39.BÖLÜM : BOŞLUKTAKİ KALP
🌺
İçimde derin bıçak izleri oluşmuştu. O bir bıçak yemişti. Fakat ben onuna beraber yüzlerce bıçak yemiş gibiydim. Acı anlatılmaz, o görüntü asla unutulmazdı. Hiç anlamadığım hisleri onunla o anın içinde anladım. Canını acıtmışlardı, onu kanatmışlardı.
İçimin en derinliklerinden hissettiğim acı bütün bedenime etki ediyordu. Hastalığımı da tetikliyordu. Fakat şu an o bile hislerime engel değildi. Bedenimdeki, hastalığımın acısına bile odaklanamıyordum. Tek dileğim, tek gördüğüm oydu.
Yüreğim onun korkusuyla deli gibi çarparken bu görüntü git gide acı verdi. Anın her bir saniyesinde korku, endişe beni sardı. Gözümden düşen yaşlarla bile uğraşmıyordum. Yaşlar indikçe iniyor boynuma kadar ulaşıyordu. Kirpiklerim ıslanmış, Gözlerim kızarmış, kalbim de onun gibi kanıyordu.
Eli gözümden indiğinde bilincinin yok olduğunu görmüştüm. Kendimi, doktorlara bir şey olmaz diyerek avutmaya çalışsam da bir tarafım ihtimalleri düşünüyordu. O, bir taraf beynim oluyordu. Beynim ihtimalleri düşünürken, kalbim sadece onun doğrusunu haykırıyordu.
Gözleri kapalıydı bu acı vericiydi. Can yakıcı ve yürek sızlatıcıydı. Göz kapakları zeytin gözlerini örtüyordu bu kalp yakıcıydı. Saçlarıyla aynı renkte olan uzun kirpikleri göz altına iniyordu bu çok acıtıcıydı.
O bunu hak etmiyordu. O böyle olmayı hak etmiyordu. Bakışlarım karnına saplı olan bıçağa kaydı. Onu çıkaramazdım. Bıçakla bakışırken dudaklarımın arasından sesli bir hıçkırık koptu. "Özür dilerim...özür dilerim...özür dilerim....çok özür dilerim..." Beynimde bir sürü ses yankılanıyordu. Ruh hastasına dönmüş gibi hissediyordum.
Hıçkırdığımdan bakışlarım dikkatle bez tutmaya çalıştığım yaradan dolayı kana bulanmış bezde gezindi. "Uyan. Benim sana ihtiyacım var. Bu hikayede biri ölecekse o ben olacaktım, sen değil! Doktorsun sen..." Başımı eğmemle göz yaşlarım onun kanlı gömleğine düştü.
Bir damla gözyaşı daha düştü, ince bir çizgi halinde yanaklarından aşağı kayarak onun acısını yere düşürdü. Bu gözyaşları, onun içindeki derin acının bir yansıması gibi görünüyordu. Ve ben, bu acıya tanık olmak, ona destek olamamak, içimdeki çaresizlikle kavruluyordum.
Elleri sakince yan yatıyordu, herhangi bir çaresizlik veya umutsuzluk belirtisi taşımıyordu. Belki de bu, onun içindeki güçlü ruhu ve dayanıklılığını temsil ediyordu. Gözleri kapalı olmasına rağmen, bu anın üstesinden gelmeye kararlı gibi görünüyordu. Onun kararlılığı ise yine bana umut oluyordu.
O anın her saniyesi, bir sonsuzluk gibi hissettiriyordu. Kalbim, onun için atarken, ben de onun yanında durmaya kararlıydım.
Gelen sesle bakışlarım ondan ayrılmadı fakat kaşlarım derince çatıldı. Kapıyı kilitlemiş, ambulansı çağırmıştım. Fakat dışarı çıkıp kapıyı kilitlemek yerine kendimde içerdeyken kilitledim. Muhtemelen Gökden Dinçer odadan sonunda çıkmıştı. Ona karşı nefretim artık tahminimden çok daha büyüktü. Ona karşı beslediğim tek duygu nefretti. Acımasızlıktı. Artık sadece bunlardı.
Yavaşça ayağa kalktığımda arkamdan gelen sesini duydum. "Seni onun yanına göndereceğim Manolya çiçeği, hazır mısın?" Bir şey demeden ona da bakmadan mutfağa girdim. Yüzümde hiçbir ifade yoktu ama darmadağınıktım. Aldığım parlak cismi gösterip göstermeyi umursamadan mutfaktan çıkıp onu göğsünden ittiğim gibi yere düşürdüm. Öfkem, hislerim, acıların nasıl bir güce dönüştüyse koca adamı tek itişimle yere sermiştim.
Parlak cismi kaldırdığım gibi düşen göz yaşımla beraber kalbine sapladım. Gökden Dinçer'in suratında şok ifadesi oluşurken bunu umursamadan bıçağı kaldırıp üst üste tekrar saplamaya başladım. Ona zarar vermişti. Onu kanatmıştı. Hayatımda ki en önemli tek insanı incitmişti.
Şu an bedenim tamamen hislerimin, kalbimin esirinde gibiydi. Onun yönlendirmesiyle hareket ediyor gibiydi. Kalbim ağrısı arttıkça bıçağı daha sert ve daha hızlı sapladım. Gökden Dinçer kalakalmıştı. Gözleri açık öylece kalmıştı. Hıçkırdım bir kere daha sapladım. Her hıçkırığımda bir kere sapladım. Kan, bıçağın etrafında birikirken, ben daha fazla durmam gerektiğini düşünmedim. Aksine, bıçağı daha sert ve daha hızlı bir şekilde saplamaya devam ettim.
Her nefes aldığımda, kalbim daha hızlı atıyor, adeta bir ritim tutturuyordum. Gökden Dinçer'in bedeni titriyordu, ancak ses çıkaramıyordu. Her hıçkırık, bıçağımın etkisini daha da artırıyordu. Her bir saplama, beni daha da tatmin ediyor, bedenimin bu karanlık dürtülerine boyun eğmemi sağlıyordu.
Beni durduran şey gelen ambulans sesiydi. Bıçakla kalakalmışken başımı kaldırıp karşımdaki duvara baktım. Ambulans sesi yükselirken hemen oturduğum yerden kalktım. Ellerim kana bulanmıştı fakat ben bunu umursamadım. O an içime ekstra güç doğmuş gibiydi. Gökden Dinçer'i kollarından tutup odaya çektim.
Hızla onu yatağın arkasına bıraktıktan sonra ondan uzaklaşıp odanın çıkışına ilerledim. Kapıya ilerken bakışlarım aynaya kaydı. Duraksadım ve dönüp aynaya baktım. Yüzümde kan damlalarının arasında yeşim gözlerim. Bakışlarım kan damlalarında gezindi. Ardından yavaşça titreyen ellerimi kaldırıp kana bulanmış ellerime baktım. Doğuş Çekici ve Gökden Dinçer'in kanının bulunduğu ellerime baktım. Ellerim delicesine titremeye başlamıştı. Yutkunamadım. Kafamın içinde yine yüzlercesine sesi duymaya başladım.
Daha fazla dayanamayarak aynadan bakışımı çekip odadan kapıyı kilitleyerek çıktığımda başım dönmeye başladı. Kaşlarım çatılırken tekrar yutkunmaya çalıştım. Sesler çoğaldı ve sanki uzaktan bana yaklaşıyor gibiydi. Git gide sesler yaklaşıyor ve çoğalıyordu. Kulağımda bir çınlama hissettiğimde yüzüm buruştu. Sesler ve çınlama karışırken kanlı ellerimi kulaklarıma bastırarak sesleri susturmaya çalıştım. "Susun! Susun!"
Ellerimi kulaklarım daha sert bastırdım. Sesler yerine babamdan yüzlerce ses bana fısıldamaya başladı.
"Manolya çiçeği..."
"Sen babanı öldürecek kadar kötüsün, Manolya çiçeği..."
"O adamı hak etmedin, Manolya çiçeği..."
"Sende ölmelisin, Manolya çiçeği..."
"Anneni öldürdüğün gibi şimdi de babanı öldürdün. Bu dünyadaki en kötü evlatsın, Manolya çiçeği..."
"Oyunun sonu henüz gelmedi, Manolya çiçeği..."
Sesler Doğuş Çekici'nin sesine çevrilmeye başladı.
"Senin yüzünden, çiçeğim."
"Senin yüzündendi, çiçeğim."
"Bu hikayede ölmesi gereken sensin, çiçeğim."
"Yap hadi. Benim için yap, çiçeğim."
"Dö min blomma." Öl çiçeğim.
Hıçkırıklarım artarken nefes alış verişim hızlandı. Göğsüm hızlı hızlı inip kalkıyordu. "Doğuş..." Gözlerimden akan yaşlar durmaksızın devam ederken göğsümün sıkıştığını ve kafamdaki seslerin farklı seslerle de karışıp çoğaldığını ve o seslerin hep beraber bağırdığını duydum. Ellerim kulaklarımdayken yüksek sesli bir çığlık attım.
Ellerimi kulaklarımdan çekip hızla mutfağa geçip bir bıçağı da kendim için aldım. Doğuş'un yanına geçtiğim gibi bıçağı kalbime yasladım. "Tamam Doğuş...sen yeter ki iste sevgilim." Sesim fısıltıdan da kısık çıkmıştı. Hazırlanmaya çalıştım. Beynimdeki seslerden kurtulmak, Doğuş'a odaklanmak istedim. Sadece onu istedim.
Bıçağı daha sert bastıracaktım ki hastalığımın gücü bir anda beni etkisi altına aldı. Kalbim ağrıyla çarparken, sert bir acı bedenimi sardı. Gözlerimde ve bilincimde bir karartı hissederken ayakta durmaya çalıştım, pes etmemeye çalıştım.
Bıçak elimle beraber titrerken bilincimin yok olduğunu hissetmeye başladım. Elimdeki bıçak yavaşça yere düşerken geri sendeledim. Bakışlarım yerde bilinçsizce yatan Doğuş'a kaydı. O güç beni hapsetmeye çalışırken direnmeye çalıştım. Fakat gücüm ona yetemedi. Bedenim yere, onun yanına devrilirken başım ona taraf düştü. Yarı açık gözlerimden son görüşüm onun masumca duvara yaslanarak duruşuydu.
🌺
Ruhum da en az bedenim kadar yorgundu. Gözlerimi açacak hal kalmasa da bunu yapmak zorundaydım. Yavaşça açtığım gözlerim tavanı bulduğu an sesleri işitmeye başladım. Kolumda bazı dokunuşlar vardı. "Uyandı mı?" Hemen bir cevap, "Uyandı sanırım."
Aklımdan asla çıkmayan Doğuş için hızla bedenimi kaldırmaya çalıştım. "Doğuş!" Kolumdaki dokunuşların sahibi olan Bayar anında beni engelledi. "Dur Manolya!" Kolumdaki kesiği temizleyip sarmıştı görünüşe göre.
Bütün doktorlar buradaydı. Bu kalabalığı umursamadan tekrar kalkmaya çalıştım. İçim yanıyordu ve bu yangını söndürmezsem çok daha kötü olacaktı. O alev her tarafa yayılacaktı. "Doğuş!" Fakat Bayar ve Gümüş yine beni engellediler.
Direnişlerimi kesmememle Bayar, "Sakin ol ameliyata aldılar, dur!" diye yüksek sesle konuşunca. Duraksayıp ona döndüm. "Bir şey gerekir mi? Durumu iyi miymiş? Ne zaman aldılar? Ne zaman çıkar? En iyi doktorlar girdi ameliyatına değil mi?"
Ben sorularımın cevabını alamadan, Fatih tarafından bana doğru farklı bir soru yöneltildi. "Kim yaptı? Kimin yüzünden biz kardeşimizi öyle gördük?" diye sordu öfkeli sesiyle. Hala bir cevap almak için Bayar'a bakıyordum. Cevabı Bayar yerine Gümüş verdi. "En iyi doktorları ameliyatına soktuk. Üç saat oldu. Şu an durumu stabil ilerliyor."
Rahat bir nefes veremedim çünkü hala güvenemiyordum ve fazlasıyla korku içindeydim. "Kim yaptı!" diye Fatih'in sorusunu tazeledi Arat. Bakışlarımı onlara çevirdiğimde hepsinin bana merakla baktığını gördüm. Hepsi de üzgün ve öfkeliydi. "Babam yaptı."
Herkes beklemediği kişiyle afallarken ilk sesli tepki Gümüş'ten gelmişti. "Ne? Nasıl yani?" Bakışlarımı ona çevirdiğimde onun baba konusunu ilk anladığı için hızlı bir tepki verdiğini biliyordum. "Baban mı?" diye mırıldanmıştı Esma.
Ruhsuzca başımı salladığımda Arat konuştu. "Senin baban ölmemiş miydi?" Bakışlarım çarşaftayken mırıldandım. "Öldü." Bir sessizlik oluşurken herkes yine bana anlamsızca baktı. "Öldü mü, ölmedi mi kim yaptı ve niye yaptı?" diye sordu Fatih aceleyle. Evren hızlıca araya girdi. "Babası yaşıyor. Siz olayı bilmiyorsunuz ama sanırsam araları kötü." Bakışlarım bu sefer Evren'e dönmüştü. Koridorun ortasında boğazımı sıktığı günden bahsediyordu.
Bakışlarımı Fatih'e kaldırdım. "Babam yaşıyordu, görüşmüyorduk sadece. Kızı için kalbimi istedi. Vermek istemedim. Kızı ölünce beni öldürmek için Doğuş'un evine geldi. Doğuş beni kurtarmak isterken bu hale geldi olaylar." dedim yorgunluğumdan dolayı kısık çıkan sesimle.
Bu sefer ilk tepki Arat'tandı. "Ne?! Etrafta bu kadar olay dönüyor biz hiçbir şey bilmiyoruz! Baban gerçekten seni öldürmek mi istedi? Baban?" Başımı salladığım sırada Gümüş araya girdi. "Tamam! Daha kurcalamayın öğrendiniz. Şimdi sadece Doğuş için iyi dilekleri düşünmeliyiz."
Fatih sinirle köşedeki masaya tekme attı. "Allah kahretsin!" diye kısık sesle söylenmişti. Bakışlarında gerçek bir üzüntü vardı. Doğuş'u seviyorlardı ve onun için korkuyorlardı. Her şeye rağmen ona zarar gelince öfkeleniyorlardı.
Ani kalkışımla kimse bana engel olamadan çıplak ayaklarımla odadan hemen çıktım. Peşimden hemen kalkışlarını duydum fakat onları umursamadan eklem ağrılarıma rağmen koşarak merdivenlere ilerledim. Nefes nefese aceleyle merdiven basamaklarını hızlıca indim. Kalbimde bir çöküntü, bir boşluk, bir eksik vardı. Tam hayatımın ortasında büyük bir eksiklik vardı.
Eksi kata indiğim gibi koşarak ilerlerken ameliyathane kapılarına tek tek bakarak inceledim. "Neredesin Doğuş?!" Sesim titrerken hızlı hızlı ameliyathane kapılarına baktım. "Hangisindesin?" Bir hemşirenin ameliyathane kapısına ilerlediğini görünce hemen ona doğru koşarak kadının önüne geçtim. Kadın afallarken başını kaldırıp bana baktı. "Doktor Doğuş Çekici nerede? Hangisinde?" Kadın bana ve halime acır gibi baktıktan sonra hafifçe tebessüm etti. "Giremezsin ki."
Gözlerim dolarken başımı iki yana salladım. "Olsun. Kapıya yaklaşırım, hisseder beni. Terliklerimin sesini, adımlarımı bile tanır o." Bakışlarım çıplak ayaklarıma indi. "Terliklerim de yok ama olsun." Kadının acı dolu bakışları artarken bakışlarıyla çaprazımdaki kapıyı işaret etti. "Orada tatlım."
Aldığım cevapla hemen dönüp çaprazımdaki kapıya yaklaştım. Yaklaştıkça adımlarım yavaşladı. Bakışlarım ameliyathane yazısında ve büyük kapıda gezindi. Kapıya git gide daha çok yaklaştım. Boğazım düğümlenirken sertçe yutkunmamla bir acı hissettim. Göz yaşlarım durmuyordu. Gel Doğuş, sen yokken çizgi film karakterlerine benzemiyordum.
Halsizlik ve eklem ağrısıyla dizlerim artık pes etti. Dizlerimin üzerine düşmüşken bakışlarımı ameliyathane kapısından çekmedim. Bakışlarım boş bir şekilde kapıda durdu. Benim yüzümden bu hale gelemezdi. O zarar göremezdi. Bunu hak etmiyordu. Onun yerine ben bu hale gelmeyi tercih ederdim.
Sanırsam şimdi onu çok daha iyi anlıyordum. Ben hastalığım yüzünden atak geçirdiğim zamanlar o da böyle mi hissediyordu? Mesela halı sahadayken? Dün gece çukurdayken? Üstelik o bunu hala hissediyordu. Çünkü ben hala ölüm tehlikesi yaşıyordum. O bunu her gün, her saniye hissediyordu. Hissetmesin. Çok kötü bu. Olamaz bunu hissetmemeli.
Kolumda bir dokunuş hissettim. Beni kollarımdan kaldırıp beni kendine çevirmişti. Kenan başhekimdi. Gözlerine boş boş baktım. Bir şey söylemeden bana sarıldı. Bedenim kolları arasında ve onun göğsündeydi. Sırtımı abi sıcaklığıyla okşadı. "Üzülme desem üzülmemene engel olmayacak. Fakat Doğuş'u seviyorsan üzülme diyebilirim. Çünkü uyandığında hastalığı biraz daha ilerlemiş bir sevgili görmek istemeyebilir." Hastası değil sevgili demişti.
"Uyanacak dimi?" diye fısıldadığımda başını salladığını, başıma denen çenesinden anladım. "Evet. Onun için elimizden geleni yapıyoruz. En iyi doktorum için, en iyi doktorlarımı ayırdım." diye içimi rahatlamak ister gibi mırıldandı.
O benden ayrılınca hafifçe geri adım attım. Diğerleri de gelmişti. Hepsi durmuş sadece bekliyordu. Kapının yanına ilerleyip oraya çömeldim. Hastanenin soğuk duvarlarına yaslanmışım, bacaklarımı kendime çekip yerde çökmüşüm. Duvarın soğukluğu sırtımda hissediliyor, ama şu an içimdeki soğukluk çok daha keskin.
Saniyeler sonra yanıma biri daha geldi. Başımı duvardan kaldırıp bakmadım bile. Yanıma oturdu ve bana döndü. Bunları hissetsem de benim için bir şey ifade etmiyordu. "Babanı şikayet edelim. Ayrıca poliste senden ifade alacak, iyi olduğun zaman." dedi Gümüş.
Aklıma babamın gelmesiyle kaşlarım çatılmıştı. Ölmüştü. Gerçekten ölmüştü ve bunu ben yapmıştım. Şimdi her şey daha zordu. Ne yapacağımı bile bilmiyordum. Tek amacım sadece Doğuş'u beklemekti. "Konuşurum bir ara. Şu an ifade verecek bir halde değilim." diye mırıldandım sessizce.
Gümüş elini omzum atarak beni kendine yaklaştırdı ve başımı kendine yasladı. Temas sevmese de bunu benim için yaptı. "Yani bu işe yarar mı bilmem ama sarılmak sanırım üzgün insanlara iyi gelir." diye mırıldanmıştı. O da benim gibi üzüntülü insanları teselli etmesini bilmiyordu. Onu anlıyordum.
Esma'da gelip hemen karşıma oturdu. Elini dizime koyarak sadece beni izledi. Onun yanına da Eylül oturup bana dönmüştü. "Manolya?" dedi yeni ağladığını beli eden kızarık gözleri ve ıslak kirpikleriyle. Hem Doğuş hocası için üzülüyordu, hem de benim adıma üzülüyordu. "İyi misin?"
Göğsümün derinliklerinde bir yangın var, sanki içimdeki her hücre alev alev yanıyor. "Bu sefer mükemmel değilim Eylül." Dudaklarımdan dökülen kelimeler anlamsız gibi geliyor, çünkü artık hiçbir kelime, hissettiğim derin acıyı ifade etmeye yetmiyor.
Gözlerimden süzülen yaşlar, umutsuzluğun ve çaresizliğin birer kanıtı gibi. Onun yüzündeki o an ki hali hatırlamak, görmek, içimdeki yangını daha da şiddetlendiriyor. Gözlerimin içindeki bu karanlık gökyüzü, artık aydınlığa erişemeyeceğimiz gerçeğini yansıtıyor.
Gözlerim önümdeki zeminde geziniyor, ama gördüğüm tek şey kendi iç dünyamın karmaşıklığı. Bilinmezlik, endişe ve korku içimi sarmış durumda. Sessizlik, içimdeki karmaşık duyguları yansıtıyor gibi. Sadece duvardan yansıyan soğukluğu ve sessizliği hissediyorum.
Dudaklarımdan hiç kelime çıkmıyor, çünkü duygularımın anlatılabilir kelimelerle ifade edilmesi imkansız gibi geliyor. Sadece içimdeki çalkantıları hissediyorum. Sadece onunla aramızda olan bir bağ ve bu hisleri bu dünyada sadece o hissedebilir. O da yokken hislerimle beraber tamamen yalnızdım.
Duvarda boş boş bakarken, içimdeki karmaşa gitgide artıyor gibi. Her anın değerini ve sonucun ne olacağını düşünüyorum. Belki de hayatımın en kritik anlarından birini yaşıyorum. İçimde her şeye rağmen güvensizlik vardı. O gözünü açmadıkça bu olacaktı.
Sessizlik içimi daha da boğuyor gibi. Ne söyleyebilirim ki? Sadece bekleyip umut edebilirim. Gözlerim hala yerdeki zemini tarıyor, ama artık duvara yaslanmışken bu zeminde yansıtılan endişe ve belirsizliklerin içinde kayboluyor gibi.
Saatler geçti. Ben hep bir döngüdeydim. Döngüyü sonlandıran şey kapının saatler sonra açılmasıydı. Hemen oturduğum yerden kalkıp herkesten önce doktorun karşısına dikildim. "Doğuş nasıl?" diye bir sürü ağızdan soru yöneltilmişti.
Doktor hafifçe tebessüm ederek başını salladı. "Ameliyat başarılı bir şekilde tamamlandı. İç organlarda ciddi bir hasar bulunmadı ve kanama kontrol altına alındı. Hasta şu an ameliyatın etkisi altında ve yoğun bakım ünitesinde gözlem altında tutulacak. Bilinci açıldığında daha fazla bilgi verebiliriz. Ancak şu an için her şey yolunda görünüyor ve hastanın durumu stabil. Size daha fazla güncelleme sağlamak için buradayız ve herhangi bir sorunuz varsa sormaktan çekinmeyin." diye net bir şekilde açıkladı.
Herkes bir anda sevinirken sesler ve gülüşler geldi. Fatih ve Arat küslüğü bir kenara atarak ellerin birbirine çarpıp sıkı sıkı sarıldılar. Onlarla beraber herkes küslüğü bir kenara atıp sevinmeye başladılar. Eylül ve Esma iki yandan bana sarılınca bende yeni kavramış gibi hafifçe gülümsedim. Başarmıştı. Onda bu azim varken bırakmazdı zaten. Karnına bir bıçak saplıyken bile umudu vardı. Hep olacaktı.
Önce Arat ardından Bayar onun da Ardından Fatih sarıldı bana. Hepsinin sarılışından sonra ilk kez kendimi biraz olsun iyi hissettim. Şu her şeyin üst üste geldiği anda aldığım en güzel haber onun başarılı geçen ameliyatıydı.
Hep yaşa Doğuş Çekici. Sen hep hayatta ol.
🌺
Anahtarı çevirip sessizce içeri girdim. Doğuş ameliyattan çıkınca eve gelmiştim. Her ne kadar aklım hala olsa da, polisler gelebilir diye önce halletmem gereken işlerim vardı. Kapıyı çıkarken uğraşmamak için açık bırakmıştım.
Önce salona ilerledim. Bakışlarım yerde oturan ve bana bakan Erik'te gezindi. İyi görünüyordu. Hızla yanıma koşmaya başladığında onun kötü bir durumu olduğunu görmemek içimi rahatlatmıştı. Onun iyice inceledikten sonra işimi halletmek için hızlı adımlarla yatak odasına girdim.
Hızlı adımlarla yatağın diğer tarafına geçtiğimde Gökden Dinçer'in cesediyle karşılaştım. Bakışlarım kısaca etrafta dolandı. Onu hiçbir yere sığdıramayacağım için en mantıklısı eski halıyı kullanmaktı. Onu nasıl kaldıracağımı bilmiyordum ama bir şekil halledecektim.
Hızla büyük halıyı açtıktan sonra Gökden Dinçer'i bacaklarından çekip halının üstüne getirdim. "M-Manolya..." Gelen sesle durarak kapı tarafına döndüm. Volkan şaşkınlık içinde aralanmış dudaklarıyla bir bana, bir cesede bakıyordu. "O-onu...s-sen mi yaptın?" dedi babamı işaret ederek.
İfademi değiştirmeden başımı salladım. "Doğuş'a zarar verdi bende babamı öldürdüm Volkan. Sırrımı saklayacak mısın yoksa teslim olmalı mıyım?" diye sordum ciddiyetle. Volkan şaşkınca bana döndü. "Gerçek mi?" Bakışlarım ona cevap olunca olayı sindirmeye çalıştı. "Volkan zamanım yok." dedim çabuk seçim yapması için.
Volkan bakışlarını etrafta kısaca dolandırdıktan sonra derin nefesler alırken başını salladı. "Ne olduğunu bilmiyorum ama eminim sen haklısındır. Sana gerçekten arkadaşın olduğumu kanıtlamak adına yardım edeceğim. Ama sende bana anlatacaksın bu olay geçince." Sadece başımı salladığımda Volkan'ın bakışları cesede indi. Gözlerini birkaç kere kırpıştırarak cesede baktı. "Şaka gibi şu an ne oluyor ya!" diye söylenmişti sessizce.
Onun sindirmesini beklerken aceleyle halıyı Gökden'in etrafından sarmaya başladım. Halı tamamen sarılınca kaldırmaya çalıştım fakat bu zordu. Volkan ne yapacağını bilemez gibi bakarken yaklaşıp halının diğer ucunu tutup kaldırdı. "İnanamıyorum gerçekten..." diye anlamsızca mırıldanmaya devam ediyordu hala.
"Volkan araban yanında mı?" Önden başını salladı. "Tamam. Arkaya atıp gideceğiz. Tek başın götürebilir misin? Ben burada ki işimi halletsem?" Volkan şaşkınlıkla bana döndü. "Kızım seri katilmiş, her gün bunu yapıyormuş gibi konuşmasana! Olanları duyup seni merak ettiğimden geldim, şu an ceset taşıyorum! Şu hale bak!"
Volkan'a hala bir cevap bekliyor gibi bakmamla başını salladı. "Tamam. Ben götürür bu adam. Böcekten korkan ben ceset taşıyorum çok şaşırtıcı. Babam görse gurur mu, duyar yüzüme mi tükürür bilemedim." diye mırıldanıyordu.
Onun çıkışının ardından hemen kapıyı kapatıp Gökden Dinçer'in kanlarını temizlemeye başladım. Ayrıca kanın bulaştığı her, örtüyü çarşafı da bir torbaya koydum. İçimde hissetmem için sırası gelecek o kadar çok duygu vardı ki bedenim artık bunları kaldırmıyordu. Şu an bütün duyguları bir kenara koymuş işimi halledip aradan çıkarmam gerekiyordu. Kimse kusura bakmasın, bu hayatımı zindan eden adam için yıllarca hapis yatamazdım. Zaten beni öldürmeye gelmiş, üstelik Doğuş'u bıçaklamış biriydi.
Evdeki işimi aceleyle hallettikten sonra hemen evden çıkıp kapıyı kilitledim. Sanırım kameraların olmaması iyi bir şeydi. Ne olur ne olmaz iyiydi. Hızla apartmanı terk edip Volkan'ın sürücü koltuğunda, hazırda beklediği arabaya yöneldim. Volkan dikkatle beni izlerken bakışlarında hala görüntüyü sindirememiş bir ifade gördüm. Hala şaşkındı.
Bindiğim gibi ona gideceğimiz ormanı söyledim. Hemen arabayı çalıştırıp ilerlediğinde sırtımı koltuğa yaslayarak yolu beklemeye başladım. Cesedi arka koltuğun altına zor bir şekilde yerleştirmiş gibiydi.
Volkan yol boyunca soru sormamış sus pus yol için arabasını ilerletmişti. Yarım saatlik yoluna ardından arabayı ormanın yakınına kimsenin olmadığı bir yerde durdurdu. İkimizde hızlıca arabadan inip cesedi arabadan çıkardık. Elimden geldiğince hızlı olmaya çalışıyordum. Aklım Doğuş'taydı ve bir an önce onun yanına gitmek istiyordum.
Volkan'la beraber cesedi iyice orman içine getirdik. Yere bıraktığımızda Volkan bana döndü. "Kazma kürek yok! Nasıl kazacağız? Elimizle çok uzun sürer!" diye söylendiğinde onu umursamadan çarşafları koyduğum torbadan kolonya ve kibrit kutusu çıkardım. "Ne yapıyorsun?" diye merakla sordu Volkan.
Hızla kolonyayı açıp halıyla beraber üzerine dökmeye başladım. "Hallediyorum." diye mırıldandım. Bu adam için o kadar uğraşmazdım. Bunu toprakta kabul etmezdi. Onu cehenneme gitmeden önce cehennem stili yok edecektim.
Bir kibriti çıkarıp yaktım. Yanan kibrite kısa bir bakış attıktan sonra halının üstüne attım. Kolonyanın etkisiyle halı alev alamaya başladı. Ve bu alev git gide daha da büyüyerek cesedi sarmaya başladı. Volkan'ın şaşkın tepkisine bakamdan yavaşça yere çömelip yanan cesedi izlemeye başladım.
Anılarım, acılarım, göz yaşlarım da yok oluyor gibiydi. Saçım başım dağınık bir şekilde durmuş, yaktığım babamın cesedinin alev alışını izliyordum. Yıllarca hem intikam silahını, hem de kendini yok edecek olan silahı hazırlamıştı. İkisi de bunu yapmıştı.
Annem dokuz ay boyunca intikam silahını karnında taşıdığı gibi aynı zamanda kendi sonunu getirecek silahı da taşımıştı. Babam da onun gibi kendi sonunu getirecek silahı belli bir yaşa kadar büyütüp, bu hale getirmişti. Sonuç olarak yine değersiz görülendim. Dünyaya tamamen silah amacıyla getirilen bir varlıktım.
Bakışlarım iyice büyüyen ve cesedi kül çevirmeye kararlı olan küçük yangından ayrılmazken torbadan bir sigara paketi çıkardım. Paketi bakmadan açıp, içinde tek bir tane olan sigara dalını aldım. Dalı alevlere doğru uzatıp ucunu hafifçe ateşledikten sonra geri çekildim. Yaktığım sigarayı Volkan'a uzattım. "Al benim yerime iç. Ben içemem, doktorum yasakladı."
Volkan yüzünde karma karışık bir ifadeyle bir şey demeden uzattığım sigarayı parmakları arasına aldı. Sigaradan bir duman alıp dışarı verene kadar onu izledim. İlk dumanı çekince bakışlarımı tekrar alevlere çevirdim. "İşte bu kadar baba." Sesim yine fısıltıdan da kısıktı.
🌺
Bakışlarım camın içindeki görüntüde gezindi. Doğuş Çekici yatakta yatıyor ve bilinci yoktu. Bir saattir burada durmuş camın dışından onu izliyordum. İçimde binlerce duygu vardı. Hepsi bir insan olsa ve hepsi haykırsa kalabalıktan hiçbirinin ne dediği, neyi anlattığı anlaşılmazdı.
Özlem dolu bakışlarım onun üzerindeydi. Yaklaşmak istiyordum. Yanına gitmek istiyordum. Yüzüne dokunmak, ona sarılmak istiyorum. Ama izin vermiyorlardı. Sadece böyle uzaktan bakabiliyordum ona.
İşimi hallettikten sonra Volkan beni karakola bırakmıştı ve ifademi orada vermiştim. Volkan'a olanları sonra anlatmak istediğimi söylediğimde beni anlamış ve sonra anlatmamı kabul etmişti. Ardından hastaneye dönmüş, ilk olarak buraya gelmiş ve bana huzur veren, her anlamda iyi gelen onu izlemeye başlamıştım. Onunla sürekli ilgileniyorlardı. Özenle ve dikkatle ilgileniyorlardı.
Başımı cama yasladım. Ağzını ve burnunu çevreleyen bir oksijen maskesi vardı. Kablolar vardı. Benim gibiydi. Ben onu bir saat böyle görmeye dayanamıyordum, o ise beni bir ay boyunca böyle bekleyebilmişti. Ben senin gibi sabırlı değilim Doğuş. Uyan lütfen.
Saat akşam saatlerindeydi ve ben buradan o uyanana kadar gitmeyi düşünmüyordum. Onun için günlerce burada bekleyebilirdim. Bitkin gözlerim sadece onun üzerindeydi. "Uyan sevgilim. Uyan, söz sana kek yapacağım. Sevmiyor gibisin ama senin için emek vermemi seviyorsundur bence?"
Gözlerimi birkaç kere kırpıştırdıktan sonra yavaşça nefesimi verdim. "Çok acımasızlar değil mi? Eminim yakınında olsaydım bu dediklerimi duyardın. Bilirdin. Hissederdin. Ama beni ne kadar uzakta bıraktılar. Ben artık min blomma'nın anlamını da biliyorum..." İsveççe çiçeğim diyordu bana.
Parmağımla camın üzerinde hareketler yapmaya başladım. "Seni özlüyorum. Çok geçmedi ama seni çok özledim. Ben yoğun bakımdayken sende beni özlüyor muydun?" Bakışlarım uzaktan üzerindeki hastane kıyafetinde gezindi. "Hasta kıyafeti sana da hiç yakışmıyor Doğuş. Senin giymen gereken şey, doktor önlüğü. Bu sana ait değil."
Elim camın üzerinde gezindi. Ona dokunuyormuş gibi camı dokunmaya, okşamaya başladım. "Sen dön, bak seni nasıl öpüp koklayacağım. Sıkı sıkı sarılacağım. Bir film açacağım ve yine kanepeye geçip onu izleyeceğiz. O film de sonsuza kadar sürecek derecede uzun olacak. Ve biz hiç ayrılmayacağız."
Tanıdık sesler duymamla bakışlarım tanıdık ses çevrildi. Menekşe teyze ve Salih amca koşarcasına gelip cama yaklaştılar. Menekşe teyze içeride yatan Doğuş'u görünce içi acımış gibi yüzünü buruşturdu. "Yavrum! Kıyamam oğluma...ne işin var orada be yavrum..." Menekşe teyze göz yaşlarını tutamazken Salih amca kolunu tutarak ona destek oluyordu.
Bakışlarım onlarda gezinirken sakince onları izledim. Ağlayan Menekşe teyzenin bakışları beni bulunca duraksadı. "Kızım? Anam, ameliyatı iyi geçmiş gül, kızım gül!" dedi ağlamasını keserek. Bu kadın gerçekten, Doğuş'un teyzesi olup olmadığını sorgulatacak kadar garipti. Kendisi ağlarken bana bunları söylüyordu.
Salih amca hafifçe güldü. "He ya he! Sadece uyanacak ve kendine gelecek. Bu kadar! Ağlama sende Menekşe çiçeğim!" Bakışlarım sadece ikisinde gezindi. Konuşmadan onlara bakıyordum. Menekşe teyze omzu üstünden Salih'e baktı. "Üzülmeyeyim diye ameliyattan sonra haber vermişler zaten, bırak o zamanın yerine ağlayayım Salih!" Salih amca anlamsızca Menekşe teyzeye baktı. "E amaç oydu ya zaten! Sen ağlama diye geç dediler ya!"
Menekşe teyze onu takmadan zaten buraya gelen Kenan Başhekimi durdurdu. "Yavrumu görebilir miyim? Girebilir miyim?" Kenan başhekim başını iki yana salladı. "Maalesef. Sadece birinci derece akraba." Menekşe teyze üzüntüyle dudağını büktü. "Ama birinci derece yakını yok ki oğlumun."
Kenan Başhekim ona ne diyeceğini bilemez gibi baktı. "Yani yapacak bir şey yok. Zaten çok geçmeden uyanır diye düşünüyoruz, azimli ve hayata bağlı bir adamdan bahsediyoruz. Bence üç günü bile geçmez." Menekşe teyze elini kalbine bastırarak nefesini verdi. "İnşallah inşallah!"
Kenan Başhekimin bakışları bana döndü. "Sen nasılsın Manolya?" diye sordu sıcak bir sesle. Bakışlarımı Kenan başhekime çevirdim. "İyi olmaya çalışıyorum, ne kadar olabilirsem." Kenan Başhekim tebessüm etti. "İçini ferah tut ve sakin kalmaya çalış." Sadece başımı salladım.
O gidince Menekşe teyze ve Salih amca biraz durup Doğuş'a baktıktan sonra yukarı çıkmışlardı. Yavaşça sırtımı cama dönüp camın olduğu duvarda ki oturağa oturdum. Dizlerimi oturakta kendime çektim. Çenemi dizlerime yaslayıp bakışlarım zemindeyken öylece durdum.
Saatler, dakikalar, saniyeler geçti. Ben yerimden kalkmadım. Orada öylece oturdum. Hastane saatinden saatinin gece üç civarı olduğunu biliyordum. Bunu umursamadan burada öylece oturmaya devam ediyordum. Arada yanıma doktor tayfasından bazıları geliyordu. Hem Doğuş'un durumunu kontrol ediyor hem de benimle her gelişinde halimi sorarak konuşuyorlardı.
Her an onun gözlerini tekrar görmeyi umut ediyordum. Hastane koridorlarında yürüyüşlerim ve dualarım, onun bir an önce iyileşmesini diliyordu.
Arada da Esma geliyordu ama en çok Eylül geliyordu. Hocası olmadığı için işi de yoktu. Genelde diğer asistanlara yardım ediyordu ama çoğunlukla buraya gelip hocasına bakıyor ve benimle konuşabildikçe konuşuyordu.
Fakat şu anda Eylül yoktu. Muhtemelen çoktan evine geçmişti. Esma nöbeti olduğu için arada geliyordu. Ama son iki saattir o da yoktu. Son iki saattir tek başıma bekliyordum.
Ancak, bu bekleyişin getirdiği belirsizlik ve endişeyle başa çıkmak da kolay değildi. Her anı, her saniyesi, onun sağlığına dair bir umutla doluydu. Doktorların ve hemşirelerin sık sık ziyaretleri, umutları canlı tutuyordu.
Beklerken arada ayağa kalkıyordum, camın önüne kısaca dolanıyordum. Çoğunlukla camın önünde durup onu izlerken zaman geçiriyordum. Bazen hemen camın altındaki oturakta oturarak bekliyordum. Fakat yine de yorulmuyordum. Ruhsal olarak yorgunluktan yere yığılmış olabilirdim ama bedensel olarak onu izlemek, onu beklemek beni yormuyordu. Sadece sabırsız olduğum için fazla özletiyordu. Acı çektiriyordu.
Saatler geçse de hiç uykum gelmiyordu. Sadece onu düşünüyor ve olmayan uykumu açıyordum. Saatlerce dümdüz durabiliyordum. Hayatımın rekorunu bu gün kırıyordum. Kendimde olmayan ama aslında ona karşı olan şeyleri yeni keşfediyor, ona olan bağlılığımı git gide daha da çözüyordum.
Bakışlarım hastane saatindeydi. Boş boş saate bakıyordum. Saat, 06.50'di. Ben hala odanın dışından onu izlerken bekliyordum. 17 saattir bu koridorda, bu camın önünde bekliyordum. Ne uykum gelmişti ne, sıkılmıştım. Sadece onu beklemiştim. Bu ne kadar sürerse de sürecekti.
Bakışlarım camdan direkt Doğuş'u buluyordu. İfadesizliğimle onu izliyordum. Aslında içim duyguların oluşturduğu, ifadelerin oluşturduğu bir orman gibiydi. Ama ben tepki vermiyordum. İfade de vermiyordum. Sadece izliyordum.
Omzuma dokunan ele rağmen bakışlarımı ayırmadım. "Manolik?" Kim olduğunu anlamak zor değildi. Elli kolumu sarıp bir anda beni bir odaya sürükleyince anında kaşlarım çatıldı. Önce bir kapıyı açtı, ardından karanlık odanın ışığını. Kapıyı kapatmasıyla hemen bana döndü. "Ben sana kıyamıyorum ya!" dedi üzüntülü ifadesiyle.
Çatık kaşlarımla anlamsızca ona baktım. "Ne diyorsun? Ben Doğuş'un yanına gideceğim." Beni tekrar kolumdan tutup engelledi. "Bende onun için geldim ya!" Kaşlarım daha da çatılırken ona döndüm. "Ne?" Arat elime bir beyaz önlük tutuşturdu. "Bugün nöbetim vardı. Doğuş'u gördüğümde seni de görüyordum. Hiç gitmedin oradan be kızım. Al giy şunu da gir öyle gör. Ben kontrol edeceğim etrafı." diye fısıldadı Arat fısıltıyla.
Yüzümde gülümseme oluşurken uzanıp kollarımı Arat'ın boynuna sardım. "Teşekkür ederim Arat..." Arat kollarını belime sararken başıma hafif bir öpücük kondurdu. "Lafı mı olur? Manolik'imsin sen benim. Üzülürüm tabi."
Geri çekilmemle Arat elimdeki önlüğü alıp kollarımı geçirmem için açtı. "Doktor hanım?" Dikkatimi çeken şey Arat'ın bunu Doğuş'un odasından almış olmasıydı. Nerde görsem tanırdım. Hepsi aynı olsa bile tanırdım. Doğuş'un çikolata kokulu önlüğüydü bu.
Doğuş'un önlüğü üzerime çuval gibi olunca Arat güldü. "Yakıştı!" Önlükteki kokuyu özlemle içime çekerken, Arat uzanıp kafama bir hastane bonesi ve ağzıma burnumu örten bir maske geçirdi. "Bu yaptığım hiç doğru değil ama sonuçta ben Doğuş değilim, kurallara uymam değil mi?" dedi muzip bir sesle.
İkimizde çıktığımızda Arat hemen role girmişti. Koridoru kontrol ettikten sonra hemen yoğun bakımın kapısını benim için açtı. "Çabuk!" Tam Doğuş'a ilerliyordum ki Arat'ın cama vurmasıyla ona döndüm. Parmağıyla camın çekilebilen perdesini işaret etti. Hemen ilerleyip perdeyi kapattım.
Ardından hemen dönüp yatakta yatan Doğuş'a baktım. Onu daha yakından görmemle kalbim sızlarken derince yutkundum. Doğuş'un yatağının ucuna kadar gittim. Fakat ilerledikçe yüzümde buruk bir tebessüm oluştu.
Kendimi tutamayarak baş ucuna kadar ilerledim. Yaklaştıkça tekrar ağlayabilirmiş gibi hissetmeye başladım. Yavaşça yatağın ucuna oturdum ve yüzünü incelemeye başladım. Onun yüzünü inceledikçe kalbim kırıldı. Çünkü babama olanları öğrenirse neler olurdu bilmiyorum. Bir şey olmazdı fakat neler hissederdi işte onu tahmin edebiliyordum.
Elimi kaldırıp kumral-sarı arası olan saçlarından okşamaya başladım. Adam şiddete karşıydı, adam sağlıkçıydı. Ben ise saatler önce babamı öldürmüştüm. Adam insanlara can verirdi, bense can almıştım. İnsanlara sağlık vermeyi seçen adam, şimdi ise babasını öldüren bir kadına aşıktı.
Bu onun için fazla kırıcı olurdu. Şiddeti bile doğru bulmayan, sevmeyen, karşı çıkan birisi. Benimle devam ederdi fakat içinde hep bu düşünce olurdu. Üstelik bir de onu gömmek yerine canice yaktığımı bilseydi.
Güzel yüzünde elimi sever gibi gezdirdim. Vicdan azabım sadece bunun içindi. Babam için bir vicdan azabım yoktu. O da kızının yanına gitmişti. Fakat Doğuş için vicdan azabım vardı. Onun gibi biri için vardı. Vicdanım onun için sızlıyordu.
Uzanıp önce yanağına, yanağına ve boynuna birere öpücük bıraktım. Bakışlarım yatağın üzerindeki şu en sevdiğim aletin olduğu eline kaydı. Elimi uzatıp yavaşça elini tuttum. Parmaklarım parmağındaki alette gezindi. "Biliyor musun, bunu çıkarınca kalbin duruyor..." Bunu bir doktora söylüyordum, evet. Bakışlarımı Doğuş'un yüzünde gezdirdim. "Bana zekilik yapma! Biliyorum kalbin gerçekten durmadığını!"
Bakışlarım tekrar eline kaydı. Elini hafifçe tutuyordum. Ve bir anda beklemediğim bir şey yaptı. Elimi çok hafifçe sıkmıştı. Gözlerim irileşirken şaşkınla yüzüne baktım. "Elimi sıktın!" Dedim heyecanla. Doğuş hala bilinçsizdi. "Elimi sıktın. Bu ne anlama geliyor ki?" diye mırıldandım kendi kendime.
Yüzümde her şeye rağmen bir tebessüm oluşurken bakışlarım ellerimize kaydı. Uzanıp elinin üstüne de bir öpücük kondurdum. Ardından dikleşip tekrar yüzüne döndüm. "Bak rolleri değiştirdik. Artık ben Doğuş Doktorum, sen de Manolya Hanımsın."
Bakışlarım yüzünde dolandıkça yüzümdeki gülümseme yavaşça silindi. Derin bir nefes alarak iç çektim. "Özür dilerim. Çok özür dilerim Doğuş. Her şey için çok özür dilerim. Beni sevdiğin için de özür dilerim. Seni sevdiğim için de özür dilerim. Hayatına girip bütün düzenini altüst ettiğim için de özür dilerim..."
Bakışlarım özlemle yüzünde gezinmeye devam etti. "Belki de öyle etik değil deyip geçmek en mantıklısıydı. Çünkü ben şimdi anlıyorum. Çok acı bu. Senin ameliyatının iyi geçtiğini bilsem bile hala tedirgin olurken, benim canımda seninle beraber yanarken böyle bir ilişki çok mantıksız. Ölümcül hastalığı olan bir kadın. Tedavi bile yok. Bir gün ölsem kim bilir ne kadar üzülürsün. Ben bugün bunu anladım."
Elimdeki elini çekmeden diğer eliyle saçlarını sevmeye başladım. "Sana babamı öldürdüm desem ne tepki verirdin? Katil olduğumu düşünürdün, çünkü zaten öyle oluyorum. Babasını öldüren katil olan biri ve insanları iyileştiren bir doktor mu? Belki beni senden soğutacak bir şey olur bu. Bilmiyorum Doğuş. Ama lütfen benden soğuma." diye fısıldadım çaresizce.
Yavaşça başımı eğip göğsüne bastırdım. Verdiği nefesi hissetmek bile huzurla dolduruyordu içimi. Tekrar zeytin gözlerini görebilmek için her şeyimi verebilirdim. Tekrar yeşil gözlerini, yeşil gözlerime dikmesi, şu an bu hayatta en çok istediğim şeydi.
Bir an önce şu yataktan, şu yoğun bakımdan çıksın istiyordum. Her ne kadar çok geçmeden uyanacağını bilsem de sabırsızlanıyordum. İçim hem kan ağlıyordu, hem de onun için huzurluydum. Hayatımda ki tek mutluluk kaynağım oydu.
İçimdeki endişe ve umut arasında gidip geliyordum. Kalbim hızlı atıyordu, her an onun gözlerini görmeyi ve onunla tekrar konuşmayı hayal ediyordum.
Bir süre daha böyle sessizce bekledim, onun nefesini dinleyerek ve göğsüne baskı yaparak. O anın tadını çıkarmak istedim. Bu odadan tekrar çıkacaktım ve yine onu özlemle bekleyecektim.
Gözlerimi sıkıca kapattım ve anın tadını çıkardım. Onun nefesiyle dolu olan bu an, tüm dertlerimi unutturuyordu. Yoğun bakımın beyaz duvarları ve tıbbi makineleri arasında, kırık bir kalple bekliyordum. Ama onun yanında hissettiğim huzur, bu zorlu süreci daha da dayanılabilir kılıyordu.
Parmaklarımız birbirine kenetlenmişti ve hissettiğimiz sevgi, her türlü zorluğun üstesinden gelebilecek kadar güçlüydü. Onun yanında olmak, yaşamın gerçek anlamını bulduğum an gibiydi.
Yoğun bakım ünitesindeki monitörlerin ritmi, onun yaşamının ritmi haline gelmişti.
Gözlerim kapalıyken uykumu sadece başım onun göğsündeyken, özlediğim kokuyu duymamla gelmişti. Çikolata kokusu ama her zaman ki gibi hastane kokusuyla karışmış olanından. Buram buram kokusunu içime çekerek bekledim.
🌺
Bakışlarım etrafta dolanıyordu. Zihnimde bir karmaşa vardı. Başım dönüyor, gözlerimin önündeki görüntü bir oraya bir buraya kayıyordu. Kapıya vuruldu. Sesler kulağıma ilişti.
Yavaşça yataktan kalktım. Bakışlarım pencereye kayınca yüzüme kırmızı-mavi ışıklar vurmaya başladı. Bakışlarım dışarıdaki araçta gezinirken kapı tekrar çalındı. Tanıdık, tanınmadık birçok sesi duyuyordum.
Kapı açılınca yorgun bakışlarım kapıya döndü. İki üniformalı adam duygusuz gözeriyle camın önündeki bana döndüler. Yavaşça dönüp onlara yaklaştım. "Manolya Dinçer?" Gözlerime bir korku indi. Sertçe yutkunarak başımı salladım. "Benim."
"Çiçeğim?" Bakışlarım anında hasta yatağında gözlerini açmış, başını kaldırıp bana bakan onda gezindi. Hemen dikleşmeye çalışıp üzerindeki çarşafı attı. Ona engel olacaktım olamadım. Yataktan destek alarak kalktığı gibi yanıma kadar geldi. "Neler oluyor?" Çatık kaşlarıyla bir polislere bir bana bakıyordu.
Bakışlarım özür diler gibi onda gezindi. "Ben istemedim. Nasıl oldu onu da bilemedim. Ama o sana zarar verdi." Doğuş'un kaşları anında daha da çatıldı. "Neler söylüyorsun Manolya?" diye sordu anlamsızca.
Kelepçenin çıkarılıp uzatılma sesini işittim. "Gökden Dinçer'i kasten öldürmekten sizi karakola götürmek zorundayız. Lütfen zorluk çıkarmayın." Bakışlarım bana uzatılan kelepçede gezindi.
Doğuş'un sessizliğini duyunca bakışlarım ona kaydı. Gözlerindeki hayal kırıklığıyla ve aralıklı dudağıyla bana bakıyordu. "Yalan değil mi? Sana iftira atıyorlar." diye fısıldadı. Gözlerim dolmak üzereyken başımı zorlukla iki yana salladım. Acı vardı. O acılar bizi yaktı. Sadece bizi yaktı.
Başını iki yana salladı. "Çiçeğim yapmaz. Benim çiçeğim o insan dahi olsa kimseye zarar vermez..." Gözümden bir yaş akarken yutkunmaya çalıştım. "Doğuş...böyle konuşma." Şu anımıza rağmen gözümde düşmekte olan yaşı hemen sildi. "Ağlama. Lütfen bana yapmadım de. Yapmadım de, de canımı verecek kadar savaşayım senin için. Sen içime bir savaş yükleme." Korkuyordu. Çaresizdi. Tıpkı benim gibi.
Cevap vermedim. Cevap veremedim.
Yavaşça önüme dönerek iki bileğimi uzattım. Polis elindeki kelepçeyi bileklerime takacağı an bileğimi çekti. "Olmaz! O çiçeğimin bileklerinden bile düşer! Yapamazsınız! Yapmadı o! O kimseye zarar vermedi!" diye acıyla haykırdı.
Polis inatla bileğimi ondan çekmeye çalıştı. "Bunları karakolda anlatırsınız." Doğuş bileklerimi vermeyerek sıkıca sardı. "Olmaz. Hasta o! Çok hasta! Tedavi bulmaya çalışıyorum ben ona!" Doğuş beni kendine çekip sıkıca bedenimi sardığında gözlerimden durmaksızın yaşlar düşmeye başladı. "Yapma. Zorluk çıkarma." diye fısıldadım. Daha sıkı sarmaladı beni.
Polisler dışarıdan birilerini daha çağırdılar. Beni zorla Doğuş'un kollarından almaya çalıştılar. Yeni ameliyattan çıktığı için gücünü bile doğru dürüst kullanamıyordu. "Olmaz...yapmaz o. Yapmadı o. Suçsuz o..."
Zorla çekiliyordum. Dört kişi bir yandan bizi ayırmaya çalışıyordu. Artık her şeyi bir kenara bırakmış sadece ağlıyordum. O dört kişi beni çekince iki kişi hemen Doğuş'u tutmaya çalıştı. İlk gelen adam bana dönüp hemen kelepçeyi bileklerime geçirdi. Doğuş'un kızarık gözlerini gördüm.
Göz göze geldiğimizde hafifçe gülümsedim. "Bence beni boş ver artık." diye fısıldadım ona. Sesim o kadar kısıktı ki bu cümlemi anca dudaklarımı okuyarak anlayabilirdi. O hayatını inşa etmişi başarıları olan bir doktordu. Buradan ilerleyip çok daha iyi hatta dünya çapında bile bilinen bir doktor olurdu. Zekiydi. Başarılıydı. Azimliydi. Hırslıydı.
Doğuş başını iki yana sallarken onu tutan kollardan çıkmaya çalışıyordu. İki polis beni odadan çıkarırken onun bağışını duyuyordum. Onun bağırışları kulaklarımda acı bir şekilde yankılanırken hastanedeki herkes sanki zaman durmuş gibi donmuş beni izliyordu. Gözlerimden dökülen yaşları silmeye mecalim bile kalmamıştı.
Bakışlarım kanlı ellerime indi. Parmaklarımda kanlar, elimin üzerinde kan damlaları vardı. Bileğimdeyse kelepçeler. Bir anda durdum. Polislerde benim gibi durdu. Nereden geldiğini bilmediğim sesler duyuyordum.
"Manolya? Çiçeğim?" Duraksızın bir sesi hissediyordum.
Kulağımda büyük bir çınlama hissetmemle yüzümü buruşturarak, yüksek sesle tüm bu olanlara büyük bir çığlık attım.
Bir anda nefes nefese gözlerimi açtım. Bakışlarım tavanı bulurken hemen iki elimi kaldırdım. Ellerim sanki bağlanmış gibi bileklerimden birbirine yaklaşmıştı. Ter içindeyken bakışlarımı tavanda gezdirdim.
Neler olduğunu anlamaya çalışırken nefes almaya çalıştım. Hiçbir şey aklıma gelmiyordu. Gözüme, fazla beyaz olan bir ışık vuruyordu. Ne gördüğümü bile hatırlayamıyordum. Kaşlarım derince çatılınca anlamsız bir boşlukta hissettim. Hiçliğin, koca bir boşluğun içindeydim. Neler oluyordu? Neden böylesine korkulu ve nefes nefeseydim?
Buranın neresi olduğunu sorgularken bakış açımdaki yer daha da netleşti. Kaşlarım çatılırken yüzümde anlamsız bir ifade oluştu. Bakışlarım anlamsızca hastane odasında dolandı. Fakat asıl şok burada ne işim olduğu değildi, birinin üzerine yaslanıyordum. Birinin üzerine yaslanıyordum? Bir yatakta?
Başımı anında yanıma çevirdiğimde yabancı bir adamı gördüm. Kaşlarım daha da çatılırken, yeşil gözleriyle bana tebessümle bakan adama baktım. Fakat bakışları ifademde gezindikçe tebessümü solamaya başlamıştı. Beklediği ifade bu değil gibiydi.
Yutkunur yutkunmaz bakışlarımı kendi üzerimde ve onun üzerinde gezdirdim. Üzerimde doktor önlüğü vardı. Neler oluyordu? Adamın üzerinde de hasta kıyafeti vardı.
Doktor oldum da birde utanmaz gibi hastamla mı yatıyordum yoksa?
Bakışlarım tekrar adama döndü. Elim üzerime çıkarken yavaşça geri çekildim. Adamın yüzünde garip bir ifade oluşmuştu. Belki hayal kırıklığı, belki üzüntü, belki korku. Bakışları yüzümdeki, şaşkın ifade de gezindikçe ifadesindeki etki arttı. Yavaşça yutkundu. "Lütfen bana kimsin deme." diye fısıldadı yalvarır gibi.
Ona ne diyeceğimi bilemez gibi baktım. Bir tanıdığımsa neden onu tanımıyordum. Neden bana böyle bakıyordu. Neden bundan çok korkuyordu. Başını ağır ağır iki yana salladı. "Bunu bana tekrar yapma."
Bir anda biriyle yan yana uyanıyordum ve o bana böyle bakıp, bunları söylüyordu. Çok garipti. Fazla garipti. Yavaşça geri çekilmeye çalıştığımda vücudu hafifçe titredi. "Çiçeğim..."
Söylediği kelimeyle kaşlarım çatıldı. Duraksadım ve sanki bir anda beynime anılar, bilgiler yüklenmiş gibi hissettim. Hayır sadece hatırladım. Olanları, zihnimdeki duyguları, hepsini teker teker hatırladım.
Onu hatırladım. Doğuş doktorumu hatırlardım. Doktor olan ben değil oydu. Ve ben onu unutmuştum. Dudaklarım aralanırken başımı hemen ona çevirdim. "Doğuş! Uyanmışsın!" Doğuş değişmeyen ifadesiyle sadece başını salladı.
Bakışlarım onda, yorgun, ruhsuz halinde gezindi. Başım eğilirken gözlerim dolmaya başladı. "Özür dilerim." diye fısıldadım. Onu unutamazdım. Onu unutmamalıydım. Doğuş elini uzatıp çenemi nazikçe tuttu ve başımı yavaşça kaldırdı. "Bir şey olmaz çiçeğim, üzülme. Hiç sorun değil."
Bakışlarımı ona kaldırdım. Özlemle, demin bomboş baktığım, yeşil değil, zeytin yeşili olan gözlerine baktım. "Seni çok özledim." Doğuş, elini çenemin altına yerleştirdi. "İyi misin?" Bunu benim sormam gerekirken o bana soruyordu. Başımı hızlı hızlı salladım. "Sen gözlerini açtın. Artık hiçbir şey umurumda değil."
Uzanıp Doğuş'un dudaklarına özlem dolu bir öpücük bıraktım. Gözlerimin dolmasına engel olamadığım gibi, demin olan için kendime kızmama da engel olamıyordum. Doğuş elini yüzümde dolaştırdı. "Üzülme. Bir şey olmaz çiçeğim." diye fısıldadı teselli etmek için. Ben seni unutmak istemiyorum Doğuş.
Ne ona baktım, ne cevap verdim. Doğuş tekrar elini çeneme yerleştirerek başımı nazikçe kaldırıp bana baktı. "Sen üzülürsen bende üzülürüm. Yapma böyle. Hasta yatağındaki hasta sevgilinizi üzmeyiniz, Doğuş hanım." dedi üzerimdeki önlüğü işaret ederek.
Bakışlarım ona kalktı. "Çok canın yandı mı?" Doğuş'un özlediğim bakışları yüzümde gezindi. "Yandı. Ama sen orada olduğun için yandı." diye mırıldandı. Ellerimi yüzüne yerleştirdim. "Çok korktum Doğuş." Doğuş ciddi ifadesiyle başını hafifçe salladı. "İşte bu yüzden canım yandı."
Elim vücudunun üzerinde gezinmeye başladı. Yarayı arar gibi gezdirdiğim sırada alttan değer sargı beziyle konumu anlayıp acıtamamak adına elimi çektim. Ardından tekrar, beni izleyen Doğuş'a dönüp kollarımı sıkıca, onun yaranın bulunmayan yerinden sardım. "Seni çok ama çok özledim."
Ben ona sarılırken Doğuş elini saçlarımda gezdirmeye başladı. "Güzel çiçeğim benim...ben hiç seni bırakıp gider miyim?" Ona daha sıkı sarılıp bulunduğum yerde, sarıldığım kısma bir öpücük bıraktım. "Gitme Doğuş. Sen hep hal."
Özlemimi ona sıkı sıkı sarılarak gidermeye çalışıyordum. Bir an önce onu bu ait olmadığı kıyafetlerden, yataktan kurtarmak istiyordum. O buna ait değildi. Ona hiç yakışmıyordu.
Bakışlarım odanın içinde dolandı. Normal bir hastane odasındaydı. Bakışlarımı ona çevirdim. "Beni gören olmadı mı? Çıkarmadılar mı?" diye sordum. Doğuş asla üzerimden ayrılmayan bakışlarını gözlerime dikti. "İzin vermedim."
Yüzümde hafif bir tebessüm oluştu. "İyileşecek misin?" Hafifçe gülümsedi. "Uyandığıma göre iyileştim bile. Kendimi hemen taburcu edip çıkmayı düşünüyorum." Kaşlarım derince çatıldı. "Hayır Doğuş. Kendi doktorluğunu da yapacak değilsin. Ayrıca kesin sen kendi kendini yoğun bakımdan çıkardın." Doğuş'un cevap vermeden bakması zaten bir cevaptı. "Tam düşündüğüm gibi."
Bakışlarım yüzünde gezindikçe o vicdan azabını hissettim. Bu vicdan azabı yüzümdeki ifadeyi bile soldurmuştu. Doğuş bunu fark etmiş gibi bakışlarını ifademde gezdirdi. "Ne oldu? Aklına baban mı geldi?" diye sordu. Babamdan bahsettiği an bakışlarım çarşafa indi. Evet Doğuş. Aklıma ölü babam geldi.
"Çiçeğim?" Bir acı hissettim. Canım yine yandı. Düşünmek bile istemediğim şeyler aklıma gelince canım tekrar yandı. "Baban nerede? Sana bir şey yaptı mı?" diye sordu ilgiyle. Başımı yavaşça iki yana salladım. "Gitti. Sadece gitti..." diye mırıldanmıştım sessizce. Sesim içime kaçmış gibi kısıktı.
"Polislere ifade vermiştim sen uyurken. Babanı henüz bulamadıklarını söylediler. Ama merak etme ben onun bulunup cezasını çekmesi için elimden geleni yapacağım ve kendimde ona cezasını vereceğim." dedi kendinden emin bir sesle. Bulamazsın, o artık tamamen küle döndü diyemedim.
"Uğraşma. Boş ver onu." diye mırıldandım. Doğuş tabi ki bunu kabul etmedi. "Olmaz çiçeğim. Sana zarar verdi o." dedi kolumdaki sargının üzerindeki elini okşar gibi sargının üzerinde gezdirirken. "Senin bir acı dolu inleyişin için, onu acıyla bağırttırırım. Ben senin için bütün dünyayı karşıma alır, sana karşı gelen dünyaya bile karşı dururum. Yeter ki senin tek damla göz yaşın akmasın, min blomma."
Fısıldayan sözünün ardından uzanıp dudaklarına tekrar bir öpücük bıraktığımda, ben geri çekilmeden Doğuş da alt dudağıma küçük bir öpücük bıraktı. "Bu dudaklar hep gülsün, bu yüz hep neşe saçsın, bu insan hep huzur dolsun, bu çiçek daima mutlu olsun." Genelde hep tam tersi olur.
Kapının bir anda açılmasıyla ikimizin bakışları da oraya çevrildi. Cemile gelmişti. Elimde birkaç malzeme bulunuyordu. Direkt Doğuş'a bakıyordu. "Hocam artık pansumanınızı yapabilir miyiz?" diye sordu. Ben yanında uyuyordum diye pansumanını da yaptırmamıştı anlaşılan o ki.
Yavaşça yataktan kalktım. "Pansumanı yap sen." dedim Cemile'ye. Ardından Doğuş'a dönüp ona son kez baktım. "Ben buradayım. Tekrar gireceğim." Doğuş sadece başını salladı yine. O başını sallayınca odadan çıktım.
Odadan çıktığım an bakışlarım kapının etrafında bekleyen doktor tayfasına kaydı. Hepsi beni görünce rahat bir nefes verdiler. "Sonunda!" dedi Fatih sevinçle. Arat hafifçe güldü. "Bu kadar sürünce bir an başka bir şeye geçtiler, bizi de bekletiyorlar sandım. Valla bir ses duyduğum an direkt dalardım. Hayalim her zaman Doğuş'u odasında basmaktı." Bu cümleyle Bayar ensesine bir şaplak attı. "Ne sapık herifsin lan sen!" Arat onu umursamadan ensesini ovuşturarak bana döndü.
Onlara anlamsızca bakmamla Esma açıklar gibi konuştu. "Doğuş hoca uyandığından beri yanına, ses olmasın diye kimseyi almıyor da." Arat bu cümleyi duyunca tekrar güldü. "Her zaman ki gibi yine kovuyor işte." Buna diğerleri de güldü.
"Adam bir de kendi kendini yoğun bakımdan çıkardı ya." dedi Fatih gülerek. Arat'ta buna gülmeye başladı. "Bir sonraki hedefi de kendi kendini taburcu etmek sanırım." diye ekleme yaptı. Sanki hepsinin arasındaki o soğukluk kalkmış gibiydi veya bunu Doğuş için ertelemişlerde olabilirdi.
Esma ve Eylül sevinçle bana sarıldılar. "Çok sevindik valla. Çok da bekledin." dedi Eylül tebessümle. Ona sadece tebessümle karşılık verdim. "Artık gülme zamanı. İnşallah hep güleceğiz!" dedi Esma. Umarım öyle olur.
Pansuman bitince bende dahil herkes hızlıca odaya girdik. Doğuş sadece beni beklerken gördüğü kişilerle kaşlarını çattı. "Ziyaretçi sınırını geçmeyelim." dedi uyarır gibi.
Hızla onun yanına ilerleyip kollarımı ona sarmamla diğerleri de dayanamayıp hepsi bir andan Doğuş'a sarılamaya çalıştı. Olduğu yerde durup sadece Doğuş'u izleyen bir tek Ufuk ve Gümüş kalmıştı.
Bende arada kalmıştım ve boğulacak gibi bir halim vardı. Herkes sıkı sıkı Doğuş'a sarılmaya çalışıyordu. "Kardeşim benim!" Fatih'in sesi. "Robotik canlım!" Arat'ın sesi. "Hocam ya!" Eylül'ün sevinç dolu sesi. "En çok benim kardeşim lan!" diyen Arat. "Çekilmezseniz polis-" Doğuş'un sözünü kesen şey, "SUS ARTIK!" diye bağırdan doktor tayfasının taşan sabrıydı.
Ortama bir sessizlik çökerken, "Manolya polislere haber verir misin? İzinsizce odama girildi ve şu anda zorla bana sarılıyorlar." Doğuş'un bana seslenişiyle herkes kollarını Doğuş'tan ayırarak geri çekildi. "Şaka mısın sen?" diye sordu Arat şaşkınlıkla.
Doğuş bakışlarını önce Arat'ta ardından diğerlerinde gezdirdi. "Eğer ki birkaç adım geriler ve pişmanlığınızdan emin olmamı sağlarsanız sizi affedebilirim." Ufuk alayla güldü. "Senin beynin hücreleri de yanmış anlaşılan." Doğuş'un ciddi bakışları bu sefer ona çevrildi. "Senin kanında damarlarımda dolaşmaya başladı ya ondandır."
Ufuk, Doğuş için kan mı vermişti? Bunu da mi bilerek yapıyordu?
Gerçi o her şeyi o mantıkla yapıyordu. Adamın empati gibi bir duygusu yoktu. Tek düşüncesi kendisiydi. Neden bir çıkarı olmadan Doğuş'a kanını versin ki. Onda iyi düşünce bulunamazdı. Bıçaklandığı için üzülmezdi.
Doktorlar gerilerken, Gümüş konuştu. "Geçmiş olsun Doğuş." Doğuş bu, sıcak fakat mesafeli olan cevaba karşılık ciddiyetle baktı. "Sağ ol Gümüş." Gümüş sadece hafifçe tebessüm edip başını sallamıştı.
Doğuş bakışlarını tek tek doktorların üzerinde gezdirdi. "En son aranız bozuktu diye biliyorum." dedi ciddiyetle. Hepsi sırıtarak yan yana yanaşıp birbirlerine baktılar. "Oğlum ölüm var, kalım var be! Boş verin küslüğü!" dedi Bayar hepsine tek tek bakarak. Arat'ta büyük bir sırıtışla başını salladı. "He valla! Şu, aşiret küçük ağasına katılıyorum! Siz benim canlarımsınız oğlum!" Fatih'in gülüşü ise zaten onlara katıldığını göstermişti. "Bence de buzlar erimeli." diye Gümüş'te onlara katıldı. Her zaman ki gibi yine mesafeli ve ciddiydi.
Herkes Doğuş'a dönünce Doğuş onlara anlamsızca baktı. "Neden bana bakıyorsunuz? İstediğiniz gibi barışabilirsiniz." Ortamda yine gülüşler oluştu. "Yok kardeşim, sende bizle buzlarını erit diye bakıyoruz!" demişti Fatih. "Bende bir buz yok. Her zaman ki gibiyim ben." demişti.
"Hadi ama Doğuş! Valla az daha gözün açık gidecektin!" dedi Arat. Bayar, Arat'ın ensesine bir tane daha yapıştırdı. "Allah korusun de lan! Ne öyle konuşursun kötü kötü!" Arat, Bayar'a yan gözle bir bakış attı. "Seninle barışmasa mıydım acaba, kıro ağa?"
Bayar, Arat'ın ensesine bir tane daha vuracakken Arat anında elini tutup onu engelledi. "Şamar oğlanı mıyım ben! Yetti yeter!" dedi ve elini geri itti. Elini geri ittiği an Bayar onun yanağına okkalı bir tokat atmıştı. Arat şokla yanağını tutarken Bayar güldü. "Aynen kardeşim, şamar oğlanısın."
Arat dehşetle eli yanağında bir şekilde Bayar'a bakarken sinirle bağırdı. "Şiddet bağımlısı, aşiret ağası seni! Ucube! Kıro herif! Yanağında parmaklarımın izini çıkardın resmen! Görürsün şu yanağımdaki parmak iziyle gidip bütün boş kağıtlara parmak izini çıkarıp etrafa dağıtacağım! İşte o zaman bu tokadın pişmanlığını yaşayacaksın!" Bayar sadece gülmüştü.
Doğuş uzanıp yatağın ucunda duran beni elimi yavaşça tuttu. Ardından tuttuğu elimden beni yavaşça yanına çekti. Bakışlarım ona kaydığında ciddiyetle bana baktığını gördüm. Elimin üstüne minik bir öpücük bıraktı.
Doktorlar kendi aralarında gülüşürlerken bakışlarım onlara çevirdi. Aralarındaki bütün buzlar erimişti ve daha çok yakınlaşmışlardı. Artık birbirlerinin değerini daha net bir şekilde hissediyorlardı. Ne kadar yakın olduklarını biliyorlardı ve bu yakınlıkları git gide daha da artıyordu.
Bayar'ın bir anda öne çıkmasıyla bakışlarım ona çevrildi. Gülüşmeyi kesmiş ve ciddileşmişti. Bakışlarını Gümüş'e çevirince Gümüş'te bir adım önce çıkarak onun yanına geçti. İkisinin de bir anda öne çıkması herkesin dikkatini çekmişti. "Ne oluyor?"
Bayar ve Gümüş bakışlarını tek tek herkesin üzerinde gezdirdi. Herkes merak içine girerken Bayar konuştu. "Biz Gümüş'le evlendik." Etrafta bir sessizlik. Gümüş'ten bir ekleme, "Doğuş'un bıçaklandığı sabah, bu olaydan önce çıkıp yıldırım nikahıyla evlendik." Ne?
Çoğunluk bir anda aynı tepkiyi verdi. "NE?!"
İkisi de başlarını salladılar. "Evet, Doğru duydunuz. Artık karı-kocayız." dedi Gümüş şaşkın nidaları onaylayarak. Ortamda büyük şaşkınlık oluşmuştu. Üstelik en son küs oldukları için bu daha şaşırtıcı olmuştu.
Gümüş tekrar açıklar gibi konuştu. "Konuştuk ve anlaştık. Her şey çok hızlı gelişti. Biz her türlü kavga ederdik fakat evlenip kavga etmeyi tercih ettik." Şaşkınlık azalırken tepkiler gelmeye başladı. "Bize niye haber vermediniz?!" diyerek ilk tepkiyi Arat vermişti. Bayar ciddiyetle ona cevap verdi. "Aramız iyi değildi o ara."
Eylül şaşkınlıkla mırıldandı. "Siz şimdi karı koca mısınız? Evli çift mi oldunuz?" İkisi de ciddiyetini bozmadan anında başını salladı. "Hadi be! Nasıl kaçırırız bunu!" diye sitem etti Fatih kendi kendine. "Oo! Hayırlı olsun!" dedim ikisine tek tek bakarak. Sadece gülümsediler.
Esma hemen Gümüş'e sarılmaya çalışsa da Gümüş onu geri tutarak sadece mesafeli bir şekilde işaret ederek gülümsedi. "Sağ ol Esma'cığım." Esma kocaman sırıttı. "Hayırlı olsun Hocalarım!" dedi sevinçle.
Herkes sevinçle onları kutlarken, Arat sitemler etmeye başladı. "Ne yani böyle boş boş evli mi olacaksınız? Düğünü ne zaman yapıyoruz?" Arat'ın cümlesiyle, Bayar ve Gümüş önce birbirlerine ardından anlamsızca Arat'a baktılar. "Düğün mü?"
Fatih başını sallarken kolunu Arat'ın omzuna attı. "Tabi! Bunun istemesi var, düğünü var, var da var!" Gümüş'ün gözleri şaşkınlıkla irileşirken, Bayar'ın ise heyecanla irileşti. Belli, Gümüş sade bir nikah istiyorken, Bayar düğün istiyordu ama Gümüş böyle istediği için ses etmiyordu.
"Bunların hiçbirine gerek yok. Gelenek insanı değilim." dedi Gümüş ciddiyetle. Arat ve Fatih, Bayar'ın iki yanına geçtiler. Arat, Bayar'ın omzunu sıktı. "Ama bu çocuk aşiret çocuğu, bu çocuk gelenek insanı!"
"Bence de yapalım. İçinizde kalmasın sonra pişman olursunuz!" dedi Esma. Eylül heyecanla ellerini çarptı. "Ay evet evet! Çok güzel olur, lütfen düğün yapın!"
Herkes onaylarcasına konuşunca Gümüş yüzündeki garip ifadeyle tek tek doktorlara baktı. "Ne yani, düğün mü yapacağız şimdi?" Bakışları en son Bayar'da durunca onun yüzündeki heyecanlı ve istekli ifadeyi görmüştü. Onun için arkadaşlarına dönüp başını salladı. "Peki. Abartılı olmayan, biz bize bir şeyler ayarlayalım bari."
Sanırım yakında düğünümüz vardı...
Bölüm sonu!
Bölüm nasıldı? Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?
Şu günlerin acısını çıkaracağız, çok güzel ve eğlenceli bölüm gelecek! Düğüne hazır mıyız? Hepiniz davetlisinizz.
Bana destek olmak için bölümü oylayıp yorumlar yapar mısınız?💖
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere🤍
Ig: dilek.wt
Kitap ıg: Sonmanolyakokusuofficial
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top