31.BÖLÜM : RUHUN ŞİFASI
🌺
Bakışlarım yine tavanda, yine o oku, yine o sesler ve yine yoğun bakım. Biraz uyumuş çok geçmeden uyanmıştım. Burada böylece beklemek çok sıkıcı oluyordu. Bakışlarımı yoğun bakımın çok uzakta olmayan, koridoru gören camına çevirdim. Her şey aynıydı ve sanki gün geçmiyordu.
Tam şu an isteye bileyebileceğim güzel şeylerden biri oldu ve kapı açılırken içeri Arat girdi. Bakışlarım hemen onu bulurken gülümsedim. "Manolik'im uyanmış yine!" dedi neşeyle. Yanımdaki sandalyeyi çekip oturur oturmaz yanağımdan makas aldı. "Doğuş yokken yanına geleyim dedim." dedi bana dönerken. "Hoş geldin..." diye fısıldadım zar zor.
"Şimdi sen sıkılırsın diye yanına geldim." dedi üzerini düzelterek. Üzerine siyah, bol bir gömlek giyip üstten iki üç tane açık bırakmış, gömleğinin içinden gümüş, zincir kolyesi görünürde duruyordu, altı ise beyaz kot hafif bol pantolondu. Onu incelerken hafifçe güldüm. "Sen nasıl bir doktorsun be. Kombine bak. Çok arattın mı bu kombini, Arat?"
Cümleme gülerken bir kere daha üzerini düzeltti. "Lütfen harika kombinime laf etme. Doktor önlüğümle pek uyumlu olmasalar da çekici oluyorum." dedi muzip bir sesle. Kaşlarımı yavaşça indirip kaldırdım. "Tek has çekici, Doğuş Çekici." Arat bir kere daha güldü. "Sen yine modundasın anlaşılan."
Arat bir ayağını diğer bacağının dizine koyarak sallamaya başladı. "O gün neydi öyle ya? Doğuş kürsüye çıktı ödülünü aldı, Manolya'ya aşığım dedi!" dedi heyecanla. Kaşlarım çatılırken o gün bir kere daha aklıma geldi. Kısa düşüncelerimin ardından hemen, "Ceza verecekler mi?" diye sordum. Başını iki yana sallayıp yumruğunu kaldırdı. "Kanımızın son damlasına kadar savaşıp yendik. Hayır ceza almayacak." İçim rahatlarken rahat bir nefesi verdim. Gerçekten engellerimiz kalkmıştı.
"Sonunda oldunuz. Aranızda zaten bir çekim vardı." dedi bana bakarken. Gülümsedim. "Gerçekten olduk. Bütün engelleri yıkıp..." diye mırıldandım. Güldü. "Sen ve o. Asla düşünmezdim herhalde. O kadar farklısınız ki. Ama aşka sizle inandım sanırım." diyerek bana döndüğünde bende ona döndüm. "Bizim robot, duygusuz, hayatı işi deyip geçtiğimiz adam senin gibi bir insana aşık olduysa aşk gerçekten vardır." dedi ciddiyetle.
Bir şey demeden ona bakmaya devam ettim. Tam bu sırada yoğun bakımın kapısı açıldı. İçeri giren Doğuş'un asistanı Eylül'dü. Bakışlarımız ondayken o Arat'a kısa bir bakış attıktan sonra bana döndü. "Gelebilir miyim Manolya Hanım?" diye sordu narin ince sesiyle.
Gülümsemeyerek başımı salladığımda yanıma, yatağın ucuna kadar yaklaştı. Yine hanım hanımcık tarzında giyinmişti. "Doğuş hoca arada kontrol et demişti ama ben sizin nasıl olduğunuzu da merak ettiğim için gelmek istedim." dedi gülümseyerek. "Sende hoş geldin." dedim sakince.
"Nasılsınız?" diye sorunca başımı salladım. "İyiyim. Öyle çıkacağım zamanı bekliyorum." dediğimde daha da gülümsedi. Sürekli gülümseyen bir kızdı ve bu bence çok hoştu. "Bak Eylül'e girdiğimiz için artık sana Eylül diyeceğim." dedim sırıtarak. Kız gülümsedi. "Biliyorum. Bende bunu bekliyordum."
"Saf mısın kız sen? Manolya hep dalga geçer neyi bekliyorsun?" diye araya giren Arat'a döndüm. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı. Eylül başını hafifçe eğerek gülümserken Arat yerinden kalkarak anında kolunu Eylül'ün boynuna atarak bana döndü. "E bende giderim yavaştan. Hem hasta ziyareti kısa olur, hem de doktorsan hastaların olur, değil mi Eylül'cüğüm?" diye sormuştu Eylül'ün yüzüne eğilerek. Eylül utançla bakışlarını yere dikti. Bu hareket onun yanağını fena halde kızartmıştı. Sadece onları izledim.
Arat kaşlarını çatarak kızın yanaklarına baktı. "Utandım mı sen? Kızım alt üstü kolumu attım. Öpmedim ya." Cümlesiyle beraber kız gözlerini büyüttüğü gözlerini Arat'a çevirdi. Yanakları daha da kızarıyordu. "Bu ne ya? Hiç mi sevgilin olmadı senin bu yanaklar ne?" diye sordu gülerek.
Eylül bakışlarını bana kaçırdı. "Olmadı..." diye cümlesiyle Arat sırıttı. "Olur öyle olur." Kolunu çekerek dikleştiğinde aralarında büyük bir boy farklı oluşmuştu. Sanki Doğuş'la aramda çok az boy farkı varmış gibi boy farklarına gülerken onları izledim.
Arat başıyla kapıyı gösterdi. "Bir gün deneyimlemek istersen gel her şeyi yaşatırım...fantezilere de açığım. Doğuş'a söylemeyiz korkma, bebek." diyerek göz kırptıktan sonra yoğun bakımın kapılarına ilerledi. Kızarmaktan domatese dönen Eylül, yanaklarını kontrol etmek ister gibi ellerini bastırdı. "O ne demek ya! Çok...çok ayıp...." diye zar zor utançla konuşan kıza güldüm.
"Boş ver ya, her zaman ki Arat. Gül geç." dedim gülerek. "Yani abim bana hep erkeklerden uzak durmamı söyler. Bu hareketler biraz beni utandırdı." dedi ellerini yanaklarından çekerken. Sırıtışımla beraber konuştum. "O kıskançlıktandır ve ayrıca erkeklerden değil tam da bu Arat gibilerden uzak durmanı söylemiştir."
Eylül sadece başını salladı. Ardından başıyla kapıyı işaret etti. "Bende gideyim. Burada durmam da pek doğru değil." diyerek kapıya ilerlediğinde bir şey demeden gidişini izledim.
Eylül tam kapıdan çıkıyorken bu sefer içeriye iki doktor önlüklü, Bayar ve Gümüş girdi. Yüzlerinde kocaman sırıtışla tam karşımda durarak aynı anda bana baktılar. Bayar iki elini sallarken, "Oo! Kim Şampiyon?!" dedi hafif yüksek bir sesle. Gümüş ilk kez mutluluğun yansıdığını gördüğüm o sırıtışıyla parmaklarını uzatıp beni gösterdi. "Manolya!" Kaşlarım kalkarken şaşkınlıkla onları izledim. Bayar iki elini bir kere daha salladı. "Kim bir numara?!" Gümüş bir kere daha gülerek beni gösterdi. "Manolya Dinçer!" Bir anda ikisi yanıma doluşup aynı anda biri bir yanağımdan diğeri diğer yanağımdan kocaman uzunca öptüler.
Onlar geri çekilirken onlara şaşkın bir bakış attım. "Neydi şimdi bu? Tamam bunu her zaman hak ediyordum ama neydi şu an?" diye sordum merakla. Onlar cevap vermeden ben tekrar konuştum. "Yoksa sizi barıştırdım diye mi?" diye sordum heyecanla. Birbirlerine bakıp hafifçe güldükten sonra bana döndüler. "Arkadaşımıza moral diyelim...sonuçta bu hastalıkta duygular önemliymiş." dedi Gümüş tebessümle.
Onlara tek tek yan gözle bakış attım. "Demek öyle. İyi ölüm listesi falan da mı yapsam?" dememle ikisi de kaşlarını çattı. "Saçmalama canım kardeşim!" dedi Bayar sitemle. Hafif bir kahkaha attım. "Şakaydı zaten."
Gümüş ciddiyetine dönerek, "Nasılsın?" diye sordu. Omuzlarımı yavaşça indirip kaldırdım. "İyi gibi." diye mırıldandım. Bayar sevgiyle ama sert bir şekilde iki kere omzuma vurdu. "Aslan gibi kardeşim, aslan! Pardon kanarya gibi kanarya!" Gümüş, Bayar'a dönerek kaşlarını çattı. "Yavaş vursana Bayar! Artık sayende iyi değil."
Onlara gülerek parmağımdaki cihaz tam takılı olmasına rağmen düzelttim. "Manolya Dinçer'e kolay kolay bir şey olmaz merak etmeyin." dedim sessizce. Bayar gülerek bana inanmıyormuş gibi bir bakış attı. "Sesin bile çıkmıyor, hasta kanarya." Sadece omuz silktim.
"Sizin ilişki nasıl? Umarım iyi gidiyordur o kadar uğraştım." dedim bakışlarımı tek tek üzerlerinde gezdirirken. Güldüler ve ikisi aynı anda dudaklarını büktüler. "Bakalım nereye kadar ilerleyecekse." dedi Bayar. Gözlerimi devirdim. "Ayrılırsanız bu sefer superdoctor'um gelmeden atarım kendimi çatıdan." Cümleme ikisi de güldü.
"Gülmeyin öyle, zamanımda yapmışlığım vardır." dememle ikisi de başını salladı. Bakışlarım Gümüş'ün boynuna kaydığında altın olan, B harfini gördüm. Herkesin dilinde olan, evlilik arifesindeki hastanenin meşhur çifti tekrar barışmıştı. Ve ikisi de yeterince mutlu görünüyordu.
"Siz ne böyle sıra sıra geldiniz?" diye sordum merakla. Bayar ellerini beline yerleştirirken cevap verdi. "Doğuş dedi Manolya'nın yanına uğrayın onu eğlendirin bir şekil diye." Gümüş hemen bu cümlelere ekledi. "Ayrıca o demeseydi de zaten gelecektik arkadaşımızın yanına." Bayar hemen başını sallayarak onayladı. "Tabi ki."
Bayar ciddileşerek yavaşça saçımı okşadı. "Çok korktum sana bir şey olacak diye. Ulan harbi çok kötü hissettim ha! Sanki kan bağım olan birini kaybediyor gibi hissettim." dedi duygulu bir sesle. Gülümsedim. "Kan bağı değil bizi bağlayan, sevgi bağı." diye fısıldadım.
Bayar eğilip alnıma öpücük bıraktı. "Bir de Doğuş'la sevgili olmuşsun zaten! Neydi, O zaten abimin doktor arkadaşı, ayrıca benden yaşça büyük! Böyle mi demiştin bana zamanında?" diye sitem ettiğinde minik bir kahkaha attım. "Hiç gülme! Tripliyim sana!"
Gümüş'ün diğer taraftaki elimi kavradığını hissedince bu sefer ona döndüm. "Beni de çok korkuttun Manolya. Yani ben artık kendimi sana karşı daha yakın hissediyorum. Sonuçta bizim bir arkadaşlığımız var. Sen benim küçük kızımsın. Yıllar sonra doktor olduğum hastanenin ölümcül derecede tehlikeli olan hastalığına sahip olan hastası olarak karşıma çıkman çok acı gerçekten." dedi hüzünle.
Elimi tutan elini hafifçe sıktım. "Olsun. Öyle olsa hiç karşılamazdık." dedim sakince. Yüzünde buruk bir tebessüm oluştu. "Tekrar karşılaşmasaydık ve sende böyle hasta olmasaydın." dedi ciddiyetle. Bir şey demeden elimi çekerek önüme döndüm.
Bakışlarımı tek tek üzerlerinde gezdirmeye devam ettim. "Konudan alakasız, birbirinizi çocuk severken görüp üzülürseniz falan diyorum ki, ikinizin de çocuğu olmayacak aslında. Bence evlat edinin ileride." diye ortama bomba gibi bir konu attım.
İkisi afallarken önce şaşkınlıkla bana, ardından doğrulamak ister gibi birbirlerine baktılar. "Ne? O ne demek?" diye soran Gümüş'e cevabı ben verdim. "Bayar ailesi tarafından bu yüzden o kadar sevilmedi. Sende babanın şiddetleri yüzünden evlat sahibi olamıyorsun." Bayar'da, Gümüş'te birbirlerinin aileden sevgisiz olduklarını zaten biliyorlardı. Fakat bunu bilmiyorlardı.
Bayar ve Gümüş birbirlerine bir kere daha şaşkınlıkla baktılar. "Doğru mu?" dedi Gümüş onaylamak ister gibi. Bayar'ın attığı bakış zaten ona cevap olmuştu. İkisi de yutkunurken ağlayacak gibi bir ifadeye sahip olsalar da ağlamadılar. "Dışarıda konuşalım mı?" diye soran Bayar'a karşılık Gümüş başını sallayarak hızlı adımlarla kapıya ilerledi. Peşinden Bayar'da ilerledi ve yok oldular.
Onların gidişiyle aklım doktorlardan uzaklaştı ve benimle beraber baş başa kaldı. Ve direkt aklıma babamı getirdi. Sırf annemin en sevdiği çiçek diye çok sevdiğim ismimi getirdi. Sırf beni sevdiğini bildiğim için anahtarlığımın arasına koyduğum fotoğrafını getirdi. Yıllardır kendimi en azından annem beni seviyor diye avuttuğum günleri getirdi.
Yutkundum fakat ağlamadım. Gözümden tek bir göz yaşı düşmesine izin vermedim. Bu sefer de kendi kendime yetiyorum, benim sevgim bana yetiyor diye kendimi avutmaya çalıştım.
Alt üstü başından beri babam tarafından istenmediğimi değil de, başından beri hiç istenmediğimi öğrenmiştim. Biri beni intihar silahı, biri ise intikam silahı olarak görmüştü sadece. Onlar için bunlardan fazlası olmamıştım.
Kalp atışlarımın hızlandığını yanımdaki monitörden biliyordum ama pek umursamıyordum. Kabloların altında, yine o kablolara bağlı bir şekilde yatakta uzanıyordum. Daha yirmi iki yaşında bu çektiğime ne diyeceğimi bilmiyordum. Tek bildiğim ben bu yaşımdan daha yorulmuştum.
Her ne kadar dışarıya karşı kendi Manolya görünüşümü korusam da içimde yangınlar vardı. Bu yangınlar büyüye büyüye içimi kaplıyor, büyüdükçe dışarıdan görünen Manolya'yı da yakmaya çalışıyordu. Benim uğraşım da bunun üzerineydi. İçim ne kadar yanarsa yansın, dışarıdaki Manolya'nın yanmasına izin veremezdim.
İçimdeki fırtınayla beraber zar zor düşüncelerimden sıyrılabilmiştim. Aklımı dağıtmak için bakışlarımı etrafta gezdirmeye başladım. Burası gerçekten sıkıcı bir yerdi, eğer ki uyanıksanız. Bakışlarım cama döndüğünde bana bakan beyaz önlüklü Doğuş'la göz göze geldim. Yüzümde hemen bir gülümseme oluşurken onun karşısındaki üç kişiyi dinlediğini fark ettim. Üç kişi de beyaz önlüklüydü. Doğuş yan bir şekilde duruyorken arada göz ucuyla bana bakıyordu.
Hemen hafifçe dikleşmeye çalıştım. Tam bu esnada Esma gülümseyerek içeriye girdiğinde aceleyle onu yanıma çağırdım. Kaşları çatılırken elindeki serumla beraber bana yaklaştı. "Ne oldu?" diye sordu tedirgince. "Telefonunu ver ve işini gör." dememle kaşları kalktı. "Ne?" Bakışlarımla ön cebindeki telefonu işaret ettim. Telefonunu yavaşça çıkarıyorken yavaşlığına dayanamadan ben telefonu elinden çekip aldım. "Esma bu arada Aynı diye soy ad mı olur Esma? Esma Aynı sen yani?" diye mırıldanmama Esma, bu esprilere alışmış gibi bir şey demedi. "Sen ne biçim bir yoğun bakım hastasısın ya. Yat uyusana kızım."
Onu boş vererek telefonundan Sezen Aksu - Kaçın Kurası'nı açtım. Sesi Doğuş'a gidecek kadar yükselttim sadece. Esma serumu hallederken bana göz ucuyla bakış attı. "Ne yapıyorsun öyle?" Doğuş'un bakışları şarkıyla beraber bana kayarken nakaratı bekledim. Kendimi yatakta biraz dikleştirirken omuzlarımı yavaşça oynatmaya çalıştım. Doğuş'un kaşları çatıldı. Karşısındakileri muhtemelen artık dinleyemiyordu fakat dinliyor gibi yapıyordu.
Gönül gözüm kapalı
Bilerek sana yazılıyorum
A penceresi aralı
Her yerine bayılıyorum
Şarkının sözlerine karşılık dudaklarımı belli bir şekilde oynatarak ufak ufak el işaretlerimi şarkı sözlerine uydurarak dans etmemle Doğuş çatık kaşlarıyla hafifçe tebessüm etti.
Yavrum baban nereli
Nereden bu kaşın gözün temeli
Sana neler demeli
Ay seni çıtır çıtır yemeli
Elimle kalp yapıp ona gönderiyor gibi uzattım. Elimde, etrafımda, bedenimde kablolar yokmuş gibi ya da üzerimdeki hasta kıyafetini umursamadan neşemi göstererek hafif hafif dans etmeye devam ettim. Dudaklarım şarkı sözlerini ona ses olmadan aktarıyordu.
Anam babam aman
Kaçın kurası bu
Ne baş belası bu
Gönül kirası bu
Esma'nın beni gizlice izlediğini de umursamamıştım. Doğuş arada karşıdakilere bakıp sadece başını sallarken, bazen de bir iki kelimeyi onlara söyleyerek göz ucuyla beni izlemeye devam etmişti.
Aman bize nasip olur inşallah
Boyuna da posuna da bin maşallah
Senden gelecek cefalara
Nazlara sözlere sazlara eyvallah
Omuzlarımı sallaya sallaya parmağımla onu işaret ederek dudaklarımı belli bir şekilde şarkı sözlerine uygun oynatmaya devam ettim. Esma müziğin sesini kısarken ben Doğuş'a bakarak sözleri aktarmaya devam ettim. Doğuş başını bir kere daha salladıktan sonra bakışlarını yine çaktırmadan bana çevirerek göz kırptı.
Gönül gözüm kapalı
Bilerek sana yazılıyorum
A penceresi aralı
Her yerine bayılıyorum
Perdesi açık olan aramızdaki camdan bakışıyor oradan birbirimize sadece gülümsemekte aslında yananaymış gibi konuşuyorduk. Dudaklarımla ona öpücük gönderdikten sonra şarkı sözlerine uygun bir şekilde hareketler yaparak sözlere göre dudaklarımı oynatmaya devam ettim. Esma'nın, "Doğuş hocanın gerçekten bu hareketlerden hoşlandığına inanamıyorum..." diye şaşkınca mırıldandığını duydum.
Yavrum baban nereli
Nereden bu kaşın gözün temeli
Sana neler demeli
Ay seni çıtır çıtır yemeli
Bakışlarımla Doğuş'u belli bir şekilde süzmemle Doğuş, Hem şarkı sözlerine, hem de onu bu denli dikkatli süzmemek karşılık utançla başını en ötedeki adama çevirerek her zaman yaptığı gibi ensesini serçe parmağıyla kaşımaya başladı.
Göz ucuyla Esma'ya bakış attım. "Doğuş hocan bu hareketlerden değil, benden hoşlanıyor zaten, Esma Aynı." dedim sessizce. Esma dayanamayarak telefonu alıp müziği kapattı. Beni yastığıma doğru nazikçe iterken, "Yeter bu kadar şov." dedi gülerek.
Bakışlarım tekrar Doğuş'a kaydığında adamlarla beraber uzaklaştığını gördüm. "Doğuş gitti." dedim ifadesizce. Esma başını salladı. "Evet, bugün çok yoğun." diye mırıldandıktan sonra bana dönüp tam yanımda durdu. "Sen nasılsın?" diye sorduğunda derin bir of çektim. "Şu soruyu belki üçüncü cevaplayışım olacak. Ölüyorum geberiyorum ama mükemmelim. Oldu mu?"
Esma bana anlamsızca baktı. "Senin nasıl gidiyor Esma?" diyerek konuyu değiştirdim. Esma omuz silkti. "Öyle, normal gidiyor. Her zaman ki gibi." diye cevap verdi. "Doğuş hocayla da sevgiliymişsiniz. Çok şaşırtıcı oldu cidden. O andan beri hastane sürekli sizi konuşuyor. Gündem sizsiniz. Bazıları diyor komşusu olduğu için aşık, bazıları diyor uyumsuz bir çift, bazıları diyor arada büyük aşk var, bazıları ise sadece şaşırıyor."
Yüzümde oluşan sırıtışla, "Uyumsuz bir çiftiz, evet." diye mırıldandım. Esma'da güldü. "Ben sana ne diyecektim...belki Volkan sana söylemedi ama biz onunla flörtleşiyoruz." Gözlerim şokla kocaman bir hal alırken şaşkınlıkla, "Hangi Volkan? Volkan dağı mı? Yoksa Malatyalı Volkan mı?" diye sormamla Esma bir kere daha güldü. "Malatyalı şapşal Volkan diyelim. Senin sürecinde gel git yaparken konuşuyorduk, tatlı çocuktu. Denemeyi düşündük." demesiyle şaşkınlığım devam etti. "E Fatih?"
Esma minik bir kahkaha attı. Ya buruk bir kahkaha, ya acılı ya da alaylı bir kahkahaydı bu. "Sana daha kaç kere Fatih hocayla aramızda bir şey olmadığını söyleyeceğim Manolya? Boş ver onu." dedi umursamazca. Gözlerim bir kere daha irileşti. "Ben bir ay bilinçsizken mi siz...yoksa Fatih o yüzden mi sana soğuk yapıyordu?" diye sordum hemen.
Başını iki yana salladı. "Onun haberi yok ki? Ya da benimle ilgili bir ayrıntıyı neden bilsin ki? Hastanemizin bir hocası alt üstü." dedi Esma. Anlaşılan Esma baya bir fikir değişimi yapmıştı. Ya da kendi içinde bazı şeyleri oturtmuştu.
Esma'nın, Fatih'i sildiğine inanarak onun hayatı içinde bende Fatih'i sildim. "Sen ilk gün Volkan'ı pek sevmemiştin sanki." dedim yüzümde oluşan hafif gülümsemeyle. Bakışlarım arkada açılan otomatik kapıya kaydığında Fatih'in üniformalarıyla içeriye girdiğini gördüm. Ben afallarken Fatih, Esma'yı fark ederek olduğu yerde kalakaldı. Bakışlarımı Fatih'ten çekerek Esma'ya odakladım.
Esma gülerek omuz silkti. "Yani bilmiyorum. Ben ondan bir iki yaş büyüğüm ama sanki o benden büyük gibi. Çok tatlı. Çok masum. Mutlu ediyor insanı. Sürekli yazıyor bana...yani kelebek etkisi diye bir şey varsa onunla yaşıyorum galiba. Söyleyecek söz yok. Bir şey hissediyorsam da, hissetmiyorsam da zamanla bir şeyler gelişir diye düşünüyorum." dedi mutlu olduğu sesinden bile belliyken.
Bakışlarım ister istemez Fatih'e kaydı. Sırtı yoğun bakımın duvarına yaslanmıştı. Yüzünde hiçbir ifade yoktu. Dimdik Esma'ya bakıyordu ve aylardır, belki de yıllardır onunla bakışlarıyla o kelebek etkisini yaşayan Esma onun baktığını bile hissetmemişti.
"Aşık olmuş olabilir misin?" diye sordum Esma'ya dönerken. "Olabilir. Belki." Cümlesiyle bakışlarım tekrar Fatih'e kaydı. Dudakları aralıklıydı ve hala Esma'ya bakıyordu. Bakışlarımı tekrar Esma'ya çevirdim. "Umarım mutlusundur. Volkan seni mutlu eder. Sadık bir insan. Ayrıca çocuk gibidir gerçekten. Babasından biraz fazla dayak yer, çünkü fazla kaşınır. Ama bu pek önemli değil, artık bir hemşire olarak sen yaralarını sararsın."
Esma hafifçe güldü. "İki kere o sebeple geldi zaten. Babasından dayak yemişti. Ben yardımcı oldum ona. Birde bir anlatışı var çok komik gerçekten. Ama bu arada cidden çok kaşınıyor!" dedi gülerek. Gözlerinin için parlıyordu ama bu aşktan değildi. Esma ilgi istiyordu. Esma, Fatih'in ilgisizliğinden boğulmuştu ve gerçek bir ilgi, gerçek bir mutluluk istiyordu. Esma, yıllardır saf bir şekilde aşık olduğu Fatih hocasından vazgeçmişti.
Esma tetiklenir gibi bir anda koltuktan kalktı. "Ya! Ben gideyim Arat hoca beni bekliyordu ya! Şimdi on saat Esma gelmeseydin diye laf yapacak!" demesiyle güldüm. "Selamımı söyle belki laf yapmaz." Esma göz ucuyla bakış attı. "Bu arada hayırlı olsun." dedim göz kırparak. Esma gülüp benim gibi göz kırptı. "Sana da hayırlı olsun."
Tam döndüğü an ona dik dik bakan, sırtı duvara yaslı hocasıyla göz göze geldi. Ve gülümsemesi soldu.
Fatih'in, sırtını duvardan ayırıp ileri doğru bir adım atasıyla karşı karşıya bir hala geldiler. Fatih ciddiyetle Esma'ya bakarken Esma tek kelime edemedi. Bakışlarından belliydi Fatih'in içinde hala bir yerlerde olduğu. Bir etkisi olup olmadığıydı önemli olan.
Fatih'in ağzından iki kelime çıktı. "Hayırlı olsun." Esma'nın yutkunduğunu zor bir şekilde fark ettim. Esma ağır ağır başını salladı. "Sağ olun hocam..." Fatih başıyla kapıyı işaret etti. "Çıkacaktın. Çık istersen." Esma, Fatih'e son bir bakış attıktan sonra hiçbir şey demeden kapıya ilerledi. Fatih hemen Esma'ya döndü. "Bu arada, öğlen o şey için gelmene gerek yok. Yani ben o şeyi Mehmet'le hallederim. Şey yaparız biz onu." Esma omzu üstünden onu dinledikten sonra başını sallayarak kapılardan çıktı.
Esma'nın çıkmasıyla Fatih yavaş adımlarla yanıma kadar ilerleyip bana zerre bakmadan yanımdaki koltuğa oturdu. Bakışları yerdeydi ve anlamlıydı. Esma'yı hala seviyordu ama etkisi yoktu. Her şey için geç kalmıştı.
Bakışlarım Fatih'te geziniyorken konuşmadım. Fatih eliyle alnını sıvazladı. "Volkan kimdi?" diye sordu hissiz çıkan, hisli bir sesle. "Davetteki arkadaşım." dedim kısık bir sesle. Elini yavaşça yumruk yaparak dizine vurdu. "Şu Esma'nın elini fazla uzun tutarak, Kelime sayısını da gereğinden fazla kullanan adam..." Başımı salladım sadece. "Evet, o."
Fatih başını kaldırıp biri mavi, biri yeşil olan muazzam gözleriyle bana baktı. "Sevmiyor mu beni Manolya?" diye sordu ağlayacak gibi çıkan sesiyle. Bakışımı kesmeden derin bir nefes aldım. "Ne derim bilmiyorum, Fatih. Bana kalsa hemen unutmamıştır ama etkin de yoktur onun için. Esma'ya çocuk demek istemem ama benzetme olarak büyümüş diyebilirim."
Fatih bana baktı. Bol anlamlı bakışlarla bana baktı. "Ama ben ona aşığım." dediğinde yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. "Bazen her şey aşk değildir, Fatih."
Fatih cümleme bakışlarını kaçırarak yere indirdi. Yutkundu. "Ben ona gerçekten aşığım Manolya. Ama o beni unuttu. Sevmiyor artık." dedi kendi kendine söyle gibi. "Fatih sen onu hep tükettin. Hoşuna gidiyordu değil mi Esma'yla bakışmak? Neden hiç adım atmadın? O utandı, sen onun hocasıydın emin olamadı, çekindiği için yapamadı. Peki sen neden yapmadın?"
Fatih öfkeyle bir kere daha dizlerine vurdu. "Atacaktım Manolya. Öğlen onu neden çağırdım sanıyorsun? Eğer her şey aynı devam etseydi belki de o çocuk yerinde ben olacaktım." dedi kendini göstererek. Başımı ağır ağır salladım. "Evet. Ama geç kaldın işte. Gördün kız ne kadar mutlu. Sen onu bir bakışınla böyle mutlu ederdin. Ama artık devir değişti."
Fatih ellerini yüzüne kapatarak sesli nefesler aldı. "Sevmiyor beni. Aşık değil bana artık..." dedi hazmetmeye çalışır gibi. Kendi kendine söylüyordu. Kendi içini inandırmaya çalışıyordu. Ellerini yüzünden çekip başını bana kaldırdı. "Sence ben takıntı mı yaptım? Aşkı geçti mi bu? Bu aşk değil takıntı mı?" diye sordu. O kadar garip bir haldeydi ki Esma'ya aşık olduğuna emin olduğu halde bunu soruyordu.
Buruk tebessümümle başımı iki yana salladım. Elimi Fatih'in bileğine koyarak dostça sıktım. "Sen gerçekten aşıksın Fatih. Ama işte bu yetmedi. Ve bazen her şeyi aşk çözmez." dedim. Fatih, turuncu kıvırcık saçlarını karıştırdı. "Of...düşünemiyorum bile. Neyse tamam...Halledeceğim ben bunu kendi içimde." Dikleşerek kendine gelmeye çalıştı.
Sakince onu izlemeye devam ettim. Bakışları bana kaydığında gülümsedi. "Sağ ol Manolya." dedi sıcak bir sesle. Bende onun gibi gülümsedim. "Biz arkadaşız Fatih. Sen sağ ol." dediğimde Fatih yumruğunu kaldırıp bana uzattı. Yumruğumu yumruğuna tokuşturmamla koltuktan kalktı. İçi hala yanıyor, kan ağlıyordu fakat bunu perdeleyecekti.
Yanıma yaklaşıp kafamın üstüne öpücük bıraktıktan sonra geri çekilip yüzüme baktı. "Sadece Bayar'ın kardeşi değilsindir umarım." dedi gülümseyerek. Güldüm. "Onu Bayar'a sormanız lazım. Beni pek paylaşacağını sanmıyorum." dememle gülerek geri çekildi. "O cimri aylardır elli kuruşunu istiyor. Onu bile paylaşmıyor, seni mi paylaşacak? Bu yüzden onun yorumunu umursamıyoruz." demesine hafif bir kahkaha patlattım.
"Hep gül. Hep iyi ol. Hep yanındayız." dedi samimiyetle. Başımı salladım. "Sende." dedim sadece, onun gibi samimi çıkardığım sesimle. Fatih el salladıktan sonra çıkmak için ilerledi.
Onun çıkışıyla beraber yüzümdeki ifadeleri soldurarak ifadesizliğime döndüm. Babamı, ailemi düşünmemek için tamamen yastığa yaslanarak gözlerimi kapatıp Doğuş'u düşünerek uyumaya çalıştım. Kim bilir kaç gün uyurdum şimdi.
🌺
"Magnolia min blomma...." Kulağıma ilişen telaşlı ses ve burnumun hemen altında bir parmağın yan tarafını hissettim. Sesler yavaş yavaş netleşirken parmağın hissi yok olurken sesler de azaldı. Gözlerimi yavaşça açtım. Beni uyandıran sesler değildi. Kendi kendime uyanmıştım sanki.
Gözlerim açıldığında yanımdaki koltuğa yaslanarak oturan Doğuş'u fark ettim. Yerinde kendini düzeltirken rahat bir nefesi de vermişti. Uykulu ya da uyuya kalıp yeni uyanmış gibi görünüyordu.
Eklemlerim sızlar gibi ağrırken başımda da en az onun kadar ağrı vardı. Halsizdim ve yorgun olmamama rağmen yorgundum. Bedenim kaç gündür sürekli yatakta olmasına rağmen böyleydim.
Başımı hafifçe çevirip ona zar zor döndüm. "Doğuş çay?" Sözümle irkilerek açılan gözleriyle bana döndü. "Çiçeğim? Uyandın mı?" Bana yine özlemle bakarken. Başımı ağır bir hareketle salladım. "Uyandım. Kaç gün oldu?"
Doğuş tebessüm etti. "Sadece iki gün, ilaçların etkisiyle. Ama artık seni çıkarabilirim." demesi beni bugün et mutlu eden şey olmuştu. Komodinin üstündeki eczane poşetini alarak gözler önüne çekti. "İşte ilaçlarını da aldım. Semptomları hafifletecek ve atakları elimizden geldiğince engelleyeceğiz. Ağrıların azalacak. Acıların hafifleyecek." dedi ilaçları işaret ederek.
İlaç poşetine bakarak başını hafifçe salladım. Doğuş bir içinde farklı haplar olan ilaç kutusunu bana gösterdi. "Ben senin için böyle ayarlama yaptım, bu kutuyla beraber yanında da taşıyabilirsin. Sabah veya akşama göre ayarlı. Sabahlar, mavi, akşamlar ise kırmızı tarafta bulunuyor. Aç ya da tok olanlara da işaret koydum. Ayrıca alerjik bir sorunda bulunmamakta. Bunları düzgünce kullandığın takdirde semptomların hafifleyeceğini umuyorum." dedi, Doğuş doktor ciddiyetiyle. Başımı bir kere daha aynı şekilde salladım. "Peki doktor bey."
"Ben seni uyanmadan önce bütün durumlarını bir kere daha kontrol ettim. Hastalık tamamen ilerliyor ve beklediğimizden hızlı ilerliyor. Bunun sebebi ise hayatın diye düşünüyorum. Bir anda hayatında değişiklikler oldu. Hayatına etkisi olan insanlar girdi. Hayatın değişti resmen ve bu durumla da siz farkı duygular, belki de hiç hissetmediğin şeyleri hissetmeye başladın. İyi ya da kötü bir sürü şey hissediyorsun. Ve bu belki de ilk kez tattığın uygular hastalığına yükleniyor."
Onu sakince dinlerken ne diyeceğimi bilemedim açıkçası. "Bilmiyorum Doğuş. Ben artık hiçbir şeyi bilmiyorum. Ne yapsam, ne hissetsem ölüme sürükleniyorum. Ne yapsam birileri beni yıkmaya çalışıyor, hiçbir şey yapmasam bile hayatım elimden alınmak isteniyor. Bence bu kaderin bana bir garezi olmalı. Ama ben hiçbir şey yapmadım. Ben bana verilen bu hayatta yaşamaktan başka hiçbir şey yapamadım." dedim kısık çıkan sesimle.
Doğuş elini uzatarak usulca yanağımı okşadı. "Yaşatacağım ben sana her şeyi, min blomma. Beraber yaşayacağız." diye fısıldadı.
Bakışlarım onda gezinirken, "Senin adını neden Doğuş koymuşlar? Ben dalga geçeyim diye mi?" diye fısıldadım gülümseyerek. Yanağımı okşamaya devam ederken o önceden karşılaşsam esprimden pişman olacağım ciddiyetiyle bakmaya devam etti. "Hiçbir anlamı yok. Annem koymak istemiş. Babam zaten hiç ismimi söyleyemezdi. Dokuz gibi telaffuz ederdi adımı. Sağ olsun ilk babam sayesinde soğudum adımdan."
Cümlesine hiç beklemediği bir şekilde küçük bir kahkaha attım. Bakışları şaşkınca bana dönmüşken kaşları garip bir şekilde havalandı. "Ben mi güldürdüm seni? Yani benim cümleme mi eğlendin?" diye sordu saf saf.
Gülmem dinerken başımı salladım. "Tabi biricik aşkıma güldüm ben!" dedim hasta halime rağmen hiddetle. Doğuş hafifçe tebessüm ederken yavaşça bana eğildi. Gülüşüm hala yüzümde asılıyken yüzlerimiz arasında az bir mesafe varken bakışları bir süre dudaklarıma kaydı. Zeytin bakışları şehvetle dudaklarımda gezindikten sonra yavaşça gözlerime çıktı. Yeşil gözlerimiz buluştuğunda mırıldandı. "Kyss mig."
Afallarken asla ne dediğini anlamadığım için, "Ney?" demiştim tamamen istemeden.
Doğuş dediğimi hiç umursamamış gibi daha da eğilerek boynuma güçlü bir öpücük bıraktı. "Şu İsveççeyi bana da öğretsene ya. Malum tedaviden sonra gideceksen bende bileyim bari! İngilizcemde doğru dürüst yok!" diye söylenmemi sanırım umursamış olacak ki yavaşça geri dikleşti fakat hala yüzümüz yakındı. "Sen benim dilimi öğrenmek istersin de ben sana öğretmez miyim?"
Eli yine çenemi bulurken hafifçe okşamaya başladı. Yüzümde bir sırıtış oluşurken, "Söyle o zaman 'Doktorum' ne demek?" diye sordum sessizce. Kolunu bana sararken, "Läkare. Min läkare." diye fısıldadı. "Min läkare..." diye fısıldadım onun telaffuzunu taklit ederek.
Doğuş çenemi nazikçe tutarken eğilip dudaklarımın kenarına öpücük bıraktı. "Bu doktorun hiç etik olmayan şeyler yapabilir ama..." diye fısıldadı dudaklarıma doğru. Yüzümde büyüyen sırıtışla beraber kıpırdandım. "Hastayım ben ama." Yüzünde çok hafif bir sırıtış oldu benim aksime. "Doktorum bende ama."
Dudağımı bükerek ifademi şaşkına çevirdim. "Vay be! Bozulmuşsun sende!" dedim muzip bir sesle. Doğuş nazikçe ama sıkıca tuttuğu çenemle beraber yüzümü hafifçe kendine yaklaştırdı. "Sen daha görmedin beni. Sen bir gör beni o zaman neler olacak."
Ağzım aralık kalmışken Doğuş baş parmağıyla ağzımı yavaşça birbirine kapattı. "Ağzın açık kalmasın." diye fısıldadı çenemi serbest bırakırken. Biz ne ara buralara gelmiştik?
Yutkunamazken Doğuş'un kalkışını izledim. Göz ucuyla bana baktı. "Gideyim de hazırlık yapayım..." demesiyle gözlerim irileşti. Öküz gibi, "Af buyur ne için?" dememle durup omzu üstünden bana döndü. "Sence? Ne için olacak Manolya? Konuştuk ya..."
Gözlerim daha irileşti. "Uzatmadan söylesene be adam! Ne için işte?" Doğuş ciddiyetine büründü. "Yoğun bakımdan çıkacaksın ya Manolya?" demesiyle aydınlandım. Nefes vererek başımı salladım. "Kolay gele!" Doğuş bana son bir bakış attıktan sonra bütün endamıyla odayı terk etti.
Derin bir nefes alırken önüme döndüm. "Harbinden bu adama bir şey oldu be. Bu utangaçtı ya. Bismillah içine bir şey kaçmış. Ne yaptı benim kırmızı yanaklı çayıma?" diye söylenirken bakışlarımı üzerime bağlı olan kablolarda gezdirdim.
🌺
Doğuş'un özlediğim siyah arabasına tekrar binebilmiştim. Doğuş bana normal bir tişört ve eşofman ayarlayıp hasta kıyafetlerinden sonunda kurtarmıştı. Hastaneden çıktıktan sonra arabasına ilerlemiş yola koyulmuştuk.
Gülümserken başımı yavaşça Doğuş'a çevirdim. "Sende arabanı kızım diyerek seven insanlardan mısın?" diye sordum merakla. Bakışlarını bana çevirmeden, "Hayır. Sonuçta bu bir canlı değil. Sadece benim için değerli bir eşya." dedi ciddiyetle. "Benim arabam olsa kesin kızım diye severdim." diye mırıldandım düşünceli bir sesle.
Doğuş cümlemle beraber bana bir bakış attıktan sonra bakışlarıyla arabasını işaret etti. "Kızım diye sevebilirsin bunu o zaman. Bu araba aynı zamanda senin araban..." Ardından başını hafifçe bana çevirerek, "Sen arabamızı öyle sev, bende seni öyle seveyim." dedi çarpık bir tebessümle.
Yüzümde oluşan sırıtışla sırtımı sakince koltuğa yasladım. "Senin de dilin açıldı." diye mırıldandım bakışlarımı camdan görünen, hızlı hızlı kaybolan yolda gezinirken. Doğuş'un tok ve normal tonda çıkan sesini duydum. "Dilim açılmadı. Mesafemi, yerimi biliyordum sadece. Sevgilim olmayan bir insana tutup da böyle sözler söyleyemem."
Geri ona dönerek bakışlarımı üzerinde gezdirmemle hissetmiş gibi zeytin bakışlarını bana çevirdi. "Neden öyle baktığını sorabilir miyim?" diye sordu kibar bir şekilde. Ona bakmaya devam ederken, "Hiçbir kadına karşı hiçbir duygu hissetmedin mi hiçbir zaman? Teyzen ve annen dışında?"
Bana bakmadan başını iki yana salladı. "Etkilenme, hoşlanma, arzu ya da aşk, hiçbirini hissetmedim. Buna özel olarak gerekte duymadım. Hayatım daha önemliydi benim için." dedi artık garipsemediğim ciddiyetiyle. "Peki şu an? Hayatın en önemli değil mi ki?" diye sormamla göz ucuyla bana baktı. "Evet. Hayatım en önemlisi. Hayatım da sensin." demesi beni şımartmıştı.
Yüzümde oluşan kocaman sırıtışla onu izlemeye devam ettim. "Şımartıyorsun beni." diye mırıldandım. Doğuş vitesteki elini kaldırıp dizimin üzerindeki elime koydu. "Kendi kendini şımartan bir insanı artık ben şımartacağım zaten."
Eli elime kenetlenirken sustum ve sakince yolu bekledim. Yorgundum ve halsizdim. İlaçlarımın etkisini henüz tam görmesem de göreceğime inanıyordum.
Doğuş ben konuşmayınca konuşmadı ve çok geçmeden evin önüne vardık. Doğuş arabasını her zamanki yerine park ederken özlemle apartmana baktım. Özlemiştim Solmaz apartmanını da.
Özlemle apartmana bakarken Doğuş arabayı çoktan park etmiş ve arabadan inmişti. Ben çıkacakken benden önce davranıp önden dolanarak kapımı açmıştı. Çıkmam için açtığı kapıdan çıkmamla kapıyı arkamdan kapatıp arabasını kilitledi. Ağrıyan eklemlerimle beraber apartmana doğru iki üç adım atacaktım ki Doğuş yine benden önce davranarak bacaklarımdan ve belimden tutarak beni saniyeler içinde havaya kaldırdı. Şaşkınlıkla irkilirken o hızlı adımlarla apartmana ilerliyordu. İlerlerken direkt önüne bakarak, "Senden izin almadan seni kaldırdığım için özür dilerim, fakat hasta olduğun için bir şey demeyeceğini umuyorum."
Cümlesine bir şey demeden önüme döndüm. Asansöre yetişmemizle tuşa basarak zaten bu katta olan asansörün kapılarını açtı. Açılan kapılardan içeri girmemizle benim katıma basarak geri çekildi. Kollarımı boynuna doladım. "Saat kaç?" diye sordum kısık bir sesle. "08.15"
Kaşlarım havalanırken hızlı çıkan asansörden çıkarak daireme ilerledik. "Bugün dersim olmalı. Gideyim belki Firdevs'te oradadır. Zaten yeterince konu kaçırdım." diye söylendim. "Ben her şeyi okur anlatırım sana. Boş ver bugün dinlen." dedi sakince.
Doğuş hafifçe eğilip kucağında benle beraber kapıyı açarken ona göz ucuyla bakış attım. "Neden uğraşasın ki? Ben hallederim dersi. Zaten kaç gündür hastanede yatıyorum resmen. Alışmalıyım buna." Açılan kapıdan ayakkabılarını çıkarıp girdikten sonra sanki cümlelerimi söylememişim gibi beni ayaklarım üstüne bıraktıktan sonra önümde eğilip ayakkabımı çıkarmak için bağcıklarımın bir kısmını çözmeye başladı. İki ayakkabımı da tek tek çıkardıktan sonra elimi kavrayarak beni ileri çekip kapıyı arkamızdan kapattı.
İlerlemeden Doğuş'un karşısında durdum. "Gideceğim ben Doğuş. Semptom ilaçlarını da alıyorum. Ne olacağını bilemeyiz ama hayatıma da devam etmeliyim. Sakın bana gidemezsin falan deme!" cümlelerim karşısında ciddiyetine büründü. "Tabi ki sana öyle bir şey demem Manolya. Ne haddime ki sana öyle diyeyim? Ben sadece öneririm. Ama bana bir iyilik yapmak istersen seni bırakmama izin verebilirsin."
Başımı salladım sadece. "Evine gitsene o zaman. Ben çıkmadan ararım." dememle bana bakmaya devam etti. Zeytin gözleri dikkatle beni inceledi. "İyi misin?" diye sordu ciddiyetle. Gülümseyerek başımı salladım. "Gayet iyiyim Doğuş. Nereden çıktı şimdi?" Doğuş bana bakmaya devam etti. "Manolya...bak her şeyi benim yanımda da yaşayabilirsin." diye fısıldadı. Yüzümdeki gülümsemeyi yeniledim. "Ama yaşayacak bir şey yok ki Doğuş. Gerçekten gidebilirsin. İnan bana." dedim emin veren bir sesle.
Doğuş bir şey söylemeden kapıya döndü. Kapıyı açtığı an karşısında Menekşe teyzeyi bulduk. İkimizde afallayarak Menekşe teyzeye bakıyorken, Menekşe teyze hemen bana dönüp gülümsedi. Kucağında Kar duruyordu. "Ya! Valla tatile diye gittin bir gelemedin yavrum, hastanelik falan da olmuşsun, çok üzüldük be kızım." dedi samimi bir sesle.
Özlemli bakışlarımı Kar'dan kaldırarak kadına çektim. "Sorma Menekşe teyzem. Bu kader bana takıntılı galiba." Menekşe teyze yüzündeki gülümsemesini sürdürürken uzanıp kolumu destek verir gibi okşadı. "İnanıyorum kızım iyi olacaksın..." Ardından yüzünde imalı bir gülümseme oluşurken başını hafif eğip iki yana salladı. "Doğuş'umun da gelini olacaksın."
Bu cümleyle garip bir şekilde utandığımı hissederek bakışlarımı Doğuş'a kaçırdığımda onun da benden bir farkı olmadığını gördüm. Yavaşça teyzesini dürterek, "Teyze! Yapma ya! Utandırma!" diye fısıldadı teyzesine doğru. Tıpkı çocuk gibi bir hali vardı.
Teyzesi göz ucuyla ona bakış attı. "Kazık kadar adam oldun hala nesine utanıyorsun? Otuz bir yaşına geldin, otuz bir! Kart oldun kart! Oo bu halle çocukta yapmazsın sen!" diye sessizce sitem etti. Doğuş hemen kaşlarını çatarak tamamen teyzesine odaklandı. "Ya niye öyle diyorsun teyze? O kadar utangaç değilim ben!" Teyzesi başını tabi tabi dercesine sallayarak kucağındaki Kar'ı bana uzattı. "Al yavrum."
Köpeğimi alırken Doğuş ve Menekşe teyzenin deminki konuşmalarına sırıttım. "Size de iyi akşamlar." dedim ikisine bakarken. Menekşe teyze gülümseyerek el salladı. "Sana da kızım, haydi hayırlı akşamlar." diyerek merdivenlere yöneldi. Doğuş kızarık yanaklarıyla bana bir bakış attıktan sonra oda merdivenlere ilerledi.
Onların gidişiyle kapıyı kapattığım an ifadem soldu. Kar'ın başına özlem dolu bir öpücük bıraktıktan sonra onu yere indirdim. "Özlemiştim seni tek dert ortağım." diye fısıldadım. Hiçbir yere kıpırdamadan olduğum yerde yere çökerek Kar'la karşılıklı durduk. Kar'ın tüylerini okşamaya başladım. "Güzel köpeğim. Bir bilsen ben neler öğrendim. Ama öncelikle..." Doğuş'un konsolun üzerine bıraktığı anahtarımı alıp manolya desenli yuvarlak anahtarlığıma baktım. Manolya desenli bulunmadığı için deseni kendim kesip yapıştırmıştım zamanında. İçi açılabilir anahtarın içini açtığımda annemin fotoğrafı karşıladı beni. Hiç görmediğim elimde sadece şu vesikalık fotoğrafı olan, kumral saçlı, babamdan aldığım yeşim gözlerdense, beni sevdiğini düşündüğüm annemden almak istediğim, okyanus mavisi, etkileyici gözleri...
Bir anda içime dolan öfkeyle elimdeki tek fotosunu yıllardır olduğu yerden çıkarıp durmaksızın parçalara bölmeye başladım. "Allah seni kahretsin!" diye haykırdım kağıtları artık yırtılmayacak kadar küçük boyutlara indirirken.
Fotoğraf yırtılarak parçalara ayrılırken benim canım da tıpkı o kağıt gibi parçalara ayrıldı. Bu fotoğrafa çok değer verip sakladığım zamanlara acıdım. Fotoğrafa bakarak beni tek seven insan olduğunu düşünen o kıza acıdım. Babasının yalanlarına her seferinde kanmış olduğu için şu an canı yanan kendime üzüldüm. Kar beni izlerken bir kere daha karşısında bu hale geldiğim için üzüldüm ve onun gözünde ne kadar güçsüz göründüğüm için üzüldüm. Ya da acılı?
Elim kalbindeyken gözümden yaşlar akmaya başladı. Yalnız duvarlarımla, ilk dostum, sır dostum Kar'la, ıssızlığımı bulaştırdığım evle beraber ağladım. Yine onlarla ve yine onların yanında ağladım. Doğuş'un karşısında ailem yüzünden ağlama hatasını zamanında bir kere yapmıştım.
Ağlamalarım hıçkırıklara dönerken yavaşça olduğum yerden kalkıp cama ilerledim. Eklem ağrılarım bile şu an afalladığım için devreye girmemişti. Açtığım camdan avcumdaki fotoğraf parçalarını savurdum. Fotoğrafın her bir parçası havada uçuşarak yere doğru düşerken düşmesini beklemeden geri camı kapatıp yere çöktüm. Sadece gözlerimden yaşlar süzülürken ritmik bir şekilde yere vurmaya başladım.
Artık küçük Manolya'nın sevdiği hiçbir şeyi sevmiyordum. Ne adımı, ne soyadımı, ne gözlerimi, ne de ailemi.
Koşarak banyoya ilerlediğimde hıçkırıklarım hala yükseliyordu. Titreyen elimle banyo dolabımı açmamla eşyalarım yere döküldü. Toplayayım derken titreyen elim sebebiyle bir kere daha ellerimden düşürdüm. Hıçkırıklarım birde bununla beraber yükselirken derin bir nefes almaya çalıştım. Yere dökülen eşyalarımı boş vererek dolaptan okyanus mavisi veya renkli renkli lenslerimin olduğu kutudan kahverengi lenslerimi çıkardım.
Lenslerimi titreyen elimle takacaktım ki elimden kaydı. Bir kere daha denedim ve bir kere daha denedim. Titreyen ellerimle takana kadar denedim. Bir gözümü takabilmiştim sadece. Bir gözüm yeşim yeşili, bir gözüm koyu kahverengi olarak kalmıştım.
Kalbim istenmişti. Babam tarafından sevdiğini kızı için kalbim istenmişti. Tanımadığın bir insanın bile yüzüne baka baka sen zaten öleceksin diyemezsin. Ama bana bunu babam demişti üstelik bir kere de değil. Pişman olmadan, beni ikna etmek ister gibi.
Hıçkırıklarım devam ederken yere düşen kullanmaya cesaret edemediğim sarı boylarıma bakış atarak banyodan çıktım. Ellerimin titremesini umursamadan yeniden yere çözülerek beni sakince izleyen Kar'a hiçbir şey anlatmadığımı hatırladım. Hıçkırıklarım arasından konuşabildiğim kadar konuşmaya çalıştım. "Babam kalbimi istedi. Zaten öleceğimi söyledi. Yaşayacağım kadar yaşayacağımı söyledi. Annem beni hiç sevmemiş. Manolya çiçeğinden hep nefret etmiş aslında. Yani beni adımı duysa yüzünü buruşturur muhtemelen." Cümlelerim bir kere daha canımı yakarken hıçkırıklarım yüksek seslere çevrildi.
Buğulu gözlerimle yerdeki telefon ekranımın ışığının yandığını gördüm. Mesaj geldi ve bildirim sesiyle beraber ağlayışlarımın arasına bıçak gibi girdi. Artık sadece ellerim titremiyor bedenimde titriyordu. Titreyen elimi uzatarak telefonu kapıp yüzüme yaklaştırdım. Gözlerimi birkaç kere kırpıştırdıktan sonra kilidi açmadan bildirimdeki yazıyı okudum. "Kocaman apartmanda sadece ikimizin dairesinde ses yalıtımı olmadığını biliyorsundur umarım. Çünkü ben şu an bunu bir kere daha deneyimliyorum." Mesajın sahibi Doğuş Çekici'ydi.
Hıçkırıklarımı dindirmeye çalışırken yutkunduğum an bir mesaj daha ekranıma düştü. "Yapma min blomma. Yapma bunu bana. Müzik aç, yüksek sesle konuş, adım sesleri çıkar, yere vur, yüksek sesle şarkı söyle ama yine de bunu yapma. Her çıkardığın sese
razıyım. Ama bunu çıkarma. Fiziksel acıdan beter bu."
Mesajını bile okumak bir yanımdaki yangına su dökmüştü resmen. Yalnız olmadığımı hissettirmiş fakat acılarıma pek bir katkısı olmamıştı. Yine de dolmuş taşan gözlerimle bakmaya devam ettim. Daha da mesaj gelmedi. Hıçkırıklarım dinse de gözümdeki yaşlar dinmedi.
Bakışlarım beni izleyen Kar'a kaydı. Bana dümdüz baksa bile onu anlıyordum ve yanımda olduğunu biliyordum.
Yavaşça tekrar oturduğum yerden kalktım. Adımlarımı odama attım. Gözlerimdeki yaşı hissederken kapının çalındığını duydum. Kapıyı çalmasından bile tanımıştım, çalanın kim olduğunu.
Çalan kapıyı umursamadan odama girdim. Kapıyı kapatıp arkadan kilitledikten sonra ıslak göz altımı sildim. Burnumu çekerek arkamı döndüğüm an yatağımda oturan okyanus gözlü kızı gördüm. Onun odamda ne işi vardı?
Yüzümde bariz oluşan bir şaşkınlık bulunurken kızın varlığını sorguladığım an bana gülümseyerek, "Odana söylemeden girdiğin için, özür dilerim." Dedi sıcak ve çocuksu sesiyle. "Odama nasıl girdin? Evimi nerden biliyorsun? Sen nasıl bu kadar yaklaştın bana?" Diye şaşkınlıkla sordum.
Kapının yanında duruyorken dış kapımdan gelen gürültülü sesi duydum. Bir kere daha kapımı kırmıştı.
Bunu umursamadan okyanus gözlü kıza bakmaya devam ettim. "Bir açıklama bekliyorum?" Dememi yine umursamayarak bakışlarını dikkatle gözlerimde gezdirdi. "Senin gözler yine kızarık. Hep böyle sanırım." Dedi omuz silkerek. Başımı salladım. "Evet hep böyle." Artık bir açıklama yapmasını bekliyordum. Odamdaydı ve buraya nasıl girdiği ya da nasıl adresimi bildiği hakkında bir bilgim yoktu. Ve derhal olmalıydı.
Kapının arkasından sesler gelmeye başladı. Doğuş hemen yanımda bulunan kapıya vurdu. Başta hafif hafif ama ben ona cevap vermeyince daha sertleşen vuruşlarıyla. "Bir gözün neden kahverengi?" Diye sordu merakla. Ciddi ifademi bozmadan, "Vanlıyım ben, sen onu boş ver de bana bir açıklama yap." Dedim hemen.
Kız bana güldü. Kapının arkasındaki sesi net bir şekilde işitmeye başladım. "Manolya! İyi misin? Bir kapın daha kırılsın istemem lütfen cevap ver!" Seslenişine karşılık kapıya doğru bağırdım. "Benzincideki okyanus gözlü kız burada!" Sessizlik oluştu.
Saniyeler sonra tekrar sesini duydum. "Manolya halüsinasyon o! Yok öyle biri!" Telaşlı sesiyle beraber başımdan aşağı kaynar suların döküldüğü hissettim. Ne demek okyanus gözlü kız gerçek değildi?
Şaşkın ve afallayan bakışlarımı okyanus gözlü kıza çevirdiğim an onun tamamen benim çocukluğuma dönüşmüş olduğunu gördüm. Afallayarak karşımdaki, artık yeşim gözlü olan kıza bakıyordum. Karşımda resmen küçüklüğüm duruyordu. Küçük Manolya aynı bedenle, aynı büyüklükle tam karşımdaki bedene dönüşmüştü.
"Neden vermedin ki kalbini? Baban senden ilk kez bir şey istedi." Dedi çocuk sesiyle. Saftı, çok fazla saftı. Başımı iki yana salladım. "Kalbimi hak etmiyor..." diye fısıldadım hissizce.
Doğuş'un seslenmelerini işitiyor ama henüz algılayamıyordum. "Manolya çekil oradan! Kahretsin, çekilmediğin için kıramıyorum da!" Neden tedirgin olduğu hakkında bir bilgim yoktu.
"Kalbini verseydin keşke. En azından seni severdi." Karşımdaki küçük kıza bakarken öfkeyle başımı tekrar iki yana salladım. "Aptalsın sen. Seni hayatı boyunca sevmeyen bir adama neden kalbini verirsin ki? Onun vereceği sevgiye muhtaç değilim. Ben bana yeterim." Küçük kız şaşkınlıkla kalkan kaşlarıyla bana baktı. "Sen sana yeter misin? Yettin mi?" Sorusuyla başımı salladım. "Seni sildim. Yeni Manolya oluşturdum. Sen yoksun bende." Sözlerime karşılık hiçbir tepki vermedi.
Doğuş'un seslerini duysam da şu an umursayamadım. "Manolya halüsinasyon diyorum!" Kız bana bakmaya devam etti. "Seni seven kimse yoktu ki. Ölsen bile baban seni sevecekti." dedi gözlerime dümdüz bakarken. "Benim onun sevgime ihtiyacım yok. Ölsem kalbimi vermem ona." Küçüklüğüm bana aynı ifadeyle bakmaya devam etti.
"Manoyla korkuyorum bak, aç şu kapıyı! Yok öyle bir kız!" Doğuş'un tekrar gelen sesiyle kapıya döndüm. Hemen ardından tekrar küçüklüğüme dönecektim ki yok olduğunu anladım. Elim kilide giderken hala kızın olduğu yere bakıyorum. Kilidi çevirdiğim an kapı dikkatle açıldı ve Doğuş aceleyle içeriye girdi.
Dolu olan gözlerimle başımı Doğuş'a çevirdim. Olayları kavradıkça aklıma kötü kötü şeyler geliyordu. "Delirdim mi ben Doğuş? Neden aylardır olmayan bir kızı görüyorum ve onun var olduğuna inanıyorum?" diye mırıldandım daha da dolan gözümle. Doğuş hemen başını iki yana sallayarak ellerimi kavradı. "Hayır, çiçeğim, tabi ki hayır. Sadece biraz, iyi değilsin. Acıların sana fazla zarar verdi. Bunun etkisi." dedi yumuşattığı sesiyle.
Gözümden gözyaşı düşerken ona bakmaya devam ettim. "Hastalığımın etkisi mi?" diye fısıldadım. "Hayır, psikolojik." diye cevap vermesiyle yutkundum. Bakışlarım yere inerken onun dikkatli ve derin bakışlarımı gözlerimde hissedebiliyordum. Titreyen ellerimi ellerinden çekerek odamdan çıkıp kapısı açık olan banyoya girdim. Kendimi toparlamak için suyu açıp yüzümü yıkamaya başladım. Doğuş'un yine peşimden geldiğini bilmeme gerek yoktu.
Yüzümü tamamen ıslattıktan sonra yavaşça dikleşerek yüzümü kuruladım. Aynadan Doğuş'un beni izlediğini görerek ona dönme gereği duymadan direkt aynadan bakmaya devam ettim ona. Arkama yaklaşarak ellerini iki yanımdan tezgaha yaslayarak benim gibi aynadan suratıma baktı. "Gözlerin neden öyle?" diye sordu. Sırıtmaya çalıştım. "Van havucu'nu taklit edeyim dedim. Olmuş mu?"
Hafifçe eğilmesiyle nefesi tam enseme vurdu. "Gözlerini neden kahverengi yapmaya çalıştın?" diye tekrar sordu. Cevap vermeyince bakışları yerdeki kutulara kaydı. Biraz daha eğilip bir eliyle yerdeki bir kutuyu kapınca kaşlarım çatıldı. Tekrar dikleştiği an bakışlarım elindeki kutuya kaydı. Sarı boya kutusuna kaşlarını çatarak baktı. "Doğuş, öylesine duran şeyler bunlar..." diye bir şeyler geveledim.
Bakışlarım aynada onda geziniyorken o boya kutusuyla bakıştıktan sonra önümdeki lavaboya bıraktı kutuyu. Bakışlarım kutudayken saniyeleri içinde beni kedine döndürmesiyle irkildim. Çatık kaşlarıyla beraber anında ellerimi tekrar kavradı. Ellerimi kavramasının sebebi titreyen ellerimin titremesini engellemekti.
"Babandan sana aktarılan genleri bile değiştirmek istiyorsun." diye fısıldadı emin bir sesle. Doğuş kavradığı ellerimden beni kendine yaklaştırdı. Kızarık gözlerimle başımı kaldırıp zeytin gözlerime baktım. "Adımı da değiştirsem? Sen söyle adımı ne yapayım? Ne diye seslenmek istersin bana?" diye fısıldadım boğazım deli gibi yanarken.
Doğuş yüzüme yaklaşarak bana önceden görsem bomboş, duvar diyeceğim o ifadesiyle bakmaya devam etti. "Manolya. Sen benim Manolya'msın. Sen benim en sevdiğim çiçeğin adını taşıyorsun. Sen benim aşık olduğum gözlerin sahibisin. Zaten en güzel senin gözlerin... Evet babanınkine benziyor, aynısı gibi durabilir ama değil. Seninki daha güzel ve ben aradaki farkları görecek kadar ezbere biliyorum gözlerini." fısıldayışı usul usul işledi.
Beni tutan ellerini daha çok çekerek beni kendine daha da yaklaştırdı. "Ayrıca, babandan olan hiçbir şey kalmayacak. Babanı sildireceğim, aileni sildireceğim. Hiçbir şeyi alamasam bile soyadını senden alıp, seni Çekici yapacağım. Düşüneceğin tek şey onlar değil, bizim ailemiz olacak..." Bir eli elimden ayrıldı. Bıraktığı elim yeniden titremedi. Eli kahverengi olan gözüme yaklaştı ve büyük bir dikkatle gözümdeki lensi aldı.
Gözlerim eski halindeyken lensi umursamadan lavaboya bıraktı. Ardından geri çekilip, "Burayı toparlayalım mı?" diye sordu sessizce. Yüzümde oluşan tebessümle beraber başımı salladım. Her ne kadar çok içten, mutluluk tebessümü olmasa da.
Doğuş eğilip yere düşen eşyalarımı sakince yerden alıp dolabıma yerleştirmeye başladı. Boş bir poşeti bulup boyaları ve lensleri çöp gibi poşete attı. "Gereksizleri atıyorum o zaman." dedi poşeti bağlarken. Bir cevap vermeden bende yerdeki son kalan eşyalarımı alıp dolabıma sıkıştırdım. Aynalı kapakları kapatmamızla lavabodaki işimiz bitmiş oldu.
Lavabodan çıktığımızda Doğuş poşeti bırakmadan işaret etti. "Ben bunları giderken çöpe atarım." İfadesizce poşete bakış atarken mırıldandım. "Burada çöp var?" Omuz silkti. "Bir şey olmaz. Atarım ben." Daha da itiraz etmeden başımı salladım.
Doğuş bir şey diyeceğimi anlamış gibi durup bana bakmaya devam etti. "Bu halüsinasyon şeyi...neden gördüm ki? Olmayan bir şeyi gördüm ve aylardır öyle bir kız olduğunu düşünüyorum... Doğuş ben onu gerçek sandım, onunla konuştum." diye mırıldandım inanamayan bir sesle. Doğuş bana anlayışla baktı. "Korkma. Olabilir böyle şeyler. Zaten yarın seni psikoloğa götüreceğim merak etme. İyi olacaksın."
Cümleleri beni sakinleştirirken ona bir anda tekrar tedirginlikle baktım. "Ya başka halüsinasyonlarda gördüysem? Babam mesela? Gerçi onu ikimizde gördük. Kızı da gerçekte var. Karısı da. Sanırım başka halüsinasyon görmedim." diye kendi kendime mırıldandım.
Doğuş farklı bir konu ortaya attı. "Gümüş çocukluk arkadaşınmış. Sen uyurken bana anlattı. Doğru mu?" Cümlelerine onaylayarak başımı salladım. "Öyle. Zamanında sana, sadece bir kız, " bana seni korurum." dedi demiştim. O kız Gümüş'müş." Hiç etkilenmemiş gibi bir ciddiyetle bakmaya devam etti. "Ne güzel. Adına gerçekten sevindim." Başımı salladım sadece. "Bende adıma sevindim."
Doğuş bakışlarını benden çekmedi. "Bir şey yapmayacağını kanıtlamazsan sanırım gitmeyeceğim...tabi ki beni kovmazsan." diye ekleyerek söyledi. Birkaç adım atarak tam karşısında durup parmak uçlarıma yükseldim. Ne yapacağımı anlamış gibi, benim için hafifçe eğilmesiyle dudaklarına güçlü bir öpücük bıraktım. Sıcak dudaklarıyla, soğuk dudaklarım birleşmişken adeta ayaklarım yerden kesilmişti. Onun dudakları hep sıcaktı.
Geri çekildiğimde bir şey demeden bir adım geri gitti. Bakışlarını benden çekmeden eliyle kapımı işaret etti. "Hazır olduğunda ara. Kırık kapıyı da arayacağım, ben seni götürmüşken gelip yaparlar, teyzem de kontrol eder." deyince başımı salladım sadece.
Bakışlarını benden ayırıp evimden çıktığında yerde oturmuş hala beni izleyen Kar'a bir bakış atarak odama ilerledim. "Gel de hazırlanalım Kar."
🌺
Üzerime giydiğim beyaz cropa ve kot şortuma bakış attıktan sonra koyu lacivert blazer ceketimi alarak kollarımdan geçirdim. Hava sıcaktı belki ama bu ceket çok kalın değildi ve pişeceğimi de pek düşündürtmüyordu.
Elimi tepede topladığım saçıma atıp önden iki tutamı çıkardım. Saçlarımı çok nadir toplayan bir insandım. Topladığım saçımla beraber yüzüm açığa çıkmıştı resmen. Saçımı geçerek lip glossumu dudaklarıma bir kere daha özenle sürdüm. Arkada, yatağın üzerindeki Kar her zamanki gibi beni izliyordu.
Geri çekilirken saçımın ön tutamını son kez düzelterek aynadaki halime gülümsedim. Kızarık gözlerim çabucak düzelmişti her zaman ki gibi. Bu benim için iyiydi. Aynadan uzaklaşıp askılı çantamı alıp omzuma astım.
Kar'ın kafasına güçlü bir öpücük bıraktıktan sonra hızlı adımlarla koşup kapıyı açtım. Yaklaşık on dakika önce arayıp glosumu sürüp çıkacağım diye çağırdığım Doğuş tam kapının önünde kolu duvara yaslı bir şekilde beni bekliyordu. Tamamen ifadesizdi fakat onu çok beklettiğim için içten içe bir sıkılmayı seziyordum.
Kapıyı arkamdan kapatırken beyaz sporlarımı aceleyle giymeye başladım. "Çok beklettim dimi? Ya erken aradım işte!" diye söylendim. Doğuş hafifçe gülümsedi. "Beklemekte sıkıntı yok. Sadece zaten bozacağım bir şey için bu kadar uğraşman saçma oldu." Ayakkabımı giyerken Doğuş'a göz ucuyla bakıp kaşlarımı imayla kaldırdım. "Diyorsun..." Doğuş tebessümünü silerek tekrar ciddiyetine döndü. "Diyorum."
Ayakkabımı giymemle beraber asansöre yöneldik. Açılan asansör kapısından girerken, "Kapı için aradım. Gelecekler on veya yirmi dakika içinde." Başımı onaylarcasına salladım. Bir anlığına, "Teşekkürler." diye fısıldamamla bana bakarak konuştu. "Ben kırdım, ben yaptırıyorum. Hep böyle oldu. Teşekküre gerek yok." dedi sakince. Ardından hemen tuşa bastı.
Hafifçe gülerek ona baktım. "Dedi kibarlıktan kırılacak olan adam." dememi takmamış gibi ceketini düzeltti. Lacivert bir ceket, altından ise beyaz bir tişört ve ceketiyle uyumlu bir pantolon giymişti. Onu dikkatle süzüşümü hissederek gözünün ucuyla bana baktı. Saniyeler sonra hemen ensesini ovuşturarak başını başka yöne çevirdi. Yine utanmıştı.
"Bugün bir uyumluyuz sanki? Sadece ceket bakımından." dedim sırıtarak. Bana dönüp hemen başını salladıktan sonra döndü. Sanki ben o asansörün içindeki aynadan yanaklarının kızarıp, kızarmadığını kontrol ettiğini bilmiyordum.
Asansörün inmesiyle beraber dışarı yöneldik. Doğuş arabasının kilidini açar açmaz ilk ön yolcu koltuğuna yönelip benim için kapıyı açtı. Benim koltuğa yerleşmemle kapıyı kapattıktan sonra önden dolanıp sürücü koltuğunda yerini aldı. Saniyeler içinde arabasını çalıştırdı ve düzgünce ilerletmeye başladı.
Araba apartmanın önünden uzaklaşırken bana dönmeden, "Fazla ağrı, bir şey hissediyor musun? Nasılsın?" diye sordu. Başımda hafif bir ağrı olsa da artık bu acıya alışmış olduğum için umursamıyordum. "Sanırım ilaçlar yarayacak gibi. Henüz az bir ağrılar dışında pek bir şey hissetmiyorum." dememle başını ağır ağır salladı.
Araba ilerlerken sırtımı koltuğa bastırıp yolu izlemeye başladım. Konuşmadan yola odaklanınca bende bir şey demeden telefonumda gezinmeye başladım. Firdevs'in birkaç mesajına cevap vermiş, Volkan'ın çağrılarına aramayla dönmek yerine, mesajla dönmüş, Bayar'ın nasılsın ve günaydın mesajına da karşılık vermiş, Gümüş'ün de mesafeli ama samimi mesajlarına da onun aksi bir şekilde yanıt vermiştim.
Esma'nın tonla attığı ve sanırım art arda yazmaya üşendiği için hepsini ayrı baloncuklar içinde attığı mesajlarını teker teker okuyup yanıtlamıştım. Kendisi tamamen Volkan'la gideceği mekan hakkında konuşuyordu. Kore lokantası. Volkan Kore mutfağından nefret ederdi, Esma'da mesajlar içinde sevmediğini söylüyordu. Sorun şu ki bu iki şapşal Kore lokantasına gitmeye nasıl karar vermişti. Kesin hepsi Fatih'in oyunları.
Hafifçe güldükten sonra Volkan'dan gelen mesaja döndüm. Esma'yı bana yeni anlatmıştı o da. Bana Esma'yı ne kadar beğendiğini, ondan hoşlandığını, çok eğlendiklerini, çok tatlı bulduğunu anlatmıştı ve onun takıldığı ya da sevgili olduğu kızlardan hiçbiri gibi olmadığını söylemişti. Sevgililerinin hepsi onu aldattığı için bu düşünce normaldi.
"Kıskanıyorum ama, yanında ben varken telefonunla oynuyorsun. Sıkıldın mı yoksa?" diye sormasıyla telefonumu kapatarak ona döndüm. "Mesajlara baktım ya." diye mırıldandım düz bir sesle. "Kimdenmiş mesaj? Söylemek istersen..." demesiyle sırıttım. "Öbür sevgilimle konuştuk biraz. Merak etmiş beni." Yola bakarken kaşları anında çatıldı. "O kim?"
Hadi ama her sefer bu numarayı yiyor olamaz.
Küçük kahkaha patlattım. "Ha isim söylesem inanacaksın yani Doğuş!" Doğuş göz ucuyla bir kere daha bana baktı. "Hayır yani, biraz ciddi söyledin. Ama bana böyle şakalar yapamamalısın Manolya. Hoşuma gitmiyor." demesiyle hafifçe güldüm. "Neden? Adanalı yanın mı ağır basıyor yoksa?"
Doğuş yola bakmaya devam edince ona yaklaştım. "Biraz romantik an geçirmek isterdim. Tamam romantik anımız yine var ama yine de ne bileyim şöyle filmlerdeki gibi yağmur altında dans falan etsek?" Cümlemle anında kaşları çatıldı. "Yağmur altında mı? Yağmur altında olmaz." Cevabıyla anında hatırladım. Kendimi gülmemek için tuttum. Yağmurda dans etmek onun lügatine tersti. Çünkü neydi? Hastalanınca paşa paşa doktoruna gidersin.
"Yağmurda etmeyelim. Başka bir yerde ederiz." diye ekleme yaptı. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken başımı salladım. "Peki."
Trafikte kırmızı ışık yanmışken beklemeye başladık. Tam bu sırada bir çiçekçi abla sürücü camına yaklaştı. Doğuş açık camından kadına dönerken bende sakince izlemeye başladım. Kadın çiçekleri işaret ederek roman olduğunu oldukça belli eden konuşma tarzıyla konuştu. "Temiz yüzlü abim, yanındaki çiçek gibi eşinize de onun gibi çiçek almaz mısın be?" Papatya alırsa ayrılırız.
Doğuş kadına ciddi bakışlar atarken, herhangi bir insan bu bakışa karşı olumsuz düşüncelere sürüklenecek derecede olduğu için, bakışlarını biraz daha yumuşaması için eline yavaşça dokundum. Dokunuşumla olduğu yerde kıpırdanarak bakışlarını yumuşatarak kadına dönüp konuştu. "Sağ olun hanımefendi ama Manolya dışında başka bir çiçek almak eşime ihanet gibi hissettiriyor. Ayrıca benim çiçeğim zaten yanımda."
Cümleleriyle beraber yüzümde bir gülümseme oluşurken çiçekçi kadın bana da bir bakış attı. "Peki abim, demet demet Manolya alırım bende bundan sonra." Doğuş'un kaşları anında çatıldı. "Hayır hanımefendi, öyle demedim. Almayın Manolya falan. Siz onu demete çevirirseniz solar. Solarsa dava bile açarım hanımefendi. Çok ciddiyim."
Gülmemek için bir savaşa girmişken başımı sallayarak kadına döndüm. "Bu konuda gerçekten çok hassas ve ciddidir. Twitter'de tag bile açtırtır '#Manolyalarsolmasın' diye." Kadın anlamsız bakışlarla geri çekilirken Doğuş kadının konuşmadığını gördükten sonra gazladı. Eğer konuşacak olsaydı saygısızlık yapmamak için hemen gazlamayacaktı çünkü.
Yol boyunca konuşmadan ilerledik. Yaklaşık yirmi dakikanın ardından anca varmıştık. El eleyken onu uğurlamak için sıkı sıkı sarılıyordum. Sadece ders görüp döneceksin, sakin mi olsan?
Gerilediğim halde hala el eleydik. Gülümsedim. "Ben gidince ne yapacaksın doktor civanım?" diye sordum cilveli bir sesle. Bana yaklaşmasıyla zaten kalkmış olan başımı daha da kaldırdım. Maalesef değil, fazla uzun boyluydu. "Tedaviyi araştırmaya devam edeceğim. Bazı yerlerden danışarak yardım alıyorum, onların da fikirlerini dinliyorum. Aşırı ince çalışmam gerekiyor." dedi ciddiyetle.
Derin bir nefes alırken uzanıp yanağına güçlü bir öpücük bıraktım. "Bu öpücük sana güç versin." dedim neşeyle. Neşeme gülümsedi. "Şimdi kimse tutamaz o zaman beni."
"Manolya?"
"Oha!"
Gelen şaşkın seslerin sahiplerini anında tanıdım. Doğuş'un bakışları arkaya dönerken bende döndüm. "Selam kızlar ve Firdevs." diye mırıldanmamla Firdevs'le beraber dört kız başını salladı. Firdevs ve kankaları.
"Manolya kızım kaç gündür seni tanıyanlar şu ödül gecesi görüntülerini konuşuyor! Biri mi ne görmüş, sonra seni tanıyanlar birbirine göstermiş! Çok büyük dedikodu döndü ve dönüyor." diye bana doğru sessizce fısıldadı. Omuz silktim. "Hep dillerde olacak kadar mükemmelim. Dedikoduları umursamam." dedim umursamazca.
Doğuş elimi sahiplenici bir şekilde tutmaya devam ederken yine tamamen ciddiyetine dönmüştü. Kızlardan biri hemen söze atladı. "Çok yakışmışsınız yalnız!" Doğuş başını teşekkür edercesine sallarken, bizi nadir yakıştıran insanlardan olan kıza sırıttım.
Kızları umursamadan Doğuş'a döndüm. "Git istersen? Ben ders bitince gelirim." deyince Doğuş yine başını salladı. Yüzüne doğru uzanıp beklemedim. İstediğimi verip, eğilip onu öpmemi sağladı. Yanağına güçlü bir öpücük bıraktıktan sonra çekilip geri doğru adımlar attım. "Görüşürüz." Tebessüm ederek cevap verdi. "Görüşürüz." dedi ve ilerlemeye başladı. Arkasından gidişimi izlerken kızların sesini duyuyordum.
"Adam harbi karizma yalnız..."
"Taş gibi ama aynı zamanda, bebek gibi ya."
"Fazla ciddi. Duygusuz herife benziyor."
Asla arkadaşım olmayan sadece, Firdevs'in yanında gördüğüm zaman konuştuğum kızlar sanırım kendilerini bir an fazla bir şey sanmışlardı.
Onları umursamadan dönüp derse girmek için ilerlediğimde Firdevs hemen yanıma ulaştı. "Nasılsın?" diye sordu gülümseyerek. "İyi sen?" dedim muhtemelen Doğuş'tan bulaşan ciddiyetle. "Bende iyi. Öyle normal yani." diye cevap vermişti boş bir sesle.
Kızlar da hemen yanımıza ulaştı. Elifnur'u zaten biliyordum. Papatya'yı bilmemem imkansızdı. Diğeri Ceyda, öbürü ise Emel'di. "Nasıl tanıştınız?" diye heyecanla sordu Ceyda. Papatya ona göz ucuyla alaylı bir bakış attı. "Nasıl tanışacaklar? Doktoru değil mi salak! Elbet hastanede doktoru ona durumunu söylerken tanıştılar!" Ceyda alınmış gibi bir ifadeyle önüne döndü. "Belki komşuyken tanışmışlardır diye dedim..."
Onları umursamadan ilerlemeye devam ettim. Sınıfa çıkmamızla bakışlarım ilk hep aynı kulaklığıyla müzik dinleyerek hayatı umursamadan takılan sessiz çocuğu buldu. Yüzümde bir sırıtış oluşurken hızlı adımlarla arkasında kadar ilerledikten sonra bir anda omuzlarına dokunarak. "BÖ!" diye bağırarak onu korkutmaya çalışacaktım ki, o korkmamış, sadece kulaklığını aşağıya çekip omzu üzerinden bana bakmıştı. Ve bana hep attığı o deli misin? bakışından atmıştı.
İfadesizliğime dönerken hemen yanındaki yerimi aldım. "Ne haber sessiz çocuk?" diye sormamla göz ucuyla bana baktı. "Seninle konuşmak zorunda mıyım?" diye sordu. Kaşlarım çatılırken, "O ne demek? Sen değil miydin bana hoca olacak olan?" diye şaşkınca sormamı umursamadan kulaklığını geri takıp başını masada birleştirdiği kollarına gömdü.
Ciddileşirken Burak'ın arkasından ona bakmaya devam ettim. Sanırım ona karşı içimde biraz sevgi beslemiş olabilirdim. Tamamen dostça bir sevgi. Ve bu hali anlamsızca beni üzmüştü.
Kolundan onu dürtmemle rahatsız etmemem için hafifçe uzaklaştı. Bir kere daha dürteceğim sırada hemen kalkıp uzattığım parmağımı tuttu. "Yapma! Sinirimi bozuyorsun!" Sesi yükselmişken şaşkınlığım arttı. Etraftaki birkaç insan yüksek sesinden dolayı bize dönmüştü.
"Peki...özür dilerim." diyerek önüme döndüğüm an garip bakışlarını üzerimde hissettim. Çok kısa sürmüştü, saniyeler sonra eski pozisyonuna dönerek başını kollarının arasına gömmüştü. Normalde utanmazdım ama sanki onu gerçekten rahatsız ettiğimi hissetmişim gibi utanmıştım.
Çok geçmeden hocanın gelişiyle ders başladı ve şükür ki deminki olayı unutup derse odaklanarak kafamdan o anı silebilmiştim.
🌺
Konuşma sesleri yükselirken Firdevs'ten not istemek için dönecektim ki onun harıl harıl arkamızda oturan kızlarla gülüşerek konuştuğunu gördüm. Konuşmaları bitince almaya karar verdiğim sırada yandan önüme bir defter kayarak geldi.
Şaşkınlıkla, tanıdığım o deftere bakarken bakışlarım anında yanımdaki, onu buldu. Bu sefer sadece bir kolunu masaya yatırmış ve başını da onun üzerine yatırmışken müzik dinliyordu. Açık mavi gözleriyle bana ciddiyetle bakıyor ve tepkimi izliyordu.
Defteri geri önüne yolladım. "Notlarını istemiyorum." diye söylenerek diğer tarafa dönecektim ki pozisyonunu bozmadan diğer eliyle kolumu tutup beni engelledi. "Al işte Manolya. Bir sürü not kaçırdın, Firdevs yazdı mı sanıyorsun? Doğru dürüst not bile almıyor!" dedi hemen.
Kolumu elinden kurtardım. "Ne yapıyorsun Burak? Bir öyle bir böyle? Senin notlarını istemiyorum!" diyerek kalktığımda bakışları hala bendeydi. Not alabileceğim birine ilerlerken omzum üstümden ona baktığımda eski pozisyonuna dönerek defterini önüne aldığını gördüm. Muhtemelen beni umursamadan devam edecekti.
Sürekli görüp arada sırada konuştuğum ve derslerde sürekli not aldığı gözümden kaçmayan Arif'in yanına ilerledim. Karşısında ki kendini komik sanan arkadaşıyla beraber gülüşüyordu. Kalçasını masalardan birine yaslamıştı. Kendisi şeker hastasıydı. Bana notunu vereceğini düşünüyordum çünkü zamanında şekeri düşünce yesin diye kekimi ters çevirmek yerine ona vermiştim.
Tam yanına gelmemle beni beklemediği için afallayarak bana döndü. "Melisa?" Gözlerimi devirmemek için çabalarken, "Manolya." diye düzelttim gülümseyerek. Arkadaşı da şaşkınlıkla bana dönerken isteğimi dile getirdim. "Defterini verir misin? Son bir buçuk ayın notları olması lazım yalnız." diye rica ettim kibarca.
Çok kısa bir saniye sadece ikisiyle bakıştıktan sonra arkadaşı gülmeye başladı. "O ne lan! Bir buçuk ay ne yaptın, ölüp mezardan mı çıktın?" diye kahkahalar atarken Arif'te hafiften gülmeye başladı.
Kaşlarımı çatarak ona bakıyordum ki gülen çocuğun gülüşünün kesilmesine sebep olan ve aynı zamanda düşmesine sebep olan bir şey gelişti. Fuzuli Burak Saydam gerzeği göğsünden sertçe iterek yere yapıştırırken üzerine doğru adeta kükredi. "Ben seni o mezara sokarım ve sen ömrün boyunca oradan çıkamazsın!" Açık mavi gözleri resmen laciverte dönmüştü.
Şaşkınlıkla Burak'a bakarken o bunu umursamadan afallayan ve hiçbir şey anlamayan Arif'in masasından defterini alıp elime tutuşturdu. "Al sana benim olmayan bir not!" dedi geçmeyen öfkesiyle. Şaşkınlıktan ben bile olanı anlamamıştım.
Arif, "Ama o beni-" diyordu ki Burak bu sefer ona dönerek kükredi. "Veririm kendi defterimi bakarsın iki üç günlüğüne uzatma!" Herkesin fark etmiş olduğu fakat hiç konuştuğunu görmedikleri o sessiz çocuk bir anda böyle bir çıkış yapmıştı. Ayrıca sessizliğinin yanında not vermeme huyuyla bilinirken notlarına ne yapacağını bile bilemeyeceği Arif'e notlarını veriyordu.
Burak beni de kolumdan çekerek kendisiyle beraber sıramıza yönlendirirken şaşkın bakışlarım onda dolandı. "Sen bugün hangi taraftan kalktın?" diye söylenmemle bana dönmeden cevap verdi. "Dünyanın en saçma sözünü söyledin! Ne alaka ne taraftan kalktığımız?" diye öfkeyle sesini yükseltince, "Bağırıp durma bana! Ne hakkın var da bağırıyorsun?" diye söylendim.
Burak kolumu bıraktıktan sonra geri yerine oturup kulaklıklarını taktı. Onun tavrını takmadan defteri masaya bıraktım. Burak bu sefer dünya klasiği bir kitap okumaya başladı. Çantamı koluma takarken Burak bey sayesinde bir sürü bakışın üzerimde olduğunu biliyordum. Fakat bunu umursamadan at kuyruğu olan saçımı savurarak bütün havamla beni kapıda bekler bir şekilde duran, demin olanlardan dolayı şaşkın olan Firdevs'in yanına ilerledim.
"Oha! Burak net sana aşık!" demesine ciddi anlamda büyük bir kahkaha attım. "Aynen Firdevs, aynen. Ulan sen adamın sadece bir hareketini kavradın sanırım..." Burak bana aşık olamazdı. Bu aşırı komik bir şakaydı. Bana bağıran hatta, ben belki arkadaş olabileceğimizi düşünürken benden nefret ettiğini bir kere daha gösteren yan sıramda oturan insandı sadece.
🌺
Sınıftan çoktan çıkmış, çıkmak için bahçede adımlarımı dışarıya doğru atıyordum. Omzumdaki çantamı düzelttiğim an ilerliyordum ki hislerimin yok olduğunu fark ettiğim anda düşüyordum ki birinin kollarıyla tutuldum. Tam beni tutan insana doğru dönük duruyordum ve asla bedenimi hareket ettiremiyordum. Beni sadece o kollar tutuyordu. Fuzuli Burak Saydam'ın kolları. Yan yanıma kadar yetişmiş beni tutmuştu.
Yavaşça tam karşıma geçerek beni kollarıyla sıkı sıkı tutmaya devam etti. Burak'la aramızda bakışma kesilmiyorken zar zor yutkundum. Sürekli hareket etmeye çalıştım ama yapamadım. Felçlik semptomunu yaşıyordum muhtemelen. Tedirginlikle karşımdaki Burak'a bakmaya devam ediyordum. "Bırakma beni, Burak...bırakırsan düşerim." Burak tedirginken, "Bırakmam seni, merak etme. Asla bırakmam." diye fısıldadı güven veren sesiyle.
Göğüs ağrılarım başlarken, kalbim sıkışıyormuş gibi de hissediyordum. Elimi kalbime çıkaramıyordum. Felçliğin yavaştan geçmeye başladığını hissetmek içime su serperken sakince bekledim. "Burak...göğsüm ağrıyor. Kalbim sıkışıyor."
Burak cümlelerimle beraber ne yapacağını bilemez gibi bana baktı. Hislerimi daha net hissetmeye başlarken parmaklarımı az biraz oynatabildim. "Bırakır mısın beni bir?" diye sormamla başını iki yana salladı. "Bırakmam seni." Bende başımı iki yana salladım. "Bırak. Düşmem." Göğüs ağrım sıkılaşıp, şiddetlenirken korkmaya başladım. Acı bedenimi sarmaya çalışıyordu.
Yavaşça beni bıraktığında dizlerimin düşecekken, felçliğim bitiyorken, aceleyle parmak uçlarımı kullanarak kendimi yukarı çekerken ona tutundum. Burak da aynı zamanda beni tutmak için hızla bana doğru eğildiği an dünyanın en anlamsızlığıyla dudaklarımız birbirine çarpmıştı.
Anında geri çekilecektim ki Burak buna izin vermeden beni omuzlarımdan tutarak dudaklarımızı ayırmadı. Ağrılarımın azaldığını hissederken şaşkınlığıma odaklanmıştım tamamen. Şu anın saçmalığına odaklanmıştım tamamen. Burak'ın beni bırakmayışına deli gibi şaşırtmıştım.
Burak beni bıraktığı an kendi ayaklarımda durabildim. Dudaklarımız ayrılmışken şaşkınlıkla aralanan dudaklarımla ona baktım. "Ne yaptın?" diye sordum şaşkınlıktan titreyen sesimle. "Manolya asla anlam çıkarma. Ne yapacağımı bilemedim...belki buna odaklanırsın diye, bunu düşünür ağrını unutursun diye yaptım."
Başımı iki yana sallarken bakışlarım bir an bir yere takıldı. Doğrulamak ister gibi başımı çok uzakta sayılmayan noktaya çevirdim. Doğuş Çekici ciddiyeti geçen, yüzünde anlatılmaz bir ifadeyle buraya bakıyordu.
Ve Doğuş Çekici hala herkesin suratındaki öfkeyi anlayabileceği bir ifadeyle buraya, Burak'a bakıyordu.
Bölüm sonu!
Bölüm nasıldı? Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?
Öncelikle ben Manolya ve Doğuş'a veya Doğuş'a Kaçın Kurası şarkısını çok yakıştırdığım ve uydurduğum için kitapta bir bölümde de kullanmak istiyordum ve kullandım foşafjalfklfjaf
Son olan hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bana destek olmak için bölümü oylayıp yorumlar yapar mısınız?💖
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere🤍
Ig: dilek.wt
Kitap ıg: Sonmanolyakokusuofficial
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top