27.BÖLÜM : BİR DÜŞ GİBİ
Mabel matiz - Gel
Güliz Ayla - Bahsetmem Lazım
🌺
Yedi gün, on saat, elli beş dakika, beş saniye geçmişti gözü kapandığından beri.
Doğuş nöbetteydi ve yorgundu. Yorgunluğu umurunda bile değildi. Kapıya yaklaştı ve aralıklı kapıdan yavaşça içeri süzüldü. Üzerinde Manolya'nın bakışlarındaki o beğeniden bile anladığı beyaz doktor önlüğü vardı. Bir iki adım atarak yatağın biraz ötesinde durdu.
Manolya'nın ve babası olacak adamın gözlerinin aksine kahverengi gözlü olan kız gözlerini beyaz önlüklü adamın üzerine çekti. "Merhaba doktor abi!" dedi neşeyle. Yanında hemen, peluş bir maymun uzanıyordu. "Merhaba." dedi Doğuş herkese karşı olan ciddiyetiyle. Çocuklarla arası o kadar iyi değildi. Çocukluğu da dahil hayatı boyunca çocuklarla ekstra bir samimiyet kurmamıştı.
"Neden öyle bakıyorsun? Yaramazlık mı yaptım?" diye sordu kız kaşlarını havalandırarak. Doğuş kaşlarını çattı. "Yaramazlık yapan bir çocuk musun?" diye sordu. Kız bakışlarını yukarı dikerek düşündü. "Bence hayır!" dedi biraz düşündükten sonra.
Doğuş yatağa doğru bir adım atarak büyük elini küçük kıza uzattı. "Doğuş Çekici. İç hastalıklar Uzmanı." dedi duvar ifadesiyle. Kız kaldırdığı kaşlarını indirerek Doğuş'a garip bakışlar attı. Doğuş elini çekmeden sakince kızı bekledi. En sonra kız küçük elini uzatarak gülümsedi. "Feyza Dinçer!"
Elini çok hafif acıtmadan sıktıktan sonra elini çekerek geriledi. Onla tanışmasının tek sebebi Manolya'nın kardeşi olmasıydı. Manolya'nın aksine çok mutluydu ve yetimhanede değil biricik babasının yanı başındaydı.
"Baban yok mu?" diye sordu Doğuş, soğuk bir sesle. Kız samimi bir ifadeyle başını iki yana salladı. "Yok. Sanırım koluna baktırma vakti gelmiş." dedi. Doğuş sahte bir ifadeyle kaşlarını kaldırdı. "Öyle mi? Koluna ne olmuş ki?" diye sormuştu.
Feyza omuzlarını indirip kaldırdı. "Sanırım koluna çay dökmüş." dedi kız tereddütle. Doğuş başını ağır ağır salladı. "Hastanemizin çayları fazla sıcaktır. Ayrıca markasından dolayı da yakar insanı. Ondan aldıysa demek..." diye mırıldandı sakince.
"O zaman bundan sonra babamı uyarırım! Bir daha o markanın olan çayları almamasını söylerim!" dedi kız neşeyle. Doğuş başını tekrar ağır ağır salladı. "Bence de. Uyarmanı tavsiye ederim." diye onayladı kızı.
"Çok güzelsin. Çok hoş görünüyorsun. Benim doktorum sen olur musun?" diye sordu kız saf bir ifadeyle. Doğuş çok içten olmayan bir şekilde tebessüm etti. "Dinçer kızlarından bir tanesi yeter bana. Sağ olun Feyza hanım, teşekkürler."
Kız kaşlarını çatarak dudağını sakıttı. "Lütfen lütfen!" dedi ısrarla. "Olmaz. Hem babanızın da bunu onaylayacağını düşünmüyorum. Ve benim alanım da bu değil. İç hastalıkları uzmanıyım ben Feyza hanım." dedi ciddiyetle.
Kız daha fazla ısrar etmedi ama yüzüne üzüntülü bir bakış oturdu. Doğuş geri kapıya ilerliyordu ki kız, "Siz doktorsanız, geçen buraya babamla aynı gözlere ve benimle aynı soyada sahip bir kız gelmişti. Onu bulabilir misiniz?" diye sordu. "Adı...adı Manolya..." demesi onu durdurmuştu.
Hemen kıza döndü. "O kadınla tanıştın mı?" Kız cevap vermeden kendi kendine cevap verdi. "Gerçi bu katta boğazına sarıldıysa muhtemelen bunun içindi." Doğuş gözlerini sıkıca yumarak o anı gözlerine getirmemeye çalışmıştı. Hatta intihar ettiği günün de bütün kayıtlarını izlemiş, hem onları duyup yanlış anladığı zamanı, hem de babasını gördüğü kısmı izlemişti.
Kendine o gün bunu hissetmediği için o kadar kızmıştı ki. Onun boğazını sıkarak ona zarar verdiği ya da sözleriyle ona zarar verdiğini nasıl hissetmediğini bilmiyordu ve hissetmediği için kendine defalarca kez kızmıştı.
O an bunu ona anlatmamıştı ve bu sebebi onun ağzından değil kendi öğrendiği için, ne ona ne de kendine, ikisine de değil, ama bir şeyden dolayı öfkeliydi. Bunu ona anlatmamıştı. Eğer anlatsaydı belki Doğuş ona iyi gelmek için çabalardı. Ama şuan Doğuş'un aklını kurcalayan bir sürü şey oluşmuştu. Doğuş'un ona iyi gelmeyeceğini mi düşündü, diye tedirgindi.
Doğuş hızlı ve öfkeli adımlarla odadan çıktı.
🌺
Doğuş nasıl buradaydı zerre bir fikrim yoktu ama şuan basbayağı ona bakıyorduk. Öfkeliydi ve öfkeli zeytin bakışları da Ufuk'un üzerindeydi. "Bağıramazsın ona!" dedi sert bir sesle. Bir anda yüksek sesi Firdevs'i olduğu yerde ürker gibi titretirken Doğuş onu zerre görmeden bize doğru büyük bir adım attı.
Ufuk alayla güldü. "Öyle mi? Nedenmiş o?" diye sordu alayla. "Çünkü ben izin vermiyorum! Ayrıca bağırmaya hakkın da yok!" dedi kayadan daha sert sesiyle. Kolumu nazikçe kavrarken Ufuk'u omzundan geri itti. Ufuk'un ifadesi sertleşirken Doğuş'a doğru bir adım attı. Tam konuşacaktı ki ondan önce Doğuş konuştu. "Neyin siniri bu?" diye sordu sinirle.
İkimizde afallarken onun olayı anlamadığını anlamış olmuştuk. Ufuk cevap vermeyince Doğuş'un bakışları hemen yanında kolunu tuttuğu bana döndü. "Senin burada, bu odada ne işin var Manolya?" diye sordu Ufuk'la konuştuğunun aksine daha sakin ve yumuşak bir sesle.
Ağzım aralanırken diyecek bir şey aradım. "Aa! Hastaneye gelemez miyim sanki? Arkadaşlarım var burada benim!" dedim hemen. Ufuk bana sert bakışlarını atmaya devam ediyorken onu umursamadan direkt Doğuş'a baktım. "Lafı çevirme. Neyi kastettiğimi biliyorsun. Bana Firdevs'le kahve içeceğini söylemiştim ama hastanede, üstelik Ufuk'un odasındasın." dedi ciddiyetle.
"Ben sana nerede kahve içeceğimi söylemedim ama." dedim kısık bir sesle. Kaşları çatıldı. "Manolya!" dedi sakin ama sitemli bir sesle. Bana yaptığı sitemlerde, ses tonu, sesinin yüksekliği hep aynı oluyordu. Hiçbir zaman sinirli olsa bile sesini yükseltmiyor, sınırını aşmadan bağırmıyordu.
"Ufuk'un odasında ne işin var?" dedi Doğuş bastıra bastıra. "Aynen Manolya'cığım...odama neden geldin? Anlatmak ister misin?" Ufuk'un hemen aramıza giren alaylı sesiyle yavaşça ona döndük. Ufuk bana imalı bakışlar atarken tekrar konuştu. "Neden odamdasın? Sen mi söylersin, ben mi?" diye sordu. Doğuş'u çıldırtmak istediği ima dolu attığı bakışlarından oldukça belliydi.
Doğuş saniyeler içinde Ufuk'a yaklaşarak yakasından onu çekti ama Ufuk bakışlarını benden çekmedi. İma dolu bir gülümseme vardı yüzünde. Doğuş ona eğilerek, "Ne saçmalıyorsun! Saçma sapan imalar yapma hastam üzerinden!" dedi öfkeyle.
Ufuk bakışlarını zerre benden çekmemişti. Aynı şekilde gülüşünü de bozmamıştı. Kaşlarım çatılırken ona sinirli bir bakış attım. "Bana bak! Gülümseme ona! Bakma şöyle ona!" Ufuk çok sessiz ama memnun bir şekilde güldü. "Bana bak diyorum!" diye tekrarladı Doğuş.
Ufuk bana son kez farklı bir bakış attı. Bakışın yorumlanışı ise Bu burada bitmedi, gibi bir şeydi. Ufuk bakışlarını Doğuş'a çevirdi. "Söyle. O kadar ısrar ettin ki." dedi alayla. "Manolya neden odanda! Bana ima yapma! Şiddete karşıyım, beni zorlama!"
Ufuk tam konuşacaktı ki başka taraftan Firdevs'e ait yüksek bir ses duyuldu. "Çünkü ben Ufuk'a aşığım!"
Duraksamayla beraber üçümüzde Firdevs'e döndük. Firdevs şaşkın surat ifadesiyle tek tek bize bakarken bakışlarım Doğuş'a kaydı. Şaşkınlıkla eli ağzına gitmişti ve bu görüntü beni kırk yıl kahkaha attıracak derecedeydi.
Ufuk ise gözleri ve ağzı aralanmış bir şekilde direkt Firdevs'e bakıyordu. Doğuş'u geri çektiğimde Firdevs'e benim için söylediği yalan adında teşekkür eder gibi bir bakış attım. Başını hafifçe sallayarak rica etti.
"Nasıl yani?" diye sordu Doğuş şaşkınlıkla. Firdevs başını salladı. "Biz Manolya'yla onun için gelmiştik..." dedi çekingen bir sesle. Ardından eliyle Ufuk'u işaret etti. "Ona aşkımı itiraf edecektim." dedi sesi içine kaçmış kadar kısık bir sesle.
Doğuş inanamaz gibi eliyle Ufuk'u gösterdi. "Ona mı gerçekten?" diye sordu. Firdevs başını evet dercesine salladı. Hemen araya girdim. "İşte bak kız bizim yüzümüzden aşkını nasıl itiraf etti!" diye sitem ettim.
Ufuk'un bakışları zar zor bana döndü. Yalan olduğunu bilse de beklemediği için oda hala şaşkındı. Bakışlarımı Doğuş'a çevirdim. "Biz çıkalım da onlar konuşsun olur mu?" diye sordum. Firdevs bana yapma dercesine bakışlar atarak kaşlarını indirip kaldırırken Doğuş'un koluna sarılarak onu geri çekmeye başlamıştım bile.
"Peki." dedi Doğuş sadece. Geri ciddiyetine dönmüşken beraber dışarı çıktık. Başkaları görmesin diye ondan ayrılarak yürüdüm. Bakışları bana çevrildi. Hiçbir şey demedi Firdevs ve Ufuk konusunda. "Sence nasıllar?" dedim onu konuşturmak için. Omuz silkti. "İlgilenmiyorum. Haklarında da konuşmam." dedi ciddiyetle.
Onu ne yapsam da bu konu hakkında konuşturamayacağımı bildiğim için başka yere yöneldim. "Bak gördün mü onların anını bozdun!" dedim sahte bir sitemle. "Umurumda bile değil. O sana bağırıyordu ve hakaret ediyordu. Açılacağını biliyor olsam bile yine aynısını yapardım." dedi duvar gibi ciddiyetiyle.
Tekrar konuyu değiştirdim. "Peki neden buradasın? Bana dedin ama sen de hastaneye geleceğini dememiştin!" dedim imayla. Başını bana çevirdi. "Ben bu hastanenin doktoruyum ya sayın Manolya. İşim için bir saatliğine gelmek zorunda kaldım." dedi ve önüne döndü.
Merdivenlerden inmeye başladığımızda duvara yakın kısımda onu gördüm. Babam gözlerini kaldırıp bana baktı. Doğuş'un eli bir anda sanki fark etmiş gibi sahiplenici bir şekilde belime sarılırken, babamın benimki gibi kolunda bir yanık izi olan kolunu fark ettim. Koluna ne olmuştu ki?
Babamla çok kısa göz göze gelmiştik. Garip bir hisse kapılırken yanımda Doğuş'un da olduğunu hatırladım. Babamın bakışları yanımdaki Doğuş'a kaymıştı. İçimi bir korku kaplarken Doğuş'la benden daha uzun bakıştırlar. "Doğuş..." diye fısıldadım başımı hafifçe kaldırarak. Bakışları anında bana çevriliyorken hastanede olduğumuzu fark ederek, "Doktor Doğuş bey." diye düzelttim.
Gözlerimin içine bakarken kaşlarımı yavaşça çattım. "Bir şey mi oldu?" diye sordum. Tebessüm etti. "Hayır..." Ardından benim gibi kaşlarını yavaşça çattı. "Peki sana bir şey mi oldu? Birini mi gördün?" diye sordu ciddiyetle. Gülümsemeye çalıştım. "Yoo. Kimi göreceğim?" Bana sadece çok kısa garip bir şekilde baktı. Her bakışını çözmeye başlamıştım ama bu bakışı asla çözemediğim ve görmediğim bir bakıştı.
Önüne dönmesiyle bende önüme döndüm. Babam beni görmüş ama hiçbir tepki vermeden bakıp geçmişti. Babamın beni yok saymasına alışkındım fakat onu hep görmeye alışık değildim. Sıkıntı yoktu ama buna da alışmasını bilirdim.
🌺
Heyecanla ellerimi birbirine çarparak Doğuş'a döndüm. Doğuş bir anda beni belimden kavrayarak koltuğundan indirdi. "Koltuklarda oynama çiçeğim." dedi beni yere bırakırken. Sözlerini umursamadan tekrar ona döndüm. "Hadi hadi sürprizini söyle!" dedim heyecanla.
Bana yaklaştı. Yüzüne bir tebessüm kondurdu. "Yıllık iznimi kullandım. İlk kez." demesi asla beklemediğim bir şeydi. Gözlerim irileşirken yüzündeki tebessüm büyüdü. "Nasıl yani?" diye sordum şaşkınlıkla. "Seni iki üç günlüğüne bir yere götürürüm diye düşündüm. Küçük bir tatil gibi. Hem stresten uzaklaşırsın sana iyi gelir. Ama şimdiden söyleyeyim ben orada da çalışabilirim. Malum bir çiçeğin çaresi olmak kolay değil..."
Ağzım aralandı. "Gerçekten mi?" diye sordum şaşkınlıkla. Başını salladı. "Evet. Yarın sabah yola çıkarız diye düşündüm." dedi ciddiyetle. Kollarımı Doğuş'un beline sıkıca sardım. "İsveç'e ya da Danimarka'ya mı gidiyoruz yoksa!" dedim heyecanla.
Kafamın üstüne sürtünen çenesinden başını iki yana salladığını hissettim. "Hayır tabi ki. Yakın olmamız lazım. Sen nasıl bir hastalığının olduğunun farkında mısın?" diye söylendi sakince. Yüzüm asılırken, "Hiç oralara gidemeyecek miyim?" diye mırıldandım.
Başını aşağı doğru eğerek yüzüme baktığını gördüm. "Hayır çiçeğim. Elbet beraber gideceğiz. Sadece şuan değil. Şu hastalığımızı atlatalım." dedi yumuşak bir sesle. "Ya atlatamazsam?" diye sordum yüzünü incelerken. "Atlatacaksın." dedi güven veren sesiyle.
Kollarımı daha sıkı ona sardım. "Atlatayım." diye fısıldadım sessizce. "Gün daha bitmedi. Bir şey yapmak ister misin?" diye sordu tebessüm ederek. Onun gibi tebessüm ederek başını salladım. "Bavullarımızı hazırlamak isterim!"
Yaklaşık bir beş dakika sonra kendimizi Doğuş'un odasına bulduk. "Ben eve çıkar öyle kıyafetlerimi hazırlarım. Şimdi senin kıyafetlerini hazırlayalım!" dedim. Başını salladı. "Ben kıyafetleri seçip sana vereyim, sende katla bavuluna koy." dediğimde tekrar itiraz etmeden başını salladı.
"Peki nereye gideceğiz hiç onu söylemedin. Ona göre bir şeyler seçeceğim." dedim. "Bir otel." demesiyle kaşlarımı havalandırdım. "Hayırdır ne bu otellere çekmeler falan?" diye sordum imalı bir sesle. Bana bakmadan, "Herhangi bir otel değil. Eminim seveceksin." dedi bavulu açarken.
Bir şey demeden dolaptan beyaz bir gömlek çıkararak ona uzattım. Uzattığım gömleği alarak güzelce katladı. Katladığı gömleği düzgünce bavuluna bıraktı. Kıyafetlerine göz atarak buz mavisi ve lacivert bir gömleği de ona uzattım. "Denize falan girecek miyiz?" diye sordum kıyafetlere bakış atarken. Verdiğim kıyafetleri katlayarak bavuluna yerleştirirken cevapladı. "Hayır..." dedi. Ardından hemen, "Ama denize girmek istiyorsan seni denize de götürürüm." diye ekledi.
"Yok. Denize girmeyi çok sevmiyorum zaten." dedim sessizce. "Kaslarına iyi gelirdi aslında ama sen bilirsin çiçeğim." dedi sakince. Birkaç farklı tişörtü de ona uzattım. "Cekette verir misin?" diye sordu kibar bir şekilde. Lacivert ceketini alarak ona uzattım.
Çok kalmayacaktık bu kadar kıyafete aslında gerek yoktu ama ne olur ne olmaz diye alıyorduk. Ve zaten seçer seçer giyerdi işte.
İki kot pantolonu ve iki koyu renk kumaş pantolonu da ona uzattıktan sonra kapıya ilerledim. "Su içip geleceğim." dememle pantolonları bavula yerleştirirken başını salladı. Erik aralıklı kapıdan bizi izliyorken ona göz kırparak mutfağa girdim. Hızla sürahiden bardağa su doldurarak bardakta doldurduğum suyu içtim.
Sürahiyi geri yerine bardağı da tezgahta bıraktıktan sonra mutfaktan çıktım. Odaya geri gidecektim ki salonda çalan Doğuş'un telefonuyla durdum. Salona ilerlemeye başlarken, "Doğuş telefonun çalıyor getireyim mi?" diye bağırdım duyması. "Zahmet olmayacaksa getirmen iyi olur çiçeğim."
Cevabıyla beraber salondaki adımlarımı hızlandırdım. Sehpanın üstündeki telefonu alıyorken yanlıkla Doğuş'un siyah çantasını da devirmiştim. Tam arayana bakacakken arama durdu. Arayan Fatih'ti. Telefonu götürmeden Doğuş'un çantasında ki dökülen dosyalarını toparlamaya başladım. Bakışlarım dosyalarla beraber elimdeki eskimiş eskiz defterine kaydı. Fazla eski bir çizim defteri.
Kapağı bomboştu. Siyah bir defterdi. Belki açamamalıydım. Belki o bir günlüktü ama ben merakıma yenik düşmüş ve defterin kapağını yavaşça açmıştım. Başta beni karşılayan açık renk gözlü, Doğuş gibi keskin hatlı suratı olan güzel bir kadındı. Kara kalemdi ve düz bir portre gibiydi. Kaşlarım çatılırken köşedeki tarihten, bunun annesi olduğunu düşündüm. Doğuş çizim mi yapıyordu?
Eskimiş sayfayı çevirdim. Sayfanın arkası boştu ve hiçbir şey yoktu. Diğer sayfada da aynı kadın vardı. Şaşkınlığı atlattıktan sonra yüzümde hafif bir tebessüm oluştu. Demek önceden annesini çiziyordu.
Kadın ilk çizimdekiyle resmen aynıyken, bu çizimde öncekinin aksine gülümsüyordu. Sayfayı tekrar çevirdim. Arkası yine boştu. Üçüncü fotoğrafta kadın yan bir pozisyonda uyuyor gibi çizilmişti ve bu çizimlerin hepsi karakalemdi.
Tarihe göre bu çizim bir öncekinden bir hafta sonrasıydı. Sayfayı tekrar çevirmemle gülüşüm yavaşça soldu. İki ay sonrasıydı ve kadın ceset torbasının içindeyken yüzünün yan profilinin çizilmiş olduğu bir çizimdi.
Üzüldüm çünkü Doğuş bunu canlı canlı izlemişti. İçim cız ederken bakışlarım resmin üstündeki birkaç izi kalmış damlayı fark etti. Acaba bunlar Doğuş'un göz yaşı mıydı?
Yutkunmaya çalışırken göğsüme bir ağrı girdiğini hissettim. Bu ağrının şiddetlenmemesi ve sorun çıkmaması için hemen sayfayı çevirdim. Afalladım. İnanamayıp sayfayı çevirdim ve tekrar afalladım.
Geri eski sayfayı çevirerek beni ilk afallatan çizime baktım. Bu çizimde arka koltukta başı yana kaymış bir şekilde gözleri kapalı olan kadın bendim ve bu tarihte bu apartmana taşındığım ilk gün onu görüp bayıldığım akşamın tarihiydi. O gün beni çizmişti.
Gözlerim irileşirken her ayrıntıya kadar çizilmiş çizme şaşkınlıkla baktım. Sayfayı çevirmemle arkasında asla anlamadığım, muhtemelen İsveççe olan yazılar gördüm. Herhangi bir şiirin dört kıtası gibiydi. Son derece bana yabancı olan yazım biçimi. İngilizce olsa yine anlardım az çok ama bunu asla anlayamıyordum.
Sayfayı çevirmemle bu sefer yine gözlerimin kapalı olduğu bir anı gördüm. Uyuyor ya da baygın gibi bir halim vardı. Detaysız çizilen ya da üzerine düşülmemiş olan yatak gibi bir şeyin üzerindeydim. Ama yukarı köşede yazan tarih o günün alerjiden dolayı bayıldığım gün olduğunu söylüyordu. Sayfası çevirdiğimde kağıdın hemen arkasında yine İsveççe yazıları gördüm. Farklıydı ve oda bir şiirin kıtası gibi dörtlüktü.
Kaşlarım çatılırken bakışlarımı zaten anlamayacağım harflerde değil diğer sayfadaki çizime çektim. Tıpkı annesinin ilk çizimi gibi portreydi. Sanki bir çizime değil de aynadan kendime bakıyordum. Ama bu ayna çok farklıydı. Aynı görüntüyü gösterse de hissi çok farklıydı. Yeşim gözlerim en uğraşılan, özen gösterilen kısımdı.
Belki bir başkasını böyle bir durum ürkütürdü. Ama ben ürkmüyor ve bu durumdan garip bir şekilde hoşluk hissediyordum. Birinin beni çiziyor, bana ilgi duyarak beni çiziyor olması beni içten hoş hissettirmişti.
Bunun da arkasında bir yazı var mı diye çevirdiğimde yine İsveççe olan ve yine iki yazıdan farklı olan dörtlüğü gördüm. Bu yazılar beni meraktan çatlatırdı. Kahretsin ki, asla tahmin bile edemeyeceğim cümlelerdi.
Diğer resim yine annesi olduğunu düşündüğüm kadında olduğu gibi portrenin aynısı fakat gülümseyen haliydi. Her şeyin tıpa tıp aynı olduğu noktada bu sefer gözlerim ve gülümseyen dudaklarıma çok özen gösterilmişti. İki portrenin tarihi art ardaydı. Sayfayı yine dikkatle çevirdim. Arkasında yine Türkçesini bilmediğim dörtlük.
Zaten anlamayacağım için bakışımı sürdürmeden diğerine geçtiğimde kaşlarım çatıldı. Yüzüm çok görünmüyordu, yukarıdan görüş açısı çizilmiş gibiydi. Kollarım istemsizce onun beline sarılı gibi dururken çizilmişti. Kaşlarım çatıktı çünkü alt köşede İsveççe bir cümle ve sonunda üç nokta vardı. Tarih onunla ilk koltukta uyuduğumuz tarihti.
"Det var jag som drog dig på mig så att du kunde sova gott..."
Hemen cebimden telefonumu çıkararak aceleyle çeviri uygulamasını açtım. Zaman olursa diğerlerini de çevirirdim. Hızlıca kısa olan yazıyı çektim. Dili algıladı ve tahminim doğruydu. İsveççe cümleyi saniyeler içerisinde çevirdi. Ne kadar doğru çevirmiş bilemesem de neden bahsettiğini anlayabilirdim.
"İyi uyuyabilmen için seni üzerime çeken bendim..."
Yazana şaşkınlıkla baktım. Koltukta uyuyakaldığım günlerde hep onun üzerinde uyanmam. Anılar gözümde canlanırken cümleyle bakıştım. Demek ben onun üzerine çıkmıyor, o beni üzerine çekiyordu.
Bunu daha fazla düşünmeye zamanım olmadığını fark ederek sayfasının arkasını kontrol ettim. Benim çizimimin olduğu her sayfanın arkasında olduğu gibi bunda da İsveççe dörtlük vardı. Dörtlüğü atlayarak diğer sayfaya baktım. Biraz portreye benzeyen ama oldukça süslü olan bir çizim. Etrafımda, saçımda köşede bir sürü büyük, küçük Manolya çiçekleri ve yeşil yapraklar, dallar, garip süslemeler, şeritler...Tarih ilk dudaklarımızın yanlışlıkla birbirine değdiği tarihti. Çizim garip bir his veriyordu. Hem bir engel, hem de mutluluk...Tıpkı kuralcı Doğuş ve kuralsız ben gibi.
Sayfanın arkasında farklı bir dörtlük vardı yine. Diğer sayfaya geçtim. Yine onun üstünde uyuduğum bir zaman. Bu sefer başımı kaldırmış olduğum için yüzümün yarısı görünüyordu resmen. O kadar güzel çizmişti ki o anı görmeme rağmen aynısı derdim. Her ayrıntımı özenle çizmiş, her bir karartıya kadar aynıydı. Bu sayfada diğer uyuduğum çizimdeki gibi söz yoktu. Sadece diğerleri gibi arka sayfasında İsveççe dörtlük vardı.
Sayfayı hemen çevirerek diğerine de bakmaya çalıştım. Sedyede uzandığım zaman çizilmişti. Gözlerim yine kapalı. Yorgun bir görüntüm var. Ama bu yorgunluk daha çok hayata karşı olan bir yorgunluktu ve bunu gayet güzel yansıtmıştı. Tarih intihara kalkıştığım gün. Zaman, bana iğne yaptıktan sonrası. Sayfasının arkasında yine İsveççe anlamadığım dörtlük.
Bir sonraki sayfada hafif uzak çizim. Üzerimde denediğim gelinlik, yüzümde gülümseme, çizimi aklında kalanıyla yapmış olmasına rağmen çok benzerdi. Üzerimdeki gelinliğin aynısını özenle çizmişti. Çizimde hiçbir ayrıntı yoktu. Sadece ben ve yarısı görünen vücudum vardı. Her sayfayı çevirdikçe şaşırmaya devam ediyordum resmen.
Sayfayı çevirdiğimde yine İsveççe dörtlüğü gördüm. Hepsinde vardı ve bu dörtlükler neyin nesiydi acaba, diye düşünürken diğer sayfaya döndüm. Gördüğüm çizim ifadelerimi soldururken kaşlarımı çatarak çizimi inceledim. Önden ama yandan görünümüm vardı. Üzerimdeki hasta kıyafetinin bir kısmı görünüyordu. Ağzımla burnumu kapatan oksijen maskesi vardı. Hasta kıyafetim ve oksijen maskemi çok kalın çizmişti. Sayfayı yavaşça çevirdiğimde yine dörtlüğü gördüm.
Diğer sayfada hiçbir yüz yoktu. Onların yerine iki tane birleşmiş el vardı. Doğuş hasta yatağına düşmüş olan elimi tutmuştu. Benim elimin de sanki onun elini sıkmış gibi bir hali vardı. Doktor önlüğünün kolu belli olurken benim de hasta kıyafetimi çizmişti. Kolumda serum, işaret parmağımda kalp atışını ölçen o alet takılıyken eli benim elimi kavramıştı. Tarih bir aylık uykuda olduğum günlerden biriydi.
Ve hemen altta da bu yazıyordu;
"Han känner mig, han känner min närvaro, han skakar min hand trots att hans uppfattningar är stängda och han är medvetslös. Han känner inte någons närvaro, han ser bara min närvaro. Han öppnar sina uppfattningar endast för mig..."
Hemen bunun da fotoğrafını çektim. Bu da çevrilirken gerginlikle dizimi sallamaya başladım. Saniyeler sonra çeviriyle karşılaştım.
"Beni tanıyor, varlığımı hissediyor, algıları kapalı ve bilinçsiz olmasına rağmen elimi sıkıyor. Kimsenin varlığını hissetmiyor, sadece benim varlığımı görüyor. Algılarını sadece bana açıyor..."
Şaşkınlık tekrar yüzüme otururken yutkundum. Tam anlamı omuydu bilmiyordum ama muhtemelen bahsettiği şey bu şekildeydi. Sadece onun elini sıkarak onu hissetmemden bahsediyordu.
Sayfayı yavaşça çevirmemle yine dörtlüğü gördüm. Dörtlüğü atlayarak diğer sayfaya baktığımda diğer resimlerin oldukça aksine renkli ve her rengi özenle boyanmış olan bir çizim gördüm. Çiçekli olan çizime benziyordu ama bu daha hisliydi. Hem tutkuyu, hem kural tanımazlığın, aşkın hissini dolu dolu veriyordu. İçinde daha bilmediğim ya da şuan çözemediğim birçok his var gibiydi.
Yarı dalgalanmış gibi duran saçlarımı, saçlarımın arasına karışan Manolya çiçeklerini, yeşim rengi gözlerimi, dudaklarımı özenle çizmişti. Süslemelerin rengi kırmızı ve yeşilin tonlarında ağırlıklıydı. Resim tıpkı çiçekli olan gibi doğaçlama çizilmiş gibiydi. Gelişigüzel çizilmiş gibi duruyordu.
Sayfayı çevirerek bunu da arkasını kontrol ettim. Birbirlerinden farklı olan dörtlüklerden biri de bu sayfanın arkasında yerini alıyordu. Hemen telefonumu kaldırıp dörtlükleri de çevirmek için fotoğraf çekecektim ki duyduğum ses beni durdurdu. "Manolya?"
Sırtım ona dönük olmasına rağmen elimdeki defteri fark ettiğini biliyordum. Yutkunarak yavaşça geri döndüğümde düz bakışları elimdeki deftere kaydı. Defteri yavaşça kaldırarak ona göstermemle bakışları da defterle beraber kalkmıştı. "O..." diye mırıldanmış sadece. Afallamamış ya da şaşırmamıştı.
"Eşyaların düşmüştü. Toplarken şey oldu..." diye bir şeyler geveleyerek geri adım attım. Geri adım attığımı fark ettiği an bakışları bende gezindi. "Çizimleri mi gördün?" diye sordu bana yaklaşırken. Başımı ağır ağır salladım. "Evet." dedim sessizce. Beni geri çeken şey neydi bilmiyorum ama muhtemelen ondan habersiz karıştırmamdı.
Tam karşımda durduğunda başımı kaldırıp ona baktım. Ciddiydi. Hatta fazlasıyla ciddi görünüyordu. "Korkuttu mu bu çizimler seni?" diye sordu. Başımı iki yana salladım. "Neden korkutsun ki?" diye sordum masum bir sesle.
Bana daha çok yaklaştı. Aramızda çok az mesafe varken başını bir elimdeki açık deftere çevirerek sayfaları geriye doğru çevirdi. İlk arabadaki çizimi açtı. "Senin binada gördüğüm ve kapımda bayıldığın o gün. Tanışalı çok yeniydi. O andan beri çizmeye başlamam seni korkutmadı mı? Doktorun seni gördüğü andan beri çiziyor. Sana çekildiği ve sadece seni çizmek istediği için çiziyor. Tozlu raflara kaldırdığı eski defterini çıkararak seni kağıda döküyor."
Yüzümde oluşan tebessümle başımı iki yana salladım. "Sen beni korkutmazsın. Bu da beni korkutmaz. Bana ilgi göstermen beni sana çeker." diye fısıldadım. Bana sadece baktı. "Sana ilgi göstermem seni bana çeker..." diye mırıldandı garip bir tonla.
"Evet. Benim ilgim de seni bana çekmedi mi? Çekmez mi?" diye sordum düz bir sesle. Başını ağır ağır iki yana salladı. "Kimsenin ilgisi beni çekmedi, çekmez. İlgi ile değil. Ben sadece sana çekilirim." Yüzünde gerçeklerin yansıttığı bir ciddiyet var gibiydi ama neyin gerçeği olduğu hakkında fikrim yoktu.
"Sen böyle güzel çizimler yapıyor muydun? Hiç bilmiyordum." diye konuyu değiştirmemle garip bir şekilde gülümsedi. "Çizimler yapmıyorum Manolya. Seni çiziyorum." dedi sakince.
Bakışlarım zeytin yeşili gözlerinde gezindi. "Neden çizmiyorsun?" diye sordum. Omuzlarını hafifçe indirip kaldırdı. "Neden çizeyim?" diye sordu sessizce. "Bilmem. Zaman geçirirsin. Hobin olur." dedim onun gibi sessizce. "Senin kadar güzel bir şey beni çizime çekecek mi de hobi yapayım? Hobim seni çizmek işte." dedi yeşim gözlerimin içini görecek kadar derin bakarken.
"Peki neden ben seni çizime çekiyordum?" diye sordum merakla. Dudaklarını büktü. "Bilmem. Annemden sonra beni çizime çeken tek insansın." dedi sakince. "Birçok kez düşünmüştüm başlarda. Neden istiyorum diye. Elime kalem aldığım an salma bir şeyler karalasam sonuç senin portrene ulaşıyordu. Bu isteğime karşı çıkamadım ve deftere seni çizmeye başladım. İstediğim her zaman sürekli seni çizdim." dedi net bir sesle.
Defterin sayfasını çevirerek İsveççe dörtlüklerden birini işaret ettim. "Peki bunlar ne?" diye sordum. Bana uzanarak defteri nazikçe alıp köşeye bıraktı. "Oda bana kalsın." dedi ciddiyetle. "Öğrenmek istiyorum!" dedim kaşlarımı çatarak. "Bana kalsın lütfen." diye rica etti.
Sesin öyle bir şey vardı ki onun için uzatmadım konuyu. Yaklaşarak yanağına bir öpücük kondurdum. "Bende seni çizerdim ama eminim çizdiğim çizimi gördüğün an kendinden soğurdun. O derece kötü çizimlerim." dedim gülerek. Gülümsedi. "Benim çiçeğim beni çizecek ve ben kendimden soğuyacağım?" dedi muzip bir sesle.
Kollarımı boynuna sardım. "Ben seni çizmem ama yazabilirim belki. Yazsam güzel yazarım ama!" dedim sırıtarak. Geri çekildiğimde gülümsedi. "Yazarsın tabi bir tanecik yazarcığım." Bu cümlesi sırıtışımı daha büyüttü. "İlk okurum sen misin yoksa?" dedim heyecanla. Başını salladı. "İlk okurun tabi ki ben olacağım." dedi.
Hemen uzanarak defteri açtı. Boş bir sayfayı bana uzattı. "Hatta ilk imzan da bana olacak." dedi ve defter işaret ederek birde kalem uzattı. Yüzümde, büyümekten bütün yüzümü kaplamış olan sırıtışla beraber kalemi kavrayarak defterin ortasına büyük bir imza attım. "Oldu mu canım okurcuğum?" Başını sallayarak defteri kendine çevirip imzaya baktı. "Harika oldu yazarcığım. Artık ilk imzan bana olmuş oldu." dedi memnuniyetle.
Doğuş'un bakışları defterindeki sayfalar çevrildiğinde, "Baştaki ilk üç sayfadaki annen miydi?" diye sordum. Başını salladı sadece. "Çok güzel kadınmış." diye mırıldandım. Bu sefer sadece başını sallamadı, başını sallarken konuştu da. "Öyleydi."
"Neden anneni öldükten sonra çizmedin?" diye sorduğumda omuz silkti. "Çizimden uzaklaşmıştım çünkü. Aklım bulanıktı. Fazla üzgündüm." diye bir şeyler geveledi. Defteri ondan alarak sayfaları geri çevirip annesinin ceset torbasında olduğu çizimini açtım. Ona çevirdim. "Bunu ne zaman çizdin?" diye sordum kısık bir sesle.
Boş bakışları çizimde dolandı. "Annemin cenazesinde." Bakışlarını aşağıya indirdiğinde gözlerim saçlarıyla aynı renk olan kirpiklerinde gezindi. "Küçük Doğuş'u oyalansın diye boş bir odaya bıraktıkları zaman çizdim. Menekşe teyzemin ağlayışları, hıçkırıkları eşliğinde çizdim."
Defteri hemen kapattım. Düz durmalıydım. "Anladım..." diye mırıldandım çok sessiz bir şekilde. Başını kaldırıp bana baktı. "Başka soracağın bir şey var mı?" diye sordu sakince. "Yok." diye fısıldadım. Kolunu belime sardı. "O zaman işimize devam edelim mi?" diye sorunca başımı onaylayarak salladım.
🌺
Yatağımda diğer tarafa döndüm. Yarı uykuda yarı uyanık bir haldeydim çünkü yaklaşık on dakikadır telefonum çalıyordu. Çarşafı daha da üzerime çekerek uykuya gömülmeye çalıştığım sırada yüzüme değen Kar'ın patilerini hissettim.
Başımı iki yana sallayarak kurtulmaya çalışsam da o tamamen üzerime çullanacak gibiydi. Bunu fark ederek hemen başımı kaldırdığımda dibimdeki karla beraber göz göze geldik. "Vicdansız! Anneye öyle yapılır mı?" diye söylenerek geri yatacaktım ki tekrar yapınca sinirle nefes vererek yatakta oturur pozisyona geçtim. "Kar!" diye sitem ediyorken telefonda hala çalıyordu. Muhtemelen oda telefonun sesinden rahatsız olduğu için beni kaldırıyordu.
Bakışlarımı çevirerek kimin aradığına baktım. Gözlerim irileşirken onun şuana kadar nasıl kapıyı kırmadığını sorguladım. Aceleyle aramayı yanıtlayarak telefonu kulağıma yerleştirdim. "Alo Doğuş? Ya bana galiba uyku çok tatlı gelmiş." diye hemen söze girdim.
"Günaydın çiçeğim." dedi gayet sakin bir sesle. Sakinleşirken yataktan kalkmaya çalıştım. "Günaydın Doğuş çay. Sen o kadar aramada nasıl kapıyı kırmadın? En fazla üç aramadan sonra kırardın diye düşünürdüm." dedim uykulu sesimle.
Yerde akşam bavulumu hazırlarken dağıttığım eşyalarıma basmadan banyoya ilerlerken saçlarımı karıştırdım. "Doğru düşünüyormuşsun çiçeğim. Eğer ikinci aramada kapıya bakmamaya ve telefonuna bakmamaya devam etseydin kırardım. Ama Kar sağ olsun benim için aramayı yanıtladı ve senin uykulu bir şekilde kızına söylenmelerini bana duyurduğu için kırmadım." dedi benim aksime daha enerjik ve sakin çıkan sesiyle.
Telefonumu banyonun mermerine bırakarak suyu açtım. "O zaman Kar iyi ki açmış çünkü kapımın bir kere daha kırılması beni hiç mutlu etmezdi." dedim eğilirken. Avcuma aldığım suyla yüzümü yıkarken sesini duydum. "Kahvaltıyı yol üstünde yaparız. Sen hazırlan aşağı in olur mu?" diye sordu.
Yüzümü yıkamamla dikleşerek havluma uzandım. "Tamamdır Doğuş Çay'ım. Ben hazırlanıp inerim." dediğimde, "Bekliyorum." diyerek kapattı. Yüzümü güzelce kuruladıktan sonra dişlerimi fırçaladım. Üşenmeden yüz bakımı da yaptıktan sonra banyodan çıkarak hazırlanmak için odama girdim.
Kar hanım beni uyandırdıktan sonra kendisi yatağıma taht kurmuş yayılarak uyuyordu ve bu ona özenmeme sebep oluyordu. Telefonumu makyaj masasına bırakıp dolabımdan bugün için hazırladığım kıyafetlerimi çıkardım.
Bej mini kot eteğimi giydikten sonra üzerime siyah kısa kollu bir crop giydim. Boynuma yıldız süslemeleri olan bir kolye ile zamanında kaybettiğim küpelerim koptuğu için kolye haline getirilen ve o hale getiren kişinin Doğuş'un olduğu kolyeyi boynuma taktım.
Dizimin biraz altında biten beyaz dantelli şeffaf çorabımı alarak tek tek bacaklarıma geçirdim. Çoraplarımın en yukarı, yan taraflarında kurdeleden zarif bir fiyonk vardı. Saçlarımı maşayla dalga verdikten sonra yüzüme her zaman ki makyajımdan abartmadan yaptım. Üzerime bol bol Manolya kokulu parfümümü sıktıktan sonra parfümümü çantaya attım. Kahverengi çantamı omzuma asıp kargocu tarzı diğer tarafıma bıraktım.
Kendime aynadan baktığımda güzel olduğumu düşünerek saçlarımı savurdum. Son olarak kedi gözlüklerimi alarak gözlerime taktım. Görünüşüme sırıtarak Kar'a görmeyeceği halde bir öpücük yolladım. Ardından dönerek kıvırta kıvırta kapıya ilerledim.
Hemen geniş ama küçük holümde kapının yanında duran pembe valizimi tutma yerinden kavradım. Hızlıca kapıyı açarak çok ağır olmayan küçük bavulumla beraber kapıdan çıktım. Ayaklarıma yazlık kahverengi botlarımı geçirdim. Geri dikleşmemle kapımı iki kere kilitleyerek asansöre ilerledim.
Asansörün tuşuna basmamla asansör usulca açıldı. Bavulumla beraber içinde Menekşe teyzenin de bulunduğu asansöre girdim. Menekşe teyzenin uykulu bakışları hemen beni buldu. "Yavrum?" diye mırıldandıktan sonra bakışları bavuluma kaydı. "Gidiyor musunuz? Bende sizin yavrularınızı alacaktım." dedi.
Gülümseyerek başımı salladığımda eliyle kolumu okşadı. "Ah yavrum ah! Gidin eğlenin. Benim yerime de eğlenin." dedi. Ardından duraksadı. "Abartmadan eğlenin. İşin dozunu kaçırmayın!" dedi uyarır gibi. Muzipçe güldüm. "Aa yok! Doğuş bana direk dansı yapmadan dönmem!"
Kadın duraksarken gülüşümü soldurdum. "Şakaydı." Sözümle tekrar gülümsedi. "İyi eğlenceler çocuklarım." dedi samimiyetle. Başımı salladım. "Size de, enişte amcamla iyi eğlenceler." dedim sırıtarak.
Kadın bir şey dememişken açılan asansör kapısından bavulumla beraber çıktım. Menekşe teyzede peşimden geliyorken omzum üstünden ona baktım. "Siz ne olur ne olmaz Kar'la, Erik'i yan yana tutmayın." Gülümseyerek başını salladı.
Aklıma takılan soruyla tekrar Menekşe teyzeye döndüm. "Erik kimsenin yanında durmazdı?" dedim sorar gibi. "Doğuş getiriyor o zaman da bizim odalardan birine girip orada kalıyor." deyince başımı aydınlanmış gibi salladım. "Anladım."
Kapıdan çıkarak Doğuş'un siyah arabasına ilerlemeye başladım. Menekşe teyzenin hala yanımıza geldiğini fark edince tekrar ona döndüm. "Sende gel istersen teyze? Hep beraber gidelim enişte de gelsin?" dedim muzip sesimle. Kadın ciddiyetle başını iki yana salladı. "O zaman köpeklere kim bakar kızım? Hem siz çifte kumrular gidin gezin."
"Peki. Sizsiz tatil nasıl bir tatildir bilmiyorum ama. Şimdi kim ben otel odasından çıkarken imalı bakışlar atacak ya?" diye söylendim sahte bir hüzünle. Menekşe teyze güldü. "İşe yaradı ama. Şuna bak nasıl sana melül melül bakıyor." Kaşlarım çatılırken bir arabasına yaslanarak beni izleyen Doğuş'a baktım bir de Menekşe teyzeye. "İşe yaradı derken? Sen bize imalar, yanlış anlamalar yaparken ciddi değil miydin?" diye sordum şaşkınlıkla.
Kadın sinsi bir şekilde omuzlarını indirip kaldırarak güldü. "Yok be kızım. Kıt mıyım ben anlamayayım? Tabi ki de doğruları biliyordum. Bu sadece Menekşe taktiğidir. Bak nasıl da oldunuz ama? Seni ilk kapıma geldiğin gün gözüme kestirmiştim." dedi imalı imalı.
Gözlerimin büyümesini engellerken hala arabaya ilerliyorduk. "İnanamıyorum! Bende siz gerçekten bizi inatla anlamıyorsunuz sanıyordum!" dedim şaşkınlıkla. Menekşe teyze tekrar güldü. "Yok kızım yok. O kadar da değilim. Ama aranızı yapmaya inat ettiysem yaparım." dedi büyüklenerek.
Beni kolumdan çekerek durdurduğunda ona döndüm. "Sen de gittin profesyonel Doğuş doktorun hastasını mı seçtin?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak. Kadın gülümsemesini kesmeden başını hafifçe iki yana salladı. "Ona senin gibi bir kız lazımdı. Onu zorlayacak, farklı olacak ama onu etkileyecek bir kız. Ve bu kişide sendin yavrum." dedi heyecanla. Göz ucuyla bakış attım. "Valla onu bunu bilmem ama sizin yeğeniniz beni daha çok zorlamıştı."
Kadın buna sadece gülerek geçti. "Sen o kısmı boş ver de Doğuş sana ciddi davranırsa ya da böyle biraz sert gibi görünen bir davranış sergilerse doğal karşıla. Sana farklıdır da zaten yine de uyarayım o herkese öyle ve zaten bu çocukken de böyleydi..."
Sakince Menekşe teyzeyi dinlerken onun bakışlarının yoğunluğunu da tam üzerimde hissediyordum. "Böyle oyun oynamaz gider büyüklerin içinde oturur, büyüklerin sohbetlerinde dediklerini sorgular, yanlışlara karışırdı. Asla sevimli değildi. Yeğenimi severim bana göre çocukken tatlıydı ama bir çocuk olarak asla diğer çocuklar gibi sevimli değildi." dedi ifadesiz bir sesle.
"O dedesine benzedi daha çok. Onun anlattığına göre çocuklukları benziyor." demesiyle kaşlarım çatıldı. "Dedesi derken?" diye sordum. Başını salladı. "Babam ve annesinin babası." dediğinde kaşlarım daha da çatıldı. "Bizim tarafla asla konuşmadı. Yani konuştu da ne dediğini pek anlamazlardı. Ama sonradan zaten Doğuş için bir tercüman tuttular."
Ağzım aralandı. "Nasıl yani? Hiçbir şey anlamadım?" dedim anlamsızca. Doğuş'a bir bakış atarak bana yaklaştı. "Doğuş bizim tarafla hep İsveççe konuşur. Onlara olan inadı gibi bir şey. Ayrıca Türkçeyi tamamen çözdükten sonra normal hayatında bir daha İsveççeyi kullanmadı."
Ama bana İsveççe sözler söylemiş ve dörtlükler yazmıştı? Madem hiçbir zaman İsveççeyi kullanmıyordu da o zaman neden bana İsveççe sözler söyledi? İsveççeyi neden benimle paylaştı?
Bakışlarım Doğuş'a kaydığında hala beni izlediğini gördüm. "Sen git en iyisi kızım. Hadi Allah'a emanet." demesiyle ona dönmeden başımı salladım. Bavulumla beraber yanına ilerledim. Doğuş elimdeki bavulu alarak arabasının bagajına, kendi lacivert bavulunun yanına yerleştirdi.
İlerleyerek yolcu koltuğuna yerleştiğimde saniyeler sonra oda sürücü koltuğuna yerleşmişti. Arabayı çalıştırarak park yerinden ayrılıp düz ilerletmeye başlamasıyla bana bakmadan konuştu. "Nasılsın?" diye sordu ilgiyle. Ona dönerek cevap verdim. "İyi sen?"
Başını ağır ağır salladı ve yine bana bakmadan, direkt yola bakarak cevap verdi. "İyiyim, teşekkürler. Eğer hala uykun varsa uyuyabilirsin." dedi. Sırtımı koltuğun kumaşına bastırdım. "Yok, uykum kaçtı."
İçeriye yarım açık camdan esinti vurarak saçlarımı uçuşturuyordu. "Yol ne kadar sürer?" diye sordum camdan, durmadan geçip giden yolu, ağaçları, evleri izlerken. Cevabı iki saniye sonra almıştım. "Yaklaşık iki saat diye düşünüyorum." dedi bakışlarını yoldan çekmeden.
"Peki orası nasıl bir yer? Normal otel mi?" diye sordum merakla. Bakışları bana çevrildi. "Yani bence değil. Gidince görürsün. Ben yıllar önce oranın reklamını görmüştüm. Aklımda kalmış, aklıma orası geldi." demesinin ardından bakışlarını hemen geri yola çevirdi. "Merak ettim..." diye mırıldandım.
"Müzik açmak istersen açabilirsin. Arabanı gönlünce kullanabilirsin." dedi sakince. Kaşlarım kalkarken başımı ona çevirdim. "Arabam?" diye sordum. Başını salladı. "Evimde senin. Arabam da. Benim olan her şey senin de. Tıpkı benim gibi." dedi göz ucuyla bana bakıp çarpık bir gülümseme sunarken.
Yüzümde muzip bir sırıtış oluştu. "Sende mi benimsin?" Yüzündeki gülümsemesi büyürken bakışlarını yoldan çekmedi. "Evet. Sende benim çiçeğim değil misin zaten?" diye sordu tebessümü solmadan ciddileşen sesiyle. "Öyle miyim? Çiçeğin miyim?" diye sordum sırıtışımla. Tamamen her zamanki ciddi ifadesine dönmüşken başını salladı. "Manolya çiçeğimsin."
Yaklaşarak kollarımı Doğuş'a sarmaya çalıştım. "Sende benim Doğuş çayımsın o zaman." dedim sessizce. "Şu hitaptan asla vazgeçmeyeceksin değil mi?" diye sordu bıkkınlık olmayan bir sesle. Hafifçe güldüm. "Tabi ki. Doğuş Çay bir markadır çünkü." Cümle içindeki esprimi iki üç saniye sonra anlayarak yüzünü buruşturdu.
Konuşmadık. Yaklaşık beş dakika konuşmadan öylece geçti. En son Doğuş ciddiyetle. "Teyzemle ne konuştuğunu öğrenebilir miyim?" diye sordu kibar bir şekilde. "Teyzen aslında bizim nişanlı olmadığımızı biliyormuş!" dedim gözlerimi irileştirerek. Bakışları çok kısa bana döndü. "Bunu zaten bilmiyor muydun?" diye sordu anlamsızca.
"Ne? Hayır bilmiyordum ki! Nasıl ya, sen biliyor muydun?" diye sordum şaşkınlıkla. "Biliyordum. Ama sende biliyorsun sanıyordum. Gerçi nereden bileceksin. Teyzemi tanımıyorsun bile." diye mırıldandı başını iki yana sallayarak. Dudaklarım aralandı. "Vay be..."
Bir anda aklıma giren düşünceyle kaşlarım çatılırken bakışlarımı Doğuş'un yüzüne çektim. "Sen biliyorsan teyzen bunu başkalarına da mı yaptı yani? Yani başka kadınlarla senin sevgili olduğunu mu inatla söyledi?" diye sordum şüpheyle.
Bakışlarını bana çevirmeden, "Hayır tabi ki. Sadece teyzemi tanıyorum ve onun bunu ona söylememize rağmen kendi istediğine inanacak kadar, kusura bakma ama aptal olmadığını biliyorum. Teyzem zeki bir kadındır ve biraz sinsidir."
"Oha ya Menekşe teyze. Bu nasıl bir hırstır?" diye söylendim şaşkınlıkla. Göz ucuyla bana bakış attı. "Bu durum seni rahatsız ediyor muydu peki?" diye sordu ciddiyetle. "Emin ol rahatsız olsaydım çoktan bunu engellerdim. Ayrıca Menekşe teyzeyi seviyordum. Oldukça tatlı bir kadın."
"Peki." dedi Doğuş sadece. Ondan ayrılacak sırtımı geri koltuğa yasladım. Yol devam ederken usulca yetişmeyi bekledim.
🌺
Başın koltuğun başına yaslı bir şekilde camdan yolu izliyordum. Bakışlarım düzdü. Yorulmama rağmen yorgun hissediyor ve bir an önce kendimi yatağa atmak istiyordum. Yolda giderken fırından atıştırmalık alıp yemiştik. Doğuş her ne kadar doğru dürüst kahvaltı yapalım dese de ben bunu tercih etmiştim.
Uzun süre yolu izlemekten sıkılan gözlerim Doğuş'a taraf döndüm. Arabanın yavaşlamasıyla bakışlarım hemen etrafta gezinmeye başladı. Kocaman uzun lüks binanın üst kısımlarını görünüyordu sadece. Doğuş arabayı park ederken bakışlarımı dikkatle gezdirmeye devam ettim.
Doğuş'un başı bana döndü. "İnelim. Geldik." Bakışlarımı ona çevirmeden kapıyı açarak aşağıya indiğimde oda benimle beraber indi. Arabanın önünden dolaşıp yanına ilerliyorken o arabasını kilitleyip elini bana uzattı. Eline karşılık elimi uzatmamla elimi sıkıca kavrayarak ilerlemeye başladı.
Otelin devasa bahçesine girmemizle hissetmiştim o değişik ama huzur dolu hissi. Etraf yeşillik doluydu. Otele ilerleyen yol düz beyaz taşlarla döşenmişti. Bakışlarım devasa bahçenin içinde dolanmaya başladı ama bahçe o kadar büyüktü ki her kısım görünmüyordu. Ortada kocaman, geniş bir modern otel bulunurken etrafta bir sürü aktivite yerleri vardı. Bazı tarafta insanlar, dans pisti gibi duran gri büyük dikdörtgen taşın üzerinde sevgilileriyle beraber canlı çalgının eşliğinde dans ediyor, bazıları banklarda, ağaçların altına yapılmış hoş oturaklarda oturuyordu. Buraya gelenlerin çoğu çiftti ve hepsinde bir aşk havası vardı. Masum bir aşk.
Bakışlarım diğer tarafta gezindi. Birkaç yan yana iki katlı bina vardı ve binaların duvarlarında aktivite yerleri olduğu ve hangi aktivitenin ne zaman yapıldığı tarzı yazılar yazıyordu.
Bahçenin tam ortasında büyük bir çeşme akıp duruyordu. Daha anlatılmayacak kadar güzellikleri olan yeri durmaksızın inceledim. Burası daha bahçesinden bu kadar etkiliyorsa diğer yerleri düşünemiyordum. Bahçe çok dolu değildi. Kocaman bahçe olduğu için çok tıka basa bir görüntüsü de yoktu.
Göz ucuyla Doğuş'a şaşkınlıkla baktım. "Çok farklı bir yere benziyor. Sen böyle yerler bilir miydin?" Otele doğru ilerlerken ciddiyetle cevap verdi. "Hayır açıkçası tatil yerleri ya da oteller ilgimi çekmez. Sadece bu otelin reklamının altında otel hakkında yorum yapan bir adamın yorumu benim aklımda kalmıştı. Sen sürpriz deyince bende neden olmasın dedim. Ama bu zamana kadar buraya gelmeyi asla düşünmemiştim." dedi net bir sesle.
Otelin büyük kapılarına yetişmek iki dakikamızı çalmıştı. Doğuş direkt danışmana ilerlerken elimi sıkıca tuttuğu için bende onunla ilerliyordum. Yerlerdeki beyaz fayanslar ayna gibi tertemizdi adeta ve bu durmadan dikkatimi çekmesine sebep oluyordu.
Koridor boştu, çok kişi yoktu ve sessizdi. Arada otelin üniformalı çalışanları geçip gidiyordu. Doğuş'la danışmaya yetiştiğimizde Doğuş'un uzanıp zile bastığı anda bilgisayar başındaki üniformalı kadın başını kaldırıp önce Doğuş'a sonra bana baktı. Tekrar Doğuş'a dönerek. "Hoş geldiniz." dedi güler yüzle.
Doğuş başını bir kere salladı. "Hoş bulduk...İsim, Doğuş Çekici." dedi Doğuş bitmek bilmez ciddiyetiyle. Kadın bilgisayara bir şeylere baktıktan sonra bakışlarını geri Doğuş'a çevirdi. "Beş yüz beş, çift kişilik odanızın numarası." diyerek bir kart uzattı.
"Teşekkürler..." diyerek uzatılan kartı hemen aldı. "Size eşlik edecekler." dedi kadın güler yüzle. Bakışları sakince onu bekleyen bana döndüğünde başıyla asansöre işaret yaptı. "Hadi gidelim." Bir üniformalı adam gelip iki bavulu da alarak ilerlemeye başlayınca bizde peşinden ilerledik.
Yedi kat çıkmış en sonunda ulaşmıştık. Beyaz ışıklı ve yine fayansları ayna gibi olan koridorun yarısında bir kapının önünde durduk. Doğuş kartı okutarak kapıyı açıp içeri girdiğinde bende hemen peşinden girdim ama odayı incelemeden önce görevliye döndüm. Adam iki bavulu içeriye bırakarak kapının önüne geçti. Gitmeden önce. "Keyifli tatiller efendim." diyerek kapımızı kapattı.
Adamın gidişiyle kocaman otel odasını incelemeye başladım. Oda oda ayrıydı. Bizim şuan gördüğümüz yer koltukların ve televizyonun olduğu, modern süslemelerin, bir köşede tezgahın ve içecek dolabının olduğu bir köşesi bulunuyordu. Ayrıca arka tarafı gören bir balkonu da vardı.
Balkona çıkmadan güzel manzaraya göz gezdirdim. Burası tepeydi ve bu yüzden resmen bütün şehri görüyordu. Sanki bütün o kalabalıktan uzak bir yerde ama onları da seyredebilirmişiz gibi hissettiriyordu. Saniyeler sonra sırtıma değen bedenini hissetmemle omzum üstünden ona döndüm. Bakışları manzarada değil yeşim gözlerimdeydi. "Manzara güzelmiş." dedi. Bakışlarını zerre yeşim gözlerimden çekmeden gözlerimin derinliklerinde gezdirmeye devam etti. "Hayır...manzara sadece çok mükemmel." diye mırıldandı manzaraya asla bakmamış olmasına rağmen. Muhtemelen kendi manzarasından bahsediyordu...
Gülümseyerek geri manzaraya döndüğümde omzuma çarpan sıcak nefesini hissetmemle kalp atışlarımı duydum. "Sen yüksekten korkmaz mısın? Neden bakıyorsun?" diye sordu kısık bir sesle. Çok kısa süre düşündüm. Doğru. Bir aralar korkardım yüksekten. "O korkumu atlattım ben." Sertçe yutkunuşunu görmesem de hissettim. İntiharımdan kendini suçluyordu hala. Babamı bilmesine rağmen katkısı olduğu için kendini suçluyordu. Beni tetiklediği için kendini suçluyordu. Ama asla beni kurtardığını önemsemiyordu.
"Odaya bakmak ister misin?" diye sordu konuyu değiştirmek için. Anında geri çekilerek başımı salladım. "Olur!" dedim ve yüzüme kondurduğum o gülümseme ifadesiyle beraber koşarak, girmediğim odaya ilerledim. Peşime düşen adım seslerini duyabiliyordum.
Beyaz tahta kapıyı açmamla bakışlarım ikili yatakta, kaliteli örtüsünde, dolapta, ve diğer kaliteli eşyalarda gezindi. Büyük sayılan odayı kısaca inceledikten sonra bavullarımızı köşeye bırakan Doğuş'a döndüm. "Senin bu kadar paran var mı? Yani uzman doktorluk bu kadar kazandırıyor mu? Kazandırıyorsa söyle de bende bölümümü değiştireyim." dedim şakayla karışık bir şekilde
"Paramı ihtiyaçlarım dışında pek harcamam. Birike birike oluyor işte. Ayrıca ben sıradan bir uzman doktor muyum sence?" diye sordu kaşlarını kaldırarak. Alayla sırıtarak başımı ağır ağır salladım. "Doğru sen Yaşam hastanesinin hatta Türkiye'nin en iyi doktorlarındandın değil mi? Kusura bakma unutmuşum Başhekim, Başkumandan, Komando, Doçent, Profesör, Uzman hekim doktor, Doğuş Çekicioğlu hazretleri."
Bana o kadar düz ve ciddi bir ifadeyle bakmıştı ki benden soğuduğunu bile düşünebilirdim. "Bununla övünmedim. Sadece paramın kaynağını sordun. Bende söyledim." dedi düz bir sesle. "Tamam ya. Sadece daha fakirim diye kıskandım azcık." dedim yumuşak bir sesle. "Benim olan her şey senin de dedim ya." diye tekrarladı cümlesini.
"İyi o zaman arabanla da arada ben tur atayım?" dedim sırıtarak. Düz ifadesiyle bakmaya devam etmesi yeterli cevap oluyordu aslında. "Olmaz Manolya. Bir ehliyetin bile yok." dedi ciddiyetle. "Tamam o zaman bana sen öğret ehliyeti de alırım!" dedim hemen. Kaşları çatıldı. "Hastalın varken araba kullanamazsın. Tehlikeli. Ne zaman fenalaşacağın belli olmuyor Manolya. Ama sana hem doktorun, hem de sevgilin olarak söz veriyorum ki seni sağlığına kavuşturur kavuşturmaz araba kullanmayı öğreteceğim." dedi üzülmemem için yumuşattığı sesiyle.
Ciddileşmekte olan ifademle beraber ona hak verdim. "Peki." dedim sadece. Bana yaklaştığını fark etmemle bakışlarımı ona çevirdim. Tam karşımda durdu. Bakışları ifademde gezinirken çenemi nazikçe parmak uçlarıyla tutarak tam görmek ister gibi başımı yüzüne doğru kaldırdı. "Üzülme ama. Senin üzüldüğünü hissedince harap oluyorum ben..." diye fısıldadı yüzüme doğru.
Yutkunamadığımı hissettim. "Üzülmüyorum ki." dedim gülerek. Acıyla ya da burukça. "Yapma. Artık benden saklayamazsın şunu. Herkesten saklayabilirsin bu gülüşlerinle ama benden saklayamazsın. Nasıl sen benim önceden duygusuz dediğin bakışlarımı artık anlayabiliyorsan...bende senin bu gülüşlerinin altında ki gerçeği görebiliyorum artık."
Bakışlarımı kaçırdığım sırada kısık sesle öksürdü. "Bu hastalığı duymak dahi seni üzüyorken, benim varlığım de seni üzüyor olmalı. Ben senin doktorunum ve neyin olursan olayım yeri geldiğinde bunu yapar, söylemem gerekenleri söylerim. Ama bu sana acı verirse ben buna dayanamam." dedi sessizce.
Bakışlarımı daha çok kaldırarak tam gözlerine, gözlerinin en derinine baktım. "Bu madem seni bu kadar üzüyor günün birinde ölürsem ne yapacaksın?" Sorumu beklemediği için hem afalladı, hem düşündü. Düşünmek bile onu harap etmişken, "Susar mısın Manolya çiçeğim?" dedi düşüncelerinin titrettiği sesiyle. "Tatili aklın dağılsın diye ayarladım." dedi ciddiyetle.
"Gerçeklerden kaçamayız ama Doğuş doktor. Hastalığı üzerinde taşıyan herkes ölmüş. Dünyadaki hiçbir doktor çare bulmamış veya bulamamış." dedim ciddiyetle. Gözlerini yumarak derin bir nefes aldı. Gözlerini geri açana kadar sakince onu izledim. Gözlerini geri açtı ve, "İnan bana bu hastalığı bulacağım...Hiçbir doktor beni ilgilendirmez. Ben o tedaviyi bulacağım."
Aramızda ki kısa ama derin anlamlı o bakışmanın ardından kapıya yöneldi. "Pozitif ol. Aklından bunları çıkar. Bırak bunları ben düşüneyim. Bırak bunlar benim yüküm olsun." dedi sessizce. Kapıdan çıkmasıyla peşinden çıkarak onu takip ettim. Merakla, "Peki eğer bu hastalığı taşıyan kişi ben değil de bir başkası olsaydı? Yine senin hastan ama ben değil. Sıradan bir hastan. O zaman da tedaviyi böyle bulmaya çalışır mıydın?"
Sorum onu duraksattı. Tekrar tam karşısına geçtiğime gözleri yerdeydi. Dudakları aralanınca bana döndü. "Bilmiyorum..." diye afallamış bir sesle mırıldandı. O başarılı bir doktordu ve bu zamana kadar hiçbir hastasını kaybetmemişti. Bu yüzden bende bu sorunun cevabını bilmiyordum.
Derince yutkundu. "Bu sorunun cevabını gerçekten bilmiyorum." dedi sessizce. Gülümsedim. "Neyse öylesine sormuştum. Ayrıca böyle olsa bile bu senin ne kadar cesaretli bir doktor olduğunu gösterir. Zaten cesaretlisin de..." dedim hastalığımın getirdiği halsizliğimi fark etmesin diye neşeli çıkardığım sesimle.
Bir şey demeden otelin içindeki telefona ilerledi. "Bir şeyler yemek ister misin?" diye sordu sakince. Yüzümde oluşturduğum kocaman sırıtma ifadesiyle başımı salladım. "Çok açım!" başını sallayarak telefona ulaşıp kulağına yerleştirdi.
O bir şeyler sipariş ederken çantamdan telefonumu çıkardım. Gelen bildirim dikkatimi çekti çünkü bildirim Fuzuli Burak Saydam'dandı. Kilidi açarak bildirime girdiğimde mesajı gözlerimin önüne serildi.
"Ne zaman sana öğretmenlik yapıyorum? Notlar falan demiştik hani?
"Geveze??"
Derin bir nefes alarak parmaklarımı klavyenin üzerinde oynattım. Bir ara bu not işini de halletmeliydim. Baya bir eksiğim vardı.
"Sessiz çocuk hayırdır? Sen kimseye not vermeyen insan ne bu öğretme isteği?"
Mesajı göndermemle saniyeler içinde çevrimiçi oldu ve mesajımı okundu. Mesaj yazılmaya başlarken bakışlarım Doğuş'a kalktı. Siparişi vermiş çantasındaki dosyalarını çıkararak düzenli bir şekilde masaya yerleştiriyordu. Telefonumdan gelen mesajın bildirim sesiyle hemen bakışlarımı telefonuma indirdim.
"Bakarsın Edebiyat hocası olursam öğrencilerin en beterine şimdiden alışmak için iyi olur diye düşünüyorum. Gerçi o öğrenciler senden daha akıllı uslulardır ama."
Yüzüme alaylı bir ifade kondurarak hemen cevap yazmaya başladım. Bu cevabın altında kalamazdım. Bana yakışmazdı. Resmen bana akılsız demişti.
"Öğretmen olursa, ders anlatmayıp bir köşede kulağında kulaklıklarıyla sessiz sessiz durup, öğrencilere ölümcül, soğuk bakışlar atacak Burak mı söylüyor bunu?"
"Tekrar diyeceğim gibi. Sen git söz yaz, Fuzuli."
"Heh! Ne vardı...Fuzuli'ye sormuşlar; Sevmek mi daha güzel, sevilmek mi diye..."
Yüzümdeki alaylı sırıtışla yazdığım sözün cevabını verecektim ki benden onca onun mesajı ekranıma yerleşti. Ve o da sözün devamıydı.
"Sevmek. Çünkü sevildiğinden hiçbir zaman emin olamazsın."
Ekrandaki yazsıyla bakışıyorken dikkatimi Doğuş'un sesi dağıttı. "Kiminle konuştuğunu öğrenmemde bir sakınca var mı çiçeğim?" diye sordu. Başımı kaldırıp direkt, "Burak." dedim. Kaşları çatılırken "Fuzuli Bey?" dedi onay ister gibi. Başımı istediği onayı vererek salladım. "Derdi neymiş?" diye sordu her zamanki ciddiyetiyle.
"Ya ben bir ay uyuyordum ya. Notları falan verecek, birde öyle anlatır gibi üzerinden geçecek. Ne zaman yaparız diyor." dedim. Boğazında oluşan adem elmasının hareketliliğinden yutkunduğunu anladım. Eli ensesine gitti ve o bazı anlarda yaptığı gibi serçe parmağıyla ensesini kaşıdı. "Ben anlatırım ya...eğer sen istersen yani."
Yüzümde sırıtış oluşurken karşısına geçtim. Kollarımı boynuna sararak parmak uçlarıma yükseldim. Bakışlarını benden çekmezken sırıtışımla, "Sen nereden bileceksin ki? Edebiyat orası. Senin bölümün daha çok sayısala bakıyor, tıpçısın sen." dedim muzip bir sesle.
Elleri belime sıkıca sarılarak beni hiç kaybetmek istemez gibi kendi bedenine yaklaştırdı. Saf bir yüz ifadesiyle, "Olsun. Notları okur anlardım, sana da anlatırdım." dedi sessizce.
Güldüm. "Öyle uğraşacağına ben okur anlarım Doğuş bey." dedim muzip sesimle. Omuz silkti. "Olsun. Uğraşmamış oldurdun." dedi bakışlarını benden çekmeden. "Sen neden uğraşacaksın ki?" dedim eğlenen sesimle. "Fuzuli Beyi uğraştırmamış olurdun..." diye bir şeyler geveledi.
"Teklif ettiğine göre öyle değildir?" dememle kaşları hemen çatıldı. "Ne teklifi?" diye sordu hemen. Sıkıntılı bir nefes aldım. "Ortaklık teklifi. El ele verip kebapçı açacağız nasıl fikir? Sende yarı Adanalısın ya diyorum ki sende gel aşçımız ol." dedim alayla ama ciddi bir surat ifadesiyle.
Bana anlamsızca bakmasıyla tekrar konuştum. "Konuları anlatma teklifi Doğuş." dememle aydınlanarak başını ağır ağır salladı. "Peki ne zaman yaparsınız bunu?" diye sordu ciddiyetine dönerek. "Tatilden dönelim ayarlarız."
Kapının çalmasıyla benden uzaklaşarak kapıya ilerledi. Kapıyı açmasıyla kapıda bir görevli belirdi. Doğuş adamın içeri ittirdiği servis arabasını alarak kapıyı kapattı. Koltukların olduğu bölgede bulunan yemek masasına ilerledim. "Yemeğimiz gelmiş. Hadi bir şeyler atıştıralım." dedi masayı işaret ederek.
Bir sandalyeyi çekip oturmamla tabakların üzerindeki çelik kapakları kaldırdı. Açlığımın getirdiği heyecanla onu bekledim. Bir tabağı bana bir tabağı ise kendi önüne koymuştu. Köfte, haşlanmış sebze, tavada kızartılmış renkli biberler falan vardı. Doğuş ortaya bir salata koyduktan sonra bardaklarımıza soğuk çay doldurdu. "Soğuk çay severim. Markası belli olunca her türlü çayı severiz. Sordun dimi markasını?" diye sordum sırıtarak.
Karşıma yerleşirken onu izledim. "Daha erken değil mi? Yemek yedikten sonra ne yapacağız?" diye sordum heyecanla. Çatalla bıçağına uzanırken cevapladı. "Ne istersen onu yaparız." dedi sakince. Bence çatal ve bıçağıma uzandım. "Ya ama ben burayı bilmiyorum ki. Sen karar ver. Ama eğlenceli olsun." dedim heyecanla.
Köftesinden kopardığı kısmı ağzına attı. Çiğnedi...çiğnedi ve yutkunup ağzındaki lokmasından kurtulduktan sonra konuşmaya başladı. "At binmeyi sever misin?"
Beklemediğim soruyla afalladım. "Hiç binmedim. Ama bilmiyorum...düşmem mi? Ama aynı zamanda binip nasıl bir şey olduğunu bilmekte isterim." dedim ve çatalıma batılı olan köfteyi ağzıma aldım. "Tamam o zaman. Yemek yedikten sonra at binmeye gidiyoruz." dedi ciddiyetle.
Gözlerim irileşirken köfte boğazımda kalmadan mideme indirdim. "Gerçekten mi? Ya çok heyecanlandım şimdi!" dedim heyecanla. Soğuk çaydan bir yudum aldı. "Yemeğimizi hemen yiyelim o zaman." dedi tebessümle.
Derin bir nefes alıp gülümseyerek aceleyle yemeğimi yemeye devam ettim. Bu tatil bol keyifli geçecek gibi hissediyordum.
🌺
Doğuş'un eli elimi sıkı sıkı sararken bakışlarım yaklaştığımız at binilecek o alanda dolandı. "Burası çok dolu bir yer gibi. At binme yeri bile var. Ne güzel." diye mırıldandım. Başını salladı. "Öyle gibi." dedi sessizce bana onay vererek.
Bakışlarımı Doğuş'a çevirdim. "Sen neden giyinmedin? Ben neden sadece bu kıyafetleri giydim?" diye sordum üzerimdeki kıyafetleri işaret ederken. "Ben binmeyeceğim." dedi net bir sesle. Başımı ona çevirip kaldırdım. "Niye? Neden?" diye sordum hemen. Tebessüm etti. "Ben senin binmen için dedim çiçeğim."
Yavaşlayarak durmamızla Doğuş'a döndüm. "Keşke sende binsen. Beraber binerdik." dedim. Tebessüm ederek yanağıma çok hafif bir öpücük kondurdu. "Sen bin çiçeğim." dedi sadece. Bir adamın yanımıza gelmesiyle dikkatimiz dağıldı. İkimizde adam döndük. "Hoş geldiniz. At binmek için değil mi?" diye sordu ikimize tek tek bakara.
Doğuş başını salladı. "Hanımefendi at binecek. İlk kez binecek birde." Adam hemen nezaketen gülümseyerek başını salladı. Bakışlarını bana çevirip çok kısa kıyafetlerimi süzdü. "Siz zaten rahat giysiler giymişsiniz. Ben size bir kask getireyim."
İkimizin de başımızı sallamamızla adam geri çekilerek atların bulunduğu tahtalı bölgeye doğru ilerledi. Bakışlarımı etrafta dolandırdım. Burası sakindi ve yeşillikler içindeydi. Otel o kadar dolu doluydu ki at binmeye fırsat bırakmıyordu herhalde insanlar, derken iki çiftin ve üç kişilik erkek grubunun buraya yaklaştığını gördüm. Demek binecek olan sadece ben değildim.
Çiftleri biraz uzağımızda duruyorken erkek grubu ise arkamızda duruyordu. Onlarda benim gibi rahat giysiler giymişlerdi. Doğuş direkt bana bakıyordu. "Heyecan yapma. Alt üstü bir at." dedi sakinliğini bana bulaştırdığı sesiyle.
Başımı sallarken gülümsedim. "Tamam. Alt üstü at bineceğim." diye mırıldandım. Küçükken hep at binmek isterdim. Bir gün büyüyüp kendim bineceğim derdim kendi kendime.
Adamın elinde bir kaskla gelmesiyle ikimizde ona döndük. Gülümseyerek kaskı bana uzattı. "Buyurun hanımefendi." Siyah kaskı başıma geçirirken sırıttım. "Bunun zeytin yeşili olanı yok muydu ya? O da yoksa toz pembesi falan?" Adam gülümsemesini bozmadan başını iki yana salladı. "Hayır maalesef."
"Önce bir bizi alsaydınız? Önemli müşteriyiz malum?" arkamızdan gelen sesle konuşmamız bölündü. Başlarımız gelen ses döndü. Erkek grubundan başında gözlükleri olan çiçekli gömlekli olan adama ait gibiydi. Doğuş hemen, "Sizden önce vardık beyefendi. Öneminiz umurumuzda değil gördüğünüz gibi." dedi bir anda baya farklı bir ciddiyetini takındığı sesiyle.
Çocuğun yanındaki iki adam gülünce pezevenk gömlekli demin konuşan adam Doğuş'a doğru bir adım attı. Doğuş'tan en az beş yaş küçük duruyordu. "Hayırdır moruk, sorun mu çıkarmak istiyorsun? Yanına aldığın karıyı da al ve sıranı bize ver. Siz biz hevesimizi attıktan sonra binersiniz."
Kaşlarım derince çatılırken adama doğru adım attım. "Sensin karı! Karı ne demek ya? Mağarandan mı sesleniyorsun?" Doğuş kolumu sakinleştirmek ister gibi sardı. Öfkemi bastırmaya çalışırken kendimi onun için bu sinire değmeyeceği düşüncesiyle avuttum.
"Cahili tanırım. Cahil kalmak aşağılayıcı hissettiriyor olmalı." diyen Doğuş'un sözüne karşılık onun tepkisini izledim. Kaşları çatıldı. "Beni tanısan böyle demeye cesaret edemezdin!" dedi öfkeyle. Doğuş ciddiyetle ama alaylı olduğunu bildiğim o ifadeyle kaşlarını kaldırdı. "Neden? Seni her insandan ayıran süper güçlerin mi var yoksa?"
Bu sözle gülmemi tutmadım. Arkasındaki iki arkadaşı da kendini tutamayarak kıkırdadığında bunu fark ederek daha da öfkelendi. Bakışlarım gülen görevliye kaydı. Onun keyifli haliyle yüzüme alaylı bir ifade kondurdum. "At bey? Çekirdek getirim mi? Ya da siz tartışmayı böylesine tedirginlikle izlemekten yorulmuşsunuzdur, ben sizin yerinize tartışmayı keseyim mi?" Adam hemen ciddileşti. "Tartışmaya gerek yok. Sıraya göre ilerleyeceğiz."
Doğuş hemen, "Kural bu. Bitmiştir." dedi karşısındaki oldukça öfkeli görünen adama doğru. "Adamım...sen beni tanımıyor olabilirsin. Ben Hayrettin Akaban. Muhtemelen senin aptal kazalarında ya da herhangi bir hastalığında sana hayatını bahşeden Akaban hastanesinin sahibinin oğluyum."
Bunu öyle bir gururla söylemişti ki arkadaşları bile ciddileşmişti. Bu klişe söz karşısında kendimi gülmemek için sıkarken Doğuş başını salladı. "Memnun oldum. Bende muhtemelen, hastaneniniz durmadan çalışma isteğinde bulunduğu ve benimde o kadar gözümde düşük bir hastaneyle çalışmak istemediğim için reddettiği Uzman Doktor Doğuş Çekici. Normalde kendimi böylesine tanımayı sevmem ama tanıdık çıkınca ne yapayım." dedi duvar ama aynı zamanda kayadan sert olan ifadesiyle.
Adam afallarken Doğuş ciddiyetle bakmaya devam etti. "Senin başarın olmayan bir şeyle övünmesini biliyorsun ama işlerden zerre anlamıyorsun ve zerre faydan yok anlaşılan..." diye mırıldandı düz bir sesle. Adamın kaşları derince çatılırken başını kaldırıp ondan uzun olan Doğuş'un gözlerine öfkeyle baktı. Bu bakış Doğuş'ta hiçbir şey ifade etmemişti.
"Sen-" Adam konuşacaktı ki Doğuş hemen bana döndü. "Boş yere fazla zaman harcadık. Gel bebeğim bindirelim seni." Ona döndüm. Başımı sallayarak kaskı kafama taktım. Görevli bize döndü. "O zaman hadi." dedi gülümsemesini geri yüzüne kondurarak.
Doğuş benimle beraber çitin kapısından girdiğinde içime heyecanın çöktüğünü hissettim. Başka bir genç görevli çocuk ipini çektiği beyaz atı yanımıza getirdi. "Ay kocaman!" diye mırıldanmamla atı getiren görevli, "Abla kusura bakma, atlar genelde bu boyutta." dedi.
Doğuş'un omzu üzerinden bana baktığını hissettiğimde ona döndü. "Yani seni taşıması için biraz da büyük olması gerekir değil mi?" diye sordu tebessümle. Gülerek bir şey demeden ata yaklaştım. "Yemez beni dimi?" diye mırıldandım çok sessiz bir sesle. "Yok abla ağzı o kadar büyük değil." Göz ucuyla ha bire bana cevaplar veren görevliye bakış attım. "Abla ne ya? En az yirmi beş yaşın vardır senin." Görevli bir şey demedi.
"Hadi hanımefendi." diyen diğer görevliyle beraber kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Şuna bak aa! Darlıyor beni!" Hemen Doğuş'a dönerek masum ifademi takındım. "Doktorcuğum bunlar beni darlıyorlar, kalbim pıt pıt hızlanıyor, hastalığım tetiklenecek gibi oluyor. Hep onların yüzünden." dedim şikayet eder gibi.
"Öyle bir şey olsa fark ederim çiçeğim." dedi ciddiyetle. Çatık kaşlarımla derin bir nefes aldım. "Tamam, of! Hadi biniyorum." Bana cevaplar veren görevli binmeye çalışacağım sıra sıkıca beni kaldırmak için belime sarılınca anında bir sesi işittik. "Dur! Ben yaparım..." Ne olduğunu anlamadan bir anda Doğuş görevliyi çekerek aramıza girdi. "Ben hallederim." dedi sakince.
Görevli değişik bakışlarını Doğuş'a gönderdi. "Yalnız ben uzmanım. Yardımcı olmam daha doğru ve zaten işim bu." Doğuş duvar gibi ifadesiyle hemen cevap verdi. "Bende uzmanım." deyince kendimi tutup gülmemeyi başardım.
"Doğuş sen doktorluk mesleğinde uzmansın." diye fısıldadım gülmemi dindirerek. Bana bir bakış attı. "Olsun. O da bir uzmanlık. Ayrıca ben at binmeyi biliyorum." dedi ciddiyetle. Başımı anlıyorum dercesine salladım. "En son tam olarak ne zaman bindin?" diye sordum sessizce. Bakışlarını görevlide gezdirirken cevap verdi. "Yirmi üç yıl önce"
Şaşkınlıkla Doğuş'a baktım. "Çok azmış cidden..." diye mırıldandım alayla. Doğuş umursamadan bana döndü. "Ayağını yerleştirdiğinde seni kaldıracağım, bir ayağını diğer tarafa atarak eyerin üstüne oturacaksın ama dikkatli otur." Başımı sallayarak ayağımı kaldırıp yerleştirdiğimde beni belimden kaldırdı. Dediği gibi ayağımı diğer taraftan atarak eyerin üstüne oturduğumda artık ayaklarımın değil atın üzerindeydim. "Ay! Valla oturdum."
Görevli atın ipini tutarak ilerletmeye başlayınca derin bir nefes aldım. At hızlanıp kendi kendine ilerlerken görevli geri çekildi. Tedirgin bakışlarım Doğuş'a kaydı. Bana güven verir ve bu anın tadını çıkarmamı söyler gibi bir bakış attı. Önüme dönerek heyecanla atan kalbimin atışını kendi kendimi sakin olduğuma inandırmaya çalışarak yavaşlatmaya çalıştım.
Rüzgar yüzüme saçlarıma vururken anın tadını çıkarmaya çalıştım. Çocukluğumda binmek istediğim gibi ata binmiştim ve bu anı güzel değerlendirmeliydim. At hızlanıyorken düşmemek için sıkı sıkı tutunuyordum. At tur attıkça bu bana iyi gelmiyor tam tersi beni daha da geriyor tedirginlik getiriyordu. Her ne kadar o kadar hızlı olmasa da iyi hissetmiyordum.
Gözlerimi kapatarak sakinleşmek için derin nefes alırken kalp atışlarımı da duyuyordum aynı zamandı. Alt üstü bir at. Ne bu gerilim. Yutkunarak gözlerimi araladım ama dengemi kuramadığımı fark ettim. Ya hastalığım yüzündendi ya da gerginlikten oluyordu.
Gözlerimi açtım. At etrafta daireler çizerek tur atarken alışmaya çalıştım. Bu at binme olayı kesinlikle bana göre değildi. İçimde ister istemez değişik bir his oluşturuyordu ve bu hisse ne yaparsam yapayım durduramıyordum.
Doğuş'un ileri çıktığını fark ettim. "Tamam yeter." dedi aceleyle. Fark etmiş ve hemen devreye girmişti. "Ama daha bitme-" Doğuş görevlinin sözünü kesmişti. "Durdur!" Görevli hemen harekete geçmişti.
Ben ne olduğunu anlamadan at nasıl durdu bilmeden attan Doğuş tarafından indirilmiştim. Dalgın ve halsiz gözlerime bakarak, "İyi misin?" diye sormuştu. Sadece başımı salladığımda bizi geri otele doğru yönlendirmişti.
Otele kadar yürümüştük ve bu beni kendime getirmiş sayılırdı. Otele girmemizle Doğuş başını bana çevirmişti. "Şuan nasıl hissediyorsun?" diye sordu ilgiyle beni incelerken. Gülümseyerek bakışlarımı ona çevirdim. "Halsizlik, yorgunluk. Bunlar hep olan şeyler ama. Yani demek istediğim yorgunsun yat, dinlen falan demene gerek yok. Ben uyansam da yine halsiz olurum."
Başını bildiğini söylemek ister gibi ağır ağır sallayarak önüne döndü. "O zaman sen akşam açık hava sinemasına da gitmek istersin." Gözlerim irileşirken kendime gelmiş gibi hemen ona döndüm. "Açık hava sineması mı? Burada var mı? Gerçekten mi?" diye heyecanla sorular sordum.
Asansöre girerken başını bana çevirdi. "Filmlerimizi hep evimizde kanepede, televizyonun karşısında seyrederdik. Şimdi bir farklılık yapıp bir kere de böyle seyredebiliriz." dedi tebessümle. Yüzümde kocaman gülümseme oluşurken o tuşa bastı. "Harika olur Doğuş!" dedim heyecanla.
"O zaman zaten akşam oluyor...sen üzerini değiştir, çıkalım olur mu?" demesiyle hemen başımı salladım. "Tabi tabi! Ben şimdi hemen üzerimi değiştirip geleceğim!" Doğuş gülümsedi. Asansör çıkarken derin bir nefes alırken bende ona gülümseme devam ettim.
🌺
Üzerimde ki askılı, saten, yanları büzgülü, beyaz elbisemi düzelttim. Saçlarıma maşayla dalgalar vermiş yüzüme her zaman ki çok ağır olmayan makyajımı yapmış, üzerime de bol bol Manolya kokulu parfümümü sıktım.
Geri çekilirken kendimden memnunca aynaya bakış attım. Belki abartıydı biraz ama onunla olan her anımda özenli olmak isterdim. Ayaklarıma giydiğim bilekten bağlı beyaz bir topuklularımı yere vura vura odadan çıktım.
Doğuş yaklaşık odaya girdiğimiz zamandan beri hastalığım üzerine çalışıyordu. Onun üzerinde çalıştığı yemek masasına doğru adımlar atmamla bakışları anında bana çevrildi. Beni dikkatle süzdü ve beğeniyle gülümsedi. "Çok güzelsin. Çiçek gibisin."
Yüzümde ondan aldığım iltifatın getirdiği utançlı tebessümle ona baktım. "Ben hazırım. Gidelim hemen. Çok merak ediyorum." dedim heyecanla. Bir şey demeden oturduğu sandalyeden kalkarken olduğum yerde durarak onu bekledim. Üzerine beyaz bir gömlek ve klasik siyah bir kumaş pantolon giymişti.
Beraber otel odasından çıkıp asansöre binmiştik. Çok geçmeden asansörden de çıkıp oteli terk etmiştik. Otelin geniş bahçesinde tıpkı at binicilik alanı gibi hiç fark etmediğim bir yere girmiştik.
Yeşilliklerle çevrili giriş dikkatimi çekmişti. Açıkçası burası oldukça şaşırtıcıydı ve pek beklediğim gibi değildi. Sırasıyla bir sürü puf dizilmişti. İleride ise filmin oynatıldığı kısmın arkası kapalıydı ve garip bir şekilde normale göre filmin oynatılacağı yer yukarıda kalıyordu. Güzel bir görüntüydü, hoştu fakat beklediğim ya da fotoğraflarda gördüklerim gibi değildi. Ayrıca etrafta kimse yoktu. Pufların hepsi boştu.
Doğuş elimi sıkıca sararak beni nazikçe peşinden çekti. En önde, en ortadaki iki puftan birine beni, diğerine ise kendisi oturdu. Dudaklarım aralanırken bakışlarımı ona çevirdim. "Kimse yok..." diye mırıldanmıştım. Başını salladı. "Anımız özel olmalıydı. Sadece ikimiz olmalıydık." dedi sessizce.
Etraftan doğanın sesleri, bir yandan onun zeytin gözler harika bir hissiyat oluşturuyordu. "Nasıl yani? Bir nevi açık hava sinemasını kapattırmak gibi bir şey mi yaptın şimdi?" diye sordum kaşlarımı çatarak. Tebessüm etti ve, "Sanırım..." diye cevap verdi.
Gözlerine bakıyordum ve bu çok farklıydı. Artık onun gözlerine bakmak daha hisli oluyordu. Sanki derinlerinde kaybolacak gibi hissediyordum. Gözlerinin içinden kalbini görüyor ve heyecanlanır gibi oluyordum. Hissi tamamen buydu.
"Peki ne izleyeceğiz?" diye sordu, tek ortak noktamız olan yeşil gözlerimi, yeşil gözlerinden çekmezken. Bakışları gözlerimde gezinmeye devam etti. Ardından yavaşça kumandaya uzandı ve bir tuşa bastı. Filmin izlediği alandan vuran beyaz ışık bir anda yok oldu. Yerini çok farklı bir görüntü aldı. Yansıyan kuzey ışıkları... "Bir şey izlemeyeceğiz."
Şaşkınca projeksiyondan havaya doğru kayan, kocaman bir şekilde hem film izlenen bölgeye, hem de oranın arkasındaki siyah kapalı bölgeye yansıyan ve usul usul hareketlerini sürdüren kuzey ışıklarına baktım. "Kuzey ışıkları mı?" diye mırıldandım şaşkınca.
Sadece sesini duydum. "Şuan İsveç'e ya da Danimarka'ya gidemiyor olabiliriz ama en azından kuzey ışıklarını böyle görebilirsin." Sözlerini algılayabiliyorken kuzey ışıklarını izlemeye devam ediyordum.
Ayağa kalktığını fark ettim. Saniyeler sonra dizime bir ağırlık geldiğini hissederek bakışlarımı dizime çektim. Dizimde laptopu duruyordu. Şaşkın bakışlarım laptopta gezindikten sonra geri ona kaydı. Bakışlarımı görünce tebessüm etti. "Hayalinin orijinali bu olmayabilir ama en azından böyle gerçekleştirebiliriz şu anlık. Ama sana söz tedavi sürecin biter bitmez ilk işimiz bu olacak."
Bakışlarım bir dizimdeki laptopta, bir gerçeğini görmeyip bu haline bile bayıldığım kuzey ışıklarında, bir de ona gezindi. "Yaz bakalım hikayeni." dedi bakışlarıyla laptopu işaret ederek. "Sen benimkinden yaz, gönderirim ben sana." diye ekledi.
"Doğuş...teşekkür ederim." diye mırıldandım duygulu bir sesle. Eli yanağıma çıktı. Kuzey ışıklarının dansı gibi hareketlerle yanağımı sakince okşadı. "Senin için her şeyi yaparım Min Blomma...teşekkür etme bana." diye fısıldadı.
Yüzüne yaklaşarak dudaklarına güçlü bir öpücük kondururken içim kıpır kıpırdı. Onun benim için yaptıkları beni her seferinde büyülüyordu. Her sözü beni kıpır kıpır ediyordu. Her hareketi...
O da bana yaklaşarak dudaklarıma daha baskılı bir şekilde öpmesiyle dudaklarının sıcaklığını yeni hissettim. Gülümsememle ayrılmıştık. Bakışları dikkatle gözlerimde gezinirken gülümsememe gülümsedi. "Hadi...yaz." diye fısıldadı kısıkça.
Gülümsemem büyürken pufunu pufumla dip dibe getirdi. Bilgisayarı açarak yazacağım ekrana hemen girdim. Bizim kuzey ışıklarımızın yansıması yüzümüze vururken kendimi düzelterek sırtımı göğsüne yaslayarak ona yaslandım. Güvenli ve asla yıkılmayacak bir dağ gibi kolunu bana saran ona iyice yaslamıştım. O Kuzey ışıkları belki bizim değildi ama bu Kuzey ışıkları kesinlikle bize aitti.
Parmaklarım klavyenin üzerinde dans eder gibi bir oraya bir buraya çıkarken hislerimle, şu bol duygulu anımın tutkusuyla beraber yazılarımı, düşüncelerimi beyaz sayfaya aktarmaya başladım. Başını başımın üstüne yasladığını hissettim.
Bütün hislerimle, bütün duygularımla Hayal ve Uzay'ı yazdım. Sabırla ve sıkılmadan en tutkulu, en hisli olacak o bölümü kelime kelime yazdım. Kelimeler cümleleri, cümleler paragrafları, paragraflar metinleri, metinler ise bölümü oluşturdu.
İki saat boyunca bölüm yazdım. İkimizde zerre kıpırdamadık. Tabi bazen bana daha sıkı sarılışları, bana daha çok yaklaşmaları, benim ona daha çok yaslanmam dışında. Arada gözlerime ara verip Kuzey ışıklarımızı izliyor, bazense en güzel manzaram olan onu kısa da olsa inceliyordum.
İki saat boyunca asla tek kelime etmemiş, bakışını hep üzerimde hissetmiştim. Benim gibi arada Kuzey ışıklarını izlemiyordu çünkü benim kadar Kuzey ışıkları meraklısı değildi. Zaten görmüştü canlı canlı. Sadece benim merakımın etkisinin, merakıyla beni izliyordu. Derin bakışlarla ve derin hislerle.
Biten yirmi yedinci bölümle başımı kaldırdım. Kısaydı bölümler çok uzun yazmazdım bu yüzden bölümler çabuk birikmişti. Bilgisayarı kapatarak bir köşeye bıraktığımda bana döndü hafifçe. Geri ona yaklaşarak kollarımı sıkıca beline sarıp başımı göğsüne bastırdım. "Bölüm bitti." diye mırıldandım. Doğuş içten bir tebessüm etti. "Bitsin o zaman..."
O zaman bölüm bitti!
Bölümü beğendiniz mi? Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu bölüm diğer bölümlerin aksi olarak biraz daha sakin geçti sanki ama...neyse zaten olayları yeni atlattık sayılır biraz sakin olsun artık oafıalkfaflalf
Bana destek olmak için oy verip yorumlar yaparsanız beni çok mutlu edersiniz💖
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere🤍
Ig: dilek.wt
Kitap ıg: Sonmanolyakokusuofficial
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top