33.BÖLÜM : GİZLİ HATIRALAR

🌺

Hiçbir şey hissetmediğime inanmak istesem de bunu böyle olduğunu bilmiyordum. Bazı konular pek umurumda olmasa da beklemediğim şeyler biraz olsun canımı yakmış olabilirdi. Hayatımdan iki insanı daha silmem gerekiyordu anlaşılan.

Eskiden bu konunun beni üzdüğünü bilirdim hatta belki arkadaş konusu yüzünden ağlamış bile olabilirim fakat sonradan nedense tek bir göz yaşını geç, üzülmüyordum bile.

Ayaklarım otomatik bir şekilde apartmandan içeriye girdi. Firdevs'in zaten başından beri gerçek bir dost olmadığının farkındaydım. Firdevs'le arkadaş değildim sadece bazı zamanlarımda yanımdaydı. Bir anda bana yakınlaşmaya başlamıştı ve bunun sebebini öğrenmek adına sakince patlayacağı günü beklemiştim. Ama Volkan'ın benim üzüntümü ona anlatıp bana acıyacağını düşünmemiştim Doğrusu.

Asansöre girdiğimde bakışlarım hala ayaklarımdaydı. Derince bir nefesi içime soludum. Her zaman ki gibi devam etmemem için sebep yoktu. Onlar olmasa da olurdu. Hayatımda büyük bir yerleri yoktu zaten. Gerçi Volkan'ı yine dostum gibi görüyordum ama...

Düşüncelere dalmışken asansör çoktan benim katıma çıkmıştı. Yavaş adımlarla asansörden çıkarken bir yandan çantamdan anahtarımı aradım. Çıkardığım anahtarlıksın anahtarımı uzatıp kapımı açtım. Hızla ayakkabılarımı çıkarıp kapıyı arkamdan kapatarak içeriye girdim.

Çantamı kapımın yanındaki konsola bırakıp salona ilerledim. Salona girdiğim an Kar koşup ayak ucuma gelince yüzümde oluşan kocaman gülümsemeyle beraber onu kucağıma aldım. "Güzel kızım benim." Kafasını okşarken koltuğa ilerledim.

Kendimi koltuğa atıp ayaklarımı önümdeki masaya üst üste attım. Hiç üzerimi değiştirecek halim yoktu. Kar, kucağımda kıpırdanırken kumandaya uzanıp televizyonu açtım. "Yine tek arkadaşım kaldın iyimi, Kar?" dedim boş bir sesle.

Bulduğum çizgi film kanalıyla beraber kumandayı köşeye atıp Kar'ı daha çok kucağıma çektim. "Hadi izleyelim." dedim tüylerini sevgiyle okşarken. Bakışları ekrandayken bir süre onu izledim. Konuşmasa, kendini ifade etmese de onu anlıyordum ve o tek kelime etmeden bile yanımda olabiliyordu. Hep içten içe beni anladığını düşünüyordum. Onun da kimsesi yoktu aslında.

Sanki gözlerine yansıyan o ekranda görüntü dışında bir şeyler anlıyormuş gibi dikkatle bakıyordu. Elim kafasına çıktı. Usul usul kafasını okşamaya başlarken bende bakışlarımı televizyon ekranına çevirdim ve beraber çizgi filmimizi izledik.

DOĞUŞ ÇEKİCİ

Kalçamı çekmeceli küçük dolaba yaslarken tam karşısında ona bakıyordum. Canım yanmış mıydı, fazlasıyla yanmıştı. Fakat suratıma yansıyan hiçbir şey yoktu. Acı dışarda değil, içeride yaşanırdı.

"Hikaye budur. Ben Manolya'yı yıllardır görürüm. Bilirim. Manolya hep değerliydi benim için." dedi net bir sesle. Bakışlarımı hasta yatağında sırtını duvara yaslayarak oturan adamdan ayırmadım. "Olabilir...Manolya hoş bir kadın." diyebilmiştim sadece.

Onu seven birilerinin olması normaldi ama yine de benim için can sıkıcıydı. Belki kıskançlıktı, belki başka bir duygu. Ama o kadar sağlıklı bir duygu olmadığı kesindi.

"Diyeceğin başka bir şey yoksa gidiyorum..." Mavi gözlerini hafifçe kısarak beni izledi. "Ben Manolya'yı 2019'dan beri tanırım. Yani senin gibi onunla görüşe görüşe aşık olmadım." dedi küçümseyen bir sesle.

Duruşumu hafifçe dikleştirip ifademde zerre değişiklik gereği duymadan konuştum. "Önemli olan zaman değildir. Eğer ki zamansa da ben o kadının 18 yaşını bilirim..."

Kaşları anlamsızca çatılırken gözlerimdeki ifadesizlik değişmedi. Hiç kimsenin dahi bilmediği için sır olan anı artık sır olmayacaktı. "Derken? Neden bahsediyorsun?" diye anlamsızlıksa sorduğunda yutkundum. "Manolya, ilk unutkanlığını benim üzerimde, benimle yaşadı. Beni unutarak yaşadı."

"Nasıl?" diye sordu şaşkınlıkla. "Basit bir karşılaşma ama güzel. Ben onun hep doktoruydum. Tek doktoru bendim onun. Lisesinin son zamanlarındaydı. O zaman korkardı, gererdi bu hastane ortamı onu. Her ne olduysa artık korkmuyor." Şaşırmaya daha da devam ederken bakışlarını kucağına indirerek kaşlarını çattı. "Hiç değişmemişti. Hep aynıydı. Şu anda o zaman da. Çok garip bir histi. Hiçbir kadına bir ilgi duymasam da onunla bir gün tekrar yollarımızın kesişeceğini hissediyordum. Hep hissettim ben...yıllarca."

"Nasıl unuttu yani? O zamandan beri hasta mıydı?" diye sordu anlamsızca. Başımı bilmem dercesine iki yana salladım. "O unutkanlıkla beraber hissettim bir hastalığa sahip olabileceğini. Hastaydı ama düşük ilerliyordu. Ta ki hayatına girmemle. Onun hastalığını bu derece hızlı ilerleten şey duygulardı. Hayatına arkadaşlar girdi, aşk girdi, babası girdi ve o duyguları hissede hissede hastalığı ilerledi."

O davette asıl amaç duyguları başlamadan bitirmekti. O davetteki amaç Doğuş doktor ve biricik profesyonelliği değildi. Asıl amaç, Doğuş doktorun biricik, çiçek hastasıydı. Belki yanlıştı fakat bir an olsun belki duyguları o kadar ilerlememişken çözerim diye düşündürmüştü.

Arkamdaki çekmeceli dolabın üstünde duran iki defterimi aldım. İkisi de siyah kapaklı defterlerim. Yatağına yaklaşmamla kaşları çatıldı. Defterlerden çok eski durmayanı ona uzattım. "Ben onu hissettiklerimle canlandırdım." Aldığı defteri açıp çatık kaşla içindeki Manolya'yı andıran çizimlere baktı. "Bunlar?" diye sordu anlamsızca.

"Bunları hislerimle çizdim. O beni çizime çeken hislerimle çizdim. Manolya benim 18 yaşımdaki hastamken çizimlere çekti." Şaşkınca çizimleri incelerken, "Manolya'nın bunlardan haberi var mı?" diye sordu. Elimdeki diğer defteri kaldırdım. "Bundan haberi var. Sadece gördüğüm zaman ki hislerimi görüntüledi."

"Peki aşık mıydın?" diye sordu başını kaldırıp. Ona aynı ifademle bakmaya devam ettim. "Sadece bir his. Onu hissederek sevdim ama bunu geç anladım." dedim düşünceli bir sesle. "Neden ona o zamanı söylemiyorsun?"

Omuz silktim yavaşça. "Onun sildiği anıyı bende sildim. Her ne kadar gizliden içimde yaşasa da." diye mırıldandım sessizce. "Şimdi sen o unuttuktan sonra yıllarca çizerek onu mu bekledin?" diye sordu netleşmek ister gibi. "Beklemek değil de bir gün karşıma çıkacağını hissediyordum diyelim." diye düzelttim.

"Peki neden ona bu defteri göstermedin?" diye sorunca yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. "Ben diğer defteri zor gösterdim. Korkuyorum. Onun korkmasından korkuyorum. Takıntılı falan diye düşünür, belki ürker diye korkuyorum." diye mırıldandım sessizce. Bu cümleme sadece baktı.

"Onu ilk gördüğümde şaşırmıştım içten içe. Birde komşum çıkmıştı. Keşke sadece komşum olsaydı da." diye mırıldandım hüzünlü çıkan sesimle. Bakışlarını benden çekmiyorken mırıldanışını duydum. "Manolyayı sevmediğini düşünüyordum. Onu tedavi için kullandığını."

Bu cümleler yüzümde bir gülümseme oluşturmuştu. "Çünkü duygusuz gibi duruyordun. Asla aşık olmayacak bir insan gibi. Sanki ondan faydalanmak istiyor gibiydin gözümde." dedi gözlerini kısarak.

"Ben, Manolya için tedavi bulmaya çalışıyorum, ben Manolya'yı bu dünyadaki her şeyden çok sevmişim. Tedaviyi bulma uğruna kendimi bile feda ederim. Kürsü de neden ilişkimizi açıkladım sanıyorsun? Gizli ilişkimiz onu germesin diye. Ben her şeyi boş vermişim onun için." dedim bakışlarımı ondan ayırmadan.

Bakışları tekrar kucağına indi. "Bir zamanlar düşüncem farklıydı fakat şu an daha değişik..." Bakışlarını geri bana kaldırdı. "Sensin. Senin aşkın en iyisi. Bunu hissediyorum." diye mırıldandı sessizce.

"Zaten öyle. Aşkını küçümsemiyorum, kendi aşkıma fazlasıyla güveniyorum. Kimse onu benden daha fazla sevemez." dedim yatağın üstündeki iki defterimi de alarak. "Ama burada en üzülen de benim sanırım. Manolya'yla güzel günler geçirmek ne hoş." dedi hüzünle. Elimdeki defterlerimle dikleşirken bakışlarımı ona çevirdim. "Ne güzel mi? Güzel mi?" diye mırıldandım her zaman ki sesimle.

Sadece başını sallayınca çatılan kaşlarımla defterleri yatağın yanındaki komodine bıraktım. "Senin o güzel dediğin günlerde ben o kadını yoğun bakımda bilinçsizken bekliyordum. Acaba nen zaman elleri titrer, beni unutur mu diye düşünüyordum ya da titreyen ellerini nasıl engellerim diye düşünüyordum ya da nasıl duygularını hafifletirim diye düşünüyordum, sevdiğim kadınla olan güzel günümüzde onu sevdiğinden emin olduğum adamın onu öpüşünü izliyordum, üstelik felçlik geçirdiğini bildiği halde o sanki istekliymiş gibi duran görüntüyü izliyordum, bayılışını, ataklarına engel olmaya çalışıyordum. O hastalık varken hiçbir günümüz kusursuz olmadı, olmaz."

Bana boş bir ifadeyle baktı. Hayır. Hiçbir ifade boş değildir. O bana duygularını saklamış bir ifadeyle baktı. Tıpkı benim gibi.

"Ama yine de şanslısın." dedi kısık bir sesle. Yüzümde alaylı bir ifade oluştu. "Evet, hayatımda olması şans fakat şanslı değilim. Başından beri onun hastalığını düşünüp o ihtimalleri vererek teşhis koymak ne kadar acı verici biliyor musun? Onun hastalığına, ölümcül oluşuna, tedavisi olmayan o hastalığa sahip olduğu ihtimalini ben verdim. Ve bir gün o tedaviyi bulamazsam da ölümünü engelleyememiş olacağım. Kadın, her gün gözlerime umutla bakarken, yaşamak istediğini söylerken onu yaşatamamış olacağım. Oysa bir dahiliye uzmanı nasıl koskoca kimsenin zerre anlayamadığı hastalığa çare olsun? Bu imkansız...ben onun için imkansız olanı başarmaya çalışıyorum."

Yutkunmaya çalıştım. Her şeye rağmen duruşumu bozmamaya, tavırlarımı bozmamaya çalıştım. Boğazıma düğümlenen cümlelerimden kurtulup sertçe yutkundum. "Sen, kendinden bile daha çok sevdiğin insana öleceğini söylemenin ne kadar acı verici olduğunu biliyor musun? Ya da onun bir sonraki acısının ne olacağını bilmenin verdiği ağrıyı biliyor musun? Tek bir ayrıntıyı kaçırırsan onu öldürmüş olduğunun gerçeğinin ne kadar yıkıcı, onu biliyor musun?"

Bakışlarını çekmeden başını sadece iki yana salladı. Yatağın yanındaki konsola doğru adımlar atarken konuştum. "Bu yüzden Manolya'dan vazgeç. Daha yirmi iki yaşındasın elbet unutursun ama ben o kadına hayatımı adadım. Ondan vazgeçmem. Ve asla o kadından yana yüzünü de güldürtmem. Her şeye rağmen sana, senin için onu unutmanı tavsiye ediyorum." Sözlerimle sadece bana baktı. "Zaten olmayacak bir şey, biliyorum." diye kısık sesle konuştu.

Defterlerimi kaptığım gibi geri gerileyerek yatağından uzaklaştım. Yüzünde hafif bir gülümseme oluştu. "İzin ver bari hastane odası olsa da, içimizdeki duyguları yumruklarımıza yansıtalım." Ciddiyetimi korurken üzerimdeki doktor önlüğümü düzelttim. "Şiddete karşıyım beyefendi. Hoşlanmıyorum."

Yüzünde alaylı bir gülümseme oluşurken, elini kaldırarak yaralar olan dudaklarını işaret etti. "Sen beni hastanelik ettiğini unuttun sanırım. O gün ki olayı düşünürsen kabul eder misin?" diye sordu korkusuzca. Değişmeyen ifademle, "O olayı düşünürsem muhtemelen bu odadan bir süre daha çıkamazsınız. İyi günler."

Konuşmam biter bitmez arkamı dönüp ilerliyordum ki sesini duydum. "Manolya'yı yazdım. Onunla benim için bir roman yazdım." Olduğum yerde durdum fakat sırtımı dönmedim. "Hasta bir kadını ve ona her koşulda destek olan bir aşktan bahsediyor." Kaşlarım anında çatılırken kalbimde küçük bir tekleme tarzı bir şeyi hissettim. Bu konu oldukça tanıdıktı.

"Manolya'nın romanının konusuna benziyor..." kulakları mırıldanışımı duyacak kadar iyi çalışıyordu. "Desene kalplerimiz karşıymış." deyişini işittim. Bedenimi yavaşça ona çevirdim. İfadesi anında ciddileşti. "Sen olmasaydın bana aşık olurdu bundan eminim." Sadece baktığımda tekrar konuştu. "Güzel bir ilişkimiz olurdu. Birbirimizi yazardık. Beraber film izlerdik. Beraber yemek yerdik. Beraber yemek yapardık. Beraber tatile giderdik. Her zaman beraber olurduk." Yine tepki vermeyip susmuştum. Çünkü diyecek bir sözüm yoktu. Keşke olsaydı.

"Sen onun hayatına girdin. Onu kendine aşık ettin. Senin gibi birine nasıl aşık oldu o da düşündürecek bir şey aslında. Çok farklısınız. O bambaşka, sen bambaşka. Tek ortak noktanız yeşil gözleriniz. Bazen düşünüyorum...Manolya sana aşıkken nasıl seninle olmayı bekledi? Benim gözümle çekilmezsin. Ona göre sıkıcısın. Söylesene, hiç sana kahkahalar atıyor mu? Hiç eğleniyor mu yanında? İşinden başka bir şey düşünmezsin, ki bir yerde Manolya bile senin işin aslında. Hiçbir özelliği olmayan onun için boş bir adamsın. Sadece iş. Bir robottan farksız."

Muhtemelen o bu düşüncelere sebep olan bakışlarımla bakmaya devam ettim. Bazı dediklerine katılmasam da bazılarının da zaten farkındaydım. Dudaklarımı oynatarak yavaşça ona bir cevap verdim. "En azından yanımda olmayı seviyor. Sen söylesene, senin yanında olmayı bile hiç istedi mi?" Yüzü asılırken bakışlarını kaçırdı. Amacı beni yaralamakken kendi yaralanmıştı.

"Artık git." dedi umursamaz bir sesle. Üzerimdeki doktor önlüğünü düzelttim. "Geçmiş olsun Fuzuli bey. Her şey için." dedim son kısmı bastırarak. Umursamaz bakışlarını üzerimde gezindirirken, "Burak adımı kullandığımı, Fuzuli ismimi kullanmadığımı, tekrar söylemek zorunda mıyım?" diye söylendi. Yüzüme tamamen sahte ve mesafeli bir tebessüm kondurdum. "O zaman kendinizi öyle tanıtmalıydınız, Fuzuli Bey."

İlerliyordum ki tekrar sesini duydum fakat bu beni durdurmadı. "Kendimi zaten Burak diye tanıtmıştım!" Hayır, Fuzuli adınla kendini aklıma kazıttın.

MANOLYA DİNÇER

Kar, yerine geçmiş uyurken, bende başında beklediğim keki sonunda fırından çıkardım. Heyecanla yüzümde yanmamış kek görmenin mutluluğuyla yerimde zıpladım. Kabı tezgaha koyduktan sonra dolaptan meyve suyu çıkardım. Onu da tezgaha bıraktığım an kapı çalmaya başladı.

Yerimde tekrar zıplarken yüzümdeki gülümsemeyle ilerleyip kapıyı açtım. Karşımda direkt Doğuş'u görünce yüzümdeki gülümseme arttı. "Hoş geldin!" diyerek zıplayıp kollarımı boynuna sarmamla ellerini anında belime yerleştirip beni havada tuttu. Ayakkabılarını çıkararak içeri girdiğinde kollarım hala boynuna sarılıydı. "Hoş buldum çiçeğim."

Geri yere doğru zıplarken kollarımı da boynunda çekmiştim. Dönmeden kolunu uzatıp kapıyı kapattı. "Sana kek yaptım!" Yüzünde bir gülümseme oluştu. "Aa! Çok teşekkür ederim." dedi tatlı bir sesle. Yüzümdeki sırıtma büyürken uzanıp yanağından makas aldım. "Teşekkürünü farklı şekillerle aktara bilirsen, işte o zaman rica ederim."

Doğuş'un yüzünde ki gülümseme asılı kalırken bana yaklaşıp elini belime sararak beni kendine çekti. "Zamanı gelsin, ben sana asıl hayatıma girdiğin için büyük ve asla bitmeyen bir teşekkür edeceğim." diye fısıldadı. Yüzümdeki sırıtış daha da büyürken, "Ne zaman?" diye sordum heyecanla. Çikolata kokularıyla beraber yüzüme yaklaşıp, "Evlenince." diye fısıldadı. Evlenmeden olmaz mı diyordu?

Başım yana doğru yatarken bilmiş bir ifadeyle fısıldadım. "Belki mucize bir şekilde tedavi olur. Bir bakarız şok oluruz falan! Neden olmasın?" Doğuş hafifçe güldü. "Tıpta öyle bir şey olmaz çiçeğim." Kaşlarım çatıldı. "Neden olmasın? Mucizelere inanırım ben! Bir deneyelim bence biz." dedim sırıtarak.

Doğuş elini belimden çekip yavaşça uzaklaştı. "Kek yaptım demiştin?" dedi sorar gibi. Demin olan boş verip başımı salladım. Ardından başımla salonu işaret ettim. "Sen geç ben getireyim!" Olduğu yerden kıpırdamadan, "Beraber alalım?" deyince hafifçe güldüm. "İyi tamam gel, bıçağı da böyle beraber tutup keseriz falan?"

Doğuş tam ciddiye alarak mutfağa doğru adım atacaktı ki bir adımla önüne geçip başımla salonu işaret ettim. "Hadi! Ben yaptım ben getireceğim!" Kararsız kalmış gibi baktıktan sonra bir şey demeden salona ilerleyince memnun bir tebessümle mutfağa girdim.

Büyük bir tabak çıkardıktan sonra çekmeceden bir bıçak da çıkardım. Kek kabını dikkatle tutup keki tabağa çıkardıktan sonra bıçakla bir dilim kestim. Kestiğim dilimin tadına bakmak için farklı bir tabakla köşeye bıraktım.

Keki aynı tabakta dilimledikten sonra kek tabağıyla beraber salona ilerledim. Girdiğim an Doğuş'un bakışları önce beni ardından keki buldu. İfadesine şaşkınlık düşmese de şaşırdığını hissettim. "Yanmamış?" diye mırıldanması beni garip bir şekilde hüzne sürüklese de şu an buna izin vermedim.

İfade göstermesem beri hissedip lafını değiştirdi. "Yani unutmaman tabi ki beni mutlu eder." diye mırıldandı. Masaya keki bıraktıktan sonra ona döndüm. "Evet, çünkü başında bekledim yanmaması için."

Ciddi bakışları bende gezindi. "Neden inatla hiç alarm kurmuyorsun?" diye sordu. Gülümsemem solmadan yüzümde asılı kalırken umursamaz bir sesle mırıldandım. "Alarmın sesini hiç sevmiyorum. Çok sinir bozucu ama mecbur kaldığımda kuruyorum." Doğuş kaşlarını hafifçe çattı. Anlam veremedi fakat zorlamadı da.

Elimle keki işaret ettim. "Yesene. Yanmamışken bir tadına bak." dedim heyecanla. Bakışları bendeyken uzanıp kekten bir dilim aldı. Dilimi yaklaştırıp büyük bir ısırık aldı. O keki çiğnemeye başlamışken bense onu pür dikkat izliyordum. "Beğendin mi? Beğendin mi?"

Doğuş bir an duraksadı fakat ardından hemen çiğnemeye devam etti. Çiğnerken başını kaldırıp bana baktı. Ardından lokması bitene kadar başını salladı. Ağzındakini bitirdikten sonra konuştu. "Çok beğendim çiçeğim."

Bakışlarım hala onda geziniyordu. Hiçbir ifade yoktu aynı ciddiyetiyle keki yedi. Kendime kekin tadına bakma için hiç ayırmamış olduğumu düşünerek keke uzanıp bir dilim almaya çalıştım ama Doğuş tabağı kendine çekti.

Anlamsızca kaşlarım çatılırken göz göze geldik. Doğuş ne diyeceğini bilemez gibi afalladı. "Hepsini ben yiyebilir miyim? Çok beğendim, sende yeme lütfen. Hepsini ben yemek istiyorum. Çok istersen ben sana sonradan kek yaparım." Cümlesi daha da anlamsızlık oluştururken dikleştim. "O kadar beğendin mi?" Hemen başını salladı. "Çok güzel."

Yüzümde bir sırıtış oluşurken konuştum. "İyi sen ye bakalım. Ben yapacağım ve kötü mü olacaktı zaten? Dikkat et yerken parmaklarını da götürme." dedim sırıtarak. Doğuş tekrar başını salladı. Elimle mutfağı işaret ettim. "O zaman meyve suyu getirmeye gidiyorum ben."

Geri geri adımlar atarken bir anda dönüp mutfağa ilerlemeye başladım. Mutfağa girdiğim an köşedeki kek tabağıyla bakışıp, onu oraya ayırdığımı unuttuğumu anladım. Önce tezgahtaki meyve suyu kutusunu kavrayıp dolaptan, uygun iki bardak çıkardım. Bardakları meyve suyu ile doldurduktan sonra kutuyu geri dolaba koydum.

Gitmeden uzanıp tabaktaki keki aldım. Doğuş'un bu kadar beğendiği kekin tadına daha bakmamıştım bile. Kakaolu keke kısa bir bakış attıktan sonra büyük bir ısırık aldım. Çiğnedikçe kaşlarım daha da çatıldı. Çünkü bu kekte zerre şeker yoktu. Şeker koymayı unutmuştum resmen. Ve Doğuş sırf bunu fark edip üzülmeyeyim diye kekin hepsini yiyordu.

Kaşlarım çatılırken bakışlarım kekte dolandı. Lokmamı bitirdiğim an keki geri tabağa bıraktım. Yüzümde hiçbir ifade yoktu. Bakışlarım tabaktaki kekte dolanmaya devam etti. Yine doğru dürüst bir kek olamamıştı. Yine yapamamıştım. Yine ve yine...

Öfkeyle kek tabağını anında kavrayıp tezgaha doğru fırlattım. Tabak gürültülü bir şekilde kırılırken gözlerimin dolmaması için içten içe yalvardım. "Olmuyor, ne yapsam...olmuyor. Hep bir şeyleri unutuyorum!" diye mırıldandım boğazım yanmaya başlarken. Bu hastalık beni ruhsal olarak da etkiliyordu.

Saniyeler içinde Doğuş'un koluma dokunan elini hissettim. "Çiçeğim? O ses neydi?" Bakışları kırılan tabağa ve dağılmış olan keki buldu. Başımı hemen ona çevirdim. "Şekeri yok Doğuş! Şekersiz kek mi olur?" Doğuş iki kolumu sıkıca kavrayarak endişeyle bana baktı. "Olurmuş işte ben çok sevdim bak. Zaten şekersiz kek daha sağlıklı." dedi aceleyle.

Başımı kaldırıp suratına baktığımda en az benim kadar olan o endişeyi ve hüznü görmemek imkansızdı. "Yine unuttum." diye mırıldandım sadece. Ellerini yanaklarıma koyarken omuz silkti. "Olsun." Kıpırdaman aynı yerimde durdum. "Ama şekersiz oldu." Bir kere daha omuz silkti. "Olsun."

Tekrar konuşacaktım ki o benden önce söze girdi. "Bir kelimeyi ne kadar tekrar edebileceğimi en çok sen bilirsin, çiçeğim. Benim cevabım asla değişmez." diye fısıldadı baş parmağıyla yanağımı okşarken. Yüzümde bir gülüş oluştu. "Haklısın. Bilirim." diye sessizce cevap verdim sadece.

Benim gülmememle yüzünde bir gülümseme oluşmuştu. "Burayı toparlayalım ve güzelce film izleyelim olur mu?" diye sorunca cevap vermeden dönüp tezgahtaki tabağın parçalarını toplamak için elimi attığım an beni geri çekmeye çalıştı. "Ben toplarım çiçeğim."

"Elin kesilir, ben kırdım ben toplarım." diye elimi tekrar atınca bana engel olmak için atılacaktı ki elimi geri çekeceğim an yaptığı hareketle bir parça bileğini çizdi. Gözlerim irileşirken parçayı köşeye atıp hemen elini kavradım. "Doğuş çizdi! Bileğin kanayacak!" dedim endişeyle.

Doğuş önemli bulmayıp elini çekecekti ki izin vermedim. "Hayır hayır çekemezsin, bakmam lazım!" Yüzüme ağlayacak gibi bir ifade duruyorken kolundaki ne çok küçük ne de abartılacak kadar büyük olan o çiziğe baktım. "Of! Pansuman yapayım! İyileşsin! Kan geliyor birde ya! Hep benim yüzümden!"

Doğuş elini çekip hafifçe eğilerek suratımdaki ifadeye baktı. "Hayır çiçeğim. Sakin ol. Ufak bir çizik. Yara bandı yeter." deyince hemen elini tutup koşarak salona ilerledim. "Sakin ol lütfen, çiçeğim." Onu kolundan tutarken koltuğa doğru attım. Ardından hızla salonun çekmecesinden yara bandımı ve gazlı bezi çıkardım.

Geri yanına ilerlediğim zaman bakışlarıyla beni izlediğinin farkına vardım. Hemen yanında, dibine oturup kolunu aldım. Bileğinde ki büyük sayılmayan çiziğin üstündeki kanı gazlı bezle temizledikten sonra pembe renk yara bandımı açıp tam çiziğin üstüne yapıştırdım.

Geri çekilip yara bandıyla kapanmış olan yere baktım. Bakışlarımı ona kaldırdığımda memnuniyetle gülümsedi. "Rengi de güzelmiş. Garip bir yara bandı ama." diye mırıldandı. Gülümseyişi yüzümde gülümseme oluştu. "Terzi kendi söküğünü dikemedi, ben diktim."

Yüzünde hala bir gülümseme asılıyken başını eğip mırıldandı. "Ben kendi yaralarımı sarabiliyorum ama. Yani kendi kendimi iyileştirebiliyorum." Elim yara bandı yapıştırdığım bileğindeyken yavaşça eline indi. "Önceden öyle olabilirdi fakat şu an öyle değil. O zaman ben yoktum ama şu an varım. Doktor falan dinlemem, yaralarını sararım." dedim net bir sesle.

Güleceğini düşünsem de ciddi bakışlarıyla karşılaştım. "Odana gidelim mi?" Şu anda asla beklemediğim cümleyle kaşlarım kalktı. "Hı?"

Ciddiyeti yıkılırken başını hafifçe eğdi. "Hani gelmeden önce beni çağırıp aldığın kıyafetleri göstereceğinden falan da bahsetmiştin ya? Ondan dedim. Göster diye." dedi düzelterek. Bu cümleyle beraber sırıttım. "He! Dan diye öyle deyince anlayamadım."

Doğuş bir şey diyememiş gibi el kol hareketiyle bana katılırken yavaşça oturduğum yerden kalktım. Elini uzatıp elimle birleştirdiğimde oda yavaşça kalktı. Peşimden sürüklediğimi bilerek dönüp kapıya odama atmaya başladım. Kar kış uykusunda gibi uyumaya devam ederken biz peş peşe odaya girdik.

Kapıyı kapattıktan sonra elbise dolabıma ilerledim. Doğuş, hızlıca bedenini yatağıma atıp bana döndüğünde gülesim gelmişti.

Doğuş yatağımda hareketler yaparak kontrol ediyor gibi görünüyorken mırıldandı, "Sonuçta yatakta bir sağlık...ya rahatsızlık yaparsa?" diye mırıldanması tekrar sessizce gülmeme sebep olmuştu.

Başımı çevirip kafasını başımı koyup uyuduğum yastığa gömmüş olan Doğuş'a döndüm. "Doğuş?" Anında kaldırıp bana baktı. "Söyleyebilirsin çiçeğim." Gülmemek için kendimi tuttum. "Mesaj mı vermeye çalışıyorsun?" dememle kaşları çatıldı. "Ne mesajı? Hayır, direkt söylüyorum." Sadece dudaklarımı birbirine bastırıp başımı sallayarak kıyafetlerime döndüm.

"Odandan bir şeyi çalabilir miyim?" diye sordu dünyanın en kibar hırsızı. "Çalabilirsin." diye gülerek izin verdim. "O zaman bu yastık benim artık. Manolya çiçeğinin özü gibi kokuyor. Parfümü bende olsa bile onlardan kat kat güzel kokuyor." deyişini duydum. "O zaman senin de bana kendi yastığını vermen gerekiyor. Çünkü ben yastıksız uyuyamam." Yüzünde oluşan sırıtışla başını salladı. "Benim olan her şey senin zaten."

Gülümsemeyle yeni aldığım kıyafetlerimi dolaptan çıkarıp makyaj masamın sandalyesine bırakırken tekrar ona döndüm. Elbiselerden birini askısından kavrayıp üzerime tuttum. "Nasıl?" diye sordum heyecanla. Elbiseyi üzerime tutarken dönüp pozlar vermeye başladım. "Sen beyaz yakıştırdın diye beyaz aldım. Ayrıca şunu da söyleyeyim ki gelinlikte beyazdır." O zaman ki cümlesinde kesin şifre vardı.

Elbiseye bakarken sadece başını salladı. "Çok iyi." Elbiseyi köşeye atıp diğerini aldım. "Bu nasıl?" Uzun ince kolları tüllü, altı fırfırlı, lila rengi kısa elbiseyi üzerime tuttum. Doğuş hafifçe öksürdükten sonra tekrar başını salladı. "Çok muhteşem." Onu da köşeye atıp diğerini aldım. "Peki ya bu?" diye sorarak, askıları taşlı, siyah mini elbiseyi üzerime tuttum. Bir kere daha başını salladı. "Çok harika." Onu da atıp heyecanla diğer elbiseyi aldım. "Bak bu da var!" Koyu kırmızı, yırtmaçlı, saten, ince askılı elbiseyi üzerime tuttum. Aldığım cevap yine diğerlerine benzer bir cevap oldu. "Çok mükemmel."

Elbiseyi de diğerlerinin yanına atmadan, eğilip attığım elbiseleri askılarından kavradım. Ardından dikleşip hepsini geri askıma asıp dolabımı kapattım. Ellerimi belime koyarak Doğuş'a döndüm. Kızarık yanaklarıyla masum masum bana bakmaya devam ediyordu. "Hiç inandırıcı yorumlar yapmadın." Dememle hemen, "Çok güzellerdi." dedi aynı sesiyle.

"Emin misin?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak. Başını salladı. "O kıyafetleri senin üzerinde görünce yorumların en içtenini yaparım, çünkü kıyafeti güzelleştiren sensin. İstersen çöp giy. Yine güzel gelir. Hasta kıyafeti giyme yeter benim için."

Aldığım cümleyle beraber yüzümde kocaman bir sırıtış oluştu. Zıplayarak yatağa çıkıp yanına ilerledim. Kollarımı anında boynuna sardığımda eli belime sarıldı. "Sana bir şey anlatmak istiyorum." diye mırıldandım sarılışımı kesmeden.

Ondan ayrılmamla bakışları pür dikkat bende gezindi. "Tabi. Anlatabilirsin çiçeğim." Ellerim kucağındaki eline sarılırken konuşmaya başladım. "Firdevs aslında beni hiç sevmemiş. Ölmemi falan istemiş hep. Ya ben zaten bir şeyler olduğunu biliyordum da. Ne bileyim onların konumuyla değil de, Ölmem bu kadar istenince biraz üzüyor galiba. İnsanın babası bile ölmesini ister mi ya?"

Doğuş, tuttuğum elini hafifçe sıktı. "Burak'a aşıkmış başından beri. Acınacak biri olduğumu söyledi. Volkan'da, ben yokken onunla beraber bana acıyorlarmış." dedim kısık bir sesle. Sadece dinlemeye devam etti. "Fotoğrafı da o çekip haber yaptırmış." dediğim an, "Biliyorum." diye cevap verdi. Bakışlarım hemen ona kayınca, "Bende bugün öğrendim yani." diye ekledi.

"Ama ben hiç üzülmedim. Beni üzen tek şey insanların ölmemi bu kadar istemesi oldu. Onun dışında asla üzülmedim." Başımı kaldırıp ciddiyetle beni dinleyen Doğuş'a baktım. "Öncelerden üzülürdüm biliyor musun? Bazen ağlardım ama onlar yokken. Yalnız olduğum için. Ama şu an üzülmüyorum bile. Her ne olduysa üzülmeyi bıraktım." Doğuş içten bir şekilde tebessüm etti. "Bu çok güzel. Üzülme, çünkü sen kendi değerini ve mutluluğunu belirleyen bir bireysin. Gerçek mutluluk, başkalarının senin hayatında ne kadar yer kapladığından çok, senin kendi iç huzurunu bulmanla ilgilidir."

Bakışlarım ona kayarken önce kaşlarım kalktı ardından düzleşti. "Güzel söz." diye mırıldandım. Hiçbir tepki göstermeden başını salladı. "Sen beğendiysen güzel."

Başım koluna yaslanırken bakılarını benden çekmedi. Boştaki kolunu kaldırarak kolunu bana sararak beni kendine yaklaştırdı. Başım, onun çekişiyle beraber kolundan ayrılıp göğsüne yaslanmıştı. Bu hareketle beraber iki kolunu da bana sardı bu sefer. Kafamın üstüne bir öpücük bıraktı. "Çiçek bebeğim benim. Çiçek kızım."

Tamamen onun kollarındayken, başım onun göğsündeyken mırıldandım. "Bana hastalığımı anlatsana? Nasıl ortaya çıktı? Neden ben?" diye sormamla elinin saçlarımda gezindiğini hissettim. Yüzüme gelen tutamları hiç üşenmeden tek tek geriye çekti. Bunu yaparken de bana usulca cevap verdi. "Çünkü sen o kadar mükemmelsin ki kader bile seni kıskanıyor."

Ellerimi belinde gezdirmeye başlarken kısık sesle konuştum. "Hayır Doğuş, ciddi soruyorum. Lütfen bir doktor gibi cevap ver." Bakışı, yüzü, saçları, hiçbir şeyi bakış açımda yoktu. "Hastalığın bağışıklık sistemiyle ilişkilidir. Bağışıklık sistemi, vücudun enfeksiyonlara ve diğer zararlı maddelere karşı savunma mekanizmasıdır. Normalde, bağışıklık sistemi, vücuda giren patojenleri tanır ve bunları etkisiz hale getirir. Ancak bazı durumlarda bağışıklık sistemi hatalı veya aşırı tepki verebilir..."

Ve her zaman ki gibi Doğuş Doktor ciddiyetine bürünmüştü. Sözcüklerinin devamını getirdi. "Bu durumda, bağışıklık sistemi normalde zararlı olmayan maddelere veya vücudun kendi hücrelerine karşı reaksiyon gösterebilir. Bu, otoimmün hastalıklar olarak adlandırılan durumlara yol açabilir. Otoimmün hastalıklarda bağışıklık sistemi vücudun kendi dokularını yabancı olarak algılar ve onlara saldırır. Bu süreçte vücutta iltihaplanma, doku hasarı ve hastalık belirtileri ortaya çıkabilir."

Sadece başımı anladım dercesine salladım. "Gelelim tedavine..." diye mırıldanarak derin bir nefes aldı. "Hastalığın tedavisi için halihazırda etkili bir tedavi henüz bulunmamış olabilir. Ancak, tedavi seçeneklerini araştırmak ve geliştirmek için elimden geleni yapıyorum. Tedaviyi bulma çabalarımız, mevcut bilimsel ve tıbbi bilgilerin ışığında ilerlemektedir." içimi rahatlatmak için pozitif ama mekanik doktor sesiyle konuşuyordu.

"Tedavi seçeneklerini belirlerken, potansiyel riskler, yan etkiler ve olası faydalar gibi faktörleri de dikkate alıyoruz. Tedaviye yönelik kişiselleştirilmiş bir yaklaşım benimseyerek, durumuna en uygun olanı seçmeye çalışıyoruz." Başımı çevirip aşağıdan, akışlarımı hemen üzerimde olan yüzüne, zeytin gözlerine çevirdim. Dimdik bana bakıyordu.

Dudaklarını oynatmaya devam etti. "Tedaviyi bulma süreci karmaşık ve zaman alıcı olabilir. Araştırmalar ve gelişmeler her zaman ilerlemektedir ve yeni tedavi yöntemleri ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle, tedavi seçenekleri ve yaklaşımları üzerinde sürekli olarak güncel kalmamız önemlidir. Seninle birlikte, hastalığının tedavisi üzerinde çalışmaya devam ediyoruz ve mevcut bilgi ve kaynakları kullanarak sana en iyi tedavi seçeneklerini sunmaya çabalıyoruz. Amacımız, hastalığının en iyi şekilde yönetmek ve mümkün olan en iyi sonuçları elde etmektir."

Yüzümde bir tebessüm oluşurken başımı salladım. "Tamam. Teşekkür ederim." Mekanik ifadesini bozmadı. "Görevim. Teşekküre gerek yok." Başımı iki yana salladım. "Tedavi bulmak görevin değil. Tedavimi bulmak zorunda değilsin. Sen bunu istediğin için yapıyorsun. Benim için yapıyorsun. Bu yüzden teşekkür ederim."

Yüzünü, yüzüme indirdi. "Teşekkür etmemelisin çünkü, ben bunu kendim için yapıyorum. Başarı için değil. Ben bunu kendim için yapıyorum." diye fısıldadı.

Yüz ifademi bozmadan daha da gülümsedim. "Seni seviyorum, İsveççesi ne?" diye sordum. "Jag älskar dig" Yüzüme şapşal bir gülümseme kondurdum. "Ya! Bende you!"

Doğuş hafifçe güldü. "I love you too, olmasın o?" Gülerek estetikli gibi duran burnunun ucuna hafifçe vurdum. "Her şeyi de bil!" Gerçi bende buna laf ediyordum. Adam kaç yıllık tıp kazanıp, okumuş, üstüne uzman olup ödüller kazanmış. Kitaplığı bilim kitapları, tarih kitaplar, felsefe kitapları, kişisel gelişim, sosyal bilgiler, edebiyat doluydu.

Aklıma takılan soruyla beraber kaşlarımı çattım. Bakışlarım tekrar beni izleyen onu buldu. "Neden yurt dışına gitmiyorsun? Sen bayağı değerlisin tıp için. Hep hayatına sıradan bir uzman hekim gibi devam ediyorsun. Aslında istersen bayağı adını bildirirsin. Zaten bilinen bir adın var da." Doğuş ifadesini değiştirmeden omuz silkti. "Evet, yenilikler yapmak güzel bir şey fakat ben sadece yenilik yapmak için tıp okumadım. Eğer başka bir düşüncem olsaydı şu an doçent olurdum. Ama ben böyle olmak istediğim için bunu tercih ediyorum." dedi net bir sesle.

"Çok başarılısın. O kadar iyi doktorsun ki herkes senin hastan olmak istiyor. Evet, fiziksel olarak da dikkat çekiyorsun ama herkesin gözünde de işinin en iyisisin. İnsanlar başka hastanelerde riski hissedince sana gelmek istiyorlar çünkü bu zamana kadar bütün hastalarını sağlığına kavuşturan başarılı, yenilikçi bir doktorsun. Saygılısın, naziksin, kibarsın. Kişiliğinle de ayrı olarak takdir edilirsin."

Doğuş hala aynı ifadesiyle bakarken saçlarımla oynamaya başladı. Yüzümde komiklikten gelmeyen bir gülüş oluştu. "Herkesin her şeyine ayrı ayrı bayıldığı doktorun bana aşık olması. Zaten geçen ki, kürsü olayı yüzünden dünyanın en güzel seven adamı olarak belirlenip, genç kızların göz bebeği oldun. Benim yerimde olmak isteyenler sayısı artmış durumda."

Eli saçlarımda gezinmeye devam etti. "Sen deminden beri beni mi övüyorsun?" diye sordu kaşlarını kaldırarak. "Hep sen mi öveceksin?" diye sorduğumda tebessüm etti. "Olabilir. Hiç sıkılmam." diye fısıldadı.

Aklıma gelen düşünceyle güldüm. "Onlara senin utanınca yanaklarının nasıl kızardığından mı bahsetsem? Ya da şu sarhoş Doğuş Çekici'den? Yoksa ben tarafından gelen o kavgalarda ki Adanalı Doğuş Çay'dan mı bahsetmeliyim?"

Doğuş gülmedi fakat ters bir tepki de vermedi. "Bahsetme bence. Sana özel olan bir tarafım olsun istemez misin? Sadece senin bileceğin bir taraf?" Cümlesiyle beraber demin kızarmış olan fakat şu an düzelen yanaklarını okşadım. "Tabi ki bahsetmem. O yanların tamamen benim. Onlar Doğuş doktoru görsünler. Doğuş Çay sadece benim." diye fısıldadım.

Doğuş nefesini yüzüme doğru vererek başını salladı. "Tabi ki senin. Bu adamın ilklerini yaşatıyorsun. Tabi ki senin olacağım." diye beni onayladı. Yanağını sevmeye devam ettim. Doğuş yüzüme daha çok yaklaşarak alnıma güçlü bir öpücük bıraktı.

Gözlerim kapanırken derin nefesler almaya başladım. Kalkıp dudağıma indiğini hissettiğim an durmaksızın ısrarla çalan zilin sesini işittik. Ve zil sesi aramıza girerek bizi ayırdı.

İkimizde kalkarak kapıya ilerledik. Kapıyı açtığımız an gördüğümüz yüzler tanıdıktı. Bayar, Fatih, Arat ve Gümüş vardı. Doğuş, hiç çekinmeden bana dönüp, "Sen mi çağırdın?" diye sordu. Başımı iki yana sallamamla geri onlara döndü. "Neden geldiniz?"

Arat, astığı suratıyla Doğuş'a kınar gibi bir bakış attı. "Aşk olsun lolitam! Böyle mi olduk şimdi? Kocan geldi işte!" Doğuş ona buz gibi bir ifadeyle bakmaya devam edince Arat sıkıntılı bir nefes verdi. Bayar, hemen söze atladı. "Ya maç izlemeye geldik! Fenerimin maçı var. Totem yaptım kardeşimin evinde izlemem lazım."

Doğuş, anında kaşlarını çattı. "İnanıyor musun gerçekten? Gider misiniz?" dedi kibar bir sesle. Hepsi bir anda bilmiş bir ifadeye bürünerek kaşlarını kaldırdılar. "Burası Manolik'in evi olduğuna göre kovma gibi bir lüksün yok!" dedi Arat keyifle. Gümüş başını sallayarak bana döndü. "Manolya'ya soralım. O bizi ister mi?" Bu sözle beraber herkes bana döndü.

Kalkan kaşlarımla beraber tek tek benden bir cevap bekleyen insanlara baktım. Doğuş anında bir adım atarak hemen dibime çekerek fısıldadı. "Boş ver çiçeğim. Gönder onları seninim, istediğin her şeyi yaparız, düşün yani..." Yüzümde bir sırıtış oluşurken Doğuş'a yan gözle bakarken cevap verdim. "Gelin tabi!"

Doğuş'un yüzündeki ifade ciddileşirken kapıdakiler gülerek içeri geçtirler. Kapı kapandığı an Doğuş'a döndüm. "O dediğin her zaman olur zaten." Doğuş'a doğru yaklaşarak birkaç adımda dibine kadar vardım. "Bence bunu sende biliyorsun. Bir anda gelip öpsem ne yapabilirsin ki?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak. Başını kaldırıp başka bir tarafa çevirirken başını salladı. "Haklısın. Zaafımı çok belli ettim, kullanırsın tabi."

"Oğlum gelsenize ne yapıyorsunuz orda!" Bayar'ın salondan gelen bağırışıyla aramıza mesafe koyup salona ilerledim. Onun da arkamdan geldiğini biliyordum. Bayar televizyondan maçı açarken Gümüş bir bacağını diğerinin üstüne atarak, oturmuş onu izliyordu. Bayar'ın üzerinde on numaralı, Arkasında adının yazdığı bir Fenerbahçe forması vardı.

Altında ise siyah bir kot. Gümüş'ü nasıl ikna etmişti bilmiyordum fakat onun da siyah mini eteğinin üstünde bir Fenerbahçe forması vardı. Arat, inat olarak Galatasaray forması giymişti. Fatih normal bir tişört ve pantolonla gelmişti.

Doğuş'la, Fatih'in yanına koltuğa oturduk. Bayar, maçı açtıktan sonra dönüp heyecanla kollarını salladı. "Alev alev her yer yanıyor! Benim kanım sarı lacivert akıyor!" Ardından hemen Gümüş'le Arat arasındaki boşluğa oturdu. Heyecanla dönüp maçı izlemeye başladı.

Onun heyecanını izlerken kısık sesle gülmeye başladım, tıpkı Fatih gibi. Fatih bana dönüp, "Her maçta böyle kendi evi dışında her yerde izliyor. Hastanede bile izlediği olmuştu. Birde maçın ortasında totemleri falan çıkar, herkese zorla bir şeyler yaptırır." Cümlesiyle gülerek Bayar'a döndüm. Asla bizi umursamıyor gibi bir hali vardı.

Kolunu omzuna atmış olduğu Gümüş bana dönerek Bayar'ı işaret edip başını iki yana salladı. Buna daha çok fakat kısık sesle güldüm. Bayar'ın bakışları Arat'a kayınca anında kaşlarını çattı. "Ya uğursuz! Git şuradan!" Arat omuz silkti. "Olmaz iddiaya girdik!" Bayar sabır çekerek maça dönünce Arat'a dönüp, "Ne iddiası?" diye sordum. Arat sırıttı. "Eğer kaybederlerse Galatasaray forması giyerek hastaneyi turlayacak. Fenerbahçe'sine o kadar çok güveniyor ki kabul etti. Ben kaybedersem de ben formayı giyeceğim."

Kaşlarım kalktı. "Ya kaybedersen? Değiştirecek misin takımını?" diye sorduğumda omuz silkti. "Öylesine tutuyorum zaten. Amaç Bayar'la uğraşmak." dedi gülerek. Fatih ona bir bakış attı. "En sen seni gerçekten camdan atacak ve gününü göreceksin." Arat ona çapkın bir bakış attı. "Sen benim için endişelendin mi kuşum?" Fatih, gözlerini devirerek başını başka yöne çevirdi.

Bayar dönüp tek tek herkese baktı. "Şimdi herkes hangi takımlı? Gümüş'üm Fenerli, bende öyle." diye sordu aceleyle. Arat elini kaldırıp, "Galatasaray'lıyım!" dedi. Bayar ona bir bakış attıktan sonra Fatih'e döndü. "Bana bakma. Ben Beşiktaş." dedi elini kaldırarak. Bayar onu da geçip Doğuş'a döndü. Doğuş buz gibi bir bakışla beraber, buz gibi bir sesle konuştu. "Takım tutmuyorum."

Bayar'ın kaşları çatıldı. "Nasıl ya? Tamam Fenerli ol o zaman." Doğuş omuz silkti. "İlgilenmiyorum." Bayar'ın kaşları daha derince çatıldı. "Nasıl oğlum? Totem yaptım totem! Fenerli olsana şu maç bitene kadar!" Doğuş tekrar omuz silkti. Bayar daha sakin, ikna edici bir sesle konuştu. "Bak sarı lacivert sana çok yakışır, gül yüzlü kardeşim."

Doğuş ciddi bakışlarını sürdürünce Bayar bana döndü. "Ben Fenerliyim! Tamamen şu an karar verdim ama olsun!" dedim neşeyle. "Asla- Kanarya kardeşim benim!" Anında yanındaki çantadan bir forma çıkarıp bana fırlattı. "Fenerliler forma giymeli. Şu an totem bu."

Formaya kısa bir bakış attıktan sonra üzerimdeki cropu umursamadan formayı üzerime geçirdim. İsimsiz normal bir formaydı. Gülümseyerek Doğuş'a döndüğümde beni izlediğini gördüm. "Yakıştı." diye mırıldandı.

Doğuş'a yaklaşarak üzerimdeki formayı işaret ettim. "Sende Fenerli olsana." Doğuş ciddiyetle kaşlarını indirip kaldırdı. "Takım tutmuyorum çiçeğim." Bayar tekrar araya girdi. "Bak Allah'ın adını veriyorum Fenerli ol!" Doğuş bana dönünce hemen başımı salladım. "Hadi ya maç bitene kadar bari!" Doğuş bana bakmaya devam etti. Ona daha çok yaklaşarak elimi ensemde gezdirdiğim an gıdıklandı. "Yapma bebeğim." dedi başını geri atarken.

Doğuş'a daha çok yaklaştım. "Hadi ya. Hem benimle aynı takımı tutan bir sevgilim olsun isterdim." Doğuş kaşlarını kaldırdı. "Ciddi misin?" diye sorduğu an başımı salladım. "Hadi giy şu formayı. Bakalım sevgilime yakışacak mı? Her şey yakışır ama..." dedim cilveli bir sesle. Bayar hemen Doğuş'a da bir forma yolladı. "Hadi lan! Hadi be! Kardeşim benim hadi!"

Doğuş sıkıntılı bir nefes verdikten sonra bana bir bakış attı. "Senin için." dedi ve üzerindeki beyaz tişörtü çıkarıp sarı-lacivert formayı üzerine geçirdi. Formanın eteklerini aşağıya çekiştirirken hepimizin bakışları ondaydı. "Heyt be! Maça bile giderim ben senle! Şu asalete bak! Çubuklu forma nasılda yakıştı!" Ciddi anlamda bu renkler, bu forma ona fazlasıyla yakışmıştı.

Doğuş sadece bana döndü. Forma biraz kaslarını belli etse de tam oturmuştu. "Çok iyi. Yakıştı!" dedim sırıtarak. Doğuş'un bakışları da üzerinde gezindi. "Sanırım."

"Hadi hadi, maça dönelim!" dedi Arat, Bayar'ı dürterek. Bayar ona göz ucuyla ölümcül bir bakış attı. "Sanki anladığın var..." diye söylenerek önüne döndü. Yavaşça yerimden kalkmamla Doğuş bana döndü. "Nereye?" diye sordu merakla. "Bir şeyler hazırlayacağım." dedim gülümseyerek. Tam o da gelecekti ki göğsünden itip koltuktan kalmamasını sağladım. "Sen otur maç izle. Buradaki en kanarya sensin sonuçta. Sarı sarı saçlar falan."

Doğuş'un anında kaşlarını çatacağını tahmin etmiştim ve doğru tutmuştu. "Rica ediyorum bana sarı saçlı olduğumdan bahsetme, ben kumral saçlıyım. Sarı kategorisine girmez benim saçlarım." dedi hemen. Tabi tabi dercesine başımı sallayarak odanın çıkışına ilerledim.

Kar, onlarla beraber maç izliyorken hızlı adımlarla odadan çıkıp hemen yandaki mutfağa girdim. Hızla tezgahtaki kalan kırık tabak parçalarını toplayıp çöpe attım. Ardından tezgahı güzelce sildim. Dakikalar sonra Gümüş mutfağa girince ona döndüm. "Yardım lazım mı?" diye sordu ifadesiz bir sesle.

"Yok da ne koysam diye bakınacaktım." diye mırıldandım. Gümüş birkaç adım atıp hole bıraktıkları bir poşeti alıp tezgaha bıraktı. "Bayar kazanırlarsa Arat'ın ağzına tıkmak için baklava almıştı. Aslında ne için aldığımız değişir. O bu sebepten aldı. Ben ise elimiz boş gitmeyelim diye." deyince güldüm. "O zaman baklavayla beraber çay ikram edelim."

Gümüş başını sallayıp elektrikli çaydanlığı doldurup çalıştırdı. "Ben yapardım." diye mırıldanmamı pek umursamayıp tezgaha yaslanarak bana döndü. "Ee? Nasıl gidiyor?" diye sordu ciddiyetle. Omuz silktim. "Öyle aslında. Aynı." Başını sallayarak derin bir nefes aldı. "Benimde öyle."

"Bayar sana forma giydirmeyi nasıl başarmış?" diye mırıldandım gülerek. Gümüş hafifçe güldü. "Bayar'ı tanıyorum. Aslında o giydirmek istemedi. Giysem, çocuk gibi aşırı mutlu olacağını bildiğim için giydim." dedi. Aldığım cevaba sadece hafifçe güldüm.

Ortamda Bayar'ın gaza gelip bağırışlarının buraya ulaşması dışında bir ses yoktu. Mutfakta sessiz sessiz çayı bekliyor, arada ise birbirimize bakışlar atıyorduk. Bu sıkıcı sessizlikten sonra Gümüş derin bir nefes alarak konuşmaya başladı. "Şimdi aklında bilmiyorum ama bir düşünce olabilir..." diye söze girdi. Kaşlarım çatılırken konuyu anlayabilmek için sakince bekledim. "Seninle geçmişten bir anımız var. Bu açığa çıktı fakat hala aynıyız gibi bir düşünce." Yani açıkçası evet onu tanımasam böyle bir düşünceye belki girerdim.

Gümüş bakışlarını yere indirerek konuşmasına devam etti. "Ben çok yakın olmam. Olamam. Bayar'la bile. Temas zaten sevmem. Samimi konuşmaları da yapamam. Kendimi, sevgimi pek anlatamam. Bu yüzden hep herkesin gözünde bir ilişkide ki en az seven insan gibi görünürüm." Gözlerim kısılırken başımı anlıyorum dercesine salladım. "Ama seni içten bir şekilde yakın hissediyorum. Yani bugünde bir şey olsa seni korurum. O günler de korurdum. Düşünme ki, o gün benim için hiç ifade etmedi diye. Seni ilk acilde, Doğuş'un yanında gördüğüm, konuşmaya daldığın o günden beri az çok hissetmeye başladım."

Yüzümde bir tebessüm oluştu. "Tabi o zaman sadece birisine benzetme hissi. Sonra Bayar'la aranda bir şey olduğunu düşünerek kıskanmaya başladım. Çünkü çok samimiydiniz ve Bayar samimi olduğu insanlara bile öyle bakmaz, öyle davranmazdı. Çok kötü hissettirmişti. Ben onu sözlerimle kırmıştım. Sense toparlamıştın. Üstüne birde sanki sen ona aşıkmışsın gibi gelip bana hesap sormuştun. Aranızda bir bağ vardı ve bu dışarıdan belli olabiliyordu. O sürede de şüphelenmeye başladım. Falan filan..."

Bir şey demeden dinlemeye devam ettim. "Kısaca seni seviyorum. Bunu bil yani." Yüzümde bir sırıtış oluşurken ciddileşti. Parmağımla onu işaret ettim. "Bak ben o gün asansörde boşuna şüphelenmemişim. Birde üzerime gelmiştin. Şimdi de itiraf. Gideyim de Doğuş'a rakip çıktığından bahsedeyim." Gümüş ilk kez yaptığım espriye gülerek elini bana doğru durdurmak ister gibi uzattı. "Sakın. Doğuş'la karşı karşıya gelmek istemem. Eminim, gerçekten ciddiye alıp beni düşmanı yapacaktır."

Gülerek koluna vurdum. "Yok ya, o kadar da kıskanç değil." Bence o kadar da kıskanç bir insan değildi Doğuş Çayım.

Gümüş vurduğum koluna bir bakış atınca hemen elimi çektim. "Pardon pardon. Unuttum." Gümüş ifadesizce omuz silkti. "Sen en azından pardon diyorsun. Bayar umursamıyor bile! İstediği her an gelip bana sarılıyor, dokunuyor falan. Birde ani hareketlerden asla hoşlanmam ve bu onun en çok yaptığı şey. Hiç beklemediğin zaman, bir anda boynuma sarılıyor, bir anda gelip öpüyor, bir anda kolumu tutuyor, bazen elimi...Hiç umurunda değil yani bir durum. Öpse, sarılsa yeter. Gerçi yıllar önce nişanlıyken buna alışmıştım fakat yıllarca yok olunca insan unutuyor. Şimdi tekrar alışmaya çalışıyorum yine nişanlanana kadar alışırım herhalde."

Cümlesine gülmeye başladığımda bakışlarını önüne çekti. Gülüşüm dinerken sakince konuştum. "Bayar'la konuştunuz mu? Şu kısırlık olayını?" diye sordum sakince. Gümüş tam suyu dökecek gibi oldu fakat dökmedi. Sakince ifade bırakmadığı esmer yüzünü izledim. "Konuşacak bir şey yok. Halimize üzüldük. Ağladık. Fakat bu sefer beraber ağladık."

Kaşlarım kalktı. "Hiç mi çözüm yok?" diye sorduğumda hızlıca başını salladı. "Hiç yok. Bu da bizim kaderimiz. Yalan yok, anne olsam fena olmazdı ya da Bayar'ın çocuğunun annesi. Fakat Bayar baba olmayacakken nasıl onun çocuğunun annesi olayım ki? Ya da ben anne olamayacaksam o nasıl çocuğumun babası olsun?" diye sessizce söylendi.

"Peki ya kimsesiz bir çocuğun annesi babası olmak? Bayar'ın ya da senin değil. Olabilirsiniz çünkü ben onların böyle birilerini beklediklerini biliyorum. Bende isterdim sizler gibi anne babam olsun." Gümüş anında bana döndü. "Ben bilmez miyim Manolya? Beni dövmeyen, Bayar gibi mükemmel bir babam olsun diye beklemek ne demek bilmez miydim?"

Ben susunca o tekrar konuştu. "Hatırlatırım, biz aynı yetimhanenin çocuğuyuz." Başımı salladım sadece. "O zaman bunu en çok senin de bilmen gerek..." demem üzerine kollarını bağladı. "Belki de." diye mırıldanmıştı sadece. Hazır şu konular açılmışken söyleme ihtiyacı hissederek konuştum. "Bu arada babam tekrar hayatımda."

Cümlemle beraber anında başını çevirip bana baktı. "Nasıl yani?" diye sordu anlamsızca. "İntihar edeceğim gün babamı gördüm. Çatıda da gördüm bana acıyarak bakmıştı." dedim kısık bir sesle. Kaşları anında çatıldı. Tekrar konuştum. "Sonra da konuştuk. Benden hala nefret ediyor. Bir ailesi var. Bir kızı, bir karısı. Kızı hasta. Kalp bulunması lazım. Benim kalbimi ona vermemi zaten öleceğimi söyledi. Son olan bu."

Şaşkınlıkla dudakları aralandı. "Ne? Şaka mı?" Başımı olumsuzca iki yana sallamamla kaşları daha da çatıldı. "O şerefsiz gerçekten kalbini mi istedi, yüzsüzce?" diye sorduğunda yine başımı salladım. Hala şoktaymış gibi nüne döndü. "Bizim hastanede mi kızı?" Ciddiyetle cevap verdim. "Evet."

Gümüş insan ürkütecek kadar sertleşen ifadesiyle başını ağır ağır salladı. "Nasıl hissettin?" diye sordu bana dönüp. Dudağımı büküp omuz silktim. "Üzüldüm. Sadece bunu söyleyebilirim." Gümüş, yumruk yaptığı elini tezgaha vurdu. "Üzülürsün tabi. Yıllardır görmemişsin birde."

Derince yutkundum. "Onu hayatımdan silmiştim zaten. Bir yeri yoktu hayatımda. Sadece bunu sana söylemek istedim." Gümüş, bakışlarını tekrar bana çevirdi. "Ben nasıl bir duygu olduğunu az çok tahmin edebiliyorum. O günden sonra babamı görmedim ama görseydim ne hissederdim biliyorum." diye mırıldandı.

"İster istemez acıtıyor. Her ne kadar onu sevmesem de acıtıyor maalesef ki." dedim kısık bir sesle. Bakışlarıyla uzun uzun beni inceledi. "İzin verme. Canın, senin canın. Acımasına da, yanmasına da izin verme, vermemeye çalış." dedi destekleyici bir sesle.

Bir tepki vermeden dolaptan tatlı için tabak çıkardım. "Karşısında yıkılma. Dik dur. Artık sende bir şey ifade etmediğini anlasın." Kişi sayısına göre yeterli tabağı tezgaha bıraktım. "Güçlü olmalısın. O an güçlü olmasan bile karşısında güçlüymüş gibi davran."

Dolabı kapatıp kutusunu poşetinden çıkardım. Bayar'ın bağırışları buraya kadar ulaşıyordu. "Neyse sen beni anladın. Çok da üzerine konuşup aklını bunla doldurmak istemem." dedi.

Bir şey demeden bir çatalla tatlıları iki dilip olarak tabaklara koymaya başladım. "Çay tepsisi hazırlayayım bende. Tepsiler ve bardaklar nerede?" diye sordu bana dönerek. Alt dolabı ve üst dolabı işaret ettim. Gösterdiğim yerleri açıp önce tepsi ardından bardakları çıkarıp tepsiye dizdi.

Tatlı tabaklarını ikili ikili alarak salona ilerledim. Gümüş çayları doldururken bende tabakları götürüp masaya bıraktım. O an ki görüntü aşırı komikti. Bayar gaza gelmiş, ayaklanmış gol bekliyor, Arat'ta onun heyecanıyla heyecanlanıp ayaklanmış, Fatih onların haline gülerken, Doğuş ise bağırışlardan dolayı başını onlardan uzak bir yöne çevirmiş, yüzünü buruşturmuş, işaret parmaklarıyla da kulağını tıkamıştı.

Gümüş'te çayları getirip masaya bırakacağı an Bayar'ın gelen golle beraber bağırışı ile irkildi. "Gol! Yemin ediyorum gol! Gol geldi!" Çaylar çok az tepsiye taşmış fakat buna pek önem vermemiştik. Gümüş kaşlarını çatarak Bayar'a döndü. "Bağırmasana Bayar!" Bayar yüzünde kocaman gülümsemeyle ona dönüp anında beline sarılarak döndürdü. Bu hareketle Gümüş'ün mutfakta bahsettiği olayı anlayabilmiştim.

Bayar, Gümüş'ü bırakınca Gümüş ona sitemli bir bakış atarak koltuğa oturdu. Bayar heyecanla geri yerine oturup Arat'a döndü. "N'oldu lan kedicik!" Arat omuz silkerek bakışlarını televizyona çekti. Hala kulakları kapalı olan Doğuş'a döndüm. "Kulaklarını aç istersen." Doğuş beni fark ederek parmaklarını kulaklarından çekti.

"Çaylarınızı alın! Tatlı da getirdim!" dedim tek tek herkese bakarak. İlk uzanan Fatih olmuştu. Hem tatlısını hem çayını önüne alarak keyfine bakmaya başladı. Ardından Gümüş, ben ve Doğuş almıştık.

Herkes maçla ilgilenirken kayarak iyice Doğuş'a yanaştım. Bir kolu hemen arkamda, koltuğun tepesinde duruyordu. Başımı kaldırıp suratına baktığımda beni izlediğini gördüm. "Senin için bu işkenceye katlanıyorum." diye fısıldadı suratıma doğru. "Takımıma işkence deme." dedim hemen. "İşkence olan takım değil zaten. Bu ortam." diye düzeltti. Bakışlarımı önüme çekip Doğuş'a yaslandım.

🌺

"GOL BE! ALLAHIM GOL!" Bayar'ın bağırışı yine odayı dolduruyordu. Maç süresinde nereden bulduklarını bilmediğim, muhtemelen yine saçma iddiaları yüzündendi. Kolonyaları hep birbirilerine sıkmışlardı ve her yeri de batırmışlardı resmen. "Son dakikalar helal be! Bitirdik be!" Hemen Arat'a döndü. Arat ağzı aralıklı bir şekilde televizyona bakıyordu. "3-2 mi?" diye mırıldandı çaresizce. Bayar bir anda yaklaşıp Gümüş'ü yanağından öptükten sonra hızla yanımıza gelip önce beni, ardından Doğuş'u da istemese de zorla alnından öpmüştü.

"Tebrikler." dedi Fatih gülümseyerek. Bayar heyecanla başını salladıktan sonra Arat'a döndü. "N'oldu lan! Kaybettiniz! Çıkar bakim o formayı!" Doğuş daha fazla dayanamayarak kumandayı alıp televizyonu kapattı. "Hadi geç oldu artık, uykumuz geldi. Sizde sonra tartışırsınız veya dışarıda tartışın!" dedi Doğuş ayaklanarak.

Fatih'te Doğuş'a katıldı. "Bence de. Manolya'da yorulmuştur. Evini işgal ettiniz kızın." dedi ayağa kalkarken. Ama Bayar bizi umursamadan Arat'a zorla formayı giydirmeye çalışıyordu. Arat en son zorlamayıp formayı giyince Bayar hala dalga geçmeye devam ediyordu. Anlaşılan kaybetmek Arat'ı fazlasıyla üzmüştü ki yüzü asıktı.

"Hadi gidelim Bayar!" dedi Gümüş, Bayar'ı kolundan çekerken. Bayar, Gümüş'ün çekmesiyle geri adımlar atarken bakışları hala Arat'taydı. "Yarın bu formayla geleceksin hastaneye!" dedi sırıtarak. Arat omuzlarını indirip kaldırdı. "Sıkıntı yok. Takımlar benim için bir şey ifade etmez zaten." dedi Bayar'ı kudurtmak ister gibi. Fakat Bayar bu cümlesini umursamadı bile.

Fatih, Arat'ı kolundan çekerek kapıya sürükleyince Arat'a onunla beraber kapıya ilerledi. Hepsi tek tek ilerlerken bizde peşlerinden ilerledik. Onlar çıkarken el salladım. "İyi geceler." Arat ve Fatih karşılık olarak bana el salladılar. "Görüşürüz Manolik. Anlaşılan Doğuş dayanamıyor. En iyisi baş başa kalın." dedi Doğuş'a imalı bir bakış atarak. Bir yandan ayakkabılarını giyiyor bir yandan ona bakış atıyordu.

Doğuş onun cümlesini duymamış gibi bakmaya devam etti. Bayar ayakkabısını giyince dikleşerek bize dönüp elini kaldırdı. "Haydi hastanede görüşürüz gençler." diyerek kolunu duvara yaslayarak onu bekleyen Gümüş'ün elini tutarak asansöre ilerledi.

Onların gidişiyle Fatih'te gidecekti ki Arat hemen, "Fato dur!" dedi aceleyle. Fatih durup omzu üstünden ona baktı. "Ney lan? Gelsene!" diye söylendi. "Oğlum dur beraber çıkalım ya. Ayakkabım zor giyiliyor, korkarım ben gece gece tek başıma."

Fatih sessizce söylenerek ellerini beline yerleştirdi. "Hadi tamam bekliyorum." Arat tam kalkacakken tam önümüzü bulan arkasına hafifçe tekme atmamla düşecek gibi oldu. Fatih, bu hamlemle elini ağzına örterek kısıkça gülerken Arat omzu üstünden bana ciddi bakışlar attı. "Zorba bir insansın biliyorsun değil mi?"

Sırıtarak omuz silktim. "Arat koyayım da tur at! Hadi yürü! Deh deh!" Arat yerden kalkıp dikleşti. Bana kınar gibi yan göz bakışı attıktan sonra Fatih'le beraber asansöre ilerlediler. Onlar giderken kapıyı kapatmadan önce son duyduğumuz ses Arat'ın, "Bir asansör fantezisi yapar mıyız aşkım?" deyişiydi.

Doğuş kapıyı kapatınca yerimden kıpırdamadan ona döndüm. "Hadi sende git." bakışlarımla aşağı katı işaret ettim. Doğuş ciddi misin? dercesine bir bakış attı. "Beraber uyuyalım ha?" diye sordu nazikçe. Bakışlarımla tekrar aşağıyı işaret ettim. "Erik seni bekliyordur şimdi."

Doğuş bana yaklaşınca yine yerimden kıpırdamadım. "Ya senin kokunla uyumak istiyorsam?" Tekrar omuz silktim. "O kadar kolay değil. Hadi çayım, hadi sana iyi uykular." Doğuş zorlamadan kapıya ilerledi. Onun için kapıyı açarken bakışlarımla üzerindeki formayı işaret ettim. "Çıkarmayı unutma." Doğuş sadece başını sallayınca kaşlarım kalktı. "Küstün mü sen bakim?"

Doğuş çocuk gibi omuzlarını indirip kaldırdı. "Ben küsmem. Küsmedim de." dedi sakince. "Trip mi atıyorsun peki?" diye sorunca yine aynı hareketi yaptı. "Onu da yapmam." Hafifçe güldüm. "İyi o zaman benim yerime Erik'i öpersin." Başını salladı yine.

Merdivenlere ilerlerken bana döndü. "Kapatsana kapıyı çiçeğim. İniyorum ben." Buna cevap olarak "Diğer sevgilim gelecek." derdim de bu şakalardan hoşlanmadığı aklım gelince vazgeçmiştim.

El sallayıp kapıyı kapattım. Kar'ın sesini duymamla arkamı döndüm. Kar tam arkamda durmuş bana bakıyordu. Hemen eğilip köpeğimi kucağıma aldım. Kar bakışlarını benden ayırmazken uzanıp kafasına öpücük bıraktım. "Gel bakalım bugün seninle uyuyalım."

Odama girmeden önce salona bakış attım. Yerlerde, halıda, salonun kapısının önünde bile kolonya olsa da bunları silmeye üşendiğim için sadece baktım. Mutfağa kadar kolonya nasıl ulaşabildi acaba?

Kar'la beraber odama ilerlerken bir yandan açık olan ışıkları kapattım. Odama vardığımızda Kar'ı yatağa bıraktım. Oturup sakince beni izlemeye devam etti. Üzerimdeki formayı çıkarıp dolabıma bıraktım. Ardından hızla ilerleyip zıplayarak yatağa atladığımda Kar olduğu yerde hafifçe sıçradı.

Komodindeki bilgisayarımı alarak yatağa bıraktım. Kar merakla yanıma gelirken hemen bilgisayarı açıp çalıştırdım. Hızla izlediğimiz çizgi filmlerden birini açarak büyüttüm. Tam bu anda zil çalınca çatılan kaşlarımla beraber yataktan kalktım. "Bekle Kar."

Hızlı adımlarla holün ışığını açıp kapıya ilerledim. İlk delikten baktığım zaman gördüğüm yüzle beraber yüzümde bir sırıtış oluştu. Hızla geri çekilip hızlıca kapıyı açtığım an o masum gülümsemesini gördüm. Kucağında Erik ve üzerinde normal bir beyaz tişört. "Merhaba çiçek hanımefendi." Sen yine geldin mi?

"Şimdi ne oldu?" diye sordum yüzümdeki sırıtışla. "Ben üstümü değiştirdim. Erik'imi kontrol ettim. Sonra dedim ki çiçeğim uykusunda da atak geçirir falan. Yani kısaca başarılı ve işi çok önemli olan bir doktor olarak yatağında benimde bulunmam gerektiğini düşünüyorum."

Kaşlarım kalkarken yüzümdeki sırıtış büyüdü. "Bak sen...her hastanıza böyle misiniz?" Ciddiyetle başını iki yana salladı. "Ben Manolya Dinçer'in doktoruyum. Ona her zaman farklı." Sırıtışımla beraber başımla içeriyi işaret ettim. "Geliniz bakalım doktor bey. Madem öyle diyecek bir şey yok."

Zafer ile yüzünde hafif bir sırıtış oluşurken ayakkabılarını çıkarıp içeriye girdi. "Bizde çizgi film izliyorduk." diye mırıldandım. "Kimle?" diye sordu bana dönerek. "Ağan ağamla." Anlamsız bir ciddiyetle bana bakarken düzelttim. "Kar'la tabi ki."

Dönüp ilerlemeye başlayınca odama girmeden buranın da ışığını kapattım. Peşimden o da odama girince kapıyı arkasından kapattı. Kar bilgisayarın önünde durmuş durdurmayı unuttuğum çizgi filmi izlemeye çoktan başlamıştı bile.

Erik'i de yatağa bırakınca Erik hemen Kar'ın yanına ilerledi. Normalde asla bakışlarını çizgi filmden çekmeyen, hipnoz olmuş gibi izleyen Kar ilk kez bakışlarını çekip Erik'e bakmıştı. Ve aralarında geçen uzun bir bakışma olmuştu.

Onları kendi hallerine bırakarak Doğuş'a döndüm. Odanın ortasında durmuş birbirimize bakıyorduk. Bakışlarımı Doğuş'un zeytin gözlerinden çekip üzerine indirdim. Beyaz tişörtüne kısa bir bakış attıktan sonra üzerini işaret ettim. "Sen evde de çoğunlukla üzeri çıplak geziyorsun. Yani kimse yokken. Muhtemelen öyle uyuyorsundur şimdi. İstersen çıkar."

Doğuş başını hafifçe eğdi. "Çıkarayım mı?" diye sordu kaşlarını kaldırarak başımı salladım. "Çıkar." Anında tişörtü eteklerinden tutup çıkardı. Nefesimi kesecek o görüntüsü yine karşıma geldi. Zamanında çikolata reklamında oynamadığına gerçekten eminsin değil mi?

Doğuş üzerini çıkardıktan sonra eliyle ensesini kaşıyıp beni işaret etti. "Sende çıkar isters- Yok yani çıkarma! İstersen çıkar da, yani seni bilirsin..." Bu beni güldüren hallerine uslanmadan yine güldüm. "Çıkarayım mı? Kalbin dayanır mı?" Sadece başını iki yana sallaması bile beni tekrar güldürmüştü. "Tamam, hadi yatağa İsveçli!"

Sonunda be! Sonunda o beklenen adamı, tam isteğime uyan çıtırı odama atıyorum! Hatta yatağıma!

Bedenimi sırt üstü yatağa atıp bakışlarımı yanımda çizgi film izleyen Kar ve Erik'e çevirdim. Erik arada bir durup Kar'a bakış atıyordu. İki birbirlerini aksi renkleri olan tüylü köpekler yan yana durmuş çizgi film izliyordu.

Üzerime düşen gölgeyle başımı önüme çektiğim an Doğuş'u üzerimde gördüm. Çok yakınımda hemen üzerimde duruyordu. "Yer kalmayınca böyle geçmem gerekiyor." diye fısıldadı. Çikolata kokusu buram buram gelirken tebessüm ettim. "Geç o zaman." diye fısıldamamla geçip yanıma uzandı.

Bende hemen dikleşip yanına geçtim. Sırtlarımız başlığı bulurken uzanıp bilgisayarı ve Kar'ı aldım. Doğuş Erik'i alırken onları kucağımdan bırakmadan çarşafı alıp bacaklarımıza örttüm. Bilgisayarı Doğuş'la aramıza bırakıp Kar'ı kendi kucağıma aldım. Doğuş'ta Erik'i kendi kucağına alınca köpeklerimiz çoktan izlemeye başladılar.

Başım Doğuş'un omzuna yaslanırken yüzümde bir tebessüm oluştu. "Sen çizgi film izler misin?" diye sordum kısık bir sesle. "İzlemem." diye mırıldandı. Başımı hafifçe kaldırıp yüzüne baktım. "Çocukken de mi hiç izlemedin?" Bakışlarını bana çevirdi. "Yok. Küçükken, yaşıma uygun olanı açıp izlerdim ama eğitici çizgi filmleri." dedi sakince.

"Anladım. Bizde hep Kar'la izleriz. Çok keyifle. Ben Winx'te izlemeyi çok severim. Tabi sen beni tanıdığını sanırken hangi Winx perisi olduğumu bilmezsin." diye söylendim amaçsızca. "Stella." Cümlesiyle şokla gözlerim irileşti. "Ne? Nereden biliyorsun?" Doğuş sadece baktı. "Tahmin ettim." dedi pek inandırıcı olmayan boş bir sesle.

Bakışlarım boş boş çizgi filmdeyken, "Sen neden bana hiç çikolata almadın? Bu zamana kadar hiç almadın." diye sessizce tamamen öylesine konuştum. "Sevmezsin ki." diye mırıldanması yine şaşırttı fakat bu sefer tepki göstermedim. "Önüme koyulursa yerim ama özellikle alıp yemem." Başını beni onaylamak ister gibi salladı. "Ama kokusu çok güzel. Mesela senin parfümün çok güzel kokuyor." diye mırıldandım tekrar. Bakışlarımız buluştuğunda yine sadece yeşim gözlerime baktı. Öyle anlamlı bakıyordu ki anlatılmazdı. Yutkundu. "Teşekkür ederim." dedi nazik ve kısık bir sesle.

Koluna yaslandım ve kollarımı sıkıca ona sardım. Doğuş kafamın üstüne bir öpücük bıraktı. Eli saçlarıma ulaştı ve usul usul okşadı. "Seni seviyorum." Bir anda söylediği cümleyle beraber gülümseyerek ona döndüm. "Bende seni seviyorum."

Birbirimize, köpeklerimize sarıldık ve huzurla çizgi filmimizi izledik.

🌺

Yatakta tam dikleşerek bakışlarımı etrafta gezdirdim. Yatak dışında her yerde olabilecek Doğuş'u aradım. Saniyeler sonra hızlıca odama girdi. "Günaydın çiçeğim." dedi ve aynaya döndü. Üzerindeki açık renk takımı düzeltti. Ardından saatini bileğine taktı. Uykulu gözlerimle onu izlerken ıslık çalıp konuştum. "Jilet! Hayırdır çıtır nereye böyle?"

Ciddiyetle saatini takarken bana cevap verdi. "İşe." dedi. Algılarım şu an kapalıyken sadece onun mükemmelliğini izliyordum. Aynaya yaklaşıp saçlarını kısaca düzeltti.

Yavaşça yataktan kalkıp yanına ilerledim. Yanına geçtiğim an aynada saçları dağılmış olan benim de görüntüm çıktı. Kedini inceledikten sonra bana döndü. Aceleyle saçlarımı düzeltmeye çalıştı. "Saçlarım çok mu karışmış?" Bunu umursamadan ciddi ifadesiyle cevap verdi. "Harikasın."

Saçlarımı düzeltmeye devam ettim. "Kahvaltı hazır. Yiyelim çıkarım sonra. Olur mu?" Başımı salladım. "Olur da bende gelirim bugün, saçlarımı düzleştirip, hazırlanayım." Ellerimi yavaşça saçlarımdan çektim. Kaşları kalktı. "Ne için? Sorun mu var?" Başımı iki yana salladım. "Yok ya, öylesine. Esma'yı özledim biraz."

Aldığı cevapla oda başını salladı. "O zaman hazırlanayım ben." diye mırıldandım. Eli belime sarılırken yavaşça beni kendisine çekti. Ellerimi boynuna sararken dudaklarıma bakarak fısıldadı. "İlla hazırlanıp nefesimi keseceksin değil mi? Gerçi her halin nefesimi kesiyor ama."

Yüzümde bir sırıtış oluşurken saçımı geriye attım. "Senin yanına yakışacağım. Sen böyle jilet gibi gideceksin bende karışık saçlarımla mı? Olmaz öyle." Doğuş bana daha da yaklaştı. "Bütün planlarımı iptal eder, işimden izin alır, yerim seni." diye fısıldadı oldukça ciddi bir sesle.

"Aa! Doğuş doktor hep çalışmalı! Hadi sen çık ben hazırlanayım." dedim sahte bir sitemle. Doğuş başını hafifçe eğip boynuma güçlü bir öpücük bıraktı. "O doktor bir gün kendini tutmayacak ve göreceksin." dedi göz kırparak. Ardından gerileyip elini pantolonunun cebine sıkıştırarak odadan çıktı.

Yüzümdeki oluşan tebessümle beraber dolabıma döndüm. Dolabımı açıp içinden ince askılı Doğuş'un takımının renginden çiçekleri olan, dizin üstümü bulan beyaz elbisemi çıkardım. Ardından uygun bir çantamı da çıkarıp yatağa attım. Fişini taktığımım ütüye, ütü masası kullanmadan kısaca kıyafetimi ütüledim. Tamamen düz olunca ütüyü köşeye bırakıp uzaklaştım.

Üzerimdekilerden kurtulduktan sonra elbiseyi üzerime geçirdim. Fermuarı arkadan kapatmaya çalıştım ki biraz kapansa da yukarı kadar çekemediğim için fermuarı kapatmayı sonraya bırakarak makyaj sandalyeme oturdum.

Hemen saçlarıma her zaman ki gibi dalgalandırıp şeklini verdikten sonra serbest bıraktım. Kısa sayılan kumral saçlarım omuzlarıma dökülürken kapatıcımı aldım. Kapatıcımı göz altlarıma uyguladıktan sonra far kullanmadan küçük bir eyeliner çektim. Allığımı ve glossumu sürdükten sonra manoyla kokulu parfümle son dokunuşu yaparak tamamlanmıştım.

Makyaj masasından kalkıp son hazırlığımı da yaptıktan sonra yaklaşık bir yirmi dakika içinde hazırlanmış olmuştum. Bütün havamla kıvıra kıvıra odadan çıktığımda ilk Kar'ı görmüştüm. Muhtemelen Doğuş üstünü değiştirmek için aşağı indiğinde onu da götürmüştü.

Adımlarımı salonuma attığımda bir eli kulağına tuttuğu telefonda, diğer eli ise cebinde duran Doğuş'u gördüm. Kalçasını kahvaltı hazırladığımı masaya yaslamış biriyle konuşuyordu. Sakince kapının önünde durup onu izledim. "Nasıl? Tamam, onunda gözünden geçsin de belki bir faydası olur diye. Yapacağın tek şey göndermekti, gönder dedim ya sana..." diye söyleniyordu.

"Eylül, olabilir ben sadece daha erken vermen gerektiğinden bahsediyorum, neden kızayım ki sana? Sadece ben bir an önce hızlı ilerlesin istediğim için diyorum. Ayrıca sende Onur'a dediysen bana Onur'un numarasını atar mısın?" Saniyeler sonra kaşları çatıldı. "Eylül, neden ağlıyorsun? Hayır hiçbir şeyi berbat etmedin. Ağlama lütfen, rica ediyorum. Seni suçlamıyorum. Hayır, kızmıyorum sana." Anlaşılan Eylül, Doğuş'u kanser etme yolundaydı.

Doğuş derin bir nefes aldıktan sonra ciddiyetle cevap verdi. "Hadi kapatıyorum, ağlama sakın olur mu?" Saniyeler sonra kapatıp telefondan başka bir numarayı tuşlayıp telefonu kulağına yerleştirdi. "Onur?" Karşı taraftan ses gelince ciddi ifadesiyle konuştu. "O nasıl cevap? Nasıl konuşuyorsun hocanla? Tamam numaram tanınmamış bir numara olabilir ama kim olursa olsun öyle kaba bir şekilde konuşulmaz. Düzgün bir üslupla konuşmalısın." Amaçsızca gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım fakat Doktor bey fena halde ciddiydi.

"Tamam. Oldu şimdi. Bir daha da öyle açma." dedi ciddi sesiyle. Elini cebinden çıkarıp alnını ovuşturdu. "Eylül'ün ileri çok doluyken senden rica ettiği görevi yapmamışsın sanırım? En kısa zamanda halledilmesi lazımdı. Bir hastalık üzerine ben bazı adımlarla ilerliyorum ve ihtimaller farklı adımlarda vardı orada." Eğer onun görev verdiği insanlardan biri olsaydım muhtemelen bende ürkerdim.

Bir eliyle takımını düzeltti. "Ufuk mu? Ondan önce ben rica ettim farkındaysan? Ne yani beni ciddiye alıp sıraya göre ilerlemeniz için sert mi davranmam gerekiyor? Bağırmam falan mı lazım? Çok beklersin ama bir anda artan nöbetlerinin bitmesini." Bir anda tripe girmişti şimdi de.

"Konuşmayacaksan kapatıyorum? İlkelerim var direkt yüzüne kapatırsam saygısızlık olacak." Gelen cevaptan sonra telefonu kapatıp cebine atacaktı ki bu sefer başkası arayınca nefes vererek telefonunu açıp tekrar kulağına yerleştirdi. "Efendim Fatih?" Ve karşı tarafı dinlemeye başladı.

Salonda dikkatimi çeken dağınıklığa el koymak için o Fatih'le konuşurken ben hızlı adımlarla zıplaya zıplaya koltukların oraya ilerledim. Sırtım ona dönmüşken bana baktığını hissetmemek mümkün değildi. dağılan eşyalarımı toplamaya başladım. Dergilerimi köşeye çekmeceme atıp, yastıkları düzelttim. "Fatih, gelince konuşuruz onu."

Bana göre yeterli kadar düzelince zıplaya zıplaya gerileyip tam koltuğun arkasında durdum. Arkamda bir anda hissettiğim şeyle başımı arkaya çevirdiğimde gözlerim Doğuş'u buldu. Tam olarak ona dönecektim ki beni geri çevirip arkamı döndürdü.

Kaşlarım çatılırken parmaklarını fermuarımda hissettim. "Aynen..." dedi telefondaki Fatih'e ama sesi tamamen bana odaklı gibi çıkmıştı. Fermuarı yukarı çekerken başını salladığını hissettim. "Kesinlikle." Sesi geçiştirir gibi çıkıyordu daha çok. Fermuar tam yukarı ulaştığında dönüp omzum üstünden ona baktım. Zeytin yeşiline bulanmış bakışları dimdik bende duruyordu. "Çok güzel Fatih." dedi bakışları dikkatle yeni gloss sürmüş olduğum dudaklarıma inerken.

Fatih'in telefondan gelen kısık sesi ikimizin de arasına giriyordu. "Ne çok- güzel? Oğlum sen ne yaşıyorsun orada? Kenan başhekimden bahsediyoruz iyi misin?"

Doğuş anında söylediğinin farkına vararak gözlerini yumdu. Yüzümde bir sırıtış oluşurken gülmemeye çalıştım. Doğuş tekrar gözlerini açtı. "Yani...şey güzel...sen güzelsin Fatih." Elimi ağzıma bastırarak kısık sesli kahkahalar atarken Fatih'in sesi daha da şiddeti arttırdı. "Eyvallah, sende çok güzelsin."

"Kapatayım mı?" diye sordu Doğuş ne diyeceğini bilemez gibi. Fatih, "E sen kapat o zaman." dedi. Doğuş bir tepki vermeden kapatıp telefonu cebine atınca elimi ağzımdan çekerek kahkahalarıma devam ettim. "Az önce gözümün önünde Fatih'le flörtleştiniz!"

Doğuş bir tepki vermeden bakışını sürdürdü. Yönümü ona çevirip zaten düzgün olan takımını düzelttim. "Nasıl olmuşum?" Doğuş'un yüzünde bir gülme ifadesi oluştu. Kaşlarım çatılırken ona kıyarak göğsüne bir tane yapıştırdım. "Ne gülüyorsun? Komik mi?"

Bana dönüp başını bana eğdi. "Sorman komik. Ben senin için ölüyorum. Ben senin her haline aşığım. Bu yüzden, bunu bilip sorduğun için komik." dedi bakışlarını yeşim gözlerimden çekmeden.

Aldığım beklenmedik iltifatla yüzümde hem utançlı, hem de cilveli bir ifade oluştu. "Ya...demek öyle." Tebessüm ederek başını salladıktan sonra geçip koltuğa oturdu. Anında da beni çekip dizine oturttu. "Gel sarıl bari doktoruna. Kokunu içime çekeyim."

Kollarımı sıkıca ona sarmamla başını eğip saçlarımı öptü. "Sen çok alıştın ha bana." dedim, kolları sıkıca bedenimi sararken. "Onu boş ver de nasılsın onu söyle. Ağrı sızı?" diye fısıldadı. Başımı iki yana salladım. "Şu an yok." Daha sıkı sarıldı. "Şu an en güzel anımız o zaman." Biraz daha sıksa ölebilirdim. "Hayır, ölmeyeceksin." Aklımı mı okudu?

Hey yavrum hey! Nerede o buzlu Doğuş çay, nerede bu aşk çayı...

Kar'ın mamasını koymamış olmama aklıma gelince hemen Doğuş'un kollarından sıyrılarak kalktım. "Nereye?" Hızlı adımlarla odadan çıkıyorken cevap verdim. "Geliyorum!" Köşede kendini yere yatırarak uzanan Kar'ı görünce gülümsedim.

Hemen yanına eğildiğim an karnı dikkatimi çekti. Kaşlarım çatıldı. Onun karnı fazla mı şişmişti? Ve ben bunu yeni mi fark ediyordum?

Onu yavaşça kaldırdığımda karnının gerçekten şişik olduğunu gördüm. Ve bir süredir iştahı garipti. Bazen çok yiyor, bazen koyduğum halde yemiyordu. Hamile miydi? Kimden!

Ellerimde tuttuğum Kar'la beraber bir hışım ayağa kalktım. "Ahlaksız! Nasıl yaparsın bunu! O kara köpekten yaptın dimi! Ya ne ara yaptınız gözümde hep üzerinizdeydi! Ah Erik! Can yakan Erik!" Doğuş'un bağırışımla hemen buraya yaklaşan adımlarını işittim. "Ne oldu?"

Ağlar gibi bir ifadeyle Doğuş'a döndüm. "Karnına bak! Senin oğlun hamile bırakmış kızımı! Hani asosyaldi bu? Hamile bırakan asosyal mi olur!" Doğuş şokla Kar'ın karnına baktı. "Ne..." diye mırıldanabilmişti sadece. Gel gör oğlunun rezilliklerini.

"Hastaneden çıkınca veterinere götürelim." dedi Doğuş hemen. Ağlar gibi bir ifadeyle Kar'a döndüm. "Ahlaksız seni! Biz daha yapmadık size ne oluyor be?!" Doğuş sıkıntılı bir nefesini duydum. "Tamam, veterinere götürürüz ben hastaneden çıkınca. Seni alırım gideriz olur mu? Yavrularına da elbet bakarlar. Beraber bir şekilde." Ofladım. "Ya nasıl hamile kalırsın ya?"

Doğuş köpeğime bakarken konuştu. "Erik'ten değil mi tam olarak?" Cümlesiyle kaşlarımı çatarak dönüp başımı salladım. "Tabi ki öyle! Seninkinden başkasını mı görüyoruz sanki?" Doğuş sırıtarak başını kaldırdı. "Haklısın." Uzanıp bacağına vurdum. "Komik değil." Ciddileşerek başını salladı. "Bence de."

Dönüp Kar'ın tüylerini okşamaya başladım. "Anne oluyorsun ha? Ben seni aldığımda yavruydun yavru! Şimdi yavrun olacak! Ne de duygusal..." Doğuş omzuma yavaşça dokundu. "Kahvaltımızı yapalım istersen? Sonra çıkar hemen Kar'ımızı da alır gideriz." Başımı sallayarak yavaşça yerden kalkıp dikleştim.

🌺

Kahvaltımızı yapmış yola çıkmıştık. Hatta hastaneye gelmiştik bile. Doğuş arabasını hastanenin park yerine genelde park ettiği yere edince ikimizde arabadan inmiştik. Doğuş arabayı kilitleyip elimi sıkıca tuttu. Beraber hastanenin kapısına ilerledik.

İçeri el ele girdiğimiz an bakışların bazılar bize döndü. Malum kürsü olayından sonra herkesin dikkatini çeken bir çifttik. Fakat Doğuş bunu umursamıyordu bile.

Doğuş'u durdurmamla hemen bana döndü. "Ben buralarda Esma'yı arayım o zaman?" Başını salladı ve uzanıp yanağıma yumuşak dudaklarıyla öpücük bıraktı. Yüzünde tebessüm oluşurken dönüp asansör varken merdivenlere ilerledi.

Onun arkasından bakarken bir anda vücuduma çarpan vücutla irkildim. "Nasılsın?" Başımı çevirdiğim an kolunu omzuma atan Esma'yı gördüm. "Çingene Esma'm? Hemşireyken en azından üniformalı oluyorsun bence normal hayatında da böyle gez." deyince Esma dudaklarını büktü. "Öyle deme ya!"

Bende kolumu onun omzuna attım. "Anlat bakayım dedikodu var mı?" deyince Esma güldü. "Olmaz mı? Gel oturalım şurada." dedi ve beni danışmanın arkasındaki sandalyelere çekti. Hemen diğer tarafta Sultan oturuyorken Esma bana döndü. Sultan bizi fark edince gözlerini irileştirerek sandalyesini hafifçe buraya çevirdi. "Oo sohbet varsa bende varım! Zaten Manolya'ya soracaklarım var." dedi heyecanla.

Saniyeler sonra Eylül bir anda arkamdan çıktı. "Ya! Manolya Hanım!" Beni görünce çocuksu bir sevinçle gülümsemişti. "Eylül! Otursana kız!" dediğimde onun için çektiğim sandalyeye oturdu. "Biraz oturayım sonra kalkarım, Doğuş hoca bekler."

"Ay boş ver beklesin o boş ver! Hiçte bir şey olmaz! Kibar feyzo o, kibariye hiçbir şey yapmaz korkma!" dedim umursamaz bir sesle.

Ben Esma'ya dönmüşken bir anda bütün kızlar bana döndü. Zaten üç kişiydik. Sultan heyecanla sordu. "Ya Doğuş hocayla sevgili olmak nasıl bir şey? Yani böyle samimi davranıyor mu? Ne bileyim aşık aşık davranıyor mu?" Esma ve Eylül'de bu soruyla sanki hiç görmemişler gibi heyecan içinde bana döndüler. "Olgun falan ya. Burada robot gibi biraz." diye ekledi.

Yüzümde biri sırıtış olacaktı ki anında soldurup gariban bir ifade takındım. "Yok be. Korkumdan ayrılamam bile. Deneyim biraz diyorum ama bilmiyorum. Film izleyelim diyorum arkasını dönüp kitap okuyor. Evine geleyim mi diyorum, evlerimizde kalalım en iyisi diyor. Mendebur gibi bir suratla bakıyor birde. Duygusuz gibi resmen! İşkence! Alıkoyulmak! Acımasızlık! Buzdolabı!"

Kızlar bir anda garip bir şekilde gözlerini büyüttüler. Esma öksürerek bir şeyler işaret etmeye çalıştı. Eylül şoka girerek arkama baktığı için hiçbir şey anlatamıyordu. Devam ettimi. "Birde böyle bazen yatağa falan bağlı- yok yok o olmaz. Bu yanlış anlaşılır şimdi...Neyse, öyle işte. Eziyet gibi kısaca." Sandalyemin bir anda titreyerek kavranmasıyla bu anı bir yerlerden hatırlamaya başladım.

Çaktırmadan göz ucuyla açık renk takımı gördüğüm an kızlara dönerek aceleyle konuştum. "Yani tabi ki böyle değil! Mükemmel bir şey. Beraber film izliyoruz, yemek yiyoruz, nefes alıyoruz, bakışıyoruz falan filan..." Kızların yutkunmasıyla yüzümde çaresiz bir ifade oluştu.

Anında boynumla omzum arasına uzanan kafasıyla karşılaştım. Afallayarak ona dönünce ben konuşamadan o fısıldadı. "Ben seni odamda ki sedyeye bağlayacağım çiçeğim sen merak etme." Bu cümleyi sadece ben duymuştum.

"Aa yok yok ben seni övüyorum!" dedim hemen. Doğuş sadece başını iki yana salladı. "Hiç mi değişmezsin be çiçeğim?" Bunu memnuniyetsiz bir şekilde söylememişti. Hiçbir şey hissetmemiş gibi boş çıkmıştı sesi.

"Sen...sen niye gelmiştin peki çay çiçeğim?" diye sorduğumda hızla dikleşip ellerini sandalyemden çekti. "Eylül'e bakmaya. Ayarlama yapacaktık." Eylül aceleyle oturduğu yerden kalkıp hocasının yanında gidince Doğuş başıyla işaret yapıp ilerlemeye başladı.

Sultan ve Esma gülüşmeye başlamışlardı bile. "Of! Hep senin yüzünden, hiçbir gönlün sultanı olmayan Sultan!" Sultan daha da güldü. "Neyini merak ediyorsun işte! Dünyanın en mükemmel insanına dönüşüyor alt üstü!"

Esma gülerek konuyu değiştirdi. "Toplantıda Doğuş hocadan şikayetçi olan herkesin etik dışı iç çamaşırları ortaya çıktı! Artı on sekiz fotolar falan!" Gözlerim irileşti. "Oha! Nasıl ya?" Gözlerim kısılırken, "Kim..." diyordum ki Esma hemen koluma vurarak fısıldadı. "Tabi ki Doğuş hoca! Bence ona laf söylenip kendileri de yaptıkları için ortaya çıkardı. Üstelik bunları yayanda Ufuk hocaydı!"

Gözlerim tekrar irileşti. "Ne? E o zaman Ufuk yapmıştır!" dedim. Esma hemen başını iki yana salladı. "Ufuk hoca kimsenin ifşasıyla uğraşmaz. O bir tek Doğuş hocaya takık, oda yıllardır." Sultan'da tıpkı benim gibi bir ifadeyle konuştu. "Oha ya! Doğuş hocayla Ufuk hoca mı? Şaka mı?"

"Peki neden yaymış ki? Yani sonuçta Doğuş'u sevmiyor?" diye sordum. Esma omuz silkerek sırtını sandalyesine yasladı. "O kadarını bilmem fakat Ufuk hoca bu işleri sever belki ondandır." Başımı iki yana salladım. "Kenan başhekim kızıyor, dilekçe yazmaktan bahsediyor neden öyle bir şey yapsın ki Doğuş için?"

Sultan kaşlarını kaldırarak güldü. "Belki aşıktır? Hani var ya, en büyük aşklar nefretle başlar, falan?" İkimizde ona yan gözle Ciddi misin? bakışı atınca ciddileşerek öksürdü. "Bence de." kısık sesle mırıldanarak bize katıldı.

Kaşlarım çatılırken başımı hafifçe eğdim. Benim hiçbir şeyden haberim yoktu. Doğuş ne ara bunu yaptırmıştı? Üstelik gerçekten Ufuk'a mı yaymasını söylemişti? Bunları Doğuş'la öğrenmek en doğrusu olduğu için sustum.

Esma bir anda ayaklandı. "Ay, Gümüş Hanım bana iş vermişti onu unuttum!" Bende kalktım. "E hadi gidelim o zaman. Bende eşlik edeyim sana." deyince itiraz etmeden başını salladı. "Hadi gel." Sultan'a aceleyle el sallayıp merdivene koştu, bende peşinden koştum.

Merdivenlerden hızlı hızlı çıkıyor ve acele ediyordu. "Ya! Sizin bu merdiven olayınız ne? Asansör var mis gibi! Fakir ruhlular!" diye söylendim nefes nefese, basamakları çıkarken. "Hadi hadi!" diyordu Esma sadece. "Esma arkadan çakacağım şimdi merdivene yapışacaksın, işte o zaman göreceksin Hadi hadi'yi! Zaten çita gibi koşuyorsun öldüm burada!"

Esma basamakları çıkmaya devam ederken ofladım. "Kaç kat bu Çin seddine mi çıkıyoruz?" Esma koşarken, "Söylenmeyi bırak ve peşlemeye gelmeye devam et." Kaşlarım çatılırken tekrar konuştum. "Peşlemek ne be? Moda katili olduğun yetmedi şimdi de TDK katili olmaya mı karar verdin, hemşire?"

"Of! Peşimden gel demek işte!" diye söylendi. "O ne kız? Sen mi uydurdun? Ne saçma şey! Peşlemekmiş. Güzel olsaydı bari, bende kullanırdım!" Esma sıkıntılı bir nefes verdi. "Ya öyle dilime takılıyor işte!" dedi umursamazca.

"Esma sen bizi nereye çıkarıyorsun, bismillah? Ben intihar edeyim diye çıkarken bu kadar katı çıkmamışımdır." Esma tekrar derin bir nefes verdi. "Esma, havaya pis oksijenini ikide bir atıp durma, senin geçtiğin yerlerden hemen sonra ben geçiyorum."

Esma sonunda kata çıkınca şükür namazı kılmaya karar vermiştim. "Hadi yürü!" dedi Esma bir odaya doğru ilerlerken. "Esma, ıssız ıssız yerlere niye getiriyorsun bizi..." diye sessizce mırıldanmamı umursamadı. Bir odanın kapısının koluna elini koyarak bana döndü. "Esma'lar çok sinsi olur, korkutma beni." dedim onunla daha fazla uğraşmak için. Esma tek kaşını kaldırdı. "Kim demiş onu? Nedenmiş?" diye sordu alayla. Omuzlarımı indirip kaldırdım. "Ben demişim onu. İnsan sarrafıyım ben hemen anlarım." Esma başını tabi tabi dercesine salladı.

Esma eliyle kapıyı işaret etti. "Ben şimdi giriyorum. Sen bekle işi halledip geleceğim." Soğukkanlı bir ifadeyle başımı sallayarak Esma'ya yaklaştım. "Sıkıntı çıkarsa kapıyı tıklat anında müdahale ederim." Esma tavrıma hafifçe gülerek, "Allah'ım ya!" diye söylenerek odaya girip kapıyı arkasından kapattı.

Kapının yanındaki duvara sırtımı yaslayarak Esma'yı beklemeye başladım. Hiç çekinmeden koridordan geçen insanları süzmeye başlamıştım bile. Onları süzdüğümü fark eden insanlar yan gözle bana anlamsızca bakış atıyorlardı. Su sebilinin biraz uzakta olduğunu görünce sırtımı duvardan ayırıp su sebiliyle bakıştım. Esma beni az peşletmemişti.

Bakışlarımı sebilden çekmeden bir anda iki adım attığım an bir bedenle çarpışarak geri sendelemiştim hatta dengemi kaybedecektim ki aynı beden beni belimden tutana kadar. Yeşim gözlerim irileşirken şokla başımı kaldırıp çarpıştığım bedene baktım. Tanımadığım ama siması tanıdık gelen bir doktordu. Doktor olduğunu tabi ki kollarını saran beyaz önlükten anlamıştım. Yapılı ve uzun boylu esmer, Kara gözlü, kara kaşlı, gözleri gibi kara kaşlı bir adamdı. Yalan yok yakışıklı ve idealin üstünde görünüyordu.

Hemen gerilediğimde eli belimden çekildi.      "Dikkatli olmalısın." Dedi kara bakışlarını üzerimde gezdirirken. Ne tepki vereceğimi bilemediğim için dümdüz baktım. "Tamam." Tamam mı dedim?

Adam kaşlarını çatarak hafifçe güldü. "Yani seni tuttum, bir teşekkür yok mu?" Yüzümde alaylı bir gülümseme oluştu. "Senden tutmanı istemediğim için yok." Cümlemle beraber kaşları havalandı. "Bak sen, iyilik yaramıyor desene." Umursamazsa bakışlarımı yaka kartına indirdim. "Maviş Mirza Gök mü?" Fuzuli Burak Saydam'dan sonra ikinci olarak gelir bu da.

Adam bana düz bakışlarla baktı. "Ta kendisi." Kaşlarım daha da havalandı. "Senin neren maviş be? Kara çocuğun tekisin hangi düşman koymuş bu ismi? Kusura bakma ama benim adım öyle olsaydı ben utanırdım." Adamın kaşları havalandı. "Ne kadar açık sözlüsün. Birde senin adını öğrenelim?" Dedi alaylı bir tınıyla.

"Çiçek gibi ismin var be! Manolya Dinçer! Daha iyisi gelemezdi!" Kaşları düzleşirler dudağının kenarı kıvrıldı. "Manolya Dinçer..." adımı tekrar etmek anlamsızlık oluştursa da bunu umursamadan saçımı savurdum. "Memnun oldum." Kısık cümlesine karşılık bir cevap vermedim.

Kapı açıldığı zaman ikimizde kapıya döndük. Esma bakmadan hemen yanıma geldi. "Hadi gidelim hallettim." Bakışları Mirza'yı bulunca kaşları çatıldı. "Hocam? Sizde mi buradaydınız?" Mirza sadece başını salladı. "Ama gidiyorum. İyi günler Esma." Dedi ve göz kırparak yoluna devam etti.

Arkasından çatık kaşlarımla bakarken Esma araya girdi. "Mirza hoca ya! Çok karizmatik değil mi?" Esma'ya göz ucuyla baktım. "Tabi ki değil. Senin zevkini umursamıyorum zaten. O zevkine çeki düzen vermelisin." Esma alayla güldü. "Zevkime laf etmeyi keser misin?" Omuz silkerek merdivenlere asansöre ilerledim. "Bu sefer kesinlikle asansörle ineceğiz yoksa seni o merdiven boşluğundan aşağıya atarım, Esma."

Asansörün tuşuna bastığım zaman beklemeye başladık. Deminki adamın ki adamın kim olduğunu sorgulamıyordum sorgulamam saçma olurdu zaten, hastanenin herhangi bir doktoruydu o da.

Maviş Mirza Gök.

Kuş mu bu adam? Ülkede kuşları mavi olan insanların yarısı zaten bu ismi koymuyor muydu? Hayır bir kere bu bir insan, hadi onu geçtim mavi olan bir tarafı da yok yani. İnsan istemsizce düşünüyor...yoksa ben mi isimleri çok takıyordum? İsimler önemliydi. Çok önemli.

Kesin yaşlı biri koymuştur ismini ve sırf onu kırmamak için koymuşlardı. Pembiş diye bir adım olsaydı net dava açar değiştirirdim.

Asansöre bindiğimizde Esma ikinci kata bastı. Sırtım asansör duvarını bulurken asansörün inmesini bekledim. Saniyeler sonra inen asansörden çıkıp koridorda ilerlemeye başladık. Esma ellerini üst üniformasının cebine sıkıştırmış etrafı inceliyordu. Koridorun sonundaki odandan çıkan Eylül bizi görünce hızlı adımlarla yanımıza yetişti. Eylül yine her zamanki hanım hanımcık tarzından elbiseli bir şeyler giyinmişti. Ayakkabı ise aşırı şeker duran pembe babetler giymişti. Turuncu uzun saçları dümdüz uzanıyordu. Yüzünde çok az ama tatlılık katan bir makyaj vardı. Onu ilk geldiğinde detaylı incelememiştim sanırım. "Selamlar!" Esma'yla aynı anda başımızı sallamıştık.

"Arat'a mı uğrasak?" Cümlemle Esma omuz silkti. "Fark etmez. Hastası yok şu an sanırsam onun." Başımla Eylül'e de işaret verdim. "Sende gel, turunçgiller iki." Eylül itiraz etmedi fakat hevesle onaylamadı da. Hep beraber zaten Doğuş'la beraber bu katta olan Arat'ın odasına ilerledik.

Yetiştiğinizde kapıyı tıkladık ki ses gelmedi. Esma bana dönüp, "Çıktı mı acaba?" Diye mırıldandığı an içeriden ses geldi. Eylül hemen yanımızdan, "Ses geldi! Girelim!" Deyince Esma'yla aynı anda kapının kolunu tutup açılışı beraber yaptık.

Odanın içine iki adım attığımızda çatık kaşla Arat'ı aradık. Önden Eylül peşinden Esma ikisi birisinin gölgesi olan muayene paravanım ilerleyince ben bu olanları bir yerden hatırladığım için şu an olacak o sahneyi de anlayabildim. Ve gözlerimi şimdiden sıkı sıkı kapatarak yanlarına ilerledim. Öldürmeliksin Arat!

Gelen Eylül'ün çığlığıyla ve Esma'nın şaşkın sesiyle gözlerimi açtım. "Hocam bu haliniz ne?!" Esma'nın şok anında ki fazla yüksek sesli bağırışları. Arat muayene sedyesinde üzerini kapatmaya çalışan, yabancı olduğu belli olan, sarışın kadınla beraber yarı çıplaktı.

Kadın biz şoku atlatana kadar üzerine yeteri kıyafetini giymiş dönüp Arat'ın dudaklarına bir öpücük bıraktıktan sonra geçmek için hala şaşkın olan Eylül'e çarparak hızlı adımlarla çıkıp gitti. Arat saçma bir gülümsemeyle ensesini kaşırken bana göz kırptı. "N'aber Manolik?" Ona sadece yüzümü buruşturarak Sen adam olmazsın bakışı attım.

"Hemşire?" Dedi sırıtarak Esma'ya. Esma'nın da aynı bakışı atmak istediğine fakat hocası olduğu için sadece bakışlarını çevirdiğine eminim.

Ardından bakışları ona tiksintiyle bakan Eylül'ü buldu. "Doğuş'un çocuk asistanı? Senin ne işin var burada? Yoksa o çığlığı atan sen miydin?" Eylül eliyle gözlerini kapatınca Arat anında kaşlarını çatarak ona yaklaştı. "Ağlıyor musun sen? Ne oldu?" Eylül ellerini yüzünden çekmeden, "Üstünüz çıplak hocam!" Dedi hatırlatmak ister gibi.

Arat'ın kaşları eğlenir gibi kalktı. "E kas görürsün işte aç gözünü. Yoktur şimdi senin kaslı erkek arkadaşların." Eylül ellerini yüzünden çekerken Arat'a ayıplar gibi bir bakış attı. "Kaslı olmasa da olur, azgın olmasın yeter."

Esma'yla aynı anda ağzımız aralandı. "Oo! Arat'ın dünkü maçı bitmemiş yine gol yedi!" Esma muzip bir ifadeyle, "Efsane bir gol!" Diye ekledi hakem tarzıyla. "Fena bir vuruştu!" Diye bende ekledim. Anlaşılan dün maça fazla maruz kaldım.

Arat bizi umursamadan çatılan kaşlarıyla Eylül'e yaklaştı. "Sen bana azgın mı dedin?" Çekinse de başını kaldırıp dimdik Arat'a baktı. "Hayır hocam, neden üzerinize alındınız ki, ben kriterimi söyledim."

Arat daha da yaklaştı. "Gözüme batıyorsun asistan. Çocuk dedik uçtun bir anda." Eylül hemen başını geri indirdi. Çekine çekine, "Gördüğünüz üzere ben bir çocuk değilim. Sadece sizin gibi insanların yaşamından uzak olan bir kadınım." Dedi. Biz sessiz sessiz onları izliyorduk onlar da hiç bizi umursamadan konuşmaya devam ediyordu.

Arat iyice eğildi Eylül'ün yüzüne. "Şaka maka niye böylesin? Çok utangaçsın. Normal davranışın bile öyle. Ama tatlısın..." Arat elini uzatıp Eylül'ün yanaklarının üstündeki çillere dokunacaktı ki Eylül başını daha çok eğerek geri adım atınca durdu. "Tamam. Saçlarım gibi turuncu olan noktalara dokunmak yok."

Esma'yla birimize deli gibi bakışlar atarken gülmemeye de çalışıyorduk. Kolum Esma'nın koluna bağlıyken diğer elimle de koluma bağlı olan koluna vurdum gülmemesi için.

"Hocam gidebilir miyiz?" Diye sordu Eylül kısık sesle. Arat, Bayar'la iddia sonucu giyeceği formayı tekrar üzerine geçirerek çıplaklığını örttü. "Çık, Doğuş'un asistanı." Cevabı sandalyesine ilerlerken verdi. "Ve bir daha iş üzerindeyken gelip saçma sapan tepkiler vermeyin rica ediyorum. Özellikle Manolik!"

"Ya! Pis azgın sus!" Diye söylenerek Eylül'ü ve Esma'yı bileklerinden çekerek oradan çıkardım. "Şu gördüklerinizi silin! Ben öncekini zar zor silmiştim zaten." diye söylendim. Esma gözlerini irileştirerek derin bir nefes aldı. "Of Arat hoca ya!" Odadan çıktık ya artık daha rahat hocasına sövebiliyordu.

"Ben yeni geldiğim için hastaneyi hala pek bilmiyorum. Arat hoca hep böyle mi?" diye sordu Eylül, Esma'ya dönerek. Esma dudaklarını düşünceli bir biçimde bükerek Eylül'e döndü. "Yani çapkın olduğu doğrudur. Bir çok hemşireye kur yaptığını görmüş insanım. Ama tam olarak sürekli o odadaki gibi olduğuna dair ise bazı rivayetler vardır."

Esma gözlerini kıstıktan sonra tekrar devam etti. "Bu zamana kadar sayılmayacak kadar flörtü olmuştur, konuştuğu olmuştur fakat sadece üç sevgilisi vardır. İkisi lisede biri ise doktorluk kariyeri içerisindeyken olmuştur. Hiçbirinde de uzun ilişkiyi başaramamış maksimum bir ay sonra bitmiş." Gülerek Esma'ya döndüm. "Sen bu kadarını nereden biliyorsun?" Esma ciddileşerek üzerini düzeltti. "Yaşam hastanesinde olduğum süre boyunca edindiğim bilgiler, hemşirelerin hepsiyle yakın olunca böyle oluyor. Ayrıca bu hastanedeki her doktor hakkındaki bilgi bana sorulur."

Eylül kaşlarını kaldırarak sordu. "Peki Doğuş hoca? Yani Manolya hanımdan önce." Esma yüzünü buruşturarak Eylül'e döndü. "Doğuş hoca tam bir asosyaldir bana kalırsa! Hayatı boyunca sevgili yapmamış, sevgilisi olduğuna dair hiçbir rivayet yok. Ayrıca övgüleri toplayan fakat ciddiyetiyle insanlığını sorgulatan bir insandı. O kadar taş gibi hastaları olmuştur ki hiçbirine yüz vermemiş bir insan. Sadece işini yapardı. Şu an onun bir insan olduğunu Manolya sayesinde öğrendik fakat o yokken öyle bir işkolik, ruhsuz bir adamdı ki!" Ben bunları zaten biliyordum.

"Peki Fatih hoca?" diye sordu bu sefer. Esma, Fatih'in ona sorulmasından hoşlanmasa da ifadesini bozmadan cevapladı. "Kendisi hiç bir kadınla görülmedi. Fakat dost canlısıdır. Hastanedeki doktorlarla, En çokta Doğuş hocayla yakınlık kurar. İlişkisi hakkında söylediğim dışında pek bir bilgim yok." dedi ifadesizce. Hemen araya girdim. "Artı olarak hastanede sürekli bir hemşireyle ilişki yaşadıkları söylenirdi! Ama şu aralar araları açık gibi. Baya bakışırlardı. Bakışlarından başkaları bile etkilenirdi o derece!" Esma bana sert bir bakış atarken Eylül merakla tekrar soru sordu. "Ya! Hangi hemşire?" Esma'yı denemek için ağzımı aralayıp, "E-" diyordum ki anında sözümü keserek konuştu. "Esra hemşire! Ama o tayinini alıp gitti!"

"Ya!" diye bir nida çıkardı Eylül. "Üzüldüm şimdi Fatih hocaya! Hala aşık mı?" Esma boğulmuş gibi hemen derin bir nefes alıp verdi. "Ay yok! Yeter kapatın şu konuyu!" Ve saniyeler sonra Fatih hemen yan tarafımızdan sanki hemen karşı tarafında Esma yokmuş gibi çapmadan hızlıca geçip gitti. Resmen görmezden gelmiş gibi bir şey olmuştu.

Esma, omzu üstünden onun gidişini tepki vermeden izledi. "Kara sevda gibi resmen sizinki..." diye mırıldanmamı pek umursamadan geri önüne döndü. "Volkan gelecekti. Ben gideyim de ona bakayım." diyerek başka bir cümle kurmadan yolunu çevirip merdivenlere ilerledi.

Eylül bana döndü. "Bende Doğuş hocanın yanına ilerleyeyim." deyince başımı salladım. "Bende geleyim." Kısa karşılıklı diyalogumuzun ardından dönüp koridorun sonuna ilerledik. Eylül'ün koluna girerek onunla aynı anda adım atmaya başladık.

Yetişmemizle durup Eylül'e döndüm. "Hasta var mı?" diye sorunca başını Yok dercesine iki yana salladı. Kapıya iki kere tıkladıktan sonra anında kapıyı açıp içeriye girdim. O kadar hızlıydı ki tıkladığımı bile anlamamış olabilirdi. Ve girdiğimiz an gördüğüm görüntü kaşlarımı kaldırmıştı. Doğuş koltuğunda rahatça oturmuş, hemen karşısında çok yakınında da Ufuk kalçasını masaya yaslamış sırtı dönük bir şekilde omzu üstünden bize bakıyordu. Ne oluyordu aşağılık yerde?!

Hızlı adımlarla yaklaştığım an Doğuş anında sandalyesini hafifçe geri çekti. Masasının tam yanında durduğum sırada Eylül'de hemen yanıma geldi. Ufuk hala yerinden kıpırdamazken boş boş bana bakıyordu. "Ne oluyor şu an burada? Ufuk niye senin karın gibi bir rahatlıkla dibine kadar sandalyenin önüne gelmiş?!" Kollarını bağlamış olan Ufuk şokla bana döndü.

Doğuş bana döndü. Bakışları bendeyken, "Ufuk çıkar mısın odamdan?" dedi ifadesiz bir sesle. Ufuk nefesini vererek kalçasını Doğuş'un masasından çekip uzaklaşmaya başladı. Uzaklaşırken de bir yandan omzu üstünden Doğuş'a bakarak, "Artık ona yöneliminden bahsetmelisin. Yoksa çok geçmeden beni kaybedeceksin." Tripli ve oyuncu bir şekilde kapıyı çarparak çıktı. Doğuş arkasından sadece ciddi bakışını attı.

Kaşlarımı çatarak aceleyle Doğuş'a döndüm. "Doğuş! Aldatıyor musun beni! Ne diyor o öyle!" Doğuş bana ciddi misin? dercesine bakış attı. "Saçmalıyor tabi ki." Adımlarımı hasta koltuğuna atıp önceden hep oturduğum deri koltuğa oturdum. Doğuş, Eylül'e döndü. "Aysun hanım hala gelmedi bir bakar mısın?" Eylül hemen başını sallayıp kapıya ilerlerken Doğuş arkasından teşekkür etti.

"Ne oluyor? Ufuk'la iş birliği yapıp sen mi o doktorları rezil ettin?" diye sordum hemen. Doğuş sırtını sandalyeye yaslayıp kendini sandalyede hafifçe sallamaya başladı. "Hayır. Arat vermiş Ufuk yaymış. Bende bu konuyu konuşuyordum çünkü herkes benim yaydırdığımı düşünüyor." dedi düz bir sesle. Kaşlarım havalandı. "Nasıl yani? Sen değil misin?" Sadece başını olumlu bir şekilde salladı.

Gözlerimi kısarak ona dikkatle bakış attım. "Pekte yakın görünüyordunuz girdiğimiz zaman." Doğuş masada duran elindeki kalemini ritimli bir şekilde çevirerek oynarken cevap verdi. "Yakın falan değiliz, olamayız. Sadece bu kadardı." dedi ciddi ifadesine daha fazla bürünerek.

Başımı salladım. "İyi o zaman. Ben evime gideceğim. Sende işin bitince gel de Kar'ı götürelim. Başını salladı. "Peki çiçeğim." Oturduğum yerden kalkıp kapıya ilerleyecektim ki seslenişiyle durdum. "Çiçeğim?" Boş bir ifadeyle cevap verdim. "Efendim?" Yüzünde bir sırıtış oluşurken sandalyesine yaslanarak rahatça otururken kısık sesle, "Dudak muayenesi." diye fısıldadı.

Kaşlarım kalkarken başımı iki yana salladım. "O artık işten gelince." diyerek anında hızlı adımlarla odadan çıkıp gülerek koridorda ilerlemeye başladım.

Gülüşüm dinerken yüzüme bir tebessüm oturdu. İçinden insanlar çıkan asansörü yakalamak için adımlarımı hızlandırdım. Son anda yetişim kimse olmadan içine girip zemin kata bastım.

🌺

Yüzümde amaçsız bir tebessüm varken apartmanın önüne ilerlemeye devam ettim. Şimdi evime gidecek güzel bir yemek yapacaktım akşam için. Ayrıca o evine çıkmışken, kendi evimden ona mükemmel şarkılarımla gönderme yapacaktım. Bu kesinlikle her şeyden eğlenceliydi!

Apartmanın önüne yetiştiğim an adımlarımı kesen çığlıkları bağırışları duyarak anında başımı kaldırdım. Önce apartmanın önüne doluşan komşularımı gördüm hepsi bir noktaya bakıyordu. Baktıkları noktaya başımı kaldırdığımda dumanlar içinde yanan dairemi görmemle elimdeki market poşetleri yere düştü. Evim, sığındığım yer yanıyordu.

Ağzım aralanırken Menekşe teyzenin sesini duydum. "Kızım biz itfaiye çağırdık üzülme, hallederiz bir şekil! Gelirler şimdi söner! Hep beraber temizleriz de! Korkma yani!" Şu an sesleri asla algılamıyordum. Başka komşularımdan da bu tarz cümleler geliyordu fakat benim bakışlarım da bütün algımda yanan evimdeydi.

Gözlerim dolarken anında dudaklarımdan, "Kızım içeride!" cümlesi çıktı. Apartmana koşacaktım ki komşularım beni tuttu. "Yapma dur kızım! Onlar gelir çıkarır!" Menekşe teyzenin sesi. "Evet Manolya dur!" Toprak'ın sesi. Kollarından kurtulamaya çalışırken bağırdım. "Köpeğim içeride! Onun da çıkması lazım oradan!"

Bir hışımla kollarından kurtulup göz yaşımı silerek koşarak apartmana ilerledim. Şu an hiçbir şey umurumda değildi. Eklem ağrıları bile bana engel olamamıştı. Kar için, merdivenleri üçlü dörtlü çıkmama engel olamamıştı. Tek ve hep dostum olan canlı için yanan evime ilerlememe engel olamamıştı.

Nasıl yetiştim bilmiyordum ama hızlı bir şekilde o altı katı çıkabilmiştim. Aceleyle, semptomumdan etkilenerek deli gibi titreyen ellerimle çantamdan anahtarımı çıkarıp titreye titreye deliğe sokup açmaya çalıştım. Açtığım an dumanlar yüzünden öksürsem bile bu bana engel olmadı, her yer yanarken kolumla burnumu kapatarak ilerledim.

Ağlarken bir yandan Kar'ı aradım. Önce mutfağa girdim üzerime düşen şeyden kurtulsam da inatla mutfağı taramaya devam ettim. Olmadığını görünce hemen çıkıp salona girdim. Her şeyim, her eşyam yanıyordu. Bu acı görüntüyü es geçerek bakışlarım Kar'ı aradı. Burada da yoktu!

Çıkacağım an, kapının yukarıdaki tahtasını kafama sert bir şekilde yemiştim. Adım atacağım an gözlerim kararırken elim başıma indi. Yutkunacağım sırada bedenim yerle buluştu. Gözlerim yumulurken hala tek aklımda olan şey Kar'dı.

Sıcaktı. Dumanlar vardı. Ateşler vardı. Kar yoktu. Cehennem gibi bir andı.

Bölüm sonu geldi o zaman!

Bölümü beğendiniz mi? Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Öncelikle son olaydan farklı olarak demek istiyorum ki Doğuş'un özel bölümünde Manolya ile Doğuş'un acilde karşılaştıkları ilk o an yok neden sandınız bakalım fslşfjalfajşfa

Kar olayı hakkında ne diyorsunuz bakalım?

Bana destek olmak için bölümü oylayıp yorumlar yapar mısınız?💖

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere🤍

Ig: dilek.wt

Kitap ıg: Sonmanolyakokusuofficial

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top