36.BÖLÜM : SAATLERİN SESSİZLİĞİ
🌺
Yemeğimden isteksizce tekrar çatal alırken Doğuş'un bakışları bana kalktı. Şu aralar hiç yemek yiyemiyordum ve yiyemesem, kendimi şüphelenmemesi için tutuyordum. "Afiyet olsun. Beğendin mi?" Başımı salladım. "Çok güzel yapmışsın, eline sağlık." Bakışlarıyla salatayı işaret etti. "Salata da çok güzel." Tebessüm ederek, "Afiyet olsun." diye mırıldandım.
Ardından yavaşça oturduğum yerden kalkarak tabağımı kapıp mutfağa ilerledim. Mutfağa girer girmez önce tabağı sudan geçirdim. Ardından bulaşık makinesine yerleştirdim. Makineyi kapatıp geri çekildim. Öncelere çok fazla yemek yiyordum ve sürekli yiyesim geliyordu. Geceleri yemeğe kalkamıyordum çünkü Doğuş yataktan kalktığım an uyanıyordu. O işteyken sürekli bir şeyler yiyip duruyordum. Kilo aldığım dönemler Doğuş bu yemek olayının farkına varmıştı ve yeme bozukluğu diye tutturmuştu. Fakat o aralarda bir anda iştahım kesildi ve normal öğünlerimi bile yemek istemeyecek hale gelmiştim. Bunla ikna etmiştim onu ve şu an ise iştahsızlığımı ondan saklamaya çalışıyordum fakat yine anlıyor gibi bir hali vardı. Aldığım bütün kiloları da geri vermiştim artı olarak.
Adım sesi duyduğu an ekmeği yutarak su içiyormuş gibi temiz bir bardağı alıp su doldurmaya başladım. Mutfağa girip tabağı ve bardaklarımızı sudan geçirip makineye attı. "Ne yapmak istersin?" diye sordu omzu üstünden bana bakarak. "Bilmem. Ne yapacağız ki?" diye mırıldandım sessizce. Doğuş bana dönerek ellerine beline yerleştirdi. "Film izlemek ister misin?" Yüzümde bir tebessüm oluşurken başımı salladım. Aynı benim gibi başını salladı. "Hadi o zaman." Elimi tuttu ve bizi salona götürdü.
L koltuğunun köşesine oturunca bende hemen dibine oturarak ona yaslandım. Kumandayı alıp filmlerin olduğu platformu açtı. Elindeki kumandayla çeviren çevire film bakıyordu. "Önceki iyi gibiydi." diye mırıldandım. Sakince, "Fazla hüzünlü." diyerek reddetti.
"Zombili olanı izleyelim mi?" Doğuş'un bunu da kabul etmediğini bakışlarından anladım. "Hiç zombi filmi izledin mi?" Bakışları bana döndü. "Tercihim değildi pek." Verdiği cevapla beraber yüzümde sırıtış oluştu. "Merak etme, bir gün zombi istilası olursa ben bizi korurum! Bütün zombi filmlerini, dizilerini izlemiş sayılırım! Her tür zombiyi bilirim. Rahat ol yani." Doğuş buna ihtimal vermese de hafifçe gülümseyerek, "Teşekkür ederim o zaman." dedi ve önüne döndü. "Çayım, sen benim namusumsun tabi koruyacağım. Hastanede sarkan hastalarını da bana söylüyorsun bundan sonra."
Doğuş göz ucuyla bana ciddi bir bakış attı. "Ne yapacaksın?" Beni gerçekten ciddiye almıştı. "Sorma bebeğim. Ama katil değilim. Gözünde hep masum kalayım. Hiç görmeye çalışma beni. Olur mu?" Doğuş'un ciddi bakışları daha da anlamsızlıkla doldu. "Ne diyorsun çiçeğim? Açıklar mısın?" İki parmağımla yanağından makas aldım. "Şapşiksin diyorum."
Doğuş kendimce konuştuğumu anlayınca ekrana döndü. "Bilim kurguya ne dersin? Beynimizin yüzde yüzünü kullanırsak olacaklardan bahsediyor." Yüzümdeki sırıtış büyüdü. "E olanları sen anlat bilelim doktor?" Doğuş bu sefer dediğimi anlayarak ciddiyetle bana döndü. "Bunu espri olarak söylediğinin farkındayım. İnsanlar beyninin yüzde 10'unu kullanır. Normal bir insan olduğum için bende öyle." Başımı koltuğa yaslayarak ofladım. "Sevgilim seninle hiç esprili konuşulamıyor! Hiç komik değilsin." Doğuş sadece ne diyeceğini bilemez gibi baktı. "Herkesin mizahı farklı olduğu için komik gelmeyebilir. Benim de pek mizahla alaka-" Bu sefer sesli bir şekilde oflayarak dikkatini çektim. "Tamam! Valla daha fazla açıklama bilgi istemiyorum. Filmi izleyelim."
Doğuş başını salladıktan sonra kumandayla açıp filmi başlattı. Işıkları kapattığımız için ortamda sadece televizyonun ışığı vardı. Doğuş'la aramızda bir kişilik mesafe vardı. Sokulmayı birazdan düşünüyordum. Başının bana çevrildiğini fark etmemle bakışlarım ona kaydı. "Seni kızdırdım mı? Özür dilerim o halde." O kadar ciddiydi ki bu hali artık tatlı gelmişti. Öncelerden nefret ettiğim hali artık onu anladığım için tatlı geliyordu.
"Kızdırmadın Doğuş." Doğuş'un bakışları aramızdaki mesafede gezindi. "Mesafe koydun ama. Sokulursun sen." Yanına doğru kayarak dibine kadar yaklaştım. Ona yaklaştığımda artık daha yakın bir mesafedeydik. "Bu nasıl? Beğendin mi?" Bakışları yüzümde gezinirken yutkundu. "Benim beğenmem için değil, sen istediğin için olması lazım." Kolum beline sarıldı. "İstemesem aramızda hala bir kişilik mesafe olurdu, emin ol."
Doğuş tebessüm etti. Onun güzel tebessümünü izledim. "Hep film mi izleyeceğiz? Sürekli film izliyoruz." diye mırıldandım. Daha rahat bir pozisyona geçmek için oturuşunu düzelirken konuştu. "Ne yapmak istersin? Söyle onu yapalım." Kollarımı daha sıkı sardım ona. "Bilmem."
Doğuş kolunu koltuğun üstüne atınca kolu hemen arkamda bulunmuş oldu. Ardından kolunu sırtıma sararak beni kendisine daha çok yaklaştırdı. Yüzümde bir sırıtış oluştu. Anında oturuşumu değiştirerek başımı Doğuş'un dizlerine başımı yasladım. "Böyle izlemek istiyorum!" Başımı Doğuş'a kaldırdığımda gülümsediğini gördüm. "Olur."
Olumlu cevabıyla bacaklarımı koltuğun boşta kalan kısmına uzattım. Oldukça rahat bir pozisyondayken çikolata kokusunu en derinliklerime kadar çektim. Bakışlarım başlamış olan filmdeyken Doğuş'un eli saçlarımda gezinmeye başladı. Eliyle saçlarımı okşuyor gibi hareketler uyguluyordu.
Bir süre susup filmi izledik. Açıkçası benim pozisyonum oldukça rahattı. Zaten film izlerken uyguya dalan bir insandım, üstünde Doğuş saçlarımı okşayınca ekstra uykum gelmişti ve yirminci dakikada finali vermiştim. Kendisinin izlemiş olduğuna emindim ama.
🌺
Gözlerimi yumuşak yatakta açmıştım. Esnerken hafifçe dikleşerek yanıma baktım. Doğuş yoktu ve muhtemelen işine gitmişti. Ellerimi yatağa bastırarak oturur bir pozisyona geçtim. Bakışlarım odada gezinirken uykumu açmaya çalıştım. Ağzım açılırken tekrar esnedim.
Dönüp yavaşça yataktan kalktım. Ellerimle gözümü ovuştururken sarsak adımlarımı odanın çıkışına doğru attım. Kapıyı açıp çıkmamla Erik'le karşılaştım. Koridorda muhtemelen Doğuş'un çıkmadan önce koymuş olduğu mamaları yiyordu. Ona bir bakış attıktan sonra lavaboya girip elimi yüzümü yıkamaya başladım.
Saçlarım yüzüme yapışırken oflayarak dikleşip saçlarımı arkada güzelce toparladım. Ardından tekrar yüzümü yıkayıp en son havluyla kuruladım. Lavabodan çıkmamla ayağımla fark etmeden Erik'in oyuncağına basmış ve tamamen ayılmama sebep olmuştum. Acıyla inlerken bastığım ayağımı kaldırıp seke seke oyuncağın olduğu yerden uzaklaştım.
Zar zor acıyan ayağımın üzerinde bastığımda adımlarımı iki ayağımın üzerinde atmaya başladım. Mutfağa girip kahvaltılık bir şeyler hazırlayacaktım ki Doğuş'un zaten hazırlamış olduğunu gördüm. Tepsinin üzerinde, proteinli, sağlıklı bir kahvaltı tabağı hazırlamış, yanına istediğim içeceği doldurmam için bardak bırakmıştı. Tepsiye bir bakış attıktan sonra dolaptan Doğuş'un yaptığı portakal suyunun olduğu cam şişeyi aldım. Bardağa portakal suyu doldurduktan sonra, cam şişeyi tekrar buzdolabına bıraktım.
Tepsiyi alıp dikkatli bir şekilde koridora çıkıp oradan salona ilerledim. Salona girip tepsiyi yemek masasına bıraktım. Ardından hızlı adımlarla ilerleyip koltuğun üstünden aslında Doğuş'un olan fakat son zamanlarda ortak kullandığımız bilgisayarı aldım. Hızlıca bilgisayarı masanın üstüne tepsinin önüne yerleştirip, hızlıca sandalyeme oturdum.
Bilgisayarın şifresini yazarak açtığımda portakal suyumdan küçük bir yudum aldım. En son yazdığım bölümü açarak tekrar bir gözden geçirme amaçlı kahvaltıma başlarken aynı zamanda okumaya da başladım.
Çatalımla sevmediğim şeyleri bile o hazırladığı için yerken bakışlarım ekrandaki yazdığım yazılardaydı. Uzay ve Hayal mutluydu fakat hala kaygıları vardı çünkü Hayal henüz iyileşmemişti.
Gerçekten çok garipti. Hayal'le olan benzerliğimiz garipti. Hareketlerimiz asla benzemiyordu. Hayal sessiz, fakat içinde insanların bilmediği renkli bir kişiliğe sahip olan biriydi. İçeride ne olduğu görülmeyen kapalı bir kutuyu andırıyordu. Fakat hastalıklarımız ve yalnızlığımız benziyordu. Bu bazen kaderin bana oynadığı bir oyun gibi geliyordu. Sanki kader kendi hayatımın kalemini bana vermiş ve benim yazdıklarımı hayatıma geçiriyor gibiydi.
Bu kurgudan başka bir kurgu henüz düşünmemiştim. Şu an sadece aklımda Manolya Kokusu'nu yazmaya başlamak vardı. Bir an önce Yıldızlarla Aramda'yı bitirip Manolya Kokusu'na başlamayı diliyordum. Ağzımdakiler çiğnerken klavyeye uzanıp yazdığım sahneye bir söz ekledim.
"Ben uzayım ve uzay bütün cisimleri içine alır. Sense benim içimdeki en parlak yıldızımsın, Hayal. Ve ben o yıldızın adını Hayal koyuyorum. Hayal edilemeyecek kadar parlak bir, Hayal yıldız .Kimsenin bilmediği, sadece benim, sadece Uzay'ın yıldızı."
Sözü yazar yazmaz portakal suyumdan iki büyük yudum alıp geri çekildim. "Herkes kendi Uzay'ını bulsun, ben kendiminkini buldum!" diye gülümseyerek sessizce mırıldandım. Doğuş dışındaki diğer aşkım Uzay'dı. Bazen seni Hayal'den kıskanıyorum bilgin olsun.
Çatalımla ağzıma bir salatalık atıp çiğnemeye başladım. "Biraz olay mı yaratsam acaba? Ya da hüzün katmalıyım? Gerçi zaten hüzünlü bir roman yazıyorum. E hüzünlü bir romansa hüzün katmam normal o zaman?" Kendi kendime mırıldandım. Ekmekten küçük bir parça koparıp ağzıma atarken düşünmeye başladım.
Kahvaltımı bitirene kadar eklemelerimi yapıp kaldığım yerden okumuştum. Ardından bulaşıklarımı toplayıp makineye atmış ve yazmaya devam etme işimi koltukta halletmiştim. Bir saat oturup yazmıştım.
🌺
Bakışlarım dümdüz tavandaydı ve yapacak hiçbir şey yoktu. Boş boş tavanı izliyor ve uzanıyordum. Bundan sıkılmış bir şekilde nefesimi vererek yatakta oturur pozisyona dikleştiğimde kaşlarım çatıldı.
Bakışlarım yatağın örtüsündeyken yapacak bir şey bulmaya çalıştım. Yapacağıma karar verdikten sonra yataktan yavaşça kalktım. Dolaptan giyecek kıyafet aradım. Bulduğum elbiseyi yatağa attım. Doğuş'un yanına gidecektim. Ara saati de yaklaşıyordu zaten.
Dolabı kapatıp üzerimdeki tişörtü çıkardım. Ardından elbiseye döndüm. Bakışlarım elbisenin üzerinde gezinirken kaşlarım git gide daha fazla çatıldı. Fazla kırışık duruyordu. Fakat giyecek başka temiz bir şey yoktu. Henüz öyle çok çok kıyafet almamıştım. Bir ay boyunca az az almıştım.
Yutkunmamla bakışlarım tekrar dolaba, en uç tarafına kaydı. Yavaş adımlarla ilerleyerek dolabın önünde durdum. Bakışlarım kapının önünde beni izleyen Erik'e kaydı. Onun bakışıyla bir kere daha yutkunarak dolaba dönüp kapağı açtım. Gözlerim en altta dolabın sonundaki ütünün üzerinde durdu.
Bir aydır ütü kullanmamıştım. Doğuş yapardı hep. Ben dışarı çıkacak mıyım diye geceden sorar, ne giyeceğimi de sohbet eder gibi sorar ve kendi kıyafetimi ütüleyeceğim seninkini de ütüleyeyim bahanesiyle beni ütüden uzak tutardı. Bazen sırf benim için kombinini ütülenmesi gereken kıyafetlerle çeviriyordu. Ve genelde ütüyü benim olmadığım bir odada veya ben duştayken yapardı.
Ütüye uzanıp almamla ellerimin titrediğini fark ettim fakat bunu umursamadan ütüyü alıp dolaptan çıkardım. Sakin ve soğukkanlı kalmak için çabalarken ütü masası çıkarmak yerine yere uygun bir şey örttüm sadece. Ütüyü alıp fişini uzattım. Elimdeki fişin ucunu prize yaklaştırdım ki elim o kadar titriyordu ki, bu yüzden yerine bile giremiyor, prizin köşelerine çarparak sessiz ortamda bir ses oluşturuyordu.
Fiş prize girince titreyen elimi hemen çektim. Bakışlarımı prizden ayırmaya çalışırken arkama uzanıp elbisemi aldım. Ütü ısınırken kırışık elbiseme bakmaya başladım. "Hayır..." Bakışlarım kapıda beni izleyen Erik'e döndü. Başımı ağır ağır iki yana salladım. "Sana da bir şey olamaz. Senin de ölümüne sebep olamam." Anında uzanıp titreyen ellerimle hemen fişi çıkarmaya çalıştım. "Çık! Çık lütfen çık!" Fişin ucu prizden sıkışmış gibi çıkmıyordu. "Lütfen çık!"
Fiş çıkınca bütün gücümü ona vermiş olduğum için bir anlığına gerilemiş oldum. Bakışlarım anında elimde duran fişin ucuna çevrildi. Fişe bakarken rahatlamış gibi hissettim. Fişi anında köşeye atarak yerden kalkmaya çalıştım.
Elbiseyi alıp kırışıklığını umursamadan üzerime geçirdim. Askılı elbisenin askılarını kollarımdan geçirerek üzerime oturttuktan sonra arkadaki fermuarını da zorlanarak olsa da kapattım. Komodinden tarağı alarak saçlarımı taramaya başladım. Aynadan üzerimdeki kırışık elbiseye boş gözlerle bakarken saçlarımı taramaya devam ettim.
Tarayıp düzenlediğim saçlarımı yukarıda toplarken bakışlarımı bu sefer yüzüme çıkardım. Saçım hallolunca yüzüme bir kapatıcı, bir allık, bir maskara uyguladım. Kısa süren hazırlanmamın ardından üzerime parfümümü sıkıp çantamı aldım. Dönüp koridora çıkmamla Erik'te peşimden geldi. Kapının önüne kadar gelince anahtarımı eşyalarımı çantama attım. Ardından kapıyı açıp sporlarımı giymeye başladım. Aklımda hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey hissetmiyordum resmen.
Ayakkabılarımı giydikten sonra kapıyı kapatıp Doğuş'un benim için çıkardığı anahtarla kapıyı kilitledim. Kapıyı iki kere kilitledikten sonra anahtarı çantama atarken asansöre ilerlemeye başladım.
Derin bir nefes alma ihtiyacı hissetmiş gibi derin bir nefes aldım. Hızla uzanıp tuşlara basmamın ardından on saniye sonra asansör geldi. Kapıları açılan asansöre binerek zemin kata bastım. Kapılar kapanırken sırtımı asansör duvarına yaslayarak beklemeye başladım. Fişi çektin, Manolya. Fişi çektin.
Aldığım derin nefesi şimdi veriyor gibi nefesimi derin bir şekilde verdim. Bacağımı sallamaya başlarken elimle alnımı ovaladım. Başım ağrıyordu fakat ilaçlarımı da kullanmıştım. İlaç kullansam bile yine de bir sızı hissederdim ama bu sefer sanki ilaçsız gibi hissediyordum. Bu sefer faydası olamamış gibi.
Açılan asansör kapılarından beklemeden çıktım. Ben çıkarken Kader ve Toprak'ta asansöre binmişlerdi. Onları umursamadan çıkışa ilerledim. Şimdi birde durağa gitmesi falan vardı. Çantamı açarak içinden kulaklığımı çıkardım. Tekrar kapattığım çantamın ardından kulaklıklarımı kulağıma taktım. Ardından kablonun ucunu da telefonuma taktım. Oynatma listemi rasgele çaldırtarak yoluma eşlik etmesini sağladım.
Adım adım ilerlerken müziğin sesi kulağımı dolduruyordu bu çok hoştu. Sadece müzik dinlemek için bile yürünürdü. Ve zaten ben bunu son bir ay içinde arada yaptığım bir şey olarak kullanıyordum. Fazla huzur vericiydi.
Esinti, at kuyruğu saçıma da çarparken bu bana daha da huzur veriyordu. Şurada oturup gözlerimi kapatarak kendimi tamamen müziğe bırakabilirdim ama bunu yapmadım, çünkü etraf pek müsait değildi. Zaten git gide durağa yaklaşıyordum. Durağın evimizin hemen aşağısında olması iyi bir şeydi.
Gelen otobüsü fark edince irileşen gözlerime rahatlığımı bozup yetişmek için koşmaya başladım. İnsanlar otobüse binerken daha hızlandım. "Dur! Bende varım, benim gibi bir mükemmeli otobüsüne almış olmak istiyorsan beklemelisin!" Binmekte olan son iki yaşlı insan bana garip bakışlar atarken bir yandan aceleyle çantamdan kartımı çıkarmaya çalıştım.
Otobüsün kapıları kapanınca tam yetişemeyeceğimi fark ettim ve hemen sonra Manolya Dinçer olduğumu hatırlayarak turboya almışçasına koşmaya başladım. "Dur diyorum sana! Bir daha gelmeni bekleyecek biri değilim! Benim kitabımda bir sonraki gelişine binmek yoktur! Hemen dur!" Garip bir şekilde otobüse yetişip kapısına vurmamla şoför kaşlarını çatarak bana döndü ve yavaşlamaya başladı. Ha şöyle işte.
Adam kapıları açarken bana döndü. "Manyak mısın kardeşim?!" Kaşarım çatılırken anında otobüse çıktım. "Manyak değilim Manolya'yım!" Ve kartımı basıp koltuklara ilerledim. "Allah Allah! Deli midir nedir?" diyerek kapıları kapatarak kaldığı yerden devam eden şoföre bakmadım bile.
Yer ararken bir genç çocuğun yanının boş olduğunu fark ettim. "Hey!" Kulağında duran kulaklığı indirerek bana Ne? dercesine baktı. "Şu oturuşunu düzeltip çantanı çekte oturayım." Bir tepki vermeden çantasını oturacağım yerden çekip bacaklarını kapatarak oturdu. Ona kısa bir bakış attıktan sonra yanındaki koltuğa yerleştim.
Çocuk geri kulaklılarını takarken bende başımı koltuğa yaslayarak müziğimi dinlemeye koyuldum. Yol yarım saat kırk dakika civarı sürmüştü. Direkt hastanenin önünde inen duraktan hastaneye geçmiştim.
Adımlarımı hızlandırırken önce hastası var mı yoksa yok mu, onu öğrenmek için Eylül'ü bulmalıydım. İki katı çıktıktan sonra asistanların odasına ilerliyordum ki Eylül'ü fark ettim. Bir anda koşuşturmaya başladığı için fark etmeden bana çarpınca geri sendeledi. "Manolya? Çok özür dilerim!"
"Özre gerek yok, hayırdır niye koşuşturuyorsun öyle? Acil bir şey mi var?" Eylül sanki yeni kendine gelmiş gibi anlamsızca bana baktı. "Koşuşturma mı? Yoo, acil bir şey yok." Hafifçe güldüm. "O zaman neden koşuşturuyorsun kızım?" Eylül kendisi de bunun cevabını bilmiyormuş bana baktı. Bu gülüşümü daha da şiddetlendirdi.
Gülerken başım diğer tarafa çevrildiğinde karşımızdan bu tarafa doğru, koridorda ilerleyen Ağan'ı fark ettim. Onu uzun zamandır görmemiş olduğum için yüzümde garip bir sırıtış oluşmuştu. "Ağam?"
Ağan durup duvar gibi suratıyla bana döndü. "Buyurun?" deyince sırıtışım büyüdü. "Tövbe haşa! Ağaya buyurulduğu nerede görülmüş?" Ağan sıkıntılı bir nefesi dışarı verdi. "Manolya Dinçer..." Yeni hatırlamış gibi bir hali vardı. "Ta kendisi ağam. Size saygım var ama beni unutmak bana hakarettir."
Ağan başını iki yana salladı ve yoluna devam etti. Arkasından bakarken yüksek sesle söylendim. "Yalnız bu da hakaret! Saygısızlık yani! Ben bu hastanenin bir hastasıyım!" Eylül bana gülerken, cık cıklayarak başımı iki yana salladım. "Doğuş olsa böyle mi yapardı? Adam görüldü atıp gitti resmen..."
"Ağan hoca herkese öyle ya. Biraz asosyal." deyince ona hak verircesine başımı salladım. Eylül'ün koluna girdiğimde yönümüzü Doğuş'un kapısına taraf çevirdim. "Hastası var mı?" Eylül elini bir sürü dercesine salladı. "Sayılmaz bi-" Kaşlarım çatılırken sinirle sözünü kestim. "Ondan mı bahsediyorum kız! Tedavi ettiği hastalar, salak!"
Eylül kaşlarını kaldırarak yeni anlamış gibi kafasını salladı. "Henüz araya girmedik, şu an yoğun." dedi ve kolumdan ayrılıp bana döndü. "Hatta benim şu an gidip, hastaları kontrol etmem ve yönlendirmem lazım." Başımı salladım. "İyi git çalış. Bende takılırım buralarda. Alışığım zaten."
Eylül başını sallar sallamaz koşarak uzaklaşmaya başladı. Bakışlarım arkasında gezinirken mırıldandım. "Bu kızda bir garip. Ha bire yürümek gibi sakin bir eylem varken koşuyor. Kendi kendine telaş yapıyor."
Oyalanmak için bir alt kata indiğimde doktorlara veya hastalara ait olmayan odalardan kilitli olmayan herhangi bir odaya girdim. Bakışlarım etrafta dolanırken ortadaki yatak ve sedye tarzı şey dikkatimi çekti. "Rahat mıdır acaba?" Elimi üstüne bastırarak yumuşaklığını kontrol ettikten sonra üzerine çıkıp oturdum. Fazla yukarıda kalıyordu. "Ne güzel uyunur bunda." Sırtımı sedyeye yaslayarak hemen yukarımdaki ışığa bakarak rahatıma koyuldum ki, köşede dikkatimi çok da çekmeyen mavi perdenin ardından gelen bir ses benim rahatımı anında bozmuştu. "Kimsiniz?" Ses tanıdıktı.
Gözlerimi kapatarak bayılmış numarası yapacaktım ki anında ne yaptığımı sorgulayarak gözlerimi açıp yataktan kalkmaya çalıştım. Dikleştiğim an Kenan başhekimle karşılaşmıştım. Yüzümde garip bir sırıtış oluşurken başımı salladım. "Merhabalar merhabalar..." Kenan başhekim hafifçe gülerek başını salladı. "Merhaba Manolya." Ne yapacağım, ne diyeceğim hakkında zerre bilgim yokken elimle yatak sedyeyi işaret ettim. "Bir hasta bakış açısıyla kalite kontrol yapıyordum da. Pek kalitesiz geldi."
Kenan başhekim elindeki eldivenleri çıkarırken gülüşünü arttırdı. "Aslında en kalitelisini alırız her şeyin." Yüzümdeki sırıtışı bozmadan başımı salladım. "Haklısınız, stetoskoplarınızda öyle diyordu zaten."
Bakışlarını eldivenlerini indirirken mırıldandı. "Doktorumuzun gücü diyelim." Ne diyeceğimi veya ne yapacağımı bilmediğim için sadece gülüşüm arttırdım. "Bence de, kesinlikle, aynen."
Yataktan kalkıp kapıya ilerledim. "E ben gideyim. Biraz daha gezeyim." Kenan başhekim dudaklarını birbirine bastırmışken başını salladı. "Güzel parçaların olduğu yerleri önermemi ister misin? Eksilerde ameliyathanelerimiz var gidip gez istersen." dedi ciddi olmadığı gayet net olan sesiyle. Aynı sesle ona karşılık verdim. "Yok, ben kan sevmiyorum ya. Eksiler korkutur beni."
Bana sadece gülünce hemen odadan çıktım. Odadan çıkar çıkmaz gülen ifadem solmuş ve utanç bir ifade oluşmuştu. Sinirle dizime vurdum. "Denek gibi yatmışsın yatağa! Sana ne onun kalitesinden!" diye kendi kendime söylendim.
Koridoru dönüyordum ki bakışlarım, döneceğim koridorun ortasında karşı karşıya durmuş hararetli bir şekilde bir konuyu konuşan Esma ve Volkan'da durdu. Sesleri buraya kısık bir şekilde gelebiliyordu. "Olmuyor Volkan. Sende farkındasın." demişti Esma. Volkan yüzündeki ifadesizliği bozmadan başını salladı. "Haklısın. Farkındayım."
Esma, Volkan'ın elini tutarak ona tebessümle baktı. "Senin hakkında düşüncelerim iyi. Sen iyi bir insansın. İyi bir arkadaşsın. Keşke seninle iki sevgili değil de sadece arkadaş olsaydık. Bak o zaman çok iyi olurdu. Biz sevgili değil, arkadaşlık için fazlasıyla uygunduk." dedi Esma. Volkan başını tekrar ağır ağır salladı. "Belki de..."
Volkan elini çekerek başıyla bir tarafı işaret etti. "Ben gideyim artık?" Esma tebessümünü söndürerek başını salladı. "Tamam. İyi günler. Kendine iyi bak." Volkan da başını salladı. "Sende, hemşire." Sonlarının böyle olacağı belliydi zaten.
Dudaklarım aralanırken bakışlarım Volkan'a kaydı. Dümdüz ifadesiyle dönüp koridorun bana taraf olan yerine doğru ilerledi. Beni fark edince yönünü bana doğru çevirerek bu sefer bana doğru yürümeye başladı. "N'aber Mano? Konuşalım mı biraz?"
İri gözlerimle ona bakarken aralıklı dudaklarımı kapattım. "Gelsene bi'!" diyerek onu kolundan tutup merdivenlere çektim. "Neler oluyor?" diye anlamsızca sormasını umursamadan onu hastanenin önüne çıkardım. Kolunu bırakmadan onu banka kadar sürükledim. "Konuşabilir miyiz?" diye soruyordu Volkan.
Durunca banka oturup ona döndüm. "Söyle." Nefesini verirken o da benim gibi yanıma oturdu. "Bak ben sana hiç acımadım." Sırtımı banka yaslarken rahat bir oturuş ve rahat bir ifadeyle başımı salladım. "Ee? Yani?" Volkan üzgün bir ifadeyle bana baktı. "Gerçekten yapmadım. Arkadaşlar birbirlerinin acısını çekmez mi? Seni yaralayan bir olay olsa beni de yaralamaz mı? Ben de Firdevs'e o anlamda üzülüyorum dedim. Ama o onu hemen başka bir şeye çevirdi! Ya sen, gerçekten o Firdevs'e mi inanıyorsun? Bunca zaman seni Burak'la yakıştırıyorum deyip Burak'a aşık olan yalancı, oyunbaz Firdevs'e mi? Yapma Manolya..."
Kollarımı bağlayarak sessizce onu dinlemeye devam ettim. Elini arkadaşça koluma koyarak tebessüm etti. "Sen benim tek gerçek arkadaşımsın. Üzüldüm çünkü sen benim arkadaşımsın. Evet, bütün sebep bu." Tek kaşım havalandı. "Ne o? Seni bir sürü arkadaşın vardı yalan söylüyor olmayasın?" dedim ince alayın olduğu sesimle. Tabi ki bütün arkadaşlarının sahte olduğunu biliyordum, benimle bu kadar yakın değilken de, bu zaman da.
"Yapma Mano. Ne kadar zaman geçti. İçin soğusun diye bekledim hep. Zaten hep korkuyorum sana bir şey olacak diye. Hastasın. Yanında bile olamıyorum. Hastaneye kaç kere gelip gittim ya seni göremiyorum ya da sen beni görmüyorsun. Görsen bile konuşmuyorsun, silmiş gibi tanımamazlıktan geliyorsun." dedi hüzünlü bir sesle. Kollarımı sıkılaştırırken kaşlarımı düzleştirdim. "Beni hiç tanımamış bir insanı bende tanımamazlıktan gelirim, Volkan." dedim adına vurgu yaparak.
Volkan başını iki yana salladı. "Olmaz Manolya! Ben seni tanıyorum! Tanıdığım için bekledim zaten! Tanıdığım için Firdevs o iftirayı attığı ilk an sana kendimi açıklamaya çalıştım. Firdevs'le arkadaşlığı da kestim. Arıyor açmıyorum. Yanıma geliyor gidiyorum. Konuşmaya çalışıyor konuşmuyorum. Neden hala beni anlamıyorsun? Tamam evin falan yandı bir aydır bunalıma girmiş gibiydin ama..." Kaşlarım havalandı. "Sence ben evim yandı diye mi bunalıma girdim?" Bakışları bendeyken başını iki yana salladı. "Ölen köpeğin için. Ben sadece bunun nedenini söylemedim yoksa biliyorum." Buna bir şey demedim.
Volkan bana çaresizlikle bakınca onu affederek inanmayı tercih ettim. Herkes ikinci şansı hak ederdi. Ama bir daha duyarsam affetmezdim. "Tamam. Volkanik yanardağımsın tekrar." Volkan sevinçle yerinden sıçrayarak kollarını sıkıca bana sardı. "Mano'm!"
Beni fazla sıkınca boğulmamak adına, "Aa! Doğuş?" dememle anında kollarını benden ayırdı. "Aa! Kollarım şey- Ya yanlışlıkla yani..." diye telaşla bir şeyler gevelerken Doğuş'u arar gibi bakışlarını etrafta gezdiriyordu. "Doğuş falan yok, korkma şapşal!"
Bakışlarını bana çevirmesiyle kaşları çatıldı. "Korkmuyorum zaten. Adam şiddete karşı olsa, hakaret etmiyor olsa bile insana bir korku hissi veriyor ya. Bakışları falan da değişiyor zaten beni görünce. Arkadaşın olmamı bile umursamıyor."
Ona hafifçe güldükten sonra koluna vurdum. "Esma'yla nasıl gidiyor?" Ciddileşirken bakışlarını kaçırarak nefesini verdi. "Ayrılma kararı aldık. Artık sadece aynı ortamda bulunursak arkadaş gibi oluruz." Bakışlarım Volkan'dayken kaşlarım çatıldı. "Gördüm Volkan. Üzülme ama. Daha gençsin. Hem aşık değildin zaten, değil mi? Sadece hoşlantıydı." Volkan beni onaylarcasına başını salladı.
Dizlerimi kendime çekerken Volkan'ı izledim. Volkan başını bana çevirdi. "Ayrılmayı düşünüyordum aslında. Konuşurum bugün veya yarın. İkimizin de kendisine eziyet etmesine gerek yok. Bu ilişki çok gereksizdi. Hiç olmamalıydı." diye mırıldandı.
Bakışlarım hastanenin kapısından bize yaklaşan Esma'yı görünce onun üzerinde durdu. Kapının önünde sırtını cama yaslayarak onu izleyen yüzü ifadesizlik dolu olan Fatih de vardı. Yanağında ki kızarıklığa bakılırsa Esma ona karşılık verdiği halde fena bir tokat atmıştı. Fakat Fatih pek de pişman görünmüyordu.
Esma yanımıza ulaşınca Volkan oturduğu yerden kalkıp tam karşısında durdu. Aralarında bir boy farkı oluşunca Esma başını kaldırıp Volkan'a baktı. "Bende seni arıyordum. Bilekliğini düşürmüşsün." diye mırıldandı. Volkan ellerini ceplerine sokarken Esma'ya bakmaya devam etti. Esma bilekliği uzatınca Volkan anında bilekliği alıp cebine soktu. "Teşekkürler." Esma hafifçe gülümsedi. "Ne demek."
Esma elleriyle oynarken çekingence başını kaldırıp Volkan'a baktı. "İlişkimiz içine seni kırdıysam veya fark etmeden bunu yaptıysam, kötü bir davranışım olduysa özür dilerim." Volkan başını salladı. "Olmadı Esma. Ama benime fark etmeden dediğin gibi davranışım olduysa bende özür dilerim." Esma gülümsemesini soldurarak başını çok yavaş bir ritimde salladı. "Seninde öyle bir davranışın olmadı."
Volkan, "Görüşürüz." dedi ve dönüp bahçesinin çıkışına ilerledi. Esma arkasından bakarken yüzünde hiçbir ifade yoktu. Gidişini, görünmeyecek kadar izledikten sonra bana döndü.
Yavaşça kollarımı kendime çekmiş olduğum dizime sardım. "Fatih için mi?" Esma beni yeni hatırlamış gibi başını bana çevirdi. "He?" Omuz silktim. "Boş ver." Esma demin Volkan'ın kalktığı yere oturup bana döndü. "Sana bir şey dedi mi? Yani garip bir hali var." diye mırıldandı. Omuzlarımı indirip kaldırdım. "Demedi."
Esma düşünceli bir ifadeyle derin bir nefes aldı. "Fatih hoca için değil. Uzun bir süre geçti sayılır ve ben hala Fatih'teyim. Bunun farkında olduğum için ayrılmak istedim. Olmuyordu zaten. Onun kalbi başkasına bakan biriyle zamanlarını geçirmesini istemedim. Hataydı." Bakışlarım Esma'da gezindi. "İyi yapmışsın. Ayrılma konusunda."
Esma bana yine bakış attı. "Şöyle bir şey var ki kendime eziyet etmeye devam ediyorum. O adam bana ne yaptıysa bir bakışıyla kalbimi delip geçebiliyor. Bunca zaman beni tek ona bağlı tutan bakışlarıydı. Bir göz kırpışı, bir kaşlarını kaldırışı, çatışı, attığı bakışı..."
Esma saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. "Hem güzel, hem kötüydü. Ona bakmayacağım artık. Görmeyeceğim bile. Onun gibi cesaretsiz biri bakışımı hak etmiyor." diye mırıldandı. Hiçbir şey demeden onu izlemeye devam ettim. Esma bir anda aklına bir şey düşmüş gibi etrafına kontrol eder gibi baktı. "Biri falan duymasın da. Sonuçta hocam oluyor yani..."
"Fatih sana aşık. Engelleriniz de kalktı. Bence bu sefer her şey farklı olacak. Tabi şans verirsen ama o da senin kararın. Gülün, iki üç günlük hayat, olan oldu. Kimsenin yarın yanında olacağının garantisi yok." Esma aklına bir şey gelmiş gibi gülerek bana baktı. "Dimi? Senin gibi umursamaz olayım." Ona karşılık gülerek başımı salladım. "Aynen."
Esma başını kaldırıp karşıdaki, dizili süs ağaçlarına baktı. "Ayrıca engellerimiz falan kalkmadı. Gidip Fatih hocanın kucağına atlayacak değilim." Alayla tekrar güldüm. "Boş ver, bak ben öyle yapıyorum sende öyle yap. Git kucağına atla." Esma ne anladıysa gözlerini irileştirerek bana baktı. "Manolya! Senin özel hayatın yok mu?" Onu umursamadan önüme döndüm. "Ne dedik sanki, Ferihalaştın yine."
Bakışlarım Fatih'in demin durduğu yere kaydı. Orada yoktu ya da çoktan gitmişti bile. Yavaşça oturduğum yerden kalktı. "Bak aşktan meşkten bahsettiniz benim doktorumu göresim geldi. Gideyim de hasta'lık yapayım ona."
Esma bana gülerek kendisi de oturduğu yerden kalktı. "Siz şimdi neler neler yapmışsınızdır bu zamana kadar. Düzgün bir ilişkiniz var." dedikten sonra omzuma çarparak imayla bana göz kırptı. "Harbiden kız, neler neler yaptınız?" Esma'ya yan gözle bir bakış attıktan sonra gülerek önüme döndüm. "Asla tahmin ettiğin gibi bir şey yaşamıyoruz Esma. Adam utangaç. Hazır değil. O kendine çok güvenen hocanızı siz bir de benim yanımda görün. Süt dökmüş kedi. Boynu bükükler gibi." Hakkında yine yalan yanlış şeyler söylediğim için özür dilerim, Doğuş Çayım. Alışmışsındır sen ama.
Esma gülerek omzuma çarptı. "Atma be! Öyle biri değil, hocam." Başımı tabi tabi dercesine salladım. Esma'yla merdivenlerden çıkmaya başladığımızda bakışlarım üzerinde gezindi. "Sende bayadır hemşire üniforması giyiyorsun, Kezban stilin ondan biraz örtünmüş bunu fark ettim. Sadece saçındaki o garip tokaları çıkarsan her şey daha hallolacak gibi." Esma umursamazca omuz silkti. "Gayet güzel giyiniyorum."
Ona gülerek bir bakış attım. "Modacı ruhum da öyle diyordu." Esma alayla güldü. "Modacı ruhun? Kıyafeti kırışık giymekte o modacı ruhundan yeni bir moda mı?" Bakışlarım üzerimdeki kırışık elbisedeyken konuştum. "Evet! Böyle daha güzeldi." dedim ve koridorda Esma'yı geçerek, koridorun sonundaki, yanında, 'Uzm. Dr. Doğuş ÇEKİCİ.' yazan kapıya yetiştim.
Ara saati geldiğine göre hastası yoktur. Kapı iki kere tıklamamla ses geldi. "Gel." Kapıyı açarak sadece kafamı içeri sokmamla bakışları kafamı buldu. Beni beklemediği için kaşları çatılırken kapıyı daha çok aralayıp içeriye girdim. "Çiçeğim?"
Kapıyı arkamdan kapatarak ilerleyip masanın önündeki koltuklardan her zaman ki oturduğum koltuğa oturdum. "Hoş geldin." dedi koltuğunu bana çevirirken. Saçımı geri doğru savurarak onu izledim. "Hoş buldum, çaycığım." Tuttuğu kalemi elinde çevirirken ciddi ifadesiyle sordu. "Sana hazırladığım kahvaltıyı yedin mi? Umarım yemişsindir." Başımı salladım. "Yedim tabi."
Doğuş başını sallarken elindeki kalemi çevirmeye devam etti. Bakışları üzerimdeki elbise de gezindi. "Geleceğini söylememiştin." Bir kolumu masasına dayarken ona tekrar döndüm. "Evet, çünkü bende bilmiyordum." Bakışlarını üzerimde gezdirmeye devam edince oturduğum koltuktan kalkıp yanına ilerlemeye başladım. "İlaçlarını aldın mı?" Başımı evet dercesine salladım.
Yanına yetiştiğimde koltuğunu hafifçe geri çekti. Tam karşısında durup kalçamı hemen arkamdaki masasına yasladım. Bakışları hala elbisemde geziniyordu. "Kötü duruyor değil mi?" diye sormamla bakışlarını kaldırıp bana baktı. "Hayır...hayır. Ne giyersen, nasıl giyersen giy sana kötü olmama ihtimali yok. Sadece biraz kırışık. Ama ben kırışık kıyafetleri de severim." Sen her gömleğini tek bir kırışıklığı var mı diye özenle kontrol eden bir insansın Doğuş. Yalan söylemem desen de arada sende yalan söylüyorsun.
Doğuş ellerini uzatıp belimi kavrayarak beni yavaşça dizlerine çekti. "Ne yalan söyleyeyim daha güzel bir öğlen arası düşünemezdim. Çok güzel bir sürpriz oldu bu." Kollarımı boynunda, omuzlarında gezdirirken gülümsedim. "Yine uyuyakalmışım." Bakışlarını değiştirmeden başını salladı. "Yarın kampa gidiyoruz değil mi?" Gitmek istemiyor olsa da cevap verdi. "Evet, gidiyoruz."
Bakışlarım zeytin yeşili gözlerinde gezindi. "Tedavi nasıl gidiyor?" diye fısıldadım. Eli belime daha kuvvetli bir şekilde sarıldı. "Hızlı ilerliyor. Bulmama az kaldı, çiçeğim. Her an karşına bir yüzükle çıkabilirim." Cümlesiyle yüzümde gülüş oluştu. "Yüzük ne alaka?" Bakışları gülüşümde gezindikten sonra gözlerime çıktı. "Çünkü ben tedavini bulacağım ve sen de karşılığında benimle evleneceksin. Doktorun senden sadece bunu istiyor."
Yüzümde bir sırıtış oluşurken dudaklarımı büktüm. "Bak sen şu doktora? Allah'tan büyük bir şey istememiş." Doğuş büktüğüm dudaklarıma da kısa bir bakış attı. "Her şey karşılıklı." diye fısıldadı. Kollarım boynunda gezinirken hafifçe güldüm. "Bu devirde iyilik diye bir şey kalmamış. Her şeyde karşılıklı!" diye muzip bir sesle sitem ettim.
Belimdeki ellerinden birini çekip yanağım çıkardı. Masasında çalan telefonun sesiyle ikimizde başımızı kaldırdım. Ondan önce hafifçe dönüp telefonunu masadan aldım. Ona uzatırken bakışlarım yazan isme çarpmıştı. 'Linus Bäck'
Bakışları bana çevrildi. "Bunu açsam iyi olur sanırım. Kusura bakma çiçeğim." diyerek aramayı yanıtlayıp telefonu kulağına yerleştirdi. "Herr?" Geri çekilip dizinden kalktım. Yavaşça ilerleyip önce oturduğum koltuğa tekrar oturdum.
Bakışlarımı, bakışlarını masasında gezdiren ciddiyetine bürünmüş Doğuş'a çevirip onu dinlemeye devam ettim. Kısa bir süre karşı tarafı dinledikten sonra tekrar konuştu. "Ja, jag hoppas att vi kan komma överens snart." Hiçbir şey anlamıyordum!
Başını sadece bir kere hafifçe salladı. Yine karşı tarafı dinledi. Bakışları karşısındaki duvardayken karşıdaki konuşması bitince kendisi tekrar söze girdi. "Vi kommer att diskutera detaljerna senare. Jag pratar inte om det just nu." Hızlı ve akıcı konuşuyordu. Bu dili çok konuşmuyor olmasına rağmen sanki hala ana diliymiş gibi konuşuyordu.
Karşı tarafın kısa konuşmasından sonra hafifçe dikleşti. "Då önskar jag er goda dagar." Yaklaşık beş altı saniye sonra telefonu kapatıp bana döndü. "Kaldığımız yerden devam edebiliriz." Gözlerimi kısarken merakla başımı iki yana salladım. "Kimdi o? İsveç'ten kankaların mı var?"
Doğuş sırtını rahat koltuğuna yaslarken bakışlarını bende gezdirdi. "İsveç'te ev alıyorum. Uzun zamandır istediğim bir ev vardı. Onu istiyorum. Bizim için." Gözlerim irileşirken şaşkınlıkla Doğuş'a baktım. "Ne? Ev mi?"
Başını onaylarcasına salladı ve telefonu alıp onunla uğraşmaya başladı. Kısa bir uğraş sonucu telefonu bana çevirdi. Bakışlarım ekranda resmi görünen evde gezindi. Kuzey ışıkları vardı manzarasında, denizde vardı. Mükemmel bir manzaraya sahipti. İki katlı bir evi vardı. Dıştan harika bir evi, manzaraya bakan balkonu, büyük camları...
"Ciddi misin?" diye soruma cevap vermeden bana farklı bir soru iletti. "Hangi mevsimi seversin?" Bakışlarım ona kaydı. Yüzümde heyecanlı bir ifade oluşurken, "Yaz." diye cevap verdim. Ciddi ifadesiyle hiçbir şey hissetmemiş gibi bana bakarken mırıldandı. "Tüh. İsveç çok soğuktur. Kutuplar ülkesi. Ama sıkıntı yok. Ben evimizi yaza çeviririm."
Yüzümde heyecanlı bir gülüş oluşmuşken başımı iki yana salladım. "Ben burası için kışı bile severim ya!" Doğuş tebessüm etti. "Ben oranın soğukluğunu çok severdim. Seni sevdiğim yerlere götürürüm. Yazın neyse de, kışın çok soğuk oluyor. Ayrıca kışın fazla karlı, yağışlı, karanlık geçer. Alışmak gerek."
Yüzümdeki sırıtış büyürken bakışlarımı telefondaki evde gezdirdim. "Sen bayağı bir kararlısın, bizi oraya taşıtmayı düşünüyorsun sanırım?" dedim muzip bir sesle. "Sen değil misin? İstersen Danimarka'da yaşayabiliriz veya herhangi başka bir ülkede. İstersen hiç gitmeyiz." Telefonunu geri ona uzatırken başımı iki yana salladım. "İsveç'te yaşayalım. Hem eğer öyle olursa çocuklarımızda hem Türk, hem İsveçli olur. ama..."
Eklediğim 'Ama' kelimesiyle beraber Doğuş'un bakışları kısıldı. "Ama?" Ellerimi dizlerime vurarak konuşmaya başladım. "Doğuş sen zengin olmadığına emin misin?" Doğuş başını salladı. "Biraz param var işte. Bana yetecek kadar. Biraz da yedekte." dedi sakince. Alayla güldüm. "Doğuş çayım bence sen zenginliğini saklıyorsun. Bana çok pahalı ayakkabının orijinalini alıyorsun, Esma'ya doğum gününde dünya pahalısı kalem seti alıyorsun, bir oteldeki Manolya ağaçlarını satın alıyorsun, o aşırı pahalı otele götürebiliyorsun, böylesine kuzey ışıkları manzarası, deniz manzarası olan, harika bir ev alabiliyorsun, üstelik İsveç'te. Ayrıca arabanda öyle basit bir SUV modeli değil, Range Rover kullanıyorsun. Sen bunlara zenginlik değil mi diyorsun? Ayrıca şunu da fark ettim, Erik'in ürünleri, mamaları, tükettiği şeyler, oyuncakları, hepsi en ve çok pahalı şeyler. Bu durumda senin zengin olman gerekiyor? Mal varlığını neden saklıyorsun?"
Doğuş bana anlamsızlıkla baktı. "Kazandıklarım işte." dedi sadece. Hafifçe güldüm. "Valla zenginsin sen! Neden hala o evde yaşıyorsun ya? Villa bile alırsın!" Doğuş tebessüm etti. "O evde sen varsın. Ayrıca ben sevmem büyük ev, villa falan. Bir insan nasıl beş kişilik yemeği yiyemezse bende öyle büyük evlerde, villalarda kalamam." Tekrar güldüm. "Ha paran ona da geliyor yani. Oho! Sen baya zenginsin o zaman! Şuna bak yastığın altında altın saklar gibi zenginliğini saklıyor!" dedim gülerek.
Bakışlarım ciddiyetine dönmüş olan Doğuş'un üzerinde gezinirken gözlerim irileşti. "Şimdi ben hem doktor, hem de zengin koca mı bulmuş oldum?" Heyecanla ellerimi birbirine çarptırdım. "Ya! Bak ya!" diye söylendim cilveli bir sesle. Doğuş sadece her zaman ki ciddi ifadesiyle beni izliyordu.
Zenginliği hazmedebildikten sonra aklıma gelen farklı bir şeyle kaşlarım çatıldı. Yüzüme hüzünlü bir ifade ekleyerek gözlerimi kırpıştırarak Doğuş'a baktım. "Sen orda insanlarla havalı havalı İsveççe konuşacaksın, ben masum köylü gibi hiçbir şey anlamayacağım! İngilizceyi bile tam bilmiyorum!" diye sitem ettim.
Doğuş hafifçe güldü. "Öğretirim ben sana İsveççeyi." dedi teselli eder gibi. "Ama çok değişik bir dil! Dinlerken, yazısını görürken bile kafam karışıyor!" Doğuş ciddi ifadesine dönerken konuştu. "Yaparsın. Zor görünüyor sadece."
Kısa bir düşüncenin ardından başımı sallayarak ellerimi masasına dayadım. "Tamam! Bana İsveççe öğret biraz hadi! Ben sorayım sen cevapla." Doğuş düz ciddi bakışlarıyla benim gibi kısaca düşündükten sonra başını salladı. Ardından dizine vurarak başını salladı. "Tamam. Gel hadi. Öğretmenin de ben olayım."
Yüzümde muzip bir sırıtış oluşurken bakışlarımla karşımdaki koltuğu işaret ettim. "Sen gel otur. Siz sınırlarınızı bilmeyen bir, öğretmensiniz. Kucağınıza mı geleyim bir de?" Doğuş elindeki kalemiyle oynarken sırtını bir kez daha arkasına yasladı. Sandalyesini hafifçe sallarken ciddiyetle konuştu. "Sevgilim olan kadına yalandan sınır eklemem mi gerekiyor? Eğer ki illa sınır istiyorsanız tabi ki koyarım, Manolya Hanım. Ben sınırlarımı bilen bir adamım." dedi, 'Manolya hanım' kısmını bastırarak.
Saçımı geri doğru savurarak kollarımı masadan çekip göğsümde bağladım. "Ee? Hadi ama hocam...ya da hocam demeyeyim sizin bu hemşireler, hastanedekiler gibi oluyor. Öğretmenim diyeyim. Hadi ama öğretmenim! Böyle de ilkokul gibi oldu ama olsun. Öğretmenim?"
Doğuş eliyle beni yanına tekrar çağırdı. "Gelir misiniz?" Hafifçe gülerek başımı iki yana salladım. "Sen karşıma gel!" Doğuş biraz boş boş durup bana baktıktan sonra başını sallayarak sandalyesini geri çekip oturduğu yerden hızla kalktı.
Karşımdaki deri koltuğa kadar gelip karşımdaki yerini aldı. Koltuğu iki yanından çekerek bana yaklaştı. Dizlerimiz birbirine dayanırken bakışlarını gözlerime çıkardı. "Pekala...sorabilirsin bakalım." Heyecanla ellerimi birbirine çarptırarak başımı salladım. "'Evet' nasıl denir?" Doğuş anında cevap verdi. "Aslında farklı kullananlar var ama genelde 'Ja' denir. Olumsuzu ise 'Nej' denir." Olumsuzunun İsveççe'sini 'Ney' der gibi okuyordu.
"Başka ne sorayım? Bilemedim ki? Şu anlık kelime öğrenirim, sonra bana cümle kurmayı da öğretirsin." dedim. Başını tamam dercesine salladıktan sonra tekrar konuştu. "Cümle kurarken 'O'nun iki cinsi vardır. Han dersem "O erkek." demiş olurum. Hon dersem, "O kadın." demiş olurum." diye açık bir şekilde anlattı.
Konuşmayınca anlatmaya devam etti. "Mesela, "han är en man, läkare." Ayrıca isim cümlelerinde 'är' eklenir ve eğer ki en başa gelirse soru cümlesine döner. Cümlenin çevirisi, "O erkek bir doktor." bu arada."
"Anladım sanırım..." Doğuş başını sallayarak nefesini verdi. "Biraz değişik bir giriş oldu ama. Daha öğrenecek şeyler var." Kollarımı sıkılaştırırken yerimde kıpırdandım. "Nasılsın, nasıl derim?" diye sordum. Bakışını veya hareketini değiştirmeden sadece cevap verdi. "Hur mår du?" Anlamsızca ona bakarken mal gibi görünmemek adına başımı salladım. "Peki nasıl cevap veririm?"
Doğuş bana başını salladı. "Sen bana sor, ben sana cevap vereceğim." Başımı sallayarak heyecanla bağladığım kollarımı açıp ona baktım. "Hur mår du?" Ellerini birleştirirken hafifçe öne gelip bana cevap verdi. "är kär."
Heyecanla yerimde zıpladım. "Ya! İsveççe diyalog kurdum! İnanmıyorum! Bundan sonra böyle konuşalım ortamlarda!" dedim heyecanla. Doğuş heyecanıma gülünce, yanağında ki tek gamzesi ortaya çıkmıştı. "Tam tersini yapmamızı ister misin?" Başımı heyecanla salladım. "Olur!"
"Hur mår du?" diye sordu. Yüzümdeki sırıtışla beraber heyecanla onun dediği gibi kelimeyi söyledim. "är kär." Doğuş'un yüzünde hafif bir sırıtış oluşurken bunu anında söndürmeye çalıştı. "Till vem?" Kaşlarım çatıldı. "Onu bilmiyo'm ki ben." Doğuş ciddileşerek tekrar konuştu. "'Till dig' demen gerekiyor." Başımı sallayarak dediğini tekrarladım. "Till dig!" Doğuş tekrar sırıtınca yanağındaki tek gamzesi tekrar belli oldu. "Bence çok güzel gidiyor." Bu son konuştuklarımızın çevirisini öğrenememiştim. "Bence de!" dedim sevinçle.
Doğuş bakışlarıyla tekrar dizini işaret etti. "Artık gelecek misin, min blomma?" Sırıttığımda bana göz kırptı. "Öğlen arası biterse pişman olursun, blomma."
🌺
Bakışlarım doktorlar yemekhanesinin içinde gezindi. "Sanki buraya yeni yakışıklılar eklenmiş he? Ne dersin?" Bakışlarım dirseğini masaya, çenesini de avcuna dayamış boş bakışlarla etrafa bakan Eylül'e kaydı. "Bilmem ki. Pek dikkatimi çekmez." diye sessizce mırıldandı. Ona omuz silkerek etrafı incelemeye devam ettim. "Benim çeker."
Bakışlarımı kısaca gezdirdikten sonra diğer tarafımda telefonuyla takılan Esma'ya da bir bakış attım. "Çok sıkıcısınız..." Esma bakışlarını telefonundan kaldırıp bana verdi. "Ne yapalım? Senin gibi doktor mu keselim?" Başımı salladım. "Evet."
Esma gülerek başını la havle dercesine salladı. "Bence sizin hastane doktorları yakışıklılıklarına göre alıyorlar. Bak mesela Ateş yakışıklıydı ama bunların yanında biraz sönük kalıyordu ve bence onu bu yüzden gönderdiler." Esma bakışlarını tekrar telefonuna çekmişken cevap verdi. "Hayır, Doğuş hoca, sana yürüdü diye göndertti." Ona bir bakış atarak düzelttim. "Hayır, Doğuş hocan, çalıştığı bir hastanenin hastasını tehdit ederek o durumdan yararlandığı için göndertti."
"Ben giderim birazdan. Doğuş hoca beklemesin." diye mırıldandı Eylül. Bakışlarımı Eylül'e çevirirken konuştum. "Gidersin gidersin." Bakışlarım tek tek sıkıcı ikilinin üzerinde gezindi. "Konuşun bir şey yapın ya!" Esma nefesini vererek telefonunu kapatıp masaya bıraktı. "Gelin yürüyelim biraz." diyerek oturduğu yerden kalkınca ikimizde bakışlarımızı ona çevirdik. Uykusu gelmiş gibi gözleri yarı kapalı olan Eylül, "Gelin oturalım ya." diye anlaşılmayan bir sesle mırıldandı.
Esma oflayarak tekrar yerine oturdu. "Oturup da ne yapacağız sanki!" diye söylendi sessizce. Bakışlarım tek başına kapılardan giren Arat'a kaydı. Bakışları kısaca etrafta dolandıktan sonra bu masada, daha çok tam uyumakla uyumamak arasında olan Eylül'ün üzerine durdu. O halini görünce yüzünde muzip bir sırıtış oluşmuştu. Ve adımları kendiliğinden buraya doğru gelmeye başlamıştı.
Eylül turuncu saçları yüzünün bir kısmını örterken bundan rahatsız olmuyor gibi öyle takılmaya devam ediyordu. "Buda uyudu uyuyacak." diye mırıldandı Esma bana doğru. Esma'ya sadece sessizce gülerek Arat'ın ne yapacağını izledim.
Arat yanımıza kadar gelince sessizce Esma'ya yana kay dercesine işaret vermeye başladı. Esma ne yapacağını bilemez gibi ona bakarken sandalyesini yana çekmeye çalıştı. Arat, Esma'ya sabır dercesine baktı. Ardından bastıra bastıra yanındaki sandalyeyi işaret edip, Esma'nın yana çektiği sandalyeyi geri yerine çekti. Esma yanındaki sandalyeye otururken Arat ise Eylül'ün yanında kalan sandalyeye oturup kollarını eylül gibi masada birleştirerek başını kollarına yaslayarak ona baktı. Gülmemek için kendini tutarken uyanması için elini saçlarına atarak okşamaya başladı. Gözleri kapalı olan Eylül mırıldanmaya başladı. "Ay Esma çok iyi. Saçlarımı okşamaya devam et lütfen." demişti çok kısık bir sesle.
Arat oldukça sıfır bir sesle gülerken Eylül'ün yüzüne yaklaştı. "Öpmem de çok iyi olur mu?" Eylül duyduğu sesle anında gözlerini fırlarcasına açarken olduğu yerden zıplar gibi dikleşti. "Hocam?!"
Arat da dikleşirken kaşlarını çatarak Eylül'e baktı. "Uyuyordun resmen!" Eylül hemen başını eğerek utandı. "Çok özür dilerim hocam. Bir daha olmaz." Arat ciddi kalamazken bakışlarıyla onu süzerek inceledi. "Utanma utanma. Tamam kabul edildi özrün." Eylül rahatlasa da utanç ifadesini ve başını da kaldırmamıştı. "Sadece eğlenelim dedik. Korkmaya gerek yok." dedi umursamaz ve rahat sesiyle. "Tamam Hocam."
Arat elini uzatıp Eylül'ün yanağından makas alınca Eylül daha bir utançla ona göz ucuyla baktı. "Bana kızgın değil misiniz hocam?" Arat göz kırparak başını ne? dercesine iki yana salladı. "Hangi konuda tam olarak?" Eylül dudağını bükerek omuz silkti. "Doğuş hocanın evindeyken araya girmiştim. Kızmıştınız bana." dedi çekingen bir sesle.
Arat ona aynı bakışlarıyla bakmaya devam etti. "Neden kızgın olayım Doğuş'un asistanı? Hatırlamıyorum bile önemseme bu kadar." diyerek oturduğu yerden kalktı. Eylül başını kaldırıp ona bakarken Arat üzerindeki doktor önlüğünü düzeltti. "Haklısınız hocam. Fazla önemsedim sanırım." Arat sadece başını salladıktan sonra arka masalarda bir grup doktorun oturduğu masaya geçti ve onlarla sohbete başladı.
Eylül sinirle kafasını iki kere masaya vurdu. "Şimdi de tam bir aptal gibi görünüyorum!" diye sitem etti başını masaya dayamışken. Esma'yla ikimiz ona sadece bakıyorduk. Eylül başını kaldırdı. "Umarım yanlış bir şey anlamamıştır, Arat hoca..."
Esma rahat bir sesle, "Emin ol yanlış anlasa gelir burada sana ima yapardı. Daha da kızartır, utandırırdı seni." dedi ve bende buna katıldım. "Bence de. Arat önemsemez ya." Eylül çaresize bir bana bir Esma'ya bakarken konuştu. "Her doktor adına böyleyim. Kimse benim hakkımda yanlış anlasın istemem. Umarım o da anlamamıştır."
Eylül omzu üstünden arkadaki masada oturan Arat'a bakıyordu ki Arat'ın zaten dimdik bir şekilde ciddi ifadesiyle ona baktığını fark etmişti. Ve bunu fark eder etmez aceleyle başını önüne çevirmişti. "Çok kötü bakıyordu! Kesin bana kızdı!" Eylül'ün bu söylenişinden sonra Esma'yla birbirimize bakarak başımızı aynı anda iki yana salladık.
Fatih'te kapıdan girince bu sefer bakışlarım ona kaydı. Bakışları önce Esma'yı buldu. Esma ona bakmazken o durmuş Esma'ya bakıyordu. İkisinin üzerinde gezdirdiğim bakışlarımın ardından bakışlarımı Esma'nın üstünde tuttum. "Fatih sana bakıyor." diye fısıldadım. Esma omuz silkti. "Bakmasın." diye mırıldanınca kaşlarımı çattım. "Bana niye diyorsun kızım? Gidip bakma mı diyeyim?" Esma tekrar omuz silkti.
Fatih onun bakmayacağını anladıktan sonra arkalara doğru ilerledi. Arat'la aralarında kısa bir bakışma geçti. İkisi de birbirine soğuk bir öfkeyle baktıktan sonra anında önlerine döndüler.
Bakışlarımı onlardan çevirerek Esma'ya verdim. "Fatih konusunda ne yapmayı düşünüyorsun?" Esma yine omuz silkti. "Hiçbir şey." Nefesimi verdim. "Diyorsun?" Esma yine omuz silkti bu sefer sadece omzuyla cevap vermişti. "Esma omzun buga mı girdi?"
🌺
Elimdeki kıyafetleri çantama koydum. Basit ve rahat yedek bir kıyafetin zaten yeterli olduğunu düşünüyordum. Kremimi, makyaj çantamı ne olur ne olmaz koyduktan sonra diğer eşyaları da kontrol ettim. Ekleyeceklerim vardı da onları sabah koyardı. Çantanın fermuarını kapattım. Doğuş içinde bu çantaya birkaç bir şey koymuştum.
Doğuş içerden çıkıp yanıma gelince bakışlarımı ona çevirdim. "Sana da yardım edemedim ama..." diye mırıldandı bakışlarını çantada ve benim üzerimde gezdirirken. Evet yaklaşık iki saattir tedavi üzerinde büyük bir hırsla çalıştığı için onu rahatsız etmek istememiştim. "Sorun değil. Ama dinlen istersen biraz? Zaten çalışmaktan geliyorsun." Başını iki yana salladı. "Çalışmam lazım. Git gide daha çok yaklaşıyorum. Aklımda birkaç varsayım var, yardımda alıyorum başka alan uzmanlarından. Gerçek bir yaklaşma hissi var içimde. Asla duramam."
Yüzümde bir tebessüm oldu. "Hızlı ve hırslıyım diyorsun." Doğuş ciddiyetiyle beni onaylamak ister gibi başını salladı. "Sonuna kadar. Asla durmam." Hafifçe gülerek yerden destek alıp oturduğum yerden kalktım. "Çanta hazır"
Doğuş buna bir şey demeden beni kolumdan çektiği gibi duvara yasladı. "Ama bu bana hırslanmak için öpemezsin anlamına gelmiyor." diye imayla suratıma doğru fısıldadı. Yüzümde hafif bir sırıtış oluşurken başımı kaldırıp ona baktım. Yüzlerimiz arasında az bir mesafe varken kollarımı boynuna doladım. Doğuş başını alnıma dayarken bakışlarını da yeşim gözlerime çekti. "Bir zamana kadar en sevdiğim renk yoktu. Ama artık var. Yeşil en sevdiğim renk." diye fısıldadı. Başımı daha çok kaldırıp çenesine bir buse kondurduğumda ona karşılık olarak bende fısıldadım. "Ne tesadüf, benimde..." İkimizde birbirimizin gözlerinden bahsettiğimizi biliyorduk.
Doğuş eğilip dudaklarıma yaklaşınca kalbim içeride çılgınlar gibi zıplamaya, deli gibi dans etmeye başladı. Dudakları dudaklarıma değdiğinde hareketleri başladı. Ona karşılık vererek sıcak ve yumuşak dudaklarına kapandım. Dudaklarımız karşılıklı hareketler sunarken eli belime sıkıca dolanarak beni kendisine bastırdı.
Öpücük, başlangıçta yumuşak ve nazikti, ancak tutku giderek yoğunlaştı. Dudaklarımız birbirine değdiğinde, tüm bedenim onunla aynı ritimde atmaya başladı. O an içinde, sadece onunla ve bu anın getirdiği duygularla meşguldüm.
Ellerim, onun teninde gezinirken daha da yakınlaştık. Her dokunuş, derinlemesine bir bağın ve anlayışın ifadesiydi. Öpücük ateşi, içimde yükseldi, sanki tüm duygularım dudaklarımdan ona geçiyordu.
Öpüşme sırasında zaman durmuş gibiydi. Sadece onunla olan bu anın içinde kaybolmuştum. Adeta ruhumuz birbirine dokunuyor, duygusal bir frekans paylaşıyorduk. Her öpücük, içimizdeki tutkuyu ve arzuyu daha da derinleştiriyordu.
Titreyen ellerimi boynunda sabitleyerek titremesini engellemeye çalıştım. Sonunda dudaklarımız ayrıldığında, gözlerim hala kapalıydı. Nefes nefese kalmıştım, ama içimdeki huzur ve mutluluk hissi daha da güçlenmişti. Gözlerimi açtığımda, onun da benim gibi derin bir şekilde etkilendiğini gördüm.
Bakışları nefesimi tutturacak kadar derinden yavaşça dudaklarımı dişledim. Doğuş başını alnıma tekrar yaslayarak fısıldadı. "Nefesini tutma." Nefesimi bırakmamla bakışları dudaklarıma ardından gözlerime çıktı ve yavaşça yutkundu.
Bakışlarım onun adeta parlayan zeytin yeşili gözlerindeyken konuştu. "Min blomma...yok böyle bir duygu...yok böyle bir his. Bütün zamanlarımı, saniyelerimi, ömrümü sana adayabilirim. Bütün kalbimi, bütün hücremi, bütün parçamı. Kalbim sensin benim. Beni ele geçirmişsin. Kalbim de beynim de sadece sensin."
Yüzümde bir sırıtış olurken ona sessizce bir şeyi hatırlattım. "Etik kurallarını aldatıyorsun sanırım." Bakışlarındaki ifade şu anımıza değişmeyecek kadar yoğunken bakışlarını gözlerimden çekmedi. "Etik seni bilmemiş ki. Etik seni bilse o bile kurallarını bırakırdı."
Hafifçe güldüm. "Sen etiğin yan sanayisisin zaten." Doğuş tebessüm ederken hafifçe geri çekildi ve beni serbest bırakarak bedenlerimizi ayırdı. "Ben çalışmaya devam edeceğim." Doğuş kapıya ilerlerken duvardan uzaklaşıp peşinden ilerledim. İkimizde odadan çıkıp salona girdik.
Doğuş direkt yemek masasının demin oturduğu sandalyesine geçti. Kağıtları masaya saçılmışken o düzen takıntısı olmasına rağmen bunu umursamayarak tek dikkatini ilgilenmesi gereken kağıtlara vermeye başladı. Yemek masasına ilerleyip onun için kağıtları ben düzeltmeye başladım. Kağıtları tam bir düzene soktuktan sonra masaya bırakarak onun dikkatini dağıtmadan odadan çıkıp mutfağa girdim.
Doğuş'a akşam yemek yediğimi söylesem de aslında yememiştim. Sadece kahvaltıyla doyuyordum ve içimden su içmek dışında hiçbir şey tüketmek gelmiyordu. Günlerdir bu böyleydi. Yediğim şeyler sadece Doğuş bir şeyleri fark edip kafasına takmasın diye onun hazırladıkları veya yanında yediklerimdi.
Dolaptan meyve çıkarıp hepsini bir kapa koydum. Ardından kesme tahtasını alıp, alışveriş yaptığı an yıkayıp dolaba koyduğunu bildiğim için direkt dilimlemeye başladım. Meyveleri tek tek dilimledikten sonra hepsini bir tabağa koydum. Ellerimi yıkayıp kuruladıktan sonra meyve tabağını alarak salona ilerledim.
Doğuş bakışlarını kağıtlardan kaldırmazken yanına kadar ilerleyip masanın boş bir köşesine tabağı bıraktım. "Sana meyve tabağı yaptım. Yesene, vitamin alırsın." Doğuş bakışlarını kaldırıp önce meyve tabağına ardından bana baktı. "Zahmet etmeseydin keşke çiçeğim." Eğilip yanağına hafif bir öpücük kondurdum. "Sen benim hastalığımın tedavisini bulmaya zahmet ediyorsun, ben bir meyve tabağı hazırlamaya mı zahmet etmeyecektim? Hem bak karı koca gibi oldu, sana bıçağın ucunda elma uzatmamı ister misin?" dememe karşılık sadece bana düz ve ciddi bakmıştı. Her zaman ki gibi.
Bir sandalyeyi çekip çaprazına oturdum. "Sen çalış. Ben meyveyi ağzına veririm." Bir elma dilimini alıp sırıtarak ona uzattığımda bu hareketime gülümseyerek uzattığım elmayı tekte ağzına attı. Ardında uzanıp kendisi de bir elma alıp bana uzattı. "Bende senin ağzına veriyim o zaman." Uzattığı elmayı dişlerimle ısırarak dudaklarım arasına aldığımda başımı geri çektim.
Elmanın kalanını elime alırken güldüm. Doğuş serçe parmağıyla ensesini kaşıdıktan sonra diğer elinde duran kağıda döndü. "Arada ye ama! Senin için yaptım o kadar!" Doğuş tekrar bakışlarını kaldırıp bana baktı. "Hani sen ağzıma verecektin?"
Gülerek sandalyemden kalktım. Meyve tabağını elime alıp arkasına geçtim. Kollarımı arkasından boynuna doğru sararken aldığım bir üzümü dudaklarına yaklaştırdım. "Al bebeğim, ye yavrum. Yarasın çocuğuma!" Doğuş bana ciddiyetle bakarken uzattığım üzümü ağzına alıp yemeye başladı. "Sen çalış yavrum. Ben böyle uzatırım sana."
Doğuş bana bir bakış attıktan sonra tekrar kağıtlara döndü. Saçlarım kafasına değerken bunu umursamadan biri üzümü daha alıp dudaklarına uzattım. Bir yandan başımı omzuna eğip onu izledim. Doğuş üzümü yerken başını hafifçe bana çevirerek bakışlarını yüzümde gezdirdi. Yüzümde tebessüm oluşmuşken o hemen başını çevirip nefesini verdi. "Böyle hiç olmaz. Böyle asla...asla odaklanamam. Senin benden uzak olman gerek. Ben kendim yerim meyveleri de."
Omuz silktim. "İyi peki. Nasıl istiyorsan." tebessümümü bozmadan arkasından çekilip yanından geçecektim ki beni tutup durdurunca ona döndüm. Bir kaç üzüm aldı ve bana uzattı. Bu haline sırıtırken Doğuş üzümü dudaklarıma daha çok yaklaştırdı. "Yer misin?" Üzümleri ağzıma atıp çiğnemeye başladığımda tabakta iki elmayı da alıp elime bıraktı. "Ye bakalım onları. Vitamin olur." Doğuş'a gülümsedikten sonra elimdeki elmalar ve ağzımdaki üzümlerle beraber salondan çıktım.
Telefonumun çalma sesimi duymamla mutfağa giden yönümü odama çevirdim. Yüzümde boş bir ifadeyle odaya girip kapıyı arkamdan kapattım. Şarjdaki telefonumu şarjdan çıkarıp arayan isme baktım. Bilinmeyen bir numaraydı. Yüzümdeki ifadeyi değiştirmeden aramayı yanıtlayıp telefonu kulağıma yerleştirdim. "Alo?"
Asıl ifadem ses gelince değişmişti. "Manolya!" Bu sesi unutmam imkansızdı. Babama ait bu sesi unutmam dünyanın en imkansız şeyiydi.
Telefonu kapatamadım ama kapatmak isterdim. Ellerim onun sesini duyar duymaz titremeye başlamıştı. Yutkunamamıştım. Konuşamamıştım. Hiçbir ses çıkaramamıştım. Onun o sesini tekrar duymak bana bir işkence daha olmuştu. "Kalbin...o lanet kalbinin bu kadar değerli olacağını bilemezdim..." diye telefonu doğru sessizce tıslamıştı.
Telefonu kendimden hafifçe uzak tutarken sadece sesini dinledim. "Kızımın bir iki haftası kaldı...gebereceksin zaten kurtar şu kızı! Kimsenin hayatında doğru dürüst yerin olmadan yok olup gideceksin zaten! Bırak kızım kurtulsun! Onu seven annesi ve babası var! Bir sürü seveni var bu yaşından! Bırak o kurtulsun. Küçücük çocuk daha..."
Konuşmamakta karar almıştım ama şu an beni kimse tutamazdı. "Bende çocuktum. Ama sen bana o daha küçücük çocuk demedin." Ses tonuma acımasızlık veya bana yaptıklarından dolayı ona karşı oluşan acımasızlığın yansıması vardı.
Gözümden tek yaş akmadı. Bunca zamana kadar bütün yaşları tükettiğim içindi. Artık onun için ağlamaya bile yorgundum.
"Belki acımasızca gelecek fakat umurumda değil. Kızın da sende umurumda değilsin. Senin gibi biri fedakarlığı hak etmiyor. Kalbime bir bıçak saplar, kendi kendimi öldürürüm ama yine de senin kızına kalbimi vermem."
Ben, kalbimi de, bütün hücrelerimi de sadece bir insan için verirdim.
"Sen...sen dünyanın en kötü kızısın!" diye bağırdı telefonun ucundan. Ani bağırışıyla irkilirken dişlerimi sıkarak telefona doğru fısıldadım. "Dünyanın en kötü babasının kızı işte."
Kısa oluşan sessizliğinin ardından tekrar konuştu. "Sen geberince zerre üzülmeyeceğim! Onun için canımı bile veririm...ama senin için sadece gülerim, Manolya Çiçeği!"
Manolya Çiçeği...annemin nefret ettiği, yüzünü buruşturduğu çiçek. Babamın intikam çiçeği. Benim ise kendimi kandırdığım çiçek.
Belki bu gerçeği öğrendikten sonra bütün Manolya kokularımı yok ederdim. Ama etmedim. Annem nefret ediyorsa onun için kullanacağım. O nefret ediyor diye. Babam üzüleyim diye anlattıysa yıkılmadan kendimi onla sevmeye devam edip kullanacağım. Manolya çiçeğiyle bunca zaman kendimi kandırdıysam, bundan sonra da onları kandıracağım.
"Ben kötü bir baba değilim Manolya çiçeği. Ben senin hiç baban olmadım. Baban olsam senin tedavini bulması için o sana acıyan doktoruna yalvarırdım. Tıpkı Feyza için nefret ettiği kızın tekine yalvardığım gibi. Sen sadece intikam için kullandığım bir çiçektin. Annene ayrılmak istediği günden beri her hafta sonu uyandığında görsün diye yanı başına bıraktığım Manolya Çiçeği gibiydin. Eminim şu an dünyaya gelse, seni sevecek olsa bile o koyduğum isim yüzünden adını bile anamazdı. Tıpkı o çiçeklere baktığı gibi bakardı sana."
İfademdeki hissizlik değişmemişti. "Bitti mi? Çizgi film heyecanlı yerinde durdurmak zorunda kaldım. Hadi ama!" Bir duraksama olduğunu buradan hissetmiştim. Telefon saniyeler sonra kapandı. Telefonu kulağımdan yavaşça çekerken bakışlarım numarada gezindi. Ardından umursamadan telefonu masaya bıraktım.
Yatağın içinde ağlarsam kimse beni görmesin diye ışığı söndürdüm. Yatağa girip ince çarşafı üzerime çektim. Bir süre sadece öyle durdum. Ağlamadım. Gözümden bir tane yaş gelmedi.
Aslında acıtan şey bu cümleler değildi. Acıtan şey bu cümlelere alıştığım için canımın yanmamasıydı.
İyi uykular Manolya çiçeği.
Bölüm sonu!
Bölüm nasıldı? Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bana destek olmak için bölümü oylayıp yorumlar yapar mısınız?💖
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere🤍
Ig: dilek.wt
Kitap ıg: Sonmanolyakokusuofficial
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top