35.BÖLÜM : ZAMANIN DOKUNUŞU
🌺
Hafif esintiyle beraber çenemi hafifçe oynattım. Mırıltısını duyunca gözlerimi yavaşça arayarak başımı göğsünden kaldırmadan başımı kaldırıp yüzüne baktım. Yeni uyanmış gibi bir hali vardı. "Günaydın çiçeğim..."
Tebessüm ettim. "Sana da günaydın." Başımı göğsünden kaldırıp kollarımı gererek kendimi esnettim. Bu sırada o da ellerini yatağa bastırarak oturur pozisyona geçti. Bir anda Doğuş'un telefonun zil sesi ortamı doldurunca benim de dahil ikimizin bakışları telefona çevrildi. Doğuş uzanıp telefonunu aldığında onu izlemeye devam ettim. "Kim?" Telefonda ki çağrı yanıtlarken cevapladı. "Fatih."
O kavganın üzerine bir ay geçmiş olmasına rağmen araları açıktı. Hiçbiri birbirine adım atmadığı için uzaktılar hala. Herkes kendi cephesinde kendini haklı görüyordu. Birbirine söyledikleri sözler için ne özür dilemişler, ne de aynı ortamlarda bulunup, birbirinin yüzüne bakmışlardı. Ama şu konuda emindim ki içlerinden hala birbirlerini seviyorlardı ve bir gün bir şey olsa ilk onlar koşardı.
"Efendim?" Yavaşça yataktan kalkarken bir yandan onu dinliyordum. "Hayır, kargo benim değil." Sustu ve karşı tarafı bekledi. "Kapatayım mı?" Yüzüne kapatmamak için sorduğu sorunun karşısında aldığı cevapla telefonu kapatıp geri komodine bıraktı. Doğuş, dün gelmeyince iyi mi değil mi diye merak ettiği için bazen saçma sorularla Doğuş'u arıyordu. Doğuş normalde izin günü dışında izin kullanmayan bir insan olduğu için bunu garipsemiş olmalı. Fakat Doğuş'tan gelen sesin onun moralini bozduğuna emindim. Aşırı soğuk ve ciddiydi. Normalde Fatih'le öyle konuşmazdı, o akşama kadar. Şu an ise doktor tayfasıyla böyleydi artık.
Ufuk o gün Doğuş'u korumuştu ama bu ikisi için de hiçbir şey ifade etmemişti. Ufuk aynı kişiliğiyle devam etmiş, Bu bir aylık süreç içerisinde kuyusunu kazmaya çalışmış fakat bu bir işe yaramamıştı ve her zaman ki gibi sözleriyle onu en derin bir şekilde yaralama çabasından da hiç vazgeçmemişti.
Ayrıca bu bir ay içerisinde hastalığımda hiçbir ilerleme olmamıştı. Semptomlar düzenle kullandığım ilaçlar sayesinde hafifliyor, ağrılarım azalıyordu. Doğuş'un büyük ilgisiyle beraber hiç atak geçirmeden atlatmıştım ve o da git gide tedaviye yaklaşıyordu. Sürekli çalışıyor, sürekli olarak araştırıyordu. Bazen çok sıkılıyordum bu yüzden ama bunun benim yaşamam için olduğunu bildiğimden tek kelime etmiyordum.
Boş zamanlarımda kitabımı yazıyor, Doğuş'un aldığı kitapları okuyor, Erik'le oynuyordum. Ay içerisinde dört kitap okumuştum ve ilgimi çeken de şu olmuştu. Hepsi aşk ve hiçbiri hüzünlü, ağlatıcı değildi. Hepsini okumasam da iki kitabı okuyup bunu fark edince biraz araştırmıştım. Sanki özenle seçilmiş gibiydi. Hepsi mutlu sonlu, hepsi üzüntüsüz kitaplar. Bunu ona sorduğumda ise sadece, "Üzülmemelisin. O duygular senin ağlamana sebep olmamalı. Benim için bu bile tehlike. Bizim hikayemiz seni üzerken, gidip de o romanlarla kendini ağlatamazsın. Yani...ağlatma lütfen kendini onlarla." demişti.
Gün geçtikçe gündelik hayatıma dönmüştüm. Gündelik hayatımdayken de mutsuz hissetsem de alışınca atlatılmaya başlanıyormuş. Önemli olan alışmakmış.
İlk günlerde beni ağlatan olaylar olmuştu. Olay değil, an olmuştu. Mesela, bütün olanı unutup, mama koymadığımı düşünüp bir an endişelenmem ve gerçeği hatırlayınca hüngür hüngür ağlamam veya telefonda fotoğraflarımızın karşımıza çıkması. Sakladığım tasmasını görmem. Gibi gibi...
Okul senemden bir şey anlamadığım için tedavi olana kadar dondurma kararı almıştım. Okul beni ayrı yormamalıydı.
Kapıyı açtığımda Doğuş'ta anında yataktan kalarak peşimden geldi. Odadan çıkıp salon girdiğimiz an gördüğümüz şeyle duraksamıştık. "Teyze?" deyişiyle bende şaşkınlıkla seslenmiştim. "Menekşe teyze?" Menekşe teyze uyanmış olduğumuzu görünce sırıtarak bize döndü. "Bende size kahvaltı hazırlamıştım, çocuklarım benim!"
Odadan çıkıp Menekşe teyzenin yanına ilerledim. Görüntüsü oldukça güzel olan bir kahvaltı masası hazırlamıştı. Menekşe teyze yüzünde samimi bir gülümsemeyle masadaki kahvaltılıkları düzeltirken konuştu. "Bende olan Doğuş'un yedek anahtarıyla girdim. Siz sormadan ben söyleyeyim dedim." Başımı salladım. "Salih enişte?" Ellerini beline yerleştirerek dikleşirken cevap verdi. "O uyuyordu uyandırmadım. Zaten sabahları kahvaltıya kaldırırken huysuzlaşıyor, hiç çekemem. O uyanınca kalkar beraber hazırlar tekrar yeriz." dedi nefesini vererek.
Sadece başımı salladığımda odanın kapısı açıldı ve Doğuş'ta çıkıp buraya ilerledi. "Otursanıza yavrum!" deyince tek kelime etmeden bir sandalyeyi çekip oturdum. Erik en köşede muhtemelen Menekşe teyzenin ona hazırladığı tabağı yiyordu. Doğuş yanımda yerini alınca onun anlamsız bakışlarına karşılık anlamsız bir bakış attım. Bakışlarını teyzesinde gezdirirken konuştu. "Acaba bundan sonra bana biraz nezaket gösterir misin teyzeciğim? Bir insan olarak biraz olsun bunu hak ettiğimi düşünüyorum." dedi, dikkatle nazik çıkardığı sesiyle.
Teyzesi hemen karşımıza yerleşirken sırıttı. "E tabi artık tek değilsin...göstermem mi oğlum? Bundan sonra erkenden geleceğimi bir gün önceden söyler, öyle sürpriz yaparım." Doğuş teyzesinin bu cümlesiyle ona asla anlamayacağını düşünmüş gibi bir bakış attı.
"Hadi hadi başlayın!" dedi çaylarımızı tek tek önümüze uzatırken. "Tamam o halde." diyerek başlayan Doğuş'un ardından bende çatalımı kaparak kahvaltıya başladım. "Hastane nasıl gidiyor oğlum?" Doğuş bakışlarını soruyu cevaplamak için Menekşe teyzeye çevirdi. "Her zaman ki gibi teyze." Menekşe teyze sırıtışını sürdürdü. "Ufuk oğlumla nasıl gidiyor? Kavga falan etmiyorsunuz değil mi?" Doğuş buna bir cevap vermeden kahvaltısına devam ediyordu.
Menekşe teyze kendi kendine gülerek bana döndü. "Bunlar eskiden hep kavga ederdi, kızım. Hep biz olmadan gittikleri yerlere üstü başı dağınık veya ekşi suratlarla, somurtkan yüzlerle dönerlerdi." Menekşe teyze için hafifçe gülümseyerek başımı salladım. "Tahmin edebiliyorum." Menekşe teyze gülümseyerek Doğuş'a döndü. "Hep de yan yana büyüdüler. Biz biliyoruz birbirlerini seviyorlardır kavga etseler de." Doğuş'un kahvaltısına attığı bakışlar bile teyzesinin aksini iddia ediyordu. Anlaşılan o ki teyzesi onları hep sürekli kavga eden iki arkadaş gibi görüyordu ama durum asla öyle değildi. Nefret vardı ortada.
Önüme döndüğümde kahvaltıma devam ettim. "Oğlum komşu Hatice teyze hastalığı için bugün sana gelecekmiş ama randevu almamış." Doğuş bakışlarını teyzesine kaldırdı. Konuşmak için ağzındaki lokmasını yuttuktan sonra başını salladı. "Ara saatinde gelsin, bakarım. Sıkıntı yapmasın şu an, ama bundan sonra da randevu almasını öneriyorum." Menekşe teyze başını salladı. "Tamam oğlum, unutmuş zaten. Bundan sonra alır." Doğuş sadece başını sallayarak kahvaltısına devam etti.
Doğuş bakışlarını yavaşça üzerime çekti. "Bugün dördüncü seans olacak. Benimle mi gelirsin, yoksa seans saati gelince mi?" diye sordu sakince. Omuz silktim. "Seninle gelirim ya." Evet, üç seanstır Yaşam hastanesinde psikoloğa gidiyorum. İlk seanslarda olması gerektiği gibi hastalığım üzerine olmuştu. Hastalığın yanında psikolojik destek.
"Bir şey soracağım çocuklarım?" Menekşe teyzenin cümlesiyle ikimizde bakışlarımızı ona kaldırdık. "Ciddi olarak bir adım atmayı düşünüyor musunuz? Yani komşularda hep bunu merak etmeye başladı şu bir aydır. Aynı evde falan yaşıyorsunuz." Doğuş, cevap veriyorsam sözümü kesmemek için cevap veriyor muyum diye bana bir bakış attıktan sonra teyzesine dönerek cevabı kendisi verdi. "Henüz değil. Herkes kendi hayatını merak edebilir. Cevabı teyzem olduğun için sana verdim." dedi kırmadan.
Menekşe teyze heyecanla tekrar ikimize baktı. "Hiç mi bir şey yok? Yüzük falan? Söz? Nişan?" Başımı iki yana salladım. "Hiçbir şey yok." dediğimde Doğuş'un bakışları üzerimde durdu. "Henüz..." diye eklemişti mırıldanarak.
Doğuş'un dediği kelimeyle bakışlarım ondan ayrılmadı. Menekşe teyze gözlerini kısarak bizi izlerken Doğuş zeytin bakışlarını benden çekerek teyzesine verdi. "Sende ilaçlarını düzenli kullanıyorsun değil mi teyze?" Sorusuyla bende bakışlarımı ondan çekerek teyzesine verdim. Teyzesi saçını savurarak cevapladı. "Benim ilaca mı ihtiyacım var? Dipçik gibi kadınım." dedi övünerek.
Doğuş asla değişmeyen ciddi ifadesi ve sesiyle konuştu. "Sende şeker hastasısın teyze. İlaçlarını düzenli alıyor musun? Ayrıca çok fazla turşu falan tüketmiyorsun değil mi?" diye sordu şüpheci bir sesle. Teyzesi kaşlarını çatarak cevap verdi. "Evet evet merak etme!" Doğuş, ciddi bir ifadesini bozmadan başını sallayıp bakışlarını kahvaltısına çevirerek yemeğine devam etti.
Menekşe teyze başını iki yana sallayarak kibar bir şekilde kahvaltısını yapan oğluna baktı. "Valla ben seni anlamıyorum be oğlum. Ben seni yanıma aldığımdan beri anlayamıyorum, yavrum. Biraz normal ol, şakacı ol, güler yüzlü ol, eğlenceli ol, aksiyon sinemalarına git, dans et, eğlen. Ha ne dersin?" Doğuş bakışlarını tekrar teyzesine kaldırarak yine değişmeyen ifadesiyle ona baktı. "Bu cümleyi beni yanına aldığın günden beri tekrarlıyorsun teyze. Herkes farklı olabilir. Ben böyleyim."
Menekşe teyze gülümseyerek Doğuş'un kumral-sarı olan saçını sevdi. "Biliyorum oğlum, bilmem mi? Sen benim her türlü oğlumsun. Tek evladımsın, evladım." Doğuş, Menekşe teyzesine aynı bakışları atarken ben bir yandan kahvaltı ediyor, bir yandan onları izliyordum. Menekşe teyze, bu sefer Doğuş'un yanağını severken yavaşça vurdu. Nedense gülesim gelmişti çünkü tokat atar gibi olmuştu biraz.
"Safiye teyzenin oğlunu görüyorum o çok eğlenceli bir çocuk maşallah! Anasını kızdırıyor ama güldürüyor da! Şimdi böyle oğlanları görünce biraz garip geldi." diye mırıldandı. Doğuş sözler pek etkilememiş gibi çayından yudum alıp konuştu. "Annesinden ha bire harçlık alan, işsiz bir delikanlı olacağına, güldürmeyen fakat kendine bakabilen, dert olmayan bir yeğen daha uygundur diye düşünüyorum."
Menekşe teyze sırıtarak başını salladı. "Tabi be yavrum. Öyle diyorum ama bakma canımsın sen benim! Gurur tüpüm benim!" Menekşe teyze masanın karşısından uzanıp Doğuş'un boynuna sarılınca Doğuş kaşlarını çatarak tek takıldığı noktayı sordu. "Tüp mü?" Menekşe teyze Doğuş'un başına bir öpücük konurdu. "Apartmanımın gururu! Küçük buzdolabım!" Küçük? Buzdolabı? Doğuş Çekici?
Menekşe teyze ayrılıp geri yerine yerleşince Doğuş ona anlamsız bir bakış attı. Ben onları hissiz bir şekilde izlerken Doğuş bana kontrol eder gibi bir bakış attı. Bende ona bakmıştım ki Menekşe teyzenin sesi aramıza girdi. "Bak kızım, geçen Nihal'lerde gün yaptık. Herkes oğullarından bahsediyor ama kimse bana sormuyor bile, nispet yapmak için. Mesela bu çok iyi! Valide sultan gibi hissettiriyor!" deyince hafifçe güldüm.
Doğuş bu sözleri pek umursamıyormuş gibi başını kaldırmadan kahvaltısını yapıyordu. Tam çaktırmadan böreklere uzanıyordum ki sesiyle durdum. "Çiçeğim, o börekler patatesli, bilgin olsun." Çatılan kaşlarımla geri çekilerek ne yiyeceğime baktım. Patates kızartmasını yememe asla müsaade etmeyeceğini biliyorum aynı şekilde böreği de. Yumurtalı ekmeği de ben yemezdim. Yumurtadan ve onun her halinden nefret eden bir insandım. Bir salatalığı çatalıma batırarak zaman kazandım. Poğaça yemeye karar vererek salatalıktan sonra bir poğaça aldım.
"Teyze, Manolya'nın patates alerjisini biliyorsun. Çoğunluk patatesli." dedi teyzesini kırmamak için dikkatli bir ses tonu kullanarak. Menekşe teyzenin ifadesi Tüh! dercesine bir hal aldı. "Ay unutmuşum be yavrum!" Hemen bana döndü. "Kusura bakma kızım, aç kalır gibi olacaksa kalkıp iki dakikada bir şeyler hazırlarım." Hemen başımı iki yana salladım. "Yok yok estağfurullah! Doyarım ben siz merak etmeyin." Doğuş'ta başını salladı. "Farklı bir şey hazırla diye demedim zaten teyze. Bir şey olmaz." Menekşe teyze tekrar sandalyesine yerleşti.
🌺
Üzerime giydiğim, gömlek tarzı, düğmeleri olan, ince mavi çizgili elbisemi düzelttim. Boyu biraz uzundu ve bacak kısmında düğmeleri açık gibi duran bir yırtmaç tarzı bir şey bulunuyordu. Düzleştirdiğim, omuzlarımda boyutu olan kumral saçlarımı düz bıraktım. Yüzüme her zaman ki makyajım bulunuyordu. Üzerime parfümümden sıktıktan sonra geri çekilerek memnun bir şekilde aynadan kendime bakış attım.
Bakışlarım dolaptan kıyafetlerini çıkaran Doğuş'a çevrildi. Bir siyah tişört ve koyu gri pantolon ve takımı olan ceketini çıkarmıştı. Kıyafetlerini aldıktan sonra adımlarını kapıya doğru attı. Şu birkaç gündür yanımda üzerini çıkarmıyordu nedense. Normalde, ben çıkmasam yanımda pantolonunu bile çıkaracak kadar takmazdı.
"Nereye?" diye sordum başımı ona çevirerek. Eliyle banyo tarafını işaret etti. "Üzerimi değiştireceğim." Bakışlarımla olduğum yeri işaret ettim. "Burada değiştir ben hazırlandım zaten." Cümlemle elini kapının kolundan çekerek odanın ortasına doğru adımlar attı. Onun yaklaşmasıyla bende kapıya ilerledim. "Sen giyin. Sonra çıkarsın." Başını sallamasıyla kapıyı açıp çıktım. Üzerindeki koyu renk tişörtü çıkaracağı sırada kapıyı arkamdan kapatarak salona yöneldim. Mutfaktan gelen sesler Menekşe teyzenin bulaşıkları yıkadığını söylüyordu. Yardım için yanına ilerledim.
Erik, Doğuş'la beraber onun odasında duruyordu. İlerledikçe yaklaşan su, bulaşık seslerinin ardından hızlıca mutfağa girdim. Menekşe teyze bitirmek üzereydi. "Ben hallediyorum kızım, sen zahmet etme." Çok sağ ol teyze şu an çok üşenmiştim.
"Yardım etseydim yine de?" dedim ayıp olmasın diye. Menekşe teyze gülümseyerek başını iki yana salladı. "Yok kızım yok. Otur sen." Menekşe teyze bulaşığı bitirince ellerini yıkayıp temiz bezle ellerini kuruladı. "Bende yukarı çıkayım artık. Enişteniz uyanmıştır." Tebessüm ederek başımı salladım. "Sağ ol Menekşe teyze." Teyze gülümseyerek yanağımı sevdi. "Ne demek be yavrum. Baktım hiç beraber kahvaltı yapmamışız, bende sizi çağırmak yerine kendim burada hazırladım."
Hafifçe gülmemle Menekşe teyze geri çekilerek mutfaktan çıktı. "Haydi selametle kızım." Menekşe teyze kapıdan çıkarken uzaklaşıp salona ilerledim. Salona geçtiğim sırada odamın kapısının açılışını duydum. Bakışlarım kapıya kayarken Doğuş'un ceketi de dahil bütün kıyafetlerini giymiş olduğunu gördüm. Elinde, beyaz omuzda asılan çantamı tutuyordu. Muhtemelen bana vermek için almıştı.
Bakışlarımla onu süzerken bedenimi de ona çevirdim. Karşıma gelince çantamı bana uzattı. "Hadi, çıkalım mı?" Sırıttım. "Sanırım çantam sana daha çok yakıştı. Sen taşıyabilirsin istersen." Doğuş aynı ciddi bakışlarıyla çantamı tekrar bana uzattı. "Sana yakışan her şey bana da yakışır ama bu sana ait olduğu için sende kalmalı. Benim zaten bir çantam var." diyerek koltuğun üzerindeki dosya çantasını aldı. Şu aralar çok sıkı çalışıyordu ve yaklaştığını bildiği için her zaman çalıştığından çok daha sıkı çalışıyordu. Bende git gide umutlanmaya ve iyileşeceğimi hissetmeye başlıyordum.
Çantamı omzuma asarken onun peşinden kapıya ilerledim. Kapıya yetişince açıp önce benim geçmem için yer açtı. Ben geçtikten sonra kendisi de çıkarak benim gibi ayakkabılarını giydi. O ayakkabılarını giyerken asansörün hemen gelmesi için çağrı tuşuna basmıştım. Kapı açılanana kadar yetişmişti. Aynı anda içeriye girip zemin katın tuşuna bastı.
Bakışlarım Doğuş'a kayınca onun da bakışları bana kaydı. "Güzel olmuşsun." Sadece başını salladı. "İltifatın için teşekkür ederim. Sende öyle." Yüzümde tebessüm oluştu. "Bende teşekkür."
Doğuş bakışlarını önüne çektiğinde asansör inmiş ve kapıları açılmıştı. Önce ben ardımdan da o çıktı ve bu sefer apartmanın kapısına ilerledik. Şu apartmanda bulundukça hala o anlar geliyordu aklıma. Şu apartmanın önüne çıktıkça o korkunç anım geliyordu aklıma.
Yüzümdeki tebessüm silinirken derin bir nefes aldım. O anları hala tam olarak atlatamasam da gündelik hayatıma dönmüştüm. İçimde hala taze bir acı bulunsa da hayatıma devam etmek zorunda olduğumu biliyordum. Doğuş'un eli elimi buldu. Parmaklarımın arasından sızarak sıkıca elimi tuttu. Onun sıcaklığı, onun elleri, onun hissi, onun varlığı bana teselli oldu.
Başımı kaldırıp siyah cipine baktım. Boşta olan eliyle arabasının anahtarına basarak açtı. Yaklaştıkça elimi bırakmadan kapıya uzanıp ön yolcu kapısını benim için açtı. Elini bırakıp arabaya binince kapımı kapatarak önden dolaşıp kendisi de sürücü koltuğuna yerleşti. Arabayı çalıştırıp ilerletmeye başlayınca ortamda bir sessizlik oluştu. İkimizde susarak yetişmeyi bekleyecektik sanırım...
🌺
Hastanenin kapılarına ilerlerken Doğuş bana döndü. "Erken döneceksin değil mi?" Elim elinin üstüne giderken bakışları eline kaydı. Saatinin altından bileğini yavaşça kavramamla bakışları yüzüme çıktı. "Seni bekleyeyim mi? Hastaların olmadığı zaman yanında olurum ha?" Bakışları yüzümde gezindi. "Çok beklersin ama çiçeğim."
Başımı iki yana salladığımda hastanenin kapılarından girmiştik. Güvenliği direkt geçerek asansöre ilerledik. "Sıkıntı yok. Arada gelirim görürüm sonra da beraber çıkarız." Doğuş itiraz etmeden önüne döndü. "Sen bilirsin, bebeğim. Senin kararın sonuçta."
Bende bakışlarımı önüme çevirdim. Artık öyle garip garip bakan insanlar yoktu. Çoğu bize alışmıştı artık. Asansöre girdiğimizde Doğuş önce benim çıkacağım kata, ardından kendi katına bastı. "Önce kendine bassaydın. O daha aşağıdaydı." dediğimde bakışlarını bana çevirdi. "Öncelik kadınlarındır." Doğru ya! Bunu aylar öncesinden, apartmana yeni geldiğim sıralarda da yaşamıştık. Garipsememem gerekirdi.
Kata ulaşınca kapının önüne bir adım attım. Ardından sakince beni izleyen Doğuş'a döndüm. "Hayırlı işler." Doğuş'un yüzünde bir sırıtış olurken, başını ağır ağır salladı. "Sende Allah'a emanet karıcığım."
Asansör kapanırken yüzümde bir sırıtış oluşmuştu. Sırtımı asansöre dönerek kolumu kaldırıp serçe parmağımla ensemi kaşıdım. Bu bir ay içinde evlenmemiştik tabi ki. Sadece bu konuşma bir garip hissettirmişti.
Bana çarpıp hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam eden kadınla beraber kendime gelmiştim. Kadına bakmadan önüme dönüp psikoloğumun odasına ilerledim. Tam randevu saatim gelmişti bu yüzden direk kapıyı tıklayarak içeriye girdim. Psikoloğum koltuğunda oturuyorken bakışlarını önündeki kağıttan çekip bana verdi. Esmer, koyu renk saçları, koyu gözleri, 1.90'a yakın boyu olan, yakışıklı bir yüze sahipti.
"Hoş geldin Manolya. Bende seni bekliyordum." dedi sıcak bir sesle. Bir tepki vermeden masanın önündeki deri koltuklardan birine oturdum. "Hoş buldum, Psikopolat." Psikolog Polat, bu lakabıma alışmış gibi sadece güldü. "Nasılsın?" Derin bir nefes alarak omuz silktim. "Mükemmel. Her zaman ki gibi."
Önündeki kağıtları her seansta birkaç kere yapmış olduğu gibi şimdi de hepsini eşit hizaya getirmek için yavaşça düzeltti. "Hastalığınız nasıl gidiyor? Bir şeyler var mı? Nasıl hissediyorsunuz?" diye sordu sakince. Tekrar omuz silktim. "Aynı."
Yavaşça yerinden kalkarak karşıma ilerledi ve karşımdaki deri koltuğa oturdu. Boş bakışlarım onun üzerindeyken ellerini birleştirerek bana baktı. "Bu üç seanstır hastalığınız üzerinden gittik. Size psikolojik bir destek için. Şu an ise biraz sizinle beraber geçmişinize, acılarınıza inmeyi planlıyorum. Sizi rahatlatmak, o acıların esirinden kurtarmak. Hafiflik sağlamak, iç huzurunuzda size destek olmak, en kaliteli yaşamı sunmak istiyorum."
Hafifçe güldüğümde kaşlarını kaldırarak bana sorar gibi baktı. "Valla o konuya girme Psikopolat! Bende herkese yetecek kadar ciğer var, yapıştırın bütün acıları. Acılara yürüyor korkmuyorum." Polat'ın bakışlarından hiçbir şey çözemesem de gülmeye devam ettim. Ama o esprime gülmek yerine masadaki not defterini çıkarıp bir şeyi not aldı. Muhtemelen mükemmel espriler yapabildiğimden bahsetmişti.
Derin bir nefes alarak not defterini tekrar masasına bırakırken onu izlemeye devam ettim. " İçtenlikle ifade ettiğiniz için teşekkür ederim. Unutmayın, burası güvenli bir ortam ve paylaştıklarınız aramızda kalacak. Geçmişte yaşadığınız deneyimler ve acılar üzerinde çalışmak, şu anda yaşadığınız zorlukların kökenini anlamak ve bu duygusal yükten kurtulmak için önemli olabilir. Sizinle birlikte bu süreci yönlendireceğim ve sizinle birlikte adım adım ilerleyeceğiz." dedi güven veren bir sesle.
Gülüşüm çoktan dinmişken boş bakışlarımla bana güven vermek ister gibi bakan psikoloğa baktım. "Bu konulara hiç girmeyin. Psikoloğa ihtiyacım yok acılarımla sadece kendim başa çıkabilirim." dedim emin bir sesle.
"Anladığım kadarıyla o anılar sizi hala etkiliyor ve bu duygularla başa çıkmak zor olabilir. Ancak bu deneyimler üzerine çalışarak, belki de bu acıların esiri olmaktan kurtulabilir ve iç huzura doğru adımlar atabiliriz. Geçmişteki olaylar sizin kim olduğunuzu belirlemez, ve sizinle birlikte bu süreci çalışarak, kendi gücünüzü ve direncinizi keşfedebiliriz." dedi ısrarcı fakat sakin ve zorlamayan bir şekilde. Yüzümde alaylı bir tebessüm oluştu. "Gücümü keşfetmezsem nasıl o acılara karşı hala ayakta olabilirim ki Psikopolat? Ben zamanında kendi gücümü kendim keşfettim. Yalnız bir şekilde. Bu yüzden siz en iyisi bu kısımları atlayın."
Psikolog sadece başını salladı. "Peki. Sizi zorlamayacağım ama yine de umutlarım her zaman var ve burada bitirmedik diyelim." Bu cümlesine karşılık bir şey demedim. Ayağa kalkıp tekrar koltuğuna ilerledi. Oturduktan sonra çekmecesinden bir kağıt ve renkli kalem kutusu çıkarıp önüme doğru uzattı. Çatılan kaşlarımla verdiklerini alıp iki deri koltuk arasındaki masaya bıraktım. "Bunlar ne için?"
"Sanat terapisi yöntemini denemek istiyorum. Sanat, duygularımızı ifade etmek ve iç dünyamızı keşfetmek için güçlü bir araçtır. Nasıl hissediyorsunuz, bu yöntemi denemeye hazır mısınız?" diye sordu tebessüm ederek. Dudağımı hafifçe büktüm. "Hazırım hazırım. Pek de güzel resim yaparım zaten!"
Polat'ın yüzündeki gülümseme büyüdü. "Sanat terapisi, acılarınızı doğrudan ifade etmek zorunda kalmadan, iç dünyanıza yönelik başka yollarla çalışmamıza izin verir. Hissettiklerinizi renkler ve desenlerle ifade etmeye başlayabilirsiniz. Renklerin ve çizgilerin size hissettirdiği ne olursa olsun, o duyguları sanat yoluyla dışa vurabilirsiniz."
Başımı sallayarak önümdeki kağıdı yavaşça kendime doğru çektim. Hafifçe eğilerek çizmek için rahat bir pozisyona geçtim. Bakışlarım renkli kalemlerde gezinirken düşünmeye, hissetmeye başladım. Ardından sarı kalemi alarak bir zemini oluşturmaya başladım. Yandan onun sesi kulaklarıma ilişti. "Harika! Sanat yoluyla ifade etmeye başladınız. Ne hissediyorsunuz?" Sessizce mırıldandım. "Hiçbir şey."
Ben zemini sarıya boyarken o tekrar umutlu bir sesle konuştu. "Anladım. Sanat terapisi, duyguları ifade etmenin ve kendi iç dünyanızla bağlantı kurmanın birçok yolu olduğunu gösterir. Resimleriniz, sizin için önemli ve anlamlı bir yolculuğun başlangıcı olabilir. Şimdi, belki de resminizdeki renkleri ve desenleri inceleyerek, bu duyguların altında yatan düşünceleri ve deneyimleri keşfedebiliriz." Zemin sarıyla kaplanmışken kalemi köşeye bırakarak geri çekilip yavaşça kağıda baktım. "Boşluk gibi şu an. Bir sevgisizlik hissi var."
Uzanıp kırmızı bir kalem aldığımda tekrar sesini duydum. "Bu çok güzel. Sanat terapisi, duygularımızı anlamamız ve iç dünyamızla iletişim kurmamız için güçlü bir araçtır. İlerleyen seanslarda, sanat terapisini daha fazla kullanarak acılarınıza daha derinlemesine bakabilir ve onlarla çalışabiliriz. Unutmayın, terapi süreci tamamen sizin hızınızda ilerler ve sınırlarınızı dikkate alırız." dedi bakışları bende ve kağıtta gezinirken.
Mavi bir ağaç tarzı çizmeye başladım. Mavi boya kalemi önce ağacın kökünü oluşturdu. Aralara siyah kalemle eklentiler ekledim. Mavi ağaç çiçek açtı fakat çiçekleri anında soldu. Solgun çiçekleri çizerken kaşlarım çatık ve bakışlarım dimdik ağaçtaydı. "Bu sana neyi anımsatıyor? Ne hissettiriyor?" diye sormuştu beni ve çizimimi izlerken. "Nefret..." Ağacı kırmızı kalemle detaylandırırken tekrar sesini duydum. "Ne ağacı? Sana göre hangi çiçek onlar?" Psikoloğa bir cevap vermedim.
Durup geri çekilerek resmime baktım. Bakışlarım masanın üzerindeki resim kağıdından ayrılmazken elime yeşil kalemi aldım bu sefer. Yeşil kalemle büyük bir gökyüzü boyamaya başladım. Düz bakışlarım kağıttayken yukarıları yeşile boyamaya devam ettim.
"Bu peki? Bu sana neyi ifade ediyor?" Sorusuyla beraber yüzümde tebessüm oluştu. "Zeytin yeşilini." Kalemle boyamaya devam ettim. "Sana göre o yeşil zeytin yeşili yani?" Başımı ağır ağır salladım. "Bütün yeşiller zeytin yeşili."
"Peki zeytin yeşili sana ne ifade ediyor?" Gökyüzünü daha derince yeşile boyarken fısıldadım. "Yaşamı." Susup bir şey demedi. Ben zeytin yeşiliyle sıkılmadan gökyüzünü tamamladım. Yeşil gökyüzü olur muydu bilmem ama benim için zeytin yeşili gökyüzü olurdu.
Geri çekilip kağıda tebessümle baktım. Kağıtta kötü hisler de bulunsa da şu an en baskın bir his doldurmuştu o kağıdı. Bakışlarım resimde gezinirken duraksadım. Bir rengi unutmuştum. Renkleri tamamlamalıydım.
Elimi yavaş bir hareketle siyaha uzattım. Kalemi kapıp ne çizeceğimi bilemeyerek etrafa karalamalar çizmeye başladım. Psikoloğun bakışlarını hala resimde hissediyordum. Kaşlarım çatılırken çizimler daha da derinleşti. Hem yeşili, hem mavinin üzerine yerleşti. "Peki bu, Manolya?" Sesini duymamışım gibi çizimleri daha da derinleştirerek karalamaya devam ettim. Daha da hızlandım ve etrafa salma salma çizmeye başladım. "Manolya?" Onu duymaz gibi çizimime daha hızlı bir şekilde devam ettim. Kimse dokunmasa her tarafı siyaha kaplayacak gibi hissediyordum. "Manolya beni duymuyor musun?"
Zerre tepki vermeden kağıda siyah karalamalar eklemeye devam ediyordum. "Manolya o sana ne hissettiriyor? O siyah ne?" diye sordu bana yaklaşarak. Karalamaya devam ederken yine ona cevap vermedim. O kadar hızlı karalamaya başlamıştım ki hem yeşil kısım, hem de mavi ağacın üzeri de kaplanıyordu. Hislerim, acılarım sanki parmaklarım üzerinde güçlenmiş kağıda dökülmek istiyordu. Kalemin ucundan çıkıp gitmek istiyordu veya sadece psikolojimi kağıda yansıtıyordum.
Elimin üstünde hareketim engelleyen eli hissedince sanki bir hipnozdan uyanmışcasına bakışlarımı anında çatarak psikoloğa çevirdim. Eliyle elimi tutuyordu. Konuşacaktı ki ondan önce sözü ben devraldım. "Seansı bitsin." Sadece başını salladığı an elimi çekerek oturduğum koltuktan aceleyle kalktım. "İyi günler." Dönüp kapıya ilerlediğim sırada ondan karşılık geldi. "Sana da iyi günler, Manolya."
Duraksamadan hızlı ilerleyip odadan çıktım. Kapıyı arkamdan kapatarak koridorda ilerlemeye başladım. Kaşlarım çatılırken içimdeki alışık olduğum duyguları sindirmeye çalıştım. Bir an sanki bütün anlarım önüme gelmiş, tazelenmiş gibi hissetmiştim. Buna alışık olsam da garip hissetmiştim.
Çatık kaşlarımı düzelterek derin bir nefes aldım. Ardından başımı kaldırıp yetiştiğim asansör kapısına baktım. Uzanıp tuşa basmamla asansörün kapıları çok geçmeden açıldı. Bir adımla içeri girip tuşlara döndüm. Doğuş'un şu an hastası olduğunu tahmin etsem bile Eylül'ü görürüm diye ikinci kata bastım. Kapılar kapanırken tamamen sakinleşmeye çalışarak inmeyi bekledim.
O siyah babamdı. Benim acılarım, kötü geçen çocukluğumdu. Kaynar çaydan yanan elimdi. Yetimhaneye zorla giderken yere sürtünüp soyulan dizlerimdi. Beni yetimhaneye bırakır korkusuyla ağlarken ses çıkarmayayım diye ağzıma örttüğüm elimdi. Acıyan kalbimdi. Onun merhametine muhtaç olan çocukluğumdu. Kalbimi benden isterken, kırılan kalbimdi. Fiziksel bir görüntü değildi. Dışarıdan hiçbir görülmeyen fakat içinde kalbi paramparçalara ayrılmış bir duygu gibiydi. Yurttan kaçıp tek başına parka gidince kızıyla beraber oynayan babaları görünce kıskandığı için, "Çocuk musunuz, kaç yaşınızda adamsınız." demek gibiydi. Kendi köşene geçince kimsesizliğine ağlamak gibiydi.
Gözüm ne doldu, ne de yaş aktı. Buz gibi bir ifade suratımdayken kapı açıldı. Kapıdan çıkarken saçımı yavaşça geri savurdum. Bu gibi şeylere ağlamayı çoktan bırakmıştım. Sanırım artık üzülmeyi de bırakmıştım. İnsan kendi kendini büyütünce bir aileye veya bir kimseye ihtiyaç duymuyordu. Hiçbir şeyi bilmeyen bir çocuk bu bilgileri nereden öğreneceğini de bilmez. Belirli bir yaşına kadar ailesine muhtaçtır. Ben kendi kendimi bilgilendirdim. En çok o anlarımda üzüldüm, ağladım. Fakat bir birey olunca artık bunlara muhtaç olmuyor ve her şeyi daha net görebiliyordum. Ve küçükken öleceğinizin farkında olsanız bile sırf sevsin diye kendinizi feda edebilecekken, büyüyünce saçınızın telini bile feda etmemeniz gerektiğini anlıyorsunuz. Çünkü o sevgi için fazla geç kalmıştı.
Koluma değen elle duraksayarak elin sahibine döndüm. Çekinerek bana bakan bir adet Eylül. "Manolya Hanım?" Yavaşça ona dönüp gülümsedim. "N'aber Eylül? Bende sohbet falan ederiz diye seni aramaya çıkmıştım. Eylül kısa bir düşündükten sonra başını salladı. "Olur ama her an gidebilirim çünkü işim aniden çıkabiliyor." demesini sıkıntı etmeden başımı salladım. Eylül koluma girince dönüp koridorda ilerlemeye başladık. "Nasılsınız?" diye sordu beni incelerken. Omuz silktim. "Manolya Dinçer her zaman mükemmel." Eylül sadece güldü.
Bakışlarımı ona çevirdim. "Nasıl gidiyor?" diye sormama karşılık bakışlarını kaçırarak derin bir nefes aldı. "Öyle işte. Her zaman ki gibi. İş güç." Başımı ağır ağır salladığım sırada Arat hızla Eylül'ün yanında geçip gitti. İkimizin de bakışları koridorda hızlı adımlarıyla ilerleyen beyaz önlüklü Arat'tayken o bizi fark bile etmemişti. Fazla yoğun olabilirdi. Gergin bir hali vardı.
Eylül'ün mırıldanmasını duydum. "Of ya! Arat hoca sanırım bana kızgın. Yani sonuçta o da hocam sayılır. Bana sinirli olsun istemem." Önümüze dönüp ilerlemeye başladığımızda bakışlarımı tekrar Eylül'e çevirdim. "Emin ol takılmamıştır bile. Bence sen fazla takıyorsun." Bakışlarını bana çevirdi. "Emin misiniz? Gerçekten takılmamış mıdır?" Başımı salladım. "Tabi ki! Onları ayırmaya kalktığın için neden takılsın? Takılmayı düşünmemiştir bile."
Eylül kısa bir düşündükten sonra bana katılarak omuz silkti. "Haklısın aslında." Bir anda yanımıza Arat'ın asistanı Yeliz gelince ikimizde durduk. Bakışlarını bende çok kısa gezdirdikten sonra Eylül'e döndü. "Eylül bir gelip şuraya bakar mısın? Dün Doğuş hoca yokken asistanlığı senden idare etmeni istemiştim ya?" Eylül başını sallayınca Yeliz tekrar konuştu. "Bir hastayı bulamıyorum, bir gelip bakar mısın?"
Eylül hemen tekrar başını sallayınca Yeliz dönüp asistanların ortak olan odasına girdi. Peşinden Eylül onun peşinden de ben girdim. Yeliz ilerleyip kendi masasına oturup Eylül'e yer açtı. Eylül yanına yaklaşınca ayakta durarak bilgisayardan bir şey arattı.
"Bak işte. Çıkmıyor." diye mırıldandı Yeliz. Eylül bilgisayarı hafifçe kendine çevirip başka bir şeyler yaptı. "Evet, çünkü bunun tarihi eski. Bir yanlışlık olmalı. Şimdi doğru tarihi açtım ve bak çıkıyor." Yeliz'in kaşları anında çatıldı. "Nasıl ya? İnanmıyorum bunu nasıl gözden kaçırdım...fazla dalgınım şu aralar! Neyse, çok teşekkür ederim Eylül." Eylül gülümseyerek neşeli bir sesle cevap verdi. "Ne demek ya! Rica ederim."
Bende masaya yaklaşarak elimi masaya dayadım. Yeliz'in bakışları beni bulunca konuştum. "Arat'ın işler nasıl gidiyor?" Eylül geri adım atarak bakışlarını Yeliz'de gezdirirken Yeliz bir anda heyecanla gözlerini irileştirip dikleşti. "Ay sonunda! Birine anlatmak istiyorum ama kimse umursamıyordu!" Kaşlarım çatılırken bir elimi de belime yerleştirdim. "Ne oldu ki?"
Yeliz heyecanla ikimize bakarken konuştu. "Arat hocada bayadır büyük bir değişim var! Resmen işinde ciddileşti! Yabancı hastaları hocam tarafından reddedildiği günden beri gelmiyor! Ayrıca hasta muayenesi en az bir saati geçmiyor! En fazla yarım saat, o bile nadiren! Fazla ciddileşmeye başladı cidden." Cümlelerle beraber hafifçe güldüm. "İyi güzel, kimse artık ne güzel bir hocaymış. Şimdi Arat'a geçelim."
Yeliz ciddiye almayışıma güldü. "Çok ciddiyim. Valla gün geçtikçe şaşırtıyor beni!" Eylül yeni kavramış gibi şaşkınlıkla, "Arat hoca mı?" diye sorunca Yeliz sırıtarak başını salladı. "Vay be! Bu gerçekten biraz şaşırtıcı."
Eylül'ün koluna hafifçe iki kere vurmamla bana döndü. "E işin bittiyse gidelim bizde." Eylül bir şey demeden bana katılınca koluma girerek çıkışa ilerledik. "Hızlı dönemleri bitti demek..." diye mırıldandım sırıtarak. Eylül sadece hafifçe gülmüştü.
Koridorda ilerlemeye başladığımızda Eylül bizi kantine indirdi. Oturup kantinde karşılıklı kahve içmeye başladık. Bakışlarım kahvesini çekinden bir tavırla içen Eylül'de gezindi. "Doğuş'tan memnun musun?" Sorumla başını kaldırıp bana baktı. Yüzünde saf bir tebessüm oluştu. "Evet. Onun asistanı olduğum için de çok şanslıyım. Doğuş hoca çok kibar ve centilmen birisi. Beni abimmiş gibi koruyor. Bu yüzden onu çok seviyorum. Ama bir abi gibi görerek." Benim de yüzümde bir tebessüm oluşurken kahvemden minik bir yudum aldım. "Ne güzel..."
Bakışlarım arka masalardan birine kaydı. Esma ve Volkan oturuyordu. Karşılıklı hararetli bir konu konuşuyor gibilerdi. Volkan oturduğu yerden kalkınca Esma'da kalktı. Volkan, Esma'ya bir bakış attıktan sonra hafifçe eğilip onu kendine çekerek yanağına uzun bir öpücük bıraktı. Hemen yanlarındaki masada onları dimdik bakışlarla izleyen turuncu saçlı bir adam vardı. Hem yeşil, hem mavi gözlere sahip olan adam dimdik gözlerini onlara dikmişti. Yüzünde alışmışlık bir ifade var gibiydi. Kollarını bağlamış sakince onları izliyordu.
Volkan arkasını dönüp çıkınca Esma geri yerine oturarak kahvesinin kalan yudumlarını içmeye başladı. İkimizin bakışları da bir film gibi kafeteryayı izliyordu. Kapılardan içeri Bayar girmişti. Fatih ve Bayar'ın bakışları anında birbirini bulmuştu. İkisi de birbirine soğuk ve ilgisiz bakışlar atıp bakışlarını çevirmişti. Hatta Bayar direkt kantinden geri çıkmayı tercih etmişti. Fatih'te bu tavrına sinir olarak oturduğu yerden kalkıp hızla kantinden çıkmıştı. Aslında arkadaşlıklarını bitirmemişlerdi. Sadece kırgınlardı ve hepsi hatasını görmek istemeyecek kadar haklı buluyordu kendini.
Esma beni fark edince yüzünde oluşan tebessümle anında yerinden kalkıp yanıma kadar geldi. "Manolya!" Yerimde kalkmamla kollarını bana sardı. Hemen bende ona karşılık verdim. "Pek gelmiyordun, seni görmek güzel!" dedi heyecanla. Sarılmamızın ardından ona sadece gülümsemiştim. Geri yerime oturunca Esma boş masalardan bir sandalye çekip yanımıza oturdu. "Nasıl gidiyor?" diye sorunca tahammülsüz bir nefes verdim. "Şu soruyu birden fazla cevaplayacağım an nefret oluşuyor. Kim, nereye, nasıl gidiyor bilmiyorum!"
Esma ve Eylül gülünce onlara bir bakış attım. Bakışlarım anında Esma'da durdu. "Esma?" Esma kaşlarını efendim dercesine kaldırdı. "Konseptli bir düğün yapacak olsan hangi konsepti yapardın?" Anlamsız sorumla ikisinin de kaşları çatıldı. "Niye?" Anlamsızca bana bakan ikisine kaşlarımı çattım. "Ne niye? Merak ettim işte!" Esma gülmeye başladı. "Bilemedim ki, hastane konsepti olur mu?" Alayla güldüm. "Esma yedi yirmi dört hastanedesin zaten kızım. Kızın hayatı o kadar hastane olmuş ki düğünün de bile hastane diyor. Şimdi sen balayını da burada yaparsın." Bu cümleme Eylül'de gülmüştü.
Eylül gülüşünü dindirince sadece sırıtarak cilveli bir sesle konuştu. "Ben olsam konsept değil de böyle kumsalda bir düğün isterdim. Sade bir elbise, damatlık yerine sade bir gömlekle pantolon...saf, olacak aşkımız gibi masum bir düğün." Güzel hayaldi fakat bir Esma'yla gülmemeye çalışır gibi birbirimize bakıyorduk. "Siz?"
Dudaklarımı birbirine bastırarak Eylül'e döndüm. "Valla ben romanım! Şaşalı bir roman gelinliği giyer, ortaya çıkıp roman havası oynardım! Yemeklerimiz Çin mutfağı, dansçılarımız ise Hindistan konseptli. Mekan ise Danimarka havası veren bir yer. Ayrıca damada da Adana çifte tellisi oynatırdım."
İkisi de bana şaşkınca baktılar. "Şaka değil mi?" diye sormuştu Esma şaşkınlıkla. Eylül elini ağzına kapatarak kısık sesle güldü. "Doğuş hocamı Adana çiftetellisi oynarken düşünmek çok komik geldi de." Bu cümleyle beraber Esma ve benim de aklıma o görüntü gelince gülmeye başladık. "Altında şalvar falan..." diye konuşmaya çalıştı Esma gülerken.
Hemen dibimizden başka bir gülüş gelince üçümüzde irkilerek gülüşümüzü kesip hemen dibimizde kahkahalar atan erkeğin sesine döndük. Ufuk hiç çekinmeden sohbetimizi dinlemiş ve bize gülerek eşlik ediyordu. Üçümüzde anlamsızca ona baktık. "Hocam siz ne ara geldiniz?" diye mırıldanmıştı Esma.
Ufuk sırtını hemen arkasındaki pencereye yaslarken alayla bize tek tek baktı. Asla anlam vermediğim bir şekilde her hangi bir hareketimize alaylı bakarak bakışlarını tek tek üzerimizde gezdirdi. "Alt sınıflar beni güldürdü, hayret." Esma anında çatılan kaşlarıyla cevap verdi. "Hocam alt sınıf falan değiliz." Ufuk sinirsiz bir şekilde kaşlarını çatarak Esma'ya baktı. "Sus kız, kezban."
Esma gözleri irileşirken Ufuk onu umursamadan bakışlarını kantinde gezdirdi. "Hocam siz tam bir..." bir şey diyecekti ama sesini kısarak sustu. "Ufuk git ya." dememle bakışlarını bana çevirmeden cevap verdi. "Kırıcısın ama kolay kolay kırılmam." Onu umursamadan önüme döndüm.
"Ufuk hocam?" Eylül'ün çekingen sesiyle Ufuk'un bakışları anında Eylül'ü buldu. "Bana hocam deme. Ben senin hocan değilim farkındaysan." dedi boş bir sesle. Yavaşça kollarını bağladığında Eylül sözünü düzeltti. "Peki, Ufuk bey." Ufuk yüzünü buruşturdu. "Bunu anca Doğuş sever. Değiştir." Eylül bu sefer daha samimi bir şekilde, "Tamam, Ufuk abi." Ufuk yüzünü daha da buruşturarak Eylül'e ciddi misin dercesine baktı. "Yaşlandırma beni ben Doğuş değilim. Ufuk de yeter." Eylül ifadesini bozmadan başını salladı. "Tamam...Ufuk."
Tam bu sırada gelen adım sesleriyle bakışlarımız sese kaydı. Arat adımlarını Ufuk'un yanına kadar attı. Yetişince ona bir bakış attı. Arat, Ufuk'tan sadece dört gün kırgın kalabilmişti. Barıştıkları halde hala ona tripli olsa da Ufuk bunu pekte umursamıyordu.
Ufuk, Arat'ı umursamadan Eylül'e bakmaya devam etti. "Ne diyecektin?" Eylül tebessümünü arttırdı. "Dün bana verdiğinizi işi yaptım. Doğuş yoktu ya hani." Arat'ın bakışları anında Eylül'ü buldu. "Sen dün benim asistanım değil miydin?" Eylül'ün bakışları bu sefer Arat'a çevrildi. "Öyleydim de ama başkalarına da yardım ettim." Arat kaşlarını çattı. "Niye? Otursaydın işte." Eylül omuz silkti. "Yardım güzel bir şey. Ne olacak ki? Maaşımı alıyorum karşılığını da vermeye çalışıyorum." Arat, Eylül'e bir bakış attıktan sonra Ufuk'a döndü.
Ufuk başını yavaşça iki yana salladı. "Asla yapmayacağım bir şey..." diye mırıldanmıştı. Eylül'ün bakışları bu sefer ona dönünce kaşlarını çattı. "Bak bana Ufuk de dedim diye havalara girme canım. Her an kirli çamaşırını bulup gösteririm." Eylül anlamsızca güldü. "Sorun değil, kirli çamaşır getirmem ki zaten." Bu kız ultra saftı.
Ufuk duraksayarak şaşkınlıkla kıza baktı. Ardından gülmeye başladı. Gülerek Arat'a döndü fakat Arat ciddi bir şekilde ona bakıyordu. "Hayırdır Ufuk? Çok eğleniyorsun galiba? İlgini mi çekti?" Ufuk bu cümlelerle daha çok güldü. "Şaka mısın? Evet eğleniyorum. Saflık seviyesine bak!" Arat sinirle gülüyormuş gibi bir mimik yaptı. "Sana hala kızgınım biliyorsun değil mi? Beni savunmadığın için." Ufuk gülmeye devam ederken rahat bir şekilde cevap verdi. "Haklıyı savundum. Kızgınsan da kaderdir be Arat."
Arat ona ciddi bir bakış atınca Ufuk gülüşünü dindirerek ona baktı. "Sende değişmişsin bakıyorum." dedi kaşlarını kaldırarak. Arat sadece başını salladı. "Artık işim önemli. Onun incelikleri, profesyonellikleri de önemli." Ufuk alay edercesine dudaklarını büktü. "Bak sen...azgınlığın da bitti mi?" Arat bunu beklemiyor gibi kaşlarını çattı. "Libido diyorsun sanırım. Libidom her zaman yerinde. Tıpkı şu an yerinde kullanmaya başladığım gibi."
Sanki biz onları duymuyormuşuz gibi bir rahatlıkla sohbet ediyorlardı. "Oğlum her gün farklı bir insan, sevişmek falan hiç iğrenmiyor musun?" diye sordu yüzünü buruşturarak. Arat hafifçe güldü. "Ben de seni anlamıyorum gerçekten." diye mırıldandı gülerek.
Ufuk bakışlarını Arat'ın üzerinde gezdirdi. "Hastanede ilgini çeken yok mu yani?" Arat olumsuz bir şekilde kaşlarını indirip kaldırdı. "İşim dışında çekmiyor." Ufuk hafifçe sırıttı. "Çekmiyor ama gelip beni görüyorsun. Demek sadece ben. Ne kadar da mükemmelim."
Arat ona bakarken bakışlarına alay yerleştirdi. "Sana kızgınken mi? Sadece bir tesadüf olarak burada karşılaştık." Ufuk bakışlarını dümdüz başka bir noktaya çevirirken sırıtışını sürdürdü. "Güvenmiyorum ama inanıyorum sana. Gidebilirsin." Bu sözler Arat'ı sinirlendirmiş olacak ki Ufuk'a doğru yaklaşarak sinirle ona baktı. "Ufuk..." Ufuk pozisyonunu bozmadan bakışlarını ona çevirdi. "Söyle ciğerim."
Arat ciddi kalamayarak son kelimeye güldü. Bu esnada Ufuk onu göğsünden iterek kendinden uzaklaştırdı. Ardından hiçbirimizi umursamadan hızlı adımlarla kantin çıkışına ilerledi. Arat arkasından gülerek ilerledi. "Nereye? Hey!" Ona yetişmek adına koşarak kantinden çıkınca üçümüzde anlamsızca şu an ne oldu? dercesine birbirimize baktık.
Yerimden yavaşça kalktım. "Ben gideyim de Doğuş'a bakayım." Cümlemle beraber o da kalktı. "Bende geleyim." Bir şey demeden Eylül'ü bekledim. Eylül gelince beraber koridora çıktık. Asansöre ilerken bir anda Mehmet hemşire çıktı karşımıza. "Kızlar?" İkimizde ona Ne var? dercesine baktık. Tabi ki Eylül daha kibar bir ifadeyle.
Elindeki kağıtlardan iki tane uzattı ayrı ayrı. "Buyurun!" Kaşlarım çatılırken bana uzatılanı alıp kağıda baktım. "Kenan Başhekim ayarladı bazı doktorlar ve hemşireler orada bulunacak. Bunların içinde sizde varsınız. Eylül sen Doğuş hocanın asistansın diye, Manolya Hanımefendi sizde Doğuş hocamızın sevgilisisin diye gelebilirsiniz Doğuş hoca yoğundu diye ona kağıt veremeyip size veriyorum. Kenan başhekim reddetmemelerini tavsiye etti. Tarih saat orada yazıyor." Ve hızla dönüp uzaklaşmaya başladı.
"Bu Maho ne işler karıştırıyor be?" diye mırıldanarak elime tutuşturulan kağıda baktım. Bu sırada Eylül'ün kağıdı okurken ki sesini duydum. "Ormanda kamp mı?" Kaşlarım çatılırken bende mırıldandım. "Çalışanlara özel yiyecek, içecek, bol eğlence?"
Bakışlarımı kaldırdığımda Eylül'ün neşeli gülüşünü duydum. "Ya! Bu harika!" Bakışlarım heyecanlı Eylül'e çevrilirken o heyecanla yerinde zıpladı. "Umarım Doğuş hoca gider de bende gitmiş olurum ya!" dedi hemen. Kaşlarım kalkarken düşünmeye başladım. Pek Doğuş'luk bir şey değildi sanki. Bu aralar aynı evde yaşamamıza rağmen benimle bir şeyler yapmak yerine çalışmayı tercih ediyordu. Tedavi konusunda fazla hırslıydı ve azimle ilerliyordu.
"Güzel olabilir aslında." diye mırıldansam da benimde gitmeye pek niyetim yoktu. O kadar eğlenceli bir havam yoktu bayadır. "Evet evet! Umarım Doğuş hoca kabul eder!" Bakışlarım fazlasıyla heyecanlı duran Eylül'e çevrildi. Bakışlarımı fark edince gülümsedi ve açıklar gibi konuştu. "Hep kampa gitmek istemişimdir de." Eylül'ün bu çocuksu heyecanına ve hevesine tebessüm ettim. Sanırım bu Eylül'ün sevinci için Doğuş'u ikna edebilirdim.
"Bence kabul eder." dememle Yüzünde oluşan heyecanla ellerini birbirine çırptı. "Ya! Gerçekten mi?" Başımı sallamamla daha da sevinmeye başladı. O sevinirken asansörün düğmesine basarak açılmasını bekledim. "Çok heyecanlandım şimdi!" Açılan asansör kapısından ikimizi de içeri soktum. "Görebiliyorum Kasım'cığım."
Eylül heyecanlı heyecanlı dururken bu sefer katın çıkmasını bekledim. İki katı çok geçmeden çıkınca beraber çıktık. Koridorda ilerleyip yetişmiştik. Hastaları vardı ve şu an meşguldü. Etrata boş boş dolanarak zaman harcamaya başlamıştım. Eylül ful işini yaptığı için onunla tekrar oturup konuşamamıştık.
🌺
Kaşlarım çatılırken dikkatle düşmanıma baktım. "Sen bana çok acı çektirdin. Şimdi benim elimdesin..." İçimden kötü kadın kahkahası atmak gelse de atmadım. "Hesaplaşma vakti." Evet, bunları avucumda duran, son derece tehlikeli iğneye söylüyordum.
Tam iğneye zararımı verecektim ki hiç varlığını hissetmediğim bir kişi tarafından eli uzandı. Avcunu açıp iğneyi istercesine önüme uzatmıştı. Bileğini ve kolunu saran beyaz önlükten onun doktor olduğunu anlamak zor değildi. Ben tam onun kim olduğunu çözecekken o bir anda beni kendine çevirdi. Ve bu kişi Doğuş doktordan başkası değildi.
Ciddi ciddi bana bakıyorken kaşlarım havalandı. "Hop hop benim! Düşmanın değil." Yüzünde bir tebessüm oluştu. "Biliyorum." Normale dönmesiyle beni nasıl bulduğunu düşünmemle kaşlarım çatıldı. Başım hafifçe omzuma düşerken sordum. "Sen beni nerden buldun ya?" Yüzündeki tebessüm sırıtışa dönüştü. "Koklaya koklaya." kaşlarım daha da çatılırken başımı kaldırdım. "K9 köpeği misin Doğuş?"
Doğuş bu cümlemi duymazdan gelirken kollarımı beline sardı. "Polat beyle randevun nasıl geçti, çiçeğim?" Bakışlarım onun ciddileşen ifadesinde gezinirken kollarımı boynuna sararak sırıttım. "Doktorumdan mı bahsediyorsun?" Kaşlarını anında çattı. "Hayır. Psikoloğundan bahsediyorum." dedi hemen.
Omuz silktim. "Doktorum işte." Kaşları mümkünmüş gibi daha da çatıldı. "Doktorun benim. O psikoloğun." diye düzeltti tekrar. Yüzüne yaklaşarak fısıldadım. "Sen sevgilimsin. O doktorum. Yakışıklı, esmer doktorum." Yüz hatları gerilirken yutkundu. "Doktorun da benim sevgilin de."
Hafifçe güldüm. "Doktorum o!" Dudakları aralanırken küsmüş gibi bir ifadeyle bana baktı. "Psikiyatristler doktor sayılır ama psikologlar sayılmaz! Tek doktorun benim." Bu adamın doktor fantezisi falan mı vardı? Ne bu inat?
Sadece gülmemle ellerini belime daha sıkı sardı. "Seni bulmam için fazla ıssız bir oda seçmişsin." Bakışlarımı zeytin yeşili gözlerinde gezdirdim. "Yemek aranda mısın?" diye sorduğumda zeytin bakışları dudaklarıma indi. "Hayır, seni yemek aramdayım."
Gülerken hemen kollarından kurtulup köşeye kaçtım. "Öyle öpmek kolay değil!" Kaşları çatılmışken, "Ma-" konuşacaktı ki sözünü kestim. "Yakalarsan öpersin!"
"Çiçeğim çocuk muyuz?" Omuz silktim. "Seni bilmem ben çocuğum!" Tam kaçma için bir iki adım atmıştım ki bir anda hareketimi hissedemememle düşecektim ki Doğuş anında beni kollarıyla tutup kaldırdı. Ne olduğunu anlamak ister gibi düşünmemle sonucu bulmam uzun sürmemişti. Anlık felçliği yaşıyordum tekrar.
Dudaklarım aralanırken yutkunamadım. Hiçbir yerim hareket etmiyordu. Beni havada tutan tek şey Doğuş'un kollarıydı. "Sakin ol, çünkü ben buradayım ve gerektiğinde senin elin kolun, bacağın olurum. Korkma." Bakışlarım ağır ağır Doğuş'a çevrildi. "Hareket edemiyorum, Doğuş." Her zaman ki ifadesizliğindeyken mırıldandı. "Biliyorum."
Doğuş beni tutarken bakışlarını gözlerimden çekmedi. "Seni çok seviyorum." diye fısıldadı. "Seni her şeyden çok seviyorum." Bakışlarım ondan zerre ayrılmıyordu. Dikkatimi çekmek istiyor gibi bir hali vardı. Sanki bedenimle beraber bakışlarım da felç geçirmiş gibiydi. "Bende. Bende seni her şeyden çok seviyorum."
Fark etmeden kollarımı boynuna sarınca felçliğin geçtiğini anladım. O buna rağmen beni bırakmadan odadan çıkardı bizi. "Bazen korkuyorum." diye mırıldandım. Hiçbir ifade göstermeden konuştu. "Biliyorum." Kollarım boynuna daha sıkı sarıldı. "Ama sonra seni hatırlıyorum. İşte o an korkum gidiyor." Bakışları bana kaydı. "Hep hatırla olur mu? Hiç unutma, lütfen." diye mırıldandı. Yüzümde bir tebessüm oluşurken bakışlarım ondan çekmedim. "Ben seni hiç unutmam ki." Doğuş'un bakışları önüne çevrilirken başını salladı. "Haklısın." demişti kısık bir sesle.
Başımı göğsüne yaslayarak etrafı izledim. İnsanlar bize sadece bakıyor ve garipsemeden önlerinde dönüyorlardı artık. "İndirebilirsin." Bakışlarını üzerimde gezdirdi. "Emin misin? Şansın varken seni kollarımda taşıyabilirim." Yüzümde bir sırıtış oluştu. "Şansım her zaman yok mu?" Doğuş haklı çıkmışım gibi bana gülümsedi. "Tekrar haklısın, çiçeğim."
Doğuş durup, yavaşça beni ayaklarım üstüne bırakınca çok bir süre olmasa da hareket etmeyi kendimi taşıyabilmeyi özlemiş gibiydim. Gülümseyerek Doğuş'a döndüğümde eliyle elimi kavradı ve ilerleyişine karşılık ilerlememi sağladı. Beraber ilerlemeye başladığımızda gelen sesle ikimizin de bakışları aynı tarafa kaydı. "Doktor! Doktor yok mu? Niye kimse bakmıyor!"
Doğuş adama doğru ilerlemeye başlayınca bende onunla beraber ilerlemiş oldum. Adam Doğuş'u fark eder etmez kalkıp Doğuş'a ilerledi. Direkt Doğuş'u itmesi beklemeyeceğimiz bir şey olsa da Doğuş bunu umursamadan konuştu. "Sorun nedir? Öğrenebilir miyim beyefendi?" Adam öfkeyle Doğuş'u bir kere daha itti. Doğuş yerinde kıpırdamamış ve tepki vermemişti tekrar. "Sorun mu?! Karım içeride ve kimse hiçbir şey söylemiyor! Nasıl durumu bilmiyorum!"
Yanında iki tane çocuk vardı. Adamın arkasındaki hasta oturaklarına oturmuşlardı. Biri kız diğeri erkekti. Erkek olan, muhtemelen yaşına uygun olan çocuk kitabını, bir çocuğa göre fazla ciddi bir ifadeyle, kitap okurken, kız olsan Winx'li aynasından kendine beğeniyle bakıyordu.
Doğuş bakışlarını etrafta gezdirdi. "İlgilenen illa vardır beyefendi. Sakin kalın ve hareketlerinize rica ediyorum dikkat edin. Öfkenizi şiddetle yansıtmaktan uzaklaşın." Doğuş bir hemşireden durmasını rica edince kız hemen durarak hocasına döndü. "Beyefendiyle ilgilenen biri var mı?" Hemşire hemen başını salladı. "Demin, Galip hoca ilgilenmişti. Durumu stabil şu an. Çok geçmeden iyileşeceği umuluyor." Doğuş bakışlarını tekrar adama çevirdi. "Duydunuz mu beyefendi? Sakin olabilirsiniz."
Adam tekrar Doğuş'a saldıracaktı ki, anında adamı karşılık vermeden engelledi. "Sakin olmanızı şiddetle rica ediyorum. Şu anda bir atak geçiriyor olabilir misiniz?" Adam ağlarken bağırmaya başladı. "Karıma bir şey olmasın!" Doğuş'a saldırdıkça, kendini koruyarak adamı engelledi. "Sakinleştirici getirir misin hemen?" dedi arkasında duran hemşireye. Hemşire anında başını sallayarak aceleyle koşmaya başladı.
"Yapmayın beyefendi ya! Karınız iyiymiş sakin olun!" diye bende sesimi duyurmaya çalıştım. Doğuş durmaksızın saldırmaya çalışan adamı engellerken bakışlarını bana çevirip çocukları işaret etti. İşaretini anında anlayarak çocuklara döndüm. "Hadi gelin gezelim." Bana dönen ilk kız olan olmuştu. "Efendim?" Ardından kitap okuyanda sadece bakışlarını kaldırıp konuşmamı beklemişti. Zaman vermeden anında ellerinden tutup kaldırdım. İkisi de anlamsızca bana bakarken onları koridorda çevirdim. "Kantine inmek ister misiniz?"
"Sende kimsin?" diyen ciddi sesli çocuğa gülümsedim. "Ben doktor ablanızım ya!" İkisi de bana anlamsızca bakmaya devam ederken onları kantine soktum. Bir masaya geçirtmemle ikisi de soran gözlerle bana baktı. "Bizi oradan uzaklaştırmak için yaptın." dedi benden zekalı gibi duran erkek çocuğu. "Bence de!" diye ona katıldı süslü kız çocuğu.
"Ay akıllılar! İnkar eden yoktu zaten!" Kız olan tavrıma gülerken diğeri fazla ciddi bakıyordu. "Götürmene gerek yoktu. Olanın farkındaydık zaten." Kaşlarım kalkarken bakışlarım bilmiş gibi duran çocukta gezindi. Saçları sarı, beyaz tenli, kahverengi gözlü bir çocuktu. "Neden umursamadın peki? Sanırım senin baban." Kitabını kapatarak başını kaldırıp bana baktı. "Çünkü bu çocuk halimle atak geçiren koca bir adamı tutamam. Yetkili birinin gelmesini bekledim. Söylesem belki de ciddiye almayacaklardı beni."
Kız saçını savurarak başını salladı. "Evet ama bakma ona duygusuzdur o! Artı olarak, gıcık, huysuz, mızıkçıdır." Çocuk bu cümlelerle ona ciddi bir bakış attı. Kız bakışını fark edince güldü. "Ne ya, öyle değil misin? Sıkıcısın da! Hep kitap falan okuyorsun!" Çocuk ona kısa bir bakış attıktan sonra bana döndü. "Adınız nedir?" Hafifçe tebessüm ettim. "Manolya. Sizin ne?" İfadesiz bir suratla bana bakarken ilk bana soruyu soran erkek çocuğu cevap verdi. "Adım Doruk." Ardından diğer kız da cevap verdi. "Mahinur bende!"
Onlara gülümseyerek başımı salladım. "Memnun oldum veletler." Bakışlarım ikisinin üzerinde gezindi. "Siz kardeş misiniz?" Doruk başını anında iki yana salladı. "Yeni okulumda ki kız sadece. Neden burada bende bilmiyorum." Bakışlarım kıza kayarken kaşlarını çatarak kollarını bağladığını gördüm. "Fazla kırıcısın Doruk! Sana arkadaşlık ediyorum işte!" Çocuk bakışlarını, tıpkı kendisi gibi sarı saçlı olan, mavi gözlü kıza çevirdi. "Seni kırdıysam özür dilerim ama biz arkadaş değiliz ve ben arkadaş sevmem." dedi ve önüne döndü. Şaşkınlıkla iki çocuğu izledim. Mahinur birleştirdiği kolları masaya yaslayıp ona küsmüş gibi davranırken Doruk bunu umursamadan kitabını açıp okumaya devam etti.
"Ne olmak istiyorsunuz büyüyünce?" diye sordum ikisine bakarak. Doruk başını kaldırıp bana tekrar baktı ve cevap verdi. "Beyin cerrahı olmak istiyorum." Sırıtarak başımı salladım. "Belli. Sende beyin çok." Çocuk sadece bomboş baktı. Bakışlarım Mahinur'a çevrildiğinde Doruk'un konuşmasını duydum. "Mahinur, hemşire olmak istiyor."
Mahinur'un anında kollarını masadan çekip ona dönmesiyle Doruk'un bakışları Mahinur'u buldu. "Ya Doruk! Sen benim ne olmak istediğimi mi biliyorsun?!" Doruk ifadesizliğiyle ona baktı. "Sınıfta sürekli bahsettiğin için bunu sınıftaki herkesin bildiğini düşünüyorum. Şaşırmaman gerek." Mahinur tekrar kalbi kırılmış gibi önüne dönerek kollarını birleştirip masaya yasladı.
"Ne yaşanıyor şu an ya? Çok yakışıyorsunuz ama!" Tam bu sırada yanıma birinin oturmasıyla bakışlarım yanıma kaydı. Doğuş gelmişti ve bakışları da çocuklardaydı. Doruk elini Doğuş'a doğru uzattı. "Sizinle de tanışalım. Başarılı bir uzman doktorsunuz sizi tanıyorum ama internetten falan. Ben Doruk Valcan. Geleceğin cerrahı da diyebiliriz." Doğuş hiç garipsemeden çocuğun küçük elini hafifçe sıktı. "Uzman Doktor Doğuş Çekici. Geleceğin emeklisi de diyebiliriz."
Elleri ayrıldığında kıza döndü. Kız elini öpmesi için uzatınca Doğuş hiç bozmadan kızın küçük elinin üstüne öpücük bıraktı. "Adınızı öğrenebilir miyim, güzel hanımefendi?" Kız kıkırdadı. "Ben Mahinur Şimşek. Bende astronot olacağım." Kaşlarım kalkarken kıza döndüm. "Kız, demin hemşire değil miydin?"
Kız heyecanla oturduğu yerde zıpladı. "Ay evet! Ben hemşire olacağım ve sizin gibi yakışıklı doktorlarım, hocalarım olacak. En çokta sizin hemşireniz olacağım bir büyüyeyim hemen!" dedi heyecanla. Doruk ona göz ucuyla bakış attı. "İki gün önce de bana derdin, büyüyünce senin hemşiren olacağım diye. Tam bir çapkınsın. İyi ki ilginin bana özel olmadığını biliyorum."
Kız irileşen gözleri ve aralanan ağzıyla çocuğa döndü. "Hayır hayır! Yani Doruk..." Doruk kitabını okumaya başlayınca sinirle nefesini vererek önüne döndü. Bakışlarım Doğuş'a kaydığı an bakışlarımız birleşti. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Çok komikler." Doğuş bir şey demeden önüne dönmüştü.
Bakışlarım tek tek iki çocuğun üzerinde gezinirken Doğuş, bakışları Doruk'un üzerindeyken konuştu. "Babanız da anneniz de iyi. Siz merak etmeden ben söyleyeyim." Doruk başını salladı. "Biliyorum, teşekkürler."
Mahinur bakışları bendeyken hevesle konuştu. "Doktor abla, doktorluk nasıl bir duygu?" Gözlerim hafifçe irileşirken bakışlarım bana bakan Doğuş'a kaydı. "Doktor derken?" Sırıtarak Doğuş'a doğru fısıldadım. "Onları oradan uzaklaştırınca doktor sandı herhalde beni." Mahinur fısıldamama rağmen duymuş ve yüksek bir sesle, "Yoo, siz dediniz ya." demişti. Bakışlarım tekrar Doğuş'a çevrildi. Kaşları bilmiş bir şekilde kalkarken sırıtmamı bozmadım. "Güven vermek için ya..."
Doğuş bir şey demeden çocuklara döndü. "E o zaman anlatsın doktor hanımınız." dedi ve kendisi de bana döndü. "Doktorluk nasıl bir duygu, doktor hanım?" Olayı bozmadan daha da sırıttım. "Fedakarlık ister. Cesaret ister. Mükemmel bir duygu, tıpkı benim gibi. Özellikle doktorum diye havalanma kısmı çok daha harika." Doğuş gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. "Çok haklısınız hocam."
"Biz gitsek mi artık?" Erkek çocuğun sesi gelince ikimizde ona döndük. Kız sadece ona bakıyor ve vereceği karara uymak için onu bekliyordu. Doğuş sandalyesinden kalktı. "Tamam, sizi çıkaralım bari." Çocuklar buna tek kelime etmeden oturdukları yerden kalktılar. Kızın elini tuttum fakat Doruk el tutmak yerine Doğuş'un yanına düz yürümeyi tercih etmişti.
Biz ilerlerken Mahinur ona döndü. "Yarın ebelemece oynayalım mı? Komşuyuz zaten!" Doruk bakışlarını ona çevirdi. "Okul bitti komşuluk başladı. Senin okuluna, senin sınıfına geldiğim yetmediği gibi bir de karşı apartmana yerleşmemiz gerçekten çok şaşırtıcı. Seni kırmak istemem ama oyun oynamayı sevmem Mahinur. Biliyorsun."
Mahinur sadece başını salladı. "Kabul edeceğini düşünmemiştim zaten..." Doğuş'la onları dinlesek de karışmadan önümüze bakıyorduk. Mahinur sözüne devam etti. "Bende artık Efecan'la oynarım." Doruk tekrar Mahinur'a döndü. "Onunla oynamamanı tavsiye ediyorum. Oynarken zarar veriyor. Kaba bir çocuk." Mahinur yüzünü buruşturdu. "Senin kadar değil. Ayrıca sen hiç oynamadın ki nereden biliyorsun?" Doruk bakışlarını değiştirmedi. "Dikkatimi çekiyor arada bakıyorum oyununuza. Sürekli seni itiyor."
Mahinur omuz silkti. "En azından onunla eğleniyorum." Doruk alınmış olacak ki umursamaz bir şekilde önüne dönerek, "O zaman onun yanına gidebilirsin." diye mırıldanmıştı. Mahinur sırıtırken uzanıp Doruk'un yanağına öpücük kondurunca Doruk anında irileşen gözleriyle başını ona çevirdi. "Ya! Mahinur! Bunu nasıl yaparsın? Ayrıca..." Sözünün devamını getirememişti. Hemen önüne döndü ama yanakları da kızarmıştı. Mahinur ise sadece kıkırdamıştı. Cidden çok tatlıydı.
Bakışlarım Doğuş'u bulduğunda benim sırıtan ifademin aksine tepkisizlikle onları izlediğin gördüm. "Sadece dostane bir öpücüktü abartma be!" diye söylendi Mahinur. Doruk utangaç tavırlarından hemen kurtulmuş ve ifadesizliğine bürünmüştü.
Onları bırakınca beraber Doğuş'un odasına ilerlemeye başlamıştık. "Sizin hastane içinde kamp düzenliyorlarmış varmış gidelim mi? Daha doğrusu Kenan başhekim." diyerek çantamdan çıkardığım kağıdı ona uzattım. Kağıdı alarak kısaca inceledi. Ardından kağıdı tekrar bana uzattı. "Gerek yok çiçeğim. Çok hevesliysen izin günüme ayarlarım baş başa gideriz."
Omuzlarımı indirip kaldırdım. "Ya Doğuş! Eylül'de buna çok gitmek istiyor, bende! Sen gelmezsen kız gidemez. Bende gidemem. Hadi üçümüz de katılalım şuna." Doğuş cümlelerim karşısında kararsız kalır gibi duraksayarak düşünmeye başladı. "Çok istiyorsunuz yani?" Hemen başımı salladım. "Valla kız da çok sevindi. İlk kez kampa gidecek heyecanlı olur, eğleniriz."
Doğuş bakışlarını üzerimde gezdirmeye devam etti. "Çok istiyorsanız peki." dedi ifadesizce. Hemen kollarımı boynuna sararak gülümsedim. "Teşekkür ederim!" Doğuş ellerini beline sararak saçlarımı kokladı. "Teşekkür etme bana, hayatımsın sen." Yanağına uzun bir öpücük kondurdum. "Bir tanesin be Doktor Doğuş Çekici!" Doğuş buna da tepki vermedi.
O zaman yakında kampa da gidiyorduk demek. Kim bilir kimler gelecekti. Umarım macerasız ve huzurlu geçer...
Bölüm sonu!
Bölüm nasıldı? Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?
Şu aralar biraz sakin geçsin istedim. Sürekli olaylar falan. Neyse umarım beğenmişsinizdir.
Bana destek olmak için bölümü oylayıp yorumlar yapar mısınız?💖
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere🤍
Ig: dilek.wt
Kitap ıg: Sonmanolyakokusuofficial
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top