28.BÖLÜM : MANOLYA KOKUSU

Başlamada önce rica etsem yorum atabilir misiniz? Bir önceki bölüm on bir yorum geldi etkileşim oldukça azaldı. Oy vermeyi de unutmazsanız sevinirim. Sadece küçük bir rica💕
🌺

On beş gün, bir saat, yirmi sekiz dakika, on yedi saniye geçmişti gözleri kapandığından beri.

Doğuş, yine yoğum bakımdaydı. Odanın beyaz perdeleri hafifçe sallanırken, solgun ışıklar bir umut ışığı gibi yataktaki bilinçsiz bedenin yüzüne düşer. Gözlerindeki o duygunun yansıması, özlem dolu bir hüzünle buluşur. Kalbi, her atışında ona doğru çekilir, sanki o an yanında olmanın acısını derinden hisseder.

Odada yankılanan bağlı olduğu cihazların sesi, bir zamanlar canlı ve enerjik olan bedeninden eksik kalan hayatın özlemini çağrıştırır. Yoğun bakımın klinik kokusu, bir anıya dönüşür, geçmişteki anılar zihninde canlanır. O anları paylaştığı anları, gülüşlerini, birlikte geçirdikleri zamanları hatırlar. Ve en son yıldızların altında ona kalp masajı yapışını hatırlar.

Gözleri, yatan bedenin üzerinde gezinirken, elleriyle bir an bile olsa temas etme özlemiyle titrer. Uzandığı yatak, ona yabancı gelir. Oysa onunla yan yana uyumak, sıkıca sarıp sarmalamak, birlikte uyanmak hayalidir.

Özlem, onu sarar ve kavurur. Her an, bilinçsiz bedenin yanında olma arzusuyla yanar tutuşur. Ona dokunmak, sesini duymak, gözlerine bakmak için ne kadar çırpındığını bilir. Kalbinin ritmi, zamanın durduğu bu odada hızlanırken, umut ışığı onu ayakta tutar.

Yoğun bakımın sessizliği içinde, özlemi onun içini kemiren bir yangın gibidir. Düşünceleri, duaları ve dilekleri, bilinçsiz bedene ulaşmak için sonsuz bir çaba olarak yükselir. Bilincin geri dönmesi, o kavuşmanın en büyük umudu olur.

Özlemle geçen saatler, günler, haftalar... Zamanın akışı, sabrını sınar, güçlü kalmak için direnç gösterir. Her ziyaretinde, gözlerindeki umut ışığı daha da parlar. Çünkü ona olan özlemi, her geçen gün daha da derinleşir.

Her an, yanında olma arzusuyla doludur. Bedenin uykusunda bile, onun yanında olmanın hayalini kurar. Ve umutla bekler, bir gün yeniden birlikte olabilmeyi ve özleminin sona erdiğini görmeyi.

Günler ve haftalar geçtikçe, yoğun bakımda bilinçsiz yatan çiçeğine duyduğu özlem daha da derinleşir. Her ziyaretinde, odadaki sessizliği bir umut çığlığıyla doldurur. Elleri titreyerek çiçeğinin elini tutmaya çalışır, sıcaklığını hissetmek için bir an olsun temas etmek arzusuyla yanar. Gözlerindeki umut dolu ışık, adeta odanın karanlığını aydınlatır.

Zamanın akışı ona acımasızca geçmektedir. Beklemek, sabırlı olmak her geçen gün daha da zorlaşır. Ancak, çiçeğine olan bağlılığı ve aşkı, her zorluğun üstesinden gelmeye yetecek gücü sağlar. Uzun gecelerde, sessizlik içinde, dualar eder ve dileklerde bulunur.

Yoğun bakımın klinik kokusu, bu kokular ve sesler, onun çiçeğinin yanında olma özlemini hatırlatır. Ruhu, çiçeğine dokunmanın, sarılmanın ve hislerini paylaşmanın eksikliğiyle çırpınır. Kalbinin atışları, yüksek sesle "Seni özledim" diye haykırır.

🌺

Doğuş'un göğsüne yaslı olan başını kaldırıp suratına baktım. Yapay kuzey ışıklarımızın ışığı yüzüne vururken beni izliyordu. "Neden İsveççe sözler söyledin? Ya da neden çizimlerin arkası İsveççe? Sen Türkiye'ye geldiğinden beri normal hayatında İsveççe kullanmıyormuşsun. Neden bana karşı kullanıyorsun?" diye sordum merakla.

Bunu bilmeme şaşırmamış gibi bana bakmaya devam etti. "Bir dil, sadece kelime ve gramer kurallarından ibaret değildir. O aynı zamanda duyguların, düşüncelerin ve sevginin de bir ifadesidir...." Çikolata kokusu sinsice kendini duyururken dikkatimi dağıtmadan onun sözlerini dinlemeye devam ettim. "Seninle paylaştığım dil, sadece senin için özel ve anlamlı oldu. Seninle iletişim kurmak için ona sarıldım, onunla sana olan sevgimi ve hayranlığımı anlatmaya çalıştım.  Sana olan hislerimi ifade etmek için bu dilde her kelime, kalbimden yükselen bir melodi gibi."

Zeytin bakışları yeşim gözlerimin en derinini görür gibi bakarken fısıldadı. "Şu an sadece seninle konuştuğum bu dilde, senin için özel olan her şeyi dile getirebiliyordum. Ve bunun nedeni, senin benim için o kadar özel ve değerli olman. Seni seviyorum ve sana karşı içimdeki sevgimi ifade etmek için bu dilde aktarmaya devam edeceğim."

İkimizin de yüzünde bir ifade yoktu ama hislerimiz çoktu ve bunu ikimizde hissedebiliyorduk. Bakışlarını çekmeden iç çeker gibi derin bir nefes aldım. "Keşke o dediklerini bende anlasam. Benimde anlayacağım bir dilde aktarsan keşke."

Tebessüm etti. "Bana özel şeyler sayılır. Bırak bana kalsın. Öğrenmeye çalışma, ben sana zaten onu hissettiririm." Diye fısıldadı. Ona ısrar etmedim çünkü demeyeceğini biliyordum ve zorlamakta istememiştim.

"Peki sen neden kızmıyorsun hiç? Yani seni sinirli gördüğüm oldu ama sen bazı hareketlerime ters düşsen ya da kavga etsek bile bana bağırmıyorsun. Kendini mi tutuyorsun yoksa bağırmak gibi bir alışkanlığın mı yok?" diye sordum. Bana asla değişmeyen ifadesiyle bakmaya devam etti. "Neden bu soru?" diye sordu sakince.

Omuz silktim. "Merak ettim sadece. Yani ben kavga edersek bağırıyorum bazen. Ne bileyim kendimi bir değişik hissettim." diye mırıldandım. Bana yine aynı ifadesiyle bakmaya devam etti. Onu tanımasam bu değişmeyen ifadelerinden nefret ederdim ama şuan onun içini görebildiğim için onu anlamam için tepki vermesine gerek kalmıyordu.

"Sana nasıl bağırırım ki çiçeğim? Ne hakkım var sana bağırmaya? Sana sinirlendiğim için sana bağıracağım ha öyle mi? Ya da öfkeli olduğum için sana sesimi yükselteceğim? Ne hakkım var buna? Hakkı geç ben sana kıyıp da nasıl sesimi yükseltirim?" diye sordu yüzüme doğru fısıldayarak.

Bakışlarıma düşen hayranlıkla tebessüm ettim. "Sen sanırım benden daha mükemmelsin...kıskanacağım şimdi." diye fısıldadım. Başını hafifçe iki yana salladı. "Bu mükemmellik değil. Bir insana bağırmaya zaten hakkın yoktur. Fakat konu sensen, sesimi yükseltirim. Ama karşımdaki sensen öfkeyle asla sesimi yükseltmem."

Uzanarak yanağına kocaman bir öpücük kondurdum. "Çok hoş hissettiriyorsun. Tam sana layığım." dememle yüzünde büyük bir gülümseme oluştu. O kadar tatlı, o kadar iç ısıtan bir gülümsemeydi ki kimse bu gülümsemenin Doğuş doktora ait olduğunu akıllarından geçirmezdi. "Sana hoş hissettiriyorsam, ben çok mutluyum." dedi sesindeki sevgiyle.

"Ben sana demiştim ya hani, seni çizemem ama yazarım diye..." Derin ve anlam dolu bakışlarını yüzümde gezdirirken başını salladı. "Kitabımı yazdıktan sonra yeni bir kurguya başlamasam...isimleri değiştirerek bizim hikayemizden, senden esinlenirim." dedim tebessümle.

Dudakları şaşkınca aralandı. "Gerçekten mi?" Başımı salladım. "Hiçbir yazar hastayla doktoru yazmamış olabilir ama ben yazacağım. Hiçbir kurgu hastayla doktoru kabul etmemiş olabilir ama ben kabul edeceğim. Bizi yazacağım. Seni okuyacaklar, bizi okuyacaklar."

Bana bakışını sürdürdü ama şaşkınlığı da dinmişti. "Adını da ne yaparız? Manolyaların Doğuşu!" dedim gülerek. Gülmüş gibi dişlerini gösterdi. "Manolya Kokusu, olsun mu?" diye sordu sessizce.

"Aa! Öyle olsun o zaman!" dedim heyecanla. Tekrar gülümseyerek alnıma bir öpücük bıraktı. "Güzel çiçeğim..." diye fısıldamasıyla kollarımı daha sıkı ona sardım. "Çok heyecanlandım bak yeni kurgum için." diye heyecanla mırıldandım.

"En güzel şekilde yazacağından eminim." dedi kısık bir sesle. Bakışlarımı ona çevirmeden, "Bende eminim." dedim gülümseyerek. Diğer eliyle saçımı okşadı. "Çok geç oldu. Uyumak ister misin?" başımı kaldırıp suratına bakarak ona onay verdim.

Hafif kendini düzeltmesiyle bende kendimi düzelttim. Bakışlarımızı yapay Kuzey ışıklarına çevirdik. Uyuyana kadar beraber, sıkı sıkı sarılarak Kuzey ışıklarını izledik.

🌺

Uykulu gözlerim yavaşça açılırken gözüme vuran ışıktan günün aydınlandığını anlamış oldum. Kendime tamamen gelebilmem dakikalar sürerken bir şeyin hareketlendiğini hissettim. Görüntüm netleşirken başımı hafifçe kaldırdığımda yumuşak bir zeminde, beyaz çarşafların, yumuşak yatağın üzerinde uzandığı fark ettim.

Bakışlarım hemen yatağa çökmüş, yanı başımda durarak garip ve büyük bir ciddiyetle bana bakan Doğuş'a kayınca kaşlarımı çattım. Ciddiyetine fazla alıştığımı sanırken bu ciddiyetle bir anda karşılaşmak anlamsızlık oluşturmuştu. Ciddiyetini fark ederek bun bozmak için hafifçe tebessüm etti. "Günaydın çiçeğim." diye fısıldadı.

Ellerimi yatağa bastırarak tam dikleşmeye çalıştım. Başıma bir anda vuran yüksek şiddetli ağrıyla yüzümü buruşturarak elimi alnıma götürdüm. "İyi misin?" diye sordu endişeyle. Doktordu ve şu an yaşadığım şeyin hastalığımın etkilerinden olan baş ağrısı olduğunu bildiği halde benim için endişeleniyordu.

Başımı salladım. "Başım ağrımaya başladı yine." diye mırıldandığımda sıkıntılı bir şekilde aldığı nefesi duydum. "Kahvaltı getirtmiştim. Onu yersin, sonra ağrı kesici alırsın." Duraksayarak Doğuş'a döndüm. "Benim yanımda ağrı kesici yok. Almayı unuttum sanırım..." diye mırıldanmamla sıkıntı etmeden başını salladı. "Sorun yok, ben yanımda getirmiştim." dedi hemen.

Ona bir bakış atmamla tekrar konuştu. "Ben doktorum Manolya ve senle aramızda ne olursa olsun benim hastamsın. Ne olacağı da belli değil. Gerekirse yanımda defibrilatör taşırım." dedi ciddiyetine dönerek. Sanırım şu an girdiği farklı ciddiyet Doğuş Doktor ciddiyeti oluyordu.

Bir şey demeden ağrıyan eklemlerime alışmış bir şekilde yataktan kalktım. "Sen ne zaman getirdin bizi buraya?" diye sordum lavabonun kapısından girerken. "Sabaha karşı." dedi sadece.

Elimi yüzümü güzelce yıkayıp kendime tamamen geldikten sonra yemek masasına ilerledim. Doğuş portakal suyu doldururken onu görerek sırıttım. Üzerinde beyaz bir tişört ve gri bir şort vardı. "Doğuş Çay'dan portakal suyuna mı geçiş yaptık. Yoksa bu otelde Doğuş çay, yerine başka çaylar vardı diye kıskanıp çay istemedin mi?" diye sordum muzip bir sesle.

"Hayır. Taze sıkılmış organik portakal suyu vardı. C vitamini dedim, ondan portakal suyu istedim." dedi düz bir sesle. Herhangi bir sandalyeyi çekip oturdum. O da hemen karşımda ki boş sandalyeye yerleşti.

Doğuş masanın öbür ucuna bırakmış olduğu dosyalardan birini alarak incelemeye başlarken bakışlarım kahvaltımda gezindi. Kuru yemişler, süt ürünleri, proteinler, portakal suyu ve iki dilim ekmek. Ekmekten küçük bir parça kopararak masada bulunan baldan üzerine sürdüm.

Doğuş, sütle karışık kahvesinden yudum alırken bakışlarını kâğıtlardan çekmiyor, kağıtların üzerinde gezdiriyordu. Ekmeği ağzıma atarken, "Bugün için planın var mı?" diye sordum ifadesizce. Kağıtlara odaklıyken cevap verdi. "Bilmem." dedi sadece.

"Aktivite falan yok mu burada? Gidelim poligona ya da ok falan atalım." dedim heyecanla. Doğuş başını kağıtlardan kaldırmadan göz ucuyla bana bakış attı. "Ne bu atış sevdası?" diye sordu ciddiyetle. Omuz silktim. "Fazla havaya girdim ya da çok adrenalin salgılıyorum." dememle bakışları bende dolandı. "Gün geçtikçe azalması gerekiyor halbuki."

Tamamen doktor düşünceleriyle hareket ederek kurduğu cümlesinden saniyeler içinde pişman olmuş gibi bakışları değişti. O üzülmesin diye ifademi soldurmayıp daha çok gülümsedim. "Ee mükemmel olmak kolay mı sanıyorsun? Bizim doğuşumuz bile adrenalinli Doğuş." dedim eğlendiğimi göstermek ister gibi bir sesle.

Haklı olduğunu ikimizin de bildiği halde bana inanmış gibi hafifçe güldü. Bende onun için gülmüştüm, o da benim için gülmüştü. Halbuki ikimizde gerçeği biliyorduk.

Açlıkla beraber hızlı hızlı kahvaltımı yapmaya koyuldum Doğuş ise başını kağıtlardan kaldırmadan durmadan çalışma, araştırma yapmıştı.

🌺

Oflayarak bedenimi koltuğa attığımda bakışlarım hala o yemek masasından kalkmasını beklediğim Doğuş'taydı. Saatlerdir orada öyle durarak çalışıyordu. Sürekli bir kağıtları karıştırıyor, bazen bilgisayardan dosyalara bakıyor, bazen ise hastaneden birilerini arayıp bir şeyler rica ediyordu.

Bense yemeğimi yediğimden beri boş boş duruyordum. Ya telefonumla takılıyor ya da televizyondan kanal çevirip duruyordum. En son sıkıntıdan patlamış ve her şeyi kapatarak pes etmiştim.

Doğuş'a dönerek ona doğru seslendim. "Doğuş! Sevdiğim! Eğlendir beni!" Omzu üzerinden koltukta yayılmış bana döndü. "Sorun nedir?" diye sordu, on saattir boş boş duran ben değilmişim gibi. "Sıkıntıdan patates yiyip alerjimi çıkartacağım şimdi! Çok sıkıldım! Keşke bilgisayarımı getirseydim bende romanıma devam ederdim. Sen kendini kullanıyorsun onu almamam şimdi." diye söylendim.

Önündeki bilgisayarı hafifçe öne doğru ittirdi. "İstersen alıp yazabilirsin. Ben gerektiğinde senden rica ederim." Başımı iki yana sallayarak oturduğum koltuktan kalktım. "Olmaz öyle. Çalış sen...ayrıca nasıl gidiyor?" diye sordum yanına doğru ilerlerken.

"Yaklaşıyor gibi hissediyorum." dedi tebessüm ederek. Gözlerim irileşti. "Gerçekten mi?" diye sordum şaşkınlıkla. Başını salladı. "Yine biraz zaman alır, emin olması, kontrol edilmesi falan derken...ama yine de bulacağım gibi." dedi umutla.

Duyduğum cümleleri kelimeleri zar zor idrak etmemle kollarımı sıkıca Doğuş'un boynuna sardım. "Yaşayabilir miyim yani?" diye sordum heyecanla. Ona sıkı sıkı sarılarak çikolata kokusunu derinlerimde hissederken, o tok sesini de işittim. "Ben olduğum sürece yaşayabilirsin, çiçek."

Yüzümde oluşan kocaman gülümsemeyle geri çekildiğimde gülümsememi görerek tebessüm etti. "Şimdi izin ver de biraz daha çalışayım olur mu?" diye sordu yumuşacık bir sesle. Kıpır kıpır bir heyecanla başımı sallayarak geri çekildim.

Heyecanla balkona ilerledim. Balkondaki sandalyelerden birine oturarak mutluluğumun tadını çıkarmaya çalıştım. Esinti saçlarımı uçuştururken gülümsedim. Sırtımı sandalyenin yumuşak minderine bastırırken bildirimler gelmiş olan telefonumu aldım. Bildirimlere tek tek bakmaya başladım.

Ufuk'tan gelen birkaç mesajı görmemle kaşlarım çatıldı. Mesajda tam olarak şunlar yazıyordu;

"Bu iş burada bitmedi Manolya. Arkamdan kurduğun şeyleri unutmam. Ben sana inanmıştım."

"İstersem Doğuş'un hayatını mahvederim ve bunu farklı bir yolunu da bulurum sana ihtiyacım bile olmaz."

"Kendini akıllı mı sandın şeytan çiçek?"

"Hazırlıklı ol ve şu günlerinin tadını çıkar. Cehennemi size hazırlayacağım."

Yazdığı bunca mesaj kaşlarımı dahada çattırmıştı. Bu Ufuk yine ne işler karıştırıyordu bilmiyordum ama şu anda ilgilenmek de istemiyordum. Bu yüzden yazdığı bunca mesaja karşılık olarak sadece, Tamam'ın kısaltmasını yazarak mesaj ekranından çıkmıştım.

Gelen diğer bildirimlere döndüm. Firdevs'tendi ve bir sürü mesaj vardı. Gelen mesajları baştan aşağıya tek tek okumaya başladım.

"Ya Manolya nereye gittin ya!"

"Beni nasıl bunla yalnız bırakırsın??"

"Senden hıncını resmen benim üzerimden attı, manyak herif!"

"Beni herkese "Bu kız bana aşık" diyerek tanıttı! Resmen rezil oldum."

"Volkan'a kadar ulaşmış bu resmen! O bile şu an beni yirmi dokuz yaşındaki o doktora aşık sanıyor!"

"Of Mano of!"

"İmalı bakış falan atıyor birde! Bu adama kimse aşk itirafı yapmamış sanırım..."

"Elimi sallasam ellisi diyor, "Salla bakayım gelsin ellisi." deyince de, "Uğraşamam" diyor, gıcık herif! Burnu havada birde! Bütün doktor arkadaşlarına tanıttı resmen beni!"

"Herkes beni ona aşık olarak tanıdı!"

Ufuk'un deminki mesajlarına rağmen bu cümlelere güldüm. "Hızlı koş kimse anlamaz." Yazıp gönderdikten sonra Firdevs'in mesaj ekranından da çıktım.

Bakışlarım günün tarihinde gezindi. Göz bebeklerim irileşirken şaşkınlıkla tarihe baktım. Günlerdir doğru dürüst tam tarihe bile bakmıyor ya da unutuyordum bu yüzden böylesine önemli bir günü yeni fark ediyordum.

9 Mayıs, Doğuş Çekici'nin doğum günü.

En az yüz kere sitelerdeki biyografisine baka baka bilgilerini ezberlemiştim. Telefonumu kapatırken saate baktım. Çok geç olmadığına sevinerek sandalyeden kalktım. Balkondan çıkarak geri içeri girmemle Doğuş'un bakışları bana döndü. "Çok sıkıldıysan biraz ara verebilirim senin için."

Hemen başımı iki yana salladım. "Yok yok! Sağlık daha önemli. En iyisi sen benim için çalışmaya devam et. Ben bir hava alıp, yakınlarda yürüyüş yapıp geleceğim." Kaşları çatıldı. "Emin misin? Eşlik etmemi ister misin?" diye sordu kibar bir şekilde. Başımı iki yana salladım. "Yok yok. Çalış sen." Israr etmeden başını sallayarak önüne döndüğünde nefesimi verdim.

Üzerimdeki eşofman ve  Doğuş'a ait olan tişörtü değiştirmeden kapıya ilerlememle tekrar sesini duydum. "Çok uzaklaşma olur mu çiçeğim?" diye sormasıyla hemen başımı salladım.  "Uzaklaşmam." diyerek oda kartını cebime attım. Ayağımdaki terliklerle beraber odadan aceleyle çıktım.

Aceleyle ilerlerken buna nasıl dikkat etmem diye kendime kızdım. Acaba Doğuş doğum günü olduğunu biliyor muydu diye düşünmeye de başladım. Asansörün tuşuna basarak zemin katın düğmesine bastım. Ne yapacağımı da bilmiyordum ama yapacaktım bir şekil bir şeyler.

Aşağı inmemle bakışlarım etrafta uygun birini ararken danışman kısmına ilerliyordum. Kadın sanki yüzünde sürekli asılı olan bir gülümsemeyle bilgisayarından bir şeyler yapıyordu. Adımlarımı hızlandırdım. İnsanlar geçip giderken ve bazıları da bana ve tarzıma bakışlar atarken onları umursamadım.

Yetişmemle bankonun üstündeki zile bir kaç kere pastım. Kadın bana dönerek daha çok gülümsedi. "Buyurun? Bir sorun mu var?" Pozitif sesine gülümseyerek kolumu bankoya yaslayarak kadına yaklaştım. "Diyelim birinin doğum günü var. Ama kesinlikle yeni hatırlamadık. Sadece hastalığın yüzünden biraz unutkansın..." kadın ciddileşerek devam etmem için başını salladı. "Güzel bir doğum günü sürprizi nasıl yaparız?" diye sordum.

Kadın tekrar gülümseyerek konuşmaya başladı. "Yani onu bilmem ama otel dışında az bir uzaklıkta sahil kafeleri var oradan size önerim yapabilirim." Bu fikirle beraber ofladım. "Ama o da çok klasik..." Kadın bana yaklaştı. "Siz tam olarak nasıl isterdiniz?" diye sordu. Yüzümde oluşan heyecanlı sırıtışla konuşmaya başladım. "Böyle pasta balonla gelse, havai fişek, Gökyüzüne uzaya doğru, "Doğuş günün kutlu olsun, Doğuş." yazdırmak falan..." Kadın bana anlamsızca bakarken sırıttım. "Yani tabi ki böyle şeyler değil." Aslında öyle şeyler olsa iyi olurdu.

Kadın tekrar gülümserken konuşmaya atıldı. "Aslında kafeler o kadar güzel ki. Özellikle önereceğim kafe. Zaten duymuşsunuzdur ünlü bir kafedir. O kadar farklı bir havası var ki. Hem ayrıca oraya beraber giden, arasında bir bağ olan insanlar orada birbirilerine aşık oluyorlarmış. Ama tabi ki bu bir söylenti."

Kaşlarım çatılırken kafeyi merak ettiğimi fark ettim. "Bak sen...sıradan da değil diyorsunuz?" dememle kadın başını onaylayarak salladı. "Eminsiniz ama değil mi?" Kadın başını salladı. "Kesinlikle." O halde başımı salladım. "Peki ben şimdi iki kere gidip gelemem. Numaraları falan var mı?" diye sormamla kadın tekrar başını salladı. "Hemen arayıp tuşluyorum."

Sakince kadını bekledim. Kadın bilgisayarda yaptığı birkaç işlemden sonra numara tuşladı. Ardından telefonu kulağına yerleştirerek cevaplanmasını bekledi. Heyecanla dizimi sallamaya başlarken kadın telefonu bana uzattı. Uzatılan telefonu kulağıma yerleştirmemle sesler geldi. "Merhaba, ben Pelin. Buyurun?"

Boğazımı temizledim. "Kafenizde doğum günü kutlaması yapılıyor mu?" diye sordum heyecanımı bastırarak. "Yani nasıl istediğinize bağlı olarak değişebiliyor." dedi mekanik ama aynı zamanda içten sıcak bir sesle. "Ya sadece böyle sürprizli gibi. Çok bir şey istemiyorum." dedim hemen. "Kafe kapattırma gibi bir isteğiniz yoktur umarım?" dedi karşı taraf narin sesiyle. "Yok, o kadar paramız yok. Yani onun vardır ama benim yok." dedim hafifçe gülerek.

Ses gelmeyince tekrar konuştum. "Yani şöyle..." devam edecektim ki karşı tarafta karışan seslerle kaşlarım çatıldı. Susup karşı taraftaki sesleri dinledim. "Müşteri mi aradı? Sen beceremiyorsun bana ver ben konuşurum!" diyen bir erkek sesi vardı arkada. "Ya bir git ya! Şurada havalı havalı müşteriyle konuşuyorum ne oradan gelip maydanoz oluyorsun ya?!" Narin sesli dediğim kadının sesi bir anda sertleşmişti. Konuşmalarına gülmemek için elimi ağzıma kapattım.

Hışırtılar gelirken bir yandan da onların "Dur" veya "Bırak" tarzı sesleri geliyordu. Sıkıntı etmeden sakince onları bekledim. Saniyeler sonra ses geldi. "Merhaba sayın kafemize müşteri olmayı hedefleyen hanımefendi. Öncelikle cumanız hayırlı olsun."  Kaşlarım gülmemek için kendimi tutarken havalandı. "Bugün cuma değil?" Karşı taraftan çok hafif ve abartısız bir gülüş sesi duydum. "Boş verin efendim, deliye her gün Cuma." Kaşlarım yavaşça düzelirken, "O sözün aslı sanki farklıydı ama..." diye mırıldandım.

"Evet nasıl bir sürprizden bahsediyoruz? Valla biz en iyi kafeyiz bu konuda da oldukça iddialıyız." diyordu hiperaktif sesiyle. "Yani bilemedim ki. Sizin öneriniz var mı?" diye sordum. "Siz sadece nasıl bir pasta istediğinizi söyleyin ve bize bırakın." dedi güven veren bir sesle. "Peki o zaman öyle yapalım ama lütfen güzel olsun." diye rica ettim.

"Efendim buradaki her şey güzeldir. Neyse adınızı öğrenebilir miyim?" diye sormasıyla cevap verdim. "Manolya." Adamın sesini duydum. "Tamamdır Manolya Hanımefendi. Bir saat sonra burada olabilirsiniz. Şimdi isterseniz sürprizinizi ayarlayalım."

🌺

Üzerime giydiğim, üniversite davetinde Doğuş'un benim için seçmiş olduğu beyaz elbiseyi düzelttim. Ayağımda onun aldığı ayakkabılar dururken aynaya doğru adım attım. Yarım saattir odanın içinde hazırlanıyordum ve Doğuş duştan çıkmadan çıkıp gitmem gerekiyordu.

Maşayla önlerine farklı bir hava kattığım saçlarımı bozmadan düzettim. Açık renk dudak kalemiyle dudaklarımı çevreledim. Dudak kalemimle aynı renk olan rujumla dudaklarımın içini doldurdum.

Son kez üzerime bol bol Manoyla kokulu parfüm sıktıktan sonra geri çekildim. Kendime memnun bir bakış attıktan sonra telefonumu alarak topukların sesini çıkarmamaya çalışarak sessizce odadan çıktım. Doğuş duştan çıkmadan yola koyulsam iyi olurdu.

Acele adımlarla asansöre girdim. Zemin katın tuşuna basarak heyecanla inmesini bekledim. Acaba Doğuş için bugün ne ifade ediyordu. Bana hiç bahsetmemişti. Teyzesi kutlamış mı bilmiyordum. Belki biz tatildeyiz diye gideceğimiz gün ya da telefondan kutlamış olabilirdi.

İçimdeki heyecanı bastırırken iki dakika boyunca asansörün inmesini bekledim. İnen asansörle beraber oteli hemen terk ettim. Dakikalar önce çağırmış olduğum taksiye atlayarak, konum için kafenin adını söylemem yetmişti.

Yol boyunca başımı cama yaslayarak yolu izledim. Sahildeki plajda insanlar denizin tadını çıkarıyor. Kumun sıcaklığı ayaklarına dokunuyor, deniz suyu serinletici bir etki yapıyor. Çocuklar kumdan kaleler yapıyor, yetişkinler ise şezlongda dinleniyor. Denizin dalgaları kıyıya vururken hoş bir ses oluşturuyor. Hava kararmaya başlamıştı bile.

Otelin sahilini geçmiştik. Cadde ve sokaklar neon ışıklarıyla süslenmiş. Restoranlar, barlar ve gece kulüpleri hareketleniyor. Müzik sesleri kulakları dolduruyor, insanlar dans ediyor ve eğleniyor. Renkli ışıklar ve gösteriler geceye bir büyü katıyor.

İçimde büyük bir heyecan vardı. Tepkilerini, duygularını, hislerini, her şeyi merak ediyordum. Heyecan, vücudun içinde coşkulu bir dans başlatan bir enerjidir. Nabız hızlanır, kalp atışları daha güçlü hissedilir ve heyecan dolu bir titreşim tüm bedeni sarar. Beyin, uyarılmış bir şekilde harekete geçer ve adeta bir ateş topuna dönüşür. Ve bu Doğuş'un bende olmasını asla istemediği bir histi.

Heyecan, adrenalinin damarlara pompalandığı bir akvaryumu andırır. Bu, kasların gerildiği, derinin üzerinde tüylerin diken diken olduğu ve iç organların adeta ritmik bir dansla çalıştığı anlamına gelir. Gözler canlılıkla parlar, solunum hızlanır ve kaslar bir gerginlik hissiyle dolup taşar.

Arabanın camından yolu izlemeyi kesmedim. Araç camından izlenen yol, bir film şeridi gibi ilerleyen bir manzara sunuyordu. Camın ardından gözlemleyenler için, dünyanın dışında bir seyirci gibi hissetmek kaçınılmazdır bence.

Işığın oyunu, yolculuğa eşlik eder. Güneş ışınları ağaç yaprakları arasından süzülerek dans ederken, yollarda yansımalar oluşur. Bu yansımalar, camın üzerinde ritmik bir şekilde oynar ve yolun ilerleyişini sürdürürken gözleri büyüler.

Yol, hayatın akışını temsil eder. Araç ilerledikçe, sahneler hızla değişir. Kentin gürültüsünden uzaklaşıp doğaya doğru yol alındıkça, manzara yeşile bürünür. Ağaçlar ve çiçekler yol kenarını süsler, kuşlar özgürce uçuşur ve gökyüzü sonsuz bir maviye açılır.

Ben yolu izlerken yaklaştığımızı karanlık havanın aydınlattığı kafelerin, restoranların, çeşitli ama çok bulunmayan mekanların aydınlattığı sahile gelmiştik. Kumsalın olduğu yerin çok dolu olmaması şaşırtıcıydı. Ünlüydü ve sahili kalabalık değildi.

Taksinin yavaşlamasıyla hedef kafeyi gördüm. Dışardan bile oldukça hoş görünüyordu. Dışarısı camdı ve içerisi görünüyordu. İçerisi farklı bir diyar gibiydi. Çok farklı bir havası vardı. Tam taksiden inerken şoförün sesi geldi. "Abla para?"

Şoföre yan gözle bakış atarak zaten çıkarmış olduğum cüzdanımdan parayı alıp adama uzattım. "Verecektim zaten. Kaçmıyoruz herhalde." diye söylenmemle adam güldü. "Biz paramızı alalım da abla." Adama aynı bakışı tekrar attım. Adam parayı aldığı an uzaklaşmaya başladı.

Saçımı düzelterek kafeye ilerledim. Tamamen farklı bir aurası vardı, bunu daha içeri girmeden anlamıştım. Ve tahmin ettiğimden de güzel çıkcak gibiydi.

Kafeden içeri adım attığınız anda sizi sıcak ve romantik bir atmosferle kucaklıyor. Kafenin kapısını açar açmaz, içeriye yayılan hoş bir kahve kokuları, tatlıların hoş kokuları ve hafif müzik notaları duyulur. İç mekan, sevgi ve tutkunun izlerini taşıyan bir şekilde, özenle dekore edilmişti.

Kafenin duvarları pastel tonlarda boyanmıştır ve zarif çiçek desenleriyle süslenmiştir. Duvarlarda, aşkı temsil eden tablolar ve romantik fotoğraflar sergilenir. İnce perdeler, pencerelerden gelen doğal ışığı yumuşatarak romantik bir hava yaratır.

Mobilyalar, konforlu ve şık seçimlerle döşenmiştir. Rahat minderlerle donatılmış koltuklar, misafirlerin keyifle oturup sohbet edebilecekleri bir alan sunar. Masalar üzerinde yer alan çiçek aranjmanları ve mumlar, romantik bir atmosfer oluşturur.

Kafe tezgahı, zarif bir şekilde dekore edilmiş ve göz alıcı detaylarla süslenmiştir. Tezgahın üzerinde rengarenk makaronlar, pastalar ve taze çiçekler sergilenir. Kafenin duvara asılan menüsünde, çeşitli lezzetlerle doluydu. Özenle hazırlanmış kahve çeşitleri, tatlılar ve atıştırmalıklar, misafirlerin damaklarında iz bırakacak derecede görünüyordu. 

Bakışlarımı daha fazla etrafta dolandırmadan birini aradım. Yanıma sarı saçlı, mavi gözlü, duru bir güzelliği olan genç bir kız geldi. Üzerinde bir önlük bulunuyordu. Hemen kısa döndüm. Mavi bakışları üzerimde çok kısa dolandı. "Ben Manolya. Doğum gününü ayarlayan kadınım." dediğimde yüzünde bir gülümseme oluştu. "Siz...hoş geldiniz Manolya Hanım." dedi kibar bir sesle.

Telefonum çalarken ona parmağımla durmasını işaret ederek aramayı yanıtlayarak kulağıma yerleştirdim. "Alo Doğuş?" dedim her şey normalmiş gibi çıkardığım sesimle. "Yoksun? Neredesin?" diye sordu ciddiyetle.  "Sana atacağım konuma gelebilir misin? Çok acil..." diyerek hemen aramayı kapattım.

Beni bekleyen kafe görevlisine döndüm. "Hoş buldum. Kusura bakmayın işte, benim koca bebek duştan çıkmış beni soruyor." Bu ayrıntıyı neden vermiştim ki?

Kız pek takılmadan gülümsemeye devam etti. Bakışlarım kızdan bir komut bekler gibi ondan dolanırken kadın eliyle köşedeki döner merdiveni işaret etti. "Dilerseniz yukarıya çıkalım, çünkü oraya ayarladık her şeyi." Gülümseyerek başımı salladım. Telefonda onlarla fiyat konusunda da anlaşmıştım. Bundan sonra artık kendime bir iş bulup çalışmam gerecekti aksi taktirde annemden kalan param da bitecek ve tam fakir kalacaktım.

"Çok güzel görünüyorsunuz bu arada." dedi kız samimiyetle. Yüzümde iltifat almanın getirdiği sırıtışla saçımı savurdum. "Teşekkür ederim." Üst kata çıkmamızla bakışları sadece köşedeki sandalyelerde oturan insanlara kaydı. Herkes kendi kafasına göre takılıyordu.

Kafenin özel bir bölümü, rahat bir atmosferde okuma ve çalışma için ayrılmıştı. Kitap rafları, çeşitli romanlar, şiir kitapları ve aşk temalı eserlerle doluydu. Bu köşede, sessizlik içinde huzurlu bir zaman geçirebilir ve hayallere dalabilirdiniz.

Ortada diğer masaların aksine büyük özenle hazırlanmış bir masa vardı. Köşede istediğim gibi hazırlanmış mikrofon, müzik ekipmanları falan hazırlanmıştı. Kız gülümseyerek bana döndü. "Her şey tam olduğunda ışıklandırmaları da ayarlayacağız. Sonra zaten her şey istediğimiz gibi ilerleyecek." Başımı salladım. "Çok heyecanlandım ya." diye mırıldandım.

Bir anda yanımızda üç kişinin daha belirmesiyle bakışlarım onlarda gezindi tek tek. "Aa! Manolya hanımefendi siz misiniz?" diye sordu, bir kaşında çizik, bir kulağında küpesi olan, kirli sakallı, kumral, kahverengi gözlü adam. Sesi telefonu alan kişinin senine benziyordu veya oydu.

Başımı sallamamla diğerleri de beni inceledi. "Kız bak herkesin doğum günü davetini kabul etmeyiz değerimizi bil." dedi aralarındaki diğer kadın. Otuzlu kırklı yaşlarında duruyordu. Ama buna rağmen çok güzel bir fiziği ve güzelliği vardı. Havalanır gibi bir gülümseme kondurdum yüzüme. "Hanımefendi...siz beni değil, ben sizi seçtim. Değerimi bilin." dedim saçımı hafifçe savurarak.

Kaşı çizik olan adam  konuştu. "Öyle mi canım? Şu an iptal etsek ne yapabilirsin?" diye sordu yapmacık bir şekilde sırıtarak. Tıpkı onun gibi sırıttım. "Kafenizin yorumlarına girip şikayet ederim, canım." dedim canım kısmını bastırarak.

Alayla gülümsedi. "Bizim de bir namımız var. Sizi biz seçtik hanımefendi." dedi övünerek. "İleride şu kitaplığınıza kitabımı eklerken bunları tekrar konuşuruz. Tabi zamanım olursa." dediğimden hiçbiri de pek bir şey anlamasa da sustular.

Aralarındaki siyaha sakın koyulukta saçı olan, mavi gözlü, uzun boylu çocuk, telefonda benimle konuşan adamın ensesine sertçe yapıştırmasıyla o acıyı ben bile hissettim. "Müşterilerle ne biçim tavırlara giriyorsun? Düzgün konuş. Müşteri her zaman haklıdır. Ayrıca sen bu kafenin nesisin ne oluyor? Bırak biz ilgilenelim." demesine son derece katılmak istedim. Adam çocuk gibi omuzlarını hızlı hızlı indirip kaldırdı. "Hepiniz beni dışlıyorsunuz zaten! Bir Yılmaz amcam beni dışlamaz canım amcam."

Sohbetlerinden zerre bir şey anlamasam da onları dinlemeye devam ettim. Sarı saçlı, telefonda aradığım zaman açan kız gülerek adama döndü. "Babam fazla merhametlidir ondan." Adam dönüp sanki ona küfretmiş gibi baktı. "Bu sizin ailenin hepsi çok kırıcı. Kırıcısınız. Yılmaz, ponçik amcama bile iftira atıyorsunuz."

Otuzlu yaşlarında gibi duran kadın bana döndü. "Durun şimdi kızla ilgilenelim bırakın onu bunu." dedi bana dönerek. 

Kaşı çizik adam sarışın kıza bir bakış attı. "Yılmaz amcam çok ısrar etti, gel kafede çalış dedi de ben çok yoğun bir insanım diye kabul etmedim." Pelin başını tabi tabi dercesine sallayarak bana döndü. "Geliyor mu doğum günü çocuğu?"

Gülmemek için kendimi tutarken ciddi kalmaya çalışarak başımı salladım. "Dünyanın en sevimli çocuğu gelecek birazdan. Eminim etrafa neşe saçacaktır." Bu cümleme güldürler. "Gelsin gelsin." dedi uzun boylu çocuk.

Aklıma gelen şeyle kaşlarım kalktı. "Pasta hazır mı?" diye sordum hemen. Hepsi aynı anda başını salladı. Pelin konuştu. "Aşağıda, pastacılarımız son süslemeleri yapıyor." deyince başımı salladım. "Peki o zaman. Tam istediğim gibi mi?" diye sordum heyecanla. Pelin güldü. "Pastacılarımız istediğinizin çok daha iyisi olduğunu söylüyor."

Sürekli konuşan adam, adım atmadan bana yaklaşarak fısıldadı. "Kendileri biraz özgüvenlilerdir de. Yazık, eğer beğenmezseniz falan demeyin yüzlerine özgüvenleri falan düşer." Bu cümleye üçü de gülmüştü. Otuzlu yaşlarındaki kadın, "Tabi canım. Onların mı özgüvenleri düşecek? Vatan savunur gibi savunurlar o pastayı. Ha birde beraber yaptılar."

Onların saran bu sohbetini dinlemeye devam ettim. Üçü de son söze şaşkınlıkla ona döndü. "Beraber yaptılar? İkisi beraber? Hayret..." diye mırıldanmıştı sarışın kız. Kadın başını salladı. "Tabi ki dünyanın kavgasını ede ede yaptılar. En son gördüğümde çilekli mi, çikolatalı mı olsun diye tartışıyorlardı." Bakışlar bu sefer bana döndü. Sürekli konuşan adam başını iki yana sallayarak. "Pastanın neyli olacağını onların kararına bırakmamalıydın..."

Kaşlarım anlamsızca havalanırken, "Şu an hiçbir şey anlamadım?" diye söylendim. Kadın gülümseyerek bana döndü. "Boş ver, biraz bizim kafenin insanlarıyla ilgili. Senin karşında da böyle konuştuk kusura bakma." başımı iki yana salladım. "Sıkıntı yok."

Adam merdivenlerden aşağıya inerken kıza döndüm. "Nasıl hazırlanalım şimdi?" Kız eliyle noktayı gösterdiği an ışıklar kapandı. Müşterilerin haberi olduğu için pek tepki göstermemişlerdi. Merdivenden geri yukarı çıkan adamın sesi duyuldu. "Yakışıklı afet geliyor!"

Hemen masanın yanında durarak Doğuş'un gelmesini bekledim. Işıkları açık alt kattaydı şu an. Heyecanla kal atışlarım hızlanırken adım sesleri geldi. Muhtemelen onu yukarı kata yönlendirmişlerdi. Onun üst kata yetişmesiyle bize hazırlanan masanın ışığı yandı sadece. Etraf aydınlanırken son derece çatık kaşlı, endişeli zeytin gözlerle buluştu yeşim gözlerim.

Doğuş'un hemen arkasından iki konfeti patlatıldı. Doğuş irkilerek omzu üstünden arkasına bakarken üzerine konfetiler düşüyordu. Üst kata tanımadığım insanlar ve kafenin birkaç çalışanı çıkarak Doğuş'un arkasına dizildiler. Doğuş hala çatık kaşla duruyorken ritimli alkışlar yükselmeye başladı. İlk bağırış benden geldi. "Doğuş günü kutlu olsun, Doğuş Çay!"

Ardından ritimli bağırışlar alkışlar geldi. "Doğuş günün kutlu olsun, Doğuş Çay!"

Doğuş sadece bana bakarken artık olayı kavramış gibi görünüyordu bakışları üzerimde gezindi. Beni incelerken alkışlarla, bağırışları kesmedim. Doğuş bu bağırışları yeterli bulmuş gibi alkışlayan ve bağıran insanlara -hepsine bakamasa da- tek tek bakarak başını salladı. O kadar masum bir hali vardı ki o kadar ödül almasına rağmen sanki ilk kez böyle bir an yaşıyor gibiydi.

Alkışlar bağırışlar susarken, "İyi ki varsın doktor beyim." Doğuş tebessüm ederek bana yaklaştı. "Se-" diyordu ki yan taraftan konuşkana ait ses, "Oha, doktorun mu?"  diye şaşkın ve istemsizce ağzından çıkmış gibi olan sesle ikimizde anında derince çatılan kaşlarımızla ona döndük.

"Evet, doktorum"

"Evet, doktoruyum."

Doğuş'la aynı anda cevap vermiştik. Masum bir ifadeyle bize bakarak iki elini kaldırdı. "Tamam karışmıyorum. Sadece alışık bir durum değil." diye bir şeyler geveledi. Onu pek umursamadan birbirimize döndük.

"Baya sevimli, küçük çocukmuş bu arada." gelen fısıldamayla tekrar aynı kişiye döndüm. Bu sefer yanındaki sarışın kıza fısıldıyordu. Göz göze gelmemizle hemen sözünü değiştirdi. "Yani çocuk ruhlu bir adam gibi..."

Gülerek takılmadan geri Doğuş'a döndüm. "9 Mayıs doğum gününmüş. Bu özel günü kutlamalıydım." dedim ona daha çok yaklaşırken. Benim yaklaşmamla o daha çok yaklaştı. Aramızda karış mesafe kalmıştı. "Hiç gerek yoktu. Yormasaydın kendini çiçeğim."

Omuz silktim. "Şu cümleleri söyleme." diye mırıldandım. Sadece yüzüme baktı. Yutkundu ve tebessüm etti. Alkışların tekrar yükselmesiyle dikkatimiz dağıldı. İkimiz de pastaya dönerken heyecanla bakışlarımı yaklaşmakta olan pastaya çevirdim. Önlüklü, benden biraz kısa, kısa saçlı, minyon tipli bir pastacı tam karşımızda durdu.

Doğuş'un bakışları pastada geziyordu. Pasta tamamen siyahtı. Sadece üstünde bir stetoskop ve stetoskopun diyaframında bir adet manolya çiçeği bulunan bir pastaydı. Üzerine sadece bir mum diktirtmiştim tıpkı onun benim doğum günümde yaptığı gibi.

Bana bir bakış attıktan sonra pastayla bakışmaya başladı. Ciddi anlamda bir dakika boyuna pastayla bakışmıştı. Doğuş'a yaklaşarak sırıttım. "Çaycığım, neyi bekliyorsun? Vahiy inmesini mi? Üflesene."

Doğuş bana tekrar bir bakış attı. Tam üfleyecekti ki onu, "Dilek tut!" diyerek durdurdum. Eğilmişken başını sallayarak döndü. Tam üfleyecekti ki, "Doğuş, benim dileğim zaten yanımda demeyecek misin?" dedim şaşkın bir sitemle. Doğuş başını hafifçe bana çevirerek gözlerimin içine baktı. "Hep yanımda olacak mısın ki?" diye sordu kısık sesle.

Demek istediğini anında anlarken yüzümdeki gülümsemeyi soldurmamaya çalıştım. Hep yanında olacak mıydım bende bilmiyordum çünkü. Eğildi ve tekte mumu üfledi. Ve ben ne dilediğini maalesef adım gibi biliyordum. Bana bir yaşam dilemişti.

Alkışlar yükselirken Doğuş dikleşerek bana döndü. Gülümsememle bana yaklaşarak yüzüme eğildi. Dudaklarını anında dudaklarıma yasladı. Dışarıdan gelen sesleri umursamadık. Zaman sanki durmuş gibiydi. Dudaklarının yumuşaklığını hissettiğimde gözlerinim kapadı.

Ellerini hafifçe yüzüme koydu ve beni daha da kendine yakınlaştırdı. Dudaklarımızın birleştiği anda, kalbim bir an için yerinden çıkacak gibi atıyordu. Dudaklarımız birbirine dokunduğunda, dünya etrafımızda dönmeye devam ediyordu, ama o an sadece ikimizin arasındaydı.

Bu an, akşamının havasında derinleşti. Zamanın nasıl geçtiğini unutmuş gibi, Dudaklarımızın verdiği tatlı hisle dolup taştık. Dudaklarımız hafifçe ayrıldığında, gözlerimizde birbirimize karşı olan sevgi ve aşk yansıyordu.

Ardından birbirimize sıcak bir gülümsemeyle baktık. Ardından aramıza biraz daha mesafe koyduk. "İlk defa bir doğum günümü sevdim sanırım." diye fısıldadı. Yüzümdeki gülümseme büyüdü. "Bende ilk defa birinin doğum gününü kendi doğum günümden bile önemli görerek kutladım sanırım." Cümlemle o da gülümsedi.

"Oha yani. Afiyet olsun." gelen sese döndük. Tam pastayı tutan kızın arkasında ondan çok daha uzun boylu yaklaşık Doğuş'a yakın boyu olan, koyu saçlı, koyu ela gözlü adam demişti. Ayrıca en az Doğuş kadar ciddi bakıyordu. Tıpkı kızdaki gibi üzerinde önlük vardı. Önündeki kız ona kınar gibi bakış attı. "Öküzsün biliyorsun değil mi?"

Adam ifadesini bozmadan, "Okozson boloyorson dogol mo? Ben sana bana öküz deme demedim mi?" diye sitem etti sakin bir öfkeyle. Kız alayla sırıttı. "Müşteriye düzgün davranmayı da sana ben mi öğreteyim? Yeniyim birde bak, utanırsın." Adam alayla güldü. "Sen iyi davranınca da numaranı istiyorlar onu ne yapacağız? Ben uğraşıyorum sonra."

İkimizde şaşkınca onları izliyorduk. Daha doğrusu Doğuş ciddi ifadesiyle, ben şaşkınlıkla izliyordum.

"Uğraşma! Uğraşma!" dedi kız bastıra bastıra. Adam kıza doğru gıcık etmek için dil çıkarınca kız yumruğunu sıktı. "Senin o dilini..." Batu denen adam, hemen imayla kaşlarını kaldırdı. "Benim o dilimi? Evet? Ne yapmak istersin benim dilimi?"

Gülmeye başlamamla Doğuş'un bakışları bana kaydı. Görevlilerden konuşkan olanı tekrar araya girerek ikisini de çekti. Arkalarından, "Müşteri felsefesi yaptıktan sonra çok sevdiğin iş arkadaşınla kavga etmen..." diye söylenen adamın sözünü, "Hiç etik değil." diyerek tamamladım. Yüzümde kocaman sırıtış oluşurken Doğuş'a döndüm.

Doğuş tepki vermeden geri çekilerek benim için masanın bir sandalyesini çekti. Sandalyeye oturmamla geri çekilerek kendisi karşımdaki sandalyeye yerleşti. Koyu saçlı, uzun boylu çocuk yanımıza geldi. "İçecekleriniz şimdi gelecek, ayrıca fotoğraflarınızı da çektik çıkmadan önce göndeririz." demesiyle gülümseyerek başımı salladım.

Doğuş'un bakışları benden ayrılmıyordu. "Ne ara bunca şeyi yaptın?" diye sorunca omuzlarımı indirip kaldırdım. "Hallettim işte boş ver sen orasını." dedim tebessümle. Bakışları üzerime indi. "Bu elbiseyi her giyişinde daha da yakıştırıyorum. Dünyanın en büyüleyici insanına dönüşüyorsun resmen. Benim için her zaman öylesin ama..."

Bakışları kendi üzerine kaydı. Üzerindeki siyah tişört ve siyah kumaş pantolona bakış attı. "Yanına yakıştım mı ki şimdi?" diye tatlı bir şekilde söylenmesiyle güldüm. "Sen üstü çıplak halinle gelsen bile yanıma yakışırsın. O zaman ben sana yakışmayabilirim gerçi..." diye mırıldandım düşünceli bir sesle.

Tam bu sırada minyon tipli pastacı pastayı tam ortamıza bir bıçakla beraber bıraktı. "İlk dilimi doğum günü olan beyefendi kesmeli bence." dedi tebessümle. Bende kadına katılarak başımı salladım hemen. Doğuş isteksiz dursa da itiraz etmeden bıçağa uzandı. Üzerinde tam stetoskopun altında, "Ma, biz bu günlere, "Etik değil" diyerek geldik." yazan bir yazı olduğunun detayını vermeyi unutmuştum sanırım.

Doğuş pastadan bir dilim kesti. Ardından pastacı pastayı aldı. "Şimdi tam dilimlerle getireceğim. Kalan pastayı da paketleriz." dedi. Tam gidecekti ki Doğuş pastacılara döndü. "Neyli bu pasta?"

"Meyveli." dedi kadın. Doğuş başını sallayarak önüne dönünce pastacılar gitti. Doğuş'a dönüp gülerek, "Kesin bunlarda aşıklar." dedim. Doğuş bakışlarını kaldırıp bana katılmayan bir ifadeyle baktı. "Sanmıyorum. Adam çok kaba ve kızın adamdan net bir şekilde nefret ettiği bariz." dedi ciddiyetle. Kaşlarımı çattım. "Ne alaka ya? Nefretle başlayan aşk belki?"

Doğuş başını hafifçe iki yana salladı. "Pek inandığım bir şey değil." demesini umursamadım. "Seven sevdiğiyle uğraşır." Masadaki sudan yudum aldı. "Ona da pek inanmam." Kaşlarım daha da çatıldı. "E ben seninle uğraşıyorum Doğuş?" dedim hemen. İfadesini bozmadan, "Ama ben senin uğraşmalarından rahatsız olmuyorum. Çünkü senin uğraşmaların beni rahatsız edecek bir şey değil." dedi ciddiyetle.

Yüzümde oluşan sırıtışla beraber konuyu değiştirmek için dirseklerimi masaya yaslayarak ona yaklaşıp konuşmaya başladım. "Sana ne hediye vereyim istersin?" diye sordum. Gözlerimin tam içine bakarken benim gibi masanın karşısından yaklaştı. "Bana kendini verebilirsin. Sen bana zaten bir hediyesin."

Sözleri içime batarak kelebek etkisi yaratırken derin bir nefes aldım. "Ben zaten seninim." İster istemez ciddi ifadesine dönerken, "Benim misin?" dedi emin olmak için. Başımı salladım. "Öyle demiştik ya." Başını sallayarak beni onayladı.

"Sen şimdi otuz bir yaşına mı girdin?" diye sordum. "Evet. Yaşlanıyorum galiba." dedi düz bir sesle. "Evlilik yaşında gelmiş geçiyor." dedim muzip bir sesle. "Çocuk yaşım bile gelmiş." diye eklemesiyle bakışlarım irileşerek ona çevrildi. "Ne baktın öyle?" diye sordu kısık sesle.

Pasta tabaklarımız ve içeceklerimiz önümüze bırakıldı. "Çocuk falan deyince....ne bileyim." diye bir şeyler geveledim. İçeceğimi kavrayarak onu dinlerken yudumlar almaya başladım. "Senden çocuk istiyormuşum gibi şaşırmana gerek yok. Tamam çocuk isterim senden, ama şu anda  istemem. Yine de senden olan bir çocuğun babası olmak isterdim. Ona babalık yaparken aynı zamanda senin de baba eksikliğini gidermek isterdim." dedi. Sesindeki ciddiyet fazlaydı.

İçtiğim su boğazıma kaçarken Doğuş telaşla, "İyi misin?" diye sordu. Başımı sallarken öksürüklerimi dindirmeye çalıştım. "Çok ciddi görünüyorsun." diye fısıldadım öksürüklerim arasından. "Fazla mı ileri gittim?" diye sorması üzerine ona baktım. "Baya gittin baya, yıllar ilerisine kadar gittin."

Öksürüklerim dinerken elimin tersiyle dudaklarımı silip Doğuş'a odaklandım. Hala ciddiydi. "Kusura bakma. Senin için ileriye yönelik bir düşünce olsa bile şu anda konuşulacak bir şey değil. Ben sanırım biraz bunu düşünmeden konuştum." başımı iki yana salladım. "Hayır da, sadece bir anda öyle deyince şey oldu."

Gülümsedi. "Neyse, boş ver çiçeğim. Hadi pastamızı yiyelim." dedi tebessümle. Başımı sallayarak çatala uzandım. Pastadan küçük bir parça kopararak dudaklarımın arasından içeriyle çektim. Telefonuma gelen bildirim sesiyle masadaki telefonumu açtım. Sırf oyunlarını oynamak için hesap kurmuş olduğum Facebook'tan gelen bir bildirimdi.

Bildirimi yok edecektim ki Menekşe teyzenin bir şey paylaştığını fark ettiğim için bildirime dokundum. Beklediğimden çok daha iyi çıkan meyveli pastayı yerken hayret ifadesi göstermedim. Ekranım bildirimin kaynağına ulaşınca karşılaştığım fotoğrafla kaşlarım çatıldı.

Eli çenesinde, dişlerini göstermeden gülümseyen, yeşilin mükemmel tonundaki gözleri güneş ışığı ile parlayan, benim için dünyanın en sevimli çocuğu ekranımı kapladı. Yazan yazıya sadece çok az bir saniye bakmıştım. "İyi ki varsın canım yeğenim. Doğuş'um, yavrum. Ablamın emaneti." Ve sonunda gıcık bir kaç emoji.

Şaşkınlıkla duysanız asla Doğuş'un küçüklü olduğuna inanmayacağınız olan fotoğrafına baktım. Saçları o zaman bile kumral-sarı arası bir şeydi. Tatlı tatlı ekrana bakıyordu. Bakışlarımı kaldırıp hemen Doğuş'a baktığımda ifademe anlam yüklemeye çalıştığını anlayabiliyordum. "E hani sevimliymişsin işte!" dedim şaşkınlık ve keyifle.

Afalladı. "Anlamadım?" Anladın anladın. "Küçüklük fotoğrafında çok sevimlisin! Ne kadar tatlı bir çocukmuşsun." dedim, telefon ekranını bakması için ona çevirirken. Fotoğrafı görmesiyle kaşları çatıldı. "Teyzenin gidip başkasını küçüklüğünü alıp paylaşacak hali yoksa sensin bu." Aklıma gelen düşünceyle güldüm. "Yoksa bu da mı Ufuk'un oyunu?"

Gülerken bakışlarım ciddiyetle bana bakan ondaydı. "Bu da mı derken?" diye sormasıyla gülüşüm soldu. Söyleyecek sahte bir şey ararken hiçbir şeyi belli etmemeye çalıştım. "İşte bir kere de ben ona video falan yollamıştım ya hani? O işte. Birde öyle anlamlı olarak söylemedim. Ufuk'un karakteri öyle ya ondan."

Ciddiyetle sadece başını salladı. "Peki." diye mırıldandı sessizce. Çarpık bir şekilde çapkınca gülümseyerek göz kırptım. "Şuradan bir otelimize geçelim de, o zaman konuşuruz, bebek." Ciddiyetine dönerken bana anlamsız bir bakış attı. "Otele geçelim derken?"

Deja vuyu bilir misiniz? Zamanın da benzerleri bana yaşanırdı...

Saçımı geri savurarak mükemmel ötesi pastadan yemeye devam ettim. "Aklına ne gelirse, cano." Bana oldukça bariz bir ifadeyle, bu kelimeleri yabancı olduğunu ifade etti. Bakışlarımla pastasını işaret ettim. "Ye hadi." Bir şey demeden pastasını yemeye başladı.

Aklıma gelen şeyle duraksayarak kaşlarımı çattım. "Sen doğum günü olduğunu biliyor muydun?" Diye sordum merakla. Başını salladı. "Tabi ki. Bir yaş daha ilerlediğim gün." Dedi ciddiyetle. Bunu hiçbir duygusu olmadan söylemişti.

"Ya neden bana söylemedin ki hiç?" Diye sordum hemen. Omuz silkti. "Pek önemli gelmiyor doğum günü kutlamam falan. Yaş atlamak kadar normal bir şey yok doğum gününü kutlamayı bu yüzden pek mantıklı bulmuyorum." Dedi ifadesizce.

Pastadan kopardığım parçayı ağzıma attım. "Ben her yıl Kar'ınkini de kendiminkini de kutlarım. Kar'ın doğduğu gün hakkında net bir bilgim olmada da hangi ayda doğmuş olabildiğini bildiğim için ona bir gün tarihi kendin koydum." Dedim sakince.

Tebessüm etti. "Mantıklı bulmasam da ne hoş..." diye mırıldanınca bir şey demeden pastaya döndüm.

Pasta yerken arada bakışlarımız birleşiyor, arada önemsiz sohbetler ediyor, zamanı öyle değerlendiriyorduk. Pastaları yememizin ardından tabaklar önümüzden alındı ve kahve getirildi. Daha doğrusu Doğuş kahve içmişti, ben pek kahve sevmediğim için limonata tercih etmiştim.

Akşamı ful kafede geçirdikten sonra Doğuş'un aracıyla geri otele döndük. Odamıza kadar gelmiştik. Bedenimi yatağa atarken Doğuş'a döndüm. "Bize içecek bir şeyler söyledim."

Dağınık bir şekilde duran dosyalarını düzenlerken, "Kafa dağıtıcı şeyler değildir umarım." Demişti sessizce. Yatakta bedenimi gevşetirsen güldüm. "Olsun ya bir kere de kafamız dağılsın. Doğum günün bugün."

Bakışlarım direkt tavanı bulurken yanıma yaklaştığını kokusundan anladım. Tam üzerime kadar gelmesi beni afallatırken kıpırdamadan onu izledim. Üzerimdeyken ellerini yatağa bastırarak pür dikkat bana bakıyordu. Aramızda çok az mesafe vardı ve her an ikimizden biri bu mesafeyi aşabilirdi.

"Öyle ima yapmasını biliyorsun...ama icraatın yok." Diye fısıldamıştı. Bu sefer afallamadan bakmaya devam ettim. "İcraat mı isterdin?" Diye fısıldadım. Doğuş'un yaklaşmasıyla kalp atış hızım artmaya devam etti. Boynuma güçlü bir öpücük bıraktıktan sonra kokumu içine çekti.

Gülümseyerek onun gibi boynuna öpücük bıraktığımda geri çekilip bana baktı. Önce gözlerime baktı ardından yüzümde gezintiye çıktı ve en son dudaklarını buldu bakışları.

Doğuş dudaklarıma eğilecekken kapının çalmasıyla ikimizde duraksadık. Doğuş saniyeler içinde kaşlarını çatarak ciddileşirken üzerimden kalktı. "İstediklerimi getirmişelerdir muhtemelen." Dedim o kapıya ilerlerken.

Telefonuma üst üste gelen bildirimlerle masadaki telefonuma ulaştım. Bu aralar bildirimler beni salmıyordu. Telefonumdan bildirimin kaynağına baktığımda bir kere daha Ufuk'u görmemle kaşlarım çatıldı. Doğuş kapıda isteklerimi teslim alırken hemen telefonumun şifresini girip açlılan ekranımla mesaj sayfasına girdim.

"Bu tavırlara devam et Manolya. Yakında bu tavırların sahibi ben olacağım."

"Ayrıca benim için Doğuş'a bir açık bulmak mı zor olacak? Ben onu çocukluğundan beri tanırım, görürüm, bilirim. Bekle Manolya. Beklemede kal Doğuş seninleyken bile cehennemi yaşarken tekrar konuşacağız..."

Sözlerine kaşlarım çatılırken böyle bir şey yapabilir mi diye düşündüm. Her ne kadar ihtimal vermesem bile içimde bir düşünce kalıyordu. İçimi garip bir his kaplarken sıkışan kalbimi sakinleştirmeye çalıştım. Halbuki onun dediklerine pek ihtimal vermiyordum.

Mesaj baloncuğuyla bakışmaya devam ederken Doğuş'un geldiğini hissettim. "Tekila istemişsin...çok sınırı kaçırmayalım da." Diye mırıldanmasıyla kendime gelerek telefonu kapatıp eski yerine bıraktım. Ufuk'un cümleleri, varlığı beni istemsizce rahat ettirmezken onu unutmaya çalışarak Doğuş'a döndüm.

Yatağın üstünde bağdaş kurarak onu bekledim. Zaten hazır olan sunumunu yatağın önüne çektiği masaya yerleştirip hemen yanıma kuruldu. Bardakların en yukarısını tuza batırdıktan sonra bardakları bıraktı. Şişeyi kavrayacakken o benden önce davrandı. "İzin ver sana servis yapayım." Dedi tekilayı açmış tek tek bardaklarına doldururken.

Sakince onu izledim. Bir dilim limonun önüme uzattıktan sonra kendi için hazırladığı shotun tuzunu emdikten sonra tekte bitirdi. Limonu emmede bana döndü. Bakışlarımı ondan çekerek bende etrafındaki tuzu emip shotu kafama diktim. En son limonu emmemle yüzümde buruştu.

Yüzüm buruşuk bir şekilde Doğuş'a döndüm. Tipimin haline gülerek yeni bir shotu doldurdu. "Çok içmeyelim ama olur mu çiçeğim...kendinden geçme." Demesine hafifçe güldüm. "Sen merak etme Doğuş. Sana bir şey olmasın yeter."

Bana alınmış gibi bir bakış attı. "O zaman çok içmiştim. Normalde pek tüketmem ama..."

🌺

Doğuş beni düzeltirken gülmeye devam ettim. "Doğuş aşağı mı insek? Dolanırız biraz, dans ederiz?" Doğuş direkt, "Olmaz, bu halde çıkamazsın Manolya şu haline bak. Allahtan arabanın yerini değiştirmeye gittim ya! Ne kadar çok içmişsin, içme diye uyardım birde sen, çiçeğim!" Dedi sitemli bir sesle.

Ağlar gibi sesler çıkarmaya başladım. "Bağırma bana Doğuş, kızma bana..." diye mırıldandım. Doğuş hemen yumuşattığı sesiyle, "Ne bağırması, ne kızması çiçeğim? Ben sana hiç bağırır mıyım?"

Omuzlarımı indirip kaldırdım. "Gerçekten az içtim sadece yarım shot kadar..." Doğuş başını iki yana salladı. "Bir kere de doktorunu dinle ya." Diye söylenmişti.

Doğuş yatağın ucuna oturarak bakışlarını duvara çevirdi. Dikleşecek yatakta dizlerim üzerinde durarak Doğuş'a döndüm. "Nereye bakıyorsun öyle?" Yüzümde öfkeli biri ifade oluşurken bakışlarımı duvarı izleyen Doğuş'tan çekmedim. "Duvarla bakışıyorsun resmen! Benim yanımda utanmadan duvarla bakışıyorsun! Çok beğendiysen git o sana kek yapsın!" Diye bağırmamla afallayarak bana döndü.

"Manolya o bir duvar." Dedi anlamsızca. "Duvarlarında duyguları olabilir duygusuz adam." Dedim ağlar gibi bir sesle. Bana anlamsızca bakmasıyla ona yaklaşarak fısıldadım. "Çok öyle şeyler söyleme duymasın. Kalbi kırılır." Kaşları havalandı. "Kalbi?

Oflayarak geri yatağa oturdum. Beynim çalkalanıyor, kafamda helikopterler dönüyor gibiydi. "Doğuş senden üç tane var galiba...oha üç tanesin! Hepinizi de istiyorum!"

Doğuş'un da benim gibi ofladığını duydum. "Benden bir tane var Manolya..." kapının çalışı beyninde yankılanırken Doğuş yataktan kalktı. "Bekle, kapıyı açıp geliyorum. Saçlarım yüzüme düşerken yatakta oturan bana doğru eğildi. Saçlarımı geri çekerek, "Tamam mı?" Diye sordu tekrar.

Başımı sallamamla başıma hafif bir öpücük bıraktı. Ardından odadan çıkıp kapıya ilerledi. Onun gitmesiyle başımı kaldırıp bakışlarını etrafta dolandırdım. Gördüğüm camla bakışlarım büyüdü. Kulağımda sanki garip bir ses yankılanıyordu cama doğru.

Yataktan kalkarak cama ilerledim. Ses yükselirken camın önünde durup camı ittirerek açtım. Aşağıda gördüğüm varla yok arası patatesçi bağırıyordu galiba. "Patatesçi!" Diye bağırmaya başladım.

Bakışlarımı geri odaya çevirip sarkıtmak için sepet gibi bir şey aradım gözlerimle. Bulamayınca geri cama döndüm. "Patates istiyorum ben bekle bekle!" Kapının açıldığını duydum. "Manolya! Ne işin var orada?"

Saniyeler sonra yanımda beliren Doğuş'u gördüm. "Doğuş bak iki kilo patates elli kuruş diyor, hadi hepsini alalım." Dedim Doğuş'a dönerek. Doğuş beni hemen geri çekip yatağa oturturdu. "Patatesçi falan yoktu orada. Oteldeyiz biz, ne işi olsun burada." Diye açıkladı.

"Olur ama gördüm ben oradaydı. Bağırıyordu." Dedim ağzımın kenarıyla. Doğuş beni umursamadan köşedeyse bıraktığı kahve bardağını alarak bana yaklaştırdı. "Hadi iç kendine gel." diye fısıldadı. "Kendimdeyim zaten hem Türk kahvesi sevmem ben!" Diye geri çekilmeye çalıştım.

Doğuş bardağı yüzüme yaklaştırdı. "Hadi çiçeğim, benim için iç, lütfen..." dedi yumuşacık ve sıcacık bir sesle. Yüzüne odaklandım. O kadar masum bir ifadesi vardı ki yaklaşıp kahveden minik bir yudum aldım. Yüzüm alışık olmadığım tatla buruşurken yutkundum. "Hadi biraz daha iç, çiçeğim."

Kahveden bir büyük yudum daha aldım. Gözlerim kısılırken tekrar yutkundum. "Aferin bebeğime. Son bir iki yudum kaldı onu da iç." Zor olsa da dediğini yaptım.

Kahve bardağını köşeye bırakarak bana yaklaştı. "Doktor derdime bul bir çare! Ona doyamıyorum...yaz bir reçete..." diye sarhoş ağzıyla şarkı söylemeye çalışıyordum.

Doğuş'un kolumdan kaldırmasıyla mızmızlanalar yatağa uzanmaya çalıştım. Doğuş anında beni kollarıyla kaldırdığında şaşkınlığın bariz bulunduğu ifademle ona döndüm. "Ne yapıyorsun ya? Yatıcam ben Kar, rahat bırak beni...hem sen beni nasıl taşıyorsun kız? Ne kadar güçlenmişsin öyle..." diye kendi kendime söylendim.

Başımda ağrıyla sızlanma hissederken kapı sesi duydum. Bir yere ilerliyorduk. Bir kapı sesi daha. Yavaşça farklı bir zemini bırakılmamla gözleri yavaşça açtım. Bakışlarım önce karşımdaki onu buldu. Galiba banyodaydık. "Doğuş sen beni atıyor, duşa?" Diye mırıldandım sessizce.

Doğuş bana döndü. "Bak çiçeğim soğuk su iyi gelir ayılırsın biraz." Demesiyle kaşlarımı çatarak üzerimdeki elbiseyi işaret ettim. "Bu elbisemle olmaz! Islanamaz olmaz!" Dedim aceleyle.

"Sen merak etme ben elbiseni hallederim, su alt üstü bir şey olmaz." Dedi hemen. Üzerinden bir şeye uzandığında gözlerim tekrar kapandı.

Saniyeler sonra üzerime soğuk damlalar düşerken titreyerek gözlerimi açtım. Doğuş duşakabinin dışında beni izliyordu. Başımı kaldırıp duş başlığına baktım. "Yağmur yağıyor Doğuş..."

Doğuş'un ifadesiz sesini duydum. "Yağmur yağmıyor Manolya, sadece ıslanıyorsun." Bakışlarımı ona çevirmeye çalıştık ama yüzüm de ıslandığı için bulanık bir şeyler görebildim, zaten gözüme gelen suyla beraber gözlerimi de sıkı sıkı kapatmıştım. "Kim ıslatıyor beni?" Diye söylendim. "Ben ıslatıyorum seni." Dedi sadece.

Saçlarımı yüzümden çekerken bedenimin titremeye başladığını fark ederek kollarımı bedenime sardım. Su bir anda kapandı. "Yeter bu kadar, karşımda titremene dayanamıyorum." Diyerek beni yavaşça ve dikkatle duşakabinden çıkardı. "Çok soğuk çok soğuk." Dedim aceleyle.

Havluyu bana sardığı gibi kolunu da bana sararak lavabondan çıkardı bizi. Geri odaya soktuktan sonra bavullardan bir eşofman birde kendime ait bir tişört çıkarıp yatağın üzerine bıraktı. Bana döndüğünü hissettim. "Bak Manolya ben çıkacağım onları giyin tamam mı?" Dediğinde ona dönüp başımı salladım. "Bak kapının önündeyim giyin tamam mı?" Diye sormasına tekrar başımı salladım.

Kapıya ilerlerken bana kıyafetler işaret etti. "Oradalar bak" çıktıktan sonra yavaşça kıyafetlere döndüm. Oturamadan üzerimdeki elbiseyi çıkarıp tişörtü giydim. Giymekte baya bir zorlanmıştım ve yarı kapalı gözlerimle ne kadar giyebildim onu da bilmiyordum.

Eşofmanı önce bir bacağından iki bacağımı geçirdim, ardından doğru yeri bularak üzerime geçirdim. Arada Doğuş, "Giyiniyorsun değil mi?" Diye sesleniyordu kapının arkasından.

"Giyindim!" Diye zar zor bağırmamla kapı açıldı. Doğuş içeri girip karşıma kadar geldiğinde sessizce güldüğünü hissettim. Başımı ona kaldırdığımda ciddileşti. "Bir kolun neden kıyafetin yakasından çıkıyor çiçeğim?"

Bakışlarım kıyafetin yakasına kaydı. Ben yakaya bakışlar atarken Doğuş yaklaşıp kolumu içeri soktuktan sonra kolumu asıl çıkması gereken yerden çıkardı. "İşte oldu..."

Durup boş boş yere baktığımda tekrar sesini duydum. "Ben senin videonu çekip yaysam ne yaparsın acaba?" Diye söylendi ciddiyetsiz bir sesle.

Boş bakışlarımı kaldırıp yüzüne baktığımda aramızda kısa bir bakışma geçti. "Uyumayı düşünüyor musun yorgun hasta?" Diye sorması üzerine başımı salladım.

Son olanlardan sonra daha çok uykulu takılmaya başladığım için ses etmeden kucağıma alıp rahat bir şekilde yatağa yatırmıştı beni.

Kollarımı beline sardım. Burnuma gelen çikolata kokularıyla beraber güzel uykuma tamamen daldım.

Bölüm sonu!

Bölümü beğendiniz mi? Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Manolya'nın hastalığının şu aralar biraz geride kaldığı adına birkaç yorum aldım. Şu birkaç bölüm biraz huzurlu geçsin istiyorum bekleyin biraz 🌺

Bu bölüm diğerlerine göre biraz daha kısa oldu artık idare edeceksiniz <3

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere🤍

Ig: dilek.wt

Kitap ıg: Sonmanolyakokusuofficial

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top