dedim ifadesizce.
Sigarayı geri dudaklarıma doğru yaklaştırdım. Sigarasını yakmıştı, ama çok az dumanı çekiyordu ya da çekmeyi unutuyordu.
Sigaradan içime bir duman daha çektiğim sırada, "Geçen yılda seni görüyordum." dedi sohbet açmak ister gibi. "Normalde hiçbir kızla bu kadar ilgilenmem." diye devam etti ve sigarasını içine çekti.
Sigaramın dumanın üfledim. "İlgilenmiş halin mi bu? Yoksa her kızı elde etme kafası mı?" diye sordum düz bir sesle. İğrenç gülüşünü duydum. "Hayır hayır. Beni yanlış anladın güzelim." dedi mesafe aşarak.
"Sahiplik eki kullanmasan?" dedim ifadesizce. "Okey. Peki güzellik." dedi. Şeytan diyor vur ağzına mimarlık öğrencilerinin silindir proje çantalarıyla.
"Sevgilin yok mu?" diye sordum meraksız bir sesle. Bana biraz daha yaklaşmasıyla ben ondan uzaklaştım. "Sana hangisi lazımsa o olurum." diye sordu çapkın sırıtışıyla. "Sen lazım değilsin o kesin." diye mırıldandım.
Kaşları çatıldı. "Sevgilim yok. Biz o Volkan denen çocuğun sevgilisiyle ilişki yaşamadık. Tek seferlik bir şeydi." deyince ona iğrenir gibi baktım. Gerçekten o kız bunun için mi adam gibi seven Volkan'ı aldatmıştı?
"Volkan o kadar üzüldü be." dedim saf bir sinirle. Sigarasından bir duman daha çekerken omuz silkti. "O kısım beni ilgilendirmiyor Manolya." dedi. Adımı onun ağzından duymak beni hoş olmayan değişik bir hisse göndermişti.
Zaten dağınık olan saçlarını daha da dağıttı. Çektiği dumanı dışarı üfledi. "Sen benim adımı bile bilmiyorsun değil mi Manolya?" diye sordu emin bir sesle.
"Bilmiyorum. Önceden duymuş olsam bile unutmuş olabilirim adını." dedim boş bir sesle. Kaşlarını sahte bir sinirle çattı. "Oysa ben senin adını unutmadım." dedi. Sigaramdan bir duman daha çekip ciğerlerime doldurdum.
Elini bana doğru uzattı. "Ben İlker." dedi. Sigaramın dumanını başka bir tarafa üfledim. Karşılık olarak elimi uzattığımda elimiz birleşmişti. "İlk er sen misin?" diye sordum. Kaşlarını kaldırarak güldü. "Güzeldi ama aynı zamanda iğrençti." dedi. Benim esprim için?
Elimi hızlıca geri elinden çektim. Eli bir saniye havada kaldıktan sonra indi. "Herkesin ismiyle dalga mı geçersin?" diye sordu. Başımı iki yana salladım. "Kendi ismimle dalga geçmem." dedim. Küçülen sigaramı masadaki kül tablasına bastırarak söndürdükten sonra kül tablasının içine attım.
"Arkadaşların neredeler? Volkan ve Firdevs?" diye sordu. Bilmem dercesine dudağımı büktüm. "Arkadaşlarının yanındalardır herhalde." dedim sadece.
"Numaranı verir misin?" diye sordu kibarca. "Maalesef. Herkese numaramı vermiyorum." dediğimde yine çapkın bir gülüş sundu. "E ama tanıştık? Veririsin ya... Sohbet falan ederiz." diye bir şeyler gevelemeye çalıştı.
"İstemez ya. Sohbet etmeyi sevmem ben." Birinin bu dediğimin yalan olduğunu anlaması için beni tanımasına bile gerek yoktu. Şahsen yıldızlar yere düşmüş desem o bile daha inandırıcı olurdu.
"Sanki konuşkan bir insandın sen? Hatta bir ara sırf konuşkanlığın yüzünden dersten atılmışsın." dedi gözlerini kısarak. Onu nereden biliyordu?
Tam ağzımı araladım konuşacaktım ki benden önce davrandı. "Sınıfınızda arkadaşım var da. O söyledi." dedi gülümseyerek. Alayla güldüm. "Senin bence özel olarak bizim sınıftaki kızlara ilgin var. Volkan'ın eski sevgilisi, ben, bilmem o dediğin arkadaşın..."
Tekrar güldü. "Yok ya... O da kadındı evet de. Onunla az takıldık." dedi sakince. Bir de ciddi ciddi böyle mi söylüyordu.
Sahte bir şekilde gülümseyip, "Anladım." diye fısıldadım. Etrafa bakarken konuştu. Cebinden bir ses yükselmesiyle elini hızlıca cebine attı. Kendini düzelterek telefonu almaya çalıştı. Telefonu cebinden çıkarıp açarken kulağına yerleştirdi. "Alo Merve?"
"Tatlım ben kampüsün bahçesindeyim..." dedi bakışları etrafta gezerken. Bakışları üzerimde durunca sözünü devam ettirdi. "Ya da sen dur ben geleyim." dedi ve hızlıca oturaktan kalktı. Allah razı olsun kaçıncı takıldığı kız olduğuna matematiğimin yetmediği Merve.
Telefonu kapatıp geri cebine yerleştirirken bakışları bendeydi. "Manolya'cığım kusura bakma gitmem lazım. Seninle tekrar konuşalım ama." dedi. Sahte bir şekilde gülümsedim. "Aa! Ne kusuru? Duymamış olayım." dedim tamamen sahte olan tavrımla. Başını sallayarak uzaklaşmasıyla ifadem saniyeler içinde silindi.
Başım yine ağrımaya başlamıştı. Bu sefer diğer ağrılara pek benzemiyordu. Bu ağrı çok daha kötüydü. Sanki kafama çekiçle ritimli bir şekilde sertçe vuruyorlardı.
Kollarımı masanın üstünde bağlayıp kafamı eğip birleştirdiğim kolumun üstüne yaslaydım. Üzerime sinen sigara kokusu burnuma çalınıyordu.
Gözlerimi yumdum. Ağrı git gide artıyordu. Bir yandan başımda dönmeye başlıyordu. Gözlerimi daha sıkı yumdum. Uyumayacaktım. Sadece gözlerimi kapatıp biraz dinlenecektim.
🌺
Adımlarım Yaşam hastanesinin kapılarından içeriye dökülüyordu. Başım hala ağrıyordu. Yine ilk gözüme çarpan robot gibi dikilen güvenlikler olmuştu. Onları takmadan danışmaya doğru ilerledim.
Sultan ve Süleyman yine yan yanaydı. İnsanlar etrafta dolanıyordu. Kimileri hasta, kimileri yakını olan hastaları için üzgündü. Hastanede mutlu kimse yoktu.
Elimi danışman bankosuna koyduğumda Sultan'ın bakışları bana çıktı. "Hoş geldiniz." dedi mesafeli bir şekilde. "Buraya hoş mu gelinir Sultan'cığım?" diye sordum umursamazca.
Sultan bana anlamsızca baktı. Bakışlarım göz ucuyla bana kaçamak bakışlar atan Süleyman'a da kaydı. "Ben sizi fena yakıştırıyorum ha!" dedim heyecanla. İkisinin de kaşları şaşkınlıkla çatıldı. Parmağımı onlara sizi gidi! der gibi sallarken konuştum. "Bana hiç ne alaka falan demeyin yemem." dedim muzip bir sesle.
"Süleyman evli hanımefendi." dedi ne ara geldiğini bilmediğim tanıdık sesin sahibi. Başımı hızla yan tarafıma çevirdim.
Ufuk denen doktor eski masum ifadesiyle bana bakıyordu. Kaşlarım önce çatıldı, sonra havaya kalktı. "Evli mi?" diye sordum şaşkınlıkla. Yasak ship demek.
"Bilmiyordum." diye mırıldanıp yasak çiftime döndüm. Ufuk denen adamın gelmesiyle onların da bakışları değişmişti. Kötü bir bakışları yoktu, ama mesafeliydi.
Ufuk eliyle beni gösterdi. "Doğuş Çekici'nin hastası olan kızdın değil mi?" diye sordu. Benim dün ki kız olduğumu bildiğine yemin edebilirdim. Sahte bir şekilde tebessüm ettim. "Doğuş'un hastası Manolya Dinçer diyelim." diye düzelttim. Tek kaşı kalktı. Bir şeyleri anlamak ister gibi kaldırmıştı. Ya da 'Doğuş doktor' değil 'Doğuş' dememe de şaşırmış olabilirdi.
Başını salladı. "Peki Manolya Dinçer." dedi gülümseyerek. Dün asansördeki gibi görseydim yine gülüşüne kanar ve masum gülümsemesi olduğunu düşünürdüm. Ama artık o gülümsemenin altındaki sinsiliği sezebiliyordum.
Başımdaki ağrının arttığını hissettiğimde başımı Sultan'a çevirdim. "Doğuş doktorun odasında hasta var mıdır şu an?" diye sordum. "Şu an dolu görünüyor. Sen yine de kapısının önünde bekle biraz." dedi. Başımı onaylarcasına salladım.
Danışman bankosunun önünden çekilmek için bir hamlede bulunurken Ufuk benim önüme geçti. "Bir kahve ısmarlasaydım hastası çıkana kadar?" diye sordu. Bunu sırf Doğuş Doktoru sinir etmek için teklif ettiğine emindim.
Alayla gülümsedim. "Belki başka zaman." Yanından geçerek asansöre doğru ilerledim. İlerlerken havalanarak saçımı geriye doğru savurmayı da unutmamıştım. Ve başımın dönmesi de daha artmıştı.
Asansörün tuşuna bastığım sırada bir anda omzumda bir kol hissetmemle başımı kolun sahibine çevirdim. Arat.
İrkilerek ona bakarken o bana otuz iki diş sırıtarak bana bakıyordu. "N'aber?" diye sordu gülüşünün arasından. Ona bakarken hafifçe sırıttım. "İyi maviş. Sen?" diye sordum.
Yüzünü buruşturdu. "Maviş mi? O ne be? Kuş muyum ben?" Bu cümlesine güldüm. "Kuş ne alaka? Mavi gözlülere de maviş denir!" diye düzelttim. Omuz silkti. "Bana ne! Babaannemin bir kuşu vardı. Adı da Mavişti. Benden çok severdi o kuşu. Travmam olmuştu resmen bu durum." dedi sahte bir acıyla.
Açılan asansör kapılarından içeriye girdik. Göz ucuyla ona baktım. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıyordum. "Evlat olsan sevilmezsin zaten. Haklı bence." Asansörün düğmesine bastı.
Gülerken kaşlarını çatıp omzumdaki kolunu sıkılaştırarak boğar gibi bir hareket yaptı. Gözlerin yuvalarından çıkacak gibi büyüdü. En son kolunu gevşettiğinde, "Ne yapıyorsun ya? Erkek arkadaşınla şakalaştığını falan sandın herhalde? Ölüyordum ya!" dedim sitemle.
Bunu umursamadan güldü. "Abartma drama queen." dedi alayla. Kaşlarımı çatarak omzum üstünden yakınımdaki ki Arat'a baktım. Kulağına kadar uzunluğu olan dağınık kahverengi saçları başıma değiyordu. "Ölecektim ne abartması?!" diye bağırmamla bir anda yüzünü buruşturup eliyle kulağını kapadı. "Ne bağırıyorsun dibimde ya?" diye söylendi sitemle.
Elinin kapadığı kulağına sertçe vurmamla gözleri fal taşı gibi açılıp kaşları çatıldı. "Sağır etmeye mi çalışıyorsun beni?" diye sordu şaşkınlıkla. Gözlerimi kıstım. "Bizim bir komşu vardı oğlunun kulağı çınladığında vurarak düzeltiyordu." diye açıkladım.
"Tıpta öyle bir şey yok ama." diye mırıldandı masum bir ifadeyle, kulağını ovuştururken.
"Gidip kulağımı Fatih kocama mı baktırsam?" diye sordu kendi kendine. Güldüm. "Kulak bahane, gaylık şaha-" eliyle ağzımı kapattı. "Onu söyleme." dedi uyarır gibi.
Omzumu indirip kaldırdım. "Gay değilim..." Başını asansörün kapısına çevirdi. Eli hala ağzımda duruyordu. Anlamsızca bir eline bir ona baktım. Sözüne devam etti. "Ama Fatih bir başka." deyince gülesim gelmişti.
Elini ağzımdan çekip geri omzumda konumlandırdı. Tam bu sırada asansörün kapıları açıldı. İkimizin de bakışları asansörün açılan kapılarından görünen görüntüye kaydı.
Doğuş doktor tam asansörün önünde durmuş yanında Esma, elinde dosyalar. Kafası dosyalardan kalktı ve bakışları tamamen beni buldu. Başımın tekrar dönmeye başladığını hissettim.
Arat doktorun omzumdaki kolunun baskılarıyla, onun asansörün dışarısına çıkan adımlarıyla beraber bende asansörden çıkmış oldum. Doğuş doktorun ifadesiz bakışları önce bende, sonra Arat'ta, ardından Arat'ın omzumdaki kolunda gezinmişti.
Arat'ın kolu omzumdan çekildi. O an fark etmiştim, üzerinde hastanedeki doktorların genellikle üstünde olan beyaz doktor önlüğü şu an da vardı. Esma anlamsızca bir Doğuş doktora, bir bana, bir de Arat'a bakıyordu.
"Tıp mı oynuyoruz?" diye sordu Arat, muzip sesiyle. Doğuş doktorun bakışları ona çevrildi. Gözlerini kısarak onu inceledikten sonra "Bilmem." diye mırıldanıp arkasını dönerek odasına ilerledi. İlerlerken. "Esma diğer hastayı çağırır mısın?" demişti duyması için yüksek bir sesle. Ama ben?
Arkasından koşar adımlarla ilerleyerek konuştum. "Benim sıram ama!" diye seslendim yüksek bir sesle. Peşimden Esma'da geliyordu. Doğuş Doktor kapıdan içeri girdi ve kapıyı da arkasından kapattı.
Esma'yla kapıya yetiştiğimizde durduk. Esma'ya döndüm. "Sakın hasta falan çıkarma! Eğer çağırırsan hakkımı helal etmem!" diye fısıldadım Esma'ya doğru. Başını bana doğru yaklaştırarak kaşlarını çattı. "Ama Doğuş dokto-" Hızlıca onu susturdum. "Şşş! O Doğuş çayı ben sakinleştiririm merak etme. Komşusuyum ben onun. Hem eğer çağırmazsan çıktıktan sonra beraber dedikodu yaparız." dedim onu ikna etmek ister gibi.
Esma memnuniyetle gülümsedi. "İyi peki." dedi. Elimi elini çakması için kaldırdığımda kısa süre elime baktıktan sonra eliyle elime sertçe çarptı. Fazla mı gaza gelmiştik?
"ESMA!"
Odanın içinden gelen Doğuş doktora ait seslenişle ikimizde irkilmiştik. Esma'ya gülümseyerek bir bakış attıktan sonra yavaşça kapıyı açıp içeriye girdim.
Doğuş doktor önündeki evraklara gömülmüş, dizini hızlı hızlı sallıyor, Elindeki kalemin kapağıyla kapağı tam açmadan hafifçe açıp kapatarak oynuyordu. İçeride sadece Doğuş doktorun oynadığı kalemden gelen ses vardı.
İfadesiz bakışları bana kalktı. O lafa girmeden ben girdim. "Benim sıramdı." dedim masum çıkan sesim. Bakışlarını benden kaçırıp başını sallamıştı.
Yavaşça ilerleyip masasının önündeki deri koltuğa oturdum. "Selam." dedim kısık bir sesle. Sakince, "Selam." diye cevap verdi.
"Bu aralar başım daha çok dönüyor ve ağrıyor." dedim hemen konuya girmek için. "Özellikle bugün. Gelmeden önce." Kaşları bir anda çatıldı. Başını yavaşça kaldırıp bana baktı. Sandalyesinden kalkmasıyla merakla onu izlemeye başladım. Karşımdaki diğer deri koltuğa oturdu. Koltuğu köşelerinden tutup çekerek bana doğru iyice yaklaştı. Merakla kaşlarım çatıldı.
Bir süre beni inceledikten sonra konuştu. "Sigara mı içtiniz siz?" diye sordu sesinde gizli olan tedirginliğiyle. Muhtemelen üzerimdeki sigara kokusunu duymuştu. Anlamsızca ona bakarak başımı Evet dercesine salladım.
Kaşları çatıldı. "Bana içmediğini söylemiştiniz?" dedi meraklı ama sakin sesiyle. Hızla açıklamak ister gibi söze girdim. "Hayır hayır... Normalde içmem zaten. Bir arkadaş verince öylesine içtim." dedim.
Kaşları daha derince çatıldı. "Hastalığınızın ne olduğunu, nasıl etkileri olduğunu bilmiyoruz. Ve siz gidip kendi kafanıza göre sorup etmeden sigara içiyorsunuz. Manolya Hanım istediğinizi yapma özgürlüğüne sahipsiniz fakat bende sizin doktorunuzum ve burada sağlığınız üzerinde etkiler yapan o hastalığı bulmaya çalışıyorum." dedi sakin çıkan ama, tedirginlik ve masum öfkesinin saklı olduğu sesiyle.
"Ne bileyim ben ya? Düşünemedim o an. Hem can benim canım değil mi? Ne abarttın ya." dedim umursamazca. Bu sefer saklı olmayan öfkesiyle yüzüme bakmıştı. "Ben sizin doktorunuzum." dedi sakince.
Omuz silktim. "Yine de bana hesap soramazsın." dedim rahat bir tavırla. Kaşları tekrar çatıldı. "Hesap sormam zaten Manolya hanım. Doktorunuz olarak bazı soruları sormam gerekiyor sizin sağlığınız için." demişti.
Tam bu sırada kapı açıldı. Esma yavaş adımlarla içeri girdi. Anlamsız bakışları karşılıklı oturan Doğuş doktor ve bende gezindi. Kağıdı ortamızda ki masaya bıraktı. "Çıkabilirsin Esma. Teşekkürler." dedi Doğuş doktor.
Esma bedeni bize doğru dönük bir şekilde geri geri ilerledi. "Tamam Doğuş hocam." diye mırıldanarak odadan çıktı.
Doğuş Doktor sonuçları aldı. Bir yandan incelerken bir yandan konuştu. "Bundan sonra sigara içmemeniz gerekiyor." dedi bakışlarını dosyadan çekmeden Kaşlarımı çattım. "Niye ki? Hastalığımı bilmeden bana niye yasakladınız ki?" diye sordum merakla.
İncelediği idrar sonucunu kendi masasına bırakırken cevapladı. "Muhtemelen içtiğiniz sigara hastalığınızı tetikliyor veya ilerletiyor. Bu özellikle dediğiniz süre ne zaman? İçtikten sonra falan mı?" diye sordu merakla.
"Sigarayı içtikten sonra." dedim kısık bir sesle. "Siz sigara içiyor musunuz?" diye sordum merakla. Yüzünü buruşturarak başını iki yana salladı. "Hayır demiştim." dedi beni incelerken. Bu soruyu ona önceden sorduğumu hatırlamıyordum.
Kaşlarımı kaldırdım. "Niye? Hiç mi içmediniz peki?" diye sordum merakla. Başını tekrar iki yana salladı. "Eline bir zehir veriyorlar ve sen o zehre para harcayıp enayi gibi onu içiyorsun." dedi ciddi bir sesle.
"Size göre ben enayi miyim şimdi?" diye sordum. Bana sadece boş boş bakmış cevap vermemişti. Karşımda ki koltuktan kalkıp kendi koltuğuna ilerledi. Bence nezaketinden "Enayisiniz" dememek için cevap vermemişti.
"Hastalığımı bulacak mısınız? Çok sürer mi bulunması?" diye sordum ifadesizce. Bana baktı. Başını öyle bir güvenle sallamıştı ki içimde anlamsızca ona karşı bir güven hissetmiştim. Hiç kimseye güvenmeyen bir insan olarak bu duyguyu yaşamak beni çok garip hissettirmişti.
"Merak etme. Bulacağım hastalığını." dedi güvenle. "Ve hastalığın her neyse yeneceğiz. Seni tedavi edeceğim." Gülümsedim. "Teşekkür ederim." diye fısıldadım. İfadesizce bana bakmaya devam etti. "İşim bu." diyerek bana gerçeği hatırlattı. Buruk gülümsememle bakışlarımı kaçırdım. "Haklısınız."
"Eğer bir şey olursa lütfen bana bunu hemen bildirin. Çok küçük bir şey olsa bile." dedi iki elini masasının üstünde birleştirerek. Başımı salladım. Aklıma çantamda evde yapmış olduğun kurabiyelerin gelmesiyle gözlerim büyüdü. "Ne oldu?" diye sordu merakla.
Çantanın bir askısını omzumdan çıkarıp çantayı kucağıma koydum. Çantamın içinden meşhur mor kapaklı kabımı çıkarıp Doğuş Doktorun masasına bıraktım. Kaşlarını çattığını hissetmiştim. "Bu nedir?" diye sordu anlamsızca.
Çantamı yanıma sıkıştırarak masadaki kabın kapağını yavaşça açtım. Ve altı yanmış olan un kurabiyelerim gün yüzüne çıktı. Çatık kaşları havaya kalkmıştı. "Sizin için yapmıştım. Yesenize." dedim neşeyle.
Başını iki yana salladı. "Sağ olun ama ben almayayım." deyince kaşlarım çatıldı. "Yaptım o kadar ama." dedim sertçe. Ardından hemen geri neşeyle gülümsedim. "Bakın yanmış yiyecekler tüketmiyorum. Sırf bir ara sizi kırmamak için yemiştim ama bir daha yemem. Lütfen ısrar etmeyin." dedi düz bir sesle.
Tripli bir ifadeyle dudağımı bükerek kabın kapağını kapatıp sertçe çantama koydum. "Ben gideyim de çay içeyim!" dedim tripli bir sesle. Kaşlarını çatmış gülmemek için kendini zor tuttuğu her halinden belliydi. "Doğuş çay olmayan bir çay içeyim!" dedim bastırarak. Havalanarak çantamı koluma takıp saçlarımı savurarak odadan çıktım.
Çıkar çıkmaz durmuştum ve bütün havalı ifadem sönmüştü. Sıkıntıyla derin bir nefes aldım. Fatih'in yanında bir kadın hemşireyle koridorda ilerlediğini gördüm. Bakışları bana kayınca gülerek yolunu bana doğru çevirdi.
Bana doğru yaklaşırken konuştu. "N'aber Manolya?" diye sordu. "İyi değil. Hatta çok beter, hatta yıkılmış, hatta ruhu emilmiş." dedim sıkıntılı bir sesle. "Hatta n'oldu ki? Hatta?" diye sordu benim taklidimi yaparak.
"Genel halim. Aslında Doğuş doktorun da suçu var. Onun için yaptığım kurabiyeyi yemedi." dedim mutsuz sesimle. Daha çok güldü. "Ha sorun Doğuş yani?" Kaşlarım çatıldı. "Ne alaka? Şu an burada en büyük sorun benim emeğim!" dedim sinirle.
"Tamam öyle diyorsan öyle olsun da, ben kurabiye çok severim." deyince yüzümde bir gülümseme oluştu. "Ay o zaman sen ye?" dedim sorar gibi. Sırıtarak başını salladı. "Olur."
Beraber asansöre doğru ilerliyorduk. Etrafta yanımızdan hemşireler, doktorlar, hastalar geçip duruyordu. Fatih asansörün olduğumuz kata gelmesi için düğmesine bastı.
"Selam gençler!" Bir anda arkamızda Esma'nın belirmesiyle ikimizde irkildik. Yavaşça arkama döndüm. "Ay Esma ne bağırıyorsun ya?" diye sordum dehşetle. Fatih de konuştu. "Cidden ya Esma..." demişti sadece.
Esma umursamazca omuzunu indirip kaldırdı. Tam bu esnada asansörün kapıları açılmıştı. Üçümüzde hızlıca asansörden içeriye girdik. Esma kat düğmesine bastı. Asansörün kapıları kapandı.
"Fatih?" diye seslenmemle Fatih başını hafifçe omzu üstünden bana çevirdi. "Sultan ve Mehmet yok mu? Öyle çok güzel üçlü oluyorsunuz." dedim sırıtarak. Fatih gözlerini devirerek önüne döndü.
Başımı omzum üstümden diğer tarafımdaki Esma'ya çevirdim. "Esma senin ismin için ne düşünsem de bir şey bulamıyorum kız. Çok sinirimi bozdu bu olay. Adını değiştirsene ya." dedim normal bir şey istiyor gibi. Esma gülerek başını iki yana sallayıp önüne döndü. "Ciddiydim yalnız." diye mırıldanarak bende önüme döndüm.
Açılan asansör kapılarından çıkarak asansörü terk ettik. Fatih biraz önümüzden ilerliyordu. Bizde onu takip ediyorduk. Hastaneyi tam olarak bilmiyordum.
"Nereye gidiyoruz? Dedikodu yapacaktık." diye hatırlattı Esma. Başımı sallayarak onu onayladım. "Kantine gidiyoruz galiba. Orada yaparız dedikodumuzu." dedim. Esma kaşlarını kaldırarak bana baktığında Esma'nın koluna girdim. "Yalnız Fatih şu an bayağı yetkililerin yemek hanesine gidiyor." dedi.
Yüzüme çapkın bir gülümseme yüklendi. "Ay! En sevdiğim yer! Her yer yakışıklılarla dolu oluyor." dedim sevinçle. Esma saçma sevincime gülmüştü. "Normalde öyle hastaların girdiği bir şey değildir aslında." demişti Esma. Saçımı savurdum. "İyi de ben zaten normal bir hasta değilim ki. Koskoca dünyaca ünlü yazar Manolya Dinçer'im." dedim böbürlenerek.
Esma tekrar güldü. "Ee yine giremiyorsun." dedi muzip bir sesle. Kaşlarım çatıldı. "Üf tamam be! Şu anlık senin kankan olarak geliyorum." dedim ve gülümsedim.
Yemekhanenin kapılarından içeriye girdik. Herkes masalara kurulmuştu. Çoğu sadece yemek yiyor, bazıları ise hem yemek yiyip hem de yanındaki insanlarla sohbet ediyorlardı. Bir sürü yakışıklı insan...
Esma beni kolumdan tutup ilerletecekti ki ilerlemedim. Bakışlarım geçen doktorların masasına oturduğum masaya kaydı. Bu sefer daha doluydu. Ve hepsi aşırı yakışıklıydı!
Adımlarımı oraya doğru ilerlettiğimde arkamdan Esma'nın, "Hey! Nereye?" diye seslendiğini duymuştum. Peşimden geldiklerini biliyordum.
Baş köşedeki sandalyenin yanına geçtiğimde yemek yiyenlerden birkaç kişinin bakışları bana kalkmıştı. Gülümseyerek diğer baş köşede oturan Kenan baş hekime baktım. "Oturabilir miyim?" diye sordum kibar bir şekilde.
Masadaki bakışlar üstümde gezerken, arkamdaki Esma'nın bir şey anlatmak ister gibi koluma dokunduğunu hissettim. Fatih Doktor, "Buraya oturmaktan bahsetmemiştim." diye mırıldandığını duydum.
Masadaki birkaç kişinin kaşları kalkmıştı. Kenan baş hekimde onlardan biriydi. Kenan baş hekim en son eliyle oturmak istediğim bak köşeyi gösterdi. "Tabi otur." dedi kısık bir sesle.
Gülümseyerek sandalyeyi çekip oturduğumda Fatih doktorda geçen gün oturduğu yere kuruldu. Esma yanımda dikilmiş ne yapacağını bilemez gibiydi. Masadaki insanların arasında Arat, Ufuk, Ağan'da vardı.
Kenan baş hekim kaşlarını çatarak Esma'ya baktı. "Kızım otursana sende. Ayakta dikildin bayrak gibi." dedi sakince. Esma başını kaldırarak Kenan baş hekime baktı. "Olur." demişti kararsız sesiyle.
Esma hızlıca çaprazımdaki boş sandalyeye yerleşti. "Sen geçen günde oturmuştun buraya sanki?" dedi bir adam gözlerini kısarak. Başımı salladım. "Evet. Geçen de yanınıza gelmiştim." dedim. Adam Anladım dercesine bir bakış atıp başka tarafa döndü.
Ufuk göz ucuyla bana baktı. "Doğuş Çekici'yle komşuymuşsunuz?" dedi sorar gibi. Başımı salladım. "Evet maalesef. Hayattaki bütün şanssızlığımı burada kullanmışım sanırım." dedim üzüntülü çıkarmaya çalıştığım sesimle.
Masadan birkaç kişinin güldüğünü duymuştum. Arat gülerek konuşmaya başladı. "Evde nasıl Doğuş? Orada bari insan gibi mi yaşıyor?" diye sordu. Çarpık bir şekilde küçük bir kahkaha attım. "Ay yok! Aynı robotluğu üzerinde. Hayır birde bana öyle bir aşık ki görmeniz lazım..." deyince masada bir anda şaşkın nidalar oluştu. Esma dehşetle başını bana çevirdi. Ardından masadaki bütün bakışlar arkamda bir noktaya kitlendi.
Konuşmama devam ettim. "Sürekli yalvarıyor. Bilmem "N'olur bana gel seni çok özledim." bilmem, "Sana aşığım lütfen seni gelip göreyim." falan. Ölüyor benim için ya!" dedim çenemi havaya kaldırarak. Esma değişik yüz ifadeleri yaparak bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Arat onun kadar olmasa da bana bir kaç göz işaretleriyle bir şeyler anlatıyordu. Ufuk denen doktor elini ağzına kapatmış kıkırdıyordu.
Onları takmadan bakışlarımı Kenan baş hekime çevirdim. "E bende etik değil diye kabul etmiyorum işte. Yoksa geberiyor benim için. Kapımda falan yattığı da oldu. Tahlil sonuçları falan diyerek beni görmeye çalışıyor." dedim acır gibi, başımı iki yana sallayarak.
Sandalyemin başı öyle güçlü bir şekilde tutulmuştu ki oturduğum sandalye titremişti. İrkilerek başımı yana doğru çevirdiğimde sandalyeme doğru eğilmiş yüzüyle yüzüm arasında bir karış mesafe olan Doğuş doktorla karşılaştım.
Gözlerim büyümeye başladı. Doğuş doktor buz gibi ifadesiyle bana bir bakış atıp diğer çaprazımdaki sandalyeye yerleşirken ben hala öyle kalakalmıştım. Esma'nın, "Anlatmaya çalıştım sana!" diye fısıldadığını duydum.
Başım Doğuş doktora çevrildi. Bana gözlerini kısarak alaycı ve hafif öfkeli ifadesiyle bakıyordu. Elimle masadaki insanları işaret ettim. "Senin dedikodunu yapıyorlardı. Neymiş, sen bana aşıkmışsın, neymiş, kapımda falan yatmışsın." dedim sahte bir şaşkınlıkla.
Masada birkaç şaşkın nida kulağıma taşındı. Bir anda suçu onlara atmaya çalışmama çok şaşırmışlardı anlaşılan. Doğuş doktor sahte bir şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. "Öyle mi? Bak sen." dedi sessizce.
"On numara R yalnız." dediğini duydum masadan bir adamın. Gözlerimi kısarak ona döndüm. "Sus be! R'ymiş! Sensin R! Ben duydum seni, duydum! Doğuş doktor için, "Manolya hastasına, hasta oluyor." dedin! Duydum ben!" dedim sitemle. Yalan makinesine dönmüştüm iyice.
R'nin bakışlarına şaşkınlık düştü. "Ne zaman dedim ya? Yok öyle bir şey, demedim öyle bir şey." dedi panikle. Gülerek gözlerimi devirip Doğuş doktora döndüm.
Gözlerini kısmış beni izliyordu. "Ne bakıyorsun be? Ne yaptım gene?" diye sordum şüpheyle. Ellerini masaya koyarak önündeki yemeğini yemeye başladı. "Niye yine bu masadasınız? Ne işiniz var burada?" diye sordu sakince.
Omuz silkerek sırtımı sandalyeye yasladım. "Sana ne? Ben buranın manzarasını çok seviyorum belki?" dedim. Yemeğini yerken göz ucuyla bana baktı sadece.
Çantamdan mor kapaklı kabımı çıkardım ve kapağını açıp masanın ortasına bıraktım. "Kurabiye yaptım!" dedim sevinçle. Masadakilerin bakışları altı yanmış kurabiyelerime kaydı.
"Sağlıkçılara yanmış kurabiye mi yedireceksin?" diye sordu Ufuk alayla. Kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Sağlıkçılar insan değil mi? Normal insanlarda onun zararlı olduğunu bilecek kapasitede. Bir kurabiye yedin diye ölmezsin." dedim alayla.
Ufuk ellerini kaldırdı. "Okey." diye mırıldanarak kaptan bir kurabiye aldı. Fatih'te sandalyesinde yükselip kaptan bir kurabiye aldı. Doğuş doktor burayla ilgilenmeden yemeğini yiyordu.
"Hadi! Herkes alsın." dedim. Ağan yüzünü buruşturdu. "Üzgünüm ama ben almayayım." dedi bana değil direkt kurabiyelere bakarak. "Hayır! Lütfen sizin için yaptım!" dedim yalvarır gibi.
Çaprazımdaki Doğuş doktorun, "Yarım saat önce de benim için yapmıştın." diye mırıldandığını duydum ama duymazdan gelir gibi takmadım.
Israrlarım üzerine herkes bir kurabiye almıştı. Bazıları yanıklar yüzünden yüzünü buruşturarak yemişti. Fatih'se anlamsızca bayıla bayıla yemişti. Kalan bütün kurabiyeleri de o yemişti.
"Ne değişik insansın lan Fatih. Gel kebapçıya gidiyoruz desek gelmezsin burada yanık kurabiyeleri löpür löpür götürürsün." dedi Arat gülerek. Fatih omzu üstünden ona baktı. "Güzeldi lan. Siz ağzınızın tadını bilemiyorsanız bana ne?" dedi umursamazca. "İşte adam be!" dedim gururla. Fatih gülerek bana bakış attı.
Arat kolunu Fatih'in omzuna koydu. "Ama sen hep farklısın be kardeşim. Bu zaten uğruna öldüğüm, farklı renk gözlerinden belli." dedi muzip bir şekilde sırıtarak.
Fatih, omzundaki Arat'ın kolundan çok zorlanmadan kurtulup kollarını göğsünde bağladı. "Siz hepiniz bu kadar mısınız? Doktorlar yani?" diye sordum tek tek yakışıklı suratlara bakarak. Cevabı Kenan baş hekim vermişti. "Hayır. başka doktorlarımız da var." dedi.
Sırıtarak başımı salladım. "Ben bu hastaneyi sevdim ya..." dedim neşeyle. Doğuş doktor bana döndü. "Sadece bir hasta gibi davranır mısınız?" diye fısıldadı. Omuz silktim. "Ben sadece bir hasta değilim ki. Yazarım ben, yazar!" dedim umursamaz bir sesle.
Ağzında bir şey mırıldanarak önüne döndüğünü duymuştum. Ağan'a döndüm. "Ağam memleket nere?" diye sordum. Ona 'Ağam' dememe alışmış gibi bakarak cevapladı. "İzmir." dedi mekanik bir sesle.
"İzmir mi? Hemşeriyiz. Ama orada ağa olur mu ki?" diye sordum merakla. Ne sorumu cevaplamıştı, ne de tepki vermişti. Sadece boş boş robot gibi bakmıştı.
"Neyse şöyle düşün ki, oranın tek ağası sensin." dedim sırıtarak. Aynı ifadeyle bana bakmayı sürdürdü. Ardından, "Ben ağa değilim Manolya hanım." dedi mekanik sesiyle. Sırıtarak başımı salladım. "Aynen ağam."
Tek tek doktorları incelemeye devam ettim. Kadın doktorların burada olmaması dikkatimi çekmişti. Kadın doktorlar neredeydi? Aslında etrafta ki masalarda bolca kadın vardı, doktor olup olmadıkları hakkında bir bilgim yoktu. Herhangi bir personelde olabilirlerdi.
"Ay dedikodu falan yok mu ya?" diye sordum kaşlarımı çatarak Bana tip tip baktılar. Arat ve Ufuk dışındakiler. Doğuş doktorunda bakışlarını üzerimde hissediyordum.
"Sen başlat da yapalım dedikodu." dedi Ufuk. Doğuş doktor göz ucuyla ters ters ona bakıp geri bana döndü. Onu umursamadan elimle onu işaret ettim. "Bu Doğuş doktorun teyzesi var ya, ben onla tanıştım geçen. Doğuş doktor hiç o tontik, ponçik kadına çekmemiş cidden." dedim.
Doğuş doktorun dehşetli bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Ufuk'tan ve Arat'tan küçük bir kahkaha yükseldi. Ufuk gülerek bana döndü. "İnan çok haklısın. O kadını bende tanıyorum ve dünya tatlısı bir insan."
Kaşlarımı çattım. "Nereden?" diye sordum merakla. Masum gülüşünü sunarak konuştu. "Hastaneye geliyordu sürekli." diye açıkladı.
Doğuş doktor sanki ameliyattaymış gibi bir ciddiyetle yemeğini yiyordu. "Bir şey soracağım siz doktorlar olduğunuz için mi böyle bir arada toplanıp yemek yiyorsunuz?" diye sorduğumda bakışların üzerime çekildiğini hissettim.
Adını bilmediğim bambaşka bir adam konuştu. "Hayır. Ben ve bazılarımız laboratuvardan, başka alandan olanlarımız da var." dedi. Gerçi doğru, Ağan'da laboratuvardandı.
"Peki neden burada toplanıyorsunuz?" diye sordum. Aynı kişi tekrar cevap verdi. "Toplanmıyoruz? Yemeğini alan gelip oturuyor." Bir anda kaşlarımı çatarak sorularımı cevaplayan adama baktım. "Senin adın ne?" diye sordum merakla. İsimler önemlidir benim için.
Sıkkın bir ifadeyle nefes verdi. "Söylemesem?" diye sordu. Başımı iki yana salladım. "Yok ya! Dalga geçecek halim yok ya!" dememle masadaki birkaç bakışı üstümde hissettim. İsmiyle dalga geçtiklerimin bakışlarını...
"Döndü." dedi ifadesizce. Yüzümde anlamsız bir sırıtış oldu. "Kim döndü?" diye sorunca masadakilerin bazıları kıkırdamıştı.
Adam bana ciddiyetle baktı. "Adım Döndü." diye açıkladı. "Senin adın Döndü." dedim aydınlanmış gibi. Adam başını salladı. "Tam dalga geçmelik!" dedim neşeyle.
Doğuş doktor bana döndü. "İnsanların adıyla dalga geçmeyi kessiniz mi?" diye sordu. Kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Sana ne be! Doğuş çay! Hem isimleri gayet güzel. Sadece biraz değişik." dedim gülmemek için kendimi tutarken.
"İnsanların isimleriyle dalga geçerken kendi isminizi de unutmayın." diye fısıldadı sakince. Kaşlarım bu sefer daha derince çatıldı. "Çiçek gibi ismim var be! Neyi kötü benim ismimim?" dedim sinirle.
Yavaşça nefesini verdi. "Kötü demedim. Sadece biraz değişik." dedi kelimeleri bastırarak. Önüne dönmesiyle ifadesi saniyeler içinde solmuştu. Gözlerimi devirerek saçlarımı savura savura önüme döndüm. Bakışlarım direkt Döndü'deydi. "Nasıl döndüm ama?" diye sordum muzip bir sesle. Sıkkınlıkla nefes verip başını başka yöne çevirdi. Aslında esprilerime farklı bir yerden baksalar, sadece gülseler bu kadar gergin olmayacaklar.
Başımı Kenan baş hekime çevirdim. "Siz esprilerimden rahatsız mısınız?" diye sordum. Adam başını iki yana salladı. "Hayır. Rahatsız olmuyorum." dedi kibar bir sesle. Zafer kazanmış gibi sırıttım. "Bu yüzden sadece sizin İsminizle dalga geçmeyeceğim. Zaten isminizle dalga geçecek bir şeyde bulamadım isminizle." dedim kendi kendime der gibi.
Başımı Esma'ya çevirdim. "Bu adam çok karizmatik geliyor be!" diye fısıldadım. Esma gözlerini büyüttü. "Yuh! Kenan baş hekim otuz dokuz yaşında!" dedi dehşetle. "Sugar daddy." diye mırıldandım. "Manolya Hanım!" diye bir nida çıktı yan tarafımdaki Doğuş çaydan.
Yüzümü buruşturdum. "Sanki adama nikah kıyacağım dedim! Adam karizmatikmiş sadece onu dedim." dedim ifademi masuma çevirerek. Esma rahatlar gibi nefes verdi. "İyi bari." dedi ve önüne döndü.
"Siz niye artık her yemekhaneye geldiğimde burada oluyorsunuz?" diye sordu Doğuş doktor. Başımı ona çevirdim. Sıfır ifadeyle robot gibi bakıyordu. "Sana ne be? Canım buraya gelmek istiyor belki." diye çemkirdim. Robottan farksız ifadesiyle cevap vermeden önüne dönmüştü. O ifadesini artık küfür olarak algılamaya başlamıştım.
Doğuş Doktor oturduğu yerden kalkıp elini bana uzattı. "Gelir misiniz?" Ona imalı bir şekilde gülümseyerek ne oldu? dercesine göz kırptım..
Masadakilerin çoğu Doğuş doktordaydı. Kalkmamla Doğuş Doktor dikkate kolumu tutarak bakışlarını rahatsız oluyor muyum diye bende gezdirdi. Bizi çıkışa doğru ilerletmeye başladığında peşimizden Esma'da kalkıp geldi.
Doğuş doktor beni danışmaya kadar getirdiğinde durdu ve elini kolumdan çekti. "Neyse Manolya Hanım..." deyince gözlerimi ona diktim. "Gideceğim ben!" Başını salladı. "Peki." Dedi ve bir adım geri gitti. "Müsaadenizle ben odama gideceğim." dedi ve geri adımlar attı. Biraz ilerledikten sonra dönüp hızlı adımlarla çıkmak için merdivenlere ilerledi.
Esma benim aksime daha normal bakıyordu. Kaşlarım kalktı. "Normalde de böyle mi?" diye sordum. Gözlerini kıstı. "Normal Doğuş hoca. Bence sana farklı geldi." dedi düz bir sesle. Başımı salladım. "Hem agresif, hem kibar." diye mırıldandım. Arkasından bakarken iç çektim. "Hem de yakışıklı, kaslı, çekici, soyadı da Çekici..." Esma'nın şaşkın bakışlarıyla nefesimi vererek önüme döndüm.
Esma sıkıntıyla iç çekti. Dertli gibi çektiği iç dikkatimi çekmişti. Omzumla omzunu dürttüm. "Neyin var hayırdır?" diye sordum. Bakışları geri bana çevrildi. "Hiç. Sadece ev arkadaşım akşam yok. Evde tek sıkılacağım." dedi. Tek olmak o kadar sıkıcı bir şey değildi ki. Ben her gün yalnızdım.
Kaşlarımı çattım. "Yani? Hem bu sıkıcı mı ki? Çok sıkılıyorsan bir kedi yada köpek al. Çok güzel dost oluyor onlardan." dedim gülümseyerek. Omuz silkti. "Yok ya. Dostlarım var. Sadece evde tekim bugün ondan bahsettim." dedi. Herkesi kendim gibi sanmamalıydım.
Aklıma gelen fikirle gözlerim heyecanla açıldı. "E bana gel bugün." dedim heyecanla. Kaşlarını kaldırdı. "Emin misin? Yani rahatsızlık vermeyeyim?" dedi çekinir gibi.
Koluna hafifçe vurdum. "Saçmalama! Rahatsızlık verecek olsan çağırır mıyım? Hadi gel beraber takılırız." dedim heyecanla. Heyecanımı görünce gülümsedi. "Çok tatlı heyecanlanıyorsun." dedi.
"Gelecek misin?" diye sordum. Kararsız kalmış gibi yüzüme baktı. "Hadi be! Film falan izleriz! Bugün yapamadığımız dedikoduyu yaparız! Sana kurabiye yaparım! Köpeğim var onunla oynarız." dedim heyecanla. Gülümseyerek başını salladı. "Aman kurabiye kalsın da." diye mırıldandı gülerek.
"Ne zaman gelirsin? Sana konum atarım eve gidince." dedim. "Akşam gelirim." dedi kısaca. Başımla kapıyı işaret ettim. "Ben gideyim o zaman."
Telaşla elini kapıya yönelen beni durdurmak için kaldırdı. "Bekle! Numaran bende yok." diyerek seslenince dönüp ona doğru yaklaştım. Uzattığı elini aldım ve danışmanın orda ki bir kalemi kaparak da avcunda bir bölgeye numaramı yazdım. "Çaldır ama bak." diye tembihleyince gülerek başını salladı.
Başımı bizi gizli gizli dinleyen Sultan'a çevirdim. "Sende gel istersen. O kadar dinledin ayıp olmasın." dedim alayla. Sultan utanıp gibi başını bilgisayarına çevirdi.
Hastane çıkış kapısına doğru ilerledim.
🌺
Tavadaki patatesleri sıçrayan yağlar yüzünden zar zor çıkarıp tabakların köşesine yerleştirdim. Pişen köftelerin yüzünü çevirdim. Köfte patates en sevdiğim yemekti.
Pişmiş olan köfteleri de tek tek tabaklara yerleştirmeye başladım. Köfteler harika bir şekilde pişmiş, mükemmel ve leziz görünüyorlardı.
Köfteleri düzenli bir şekilde tabağa dizdikten sonra tabakları alıp salona ilerledim. Tabakları salondaki yemek masamın üzerine düzensizce yerleştirdim. Düzene gerek yoktu açıkçası. Her zaman böyle yerdim.
Çalan zille beraber heyecanlandığımı hissettim. Neden heyecanlanıyordum ki? İlk defa biriyle beraber gerçekten arkadaş gibi bir akşam geçireceğim için olabilir.
Heyecanla koşarak kapıya ilerledim. Zil bir kere daha çaldı. Elimi kapının koluna atıp kapıyı açtım. Esma elinde bir baklava poşetiyle duruyordu. Üzerinde bebe mavisi bir gömlek, altında bol rahat bir siyah kot pantolon vardı.
Onu süzdüm. "Esma keşke hemşire formalarınla gelseydin de bunları giymeseydin. Bunlar ne kezban gibi?" dedim yüzümü buruşturarak. Anlaşılan bir gün bu Esma'ya stilistlik yapmam gerekiyordu.
"Ev arkadaşım giderken kıyafetleri de götürmüş sanırım. Anca bunları buldum." dedi rahatça. Kaşlarımı çattım. "Sen bu ev arkadaşını evden at bence." dedim. "Neyse ne giydiysen giydin önemli olan için." dedim kısık bir sesle.
Esma'nın kaşları kalktı. "İçin?" diye sorunca. "Ne fesatsın! İç, kalp, masumluk! Doğuş çay gibi uzaylı olmamak!" dedim sitemli sesimle. Esma anlamsızca bana baktı. "Doğuş hoca ne alaka?" diye sordu. Omuz silktim. "Ne bileyim ya aklıma o geldi." dedim umursamazca.
Beyaz spor ayakkabılarını çıkarıp içeriye girdi. Kısaca bir hoş geldin sarılması yaptık. Elimle salonun kapısını gösterdim. "Yemek yiyelim. Aç mısın?" Başını hevesle salladı. "Kurt gibi hem de!" dedi. Sırıtarak ona baktım. "Aç olmasaydın köfteleri kızarttığım tavaya seni de atacaktım zaten. O kadar emek verdim. Valla döverdim seni."
Elindeki baklava poşetini kaldırdı. "Baklava aldım bize!" dedi. Poşeti elinden aldım. "Fıstıklı mı bu?" diye sordum kutunun köşesinden bakmaya çalışırken. "Cevizli." dedi. "En ucuzunu da almış." diye mırıldandım.
Esma güldü. "Kola da alabilirdim!" dedi sitemle. Onu takmadan mutfağa ilerledim. Baklavayı poşetiyle beraber mermere bırakırken bağırarak Esma'ya seslendim. "Sen salona geç masaya otur ben geliyorum!"
Kola doldurduğum bardakları alıp salona hızlı adımlarla salona ilerledim. Tam kapıdan girecekken yere kola damladı. Damlayan kolayı çorabımın altıyla silip geri yoluma devam ettim. Bence bunu yapan tek ben değilim.
Esma tabağını incelerken bende kolaları masaya bırakıp yerime geçtim. "Hayırdır beğenemedin mi? Benim en sevdiğim yemek bu. Patateste en sevdiğim sebze." Göz ucuyla bana baktı. "Hayır bende çok severim." dedi ve çatalını alıp patatesle yemeğine başladı. Bende çatalımı alıp yemeğe başladım.
Yemeği yerken bir yandan Esma'ya bakışlar atıyordum. "Dedikodu yapacağız dedin. Hadi yapalım." dedi iki patatesi ağzına atarken.
Yemeğimi yerken dirseğimi masaya dayayıp çenemi de avcuma yerleştirdim. "Bana hastaneyi anlatsana." dedim. Bir köftenin yarısını ısırdım. Esma bir patates daha ağzına atarken konuştu. "Hastane mi? Doktorları olmasın o?" dedi muzip bir sesle.
Köftemin yarısını da ağzıma atarken cevap verdim. "He işte o yakışıklılar. Anlatsana biraz." dedim ciddiyetle. Kaşlarını kaldırdı. "Peki. Kimden başlayayım istersin?" diye sordu. Kolamdan iki yudum aldıktan sonra cevap verdim. "Uzman Doktor Doğuş Çekici."
Zaten beklediği cevabı almış gibi gülümseyerek başını salladı. "Doğuş doktor. Soyadı Çekici." Sahte bir şaşkınlıkla gözlerimi büyüttüm. "Aa! Öyle miymiş? Ben Batış İtici sanmıştım." dedim alayla.
Gülerek gözlerini devirdi. "Neyse devam ediyorum. Otuz yaşında-" devam edecekti fal taşı gibi açılan gözlerimi görünce durdu. "Yemin et! O adam mı otuz?" diye sordum şaşkınlıkla.
Anlamsızca bana bakarken başını salladı. "Oha! Hiç göstermiyor ki." dedim şokla. Esma gülmeye başladı. "E bende yirmi iki yaşıma gireceğim yakında." dedim kendi kendime.
Esma'nın gülmeleri şiddetlenmişti. "Sen ne alaka? Bu arada o da yaş olarak tam girmedi diye biliyorum. Aslında 31 yaşı." dedi gülmelerinin arasından. Kolamdan iki yudum alıp konuştum. "Hiç. Ben herkesle aramdaki yaş farkına dikkat ederim de ondan." diye mırıldandım.
Esma yemeğine tekrar devam ettiğinde bende ettim. "Neyse sen devam et." dedim düz bir sesle. "Tamam. Uzman doktor. Üniversiteyi Harvard'da okumuş." deyince gözlerim tekrar açıldı. "Harvard mı? Hatay falan diyecektin bence sen?" diye sordum şaşkınlıkla. Esma tekrar gülmeye başladı. Artık sinirimi bozuyorsun ama Esma.
"Adama bak be! Ben beyinsizdir falan diye düşünmüştüm." dedim kendi kendime. "Ay Manolya ya!" dedi gülmelerinin arasından. Koluna vurdum. "Ya yeter bir gülme! Şu an ciddi bir dedikodu yapıyoruz." diye uyardım.
Gülmesini kesmeye çalıştı. "Ne demiştim..." diye mırıldandı kendi kendine. Ardından hatırladı ve tekrar konuştu. "Harvard demiştim. Sonra, Annesi Türk, babası İsveçli. Ailesi falan İsveç'te yaşıyor. Türkiye de sadece teyzesi var." dedi sakince. Şaşırmaktan yorulmuştum.
"Melez mi yani? Vay anasını öküz adam, hem Harvardlı , hem İsveçli, hem de Türk." diye mırıldandım şaşkınlıkla. "Sen o öküz konusunda daha çok yanılacaksın." dedi gülmemek için kendini tutarken. Dehşet bir ifadeyle Esma'ya baktım. "Esma lütfen bir şeyi daha kaldıramam artık. Uzaya falan da çıktı deme sakın." dedim sinirle.
Gülerek başını iki yana salladı. "Yok yok. Çok kibar ve centilmendir diyecektim." dedi. Kolamdan iki yudum aldım. "O kibarlık bana neden olmuyor?" diye sordum alayla. Aslında bana karşı hiçbir kabalığı yoktu. Hatta sanırım tam tersi bile. Sanırım sadece onu gömmeye çalışıyordum.
Bir köfteyi ağzına atarken cevap verdi. "Aslında sen fark etmiyorsun. Sana hiçbir zaman kaba davrandı mı?" diye sordu. Bir cevabım yoktu. Esma tekrar konuştu. "Kadınlar bu yüzden ona hastadır. Yani hastası çoktur." dedi göz kırparak.
Kaşlarım çatıldı. "Allah Allah! Öyle mi? Bizde doktor değiliz ama bizimde hastamız çok." dedim saçımı arkaya atarak. Esma tek kaşını kaldırdı. "Şu an niye tripe girdin ki?" diye sordu anlamsızca. İnan bende bilmiyorum.
"Tamam, devam et." dedim umursamadan. Başını sallayarak devam etti. "Aşırı pimpiriklidir. Düzenli olarak spor yapar, sağlıklı beslenir, kendince idealleri vardır ve işinde baya başarılı profesyonel bir Uzman Doktor." dedi. Esma bile onu anlatırken hayranlık dolu bir sesle anlatıyordu.
"Robot mu peki? Bunu gerçekten merak ediyorum. Onun genlerde var mı bir yapaylık?" diye sordum ciddiyetle. Esma güldü. "Yani yeni hastanede çalışmaya başladığım zamanlar bende öyle düşünüyordum. Ama öyle değil. İnsan gerçekten."
Esma tekrar konuştu. "Doğuş Doktor her zaman çok medenidir. Her durumda. Sinirliyken bile. Sakindir ve ne konuştuğunu iyi bilir." dedi hayranlıkla.
Gözlerimi kıstım. "Peki hiç sevgilisi falan olmuş mu?" diye sordum. Bunun cevabını bilsem de yine de sormuştum. "Bildiğim kadarıyla hayır." dedi karasız bir sesle.
"Peki hiç takıldığı kız oldu mu? Hastası falan?" bununda cevabını biliyordum. Başını iki yana salladı. "Asla. Doğuş doktor hastalarıyla Doktor-Hasta ilişkisi dışında hiçbir şey yaşamaz." dedi ciddi bir sesle.
İfadesizce başımı salladım. Üzülmüş müydüm? Üzülmüş olamazdım değil mi? Salak mıyım niye üzüleyim buna?
"Tamam o zaman şu Doğuş çayın konusunu kapatalım." dedim patatesimden iki taneyi ağzıma tıkarken. Esma başını salladı. Gözlerimi kısarak tekrar Esma'ya döndüm. "Sen onun ne zamandır tanıyorsun?" diye sordum. Sözde Doğuş çay konusunu kapatacaktık.
Patateslerini yerken konuştu. "Yaklaşık iki yıldır." dedi gözlerini kısıp hesaplamalar yaparken. "Hiç kavgası falan oldu mu? Ne bileyim böyle adam döverken falan gördün mü hiç?" diye sordum tek kaşımı kaldırarak. Oldu olacak gbt de baktırayım.
Esma kıkırdadı. Kolamdan iki yudum alırken kaşlarımı çattım. "Niye güldün? Ne oldu?" diye sordum. Benim gibi kolasından iki yudum aldı. "Sen şimdi öyle deyince bir komik oldu. Çünkü onu hiç kimse kavga ederken görmedi. Ben iki yıl boyunca hiç görmedim. Olayları çok umursayan ya da takıp büyüten biri değil. Şiddet asla! Karşıdır bile." dedi.
"İnsan kılıfında bir robot yani." diye mırıldandım. "Ama mükemmel bir insandır." diye ekledi Esma. Yüzüm buruşturdum. "Tamam be! Sen buraya hocanı övmeye mi geldin?" diye sordum sinirle. Güldü. "Anlat dedin anlattım ne yapayım?" diye sordu.
Kar salona girmiş ve salonda dolaşmaya başlamıştı. Esma omzu üstünden Kar'a baktı. "Aa! Ne kadar tatlıymış köpeğin." dedi neşeyle. Gülümseyerek başını salladım. "Evet. Benim kızımdır. Çok akıllı, zeki, annesi gibi, yani benim gibi mükemmel bir köpektir. Övünmek gibi olmasın." dedim övünerek.
Esma gülerek başını iki yana salladı. "Öyle." diye mırıldandı. "Hiç öyle deyip geçiştirme. Amerika başkanı Obama bile köpeğimi istedi ben vermedim." dedim saçımı geriye savurarak. Esma sırıttı. "Yalnız o eski başkan." dedi gülememek için kendini tutarken. Omuz silktim. "Bende seni denemek için demiştim zaten. Aferin demokrasi bilgin iyiymiş." diye yalan söyledim umursamazca.
Tam bu sırada mutfaktan bir patlama sesi duyuldu. İkimizin de ağzından küçük bir çığlık çıkıverdi.
Ne ara masanın altına geçmiştik?
"O ses neydi? Evinde dinamit mi var?" diye bağırdı Esma. Aklıma ocaktaki düdüklüm gelmişti. "Düdüklü!" dedim yüksek bir sesle.
Masanın altından çıkıp koşarak mutfağa ilerledim. Peşimden de Esma geliyordu. Şaşkınlıkla patlamış düdüklüme baktım.
Bakışlarım etrafa dağılan, duvarlara dağılan mercimeklere kaydı. Tam bu sırada zil telaşla çalınmaya başladı. Esma mutfağa girerken bende kapıyı açtım. Endişeli gözlerle bakan bir adet Doğuş çay.
Beni gördükten sonra rahatla gibi nefes verdi. "O ses buradan mı geldi?" diye sordu. Başımı salladım. "Ne sesiydi o?" diye sordu kaşlarını çatarak.
Yukarı merdivenlerden gelen terlik sesiyle anladığıma göre Menekşe hatunda buraya teşrif etmek üzereydi. "Düdüklü patladı." dedim açıkça. Kaşları derince çatıldı. "Ne? Düdüklü mü?" diye sordu anlamsız bir sesle.
Menekşe teyze de yanımıza teşrif etti. "Kızım! Neydi o ses?" diye sordu. Elimle içeriyi işaret ederek konuştum. "Düdüklü patladı." dedim aynı cevabı vererek. Kadının kaşları kalktı.
"İyi bari her yere sıçramamış!" diye mutfaktan gelen Esma'nın sesi. Doğuş doktor şaşkınlıkla bana döndü. "Esma mı o?" diye sordu. Başımı onaylayarak salladım.
"O ne alaka?" diye sordu anlamsızca. "Ay ben hiçbir şey anlamadım be kızım. Ne olmuş şimdi düdüklü mü patlamış?" diye sordu Menekşe teyze. "Evet, teyze düdüklü patlamış." dedi Doğuş Doktor.
"İzninizle bakmam gereken bir düdüklü var." dedim gülümsemeye çalışırken. Menekşe teyze başını sallayarak evine gitmek için yukarı merdivenlere ilerledi.
Tam geri çekilip kapıyı kapatacaktım ki Doğuş doktor eliyle kapıyı kapatmamı engelledi. Öyle bir tutmuştu ki kapıyı milim oynatamıyordum. Harvardlı komşuma bak sen.
"O düdüklü nasıl patladı?" diye sordu gözlerini kısarak. Alayla gülümsedim. "Patlayan düdüklüm hakkında soruşturma da açalım mı?" diye sordum alayla.
Bana dümdüz baktı. Hala cevap bekliyordu. Derin bir nefes aldım. "Unuttum oldu mu? Unutmuşum ocakta düdüklü olduğunu." dedim. Bir şey demeden elini kapıdan çekti. Kapıyı İsveçli, Harvardlı, Uzman doktor, centilmen Doğuş çekici çayın yüzüne kapatmıştım.
Mutfağa ilerledim. Esma yemek masasının bir sandalyesini getirmiş, üzerine çıkmış tavandaki mercimek çorbasının mercimeklerini çıkarıyordu.
"Hayır ben nerede hata yapıyorum acaba? Aslında çok güzel yemek yaparım..." dedim kendi kendime. Elime bez alıp duvara yapışan mercimekleri silmeye başladım bende.
"Dedikodumuz bitmesin sen anlatmaya devam et." dedim. Esma'nın güldüğünü duymuştum. "Düdüklüde patlasa dedikodumuz bitmez diyorsun." dedi gülerek.
"O zaman Arat hocayla devam ediyorum." deyince başımı salladım. Bezimi güzelce ıslattım. "Yirmi sekiz yaşında. Yeni Uzman doktor oldu sayılır. Hastanenin en laubali doktorudur. Herkesle samimidir. Hastalarla bile fazlasıyla samimi." dedi. Islattığım bezle duvardaki mercimekleri hızlıca silmeye devam ettim.
"Bazı rivayetlere göre, bazı hastalarıyla ilişki yaşadığı söylenir." dedi ciddiyetle. Bunu geçen gördüğüm görüntüyle onaylıyordum.
"Hastanenin genel olarak en sevilen doktorları arasında yerini her zaman korumuştur." dedi. Bunları son derece ciddiyetle anlatıyordu.
"Fatih. Yirmi sekiz yaşında. O da Arat hoca gibi yeni Uzman Doktor oldu sayılır. Herkesle laubali değildir, ama Doğuş Doktor gibi de değildir." dedi düz bir sesle.
"Fatih hoca demen gerekmiyor muydu?" diye sordum imayla. "Ya unutmuşum, Fatih hoca işte." dedi geçiştirmek ister gibi.
"O turuncu Van kedisi de yakışıklı ha." dedim imalı bir sesle. Güldüğünü duymuştum. "Hastanenin çoğu doktoru yakışıklıdır." dedi umursamaz çıkarmaya çalıştığı sesiyle.
"Öyle canım! Bunu kanıtlamak için yemek haneden içeriye girmek yeterli." dedim. Esma'nın tekrar güldüğünü duymuştum.
"Başka merak ettiğin var mı? Herkesi tek tek anlatırsam baya uzun sürer çünkü bir sürü doktor ve personelimiz var." dedi. "Ufuk?" diye sordum. "Ay yılan!" diye bir mırıldanma duymuştum. "Nerde?" diye sordum irkilerek. "Yok Manolya, Ufuk hocadan bahsettim." dedi gülerek.
"Tamam ya." diye mırıldanıp duvardaki mercimekleri silmeye devam ettim. "Neden öyle dedin ki?" diye sordum.
"Hastanenin tartışmasız en sinsi doktorudur. Ve magazincisi gibi bir şeyidir. Doğuş hocayla birbirinden nefret ederler. Şeytan gibi bir şey be o. Kendini mükemmel sanan bir doktor." dedi ciddiyetle. Anladığım kadarıyla Harvardlı hocası gibi Esma'da onu sevmiyordu.
"Geçen de Arat için magazinci denmişti." dedim. Esma ciddiyetle tekrar konuştu. "Onu unut. O Ufuk'un yanında melek kalır. Ufuk hoca her zaman Doğuş hocayı geçmek için çabalar. Doğuş hocanın onu pek taktığı sayılmaz ama." dedi.
Başımı salladım. "Peki o da mı Uzman doktor?" diye sordum. Başını salladı. "Yirmi dokuz yaşında. geçen yıl uzman doktor oldu." dedi.
Bir anda vücudumda garip bir ağırlık hissetmeye başladım. Avuç içlerim terden kaynar su gibi ısınıyor, adeta yanıyormuş gibi hissediyordum. Bu ter tıpkı küçük ırmaklar gibi avuçlarımdan alnıma, hatta kollarıma doğru akıyordu.
Gözlerim kısılırken etrafımda bulanıklık ve netlik arasında gidip geliyordum. Esma sanki suyun altındaymışım gibi duyuluyordu, kelimeleri anlaması imkansızdı. İçimde bilmediğim bir acı vardı, sanki bedenim bir anda yabancı bir şey tarafından sarılmış gibi hissediyordum. Bu patates alerjim olamazdı, daha önce hiç bu kadar etki göstermemişti.
Boğazımı saran yanma hissiyle birlikte Esma'nın sesi biraz netleşmeye başladı. Telaşla "Manolya, iyi misin?" diye soruyordu sürekli. Ellerini bedenimde hissettim, sanki bir ışık huzmesi gibi. Sesindeki endişe, kulaklarımda uğuldayan bir şarkı gibi yankılanıyordu.
Bölüm burada bitiyor!
Bölümü beğendiniz mi?
Manolya'nın gizli hastalığı hakkındaki detaylar gittikçe ortaya çıkacak. Siz hastalığı hakkında ne düşünüyorsunuz?
En sevdiğiniz kısım neresi?
Bana yıldızdan oy ve yorum atarak destek olursanız bölümleri daha hızlı yüklerim💖
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere 🤍
Ig: dilek.wt
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top