30.BÖLÜM : KADERE İNATÇI
Mavi Gri - Bu Kız Benim Kaderim
🌺
Sürekli konuşulmuş, yüzlerce yargı veya destek cümlesi duymuştuk. Kenan başhekim ortalığı toparlamaya çalışırken doktor tayfası da durmaksızın yargılara cevap vermişti. Bayar bir ara saldıracak gibi olmuştu. Fatih hepsinin kişisel etik dışı olaylarını hatırlatmış, Arat dalga geçerek karşı çıkmış, Gümüş bana gelen laflara itinayla cevap vermiş, Ufuk ise sadece izlemişti.
Doğuş hiçbir şeyi umursamadan beni elimden tutup ödülüyle beraber salondan çıkarmıştı. Herkesin bakışlarının esiri altında orayı terk etmiştik.
İçimde çok garip bir his vardı, hem sinirlerim değişik bir şekil almış, hem de kaygılarım köşede kalmış, olayın şaşkınlığı tam ortada kalmıştı. Artık saklamamız gereken hiçbir şey kalmamıştı çünkü Doğuş bizi ilan etmişti resmen.
Arabasına doğru ilerlerken elimi elinden çekmemle çatılan kaşıyla bana döndü. "Ne oldu?" diye sordu. Kaşlarımı çatarak başımı hafifçe yana yatırdım. "Bana neden açık olmadın? Neden bir doktor gibi gerçekleri tamamen söylemedin!" dedim sinirle. Aramızda sadece bir bakışma geçti. Hiçbir şey söylemedi.
"O neydi öyle?" diye sordum bu sefer. Tam bana döndü. "Ne neydi?" diye sorunca kaşlarım daha da çatıldı. "Doğuş şimdi herkes bizim sevgili olduğumuzu biliyor?" dememe karşılık normalmiş gibi başını salladı. "Zaten böyle olması gerekiyordu ve oldu. Oldurdum."
Alayla kaşlarımı kaldırdım. "Ya ben nelere katlandım seninle böyle konuşmasınlar diye!" dedim sitemle. Doğuş bana yaklaştı. "Yanlışın var. Ben sana saklamayı teklif ettiğim zaman konuşulacaklar için saklayalım demedim. Konuşulanlar umurumda değil. Sende umursama. Artık kimse de seni tehdit edemez." dedi ciddiyetle.
"Ha bu yüzden yaptın yani? İyi de Doğuş ben oyunu tersine çevirdim, üstlerinden gelebiliyorum." dedim hemen. Doğuş'un kaşları çatıldı ama öfkeli bir şekilde değildi. "Çevirdin peki kendi oyununu, o ölümcül oyununu tersine çevirebildin mi? Gerçekleri duymak istiyorsun ya, ölüyorsun. Oyunu çevirdin ama üçüncü evreye geçtin! Üstelik onun yüzünden! Asıl sen şimdi kaybettin. Boş ver işini, profesyonelliğini falan! Önemli olan senin sağlığın!" dedi. Sitemliydi ama sesine dikkat ediyordu.
Onu dinlerken gözlerimin dolduğunu hissettim. Anında gözlerimi fark etti. "Ağlama lütfen, bunu ağla diye söylemiyorum. Böyle görünce kendimi kötü hissediyorum bu sefer. Sonra niye anlatmıyorsun diyorsun." dedi hislerle dolu sesiyle.
Elimle gözümü sildim aceleyle. "Allah kahretsin! Kendi hayatıma o kadar ağlamam, bu aptal hastalık söz konusu olduğunda hemen ağlıyorum!" diye söylendim öfkeyle. Göz yaşlarım tekrar akınca bu sefer Doğuş büyük elleriyle tek hamlede gözyaşlarımı sildi. "Yapma bebeğim. Neden buraya geldin? Böylesine tehlikeli bir hastalığa sahipken? Üstelik üçüncü evresindeyken?"
Başımı kaldırıp göz yaşlarımı umursamadan suratına baktım. "Yalanın yüzünden! Artistliğe falan mı geldim sanıyorsun? Ben düşünebiliyor muyum sence artık? Ya bana öleceğim söyleniliyor Doğuş! Benim hayatımın sonlanacağı gözlerimin içine baka baka, bana söyleniliyor! Felç olabilirsin arada deniliyor! Ölüme yaklaştın deniliyor! Bu hayata acı çekmeye geldin, acı çeke çeke de gideceksin deniliyor! Hastanelerde zaman geçirebilirsin deniliyor! Üstelik öyle sizi görmeye gelip eğlendiğim gibi değil, o yatakta yatıp acı çeke çeke! Sen bir saat önce gelip bana umut veriyorsun ve bir saat sonra da umutlarım kırılıyor! Ben ne haldeyim bilen var mı acaba?Keşke biraz da benimle empati kurulsa. Keşke beni yargılamadan önce benimle empati kurulsa."
Doğuş iki elimi de destek olur gibi sıkıca kavradı. "Ben seninle empati kuruyorum çiçeğim. Kurmaz mıyım hiç? Sensin ya, sen...can parçam değil direkt canım olan insan." Dolu gözlerimle Doğuş'a bakmaya devam ettim. "Bana açık ol. Bana hastalığım konusunda Doğuş doktor ol. Profesyonel Doğuş doktor ol. Bana ilk masalımızı sonlandırdığım gün ki gibi anlat, hastalığımı."
Elini yanaklarıma koyarak başını iki yana salladı. "Ben o doktoru masalın sonunda bıraktım. Sonrasında sana özel bir doktor yetiştirdim. Sadece sana özel. Her anlamda doktor olmaya yemin etmiş bir adam yetiştirdim."
Ellerini ittim. "Anlat hadi! Anlatmazsan anlatacak bir doktor bulmasını bilirim. Ne acı çekeceğim bileyim." dememle çaresizce derin bir nefes aldı. "Peki...stajyer sana zaten bir kısmını anlatmış." demesiyle kaşlarım havalandı. "Bir kısmı mı?" Başını salladı. "Titremelerin olabilir Manolya. Unutkanlıkların büyür, çoğalır. Birilerini unutabilirsin bir anlığına...mesela beni. Beni bile bir anlığına unutabilirsin." dedi Doğuş.
İkimizde birbirimize çaresizce baktık. Onu unutmak...bir anlığına bile olsa canımı yakardı. Onun canını nasıl yakardı düşünemiyordum bile.
Gözümü silip hafifçe güldüm. "Döndü'yü unuturum seni unutmam. Aşık etmişiz Doğuş doktoru kendimize, seni mi unutacağım?" dedim gülerek. Bana ciddiyetle bakmaya devam etti. "Unutma beni olur mu? Unutursan da üzülme ama. Bir anlığına sonuçta."
"Seni unutmak ne demek ya? Şaka mı bu?" dedim avuçlarımı gözlerime kapatarak. "Keşke hasta bir kadın olmasaydım...keşke sadece komşun olsaydım..." dedim zar zor çıkan sesimle. Ellerini gözlerimdeki ellerimde hissettim. Ellerimi gözlerimden çekerken mırıldandı. "Keşke seni sonsuza kadar yanımda istediğim için, hastalığını bulmak zorunda olan doktorun olmasaydım."
Burnumu çekerek derin bir nefes aldım. Buğulu gözlerimle ona baktım. "Sende eğer tedavimi bulamazsan ve ben ölü-" sözümü dudakları kesmişti. Dudaklarıma öylesine güçlü ve hisli bir öpücük bıraktı. Geri çekildiğinde dudaklarımız arasında mesafe varken fısıldadı. "Söyleme. Sen söyleyince bir an olsun aklımda canlanıyor, deme." diye fısıldadı. Gözlerim kapalıyken, "Eğer ki öyle olursa, üzülme diyecektim. Olsun...bir şey olmaz diyecektim."
Kolunu hafifçe açarak geri çekildi. "Sarılabilir miyim?" diye sordu sessizce. Başımı sallamamla kollarını sıkıca bedenime sardı. "Böyle dertlerimiz varken nasıl insanları ya da cezaları takarız ki min blomma?" diye fısıldadı bedenimle bedeni yaslıyken.
Sessizce, "Min blomma, ne demek?" diye sordum. Doğuş yine, "Bana kalsın olur mu çiçeğim?" diye fısıldadı. Kaşlarım çatılırken sarılışımı sıkılaştırdım. "Ya Doğuş! Sen demek ben demek, ben demek sen demek. Biz beraberiz ve birbirimizin dillerini de bilmeliyiz!" dedim hemen. Doğuş başını hafifçe indirip yeşim gözlerime baktı. "Öyle miyiz gerçekten?" diye sordu yumuşak bir sesle. Başımı hafifçe salladım. "Tabi ki."
Başını geri kaldırmasıyla, "Eve gider gitmez onu araştıracağım. Google amca cevap verir bana. Nasıl yazılıyor o?" Minbluma diye mi?" diye sormama karşılık başını salladığını hissettim. "Söylemem. Sende araştırma. Bana kalsın dedim ya." diye fısıldadı.
Aklıma gelen fikirle başımı kaldırıp aceleyle yüzüne baktım. "Ya aslında İsveççe küfür öğrensek ortamda kimse bilmeden söyleriz sinirlenince, çok havalı oluruz ha!" dedim heyecanla. Doğuş ilk kez bir esprime dişlerini göstererek güldü ve hemen ardından kollarını sıkı sıkı bana sardı.
"Gerçi sen küfretmezsin ama senin yerine de ben ederim artık..." diye mırıldandım sessizce. Eli saçlarımda dolaşıyor, usulca saçlarımı okşuyordu. "Bundan sonra yanımdan ayrılma. Benim için canlı bomba gibisin. Seni bir türlü psikoloğa da götüremedim zaten. Hiç fırsatımız olmadı." dedi ifadesiz bir sesle.
"Zaten öleceğim boş ver, psikologları boşuna zengin etmeyelim." dedim şakayla karışık bir sesle. Ciddi bakışını üzerimde hissetmemle başımı kaldırıp ona baktım. "Şaka yaptım." dedim yumuşatmak için gülümseyerek. "Hiç komik bir şaka değildi." Bencede.
"Hastaneye dönelim mi? Henüz tam olarak dinlenmedin. Ayrıca çok enerji harcadın, çok duygu yaşadın, gidelim de tekrar bir kontrol yapayım." Sırıtarak başımı salladım. "Peki doktor bey. Sizi dinliyorum ve kendimi size bırakıyorum. Bütün kontrollerinizi, muayeneleriniz yapabilirsiniz." Yüzünde bir tebessüm oluştu. "Sonunda." diye mırıldanarak eliyle elime uzandı.
Bizi arabasına doğru ilerlettiği sırada hızlı bir şekilde otoparka giriş yapan siyah bir BMW tam önümüzde durdu. Doğuş kaşlarını çatarak beni çarpmaması için geri çekerken arabanın kapıları açıldı. İki adam çıktılar ve bakışlarını Doğuş'tan çekmeden karşımıza kadar geldiler.
Bakışlarım Doğuş'un suratına kaydı. Fazlasıyla ciddileşmişti ve o nadir gördüğüm, bana karşı olmayan ciddiyetlerindendi. Siyah takım elbiseli adamlardan biri başını Doğuş'a karşı selamlar gibi salladı. "Aa! Doğuş yoksa mafyaydın ve bunu benden saklıyor muydun?" diye fısıldadım Doğuş'a doğru ama bu pek tınlamamıştı.
Adamlardan biri Doğuş'a, "Seni almaya geldik Doğuş abi. Ma seninle çok kısa bir toplantı yapmayı arzuluyoruz." dedi Adana ağzıyla. Gözlerim irileşirken şaşkınlıkla adamlara ve Doğuş'a baktım. Doğuş derin bir nefes aldı. "Öncelikle şu samimiyet cümlelerini kaldıralım." dedi Doğuş öfkeyle ama sakince.
Diğeri konuştu. "Babanın seninle konuşacakları var..." İri gözlerimle Doğuş'a döndüm. "Senin baban ölmedi mi?" diye sordum şaşkınlıkla. Doğuş hafifçe bana döndü. "Hitap şekilleri öyle." diye fısıldadı ciddiyetle. "He...şu mafyatik dizilerdeki gibi." diye mırıldandığımda Doğuş'un, "Mafya değiller." dediğini duydum.
Adamlar öksürdüler. Bakışlarımız onlara çevrildi. Doğuş net bir sesle, "Gelmeyeceğim. Daha ne kadar reddetmeliyim?" diye sordu ciddiyetle. Biri uzun boylu, biri ise orta boylu olan adamlar başlarını iki yana salladı. "Rica ediyoruz. Ayrıca lütfen bu sefer Türkçe olsun."
Doğuş bakışlarını bende gezdirdi. "Sen geri git çiçeğim, Doktor arkadaşlarımız seni hastaneye bırakır bende gelirim birazd-" diyordu ki adam sözünü kesti. "Yok yok karınız da gelsin biz onu her türlü alacaktık zaten. Uğraştırmış olmayın şimdi bizi."
Doğuş bir anda derince çatılan kaşlarıyla adama döndüm. "Ne diyorsun ya sen? Ne alması? O hasta, hastaneye gidecek!" dedi öfkeyle. Öfkeye rağmen sakin kaldılar. "Biz anlamayız. Emir kuluyuz." Doğuş'un verdiği öfkeli nefesi duydum. "Başlarım emir kuluna! Öyle bir şey olmayacak!"
Kaşlarım çatılırken ne olduğunu anlamaya çalıştım. "Zorluk çıkarmak istemezsiniz bence. Sadece bir konuşma. Gelin lütfen." dedi iki adana ağzıyla konuşan adamlardan biri. Bakışlarımı Doğuş'a çevirdim. "Bir gidelim konuş istersen?" dedim sakince. Doğuş'un bakışları hemen bana döndü. "Olmaz çiçeğim. Ben onlarla bunca zaman yeterince konuştum." dedi bana karşı yumuşattığı sesiyle.
Kapı sesiyle başlarımız çevrildi. Arka kapıları açmış bekliyorlardı. "Hadi ama. Doğuş abi sen bizim ne kadar inatçı olduğumuzu bilirsin. Konuşacağız dedik mi gelmeyi reddetseniz bile illa size uygun olan bir yerde konuşuruz. Bence binmelisiniz." dedi Adana ağzıyla, uzun boylu olan.
Doğuş sadece onlara bakarken Doğuş'a döndüm. "Gidelim istersen? Sadece konuşmak içinmiş? Bunlar rahat bırakmaz gibi yoksa?" dememle sadece başını salladı. "Peki. Zaten biliyorum onları. Onlarla şimdi konuşmasam konuşmak için evime bile girerler ve girmiş insanlar."
Şaşkınlıkla gözlerim irileşti. "Gerçekten mi?" Başını onaylarcasına salladı. "Maalesef." Bakışlarımı önüme çektiğimde bizi hala beklediklerini gördüm. Doğuş elimden tuttuğunda arabaya ilerlemeye başladık. Doğuş iki açık kapıyı kullanmak yerine sadece bir kapıyı kullanıp ikimizi bir kapıdan arabanın arka yolcu koltuklarına geçirtti. Kapılar kapandı ve adamlar da ön tarafa yerleşti.
Başımı hafifçe Doğuş'a çevirdim. "Bunlar kim peki?" diye fısıldadım. Doğuş bana bakmadan cevap verdi. "Hastanelerine geçmemi isteyen insanlar." dedi umursamazca. Bu cümlesiyle öndeki Adana ağzıyla konuşan adamlar Doğuş'a çok kısa bakış attı.
Doğuş onları da umursamadan kolunu bana sardı. "Oradan hemen çıkalım, seni hastaneye götüreceğim." diye fısıldamasıyla başımı hafifçe salladım. "Kar'ı özledim." diye mırıldandım. Üzerimde hala hasta kıyafeti bulunuyordu. Doğuş hasta kıyafetinin açıkta bıraktığı kısımdan kolumu, muayene eder gibi iki parmağının sırtıyla okşadı.
Yol boyunca daha kimse konuşmadı. Onların Doğuş'la içten içe ne konuşacağını merak etsem de Doğuş'un sıkıntılı halleri kaşlarımı çattırıyordu. Büyük bir malikânenin demir kapılarının önüne kadar gelmiştik. Ben etraf dikkatle inceliyorken Doğuş ise dümdüz ileri bakıyordu.
Etraf oldukça kararmıştı. Kapılar iki koruma tarafından açılınca araç içeriye girdi. yavaşladı ve durdu. Adamlardan biri inip kapımızı açınca önce Doğuş indi, ardından beni indirmek için elini bana uzattı. Elini tutarak arabadan indim. Üzerimde hala halsizlik vardı. Doğuş'un, "Yoğun bakımdan yeni çıktın, şu haline bak...ne işin var ki burada senin." diye söylendi. Sesi kısıktı ve daha çok bana değil kendine söylenir gibiydi.
Bir korumayla beraber malikâneye doğru ilerletilmeye başladık. İlerliyorduk ki gördüğümüz bir yüz bizi durdurdu. Daha doğrusu korumalar bizi durdurdu. Tatildeki Hayrettin tam karşımızda ve bizi gördüğüne şaşırmış gibiydi. Üzerinde yine çiçekli, turunculu bir gömlek vardı. "Vay vay! Kimleri görüyorum! Dedeme bak sen, adama bir isim verip tatildeki olayı anlattım, hemen bulup getirmiş!" dedi heyecanla.
Kaşlarım derince çatılırken, "Bedrettin?" diye mırıldandım şaşkınlıkla. "Hayrettin." diye düzeltti pezevenk gömlekli. Ne yani bizi bunun için mi getirmişlerdi?
Hayrettin korumaya kafasıyla bir yeri işaret etti. "Çek bakayım oraya." Koruma hemen, "Ama-" diye ısrar edecekti ki Hayrettin kaşlarını çatarak, "Kovulmak mı istiyorsun? Sana denileni yap hemen! Zaten yenisin!" deyince itiraz etmeden bizi yardıma gelen birkaç koruma eşliğinde müştemilata benzeyen bir yere ilerletmeye başladı. Doğuş çatık kaşlarla korumalara döndü. "Bırak! Nereye götürüyorsunuz?" diye bağırdı sinirle. "Layık olduğun yere şekerim." diye cevap verdi Hayrettin peşimizden.
İçeri sokulduğumuzda Hayrettin ve beş koruması içeri girdi. Kapıyı kapatınca onlara döndük. "Ne yapıyorsun cidden? Havan sönmemiş miydi senin?" diye söylendim alayla. Hayrettin bana umursamaz bir bakış atıp başıyla köşeyi işaret etti. "Kadın köşede kalsın onunla işimiz yok. Doğuş beyle de konuşalım. "
Kaşlarım çatılırken, "Ne konuşması? Ne konuşacaksan benimle konuş! Karı diyordun tabi sen! Öğrenmişsin kadın demeyi! Mağara adamı!" diye atlayınca Hayrettin ve korumaları gülmüştü. Korumalara beni köşeye çektiklerinde geri kalkmaya çalıştığım için beni bir korumanın itmesiyle yere düştüm. "Dokunma!" Doğuş'un öfkeli yüksek sesiyle beni iten koruma irkildi.
Doğuş yanıma geliyordu ki beş koruma bu sefer onu engellediler. Doğuş kaşlarını çatarak tek tek hepsine öfkeyle baktı. "Bırak!" dedi on koldan kurtulmaya çalışırken. O on kol Doğuş'u tutmak zorlanıyordu. Hayrettin alaylı bir kahkaha attı. "Ben seni geçen gün uyarmıştım. Beni tanımıyorsun demiştim..."
Yerde ellerim tozlanırken düşüşümle beraber beynimde yankılanan seslere karşı yüzümü buruşturdum. Kalbimde bir sıkılaşma hissettim an gözlerim irileşti. Elim kalbimi bulurken elimle sakinleştirmek ister gibi elimi kalbime bastırarak başımı kaldırıp Doğuş'a baktım. Durmuştu ve korumalardan Hayrettin emriyle yumruk yemişti. "Doğuş!" dedim kalbimdeki sıkılaşmanın bir anda arttığını hissederken.
Doğuş'un bakışları beni bulunca durdu. Adamlar inatla onu hala tutuyordu. Vurmuyorlardı fakat sıkı sıkı tutuyorlardı. Doğuş patladığı için kanayan kaşıyla bana baktı. Dudağını görmemle içimde acı hissettim. Nefes almaya çalıştım. Doğuş sıkıntıyı fark ederek yanıma gelmeye çalıştı ama on kol onu sıkı sıkı tutmaya devam ettiği için gelemedi. Nefes alamadım. Tekrar nefes almaya çalıştım fakat tekrar tekrar nefes alamadım.
Doğuş bağırdı. "Bırak, fenalaşıyor bırak! Hasta o!" dedi korumaların kollarından kurtulmaya çalışırken. Doğuş bir yandan bana düğmeleri işaret etti. Hasta kıyafetinin yaka kısmındaki üç düğmesini de açtım. Dışarı çıkıp nefes alabilmek için kalmaya çalıştığımda tekrar itilerek yere düştüm. "Bırak! İtme seni bitiririm! Andım olur seni öldürürüm!" diye bağırdı ben iten korumaya karşı.
Adam bir adım gerilerken elimi yere bastırarak sıkışan göğsümle beraber nefes almaya çalıştım. "Manolya!" Doğuş'un sesiydi. "Bırakın onu hava alsın kötüleşiyor!" dediğini duydum. Üzerime ağırlık çökerken gözlerimi kapatarak kendime gelmeye çalıştım. Her ne kadar kendime gelmeye çalışsam da fenalaşacağımın ve bunun hastalığımın bir atağı olduğunun farkındaydım.
Bedenim geri doğru yaslanmaya çalışırken inatla kendimi toparlamaya çalıştım. "Bak çocuk, onu bırakmazsan nefesin kesilene kadar seni boğarım ve ben boş tehdit yapmam, emin ol!" diye bağırışını duydum. Bağırışı beynimde yankılanırken acı hissettim, ağrılı bir acı vardı vücudumda. Sıkışmalar daha çok devam ederken bu acılar, etkiler bütün algılarımı yok etmiş gibiydi. Sırtım yere yaslanmış yerde uzanır gibi hasta kıyafetlerimle öylece dururken sesleri artık işitemiyordum. Gözlerime ağırlık çökerken bunun kesinlikle bir atak olduğunu anladım.
DOĞUŞ ÇEKİCİ
Bağırışlarım müştemilatı inletti. Yerde yatan Manolya'dan bakışlarımı çekmeden on koldan, içimdeki duyguların gücüyle beraber bir anda kurtulmayı başardım. Hemen yanına eğilip onu kucağıma çektim. Aceleyle kulağımı kalbine dayadım. Kalp atışlarını duymamla bir nefes vererek diğer kolunu da bacaklarının altından geçirip onu kaldırdı. "Yanındayım min blomma...bekle kızım." diye fısıldamıştım sessizce.
Herkes şaşkınca Manolya'ya bakarken kapıya yönlendiğim an korumalara dönüp, "Açın kapıyı!" diye bağırdım. Bağırışımla irkilen korumalar hemen kapıyı açtılar. Hayrettin şaşkınlıkla kollarım arasındaki Manolya'ya bakıyordu. Sadece kendi için ona bir şey olmasından korkuyordu.
Hava alması için Manolya'yı yere yatırmamla kendim de yere çöktüm. Yüzüne düşen saçlarını özenle düzelttim. Adım sesleri duyuldu etrafta. "Doğuş? N'oluyor oğlum?" Doğuş başını ses çevirdi. Dedesi, teyzeleri, enişteleri seslere toplandıklarını ve şaşkınlıkla gördüğü görüntüye baktıklarını gördüm. Bunu umursamadan bakışlarımı, hemen başını ilk fark ettiğim kişiye, Yılmaz Akaban'a çevirdim. "Ambulansı arayın ya da kapıları açıp arabanızı bana verin!"
Yılmaz Akaban sadece Doğuş'a baktı. "Konuşacaklarımızı konuşalım hele. Kıza ne oldu?" Doğuş onun cümlelerini umursamadan Manolya'ya dönüp sadece onunla ilgilendi.
Korumalarından ne olduğumu öğrenen Yılmaz Akaban, Hayrettin'in karşısına geçti. "Ulan aptal! Sana mı getirttik biz onları! Abin sayılır o, abin, utanmaz! Nasıl vurdurtursun ona!" Hayrettin'in yanağına atılan tokadın sesi bana kadar duyulmuştu. "O korumaların hepsini kovdurtayım da gör sen! Adamla konuşmak için çağırdık biz geri zekalı!" bir tokat daha suratına inmişti.
Konuşmalar vardı. Her biri bir çiçeğin ismini taşıyan teyzelerim aralarında bana bakarak konuştuklarını hissediyordum. Kimseyi umursamadan Manolya'yla ilgilenmeye devam ederken Yılmaz Akaban'ın sesini duydum. "Doğuş...."
Kucağımdaki Manolya'yla beraber başımı kaldırıp ona baktığımda tekrar konuştu. "Konuşmak istediğim şeyler var." Kaşlarımı çatarak, öfkeyle kucağımdaki Manolya'yı işaret ettim. "Jag kommer inte att säga ett ord till dig medan han är i det här tillståndet!"
Yaşlı adamın yanındaki, benim için tutulan tercüman ifadesizce cümlelerimi tercüme etti. "O bu haldeyken sizinle tek kelime etmeyeceğini söylüyor."
Dedesi ellerini arkasında bağladı. "Eğer konuşmazsan daha da bu halde kalmaya devam eder." Bu cümleyle ona ölümcül bir bakış attım. Manolya şu an bilinçsizdi ve hastalığı yine tetiklenmişti. O bu haldeyken kalbim ağrıyordu. Canım ondan daha çok yanıyordu resmen.
Başımı hızlıca iki yana salladım. "Jag har inga ord att prata med dig. Hur många gånger måste jag avvisa dig?" Nefretle dudaklarım arasından çıkan sözleri tercüman tekrar çevirdi. "Seninle konuşacak bir şeyi olmadığını, daha kaç kez reddedeceğini soruyor."
Adana ağzıyla konuşan yaşlı adam tekrar konuştu. "Eğer konuşmazsa...Eğer istediğimi kabul etmezsen buradan çıkamazsın. Ayrıca o kızı da seni de elbet bulurum Doğuş Akaban. Bizim hastanede çalışacaksın ve bizim ailemize yakın olacaksın. Bizim kanımızdansan böyle olacak." dedi soy adını bastıra bastıra.
Sözleriyle beraber içime dolan öfkeyle beraber, kollarımdaki Manolya'yı yavaşça ve dikkatle yere bıraktım. Şu an durumuna elimden gelen pek bir şey yoktu. Bu beni çıldırtırken elimden geleni oluşturmak için şu kapıları açtırmam gerekiyordu.
Sert adımlarla Yılmaz Akaban'ın karşısında geçtim. "Sen nasıl bir insansın! Bana Akaban diyemezsin! Ben Çekici'yim! Ben İsveçliyim! Benim dilim İsveççe! Ben İsveç'te geçirdim çocukluğumu! Ben İsveçli Erik'in oğluyum! Senin annemi reddetme sebeplerinin hepsini has olarak taşıyorum üzerimde!" diye bağırmamla etrafta bir sessizlik oluştu.
O afallarken aynı zamanda yutkunmuştu da. Demin farkında olmadan Türkçe konuşmuştum ama şu an farkında olarak ilk kez Türkçe konuşuyordum. İsveççe onu rahatsız ediyordu. Ben küçükken bile o dilden rahatsız oluyordu, sırf kendi dili olmadığı için. Ve şu an ağzımdan ilk kez kendi dilinden cümleleri duyuyordu.
"Senin yüzünden annem öldü benim! Sen onun psikolojisini bozdun! Gözlerim önünde ikisi de öldü! Annem gözlerimin önünde atladı! Ben o gün doktor olmaya karar verdim, annemde yaptığım kalp masajıyla onu kurtaramadım diye!" Kendimi tutuyordum. Konuşurken duygulanmak değil, öfkelenmek, dimdik kalmam lazımdı. Artık alıştığım için kendimi tutmak zor değildi.
"O gün o cenaze evine sende gelmiştin! Mutfakta, çocuk Türkçe bile bilmiyor diyordun! Nesine bakayım bu ecnebi oğlanın, diyordun teyzeme! Ben o yaşımda annemden Türkçeyi anlıyor fakat ana dilim olarak İsveççe'yi kullanıyordum, çünkü Türkçe konuşamıyordum. Şimdi bana neyin konuşmasından bahsediyorsun?" diye bağırdım nefretle. O oğlan büyümüş ve dedesiyle yüzleşiyordu.
Tekrar kendimi işaret ettim. "Ben buyum! Ben neden seninle hiç Türkçe konuşmuyorum sanıyorsun? Sen sadece ailemin ölümünde parmağı olan bir insansın benim için! Artı olarak sadece kan bağımın olduğu dedem..." dedim sakinleşmekte olan sesimle.
Yılmaz Akaban'ın bakışlarına hüzün ve pişmanlık düşerken bir kez daha yutkundu. Elimle yerde yatan çiçeğimi işaret ettim. "Manolya çiçeğimden uzak dur. Adını ağzına alırsan hiçbirinizi tanımam." dedim bastıra bastıra.
Hiçbir şeyi, hiçbir bakışı umursamadan geri dönüp çiçeğimi kollarıma alarak kaldırdım. Onu direkt hastaneye götürecektim. Hızlı adımlarla kapıya yöneldiğim sırada korumalar önüme çıktı. "Kapıyı açmadan önce...hastanemizde çalışacak mısın Doğuş? Eğer kabul etmezsen gerçekten çirkinleşirim ve kimseyi tanımamak zorunda kalırsın. O kadını öldürürüm. İnan acımam." dedi acımasızlaşan sesiyle. Yılmaz Akaban yine şaşırtmıyordu. Ondan iyi insan olmazdı.
Omzum üstünden ona döndüm. "Manolya'nın tedavisi bitince. Onun hastalığını Yaşam hastanesinde bulacağım." dedim ciddiyetime bürünerek. Yılmaz Akaban başını salladı. "Belgeye gerek yok. Caydığın an bulurum kucağındakini." Doğuş ona çok farklı bir öfkeyle nefretin bulunduğu bakış attı. "Onun adını ağzına bile almayacaksın, tekrar söylüyorum..." Yılmaz, ciddiyetle başını onaylarcasına salladı.
Sırtımı dönüp geldiğimiz arabanın şoför kapısını açtım. Arabadaki şoför şaşkınca bana bakarken başımla dışarıyı işaret ettim. "İn! Sonra alırsın arabanı." dememle bakışlarını Yılmaz'a çevirdi. "İner misin şu arabadan?!" Bir kere daha bağırmamla beraber irkilerek arabadan indi.
Binmeden arka kapıyı açıp kucağımdaki Manolya'yı arkaya bıraktım. Kapıyı kapattıktan sonra sürücü koltuğuna binmeden hızlı adımlarla beni izleyen, kan bağımın olduğu insanlara doğru yürümeye başladım.
Hızlı adımlarımı onlara doğru atarken bazılarının kaşları çatılmıştı. İnsanlar merakla bana bakarken bakışlarımı karşısına yetiştiğim Hayrettin'den çekmeden boğazından tutup arkasındaki demirliklere yaslayıp nefessiz bırakmayı amaçlayarak boğmaya başladım.
Hayrettin şokla yerinden fırlayacak gibi duran gözleriyle öfkeden ateş saçan, sevgilimin Zeytin yeşili dediği gözlerime baktı. "Seni boğayım da, gör sen, nefessiz kalmak nasıl bir duyguymuş!"
Adamları buraya koşarken bir yandan sesleri de kulağıma ilişiyordu. "Ma...bırak yavrum, bırak yapma!" diyordu eniştelerinden biri. Önemi olmayan insanları takmadan inatla boğazını daha da sıktı. Hayrettin'in ağzı aralandı. Nefes alamıyor ve onun boğazını saran elimden kurtulmaya çalışıyordu. Şimdi o, on kol beni tutamıyordu.
"Oğlum bırak yapmaz bir daha, bırak!" teyzelerinin sesi. Bu cümle daha da sıkmama sebep oldu. Bir daha zaten yapamayacaktı!
"Bekle süre dolsun..." diye fısıldadım sessizce. Tahmini bayılma süresini beklerken boğazını o anı hatırlayarak daha da öfkeyle sıkmaya devam ettim. Hayrettin sıkı sıkı kapattığı gözleriyle boğazını sıkan elimden kurtulmayı başaramadı.
Gözlerinin sıkılığı azalırken bilincinin kaybolduğunu hissetmemle elini boynundan çektim. Boynunda parmaklarımın izleri oldukça bariz bir şekilde görünürken Hayrettin'in yere süzülürken bedenine baktım.
Ardından şaşkınlıkla onu izleyen Yılmaz Akaban'a döndüm. "Şu torununu büyüt! Para verip büyütemezsin onu! Yoksa bir dahakine karşısındaki benim gibi, bir tedaviyi bulmak için doktorluğunu yakmak istemeyen biri olmayabilir..."
Ardından hiçbirinin bakışlarını ya da sözlerini umursamadan geri ilerleyip arabanın sürücü koltuğuna yerleştim. Arabayı çalıştırdıktan sonra, bana bakanların eşliğinde arabayı geri ilerletip Açılmış olan demirliklerden geri doğru uzaklaşıp malikânenin sınırlarından çıktım.
Bakışlarım çiçeğimde dolanırken cebimde, açık olan telefonumu aldım ve ses kaydını kapattım. Yılmaz Akaban'ın açık açık ölüm tehdidini kayda almış, zamanı gelince bunu ve artı olarak elinde belgeli bir şekilde bulunan birkaç yasadışı işini kullanacaktım.
Arabayı hızlandırdım ve bir an önce hastaneye gitmeyi hedefledim. Saçma akrabalık bağlarım yüzünden Manolya şu an bu haldeydi. Eğer hastanede olsalardı şu an daha güvenli olacaktı onun için.
Bunları düşüne düşüne yoluma devam ettim.
🌺
İlaçları da yazdıktan sonra kağıdı doktor önlüğümün cebine atarak temiz bir bez, sargı bezi ve merhem alıp onun yatağına ilerledi. Yoğun bakımda birkaç hasta daha vardı. Bazıları derin bir uykuda, bazıları ise normal uyku seyrindeydi.
Çektiğim sandalyeye sessizce oturdum. Bakışlarım koluna indi. Elimi uzatıp yavaşça elini kavrayarak kaldırdım. Düşerken dirseğinde oluşan yaraya her zamanki bakışlarımla baktım ama içten içe o yaraya benim canım acıdı.
Önce yarayı nazikçe temizledim. Ardından merhemi özenle sürdüm. Bilinçsiz olduğu, acı hissetmeyeceğini bildiğim halde acıtmaya çalıştım.
Kolunu yavaşça serbest bıraktım. Elim bu sefer saçlarına uzandı. Saçlarını sevgiyle okşarken fısıldadım. "Uyurken seni rahatsız etmemek için her şeyi yaparım ama uyuma be çiçeğim. Artık sen uyuma. Çünkü sen uyuyunca, ben uyuyamıyorum." Narin bir Manolya çiçeğin dokunur gibi ona dokunarak saçlarını okşamaya devam ettim. "Herkes uyusun ama sen uyuma."
Yoğun bakımın açılan kapısıyla elimi saçlarından çekerek bakışlarını yoğun bakımın otomatik kapısına çevirdim. Ciddi bakışlı bir adet Fatih duruyordu. Başıyla dışarıyı işaret etti. Manolya'ya son bir bakış atarak yerimden kalkıp yanına ilerledim.
Ben yaklaşırken, "Kontrollerini yaptın mı?" diye sordu sakince. "Evet." dedim sadece. Kapıdan çıkmamızla bizi direkt kendi odasına çıkardı. Çıkana kadar ne ben sordum, ne o beni neden çağırdığından bahsetti.
Odasına çıkmamızla kapıyı kapatıp anında çatılan kaşlarıyla bana döndü. "Neydi o? Tamam ben sizden bir şeyler sezdim...güldüm geçtim ama tek kaldığımızda bunun konuşmasını yapmayı da bekledim. Sizi sadece takılıyor sandım ilk. Ama sen baya baya onla gönül ilişkisi yaşadığını söyledin?" deyişiyle asla değişmeyen ifademle ona bakmaya devam ettim. "Beni tam tanıyor olsaydın bir kadınla, Manolya'yla, bir hastamla takılacağımı düşünmezdin." ağzımdan çıkan kelimeler sadece buna yönelik oldu.
Fatih kaşlarını daha da çatıp turuncu kıvırcık saçlarını karıştırdı. "Bak Doğuş...biz seninle dertleştik ya hani, ben sana sordum, sende aşık değilim dedin! Yalan mıydı lan! Yalanı geçtim bana yalan söyleyeceksen söyle ama sen o günden, o akşamdan, o sözlerden sonra nasıl o kızla sevgili oldun?" dedi öfkeyle sesini yükseltmemeye çalışırken.
Ona ciddi ciddi, "Hissettim. Aşık olduğumu ve ona karşı çıkamadığımı fark ettim. Bu aşkın engel olan halinin ikimize de zarar verdiğini fark ettim ve onu öptüm. Öpüştük. Böyle olduk." demiştim.
Fatih bana hayretle bakarak başını iki yana salladı. "Bu kız sana aşık değil dedim! Bu kız Doğuş'a değil, doktora aşık dedim! Doktorun ilgisine aşık dedim! Yalnız bu kız, hayatı boyunca yalnız dedim! Yalnızlık psikolojisi dedim! Sana aşık değil dedim! Sen bunlara rağmen gittin o kızla sevgili mi oldun?"
Bu sözler bana şu anda hiçbir etki etmemişti. Bu sözlere kendimi çoktan alıştırmıştım. Bu sözleri geç, bu sözlerin gerçek olma ihtimaline bile hazırdım.
"Evet..." Verdiğim cevap Fatih'i afallattı. "Evet, mi? Şaka mısın Doğuş? Manolya'yı bende severim! Onun için bende zamanında ağladım! Manolya kardeşim gibidir! Ama ben şu an onun açısından da bakıyorum." dedi kendini anlatmak ister gibi.
"Fatih bu olay seni ilgilendirmesin. Ben nasıl Esma'yla bir köşelerde fingirdemenizle ilgilenmiyorsam, bu da seni ilgilendirmesin. Arkadaşımsın ama sınırlarını bilmelisin. Bu olay seni aşar. Bu benle Manolya arasında. Ben ve sevgilimin arasında bir olay."
Fatih bıkkın bir nefes verdi ve masasında bulunan kağıtları alıp elime tutuşturdu. "Al oku! Psikoloğa sordum. Biraz anlattım ve o da kesin bir şeyin olmadığını fakat böyle bir şeyin mümkün olabileceğini söyledi! Orada da o işte, Manolya'nın yaşadığı o psikoloji falan yazıyor!"
Başımı elime tutuşturulan kağıtlara indirip okumaya başladım. Yazıları dümdüz ifade ile okurken Fatih'in sesli nefeslerini duyuyordum. Yazan her bir satır bir yanıma zerre etki etmiyorken, belki de gerçekten içimdeki Doğuş'a aşıktır diyen yanıma da öldürücü darbeler uyguluyordu.
Kağıtları cevabımı alacak kadar okuduktan sonra masasına doğru attım. Fatih odada attığı voltalardan sonra bana döndü. "Anlamıyorum neden inanmıyorsun? Bazen her şey aşk değildir! Her his, her yakınlık aşk değildir bazen..."
Derin bir nefes alırken bakışlarım yerde kilitlendi. "Bunları biliyorum Fatih. Umurum da değil. Nasıl seviyorsa, neyimi seviyorsa sevsin. Bende o yanımla giderim ona. Ben yine de onu her türlü severim." dedim net bir sesle.
Fatih bana umutsuz bir vakaymışım gibi bakış attı. "Peki ya o Manolya? Kız belki tedavisi bulunur ve olur da tedavisi biterse, bir psikoloğa giderek kendine çeki düzen verebilir. Doğru aşkı bulabilir. Daha doğrusu gerçek aşkı bulabilir...Normal mi oğlum? Duyduk, kız yaş farkına karşıymış. Bu kafasıyla gidecek, arasında neredeyse on yaş olan adama mı aşık olacak? Üstelik doktoruna mı o gözle bakacak? Bencil misin oğlum sen?" demesi bunca cümleleri arasından en yaralayıcı olanı olmuştu. Çünkü ben hiç bu yandan düşünmemiştim.
Ben suspus dururken Fatih'in sessiz cümlesini duydum. "Senle böyle bir konuşma yapacağımı asla düşünmezdim, Doğuş."
Boğazımı kısıkça temizledim ve başımı kaldırıp Fatih'in ikisi birbirinden farklı olan gözlerine baktım. "Bencilim Fatih..." Elimle aşağı katı, yoğun bakım katını işaret ettim. "Ben o kadınsız yaşayamam! Ve yine bu yüzden onun tedavisini de bulurum! Onunla sevgili de olurum! Onu kimseyle paylaşmam da! Ben çünkü bencilim!" Sesim hiddetlenirken asla durmadan tekrar konuştum. "Ben onun tedavisini bulup yaşatmak için kendi canımı bile veririm! Çünkü ben onsuz yaşayamam ama o bensiz yaşar! Kendimi feda etmeyi bile isterim bunun için! Benden başka kimseye de aşık olmasına izin vermem! İlgime de olsa bir şey hissettiyse bırakmam onu!"
Fatih başını tekrar ağır ağır iki yana salladı. "O zaman söyleyecek sözüm yok kardeşim. Yolun açık olsun." dedi koluma iki kez destek verir gibi vurarak. "Yandım dimi Fatih, ben?" Fatih başını katılır gibi salladı. "Yanmışsın sen kardeşim. Yanmayı geç yangını oluşturuyorsun direkt."
Fatih'e ciddiyetle bakmamla derin bir nefes aldı. "Umarım bu bencilliğinden iyi faydalanır. Umarım iyi dokunur ona bu bencilliğin." dedi Fatih sakince. Bakışlarıma ilk kez burukluk düştü. "Onun için hiçbir şeyi tanımam Fatih. Kendimi bile. Onun acısını çekmemek için yok olmayı yeğlerim. Onu kimseyle paylaşmak istemem, bütün arkadaşı ben olayım, tek eğlencesi, tek sevgisi ben olayım isterim. Bana gülümsesin, bana kahkaha atsın, onu sadece ben kurtarayım, tek doktoru ben olayım isterim. Bu bencillik mi Fatih?"
Fatih burukça gülümsedi. "Bencillik Doğuş. Çünkü ben Esma'nın etrafında birileri olsun, onu her şey güldürebilsin, her anlamda mutlu olsun isterim."
Yutkunurken omuz silktim. "Olsun, ben böyle seviyorum ve o benim sevgimi seviyor bence." Fatih bana doğru bir adım atarak kolumdaki elini omzuma çıkardı. Omzumu hafifçe sıkarken konuştu. "Günün birinde eğer ki yalnız hisseden kadın olmazsa, etrafında gerçekten onu tanıyan, hayatında olduğunu hissettiği insanlar dolu dolu olursa bu sevgi onu çok sıkar. Senin sevgini sevmez. Sıkıcı gelirsin ona ve gün çatar senden ayrılmak istediğini söyler."
Başımı hemen iki yana salladım. "Yapmaz...yapmaz. Manolya'nın bütün yalnızlık hissini ben zaten yok ediyorum. Ben onun herkesiyim, o da benim herkesim. Biz birbirimize yetiyoruz. Tek amacımız hayallerimiz. İsveç'e gideceğiz beraber. Dünyaca ünlü yazar olacak o." dedim kendimi ve onu ikna etmeye çalışır gibi bir sesle.
Fatih bir kere daha gülümsedi. "Sesindeki o fark etmediğin endişe bile belli ediyor her şeyi." demesiyle kaşlarım çatılırken omzumdaki elini çektim. "Manolya her türlü kabulüm. Her türlü sevgilim. Her türlü hayatımı adayacağım kadın."
Fatih başını salladıktan sonra başıyla kapıyı işaret etti. "Toplantı vardı. Gel gidelim hadi. Geç kaldık muhtemelen." Derin bir nefes alarak şu anın etkisinden çıkmaya çalışırken başımı sallayarak Fatih'le beraber kapıya ilerledim.
Koridorda ilerlerken hayat hala devam ediyordu. Çeşitli görevde, hasta ya da hasta yakını olan insanlar geçip gidiyor, orada burada bekliyor, gülüşüp eğlenenler, ciddiyetle bekleyenler var, yüzü gülen personeller var ya da yine ciddi personeller var...
Asansöre bindik. Fatih tuşa basarken sırtımı asansörün duvarıyla buruşturdum. Beynimi rahatlatıp şu düşüncelerin beynimi ele geçirmesinden uzaklaşmalıydım. Toplantı vardı ve berraklaştırdığım aklımla toplantıya odaklanmalıydım. O an olsun bunu yapmalıydım.
Ne ara o kadar katı çıktığını bilmediğim asansörden önce Fatih, ardından ben çıkıp toplantı salonuna ilerledik. Fatih'in üzerinde doktor önlüğü, benimse üzerimde sadece aynı kıyafetlerim bulunuyordu. Üzerime hafifçe çeki düzen verdikten sonra Fatih'in ardından toplantı odasına girdim. Büyük toplantı odasında herkes koltuklarına yerleşmiş, Kenan başhekimde baş köşeye geçmişti. Fatih'le beraber yan yana yerleşirken sonra sessizliğini koruyan Kenan başhekime döndük.
Kenan başhekim bize kınar gibi bir bakış atarak yavaşça sandalyesinden kalktı. Projeksiyonun önüne geçip her toplantıda yaptığı gibi volta atarken söze girdi. "Şimdi öyle özenli ya da planlı bir toplantı olmayacak...çünkü zaten acil düzenlenen bir toplantı. Herkesin merakı olacağını düşündüğüm için düzenlediğim bir toplantı."
Ellerimi masada birleştirerek berraklaştırdığım aklımla profesyonelliğime bürünerek ifadesizliğimle Kenan başhekime döndüm. Bakışları çok kısa bana dokunduktan sonra diğer doktorlarda gezindi. "Öncelikle hastanemiz için çok güzel bir olay ve aynı zamanda kötü olan bir olay oluştu geçen gün..."
Bakışları bu sefer tamamen bana dokundu ve çekmedi. "Hastanemizin Uzman doktorlarından Doğuş Çekici, yenilikçi ödülü aldı. Zamanında bu yeniliğiyle zaten yeterince konuşuldu ve herkesin gözünde hastanenin en gözde doktoru haline geldi. Doktoru o olanlar bununla övündüler hep. Hala da övünenler çok..."
"Ama Doğuş Çekici o ödül töreninde, kürsüdeyken hastası, sayın Manolya Dinçer'le yasak bir aşk yaşadığını herkese duyurdu. Böyle bazı insanların gözünde düşerken, bazı insanların da güveninden ve Doğuş Çekici'yi gerçekten takip edip, gördüğü kadarıyla tanımasından dolayı bu olayı yargılamadı."
Boğaz temizleme sesiyle bir kişinin söze atılacağı anlaşıldı. Bakışlar Hekim Muzaffer Özdağlı'ya döndü. "Bizde şaşırdık ve bizde yargılamadık ama bunu kürsüye çıkıp marifetmiş gibi söylemesinde gerek yoktu yani."
Kaşlarım çatılmadı ya da yüzümde bir ifade oluşmadı. Ciddiyetle Muzaffer beye baktım. "Ben onun doktoru olarak da, sevgilisi olarak da bunu uygun gördüm, Muzaffer bey." Adam cümlelerle beraber gözlerini kaçırırken Arat'ın rahat ve gevşek konuşmasını duydum. "Tabi siz o işi genelde söylemeden yapardınız değil mi? Pınar hanımlar, Asu hanımlar, falanlar filanlar...hı?"
Önüme dönerken Kenan başhekim tekrar konuştu. "Neyse...bu olayın üzerini önceden komşulardı ve ilişkiyi komşuyken yaşamaya başladılar diye kapattık. Yani sanki sevgilisini hastası yapmış gibi bir görüntü oluşturduk. Kendimizi kandırmayalım. Doğuş bu hastane için fazlasıyla önemli. Ona ceza vermeyeceğim. Hastanemiz için en yenilikçi insan ve yenilikler yapmaya da devam eden bir insan."
Ufuk'un hemen söze atladı. "Nasıl ya? Ama bu haksızlık! Ceza talep ediyorum!" onun sesini duymak öfkeyle dişlerimi sıkmama sebep olurken ona bakmamaya çalıştım. "Hayır Ufuk. Hastane dışındakiler zaten bu komşuluk hikayesini biliyor. Biz ise Doğuş'la aynı çatıda çalışmış insanlarız ve onun nasıl biri olduğunu biliyoruz. Her hastasına o gözle bakmıyor ve Manolya'yla aralarındaki komşuluk ilişkisi her ne kadar etik olduğunu söylemese de bu Doğuş'un genel olarak hastasına o gözle bakmadığını da gösteriyor. Etik olmayan bir ilişki ama onu tanıdığımız için ve hastanemiz adına oldukça değerli olduğu için ceza vermeyeceğiz." dedi net bir sesle.
Başka bir taraftan daha ses geldi. "Bence de ceza almalıydı." diyordu adını bile bilmediğim beyaz önlüklü doktor. Ona dönüp çatık kaşlarımla, "Kimsiniz siz?" diye sordum. Kaşları kalkarken, "Beni mi küçümsüyorsun sen?" diye sordu hafif öfkeyle. Kaşlarım daha da çatıldı. "Hayır, sizi tanımadığım için soruyorum. Ayrıca daha muhabbetinizin bile olmadığı insana karşı samimiyetiniz varmış gibi konuşamamalısınız." Adam düzelen kaşlarıyla cevap verdi. "Peki. Ben pratisyen hekim Kerem Turgut." Başımı sallayarak önüme döndüm.
Ufuk söze girdi. "Sözlerimin hala arkasındayım." demesiyle hemen karşısında oturan Arat kalemiyle oynarken rahat bir şekilde konuştu. "Abartmayın moruk ya, hastanede ne olaylar oldu ya. Kimler gizli gizli hastalarıyla yattı, şu an Doğuş'un şapşal aşkına mı ceza verilmesini isteyeceğiz? Adam aşk sarhoşu olup, çıkıp kürsüye söylemiş işte he! Yakışıyorlardı zaten. Bence şu an tek yapacağımız Manolya'ya ve Doğuş'a büyük sabırlı bir ilişki dilemek." Arat'ın bu rahatlığı bazen gerçekten şaşırtıcı oluyordu.
Bu cümlelerinden sonra karşı karşıya oturan Ufuk ve Arat'ın arasında kısa bir bakışma oluşmuştu. Ufuk ona sitem dolu bakışlar atarken Arat sadece derin bir nefes alarak bakışlarını çekti.
Kenan başhekimin çatılan kaşlarından ona kızacağını anlamıştım. "Arat! Şu toplantılarda ciddi ol bari! Hekimsin sen kendine gel! Oturuşunu da dikleştir! Şu haline bak ya, doktor musun nesin belli değil! O üzerinde ki önlüğe saygın olsun!" Arat cümlelerle beraber kendine çeki düzen verdi. "Kalbimi kırdınız herkesin içinde. Anksiyetem vardı oysa ki...neyse devam edelim efendi bir adam olacağım."
Fatih göz ucuyla Arat'a bakış attı. "Git be! Senin mi anksiyeten vardı atma!" diye söylendi mırıldanarak.
Başka bir taraftan daha, farklı bir ses geldi. "Yargılamam ama Doğuş bey zamanında Ateş'i sırf aynı hastasına, yani şu anki sevgilisiyle dateye çıktı diye farklı bir hastaneye kadar göndermişti." dedi sakince. Çatılan kaşlarımla hemen ona döndüm. "Evet, zamanında öyle bir şey yaptım ve şu an hala bunun arasındayım. Çünkü Manolya'nın rızası yoktu ve onun tehdidi yüzünden buluşmuştu." dedim anlaşılır bir ifadeyle.
"Zaten bu konunun hukuken bir cezası yoktur, sadece etik değerler adında kurum içinde bir cezası vardır." dedi Kenan başhekim.
"Ben ceza almaması gerektiğini düşünüyorum." dedi Fersah kalın bir sesle. "Bende." diyerek ona katıldı Evren. "Bende katılırım. Sonuç olarak etik değerler bazen dışarı çıkmak zorunda olabilir. Bir çocuk gibi herkes cezası olan şeyler yapabilir...Eğer ki ilk hataya hemen ceza verirsek acımasızlaşmış oluruz ve acımasızlık bizi suçluluk duygusuna iter." Atakan'ın felsefesine tahammülsüz derin nefesler alındı.
"La Atakan?" Bayar'ın cümlesiyle Atakan ona döndü. "Sen niye boş konuşuyorsun sürekli? Senin hastaların sana nasıl dayanıyor Allah peygamber aşkına?" Atakan bu cümleye hafifçe gülerek önüne döndüğünde Bayar, "Ciddiydim yalnız." diye mırıldanmıştı.
Kenan başhekimin boğazını temizlemesiyle bakışlar ona döndü. "Başka bir konu adına...ha! Doğuş sen geçen gün stetoskoplardan şikayetçi olmuştun sanki? Esma bunu bana bildirdi. Stetoskoplarımızın kalitesiz olduğunu söylemişsin." Şimdi, ne ara dedim ki onu?
Ciddiyetimi koruyarak başımı salladım. "Maalesef. Elimde ikiye ayrıldı." Yüzler bana dönerken şaşkın kısık sesler ve Arat da dahil birkaç kişinin gülüşünü duydum. Kenan başhekimin kaşları kalktı. "Elinde ikiye ayrıldı? Stetoskop? En kalitelisi bizde olan aslında? Hem stetoskopların kopması mümkün değil?"
Arat, aceleyle çocuk gibi parmağını kaldırarak söze girdi. "Ben gördüm, Esma'nın da evinde duvarına asılıdır bence. Valla ikiye ayrılmıştı." dedi heyecanla. Sıkıntılı bir şekilde derin nefes aldığımda Bayar'ın sesi de geldi. "Adamın hası olunca öyle oluyor işte. Adanalı adam." demesiyle Arat hafifçe gülerek koluna vurdu. "Dimi kanki!" demesine karşılık Bayar ona kötü bakışlarını gönderdi.
Başka bir taraftan daha gülüş geldi. "Harbiden ya! Hayatımda öyle bir şey duymadım, nasıl yaptın Doğuş?" dedi Evren muzip bir sesle. Boğazımı temizledim. "Bence farklı bir konuya geçmeliyiz..."
MANOLYA DİNÇER
Bedenime ağırlığın geri yüklenmiş olduğunu hissetmeye başladığımda beynimin de zamanı kavradığını hissettim. Zihnimin yüklendiğini fark ederken gözüme vuran ışığı hissettim. Tanıdığım o yoğun bakım kokusunu duydum.
Gözlerimi yavaşça açtığımda beyaz tavan karşıladı görüntümü. Susuzluk hissiyle beraber yutkundum. Halsizliğim de her zamanki gibi üzerimdeydi. Cihazların sesini işitirken gözlerimi bir kere uzunca yumup geri açtım. Zihnimi zorlayarak en son ne olduğunu hatırlamaya alıştım.
Hayrettin denen adam, Doğuş'u dövdürüyordu.
Bir kere daha yutkunarak ağzımı çevreleyen oksijen maskesini aşağıya çektim. Başımı kaldırmaya çalışarak etrafı görmeye çalıştım. "Doğuş..." Hemen hemşire çağırma düğmesine bir kere bastım.
Dakikalar içinde Esma otomatik kapılardan girerek yanıma ulaştı. "Manolya?" derken bakışları kontrol eder gibi beni inceliyordu. "Doğuş nerede? Nasıl geldik buraya?" diye sordum hemen. Esma gülümseyerek yanıma yaklaştı. "Doğuş hoca şu an toplantıda. Valla kucağında sende girince yine korktuk."
Yanıma yaklaşıp sandalyeye oturdu. "Doğuş iyi yani?" diye sorduğumda başını salladı. Kalan detayları artık Doğuş'a sorardım.
"Bu sefer kaç gün uyudum?" Diye sormamın üzerine hafifçe güldü. "Gün değil sadece sabah oldu." Dedi sakince.
Bir şey demeyişimin ardından Esma bana imalı bir bakış attı. "Sevgiliymişsiniz. O neydi öyle ya...videosu hala dolanıyor." demesiyle yüzümde bir sırıtış oluştu. "Evet, ilişki içerisindeyiz." dedim. Esma elini çenesine koyarak beni izlemeye başlayınca ona göz ucuyla bakış attım. "Siz Fatih'le ne ayak? En son tripli gibiydiniz sorma fırsatım da olmadı." dedim sakince.
Esma'nın yüzü anında düşerken kötü bir şeyler olduğu anlaşıldı. "Fatih hoca ve ben mi? Ne alaka? İlgilenmiyorum kendisiyle. Hocam oluyor zaten." demesiyle kaşlarım onay almak ister gibi kalktı. "Kocan olamıyor yani?" Esma bana sinirli bir bakış atınca sustum.
"Ulan Bayar ve Gümüş bile oldu. Siz olamadınız." dememle yüzüne buruk bir gülümseme düştü. "Biz kimiz ki? Ben Fatih hocanın kaş göz yapmaktan başka bir çekim ya da adım atmadığı basit bir kadınım." dedi gerçekten dertli çıkan sesiyle.
Kaşlarım çatılırken cümlelerine öfkeli bir bakış attım. "Sen basit bir kadın falan değilsin. Sende ona kaş göz yapıyordun. Sende adım atmıyordun. Neden basit oluyorsun ki?" diye sordum hemen. Göz ucuyla bana baktı. "Bir kere o benim hocam. Ben ona nasıl adım atarım? Ayrıca fazla utanıyorum ve oda bunun farkında. Bundan keyif alması da zoruma gidiyor! Hem adım atmıyor, hem utanmam hoşuna gidiyor! O tam bir..." diyordu ki frenleyerek durdu. Heyecanla sözünü ben tamamladım. "Van havucu?"
Esma, gülmeden bakışlarını yere çekti. "Neyse boş ver. Zaten biz diye bir şey yok. Hiçbir zaman da olmadı. Ve bence kaderimiz de bağlı falan değil." diyerek oturduğu sandalyeden kalkışını izledim. Daha fazla ona bir şey demedim çünkü dediklerinde haklı olabilirdi. İsterse kendine gerçek aşkı bularak mutlu olabilirdi, Fatih'i beklemektense.
Esma gitmeden bana döndü. "Görmediğim bir sorun var mı sende? Hemşire falan çağırdın..." demesiyle başımı iki yana salladım. "Yok." dememe karşılık başını sallayarak yoğun bakımdan çıktı.
Esma'nın çıkmasının ardından saniyeler sonra kapı tekrar açılınca bakışlarım kapıya kaydı. Direkt göz göze gelmiştik Gökden Dinçer'le.
Kaşlarım derince çatılırken oturduğum yataktan destek alarak dikleşmeye çalıştım. Gökden Dinçer yüzündeki o dehşet ifadeyle yatağın baş ucuna kadar geldi. Yüzünde hem çaresiz bir baba, hem de o nefret dolu ifadesi vardı. "Kızım..." Şaşkınca ona bakarken, "Bana kızım deme." dedim.
Tamamen o çaresiz ifadesine büründü. "Ne olursun yardım et Manolya..." dedi yalvarır gibi çıkan sesiyle. Kaşlarım mümkünmüş gibi daha da çatılırken onu izlemeye devam ettim. "Çık buradan. Doğuş seni tanımıyor, gelirse seni görmesin!" dememle yüzünde alayı bir gülümseme oluştu. "O adam mı beni bilmiyor? O takıntılı doktorun senin yüzünden benim kolumu yaktı." demesiyle afalladım. Neden bahsediyordu?
Bakışlarım yanık koluna kaydığında ona anlattığım anım hatırladım. Nasıl biliyordu ki diye düşünürken aklıma sırrımı paylaşmak zorunda kaldığım doktorlar geldi. İfadem ifadesizliğe bürünürken garip bir şey hissettim. Benim için, benim kolumdaki yanık adına onun kolunda çok daha büyük bir yanık oluşturmuştu resmen.
"Kızım diyorum!" demesiyle düşüncelerimden uzaklaşarak başımı kaldırıp ona baktım. "Konuşalım mı yavrum? Güzel çiçeğim?" Kaşlarım çatılırken başımı iki yana salladım. "Çiçeğim deme bana! Sen, onu bana söyleme!"
Aynı ifadesiyle bakmaya devam ederken dizleri üzerine çöktü. "Ne olursun bu çaresiz babayı dinle." demesiyle biri garip hissi daha hissettim. Bana göre Dünya'nın en acımasız babası babalığı için önümde diz çökmüştü. "Ne istiyorsun?" diye sordum boş bir sesle.
"Kızım...kızım ölüyor. Kalbi tükeniyor. Senin kalbin ona olabilir. Sen öleceksin zaten, bırak kızım yaşasın." Belki bu cümlelere gözlerim dolabilirdi ama doldurtmadım.
Onun için Dünya'nın en iyi babası olmak için elinden geleni yapıyorken, benim için Dünya'nın en kötü babası olmak için elinden geleni yapmıştı.
Yutkunarak onu izlemeye devam ettim. "Manolya ne olursun kalbini ona ver! Kardeşin sayılır o senin! Önünde büyük bir yaşam var. Sen ölüyorsun zaten! Tedavin bile yok! O iyileşsin lütfen!" Ciddiyetimi bozmadan karşımda diğer kızı için, uğruna benim ölmemi isteyen babamı dinlemeye devam ettim. "Onu kabloların içinde görmek çok kötü Manolya!" Bende kabloların içindeydim ama. Üstelik hemen karşısında.
"Lütfen Manolya. Sen zaten güzel bir hayatta geçirmedin! Bırak o güzel hayat geçirsin. Fedakar ol kardeşin için." dedi gözlerinden yaşlar dökülmeye başlarken. Ben tekrar konuşmayınca başını kaldırıp bana baktı. Gözleri doluydu. "Manolya? Ne dersin?"
"On tane kalbim olsa birini bile kızına vermem. Çünkü kalp benim değil. Kalbi senin, o kardeşim olmayan kızına vermem. Bu kalbimin sahibine haksızlık olur. O sizden daha değerli benim için. Kalbime değer vermesem bile kalbimin sahibine değer veririm." Cümlelerim oldukça net ve kendinden emindi.
Gökden çatılan kaşlarıyla göz yaşlarını sildiğinde tekrar konuştum. "Ayrıca sen nasıl benim için bir baba değilsen...o sadece adını soyadını bildiğim kızda benim kardeşim değil. Tamam sana olan nefretimi püskürtmeyeceğim biri ama ben onun için kalbimi vermem. Bu fedakarlığı yapacak kadar değerli değilsiniz." dedim bastıra bastıra.
Babam oturduğu yerden kalkarken kaşlarını daha da çattı. "Sen hep böyleydin zaten! Bencil kızın tekiydin! Sırf tedavisini bulsun diye doktorunla mı yattın birde? Sen nasıl bir bencilsin? Adama ne yapmışsın tapıyor resmen sana!" Cümleleriyle beraber yüzümde bir sırıtış oluştu. "Sorma ya. Büyü falan yaptım birde. Aşırı işe yarıyor sana da öneririm. Bakarsın kızının doktoru sana aşık olup kalbini kızına verir."
Alaylı cümlelerim onu daha da sinirlendirdi. "Sen neden kalbini vermiyorsun kızına? Madem o kadar çok seviyorsun?" diye sormamın üzerine kalbinin üstüne yumruk attı. "Olmuyormuş işte! Veremiyormuşum!" dedi öfkeyle.
Omuz silktim. "Desene o zaman kızın ölecek." dedim umursamazca. Artık tamamen nefretin gün yüzüne çıktığı ifadesiyle bana yaklaşarak beni gösterdi. "Biz seni hiçbir zaman sevmedik ki zaten!" dediğinde umursamazca omuz silktim. "Bunu biliyorum."
Adamın yüzünde alaylı bir gülüş oluştu. "Yok...senin bilmediğin şeyler de var çiçeğim! Mesela annen! Annen seni hiçbir zaman sevmedi aslında." demesi yüzümde hiçbir mimiği değiştirmese de içimi afallatmıştı.
"Biz annenle evliydik. Aşık değildik, ben sadece ona takıntılı bir adamdım. Evlendikten sonra günün birinde onu günübirlik bir kadınla aldattım. Annen çok gururlu olduğu için hemen benden boşanmak istedi fakat sana hamile olduğunu öğrendik. Sevdiğimden ya da mutlu olduğumdan değil, takıntımdan seni bahane ederek ayrılamayacağımızı söyledim. O gün başladı sana olan nefreti. Düşmen için uğraş göstermedi ama sana asla özen de göstermedi. Hep düşmen, ölmen için dualar etti. Birkaç ayın ardından sana olan bakışı bir anda değişti. Sana özenle olmasa da daha düzgünce baktı..." İçime bir şey otururken onun yüzü bir anda asıldı.
Konuşmalarına devam etti. "Annen seni doğurduğu an öldü. Bu bana büyük bir sürpriz olmuştu. Aslında annen seni doğurursa öleceği riskini öğrenmiş ve intihar silahına karşı daha merhametli olmuş. Bunu öğrendiğimde üzgün değil öfkeliydim. Beni yendiğini sanıyordu ama ben onun en büyük istediğini biliyordum. Annenin hep dileği, ölünce bu dünyada yokmuş gibi hiç anılmamaktı. Ve bende bu yüzden, herkesin diline düşecek kadar nefret ettiği, alerjisi olan, görünce, kokusunu duyunca yüzünü buruşturduğu o çiçeğin adını koydum sana, Manolya." Bir kere daha afalladım ama yine mimik oynatmadım. "Sen seni sevdiğini sandığın annenin, nefret ettiği çiçeğin ismini taşıyorsun...Manolya çiçeği, seni annen bile sevmedi."
"Kızımın adını da bu yüzden Feyza koydum." dedi ve devam etti. "Ama onu sevdim. Çünkü o beni o ölen annenin öfkesinden, takıntısından uzaklaştırarak bana aşkı öğreten kadından oldu." dedi yüzünde oluşan tebessümle.
İçimde o kadar doluyordum ki bilmediği ya da yanlışını bildiğim her gerçek, yalan yüzüme tokat gibi vurulmuştu. Bunu asla belli etmeden kaşlarımı kaldırdım. "Peki bana neden annemin beni sevdiğini söyledin?" diye sordum merakla. Gülümsedi ama sevgiden uzak bir şekilde. "Çünkü günün birinde karşılaşırsak böyle üzülmen için. Ayrıca evet, bence eski karım intihar silahından memnundu."
Yutkunmayı erteleyerek aynı ifademle ona bakmaya devam ederken umursamazca güldüm. "Hiç sevgi görmediğim annemin, beni sevdiğini bilmek pekte tınlamıyordu zaten. Bu cümleler de tınlamadı." Yalandı. Eğer doğduğunuz günden beri sevgi görmeyen bir insansanız kim olursa olsun bir kişinin size gelip o seni zamanında seviyordu demesi bile tınlardı. Ve bu cümleler gerçekten acıtırdı.
Babam kaşlarını kaldırdı. "Baya değiştin sanırım. Eskiden ağlak, sevgi muhtacı, acınası bir çocuktun." demesinin bana hiçbir etki etmemesi için kendimi zorladım. İfademi tamamen alaya çevirerek hafifçe güldüm. "Sen kimsin ya? Hayatımda ne gibi bir yeriniz var, sizin sanki? Hayatımda yoksun sen. Bunlar bana işler mi sanıyorsun?" dedim umursamazca.
Ben yetimhanedeyken yeterince değişmiştim. Kendim için gülmeyi, kendime yetmeyi öğrenmiştim. Kendimle şakalaşmayı, kendi kendimle oynamayı, kendimi güldürmeyi, her konuda kendime yetme konusunda gelişmiştim. Kendimi sevmeyi öğrenmiş, kimsenin göstermediği sevgiyi kendim kendime göstermiş, kendim kendime bakarak ve yine kendim kendimi ruhumu öldürtmeden büyütmüştüm.
Bana ciddi bir şaşkınlıkla baktı. "Gerçekten işlemedi mi?" diye sordu gözlerini kısarak. Tekrar güldüm. "Hadi senin için biraz işlemiş gibi yapayım. Çok üzüldüm ya. Hiç sevgi görmediğim insanlar beni sevmiyormuş zaten. Ya ne yani beni kimse sevmemiş mi?" diye yapmacık bir şekilde kendi kedime söylendim.
O ciddileşirken parmağımla onu işaret ettim. "Adına bir espri yapardım ama hiç uygun olmazdı. Ayrıca uygunsuz isim esprilerini de pek tercih etmiyorum. Benim esprilerim edepli oluyor." dedim şakacı sesimle.
Şaşkınlığını dindirerek bana doğru bir adım attı. "Bir kere daha söylüyorum. Kalbini kızıma ver! Zaten öleceksin Manolya! Yap şu fedakarlığı! Kalbini kızıma ver!" diyen sesinin yükselişi eşliğinde yoğun bakımın otomatik kapılarını duydum. Saniyeler içinde Gökden Dinçer sırtı yere çarpacak derecede şiddetli itilmişti. "Senin kalbini alırım adam! 12 yıllık tıp hayatımı yakar, alırım senin kalbini!" Bir kayadan daha sert çıkan yüksek ses odayı bile inletmişti. Ve o kişi tabi ki Doğuş Çekici'ydi.
Yerden kalkarken Doğuş ondan önce davranıp yakasını tutup onu kaldırdı. "Allah kahretsin yine sen!" diye söylendi ürkerek Doğuş'a bakarken. Doğuş ondan çok daha büyük bir öfkeyle, "Allah kahretsin ki yine onun yakınındasın! Neyse sen gel göstereyim sana, kim zaten ölecekmiş diye!" Doğuş, dehşetle onları izleyen bana çok kısa bir bakış attıktan sonra onu çeke çeke yoğun bakımdan çıkardı.
Bakışlarım kapıdayken kalkmaya çalıştım. Üzerimdeki bağlı olan kablolardan tek tek kurtulmamın ardından, halsizliğimle yorgunluğumu atarken, diğer yandan da üzerimdeki çarşafı attım. Hastane terliklerini ayaklarıma geçirerek yoğun bakımın çıkışına ilerledim. Kapı açılırken bakışlarım hemen dışarıda Doğuş'u aradı fakat yoktu.
Hızlanmaya çalışarak merdivenlerden ikinci kata çıktım. Doğuş'un odasında olduğunu düşünüyordum ve umarım yanılmıyorumdur. Koridorun sonuna doğru şu ana göre ne kadar hızlı olabilirsem o kadar hızlı olmaya çalışıyordum.
Etraftaki insanlar bana garip bakış atsa da bunları umursamıyordum. Üzerinde hastane kıyafetiyle dağınık bir halde olan hastanın, koridorda koşmaya çalışmasını garip karşılamaları normal olabilirdi.
Koridorun sonuna zar zor yetiştikten sonra kapı arkasından ses gelmeyince direk içeri daldım. Kapıyı açtığım an yüzünü bile göremeden onun hızlı adımlarla çıktığını görünce kaşlarım çatıldı.
Hemen Doğuş'a döndüğümde ise Doğuş'un sabah patlayan kaşının tekrar kanadığını gördüm. Hemen içeriye girip kapıyı arkamdan kapattım. "Ne oldu Doğuş? Ne yaptınız? Neden onu götürdün?" Diye üst üste sordum merakla. Doğuş bana yaklaşırken cevap verdi. "Öyle gözünün önünde dövmek istemedim. Hiçbir sevgi hissetmediğini bilsem de baban sonuçta. Ayrıca gözünde öyle ha bire şiddet uygulayan bir adam olarak görünmekte hoş değil. Biliyorsun, ben şiddete karşı bir adamım." Dedi sakinleşen sesiyle.
Tam karşısında durduğum elim kaşına gitti. "Kaşın kanıyor..." dedim sanki benim canım yanmış gibi bir ifadeyle. Tebessüm etti. "Sanırım." Dönüp köşedeki, el yıkamak için bulunan lavabosunun aynasına ilerleyecekti ki, geçen gün Ufuk'u yumrukladığı için yaraları olan elini kavramamla durup omzu üstünden bana döndü. "Ben yaparım...yani, ne yapacağımı anlatırsan..."
Tebessüm ederek başıyla muayene paravanını işaret etti. "Olur doktor hanım. Özlemiştim sizi." Demesiyle sırıttım. "O zaman senin yine bana önlüğünü vermen gerekiyor." Dedim muzip bir sesle. Derin bir iç çekti. "İstediğin önlük olsun..." diye mırıldanarak tuttuğum elini elinden çekip askıda asılı olan önlüğünü almaya ilerledi.
Askıdaki önlüğü hemen alıp hızlı ve büyük adımlarla saniyeler içinde karşıma geldi. Giymem için önlüğü açtığında sırtımı dönüp kollarımı geçirdim. "Böyle de bir garip oldu. Hasta kıyafetinin üstüne doktor önlüğü."
Üzerime fazlasıyla büyük gelen önlüğü düzelterek muayene paravanın ardına ilerleyen Doğuş'un peşinden ilerledim. "Evet yakışıklı, söyle bakalım derdin ne?" Dedim karşısına varırken. "Çok zor bir şey değil, enfeksiyon riskini azaltmak için kanı temizle ve bantı küçülterek kaşımı hava alacak şekilde kapat."
Dudağımı hafifçe bükmekle bakışları dudağıma kaydı. "E tamam kolaymış zaten bu. Bekle..." işaretleri yardımıyla bulduğum eşyaları aldıktan sonra yanına geldim tekrar. Kalçasını muayene koltuğuna yaslamış beni izliyordu. Elimi kaldırıp uzattığım pamukla kanı temizledim. Bakışları benden çekilmiyorken hareket etmek biraz zorlaşsa da yapabildim.
Kaşını temizledikten sonra kestiğim yara bandını dikkatle kaşına yapıştırmak için parmak uçlarıma yükselerek ona daha fazla yaklaştım. Parmaklarımdaki bantı yavaşça hava alacak şekilde yapıştırdıktan sonra geri çekildim. "Tamamdır." Gülümsedi. "Başardın çiçeğim." Şu son kelimeydi o adamdan duyduktan sonra bir garip hissediyordum.
Ellerimi belime yerleştirdim. "Doktor falan mı olsam?" Dedim havalanarak. Gülümsemesini bozmadan, "Açık konuşmak gerekirse çiçeğim, sadece bunla hemşire bile olamazsın." Yüzüm düşerken elimi kavrayıp bizi paravanın arkasından çıkardı. "Keşke kaşını bantlamasaydım da kalsaydık öyle. Terziler de kendi söküğünü dikemez zaten. Doktorlarda kendilerini iyileştirmezdir. Kalırdın öyle." Diye söylenirken o bizi çoktan kendi sandalyesine kadar getirtmişti.
Kendi oturduktan sonra beni de kucağına doğru yan bir şekilde oturtup bakışlarını benden ayırmadı. Göz ucuyla ona bakış attığımda saçımla oynamaya başladı. "Ne dedi o sana? Kalbini almak istedi ve sende kabul etmeyecektin değil mi?" Diye sordu nazikçe. Başımı salladım. "Etmeyecektim."
Parmağı kalbime çıkarken bakışlarım parmağını izledi. İşaret parmağıyla kalbimi deler gibi üstüne hafifçe bastırdı. "Bu kalp benim, min blomma. Bu kalbin atışını ben dinlerim, ben çalıştırırım, ben hızlandırırım, ben yavaşlatırım. Kimseye vermezsin onu. İzin vermem." Diye fısıldadı bana doğru.
Başımı hafifçe salladım tekrar. "Evet. Ama seninki de benim değil mi?" Diye sordum sessizce. Eli yanağıma çıktı. Usulca yanağımı okşadı. "Benim kalbim zaten senin, min blomma. Tamamen kalbim sensin benim..."
Gülümsememle bakışları gülümsememe takıldı. "Peki başka ne dedi sana?" Diye sordu. Ciddileşirken yutkundum. "Babam olduğunu biliyordun." Diyerek konuyu farklı bir tarafa çektim. İtiraz etmeden başını salladı. "Evet, Evren söylemişti." Dedi en az benim kadar ciddiyete bürünerek.
"Onun kolunu sen yapmışsın." Dedim onay almak ister gibi. Başını salladı. "Ben yaktım. Küçük Manolya'm için." Diye fısıldadı. "Doğuş, hareketlerin beni sana daha çok çekiyor. Sözlerin, her şeyin...bağlandıkça bağlanıyor gibi hissediyorum." Diye fısıldadım. Eli yanağımı okşamaya devam etti. "Bu güzel. Bağlan bana. Tıpkı benim sana bağlı olduğum gibi. Hep bağlan..." deyişiyle uzanıp yanağına güçlü bir öpücük bıraktım.
"Başka ne dedi sana?" Diye ısrarla tekrar sordu. Yüzüme boş bir gülümseme kondurdum. "Biliyor musun Doğuş, beni annem de hiç sevmemiş. Beni intihar silahı olarak görmüş. Babamda beni, ondan sonra intikam silahı olarak görmüş...ben annemin nefret ettiği çiçeğin ismini taşıyormuşum. Sürekli övündüğüm çiçek annemin en nefret ettiği çiçekmiş." Dedim sanki bana hiç bir etkisi yokmuş gibi her zamanki ifadelerimle.
Doğuş'un dudakları aralandı. Bir şey demek için oynayacaktı ama durdu ve saniyeler sonra tekrar oynattı. "Olsun...benim en sevdiğim çiçeğin adını taşıyorsun. Benim hayranlık duyduğum çiçeğin kokusunu taşıyorsun." Açık açık hayatında ben varım mesajı veriyordu.
"Üzülmüyorum ki zaten. Hiç sevgi görmedim zaten o kadından. Laflarda olan sevgiye neden üzüleyim?" Dedim omuz silkerek. Bana inanmıyormuş gibi baktı. "Bana oynama, min blomma. Bana içini gösterebilirsin. Bana yapma bunu." Dedi bakışları gözlerimdeyken. Kaşlarımı çattım. "Bir şey yaptığım yok Doğuş. Umursamıyorum ki. Kalbimi de vermedim işte bitti gitti."
Cümlelerimin ardından umursamaz tavrıyla kucağında yönümü çevirerek ona dönmemle hafifçe yutkundu. Ellerim boynunda yerleşmekteyken, "Bana yoğun bakımdan ne zaman çıkacağımdan bahset doktor civanım..." diye fısıldadım.
Doğuş alay eder gibi kaşlarını çattı. "Benim hastam zaten beni tınlamıyor ki, ben hayatımda kendi kendine yoğun bakımdan çıkıp paytak paytak doktorunun peşine takılan hasta görmedim!" Dedi sakin bir sitemle. Güldüm. "Doktorum da o kadar çekici gibi çekici olmasın o zaman! Çapkın bir insanım ben! Ve bunu şu an ilk kez kabul ediyorum. Anın tadını çıkar beş dakika sonra bu asla kabul etmeyeceğim."
Doğuş ciddileşerek konuya döndü. "Bir iki güne diye düşünüyorum. Sana uygulayabileceğim henüz bir tedavi olmadığı için seni tutamam ya da bir plan belirleyemem. Fakat vereceğim semptom hafifletici ilaçlarla durumu biraz düşüreceğiz. Yine de her duruma hazır olacağız, tetikte olacağız." Dedi net bir sesle. Başımı ağır ağır salladım. "Olur, doktor sensin zaten."
"Ayrıca senin için bir psikologda ayarladım. Geç oldu biraz ama." Dedi sakince. Omuz silktim. "Fırsat mı vardı sanki Doğuş? Hep tedaviyi bulmaya çalışıyorsun zaten." Dedim. Doğuş bu cümlelerime karşı bir şey demedi.
"Peki biz bu Hayrettin'den nasıl kurtulduk?" Diye sormamın üzerine sıkıntılı derin bir nefes aldı. "Hayretin benim anne tarafı kuzenim. Aslında onun için çağırmadılar, dedem Yılmaz Akaban bir kere daha iş teklif etmek için beni çağırmış. Hayrettin de öyle anlayıp bize saldırdı işte." Demesi asla beklemediğim bir şey olduğu için bariz şaşkın ifademle ona baktım. "Vay be! Gerçekten mi?" Diye sorunda başını salladı. "Peki kabul ettin mi teklifi?" Başını ilki yana salladı. "Etmedim."
Demek at bineceğiniz zaman ondan tanıdı ve ona öyle söylemişti. Bu asla düşündüğüm bir şey olmadığı için oldukça şaşırmıştım. "Neyse bunu boş ver...zaten onun yüzünden tetiklendin." Dedi sesinde bariz bulunan sıkıntıyla.
Uzun, kesintisiz bakışlarımızı ardından Doğuş'un yüzünde çok hafif bir gülümseme oluştu. "Diyorum ki biz şu işi evlenmeden önce mi yapsak?" Bismillah!
Yüzümde bir sırıtış oluşurken elim gömleğinin en üst düğmesinde gezindi. "Hangi işi? Hazır kucağındayken?" Dedim imayla göz kırparak. Doğuş'un bir anda dudakları aralandı. Kaşları şaşkınca kalktı. Çok komik bir tipi varken aramızda geçen uzun bakışmanın ardından ifadesini soldurarak alt dudaklarını dişledi. "Aynı eve çıkma işini diyecektim...ama sen ne anladıysan inan o da olur."
Cümlesine gülerek başımı hafifçe geri attığım an dudaklarını boynumda hissettim. Gözlerim irileşirler çenemi indirip dudaklarıma çıkan Doğuş'u izledim. Saniyelerim ardından geri çekildiğinde bir kere daha güldüm. "Doğuş çay, sen baya gidiyorsun bence benim oturduğum yerden kalkma zamanım geldi."
Doğuş, konuşan ifadesizliğiyle baktı. "Peki çiçeğim. Zamanım var biliyorsun. Her zaman ve sadece sana..." diye fısıldadı dudaklarıma doğru.
Gülümseyerek kollarımı boynuna sardım. "Çikolatayı koklayayım sonra gideceğim. Güzel kokulu doktorum benim. Nefis kokuyorsun. Yeme isteği oluşturuyorsun." Sarılırken Doğuş'un, "Yer misin? Yesene." Diye fısıldadığını duymamla gülerek geri çekildim. "Sana yine geldiler. Onlar gelmeden gideyim ben." Diyerek kucağından kalkmamla bana Dünya'nın en masum ifadesiyle baktı. "İleri mi gittim? Özür dilerim."
Hemen yüzüne yaklaştım. "Yok Doğuş ileri gittin demek istemedim. Öylesine dedim özür dilemene gerek yok." Dememle başını salladı sadece. "Yapma ama böyle, ben suçlu hissediyorum!" Dedim hemen. "Yok gerçekten hissetme çiçeğim, anladım." Demesine artık inanarak geri çekildim.
"Yoğun bakımıma geri döneyim." Dememle kalkıp kapıya ilerledi. Sakince onu izledim. Bir tekerlekli sandalyeyi yaklaştırıp oturmamı bekledi. İfadesizce sandalyeye oturduğumda tekerlekli sandalyeyi dışarı doğru ilerletmeye başladı.
Dışarı çıkmamızla bakışlar üzerimizde geçinemeye başladı. İnsanlar dönüp yanındakilerle muhtemelen bizi konuştular. Çünkü neydi, asla ilişkisi bile olamamış olan Doğuş doktorlarının hastasıyla şok edici ilişkisi ve o hastası karşılarındaydı.
Doğuş gibi hiçbir bakışı umursamadan beraber asansöre bindik. Çok geçmeden yoğun bakım katına inmemizle sandalye yoğun bakıma ilerledi. Koridorda Arat'ı görmemle önlüğünü oynattım. Bana döndü. Tekerlekli sandalyeydi işaret ederek, "Nasıl Mercedes'im? Kıskan düşük seviye fakir. Şoförüm bile var." Dedim hava atar gibi.
Arat cümlelerime güldü. "Bu şoförle tır gibi, ben şoförsem jete dönüyor. Şoför çok önemlidir." Demesine gülerek karşılık verdim. Doğuş huysuzlanır gibi bir ses çıkarınca önüme dönerek sürmesine devam etmesini bekledim.
İlerlerdik ve yoğun bakıma girmememizle beni yatağın yanına kadar getirdi. Yatağım geçtikten sonra sandalyeyi köşeye çekip kablolarımı tek tek geri bedenime bağladı.
Aramızda geçen bakışmalarla beraber kabloların bağlanması biraz süre almıştı. Geri cihazın sesini, yoğun bakımın kokusunu almaya başlamışken geri çekildi. "Bugün hastalarım olacak. Yoğunluğum olabilir çiçeğim." Başımı salladım sadece.
Saçımı okşadı. "Uyumak ister misin? Zaman hızlı geçer?" Diye sorunca bir kere daha başımı salladım. Gözlerimi usulca kapattım ve uyumayı bekledim. Gidip gitmediği hakkında bir bilgim yoktu.
Bölüm sonu!
Bölümü beğendiniz mi? Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bana destek olmak için bölümü oylayıp yorumlar yapar mısınız?💖
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere🤍
Ig: dilek.wt
Kitap ıg: Sonmanolyakokusuofficial
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top