26.BÖLÜM : ZEKİCE OYUNLAR VE SİNSİCE PLANLAR

Lana Del Rey - Born To Die

Tame Impala - Feels Like We Only Go Backwards

🌺

Beş gün, bir saat, kırk sekiz dakika, on üç saniye geçmişti gözleri kapandığından beri.

Odasında  ki işlerini bitirmiş zemin katta duruyordu. Manolya'nın durumunu kontrol etmek için inmişti. Bir anda önüne çıkan Evren'le çarpışacak gibi oldular ki ikisi de anında geriledi. Doğuş kaşlarını çatarken Evren'e döndü. "Yavaş olur musun Evren? Bu acelen nedir?" diye sordu her zamanki ciddiyet dolu sesiyle.

Evren nefesini verdi. "Sana yetişmemekten korktum neyse, seninle konuşmam gereken bir konu var." dedi. Doğuş, Manolya'yı görmeye gitmeyi planlıyordu. Bir an önce yanına gidip özlemini gidermek istiyordu. Nefesini yavaşça dışarı verdi. "Çok acil mi?" diye sordu sakince. Evren kısa bir süre düşündü ardından hızlı hızlı başını salladı. "Manolya'yla ilgili!"

Kurduğu cümle onu dinlemesi için yetmişken büyük bir merak kapladı içindi. "Manolya mı? Onunla mı ilgili?" diye sordu hemen. Evren tekrar başını salladığında. "Anlatır mısın? Dinliyorum." dedi merak içinde.

Evren sanki anlatmak zormuş gibi bakışlarını etrafta dolandırıyordu. İçinde kararsız kalmış yerleri vardı hala. "Bak Doğuş...geçen Manolya'yı koridorda gördüm. Bir adamla..."

Doğuş'un kaşları derince çatılırken bir adım atarak Evren'e yaklaştı. Ona devam etmesini rica eder gibi bakışlar attı. Evren yutkundu. "Adamın onu duvara yaslayarak boğazını sıktığını görünce hemen müdahale ettim."

Zaten çatık olan kaşları mümkünmüş gibi daha da çatılmıştı. Bu sefer merakla değil öfkeyle çatılmıştı. "Ne? Kim? Ne demek boğazını sıkmış?" Kan beynine sıçradığını hissederken kendi kendini kontrol altına almak ister gibi sakinleştirmeye çalıştı. "Adam babası olduğunu söyledi Manolya'da inkar etmedi."

Duyduğu cümleleri idrak etmeye çalıştı. Afallamış ve şaşırmıştı. Bu da ne demek oluyor? diye düşünürken olanı, duyduğunu kavramaya çalışıyordu. "Emin misin Evren?" diye mırıldandı düşünceli ifadesiyle. Başını salladı. "Bize sana söylememizi rica etmişti ama ben korktum açıkçası. Bu olayın yaşandığı akşam kalbi durunca sana söylemeyi düşünmeye başladım." dedi mahcup çıkan sesiyle.

Bakışları yere inmişti. Aklına babasının yaptıklarını, o mahvolmuş halde anlatışı geliyordu. Onu babası olacak o adam bir anlığına benzetişi geliyordu. Kalbi her aklına geldiğinde acıdığı gibi, bu sefer bir de onunla karşılaşmış, dokunmaya kıyamadığı Manolya'sının boğazını sıkışı geldikçe daha da kalbi acıyordu. Ama her şeyden önce en baskın o hissi hissediyordu. Öfke. Zarar verme isteği...

"Bu adam nerede Manolya'nın...." Gözlerini kendini dizginlemek ister gibi kattı. "Boğazını sıktı?" diye sordu fark etmeden dişlerini sıkarak. "Çocuk katında. Başka bir kızı daha varmış. Onun için geliyor sanırım. Manolya'yla sanırım orda karşılaşmışlar. Ama şuan burada mı bilmiyorum."

Doğuş kendini dizginlemeyi köşeye bıraktı çünkü o adam bunu hak etmezdi. Hızlı adımlarla koridorda ilerlerken Evren'in arkasından seslenişini duydu. "Ne yapacaksın Doğuş?"

Yoğum bakımın olduğu koridorun önünden geçiyordu ki bir adamın yoğum bakım camından Manolya'nın olduğu yatağa şaşkınca baktığını görmesiyle duraksadı. Adamın yüzünde tarifi zor bir ifade vardı. Şaşırmanın yanında farklı bir ifadeler de barındırıyordu, bakışı.

Öfkesini diri tutarak önce adamın yanına ilerledi. Ciddiyetiyle, "Bakar mısınız?" diye sormasının üzerine bakışları ona çevrildi. Gözleri onu afallatmıştı çünkü resmen gözleri Manolya'nın yeşim gözlerinin tıpa tıp aynısıydı.

Adamın bakışları onun üzerinde hızlıca gezindi. Ardından yüzüne çıkmamasıyla hemen konuşmaya atıldı. "O neden orada yatıyor? Doktoru musunuz? Durumu ne?" diye sordu aceleyle. Tedirgin değil de meraklı bir hali var gibiydi. Doğuş'un kaşları derince çatıldı. "Kimsiniz? Yakını olmadığınız sürece bilgi veremem." dedi  düz bir sesle.

Demin öğrendiği olayın öfkesi hala içinde dolanırken hızlıca adamın derdini  öğrenip yoluna devam etmek istiyordu. "Babasıyım." duyduğu kelimeyle duraksamıştı. Aradığı adam tam karşısında ve yüzsüzce Manolya'nın durumunu soruyordu.

Yüzünde öyle bir ifade oluşmuştu ki bu ifade onun bile tanımadığı bir ifadeydi. Bakışları adamda gezindikçe kulağına onun ağlayışlarının sesi geldi. Elini sıkı sıkı yumruk yapmaktayken adama öyle bir odaklanmıştı ki sanki zaman durmuştu.

"Doktor bey?" demesiyle kendine gelmişti. Doğuş ifadesizliğine dönmeye çalıştı. Şuanlık kendine gelmeye çalıştı. Hızlıca başını salladı. "Benim odama çıkalım beyefendi. Ben size her şeyi güzelce anlatacağım..." İfadesizdeki ürkünçlüğü görmeden başını sallıyordu çünkü o ifadesini göremezdi. O ürkünç ifadesi, duygularını gösteren ifadesi, ifadesizliğin altında gizliydi.

"Takip edin beni. Odam ikinci katta." dedi ve sahte de olsa tebessüm etmeden merdivenlere ilerledi. O yine merdivenleri tercih etmişti. "Peki." diye mırıldandığını duymuştu. Sesini duymak bile onu sinirlendirmişti. 'Manolya'ya o sözleri bu sesiyle mi söylemişti yani?' diye düşünüyordu istemsizce.

Doğuş'un aklında o kadar çok soru vardı ki, cevapları bulmaya hangisinden başlayacağı hakkında zerre bilgisi yoktu. Onu ne zaman görmüştü? Ona neden hiç bahsetmemişti? Ona iyi mi gelmeyeceği için hiç anlatmamıştı? Neden için atmıştı? Babası onun boğazını sıkarken canı çok yanmış mıydı?

Odasının kapısını açmıştı. Girmesi için arkasından açık bırakırken ağır hareketlerle askılığına ilerleyerek üzerindeki doktor önlüğünü çıkardı. Artık odada o adamla duracak kişi Doğuş doktor değil, Doğuş'tu. Doğuş'un kafasıyla hareket edilecekti o odada.

Boynundan almış olduğu stetoskopu eline almıştı. Adam masanın önündeki koltuklardan Manolya'nın hep oturduğu onun için ona ait olan koltuğa yerleşmişti. "Karşıya geçer misiniz? Oraya oturmayın." diye mırıldandı kapıya doğru ilerlerken.

Adamın anlamsız bakışlar atmasıyla boğazını temizleyerek tekrarladı. "Karşıya geçin diyorum. Karşıda ki koltuğa!" dedim sakin ama hafif agresif çıkan sesiyle. Adam neden bunu yaptığına anlam veremediği bir ifadeyle karşı koltuğa geçti. O iyi bile dayanıyordu şuan bu adama.

Doğuş kapıdan çıkacaktı ki durdu. Omzu üstünden adama döndü. "Çay ister misiniz? Çok güzel çayım var." Adam iki saniye bakışının ardından başını salladı. "Olabilir." diye mırıldanmıştı.

Doğuş başını sadece bir kere sallayarak dışarı çıktı. Doktor dinleme odasından bir çayı karton bardağa doldurduktan sonra hızlı adımlarla odasına geri ilerledi. Adam aynı yerde oturmuş sus pus duruyordu.

Doğuş kapıyı arkasından kapatarak elindeki çayla beraber içeriye girdi. Çayı adama vermedi masaya bırakarak doğru zamanı bekledi. Karşısına yerleştiğinde adam ifadesizce karşısında ki Doğuş'u izledi. "Manolya Dinçer kızınız değil mi?" diye sordu Doğuş ifadesiz çıkardığı sesiyle.

Adam başını salladı. "Adınız nedir?" diye sordu. "Gökden Dinçer." Gökden Dinçer...

Doğuş ağır ağır başını salladı. "Kızınızın ölümcül hastalığı var. Hastalığın dört evresi var. İkinci evrede. Çok yakında üçe geçeceğini düşünüyorum. Oldukça karmaşık, araştırılması zor bir hastalık. Vücudun çeşitli, bir sürü yerlerini etkiliyor. Evreler geçtikçe acılar artıyor. Evreler geçtikçe tehlike artıyor. Üstelik bu hastalığın tedavisi yok."

Gökden'in göz bebekleri büyüyüp küçüldü. Şaşırmıştı. Ağzı aralanırken mırıldandı. "Vay be..." dediği tek bu olmuştu. Doğuş sert ifadesiyle kaşlarını havalandırdı. "Kızınızın hastalığına oldukça üzülmüş olmalısınız."

Adam ağır ağır başını salladı. "Yani üzüldüm tabi. Ama böyle durumlarda insan artık ne tepki vereceğini de bilemiyor doğrusu...bir kızın, Feyza'm kalp hastası. Bir kızsa ölümcül." Manolya'yı asla sahiplenmeyişini hem kelimeleri seçişinden, hem de ses tonundan anlıyordu.

Sahiplenip sahiplenmemesi umurunda değildi zaten burada kendisi varken Manolya'nın kimsesinin kızı olmaya ihtiyacı yoktu. O zaten Doğuş'un biricik kızıydı.

"Başka bir kızınız daha mı var?" diye sordu buzdan daha soğuk sesiyle. Adamın yüzüne sıcak bir gülümseme oturdu. "Evet. Adı Feyza. Çok tatlıdır. Bakmayın Manolya'nın güzel durduğuna küçükken Feyza kadar tatlı değildi."

Doğuş samimiyetten uzak bir şekilde gülümsedi. "Olabilir ama çocukluğunu görmeme rağmen bana göre dünyanın en tatlı kızı odur. Değilse bile benim için öyle." Adamın gülümsemesi solarken kaşları çatıldı. "Siz..." diye mırıldandı sorgular gibi.

Doğuş yerinde yavaşça ayaklandı. "Beyefendi size izninizle bir şey sormak isterim..." diye mırıldandı kibar sesiyle. Kapıyı kilitliyorken Gökden'in kaşları daha da çatıldı. "Sorabilirsiniz doktor bey tabi de, kapıyı neden kilitliyorsunuz?" diye mırıldandı tedirgin bir sesle. "Doktor demezseniz. Birazdan işimi kötüye kullanacak gibi hissedebilirim."

Adam, "Ne-" diyordu ki Doğuş doktorun bir anda alıp koluna dökmüş olduğu kaynar çayla beraber ağzından büyük bir acılı inilti döküldü. Kaynar su kolundan inip bacağına da dökülürken başı hafifçe kalktı. "Soracağım soru da; bir insanın şiddete veya kaba kuvvete karşıyken, sadece birinin saçının teline zarar geldi diye o zararı verene zararın on mislini deli gibi yaşatma isteğini soracaktım..."

Adamın eli koluna giderken şaşkınlıkla bir yanan koluna bir de ona baktı. "Siz doktor olamazsınız! Böyle doktor olamaz!" diye bağırdı. Doğuş odasındaki dolaptan bir kremi çıkarı adama uzattı. "Bunu sürmek ister misiniz beyefendi?" diye sordu ciddiyetle. Bakışları dudaklarından çıkan kelimelerin aksine sormuyor, direkt emrediyordu.

Adam hiç düşünmeden kremi açıp koluna sürdü. Acısı daha da artarken ağzından daha da acılı iniltiler döküldü. "Bu daha da yakıyor! Ne kremi bu?" diye sordu dehşet bir ifadeyle. Doğuş garip bir şekilde onun acılarından huzur duyarken bakışları krema kaydı. "Aa! Kahretsin. Ne kadar da kötü bir doktorum. Yanlış kremi almışım. Bu krem yarayı kalıcı da kılar şimdi."

Adam gözlerini büyüterek bana baktı. Ayaklanacaktı ki geri koltuğa düştü. "Sizi şikayet edeceğim! Sizi süründüreceğim!" diye bağırdı kolunu tutarken. "Ömrünüz boyunca bu yarayla yaşamak zorundasınız. Eğer şimdi girip yıkarsanız daha beter edersiniz. Ayrıca beni şikayet ederseniz muhtemelen kimse size inanmaz çünkü asla böyle bir şey yapacağımı düşünmezler. Üstüne birde Manolya'ya saldırdığınız anın görüntüleri var. Emin olun siz zararlı çıkacaksınız. "Kızını sevmediği için yetimhaneye bırakmış bir adam. Kızından nefret ediyor ve ben onun tedavisini bulmaya çalıştığım için üzerime suç atıyor." derim sıyrılırım."

Adam şoka girmiş gibiydi. Şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemiyor gibiydi de aynı zamanda. İfadesi anında ciddileşirken yüzünü onun yüzüne yaklaştırdı. Bakışlarıyla tekrar kolunu işaret etti. "Buydu değil mi? Masum masum kahvaltı hazırlarken koluna çay döken ilk kızınızın kolu aynı bu şekil yanıyordu değil mi? Kusura bakmayın beyefendi ama ben o an sabahı o acıyla geçirmesine göz yuman birinin acısını dindirmem. Ki bu kişi Manolya'ysa daha çok yanarsınız. Böyle cayır cayır yanarsınız."

"Sen nasıl bir doktorsun? Bu nasıl doktorluk? Manolya'nın nesisin?" diye sordu şoku üstünden atamamış bir ifadeyle. Elimdeki stetoskopu iki elimle sıkarak gevşetiyordum. "Bu sizi ilgilendirmez. Ben onun sadece doktoruyum."

"Kolumu yaktınız! Bu nasıl doktorluk! Üstelik şikayet bile edemiyorum! Bunlar o değersiz aptal Manolya yüzünden mi?" diye bir anda bağırmasıyla Doğuş'ta kendini tutmak istemedi. Elinde sıkıp gevşettiği stetoskopu adamın boynuna sararak arkasına geçtiğinde adamın başı geri yattı. "Ne yapıyorsun?!" diye bağırışını umursamadan stetoskopu boğazında sıktı. "Ağzınızı toplayın beyefendi. Ona hakaret edemezsiniz. Şimdi hemen özür diler misiniz?"

"Manyak mısın!" Cebelleşirken bir yandan bağırıyordu. "Yapma dur!" Stetoskopu sıktı. "Onunla beni öldüremezsin!" diye söylendi kurtulmaya çalışırken. "Sizi öldürmek gibi bir amacım olduğunu kim söyledi? Ama yine de bu stetoskopun boynunuzda kopmayacağından bu kadar emin olmayın..."

Stetoskopu daha da sıkarken adamın ağzı aralandı. "Kes...şunu!" diyordu zorlukla. "Özür dilemediniz beyefendi." dedim onun aksine sakin bir sesle. "Özür...dilerim! K...kızıma aptal dediğim için özür diliyorum!" demesiyle boynunda iyice sıkılaştırmış olduğum stetoskopu çekti.

Adam yanık olmayan koluyla boğazını ovuştururken derin nefesler alıyordu. "Size karşı son sözüm şudur ki, bir daha ne onun gözlerinin içine size zerre yakışmayan yeşim gözlerinizle bakın. Ne de onunla konuşun. Eğer bunları yaptığınızı öğrenirsem ya da onun boynuna tekrar parmaklarınızın değdiğini görüp, duyarsam bu sefer o stetoskop boyununuz gerçekten de kopar."

Evet, Doğuş'un birini öldürmesi imkansızdı ama şuan Doğuş bile bu halini tanımıyor ve bu halinin neler yapabileceğini bilmiyordu. Tek bildiği şey, söz konusu O'yken her şeyi yapabilecek kadar gözünün dönüyor olmasıydı.

🌺

Ufuk'un odasından çıkmıştım. Zar zor yutkunarak koridorun sonuna doğru ilerlemeye başladım. Ben Ufuk'un az çok ne yapacağını, nasıl bir insan olduğunu tahmin edebiliyordum. Ama o beni tanımıyordu bile.

Sadece kalbimi değil, bütün vücudumu saran hisle beraber adımlarımı atıyordum. Ufuk bu konuda gerçekten kararlıydı. Benim için bir seçim değil, yapmam gereken bir şey söylemiş kadar emin olmasıydı onun hatası.

Sonuçta Doğuş için işi oldukça önemliydi. İşinden değerli miydim bilmiyordum ama işinin çok değerli olduğunu biliyordum. Ama şunu da biliyordum ki onun için değerim vardı ve o bensiz işini de istediği gibi yapamazdı. Çünkü artık işi ona, beni hatırlatıyordu.

Hayatı boyunca tek çalışıp çabalayarak bu yerlere gelmiş. Onu nasıl düşürebilirdim ki? Varlığı işinden değerli olsa bile aklına sürekli işi gelecek ve üzülecekti. Ayrıca ben de tam tersini yapsam kendimi suçlayacak, belki de ondan çok benim aklıma gelecekti bu olay.

Bakışlarım kapısında gezindi. Bir anda kapısını açtı ve yakındaki ilaç odasın girdi. Onu görmüş olmamın duygusuyla hızlı adımlarla peşinden ilerlemeye başladım. İlaç odasının kapısı aralıklı açıktı. Aradan hızlıca geçip kapıyı kapatmamla bakışları hemen bana döndü. Üzerinde beyaz doktor önlüğü vardı.

Beni görmesiyle yüzünde tebessüm oluşurken bende şu anlığına Ufuk'un tehdidini aklımdan çıkararak sadece ona odaklanmak istedim. "Çiçeğim." diye mırıldanarak karşıma geldi. Burası ilk hastaneye geldiğim gün girdiğim o ilaç odasıydı.

Gülümseyerek kollarımı boynuna sardığımda o da hemen sıkıca sarıldı. "Çok olmadı ama ben seni özledim sanırım." diye mırıldandım sessizce. Saçlarımı okşarken mırıldandı. "Ben seni yanımdan ayrıldığın her an özlüyorken bunu garipsemem." Kafamın üstüne hafif bir öpücük bırakmıştı.

Ayrılacaktı ki izin vermedim. Kollarını kavrayarak geri sırtıma sardım. Ondan ayrılmak zor olacağı için ona bol bol doymak istiyordum. Çikolata kokunu içime çektim. Bu durduğumuz yer neresiydi? Kafama kapıyı çarptığı için buzla şişmesini engellediği yer miydi?

"İyisin değil mi?" diye sormuştu ilgiyle. Sadece kafamı salladım. "Senin yanındayken ben hep iyi olurum." diye mırıldandım. Kollarımı çekerek ayrılmamla başını kaldırıp suratına baktım. Sırıtmaya çalıştım. "Sen beni ne kadar özledin bakayım?" diye sordum neşeli çıkardığım sesimle.

Eli kapıya uzandı. Kapıyı yavaşça iki kere kilitledi. Kilitlemesinin ardından üzerime doğru yürümesiyle geri adımlar attım. Sırtım ilaç rafına değince durdum. Ellerini iki yanımdan raflara yaslayarak üzerime eğildi. "Tahmin edemeyeceğin kadar. Hatta seni şuan öpmek isteyecek kadar." diye fısıldadı.

Gülümsediğimde bana daha da yaklaşıp dediğini yaparak beni öpmeye başlamasıyla usulca karşılık verdim hareketlerine. Parmaklarıyla çenemi nazikçe kavramışken dudakları hareketlerine devam ediyordu.

Elim yakasına ulaşmıştı. Yakasını tutuyordum bir yandan. Sıcak dudakları sıcaklığına benimle paylaşırken onu daha yoğun öpmeye başladım. Yetmeyeceği halde dudaklarını da doymak istek gibi fazla fazla öptüm.

Dudaklarımızın ayrılması dudaklarım onun yanağına değdi. Ayrıdan çenesine gitti. Güçlü öpücüklerimi boynuna kadar indirmemle eli belime sarıldı. Üzerindeki beyaz gömleğin iki düğmesi fark edilmeden açılmış olduğunu fark ettim. Gömleğin açık penceresinden görünen çıplak vücuduna da bir öpücük bırakarak geri çekildim. Çok afiyet oldu.

"Bende seni böyle öpsem kızar mısın?" diye sordu masum sesiyle. Sorusu ve ifadesi beni güldürmüştü. "Öpebilirsin." Yüzünde harika bir tebessüm oluşmuştu. Anında bana yaklaşarak iki yanağıma öpücük kondurdu. Çeneme inerken bir eli hala belimde sabitliydi.

Güçlü ve sıcak öpücüklerinin aşağı doğru inerek boynumda dolanmaya başlamasıyla daha da eğildi. Öpücüklerinin her biri bana huzur verirken gözlerim kapandı. Kendimi onun öpücüklerine bırakarak tebessüm ettim.

Duraksamasıyla gözlerimi aralayarak ona baktım. Yavaşça dikleşti. "Daha fazla aşağıya inmeyeyim...yani aslında bana uyar inebilirim sen isterse- derken hani o anlamda değil..." çekinen ve bu telaşlı açıklama yapan haline sadece güldüm. Daha aşağısı vücuduma iniyordu.

Kapının bir anda açılmaya çalışılmasıyla ikimizde irkilerek kapıya döndük. "Ay valla bu sefer basılacağız!" diye mırıldandım telaşla. Kapı bir kere daha açılmaya çalışıldı.

Bakışlarımız kesişti. "Kapının arkasına geçeyim ben?" Tam kapının arkasına geçecektim ki kolumdan tutarak engelledi. "Dur! Bir kere kapının arkasındayken neler olduğunu hatırlıyor musun? Alnın şişmişti!" dedi sakin bir sitemle. Hak vererek başımı salladım. "Haklısın. Tost falan olurum bu sefer gerek yok."

Kapı durmadan açılmaya çalışılırken bakışlarım raflara aydı. "Ay araya girebilir miyim acab- yok yok imkansız." diye mırıldandım sadece. Kapının arkasından sesler geldi.

"Oğlum kapı kilitli?" diye söylenen Bayar'ın sesi.

"Sakin ol. Düzgünce kapıyı açacağım." diyerek elini kapıya attı. Onu durduracaktım ki ben engel olamadan zaten kapıyı açmıştı. Kendi olduğum yerden Fatih ve Bayar'ı yan yana görebiliyordum. Fatih bize attığı bakışların ardından hemen Bayar'ı fark ettirmeden uzaklaştırmaya çalıştı. "Kardeşim sen dosyalarını alacaktın bak Nazmiye hemşire getiriyor, gidip alsana?"

Bayar, "Aa dur. Dursana kız Nazmiye! " diyerek gidince Fatih iki adımda hemen içeriye girdi. Bakışları önce bende dolandı ardından dudaklarıma indi. Yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu. Kaşlarım çatılırken hemen arkadan kapıyı kapattım.

Fatih'e dönmemle onun bu sefer Doğuş'un karşısına geçmiş olduğunu gördüm. Yüzünün ve boynunun bir çok yerinde rujlu dudaklarımın izi olduğu yerlerde gezindi. Ah! Sanırım onları silmeyi unutmuştum ama böyle çok tatlı görüntüsü vardı.

"Ne bakıyorsun Fatih?" diye sordu ciddiye alınmayan haliyle. "Ne yapıyorsunuz ilaç odasında, kilitli kapılar ardında?" diye sordu imalı sesiyle. "Ne yapacağız? Karşılaştık öyle!" diye sitem edercesine söylenmesine karşı sadece başını salladı. İmalı bir şekilde.

Dudaklarımı dişleyerek onları izledim. Fatih elini Doğuş'a uzatarak yüzündeki ve boynundaki ruj izlerini sildi. Doğuş'un kaşları çatılırken ciddi ifadesinden ödün vermedi. Bakışları ne olduğunu kavramak ister gibi bana kaydı. Fatih, Doğuş'un açılmış iki düğmesini de kapattı. Fatih göz ucuyla bana göz kırparak geri çekildi.

Kapıyı açtı ama çıkmadı. "Hadi çıkın bizim işimiz var burada." dedi başıyla dışarıyı işaret ederken. İmayla güldüm. "Hayırdır sizde mi o çaktırmadan ima ettiğin şeyi yapacaksınız?" İfadesi solurken başıyla tekrar dışarıyı işaret etti. "Bu esprini duymazdan geliyorum." diye mırıldandı.

"Hadi çıkalım Manolya." Fatih'in bakışları hemen ona kaymışken tekrar mırıldanarak ekleme yaptı. "Hanım...Manolya hanım." Gülmemek için kendimi tutarak Bayar'a görünmeden hızlı adımlarla çıktım.

Mesafeli bir şekilde koridorda ilerliyorduk ki omzu üstünden bana baktı. "Benim işime dönmem lazım." başımı salladım. "Gidebilirsin..." Tebessüm ederek koridorun sonundaki odasına girdiğinde bende kantine indim.

Kantin kalabalık değildi. Bakışlarım etrafta dolanırken çok geçmeden Esma'yı, Mehmet'i ve Eylül'ü buldu. Zaferle gülümsemeyerek hızlı adımlarla yanlarına ilerlemeye başladım. Esma'nın bakışlarının bana dönmesiyle yüzünde hemen gülümseme oluştu.

Masalarında boş bir sandalyeyi çekerek oturdum. "Selam Manolya!" dedi Esma neşeyle. "Selam!" diye cevap vermiştim. "Hoş geldin." diyen Mehmet'e başımı salladım.

"Nasılsın?" diye sordu Esma bakışlarını üzerimde gezdirirken. Omuz silktim. "Her zaman ki gibi." dedim düz bir sesle. "Asıl sen nasılsın? Sanki Fatih hocanla aranız açılmıştı?" dememle ifadesi hemen soldu. "Yoo her zaman ki gibi hocam işte." diye mırıldandı inandırıcı olmayan sesiyle.

"Sizin aranızda bir şey mi vardı?" diye şokla soran Mehmet, onların arasında ki çekimi tek fark etmeyen insan olabilirdi. "Yoo yoktu ne alaka!" dedi Esma hemen. Mehmet anında inanarak başını salladı.

Nefesimi verdim. Şu an ısrar etsem bile söylemezdi ve başkaları da olduğu için konuyu kapatmayı düşündüm. Bakışlarım sessizce masum masum duran Eylül'e kaydı. "Sen nasılsın?" diye sordum samimiyetle. Eylül saf bir ifadeyle cevap verdi. "İyiyim Manolya hanım teşekkür ederim. Siz nasılsınız?"

"Valla 'Sizli bizli' konuşmasan sanırım daha iyi olacağım." dememle kızın ifadesi hemen değişti. Çekingence başını salladı. "Nasıl isterseniz." Kaşlarımı derince çatmamla hemen cümlesini düzeltti. "Sen nasıl istersen." Gülümsedim. "Oldu Ağustos'cuğum."

"Eylül ben." dedi çekingen tavrıyla. "Sus tatlım. Bir kere Ağustostayız biz! Dua et Ağustos diye hitap etmiyorum! Biraz bekle Eylül derim sana." Kız tek kelime etmeden başını sallarken sadece güldüm.

Saniyeler sonra Arat'ın bir anda Eylül'ün hemen dibindeki sandalyeyi çekmeden direkt yerleşmesiyle üçümüzün de bakışları ona kaydı. Hiç çekinmeden bir kolunu Eylül'ün sandalyesinin tepesine yaslarken bakışlarını bana çevirdi. "N'aber Manolyalik?" diye sordu hiperaktif bir sesle.

"İyidir de artık nasılsın, naber gibi soruları cevaplamak istemiyorum!" diye sitem ettim. Arat gülerken bakışlarım üzerinde gezindi. Siyah tişörtünün altından siyah kot giymiş, boynuna siyah tişörtünün üstüne çıkan sade bir zincir kolye takmıştı. Parmaklarında ki gülüş kalın yüzükleriyle beraber üzerinde ki beyaz doktor önlüğü çok garip duruyordu.

Dolu bir kahveyi direkt önüne çekerek sandalyenin tepesinde durmayan eliyle kavradı. Dudaklarına götürürken bakışlarım ona büyük bir şaşkınlıkla bakan Eylül'e kaydı. Çünkü kahve Eylül'ündü. Bunu ona söylemesek bence daha iyi. Eminim Eylül çekingenliğinden zaten ona bunu söyleyemeyecekti.

Arat'ın bakışları kantinin içini gezdi. "Nasıl insanların dikkatini çekiyorsam bana bakış atıyorlar. Ee...yakışıklı adamız." diye mırıldandı muzip sesiyle. Alayla güldüm. "Onlar daha çok tarzınla, beyaz gömleğinin uyumunu anlamaya çalışıyorlardır emin ol." dedim gülerek. Göz ucuyla bana bakış attı. "Farkımız tarzımız Manolik." diye mırıldanmıştı çok sessizce.

Bakışları yanındaki insanı fark edince gözleri kısıldı. "Bu ne be böyle? Ufacık tefecik?" Gülmemi bastırırken bakışlarım bahsettiği Eylül'e kaydı. Ona çok daha şaşkınca bakıyordu. "Doğuş hocanın asistanı." dedi Esma.

Arat'ın bakışları kızın hanım hanımcık tarzında gezindi. Ardından normal bir şekilde sırıtarak elini uzattı. "Memnun oldum miniş. Arat ben. Kardiyoloji uzmanıyım. Kalplerle aram oldukça iyidir. Namı diğer kalp doktoru."

Kız narin elini Arat'a uzattı. "Adınızı duymuştum. Eylül ben." Arat başını kaldırarak gözlerini kapattı. "Bak egomu nasıl yükselttin şimdi!" diye sessiz bir nida yükseldi dudaklarının arasından. Alayla sırıttım. "Düşürmemi ister misin?" diye sordum sinsice.

Arat başını geri indirerek bana döndü. "Egomla arama girme Manolik!" diye sitem etti. Eylül elini çekerek önüne dönmesiyle Arat oturuşunu düzelterek kollarını birbirine bağladı. "Kahvemi içeyim de işime döneyim..." diye mırıldandı.

"Ne biçim doktorlarsınız be! Hiçbiriniz iş yapmıyorsunuz." diye söylendim Arat'a. Arat kaşlarını çattı. "Kızım ben çalışarak, iş yaparak buralara geldim. Nasıl iş yapmıyoruz? Bir ara verdik var ya!" diye söylendi hemen. "Öyle ama! Her biriniz bir yerde." diye söylendim tekrar.

Esma hemen araya girdi. "Doğuş hoca çalışıyordu ya...çalışıyordu o..." dedi Doğuş doktorun bir numaralı avukatı. "Tabi canım baya hırslı, baya öpücüklü çalışıyordu." diye mırıldandım sessizce.

Esma bana döndü. "Bir şey mi dedin?" diye sordu Esma kaşlarını kaldırarak. "Doktorlar uçabiliyor mu, diye sordum...bir yakınım uçabiliyoruz demişti de." diye bir şeyler geveledim. Hepsi anlamsızca bana bakarken bu bakışları özlediğimi fark ettim. "Boş verin." diye geçiştirdim sessizce.

🌺

Üç saattir romanımı yazıyordum. Bu yöntemle kendi hayatımı unutuyor, romanımın içindeki oluşturduğum hayatıma odaklanıyordum. Stres atma, duygularımı bastırma, aklımı uğraştırma gibi şeyler için bilgisayarımın başına geçmem yeterli oluyordu.

Laptopu kucağımdan kaldırarak masaya bıraktım. Yavaşça sandalyemden kalkarak mutfağa, kaynattığım suya bakmaya gittim. Bakışlarım iki üç bardak ve tabağın bulunduğu tezgahta gezinmeden ocaktaki suya gitti.

Hızlıca bir kahve yaptım. Hemen ardından telefonumu aldım. Sabaha kadar zamanım vardı sadece. Aklımda bazı düşünceler vardı. Bunun için araştırmam ve bizi bilen birinden yardıma ihtiyacım vardı. Firdevs ve Burak. Burak olmayacağına göre bu kişi Firdevs'ti.

Kişilerden Firdevs'i buldum. Onu arayarak telefonu kulağıma yerleştirdim. Bir elimle kahveyi karıştırırken açmasını bekledim. Üç saniye sonra açılan telefonla beraber sesi geldi. "Alo kuzucuğum!"

"Firdevs bana uç." dedim bakışlarım kahvemde dolanırken. "Hayırdır?" diye sordu merakla. "Kar, evde ağacın arkasına sıkıştı yardım et! Çabuk gel hadi! Ay ağlayacağı-" telefonu hemen kapattım. Böyle daha sorgusuz ve hızlı bir şekilde gelecekti.

Bakışlarım kişilerde dolanmaya devam etti. Bir uğurlu kişi daha seçmem gerekiyordu.

Ufuk hayatını Doğuş'un başarılarını elinden almaya çalışmak ve onu kıskanmakla geçirmiş biriydi. Bu kadar hatasız olmazdı. Tamam o Doğuş gibi hastasına aşık olamamış olabilir ama illa farklı bir hatası olmalıydı. En iyiyi geçmek için büyük bir hırsla çabalıyorken illa yanlışları oluşmuştur.

Bu olayı Doğuş'a anlatmak hata olurdu. Doğuş her ne kadar öfkeyle hareket etmeyen bir insan olsa da illa gidecek ve ondan hesap soracaktı. Ufuk'ta sonra daha sinirlenecek ve dilekçeyi yollayacaktı. Eminim ben olayı anlattığımda dilekçeyi verme ihtimali Doğuş'un umurunda bile olmayacaktı. Bu yüzden onun kariyerini de düşünerek hareket etmeliydim.

Bayar, Arat,  Fatih, Evren, Ağan, Atakan, Fersah, Okan, Gümüş...bu zamana kadar tanıdığım doktorlar. Birine olayı anlatarak ondan da yardım alabilirdim. Bayar asla olmazdı. Ona her şeyi açıklayana kadar on kere kriz geçirir, on kere de Ufuk'a saldırmaya kalkardı. Arat'ta olmazdı, sonuçta Ufuk'un tek hastanedeki arkadaşı o. Aslında sorsan en iyi o anlatır ama olmaz işte. Fatih'te olmaz, çözümü Doğuş'a anlatmakta bulurdu. Evren güvenilirdi, baba olayını Doğuş'a anlatmamıştı. Ama adamı da daha fazla uğraştırmak istemem. Ağan'ın kabul edeceğini pek sanmıyorum. Dilekçeyi bizzat kendisi yazarmış gibi bir his veriyor.

Bir anda gözlerim kısıldı. Sanrım kimi arayacağımı artık biliyordum. Parmaklarım kişiyi bulup aradı. Telefonu kulağıma yerleştirmemle arama yanıtlandı. "Efendim?" diyen sakin sesi. "Sana ihtiyacım var hemen gelir misin müsaitsen?" diye sordum aceleyle.

"Tam şuan çıkıyordum. Neler olduğunu öğrenebilir miyim?" diye sordu ciddileşen sesiyle. "Anlatacağım, telefonda anlatılacak bir şey olmadığı için çağırıyorum zaten! Hadi lütfen!" Diye yalvarmamın üzerine uzatmadan, "Tamam geliyorum." dedi.

Telefonu kapatarak beklemeye koyuldum. Kahvemi alarak salona ilerlerken Kar'da peşimden geliyordu. Üzerimdeki pijama takımını değiştirme gereği duymadan koltuğa artım kendimi. Yabancı değillerdi zaten, üzerimi de değiştirmeme gerek yoktu.

Geri laptopu dizlerimin üzerine bıraktım. Aklımda bir plan oluşmuştu ve bu planı Doğuş'un ruhu bile duymadan halledecektim. Umarım, her şey istediğim gibi ilerlese.

🌺

Kahve bardağımdan ılımış son yudumu aldım. Kar hemen kucağımda kuyruğunu sallayarak oturuyordu. Özenle kar beyazı rengindeki tüylerini okşuyordum. Şuan neden bilmiyorum ama bir anda onun benim için ne kadar önemli olduğunu düşünmeye başlamıştım.

Onu ıssız bir sokakta bulmuştum. Etrafta kimse yoktu ve hava buz gibiydi. Kar yağıyor, etraf beyaza boyanmışken, ben o kadar beyazlığın arasından onu fark etmiştim. Kardan adamı inceleyim derken hemen arkasında duran kardan köpek. Üzerinde karlar, o soğukta öylece evsiz bir şekilde duruyordu.

Aramızdaki geçen bakışmayla hissetmiştim onu. Bir köpek olsa da onda kendi bakışlarımı görmüştüm. O yalnız, o kimsesiz bakışı görmüştüm onda. Küçük bir köpekti ve bu karlı havada terk edilmiş gibi duruyordu.

Karların ona ait olduğunu iddia eden tüyleri olsa da bakışları ve durusu aksini bağırıyordu. Onu o gün evime almıştım. Önce veterinere götürmüş kontrollerini yaptırmış, sonra ona güzel bir yatak, mama almış ve evime yerleştirmiştim. Eşyalarını almış olmama rağmen üç gün boyunca annesi ya da babası var mı diye bakmıştım aynı yere, ama ona benzeyen, gelen giden hiçbir şey olmamıştı.

Onu ev arkadaşım, tek arkadaşım, ilk arkadaşım, ailem, kızım yapmıştım. Beraber uyumuş, beraber oyun oynamış, beraber çizgi film izlemiştik. O da kısa sürede bana alışmış, zamanla da beni tek ailesi olarak görmüştü.

Zilin çalışıyla bütün düşüncelerim aklımdan uçup gitti. Kucağımdan kendiliğinden kalkan Kar'la beraber bende ayaklandım. Hızlı adımlarla koşarcasına kapıya ilerledim. Tekrar ısrarla çalınan kapıya, "Geldim be! Volkan yanardağ mısın ki patlıyorsun?" diye bağırdım.

Kapıyı açmamla onlar gibi benim de kaşlarım çatıldı. Birbirlerine anlamsızca bakan bir adet Firdevs Çalkan ve yine bir adet Gümüş Deren.

Gümüş'ün üzerinde aynı kıyafetleri varken. Firdevs'te ise üzerinde omzu vatkalı, siyah crop, altında siyah mini etekle gelmişti. Üzerimde ki pijama kombiniyle beraber onlara sırıttım "Hoş geldiniz!"

Birbirine garip bakışlar atan ikili bu sefer bana döndü. "O ne alaka?" diye sordu Firdevs çekinmeden. Gümüş bu cümle üzerine Firdevs'e göz ucuyla bakışlarını gezdirip mırıldandı. "Tamam aynısını fakat daha kibarını söyleyecektim."

Onların bu tavırları yokmuş gibi kapıdan çekilerek onlara yer açtım. "Geçin bakalım içeri!" Birbirilerine bakış atmayı kesmeden ikisi de içeri girdi. Firdevs direkt salona giderken Gümüş bana döndü. "Anlatacağın şeyin özel olduğunu sanıyordum." diye fısıldadı.

"Öyle zaten. Hadi hadi sende içeri!" dedim başımla salonu işaret ederek. Gümüş nefesini vererek salona ilerledi. İkisinin de bakışları evimi inceliyorken mutfağa koştum. Tepsi içinde özel olarak hazırladığım donutlar ve çayları alıp salona ilerledim.

Kar peşimden gelirken yüzüme kondurduğum tebessümle kapıdan girdim. İkisi de koltuklara geçmiş etrafı inceliyordu. Tepsiyi onların yanına getirmek yerine yemek masasının köşesine bıraktım. İkisinin bakışları bana kaymıştı. "Hayırdır Mano? Kar gayet keyifli bir şekilde koltukta uzanıyor ve evinde ağaç yok ki senin." dedi Firdevs anlamsızca.

Firdevs'e döndüm. "Sen onu boş ver hallettim ben onu." dedim umursamazca. "Evet. Konu ne?" diye araya girdi Gümüş. Bakışların bu sefer ona kaydı. "Öncelikle şunu soracağım ona göre anlatacağım...Bana yardım edecek misiniz?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak.

İkisi de aynı anda başını salladı. "Tamamdır o zaman anlatıyorum..." dedim derin bir nefes alarak. İkisi tekrar başını salladı. "Anlat." Tekrar derin bir nefes aldım. "Anlatıyorum..." diye tekrarlayınca Firdevs dayanamayarak, "Anlatıyorsan anlat hadi, yarışma sunucusu gibi uzatıp duruyorsun!"

Ona ayıplar gibi bakış attım. "Şurada iki heyecan yaptırmıyorsun be tamam!" Gümüş'e döndüm. "Öncelikle senden başlayacağım çünkü senin bilmediğin detaylarda var." Gümüş ciddi ifadesiyle onayarak başını salladı. Söyleyeceğim cümle yüzümde sırıtış oluşurken saçma bir şekilde parmaklarımla oynamaya başladım. "Biz Doğuş'la sevgiliyiz..."

Gümüş'ün bir anda yüzünde şaşkın bir ifade oluştu. Kaşları havalanmış ağzı aralanmıştı. Bu surat ifadesini onda ilk kez görmüştüm. "Gerçekten mi?" Sırıtışımla başımı hızlı hızlı salladım. "Doğuş'un sana aşık olduğunu anlamıştım ama bunu kabul edip teslim olacağını asla düşünmezdim. Kurallar onun için her şeyden önemlidir diye düşünüyordum." diye mırıldandı şaşkınlıkla.

"Demek ki kuralları benden değerli değilmiş." dedim sessizce. "Neyse. Bu da olabilecek bir şeydi sonuçta." dedi ifadesini soldurup ciddiyetine dönerken. "Peki bunu neden söyledin şuan?" diye sordu.

"Çünkü Ufuk beni tehdit etti." dedim sinirlenerek. Anında ikisinin de kaşları çatıldı. "Ne?" diye sordu Gümüş. Firdevs, "Ufuk şu davette ki kendini bir şey sanan doktor mu?" diye sorunca evet dercesine başımı salladım.

"Ne? Nasıl tehdit ediyor?" diye sordu Gümüş merakla. Yüzüm asılırken mırıldandım. "Eğer Doğuş'tan ayrılmazsam yazdığı dilekçeyi işleme geçirtecekmiş . Elinde zaten kanıt olan bir videomuz da var..."

Firdevs şaşkınca "Sinsi!" diye tıslarken Gümüş tekrar bana döndü. "İyi misin peki?" diye sordu ilgiyle. Düz bakışlarımı ona çektim. "Eğer Doğuş'u kırmak zorunda olmazsam ve sevgili olduğumuz yayılmazsa iyi olmayacağım." dedim sessizce.

"Ben nasıl yardım edebilirim?" diye sordu Gümüş. Yüzümde oluşan tebessümle elimi uzatarak yemek masasını işaret ettim. "Geçelim anlatacağım!" Bakışları yemek masasına kayarken ellerimle kalkmaları için işaret yaptım. "Hadi hadi!"

Onlar kalkarken ben hızlıca dönerek yemek masasında baş köşeye oturdum. Her biri karşılıklı sandalyeleri çekip otururken bakışları benim tarafımda köşede duran tepsiye kaydı. Ve masanın ortasındaki kocaman kağıda.

Bakışları hızlıca masada gezerken bir çayı ve donut olan tabağı Gümüş'e birini ise Firdevs'e uzattım Firdevs bardağa bakışlar atarak üzerine eğildi. "Bu ne ya...içine parfümünü mü sıktın?" diye söylenirken bakışları çayda geziniyordu. Gümüş'te, "Cidden...garip görünüyor." diye söylendi daha kibarca ve daha sessizce.

"Yurt dışından sipariş edip kargosunu canım doktorum ödesin diye onun evine yollattığım ama siparişin kapıda ödemeli olduğunu unuttuğum için otomatik olarak çayın parasını da ödemiş olduğu Çin'den gelen Manolya çayım ve Doğuş çay'ın karışımı olan benim üretmiş olduğum çay. Markası ise Batış çay."

İkisi bana garip bakışlar atarken onlara masum masum baktım. "İçin ben denemiştim güzel güzel." dedim çayları işaret ederek. Bana hala tereddütle bakmaya devam ettiler. "Emin misin? Zehirlenmeyiz değil mi?" diye sordu Gümüş tereddütle.

"Yok yok! İçin denedim diyorum size!" dedim güven vermek istercesine. Firdevs göz ucuyla bana baktı. "Tam olarak ne zaman denedin? Hastalığın olmadan önce falan mı?" Gözlerimi devirerek nefesimi dışarı verdim. "Ya hayır! Denedim gayet güzel ve zehirlemiyor!"

Gümüş uzatmadan büyük çiçekli fincanımın kulpunu kavrarken Firdevs'te onu görüp tereddütle de olsa fincanının kulpunu kavradı. "Kesin bunla o adama büyü yaptın..." diye sadece benim duyacağım şekilde mırıldanarak çaydan yudum aldı.

Bakışlarımı çoktan yudum almış olan Gümüş'e çevirdim. Yutkunarak düşündü. "Çok güzel değil ama çok kötü de değil." dedi sakince. Kaşlarımı çattım. "Hayır, kabul etmiyorum kesinlikle mükemmel."

Bu sefer Firdevs'e döndüm. "Iy! Bu ne be! Değişik bir tadı var!" diye bir anda söylenmesiyle omzuna vurdum. "Sen ne anlarsın çaydan! Bak Bayar'a ver nasıl lıkır lıkır mideye götürüyor! Sen çay bile sevmezsin zaten!" diyerek fincanını önünden çekecektim ki izin vermeyerek bardak altından kavradı. "Of tamam kızma kalsın." dedi umursamazca.

Geri çekilmemle bakışları bu sefer donutlara döndü. "Donut ne alaka?" diye söylendi bu sefer Firdevs. "Amerikan polisleri yiyor ya, ondan şey ediverdim." dedim sırıtarak. Gümüş çatık kaşla bana döndü. "Peki onlar ne alaka?"

Sandalyemin önünde ayaklandığım sırada Firdevs masaya döndü. "Tekrar ekleyeceğim ama bu kroki ne alaka?" Gümüş'ün de kaşları derince çatılırken bakışları masadaki hastane krokisine kaydı. "Bu bizde bile yok, sen nereden bizim hastanenin krokisini buldun?" diye sordu şaşkınlıkla.

Elime Harry Potter çubuğumu alırken onlara kınayıcı bir bakış attım. "İnternete yazsan zaten çıkıyor nasıl sizde yok. Herhalde doktor olduğun an gelip sana kroki verecek halleri yok ya. Sen bul, yazdır, senin de olsun." dedim bilmiş bir sesle.

Firdevs güldü. "Manyaksın ya!" Oflayarak sandalyemin önünde ayaklandım. Çubuğu Doğuş'un odasının üstüne tutmamla ikisinin de bakışı oraya kaydı. "İkiniz de merak ediyorsunuz bunları, aklımdakileri, size anlatma sebebimi..."

Ses etmeden konuşmamı beklediler. "Oyunu çevirmem lazım. Sizli yada sizsiz, o oyunu çevireceğim." dedim emin bir sesle. İkisinin de bakışları bana çıktı. "Gümüş'sen Ufuk'u az ya da çok ama benden iyi tanırsın. Senden onun hakkında işime yarayacak bilgi, Firdevs'ten ise bu süreçte bana yardım etmesini istiyorum."

Bakışlarım tek tek ikisinde dolaştı. "Bana yardım eder misiniz?" diye sordum düz bir sesle. Önce Gümüş, "Elimden gelen bilgiyi sana veririm." dedi ciddiyetle. Ardından Firdevs, "Bende yanındayım biricik Mano'm!" dedi.

Yüzümde oluşan gülümsemeyle Harry Potter çubuğumu Ufuk'un odasının üstüne doğrulttum. "O zaman planımı tamamen oluşturmak için Gümüş, senin bana onun bir açığını söylemen lazım." dedim ona dönerken. İkimizin de ona dönmüşken Gümüş cevap verebilmek için bana döndü. "Yani şimdi bilemedim ki...Ufuk'ta işinde oldukça iyidir ve açık vermez." dedi düşünceli bir sesle.

Geri sandalyeme oturarak ona döndüm. Gözleri kısıldı. "Aslında bir şey var ama..." Gözlerim açılırken hemen ona yaklaştım. "Ne? Ne yapımış? Kötü mü? Çok mü kötü? Ne ki o? Ne?" diye üst üste sormaya başladım.

Pozisyonu zerre bozulmadan ela bakışları bana çevrildi. "Bayar'la ayrıldığımız sıralardı. O zamanlar da Doğuş şuan ödülünü alacak olduğu tedavinin kısa yolunu geliştirmeye çalıştığı sıralardı. Ufuk'ta aynı hastalık olan hastasına sanırım izin almadan, tedavi kısaltma üzerine çalıştığı taktiği onun üzerinde denemiş ve başarısız ama etkisiz sonuçlanmış. Bunu sadece ben biliyorum. Ufuk sır gibi saklıyor olsa da konuşmalarını istemsizce duyarak öğrenmiştim." dedi düşünceli sesiyle.

"Oha!" diye bir nida çıkmıştı Firdevs'in ağzından. Kaşlarım derince çatılmışken sinirle, "Peki neden onu şikayet etmedin? Bu çok daha büyük bir şey!" dememle başını salladı. "Çünkü o sıralar bende bir hata yapmıştım. Her ne kadar yüksek alkolün etkisinde olmasam da alkollüyken hasta bakmıştım. Beni dilekçe yazmakla tehdit etmişti. Bende, zaten mantalitem kötü olduğu sıralar da olduğum için düşünmeden, o benimkini saklayacak, bende onunkini diyerek susmuştum."

Ağzım aralanırken geri çekildim. "Bunu senden başka kimse biliyor mu?" diye sordum. Başını iki yana salladı. "Dedim ya. Bir ben biliyorum. Şuan olsa kesinlikle o teklifini kabul etmezdim." diye mırıldandı pişmanlıkla. Tebessüm ettim. "Geçmiş bitmiş. O zaman öyle karar almışsın, hata da olsa bir daha olsa yapmayacağını biliyorsun. Üzülme."

Başını kaldırdı. "Üzülmüyorum zaten. Sadece pişmanım." dedi saçını eliyle düzelterek hafifçe geriye atarken. Firdevs araya girdi. "Ee o zaman ne yapacağız?" diye sordu merakla. Önüme dönerek gözlerimi kıstım. Bu adamı bulup konuştura bilirdik. Böyle düşününce bir an kendimi mafya gibi hissetmedim değil.

"O hastayı bulup bir dilekçe yada gidip şikayetçi olmasını istesek?" diye sordum heyecanla. İkisinin bakışları da bana döndü. "Olabilir ama hasta kim?" diye sordu Firdevs benim gibi gözlerini kısarak. Gümüş sinsice gülümsedi. "O iş kolay. Şimdi hastaneye döner gizlice dosyalardan bakarım. Adı B ile başlıyordu tipini az çok hatırlıyorum. Hastalığı da biliyorum. Bulur bilgilerine bakarak atarım size gerekli olanları. Aslında bunu yapmamam gerekir ama o hırsları için sürekli birilerini tehdit edip duramaz!" dedi öfkeli ama sakin bir tavırla.

Kollarımı sıkıca Gümüş'e sarmamla afalladığını hissettim. "Çok teşekkür ederim!" Kollarını sarışından, hissetmiştim afalladığını. "Rica ederim Manolya. Koruyorum işte seni." demişti sessizce. Sessizliği sadece benim duyacağım şekildeydi.

Firdevs'in sert öksürüklerini duydum. "Ee ne kadar zamanımız var?" diye sormasıyla kollarımı çekip Gümüş'ten ayrıldım. "Doğuş'u yarın surat ifadesiyle görmek istediğini söyledi. Doğuş'u ikna edip yarın izin kullanarak gitmemesini sağlamalıyım. Ona ayrıldığımızı söyler, Doğuş'un fazla kötü olduğu için işini etkilemesin diye izin kullandığını düşünmesini de sağlarım. O sırada da adamı bulur video ya da dilekçeyi alırım. Sonra gider Ufuk'u tıpkı bana yaptığı gibi onu tehdit eder, sustururum." dedim bakışlarımı krokide ki Ufuk'un odasında gezdirirken.

Fincanımın kulpunu kavrayarak kaldırdım. Çayımdan büyük bir yudum aldım. Benim garip bir şekilde hoşuma giden çayın bir yudumunu daha mideye indirip yerine bıraktım. Gümüş bana döndü. "Doğuş'u izine ikna etmen imkansız. Hayatı boyunca fazladan izin yapmamış, yıllık izin kullanmayan bir insan." dedi emin bir sesle.

Yüzümde büyüklenme ifadesi oluşurken sırıttım. "Gümüş'cüğüm Doğuş'u etik dışına ikna etmek de imkansızı geç, mucizeydi. Ama şuan benim için deli divane olmuş kendisi...Unutma ki işin içinde varsam mucizeyi bile başarırım."

İkisi de havama hafifçe gülerek önlerine döndüler. Gümüş bana bakmadan, "Bu konuda kesin bir şey söylemeyeceği çünkü buraya geldiğimde, kesin diye adlandırdığım bir düşüncemi kırdın." diye mırıldandı.

Güldüm. "O zaman plan tamam!" dedim neşeyle. Tam bu anda zilin çalmasıyla irkilerek kapının olduğu tarafa döndüm. Gümüş çatılan kaşlarıyla, "Birini mi bekliyordun?" diye sorunca Doğuş'un dönüş saatinin gelmiş olduğunu hatırladım.

Anında yemek masasından uzaklaşarak şok bir ifadeyle kolumla odamın kapısını işaret ettim. "Çabuk saklanın, Doğuş geldi!" diye aceleyle konuştum. İkisi de anlamsız bir ifadeyle sandalyelerinden kalktılar. "Neden saklanıyoruz ki?" diye sordu Firdevs.

"Ya saklanın hadi! On saat Doğuş'a açıklama yapamam. O hemen bir şeylerden şüphelenir. Anlar birde!" Elimle tekrar odamı işaret ettiğimde zil tekrar çaldı. "Belki o değildir? Bir bak gel?" dedi Gümüş sessizce.

Başımı hızlı hızlı iki yana salladım. "O! Bir kere çaldıktan yirmi saniye sonra çalar o! Şimdi eğer otuz saniye daha açmazsam beni arayacak. Onu da açmazsam bir şey olduğundan şüphelenip tekrar zili çalacak. Yine açmazsam kapıyı kıracak." İkisi de bana şaşkınlıkla bakarken tekrar kapıyı işaret ettim. "Hadi!"

İkisi de hızla odama girip kapıyı aralıkla kapatırken bende kapıya ilerledim. Derin bir nefes alarak onların girdiklerinden emin oluktan sonra kapıyı açtım. Bakışlarım direk yüzüne çıktı. Kaşları çatıktı. "Geç açtın?" dedi sorar gibi.

"Evet. Pijamalarımı giyiyordum." dedim üzerimi işaret ederek. Bakışları üzerime indi. Tebessüm ederek yüzüme çıktı. Bakışları yüzümdeyken ayakkabılarını çıkarmasıyla eve gireceğini anladım. Kahretsin! Kızlar içerdeydi ve onu hemen göndermeliydim!

İçeri doğru, adımlar atarken kapıyı da arkasından kapattı. "Nereye?" diye sordum, istemeden hafif tedirgin çıkan sesimle. Karşıma geldi. "Nereye istersen oraya, çiçek bebeğim." diye mırıldandı üzerime doğru adımlar atarken. Yüzümde bir sırıtış oluşturdum. "Ya! Sen gün boyu beni mi özledin?" diye sordum cilveli sesimle.

Büyük ellerini belime sararak beni yavaşça kendine çekti. "Sorma. En gözde hastamı deli gibi özlüyorum sürekli. Gelsin de muayene edeyim diye düşünüyorum." dedi yüzündeki ima ifadesiyle.

Suratını tam görmek için başımı kaldırdım. "Böyle hastan diye bahsetmen senin için daha kötü olmuyor mu? Ne bileyim kötü hissettirmiyor mu sana?" diye sordum merakla. Bakışları yüzümün her zerresinde dolanırken belim daha sıkı sardı ellerini ve beni kendine daha çok yanaştırdı. Bedenlerimiz arasında mesafe çok azken mırıldadı. "Senin olduğun hiçbir şey kötü hissettirmez bana. Ben seni hastamken sevdim. Bu gerçeği değiştiremem ve bu hiçbir türlü aklımdan çıkmaz."

Sadece zeytin gözlerini izlerken yüzüme doğru eğildi. "Peki ya senin doktorun olmam kötü hissettiriyor mu?" diye sordu kısık bir sesle. Yüzümdeki çocuksu gülümsemeyle başımı iki yana salladım. "Bu benim umurumda mı ki?"

Bedenimi tamamen bedenine yasladığında aklıma Gümüş ve Firdevs'in muhtemelen bizi kapı aralığından izliyor oluşu geldi. Doğuş tam daha çok yüzüme eğilecekti ki, "Etik değil!" dedim bir anda. Kaşları çatıldı. "Ne?" İnan içimdeki sesle aynı tepkiyi verdin. Cidden o ne? Diyecek onu mu buldun?

"Yani burada mı duracaksın?" diye sordum çekinerek. Bakışları yüzümde dolanmaya devam etti. "Kalmamın bir sıkıntısı mı var?" diye sordu düz bir sesle. "Yok da sana mı geçsek yine?" diye sormamla bakışları eve çıktı. Evin içinde kısaca dolandıktan sonra geri bana indi. "Neden ki?"

"Bilmem. Sen hizmet ediyorsun ve daha toplu oluyor. Ayrıca senin evin benim de evim değil mi? Ben belki senin evinde kalmak, orada, senin evinde, seninle beraber yaşamak istiyorum?" diye sormamın üzerine daha da eğilerek yanağıma tüy hafifliğinde bir öpücük bıraktı. "Tabi ki çiçeğim...sonsuza kadar evimde yaşayabilirsin, istersen." diye fısıldadı.

Yüzümde istemsizce oluşan gülümsemeyle beraber bende parmak uçlarıma yükselip yanağına uzanarak onun aksine güçlü bir öpücük bıraktım. "Tamam. Şuan ayrı evlerde yaşayalım da, sen git ben üzerimi değiştirip geleceğim çaycığım."

Ciddiyetle bana baktı. "Sen hep pijamayla gelirdin? Sıkıntı yapmazdın? Neden şimdi yapıyorsun?" diye sordu. Elleri belimden ayrılırken kaşlarımı çattım. "Ay her şey aynı mı sanki! Sen anlamazsın! Şuan sevgiliyiz ve ben belki böyle çıkmak istemiyorum?" diye sormamın üzerine ciddi ifadesiyle bakmayı sürdürdü. "Peki. Sen bilirsin. Üzerini değiştirmene zaten karışmam. Sadece merak ettim."

Bir adım geri atarken gülümsedim. "Ben gelirim birazdan yanına. Bugün yine sende takılırız." Yüzünde çok hafif bir gülümseme oluştu. "Olur...yine benim yatağıma bırakırsın kokunu." gözlerimin irileşmesini engellemeye çalışırken onların konuşmalarımızı dinlemiyor olmasını umdum.

"Yani yatak derken kardeş kardeş uyumak dimi?" diye düzeltmeye çalıştım, duymaları için yüksek olan bir sesle. Yüzünde anlamsız ama garip bir gülümseme oluştu. "Kardeş kardeş? Düzeltmek isterim ki asla kardeş kardeş değil."

Sert sert öksürmeye başladım. "Yok yani...neyse sen git." Çatık kaşları bakışları bendeydi. "İyi misin?" Öksürükleri dindirirken başımı salladım. "Mükemmelim."

"Git hadi." dedim başımla kapıyı işaret ederek. Başını sallayarak geri çekildi. Kapıyı açıp hızlıca çıktı. Kapıyı arkasından kapatarak odama ilerledim. Hızla kapıyı açmamla kapının hemen dibinde duran, şaşkınlıkla Ağzı ve gözleri açılmış Firdevs'i ve Sadece gözleri hafifçe irileşmiş olan Gümüş.

Şaşkın bakışların bana çevrilmesiyle afalladım. "Sen onla yattın mı bide?" diye sordu Firdevs şaşkınlık içinde. Sinirle nefes vererek gözlerimi devirdiğim sırada Gümüş ona göz ucuyla bakış attı. "Sevgililer bildiğin gibi. Onların yaşadıkları şeyden sana ne? Ayrıca yatmış olabilirler." dedi kınar gibi.

Firdevs yüzünü buruşturarak ona alaylı bir bakış attı. "Sende şaşırdın ama!" Gümüş ciddi ifadesini takındı. "Ben yıllardır gördüğüm Doğuş'un ilk kez bu halini gördüğüm için şaşırdım." dedi net bir sesle. Firdevs başını tabi tabi dercesine sallayarak önüne döndü.

"Of boş berin şu konuyu! Canım çaylı beyim çok masum olduğu için ne anlama geleceğini pek düşünmemiş olabilir!" diye sitem ettim Firdevs'e doğru.

"Ben gideyim. Daha hastaneye uğrayıp, dosyayı arayacağım." dedi öne çıkarak. "Tamam. Sen bilirsin." dedim. O siyah el çantasını alarak kapıya ilerlerken Firdevs'te peşinden ilerledi. "Bende gideyim. Sen zaten Doğuş'un yanına gideceksin. Nasıl yapacaksan yap ama o adamı izine ikna et mutlaka. Artık kokusunu yatağına mı bırakırsın ne yaparsın bilmem." dedi imalı bir sesle. O kapıdan çıkarken hızla koluna uzanıp bir tane patlattım. "Terbiyesiz! Sus! Düzgün uyuyoruz biz. Gerçekten uyuyoruz!" dedim hemen.

Firdevs kaçar gibi gerilerken kaşlarını çatarak bana döndü. "Asıl sen sus be! Sevgilin deyince sıkıntı yok da, ben söyleyince mi terbiyesiz oluyorum?" diye sitem etti. Bu sefer 'I am most the perfect' yazan terliğini ona fırlattım ki kaçtığı için ıskaladım. "O masum düşünceli ama! Senin gibi terbiyesiz düşüncelerle söylemiyor onu!" Firdevs başını tabi tabi dercesine salladı.

Gümüş asansörden kafasını Firdevs'e uzattı. "Gelecek misiniz?" diye sordu ciddiyetle. Firdevs cevap vermeden hızlı adımlarla asansöre bindi.

Onların gitmesiyle hızlı adımlarla odama ilerledim. Umarım Doğuş bir şey hissetmemiştir diye düşünürken odama girip bir altı fırfırlı siyah mini eteği ve uzun kollu, kare yaka biz kazağı aldım. İnce kazağı eteğin altına soktum. Uzun olmayan, kısa kumral saçlarımı elimle düzelterek üzerime onun yapmış olduğu manolya kokulu parfümümden bol bol sıktım.

Hazırlanmamın ardından ışıkları kapatarak anahtarımı alıp hızla evden çıktım. Her zaman ki terliklerim ayağımda bir şekilde merdivenlerden bir aşağıya indim. Bacağımda, eklemlerimde sızılar vardı. Merdivenlerden inip çıkarken bu sızıları daha net hissediyordum.

Doğuş'un siyah kapısına yetişmemle durdum. Uzanarak zile bastım. Yüzümde oluşturduğum tebessümle onun açmasını bekledim. Saniyeler sonra kapı hemen açıldı. Bakışları direkt yüzüne çıkarken çıplak olduğu gözlerimden kaçmamıştı. Yani üstünün çıplak olduğu.

Sakalının yarısı köpüklü bir şekilde kapıyı açtıktan sonra hızlı adımlarla banyosuna ilerlediğini gördüm. Omzunda asılı bir beyaz havlu vardı. Hızlı adımlarla içeri girerek peşinden banyoya ilerledim.

Erik'te kapıda durmuş onu izlerken bende hemen Erik'i kucağıma alarak kapı eşiğinden banyoda sakalını alan Doğuş'u izlemeye başladım. Bakışları aynadan bana dokundu, ardından Erik'e indi. Bakışları geri bana çıktığında konuştu. "Sana hoş geldin demeyi unuttum kusura bakma. Hoş geldin ikinci evine." dedi huzur dolu bir sesle.

Yüzümde ki tebessümü arttırdım. "Hoş buldum kocam." dedim muzip bir sesle. Elindeki jiletle beraber duraksadı. Ciddi bakışları aynadan bana döndü tekrar. "Kocan mı?" diye sordu kaşlarını hafifçe kaldırarak. Gülerek hafifçe omuz silktim. "Çok takılma, öylesine derim arada."

Kaşları düzleşti. "Ben ciddi bir insanım Manolya. Öylesine diyemezsin. Nasıl sevgili olmadan önce sevgilim demiyorsan, bunu da diyemezsin. Öylesine de olsa." dedi ciddiyetle. Kaşları öfkesiz bir şekilde çatıldı. "Eğer çok demek istiyorsan da evleniriz, beni kocan yapar, öyle dersin." Jileti sakallarına sürmeye devam etti.

Gülmemek için kendimi kasarken kaşlarımı hafifçe kaldırdım. "Bu evlenmek için bahane mi? Kısaca seninle evlenmek istiyorum desene." dedim alayla. Aynadan bakışları tekrar bana kaydı. "Seninle evlenmek istiyorum Manolya." dedi net bir sesle.

Bu cümlenin şokuyla afallarken bakışlarımı kaçırdım. Tekrar sesini duydum. "Seninle ciddi düşünüyorum Manolya." dedi emin bir sesle. Bakışlarımı geri ona çektim. "Evlilik teklifi gibi oldu. Öyle bir şey mi yoksa?" diye sordum şaşkınlıkla. Gelin oldum gidiyorum mu yoksa?

Bakışlarını benden çekmedi. "Hayır tabi ki. Eğer öyle olsa bu kadar kaba saba olmaz. Ben sadece bunu istediğimi dile getirdim. Ayrıca çok küçüksün evlilik için. Biraz daha büyü. Okulunu bitir. Hayallerini beraber de gerçekleştiririz onda sıkıntı yok." dedi baya büyük bir ciddiyetle.

Kaşlarım kalkmışken, "Yalnız benim hayallerimde dünyaca ünlü yazar olup, imza günleriyle sürekli dünyayı gezmek var." dedim. Başını hafifçe salladı. "Tamam. Gezeriz onda da sıkıntı yok." dedi jiletle sakallarından kurtulmaya devam ederken.

Gözlerim irileşti. "Sen bayağı ciddisin!" diye sessiz bir nida fışkırdı ağzımdan. Bakışları tekrar bana kaydı. "Sen değil misin? Benim gibi biriyle ciddi olmadan bir ilişki mi düşünüyorsun?" diye sordu merakla. Cümlelerinde ego yok, gerçekçilik vardı.

"Yok da, sadece evlenmeyi şuandan istediğini düşünmezdim." diye bir şeyler geveledim. Bakışlarını benden tekrar çekti. "Hayır sadece...bu düşüncem seni korkuttu mu bilmiyorum ama hayatıma ilk kez senin gibi biri girdiği için değil bırakmak, ömrünü ömrüme hapsetmek istiyorum. Hiçbir engeli tanımıyor, sadece seni istiyorum." diye mırıldandı bakışları sakalının üzerinde gezinen jiletindeyken.

Kucağımda Erik olduğu için gidip ona sarılamadan kapının eşiğinden tebessüm ettim. "Bende öyle. Şuan gel evlenelim desen, hiçbir şeyi düşünmeden onu da kabul ederdim. Gelecek planlarımı her türlü hallederim zaten." dedim gülümseyerek. "Evlenirken sağlıklı olmanı istiyorum." dedi sadece.

"Bana sağlığı verecek olan sensin." diye mırıldandım kucağımdaki Erik'i okşarken. "Seni iyileştirdikten sonra başkasına gidemezsin biliyorsun değil mi?" diye mırıldanmasıyla kaşlarım havalandı. "Bak sen...ama neydi? Ma başkasını seversen seni iyileştirmem!" dedim gülerek.

"Seni elbette zorla yanımda tutamam ama ömrüm boyunca gitmemeni isterim. Başkasına gideceğini de sanmıyorum. Sadece öylesine dediğim bir cümleydi." dedi net sesiyle. Bakışlarım kesmekte olduğu sakallarında gezindi. "Sakallarını kesmeseydin de olurdu aslında. Yakışmıştı."

Başını hafifçe iki yana salladı. "Olmaz. Bir kere kesmemi söyledin..." dedi köpükleri yıkamaya yeltenirken. "Ben dedim diye mi kestin, yoksa zaten kesecek miydin diye?" diye sordum merakla. Yüzünü köpüklerden arındırarak yıkarken kısık sesle cevap verdi. "İkisi de. Ama net bir dille kalsın deseydin bırakırdım."

"Madem öyle, saçların sarı ve sen sarışınsın bunu da kabul et." dedim muzip bir sesle. Yüzünü havluyla kurularken yavaşça bana döndü. "Ben kumralım Manolya." dedi ciddiyetiyle. Sıkıntılı bir şekilde ofladım. "İnatçı doktor!"

Havluyu çekmesiyle bakışlarım sakaldan arınmış, bebek suratına kaydı. Keskin hatlı, kemikli bir yüzü olsa da sakalsız bebek surat oluyor ve oldukça gençleşiyordu. "Gençleştin resmen! Bu kadar mı fark eder?" dedim gülerek. "Sana öyle geliyor. Normalde de sakalım olmazdı."

"Olabilir." diye mırıldanırken ona yaklaşarak yanaklarını sıktım. Artık sakalları bir yerlerime batmadığı için güldüm. Onun kaşları çatılırken geri çekilmeye çalıştı. "Manolya durur musun? Rica ediyorum keser misin şunu?" diye soruyordu geri çekilirken.

Gülerek geri çekildiğimde hemen ileri atılarak kapıdan çıkıp bana döndü. "Gel hadi salona geçelim." dedi ve başıyla salonu işaret etti. Başımla onu onaylamamla salona ilerlemeye başladı. Bakışlarım kucağımda ki Erik'e kaydı. Oda benim gibi Doğuş'un peşinden bakıyordu. Onu yukarı kaldırarak kulağına fısıldamaya başladım. "Seninle isteklerimiz benziyor Erik...ikimiz de babanı istiyoruz." Erik bana anlamsız bir bakış atarken başına öpücük kondurarak hızlı adımlarla salona ilerledim.

Doğuş L koltuğun köşe kısmına otururken bakışlarını bana çevirdi. Üzeri hala çıplaktı ve artık ben varken üstüne bir şey geçirmek zorunda bırakmıyordu kendini. Rahatça L koltuğun köşesine oturmuş beni bekliyordu. "Aç mısın? İstersen hemen bir şeyler yapabilirim senin için?" diye sordu.

Başımı iki yana salladım. "Yok aç değilim." hemen yanına oturmamla koltuk hafifçe içeriye göçtü. Bakışlarım yanımdaki Doğuş'a kaydı. Beni izliyordu. Ona izin meselesinden bahsetmem gerekiyordu. Yönümü hafifçe ona çevirdim. "Doğuş..."

Başını salladı. "Söyle çiçeğim." Elimi üzerine doğru uzattığımda parmak uçlarımı kavrayarak okşamaya başladı. "Acaba bana sürpriz mi yapsan?" diye sordum yüzümde planlarım belli olmasın diye oluşan o sırıtışla.

Kaşları hemen çatıldı. "Ne sürprizi?" diye sordu her zaman ki sesiyle. Kaşlarımı çattım. "Sen bana hiç romantik sürpriz yapmıyorsun! Yarın izin alıp bana sürpriz yapsana? Nasıl fikir? Söz, yarına kadar kekleri fırında unuttuğum gibi bunu da unutacağım ve tamamen sürpriz olacak!" dedim heyecanla.

Kaşları daha da çatıldı. "İzin mi? Ne gereği var ben sana akşamda sürpriz yaparım." dedi hemen. Bu işi halletmek, ona kabul ettirmek zorundaydım. Kaşlarımı çattım. "Ya hadi ama Doğuş! takılırız, eğleniriz falan!" Bana dümdüz bakışlarıyla bakınca eğlence kelimesinin onu pek heyecanlandırmadığını hatırladım. "Of tamam! Beraber kitapta okuruz! Yemek yaparız! İkimiz oluruz sadece!" dedim bu sefer.

Çatık kaşları düzleşti. Hatta biraz da havaya kalktı. "Aklında ne var? Neden?" diye sordu sorgulayan bir sesle. Kollarımı çıplak üst bedenine sararak ona daha çok yaklaştım. "Benim aklımda değil, senin aklında bir şeyler olsun." dedim sevecen bir sesle.

Tekrar konuşacaktı ki reddedeceğini anlayarak engellemek için hemen konuşmaya başladım. "Bak öyle hemen hayır deme! Lütfen! Zaten ne zaman öleceğim belli değil. Seninle zaman bile geçiremiyorum böyle ful gün!"

Kaşları mümkünmüş gibi daha da çatılmıştı. "Manolya!" dedi sakin bir sitemle. "Böyle sözler söyleme! Ölmekten falan bahsetme! O nasıl söz? Ne demek, ne zaman öleceğin belli değil?" diye sakince sitem etti. Ciddileşen ifademle, "Öyle değil mi ama?" diye sordum.

Bana baktı. Beş saniye boyuna gözünü dikmiş bir şekilde bakışını kesmeden bana baktı. "Öyle değil. Öyle olmasına izin vermem." dedi emin bir sesle. Ardından beni bir anda kendine doğru çekerek dizlerine oturttu. Afallayan suratımla ona döndüm. Yüzlerimiz arasında karış mesafe varken eli belime sarıldı. "Bunu çok kafana takmamalısın. Takılmayacak bir şey değil ama."

Eliyle gözümün önüne gelen saçları kulağımın arkasına doğru yavaşça sıkıştırırken bakışları bendeydi. "Sende bana hiç detay vermiyorsun ki. Hep aynı şeyleri söylüyorsun." dedim sitem eder gibi. Yaklaştı. Sıcak nefesi bedenimi hafifçe ve çok kısa titretmişken, nefesi gibi sıcak dudaklarını boynuma bastırıp boynuma öpücük bıraktı. Uzaklaşmadan sessizce fısıldadı. "Eğer çok rahat edeceksen söyleyeyim çiçeğim. Tedaviyi bulabilmek, bir şeyi gözümden kaçırmamak için hastalıkla ilgili her şeyi, benzeyen başka hastalıkları, geçmiş hastane belgeleri ve bunlar gibi bir sürü şeyi araştırıyorum. Çok dikkat ediyorum ki güzel çiçeğim ömrüm boyunca yanımda olsun."

Kollarımı yavaşça boynuna sardım. "Ömrüm boyunca senin yanında olmak isterim." dedim sessizce. Uzanarak, bu sefer sıcak dudaklarını çenemin altına bastırdı. "Ah çiçeğim...senin bende bıraktığın etki bile çok değişik. Sana asla kıyamıyorum, gözünden tek damla yaş çıkmasına ben hıçkıra hıçkıra ağlarım. Senin canını yakanın canını alırım ve bu tedavisi olmayan bir hastalık olsa bile tedavisini bulur, onu yine yenerim."

İçime her cümlesinde bir ok saplanırken bakışlarımı zeytin gözlerine çıkardım. Onu o kadar çok seviyordum ki, bu ilgisi, bu düşünceleri ona karşı olan bütün duygularımı harlıyordu. "Eğer seni sevmiyor olsam yine beni sever miydin?" diye sordum merakla.

Bakışları gözlerimin içindeydi ama durur gibi kaldığını hissettim. Düşünmeden, "Seni severdim. Eğer sen beni gerçekten sevmeseydin bile seni severdim. Yada gerçekten aşık değilsen, aşık olduğunu düşünüyor olsan bile severdim." dedi emin bir sesle. Sesinde bir gizemin karanlıktaki ışığı vardı, ötedeydi ama fark edebileceğim kadar ışığı vardı.

"Biraz garip söyledin. Sanki sana aşık olduğumu düşünüyormuşum ama aslında sana aşık değilmişim gibi." diye mırıldandım bakışlarımı gözlerinde gezdirirken. Kalın dudaklarını tembelce oynattı. "Yok. Sadece her ihtimali söyledim." dedi ciddiyetle

Ağır ağır başımı salladım. "Bende seni severim. Ama bana aşık olmasaydın sevmeye devam etmezdim galiba. Ya da zorlamazdım. Çünkü platoniklik benlik değil." Dedim kısık bir sesle. Eli yüzüme çıktı. Parmağının sırtıyla, usulca yanağımı sevgiyle okşarken fısıldadı, "Olsun..."

Bakışlarımı yüzünde gezdirdim. "Hep böyle mi olacak? Beraber mi uyuyacağız? Evlerimiz ne güne duruyor? Ayrıca Kar benimle beraber uyumayı özler." Diye söylendim. Çok hafifçe varla yok arası güldü. "Kar'da alışmalı. Ya da isterse onu da Erik'in yanına alırız bizim gibi beraber yatarlar."

Gözlerimi irileştirdim. "Asla olmaz! Yan yana mı yatacaklar birde? Hem senin köpeciğin rahat etmez asosyal o! Yalnızlığı sever!" Dedim hemen. Elini yanağımdan yavaşça çekti. "Sen merak etme. Ben ona sordum çok istermiş, hiç sıkıntı değilmiş." Dedi yüzündeki eğlenen ama ciddi ifadesiyle.

"Yalan söyleme Doğuş! Hani sen yalan söylemezdin?" Diye üste çıktım hemen. Eli belime dolanırken hafifçe dikleşti. "Şaka yapmıştım çiçeğim." Dedi uysal bir sesle.

Gülümsedim. "Ama sende öyle bir ciddiyetle konuşuyorsun ki, şaka yapıp yapmadığını anlayamıyorum Doğuş Çay'cığım." Dedim sakin bir sitemle. 

Hafifçe dikleşerek aramızdaki mesafeyi azalttı. "Kokuyu kullanmışsın." diye fısıldadı içli bir sesle.  Gülümseyerek başımı salladım. "Kullandım. Sonuçta benim özümün kokusu buymuş! Manoyla'ymış!" dedim imalı bir sesle. Başını ağır ağır salladı. "Evet." diye mırıldandı.

Yaklaşarak yanağıma baskısı çok sert olmayan güçlü bir öpücük bıraktı. "Erkenden uyumak ister misin...kollarımda?" Diye sordu kısık bir sesle. Güzel sesinin sıcaklığı benimde ısıtırken başımı salladım.

Başımı hızlı hızlı iki yana salladım. "Olmaz! Sende iyi alıştın! Benim bir evim ve bir yatağım zaten var." diyerek dizlerinden kalktığımda hayal kırıklığıyla bana baktı. Öyle bir bakmıştı ki şu bakışıyla bile beni kalmaya ikna edebilirdi. "Seni zorlamam ama neden alışmayayım ki?"

"Alışma işte! Aynı evde mi yaşıyoruz? Evli miyiz biz? Hele bir Menekşe teyze duysun!" dedim sahte bir sinirle. Koltuktan kalkıp tam karşımda durmasıyla başım artık aşağı doğru değil yukarı doğru çıkmıştı. "İyi peki, çiçeğim. Sen bilirsin." O bu sözü tripli mi söylemişti?

Normal bir insan o sözü nasıl söylediğini anlamazdı ama ben onun, normal insanların düz dediği sesini de çözebiliyordum. Kalkan kaşlarımla beraber kendimi gülmemek için zor tuttum. Boyuna uzanarak yanağından makas almamla kaşları çatıldı. "Trip atma be gülüm...hallederiz." dedim sesimi kalın çıkararak.

Doğuş kaşlarını daha da çattı. "Trip atmıyorum." dedi net bir sesle. Bu sefer ciddiydi ve muhtemelen trip dediğim cümle sadece o anlığınaydı. Demek ki onun tripi de böyleydi, anlık atıyordu.

"Hadi öyle olsun çayım." Bana boş boş bakarken parmağımla onu işaret ettim. "Bak, sen çaysın...bense çay şekeri. Ben senin şekerin, tatlınım." dedim gülümserken. Bana anlamsızca baktı. "Şuan bunu neden dedim bende bilmiyorum. Ama sanırım unutma diye." diye bir şeyler geveledim.

Ciddi ifadesiyle başını salladı. "Aferin." dedim sırıtarak. Tam geri çekilecekti ki konuşmamla durdu. "İzin alacak mısın? Lütfen benim için!" dedim yalvaran bir sesle. Omzu üzerinden bana baktı. Gözlerini kapatıp derin ve içli bir nefes almasıyla bu hareketi hiç görmediğim için, onu sinirlendiğimi düşünüp irkilerek, bir an önce kaçmam gerektiğini düşündüm.

Gözlerini yavaşça geri araladı. "Gidecek misin çiçeğim? Gitmeyeceksen yatağım ve odam her zaman açık." diye konuyu değiştirdi. "Gidiyorum..." diye mırıldandım üzgün çıkardığım sesiyle. Belki üzülüp izin kullanırdı. İzini almazsa da mecburen bir şey bulup onu durduracaktım.

Bir şey demeyince kapıya ilerlemeye başladım. Omzum üstünden ona dönerken sessizce, "Sadece bir güncük!" diye fısıldıyordum ki hemen arkamda göğsü sırtıma değecek yakınlıkta durduğunu görmemle irkilerek ileri adım attım. "Doğuş senin akıl okumak dışında, Slenderman gibi ışınlanıp arkamda bitme gibi özelliklerin de mi var?!"

"O bir kurgu Ma-" diyordu ki sözünü kestim. "Biliyoruz herhalde! Google aramalara bağlama! Ayrıca ben bunu bilsem de ona inanıyorum. Bence ormana gitsem karşıma çıkabilir." Hemen dibinde sırtı dönük ama başı ona doğru çevrili olan bana bakmaya devam etti. Tabi ki her zaman ki ciddiyetiyle. 

"Küçükken yetimhaneden gece gizlice kaçıp Slenderman çağırmaya çalışmıştım. Gelmeyince fark ettirmeden geri dönecektim inek Ezo beni gördü. Ezo gelin çorbası beni görünce de yetimhanede ki kızlara hava atmak için, Slenderman geldi ama beni öldürmedi. Sanırım çocuğum diye demiştim. Üstüne birde, Eğer bana bulaşırsanız sizi, Slenderman abime şikayet ederim demiştim." dedim gülmemek için kendimi tutarken. 

Bana hep olan o ifadesiyle bakmaya devam ediyordu. "Buna gerçekten inandılar mı peki?" Kaşlarımı çattım. "İnandırlar tabi! Hem gayet inandırıcı bir kere, o yaşa göre!" diye sitem ettim. Başını iki yana salladı. "Hayır. O yaşımda ki ben, buna asla inanmaz ve uydurma olduğunu savunurdum. Ayrıca Slendreman çocuklara neden zarar vermesin? Vicdanlı mı bu kurgusal yaratık? Bir kere buradan belli uydurma olduğu." dedi sakin ama ciddi bir sesle.

Yüzüne bana küfretmiş gibi baktım. "Sus be! Aklıma hakaret etme! Gayet de inandırıcıydı ve hepsi de inanmıştı! Eğer o yaşında ki seni bulsaydım saçını başını çeke çeke yolardım! Ne gıcıkmışsın ya!" dedim şaşkınlıkla. Çok hafifçe güldü. "Muhtemelen yolamazdın, çünkü sen muhtemelen dokuz yaşındayken, ben şuana göreyse on yedi yaşındaydım."

Kaşlarımı daha da çatmamla kolları belime sarıldı. "Sakin ol çiçeğim...aklınla alay etmiyorum. Sen öyle düşünmüş olabilirsin." dedi yumuşak bir sesle. "Slenderman gerçek." Başını yavaşça iki yana salladı. "O kurgudan ibaret. Kurgusal olan hiçbir şey gerçek değildir."

"O gerçek." dedim ısrarla. Başını benim gibi ısrarla iki yana salladı. "Değil çiçeğim." demesiyle nefesimi verdim. "Ben gidiyorum. Gece pencereden evine upuzun Slenderman girince görürsün." dememle güldü. "Ciddiyim Doğuş!"  dedim sitemle. "Tamam çiçeğim, sen merak etme ben Slenderman'a neden küçükken karşına çıkmamış diye de hesap sorarım."

Benimle bu konu üzerinden eğlenmesiyle sinirlenerek, kendimi bir anda güçlü kollarından kurtarıp kapının önüne geçtim. "Gidiyor musun?" diye sordu kolunu kapının yanında ki duvara yaslayarak. "Gidiyorum. Gidip uyuyayım." dedim sakince. Başını salladı. "İyi uykular, çiçek bebeğim."

Kapıdan çıkmış terliklerimi giyerken bakışlarımı ona çevirdim. "Rüyanda başkasını gördüğünü hissedersem kabusun olurum Doğuş Çay'ım." dedim. Gülümsedi. "Ya annem, ya teyzem, ya sen. Hayatımda başka kadın yok. Annem zamanında yeterince girdiğine göre ve teyzem de evlen, kısmet bul diye kabusum olmayacaksa geriye sen kalıyorsun. Ya sen, ya hiç." dedi bakışların kesmeden.

"İyi o zaman! Bende söz seni göreceğim." dedim neşeyle. Kaşları kalktı. "Peki senin hayatında kaç erkek var?" diye sordu merakla. Sesinde o belli etmediği ince kıskançlığı hissedebiliyordum. Terliklerimi giymiş tamamen dikleşmiştim. "Benim hayatımda erkek olmaz. Etrafımda bir sürü erkek olur ama hayatımda tek bir erkek olur. Oranın sahibini de bir çay markasının ismine sahip." dedim imayla. Memnunca gülümsedi. "Peki. Ne şanslı bir beyefendi." diye mırıldandı.

Bakışlarımı ondan çekmeden merdivenlere ilerlediğim an eliyle merdivenleri işaret etti. "Önüne bakar mısın çiçeğim? Dikkatli olmalısın." dedi ilgiyle. Bir şey demeden önüme dönüp merdivenlerden yukarı çıkmaya başladım.

Umarım izini alırdı. İzin almayacak olabilirdi. Sabaha kadar yatakta B planı düşünmeliydim. Doğuş'a hiçbir şey fark ettirmeden bu olayı çözmeliydim. Ufuk'un beni hafife alması çok iyi olmuştu. Ayrıca konuşurken o yüzümdeki çaresiz ifadeye de kanması ayrı bir iyi olmuştu. O ifade sayesinde net ayrılacağıma inanıyordu.

🌺

Saçlarımı üşenmemiş düzleştirmiş olmamın ardından uzanarak fişi çektim. Beyaz, askılı, göbek kısmında az bir açıklığı olan kısa elbisemin fermuarını kapatmadığımı fark ederek hızlı bir hareketle arkamda bulunan fermuarı kapattım. Manolya kokulu parfümümü üzerime her zaman ki gibi banyo edercesine sıktıktan sonra saçlarımı elimle havalandırdım.

Salonda ki telefonumun çalmasıyla, telefonun müziği evin içinde yankılandı. Hızlı adımlarla telefonuma ilerledim. Arayan kişiyi tahmin edebiliyordum. Masadaki telefonuma ulaştığımda arayan isme kısa bir bakış atarak telefonu kulağıma götürdüm. Tahmin ettiğim kişiydi. "Alo? Sayın hastanemizin hastası Manolya? Nasılsınız bakalım?"

"Allah belanı versin...ne istiyorsun?" diye sordum nefretin her tonunu kullandığım sesimle. "Çok mu sinirliyiz? Ne oldu bakalım?" diye sordu hiperaktif sesiyle. "Ayırdın! İstediğin oldu hala nesine arıyorsun!" diye bağırdım. Beynimde oturttum. Sanki ayrılmışız ya da eğer plan kurmasaydım onunla şuan ayrı olduğumu düşündüm. 

"Sanırım fazla üzüntülü bir ayrılık olmuş..." diye mırıldandığını duydum. Eğleniyordu. Bu sesinde ki o tınıdan oldukça açıktı.  O kadar acımasızdı ki suç olmadığı halde iki insanı ayırıyordu. Üstelik biri ne zaman ölecek, son günleri güzel geçecek mi belli bile olmayan bir insanken, duyguları hastalığını tetikleyen, etkileyen bir insanken. 

Her şey olan, olabilecek her duyguyu, her anıyı, her ihtimali kendime yüklüyordum. Ağırlıkları taşıyamayıp yere yığılmış olsam bile daha ağırlarını üzerime yıkmaya devam ettim. Bunu, bu bütün yükleri onun için üzerime aldım. O kırılmasın, O bir şey hissetmesin, her şey normalmiş gibi olsun diye.

"Kapatır mısın?" dedim gözlerim dolu bir sesle. Gözlerim gerçekten dolmuştu. "Hop hop! Sesin çok iyi gelmiyor ama zaten beklediğim de iyi gelmesi değildi. Sanırım siz gerçekten birbirinize baya bağlanmışsınız. "Kapat!" dedim zar zor çıkan duygulu sesimle.

"Tamam seni ağlayışlarınla baş başa bırakıyorum ama sakın ileri gitme. Bir teklif sundum diye ölme. Bir de seninle uğraşamam!" diyerek telefonu yüzüme kapattığında telefonu masaya bırakım. Göz yaşlarım akmıyordu ama gözlerim hala doluydu. Başımda ağrı, vücudumda yorgunluk vardı.

Yavaşça telefonu geri masaya bıraktım. Bu sefer zilimin sesinin evin içinde yankılanmasıyla yorgun bakışlarım halsizce kapıya döndü. İki saniye basılı tutulmasından anlamıştım o olduğunu. Adımlarımı yavaşça kapıya doğru attım. Hızlıca kapıyı açmamla bildiğim o suratı gördüm.

Bakışlarımızın kesişmesiyle gülümsedi. Hazırlanmıştı. Şuan ya muhtemelen işine gidecek, ya da benim için süslenmişti. "Bir yere mi? Ha işe gideceksin. Doğru ya." diye mırıldandım halsizce. "Benden izin almamı istememiş miydin? İzinliyim işte şuan." dedi düz bir sesle.

Gözlerim irileşirken B planına hiç ihtiyacım olmadığını anladım. Bir anda neşelenen ifademle, "Ya?!" diye bir nida kopardım. Başını salladı. "İstediğin gibi sana bir sürpriz yapacağım. Ama bu süreçte senin evde sakince beni beklemen gerekiyor. Birkaç işim var akşama yakın dönerim." dedi tebessümle.

Olduğum yerde zıplamaya başladığımda eklemimdeki  ağrının şiddetini hissetmemle hafifçe yüzümü buruşturdum ama onun bunun fark etmemesi için hemen ifademi eski haline getirmeye çalışsam da fark etmiş ve bir şey olmaması, zıplarken düşmemem için kolumu nazikçe kavramıştı. Durmuş ve ona bakmıştım. "Peki o zaman ben sürprizi heyecanla bekleyeceğim!" dedim neşeyle.

İfadesiz değil ciddi bir suratla bana baktı. "Heyecanla bekleme. Sakince bekle." dedi uyarır gibi. Başımı ağır ağır salladım. "Sen merak etme. Hastalığımın hiçbir şeyle tetiklenmesine izin vermeyeceğim!" dedim.

Bakışlarım üzerine indi. Üzerinde beyaz bir gömlek, altında ise lacivertle siyah arası bir kumaş pantolon vardı. Bakışlarımı üzerinde ki siyah deri cekete çevirdim. Ağzım şaşkınlıkla aralanırken ellerimle kot ceketin yakalarını kavradım. "Sen deri ceket mi giydin? Doktoruma bak be! Farklı bir tarz yapmış!" dedim gülmemek için kendimi tutarken. 

Bakışları cekete indi. "Teyzem almıştı. Öyle boş boş duruyordu dolapta giydim. Olmamış mı?" diye sordu. Deri ceketin üzerinde olmayan tozu silker gibi bir hareket yaptıktan sonra ellerimi çektim. "Çok güzel olmuş. Sana ne yakışmaz ki çayım!" dedim neşeyle.

Gülümsedikten sonra bakışları elbisemde kalakaldı. Kaşları çatıldı. Bakışlarını üzerimden çekmeden, "Peki ya sen bir yere mi?" diye sordu ciddiyetle. "Firdevs'le kahve içeriz diye sözleşmiştik. Kahve içip geleceğim." dedim belli etmemeye çalışarak. Yalan söylediğim için özür dilerim Doğuş çay...

Tekrar tebessüm etti. "Peki. Size iyi eğlenceler." başımı salladım. Sana da, "İyi sürpriz hazırlamalar, aşkım." dememle ikimizin bakışları hemen kesişti. Ağzıma son kelimeyi almak bana da garip gelmişti.

Değişik değişik bakışlar attık birbirimize. Rahatsız olduğunu düşünerek, "Şey yani Doğuş..." Elini ensesine götürerek serçe parmağıyla çok kısa kaşıdıktan sonra cevap verdi. "Bana istediğin gibi seslenebilirsin." dedi kısık ve yumuşak bir sesle. 

Aşkım diye seslenmezdim ama. Benim için fazla klişeydi.

"Doğuş çay?" dedim sırıtarak. Anında ciddileşti. "Manolya!" dedi sakin bir sesle. Ardından başını merdivenlere çevirdi. "Ben gideyim artık. Eğer şimdi gidiyorsan seni ben bırakayım?" diye sordu. Başımı iki yana salladım. "Yok. Ben giderim." Israr etmeden başını onaylarcasına salladı. 

Onun gidişiyle hemen çantamı hazırlayarak çıkmaya hazır oldum.

🌺

Hemen, üniversitenin önünde duran minibüsten aşağı indim. Hızlı adımlarla içeriye ilerledim. Derste değildik ama Firdevs işleri olduğunu söyleyerek gelmişti. İçeri girmemle bakışlarım bahçede olduğunu söyleyen Firdevs'i bulmak için hızlı hızlı etrafta dolandı. Firdevs dışında herkes vardı resmen.

Firdevs'in ellerinde kitapla fakültenin kapılarından çıktığını görmemle elimi kaldırıp sallamaya başladım. Beni fark etmesi çokta uzun sürmemişti. Beni görmesiyle yüzüne bir gülümseme kondurarak hızlı adımlarla yanıma ilerlemeye başladı. 

Bakışlarım etrafta dolanırken yan tarafımızda iki kızın bankta oturduğunu gördüm. Başında şalı olan kızı inceledim. Oldukça güzel bir kızdı. Üzerinde üstten iki üç düğmesi açık bir bol gömlek, altında kot bir pantolon vardı. gömleğinin altından ince bir kazak giymiş, açık renk bir şal takmıştı. Tarzını hoş takılarla süslemiş, normal bir beyaz spor ayakkabı giymişti. Konuşmalarını net bir şekilde işitebiliyordum ve sanırım bu kızı daha öncede burada görmüştüm.

Gözlerim kısılırken hafifçe ona döndüm. "Pişt!" İkisi de bana döndü. Kız anlamsızca bana bakarken bakışlarından onun beni tanımadığını ama buralarda gördüğünü anladım. "Bize mi seslendin?" diye sordu kibar bir sesle.

"Ben seni tanıyor muyum ya? Sen...Şeyma dimi?" dedim yüzümde hatırlamanın verdiği zafer ifadesiyle. Kız kaşlarını öfkesiz bir ifadeyle çatarak, "ŞeymaNur." diye düzeltti. Umursamazca omuz silkerken Firdevs'in de yanıma geldiğini önüme düşen gölgeden anladım. "Ne fark eder ha Şeyma, Ha ŞeymaNur." dedim umursamazca.

Kızın kaşları daha da çatıldı ama kibar tavırlarından asla ödün vermedi. "Ama şimdi ikisi farklı isimler ya hani. Benim adım Şeyma değil, ŞeymaNur. Ayrıca ayrı da değil, bitişik." dedi. Sesini ciddileştiriyordu. Firdevs, kolumu hafifçe, acıtmadan uyarır gibi sıktı. "Ya kızın isminden ne istiyorsun? Bırak şu isimleri artık!" diye fısıldadı bana doğru.

Bu gibi sözleri hiçbir zaman umursamadığım gibi şuan da umursamadan başını salladım. "Tamam, Şeyma nurlu insan." dedim muzip bir sesle. İsim şakalarını, isimleri küçüksemek için değil sadece bunu yaparken eğlendiğim için yapıyordum. Çocukluktan beri yaptığım ve tek eğlencem olan şey olduğu için kimsenin lafını ve uyarısını da umursamıyordum.

ŞeymaNur en son dayanamayarak göz devirdiğinde yanındaki gözlüklü kız banktan kalktı. "Hadi Şeyma senin dersin başlayacaktı gidelim." deyince ŞeymaNur sinirle nefesini vererek ayağa kalkıp arkadaşının peşinden ilerledi. Giderken arkasından,  "Al buda Şeyma diyor!" diye söylenmişti ama tatlı bir söylenmeydi.

Manolya gülerek Firdevs'e döndü. "Ne?" diye sordu başını iki yana sallayarak. Firdevs bana hep aynısın der gibi bir bakış atıyordu. Başımla arabasını işaret ettim. "Hadi senin külüstüre binelim." dedim muzip bir sesle. Firdevs kaşlarını çattı. "Sus be! Külüstür falan değil o!" dedi arabasına ilerlemeye başlarken. Hızlı adımlarla bende onun peşinden ilerledim. "Diğer arabaların yanında öyle." dedim umursamazca.

"Hayır değil! Kızım senin araban bile yok!" dedi gülerek. Ona göz ucuyla bakış attım. "Tatlım, aramızda ki fark, ben alsam külüstür almam, en iyisini alırım." Firdevs ağzını O dercesine araladı. "Al bakalım o zaman bir tane Porsche de görelim." dedi alayla. Güldüm. "Burak beyi ikna edersem, otoparkında ki tüm arabaları yıkama karşılığında bir tane Porsche verir herhalde." 

Arabasını açıp sürücü koltuğuna yerleşti. Onun yanındaki yolcu koltuğuna yerleştim. Emniyet kemerini takarken, "Bekle verir. Otoparkında ki bütün arabalar onun mu da yıkadın diye versin." diye mırıldandı. Bende emniyet kemerimi taktım. "Para alırdı işte! Hem park yeri, hem yıkama. Gelsin paracıklar." 

Arabasını çalıştırarak ilerletmeye başladı. "Burak'ın böyle bir şeyi kabul edeceğini hiç sanmıyorum. Ayrıca ondan önce Doğuş bey o arabayı kabul edip apartmanın önüne sokturtmaz." dedi yola bakarak. Derin bir iç çektim. "Doğru. O zaman ikinci plan Doğuş'u soymak." 

Firdevs sadece güldükten sonra, uzanarak müzik açtı. Sakin bir müzik arabanın içini doldururken sırtımı koltuğa yasladım. Başını bana çevirmeden sordu. "O kadın sana bilgileri attı mı? Becerebilmiş mi bari?" diye sordu düz bir sesle. "Becerebilmiş. Hatta az daha Bayar'a yakalanacakmış, benim yüzümden Bayar'a yaklaşarak dikkatini dağıtmaya çalıştığını söyledi." dedim sırıtarak.

Göz ucuyla bana baktı. "Bayar şu kendini senin abin sanan kıro dimi?" diye sordu alayla. Kaşlarımı çattım. "Bayar kıro değil. Ayrıca kendini abim sanmıyor. Manevi abim gibi." diye düzelttim. Firdevs umursamazca omuz silkti. "Neyse ne. Sanırım o doktorları hiç sevemeyeceğim..." diye mırıldandı sessizce. 

"İnan sevip sevmemen umurlarında bile değil. Koskoca doktorlar, senin onları sevip sevememenden daha önemli işleri var." dedim hafif alaylı bir sesle. "Tamam tamam. Zaten onlarda benim umurumda değiller. Benim umurumda olan sensin." dedi gülümseyerek.

Göz ucuyla ona baktım. "Her arkadaşını önemsiyor musun böyle? Bir sürü arkadaşın var, kız grubunu saymıyorum bile. Bir sürü arkadaşına tek tek değer veriyorsan..." diye mırıldandım ciddi bir sesle. "Hayır tabi ki. Bir sürü arkadaşım olabilir ama sen onlardan öndesin. Tamam önceden, normaldin ama şuan yakınımsın. Kız grubumla aynısın benim için." dedi sıcak bir sesle.

"İyi peki." diye mırıldandım sadece. Yüzünce bir sırıtış oluştu. "Hareketli bir müzik açayım mı?" diye sorunca bende sırıttım. "Doktor derdime bul bir çare, açmazsan hastalığımın tedavisi bulunmadığı için ölecekmişim."

🌺

Arabadan içimdeki heyecanla beraber indim. Firdevs arabayı kapatırken on katlı krem renginin bol bulunduğu binaya ilerledim. "Beni de bekle!" diyen Firdevs'i umursamadan siyah demir kapısına ilerledi. Bakışları zillere kaydığında zillerin üstünde yazan yazıları tek tek okuyarak ismi aradı. Hiçbirinde isim yoktu fakat birisi isimsizdi ve şansımı deneyerek boş yazısı olan zile bastım.

Firdevs kapıya yetişmişti. Kapıda kamera ya da ses diyafonlarından olmadığı için sevindim. Kapı tekrar zile bastığım an açılmıştı. Firdevs'le beraber aynı adımlarla yukarı çıkarken çıkmamız gereken katın altıncı kat olduğunu biliyorduk.

Altı merdiveni yorula yorula, eklem ağrılarıyla çıkmıştım ve buna değecek bir şeyler almadan bu binadan çıkmayacağımı da biliyordum. "Ay çık çık bitmedi." diye mırıldandı Firdevs nefes nefese.

Kapının önüne yetişene kadar kapının çoktan orta yaşlı bir adam tarafından açılmış olduğunu gördük. Bilgilerimize göre zaten orta yaşlı biriydi. Biz dairenin kapısına yaklaşmaktayken adam asla bakışlarını bizden çekmedi. Bakışlarından bizi tanımadığı barizdi. Zaten bunu da biliyorduk ve elbet beklediğimiz bir şeydi. 

Kapının paspasına kadar yetiştiğimizde adam sert bakışları kadar sert olan sesiyle, "Kimsiniz?" diye sordu. Yorgunlukla nefes nefese yutkundum. "Öncelikle bir bardak suyunuz var mı bey amca?" Adam bana sert bir ifadeyle baktı. Adama nefes nefese bakmaya devam ettim. İki saniyenin ardından adam bakışlarını ayırarak kapıyı bize doğru itti ama kapatmayarak aralık bıraktı. "Bana da bir bardak getirirseniz!" diye bağırdı Firdevs. Hemen onun ardından, "Siz direkt sürahiyi getirin beyefendi!" diye ekledim.

Yaklaşık bir dakika sonra adam elinde iki bardakla gelmişti. İkisini sırayla bize uzattı. Kendiminkini alıp hemen dudaklarıma götürdüm. Üst üste hızlı ve büyük yudumlar alarak suyu içtim. Bardağın boşalmasıyla bardağı boğazımdan çıkan rahatlama sesiyle adama uzattım. Adam iki boşalan bardağı aldıktan sonra kapıyı geri aralıklı bir şekilde kapatarak gitti.

Adamın gidişiyle hemen Firdevs'e döndüm. "Aa! Biz öyle tanımadığımız adamın suyunu içtik ama ya hastaysa? Ya şerefsizin tekiyse? Ya hiç hijyenik değilse? Bak işte Doğuş burada olsaydı bana sitem ederdi. Kesin hissetmiştir şimdi!" diye söylendim. Firdevs koluma vurarak sitem dolu bakış attı. "O sitemi şimdi ben sana edeceğim! Sus be! Ne olacak sanki bir bardaktan?" diye fısıldadı, adamın duymaması içi kısık bir sesle.

Adamın tekrar kapıyı tamamen açmasıyla ikimiz aynı anda geri adama döndük. "Evet. Ne istiyorsunuz?" diye sordu buzdan daha soğuk bir sesle. Firdevs konuşmam için bakışlarını bana çevirirken derin bir nefes alarak başladım. "Öncelikle beyefendi. Adınız Boydan Sarman, değil mi?" diye sormamla başını salladı. "Eminsiniz yani, adınız tamamen boydan böyle?" dememle Firdevs her zaman ki bakışını atarken adam anlamsızca baktı. "Neyse boş verin. Benim tarzımla espriydi sadece."

"Ne istiyorsunuz sadede gelin? Sizi tanımıyorum." dedi soğuk sesiyle. Ciddiyetime büründüm. "Bakın beyefendi. Doktorunuz Ufuk Eğilmez değil mi? Bunu da öğrenmem gerek." dememle bu sefer hemen kaşları çatıldı. "Evet. Sıkıntı nedir?" diye sordu.

"Zamanında size uyguladığı iki tedaviden ilki, size haber verilmeden yapılan bir deneydi." dedim kendimden emin bir sesle. Adam bana değişmeyen bir ifadeyle baktı. Daha çok şaşkın bir bakış bekliyordum ama. "Ee? Bunu zaten biliyorum?" dedi ciddiyetle.

İkimizin de kaşları çatılırken, "Nasıl yani?" diye mırıldandım. "Ufuk bey bana haber vermemiş olsa da sonradan söyledi." demesiyle güldüm. "Zahmet etmiş. Çok erken söylemiş ya..." diye mırıldandım alayla. 

Bakışlarımı hemen geri adama çevirdim. Fazla zamanım yoktu ve hemen olayı çözmeliydim. "Şikayetçi olmayı hiç düşünmediniz mi?" diye sordu Firdevs hemen. Adam başını iki yana salladı. "Para karşılığı hoş bir şekilde anlaştık." dedi memnunca.

Ağzım aralandı. "Ne? Ama ölebilirdiniz de? Yan etki olabilirdi? Canınız tehlikeye girdi! Denek gibi kullanıldınız, bir hastanenin doktoru tarafından!" dedim adamı kendine getirmek ister gibi. Adam umursamazca omuz silkti. "Olabilir. Ama sonra anlaştık." İkimizde daha çok şaşkınlığa uğrarken, Firdevs'in, "Ay gurursuz resmen..." diye sadece benim duyabileceğim bir sesle mırıldandığını duydum.

"Hanımlar buradan gider misiniz?" diye sordu ciddiyetle. "Gidemeyiz! Onu video ya da bir dilekçe yazarak şikayet etmelisiniz. Lütfen...size onun verdiğinin mislini veririm!" dedim hiddetle. Firdevs'in bana doğru sadece benim duyabileceğim şekilde, "Hangi parayla? Yine o asla bitmekte olmayan annenin parasıyla mı?"

Adam kapıyı yüzümüze kapatınca afalladık. "Oha ya! En azından biraz nezaket!" diye söylenen Firdevs'i yine pek umursamadım. Her şey için B ve C planları hazırlamıştım ama bunu hiç düşünmemişim. Yada adamın gurursuz çıkacağını hesaba katmamıştım...

Eğer bu plan yaramazsa eskiden çekilmiş duran işe yarar mı bilmeyeceğim fotoğraf shoplar, önceden komşu olduğumuz ve ilişkimizin o ana dayandığına dair hikayeler ve buna Menekşe teyzeyi de şahit göstermek, videoyu yok etme planları...ve daha düşünmüş olduğum bir sürü plan.

Bakışlarım zeminde dolanırken derin bir iç çektim. "O adamın bize konuşması lazım. Ya şimdi Ufuk'u arayıp birilerinin gelip bu olayı anlatmasını istediğini söylerse? Ufuk anlar ve bana hiçbir şekilde inanmaz." diye mırıldandım. Başımı kaldırıp hemen Firdevs'e baktım. "Firdevs adamın telefonunu almalıyız! İşe yaramasa bile zaman kazanmalıyız!" dedim aceleyle.

Firdevs, "Ama bunu nasıl yapacağız?" diye sordu ciddiyetle. Bakışlarım merdivene kaydı. "Merdivenden düşsene." Kaşları derince çatıldı. "Ne! Ne saçmalıyorsun Manolya? Doğuş doktor falan derken kendimi sakatlamayacağım!" dedi hemen.

"Ya iki dakika düşmüş gibi yapsan ölür müsün?" diye sordum hüzünlü çıkardığım sesimle. Oflayarak merdivenlere ilerledi. İlk iki basamağı indikten sonra bir anda oturdu ve bağırmaya başladı. "Aaa! Bacağım! Allah belanızı versin be! Altı kat çıktık, o kul yardım etmedi ondan oldu! Aaa!" Öyle acılı bağırıyordu ki bir an ben bile gerçek acı çektiğine inanacaktım. Oyunculuğu kesinlikle Ufuk'la yarışırdı.

"Aa! Manolya çok acıyor! Burkuldu...aa! Canım acıyor!" diye bas bas bağırıyordu. Değil bu kat, bu sesi üç kat aşağısı bile duyardı. Kapı açıldı ve adam koşarcasına buraya geldi. "Neler oluyor?" diye telaşla sordu ve gözleri saniyeler sonra yerdeki Firdevs'i buldu. "Canım yanıyor! Merdiveniniz beni düşürdü!" dedi acı dolu çıkardığı sesiyle. 

"Evet! Arkadaşım acı çekiyor şuan! Dizi kopuyordu resmen! Hemen ambulansı arayalım kötü duruyor!" diye bağırdım. Adam telaşla cebinden telefonunu çıkardı. Numaraları tuşlarken, "Emin misiniz? Ambulansa gerek var mı?" diye sordu. Telefonu adamın elinden çekip adama döndüm. "Ben ararım! Siz en iyisi evinizden çörek otu, susam ve yumurta getirin! Ben doktor sayılırım." dedim aceleyle. Firdevs'in acı dolu inlemeleri durmazken adam tereddütle, "Gerçekten mi?" diye sorunca başımı salladım. "Evet! Uzmanların uzmanı hem de! Zaten ondan sizi bu kadar kolay buldum."

Adamı koşarcasına evine girmesiyle Firdevs inilti ve bağırışlarını kesmeden aceleyle ayağa kalktı. Ayağa kalkarken, "Susam, yumurta ne Manolya! Tıpla aranda ki ilişkiye bak! Çörek miyim ben Allah aşkına!" diye sitem etti.

"Koş merdivenlerden! Kaçalım hemen! Çareyi çıkınca düşünürüz!" Koşarak aşağıya indiğimizde aslında bu apartmanda bir asansör olduğunu fark ettik. Köşedeydi ve görmemiştik. "Allah seni bildiği gibi yapsın Firdevs! Asansör varmış boşuna o kadar katı çıktık! Demek adam ondan bize geri zekalıymışız gibi baktı! Doğuş doktor değiliz ya merdiven kullanalım!"

Hazır açılan asansörün kapılarından girdik. Çıkan kadın bizi asla umursamamış belki fark bile etmemişti. Zemin katın düğmesine bastığım an Firdevs bana döndü. İkimizde nefes nefeseydik yine. "Ee? Şimdi ne yapacağız?" diye sordu Firdevs. Elimle dur dercesine bir hareket yaptım. "Düşüneceğim..."

"Ya adamın başka bir telefonu varsa? Hani çözüm nerede! Ne yapacaksın, telefonu karşılığında şantaj mı yapacaksın?" diye sordu alayla. "Düşünceğim...milyon tane planım arasından birisini uyduracağım..." devam ediyordum ki bakışlarım telefon ekranının aydınlanmasını sağlayan bildirimle irileşti. Bildirim iki taneydi ve ikisi de benim şansıma gelmiş gibiydi. 

Bildirimlerin birinde gelen mesaj, 'Güzel Karım' adlı kişidenken, biri ise 'Muhasebe' adlı kişidendi. Karısından gelen mesaj, "Bu güzel gülleri sen mi yollattın?" Muhasebeciden gelen mesaj ise, "İki gündür gelmedin Boydan. Seni özledim sevgilim."

Ağzım aralanırken hemen telefonumu aradım. Firdevs'in telefonunu elinde görmemle izin almadan kaparak kilidi açmadan kamerayı açtım. "Ne yapıyorsun?" diye sordu merakla. Bir yandan bakmak için yanıma yaklaşıyordu. Aceleyle bildirimin fotoğrafını çektikten sonra derin bir nefes verdim. 

"Kilidi açsana." diyerek telefonunu ona çevirdim. Anlamsız bakışlarıyla kilidi açınca fotoğrafı hemen kendime yolladım. "Neyi çektin?" diye sordu merakla. Adamın telefonuna sinsi bir bakış atarak gülümsedim. "Haklısın Firdevs. Şantaj yapacağım." Açılan asansör kapısını umursamadan altıncı kata basmamla kapı kapandı.

"Ne? Ne diye şantaj yapacaksın?" diye sordu şaşkınlıkla. "Bekle Firdevs." dedim sadece. Sabırsızlıkla asansörün çıkmasını beklerken derin bir nefesi içime çektim.

"Bu para göz herif gülü de almamıştır şimdi. Başkasındandır o güller." diye mırıldandım çok hafif gülerek. Firdevs olaylara İsveçli kaldığı için hiçbir şey anlamıyordu ama bunu umursamıyordu da.

Zar zor altı katı bekledikten sonra açılan asansör kapısından çıktık. Dairenin önüne gelmemizle adamı zaten kapının önünde gördük. Hala demin olduğumuz yere bakıyordu. Bakışlarımız kesişince kaşları derince çatıldı. "Neydi bu şimdi?" diye sordu öfkelenen sesiyle.

Bakışları elime indiğinde telefonu gördü. "Telefonum..." diye mırıldanırken ona telefonunu uzattım. "Al bakalım telefonun. Unutmuşsun bırakmak için döndüm." dedim sevecen bir sesle. Adam bana garip bakışlar attıktan sonra uzanarak telefonu aldı. Telefonu kontrol etmeden direkt cebine attı. 

Tam geri kapısından girecekti ki konuşmamla onu durdurdum. "Sizden son kez rica etsem? Bize yardım etmez misiniz?" diye sordum sevecen çıkardığım sesle. Omzu üstünden bana baktı. "İstemem dedim ya!" İçeri girecekti ki, "Durun! Peki ya buna ne dersiniz?" Hemen telefonumun kilidini açtığımda adamın çatık kaşlı bakışlarını üzerimde hissediyordum. "Ne?"  diye mırıldandı.

Fotoğrafı açarak telefonu uzatmadan adama çevirdim. Adam muhtemelen uzağı göremediği için gözlerini kısarak ekrana yaklaştı. Görüntüyü anlaması iki saniyeyi bulmuştu. Kaşları çatılırken, "Ama şunu çok merak ettim o gülü karınıza siz mi aldınız?" diye sordum merakla.

Adam şokla geri çekilirken kaşlarını daha da çattı. "Sen...sen ne demek istiyorsun? Onu aldattığımı mı...." Şaşkın Firdevs'in gülüşünü duydum. Oldukça alay dolu bir gülüştü. Hafifçe bana döndü. "Ve onu aldattığını düşündün öyle mi?" Bu cümleye bende hafifçe gülmüştüm.

Adam döndüm. Ciddiyetime tekrar büründüm. "Eğer bize bir şikayet dilekçesi yazmazsanız karınız da muhasebecinizin sizi özlediğini öğrenir. Hep beraber hasret giderirsiniz." dedim alayla. "Ayrıca güzel karım ne? Daha klişe bir şey bulamadın mı?" diye mırıldandım sessizce.

Adam umutlu bir şekilde gülümsedi. "Karımı tanımıyorsunuz bile." dedi hemen. Ciddiyetle derin bir nefes aldım. Artık sabrım kalmamıştı çünkü zamanım tükeniyordu. "Bakın beyefendi...sizi bulduysam karınızı da bulmak benim için çocuk oyuncağı. Salak salak umutlara girmeyin ve o dilekçeyi yazın. Doktorunuzu şikayet etmeyeceğim sadece tehdit edeceğim. Şayet anlaşırsak bunu yapacağım. Anlaşmazsan şikayeti ederim. Siz seçin." dedim sakince.

Adam çaresiz bir durumda olduğunu anlamış gibi bir bakış attı bana. Derin ve  sıkıntılı bir nefes aldı. "Peki...şikayet dilekçesini yazacağım."

🌺

Hastanenin koridorlarında huzurlu ve keyifli adımlar atıyordum. Firdevs yanımda benimle beraber yürüyordu. Yol boyunca durumu çok iyi kurtardığımdan bahsetmişti ve hala da bahsediyordu.

Bir kapının yanında, 'Uzm. Dr. Ufuk Eğilmez' yazısını görmemizle yavaşladık. Başımla Firdevs'e odayı işaret ettim. "Hadi girelim." Tam içeri doğru girmeye yeltenecektik ki karşımıza genç bir kız çıktı. "Bir dakika hanımlar. Doktorumuz şuan molada. Hasta bakmıyor." dedi düz bir sesle. Muhtemelen Ufuk'un asistanıydı.

"Biz bakılmak için gelmedik. Doktor lazım bize." dedi Firdevs saçma bir gülümsemeyle. Kızın kaşları çatılırken başını sallayarak kapıyı yavaşça açıp kafasını odaya doğru soktu. "Ufuk hocam rahatsız ediyorum ama iki tane kadın sizi görmek için geldiler." dedi kibar bir sesle.

"Anlat! Özet betimleme yap!" diye yüksek sesini duymamla yüzümü buruşturdum. Kadın kafasını dışarı çıkararak bizi süzerek inceledikten sonra kafasını geri kapı arasından içeri soktu. "Birisi hafif kısa saçlı kumral, uzun boylu sayılan, yeşil gözl-" kız devam edemeden Ufuk'un tekrar yüksek sesi duyuldu. "Ha! Yeşil gözlü Doğuş'un yeşil gözlüsü! Al içeri! Yanındaki kalsın!" 

Firdevs'in kaşları anında çatılırken karışacağını anladım. "Ne kalsın be! Şuna bak! Doktora bak doktora!" diye söylendi öfkeyle. Ufuk muhtemelen bunları duyuyordu. Sıkıntılı bir nefes vererek Firdevs'i de kolundan çekerek kendimle beraber içeri soktum.

Ufuk ayaklarını masasının üstünde üst üste koymuş elinde ki nereden geldiği belli olmayan pinpon topunu havaya atıp tutarak oyun oynuyordu. Yüzüme ciddi bir ifade bırakmıştım. Ufuk bana bakmaz, topuyla oynamaya devam ederken, Firdevs bakışını ondan çekmeden hafifçe bana uzandı. "Bu ne biçim doktor be? Emin misin bunun doktor olduğuna?" diye fısıldadı. Gülmemek için kendimi tuttum çünkü ayrılık acısı çekiyor gibi olmalıydım.

Ufuk oynamaya devam ederken, "Doğuş bugün gelmedi." dedi. Ona şuan, "Yolunu gözleyecek kadar aşık mısın? " derdim ama diyemedim maalesef. "Gelmedi mi? Nasıl ya? Her gün gelmez mi ki?"  diye sordum tedirgin çıkardığım sesimle. Kaşlarım çatılmış yüzüme endişeli bir hale sokulmuştu. Başını ilk kez bana çevirdi. "Bilmem. Bence sen daha iyi tanıyorsun. Neden gelmedi?" 

Ağzımı aralarken başımı ağır ağır iki yana salladım. "Ayrıldığımızdan beri hiç bakmadım. Onu arayamıyorum bile." dedim kendi kendimle konuşuyor gibi. Hemen Firdevs'e döndüm. "Menekşe teyzeyi arar mısın? En azından o sorsun halini? Ya da...sen Menekşe teyzeyi nereden tanıyacaksın ki..." Bakışlarımı Ufuk'a çevirdim. Dikkatle ve beklenmedik bir ifadeyle beni izliyordu. "Menekşe teyzeyle yakınsın. Lütfen ara sor bir. Dost sanıyor zaten sizi." dedim endişeli sesimle.

Eğlenerek önüne döndü ve topuyla oynamaya devam etti. Cıkladı. "Biraz daha acı çek." dedi eğlenerek. Bu gösteri ona yeter ve artardı bile. Yüzüme bir gülümseme kondurdum. "O zaman sadede gelelim, Ufuk. Bu ayrılık anlaşması bitti." dedim gayet ciddi bir tavırla.

Duraksadı. Havadan ona doğru inen topu anında kaptı ama bir daha atmadı. Topu masaya bırakarak sandalyesini bana çevirdi. "Anlamadım?" diye sordu çatılan kaşıyla. Rahat bir nefes alarak çantamdan şikayet kağıdını çıkarıp ona uzatmamla anında kavradı. "Ne bu?" diye mırıldanırken hemen okumaya başladı.

Yüzü dehşet bir hal alırken onu izledim. "Boydan bey..." diye tısladı okumaya devam ederken. "Boydan bey, her şeyi boydan boya anlattı valla. Sadece biraz uğraş sonunda." dedim sırıtarak.

Ufuk'un bakışları bana kalktı. "Rahat durmadın tabi! Ayrılmadınız da!" diye söylendi başını sallarken. Başımı salladım. "O şuan bana sürpriz için hazırlanıyor. Ve hiçte kırgın ya da üzgün değil." dedim sırıtışımı bozmadan. İfadesi daha da beter bir hal oldu. Kaşları derince çatılmış öfke içinde bana bakıyordu. "Bunu ne yapacaksın?" diye sordu kağıdı kaldırarak.

Masaya doğru büyük bir adım attım. "Seni şikayet edersem inan Doğuş'un kurum içinde alınacak cezası gibi bir şey alamazsın. Bu hukuka girer ama Doğuş'un olayı girmez. Onun ki sadece etik değil. Ama seninki bir suç!" dedim emin ve net sesimle.

Bana öyle bir nefretle bakmıştı ki bu bakışını unutmazdım. Kulağı ve boynu öfkeden kızarıyordu. Uzanarak masadaki topu alarak onun gibi havaya atıp oynamaya başladım. "Ne dersin? Anlaşma devam mı?" diye sordum. Öfkeli hırlar gibi çıkan nefesi bana zaten cevap olmuştu.

Topu son kez havaya atıp yakaladıktan sonra masasının ortasına bırakarak geri çekildim. Sandalyesinden öfke dolu ifadesiyle kalkarken Firdevs'in arkadan, "Bence bir an önce kaçmalıyız Manolya. Yoksa bu bizi her an neşterle delik deşik edebilir gibi..." demişti ürkek sesiyle.

Ufuk tam karşıma geldiğinde geri adım atmadım. "Aptal! Ne olurdu rahat dursaydın!" diye suratıma doğru öyle bir bağırdı ki saçlarım uçuştu diyebilirdim. "Sensin aptal! Kıskanç!" diye bağırdım suratına bende. Onun kadar şiddetli olmasa da yine bir bağırıştı.

"Kes sesini! Bu hastaneye hasta olarak gelip geldiğini bile unutmuşsun! Yerini bil artık!" diye bağırdı nefretle. "Sen yerini bildin mi ki bileyim! Sen kimsin sanki ya! Gelmiş hayatımıza burnunu sokuyorsun! İzin verir miyim sanıyorsun?" diye bağırdım son gücümle. 

"Aptalsın işte! O aptallıklarınla herkesin diline düştün! Kendini bir şey sandın! Millet seninle dalga geçiyor! O ruh hastası hareketlerinle insanlar senin ne kadar yalnızlıktan geberdiğini konuşuyor!" diye bağırdı iğreniyor gibi çıkan sesiyle. Sesi duvarları inletmişti.

"En azından senin gibi kıskançlığım ve aptal hırslarımın getirdiği başarısızlığımla konuşulmuyorum!" diye bağırdım ses tellerimi zorlayarak. O ne kadar yüksek sesle bağırdıkça en az onun kadar yüksek sesle bağırmaya çalışıyordum. 

"UFUK!" odanın içini dolduran bağırış ikimizin de bağırışını yıkıp geçecek derecedeydi.

Bakışlarımı aynı noktaya, kapıya çevrildiğinde çatık kaşları ve öfkenin yüzüne net bir şekilde yansıdığı ifadesini gördüm. Doğuş Çekici tam kapıda duruyordu. 

Bölüm sonuna geldik!

Bölümü beğendiniz mi? Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu arada bunu biraz geç söyleyeceğim ama ben bu hastane ile ilgili olan bilgileri, hastalık belirtileri vb. şeyleri kendim araştırarak yazıyorum. Eğer ki bir hatamı falan görürseniz şimdiden söylemek istiyorum.

Bana destek olmak için oy verip yorum atarsanız çok mutlu olurum💖

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere 🤍

Ig: dilek.wt

Kitap ıg: Sonmanolyakokusuofficial

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top